Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Yetiş Ya ! X

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Zadul_Mead

New member
Katılım
28 Haz 2008
Mesajlar
74
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
41
Emmâ bâd! Bilesiniz, sözlerin en hayırlısı Kitabullah'tır. Engüzel yol da Muhammed s a v 'in yoludur. İşlerin en şerlisi de sonradan ihdâs edilenlerdir.Her bid'at dalâlettir."


Tevhid; uluhiyet, rububiyet, malikiyet, hakimiyet, hakiki tasarruf ve bütün alemin tedbirini Allah teala’ya tahsis ederek zatında, sıfatında, fiilinde O’nu bir ve tek bilmek ve inanmaktır, zihinlerin hayal edebildiği şeylerden Zat-ı İlahiyi ayırd etmektir. Mucemül Vesit(s.1016) İbni Mende Tevhid(s.12) Maturidi Tevhid(s.7)



Tevessül; lugatte; vasıta, sebeb, yol, yakınlık, derece, kendisiyle başkasına ulaşılan şey manalarına gelen vesile kelimesinin tefa’ul babına nakledilmiş sigasıdır. Allah’a yakın olmak için bir vesileye sarılmak demektir. Bkz.; Mucemül Vesit(s.1032) Sıhahı Cevheri(5/184) İbnül Esir Nihaye(5/185) Razi Muhtarus Sıhah(s.721) İbni Manzur Lisanul Arab(11/724)

İstiğase : Allah’tan yardım talep etmek manasınadır. Sufiler Allah’tan başkasından yardım istemeyi caiz görmekte ve mazeret olarak şöyle demektedirler;


“İstigasenin Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’e veya bir veli zata isnad edilerek kullanılması halinde bu mecaz olarak anlaşılmalıdır. Nitekim lugat ilminde, fiilin hakiki fail ve müessirine değil de, o failin mekân, zaman, sebep gibi alakalı bulunduğu bir şeye isnad edilmesine “mecaz-ı akli” denilmektedir.bkz. Sübki Şifaus Sekam(s.147) Kazvini Telhisul Miftah(s.18) Taftazani Muhtasarul Meani(s.45) Mahmud el-Antaki Alaka(s.4)



Bu edebi san’ata göre mesela; “Yeryüzü ağırlıklarını dışarı çıkardığı zaman…”(Zilzal, 2) ayetinde, ağırlıkları dışarı çıkaran Allah olduğu halde, fiil hakiki faile değil, fiilin mekânına isnad edilmiş, ancak Allah murad edilmiştir. İşte istiğase edenler, kendisiyle istiğase edilen zatın hakiki fail değil, hakikatte yardım edenin Allah olduğuna inandıklarını ve O’ndan istediklerini, aksi halde bunun apaçık bir şirk olduğunu kabul ederek söylemektedirler. Zekeriya Güler Vesile ve Tevessül Hadislerinin Kaynak Değeri-(Tasavvuf Dergisi Ocak 2003 sayısı, s.50)


Yani onlar mecazen şirk işlediklerini söyler gibiler!! Delil getirdikleri bu ve benzeri ayetlerin tevessül ve istigase ile hiç alakası olmayıp, böyle bir batıl istidlal, kendilerini Allah’a yaklaştırması için putlara tapan müşrikleri bile mazur gören bir yorum tarzıdır.


Nitekim Allah Teala Zümer suresi 3. ayetinde; “…O’nu bırakıp da putlardan dostlar edinenler; “onlara Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” derler.” Buyurmaktadır.

Yukarıda geçen Zilzal suresi 2. ayetinde anlatılanın mecaz olduğu herkes tarafından bilinir, fakat sufiler şeyhlerine öyle mertebeler vermişlerdir ki, onların kâinatta tasarruf sahibi olduklarını bile söylemektedirler. Bunu her sufi bilir. Şu halde sufilerin Allah’tan başkasına sığınmalarının, “Medet ey hazreti falan!” demelerinin mecazî olduğunu kim söyleyebilir?

Ayrıca bir şeyi mecaz ile ifade etmek başkadır, Allah’a mahsus bazı sıfatları, mecazen de olsa şahıslara isnad etmek başkadır. Misal vermek gerekirse, tevhid ehli bir mü’minin; “başım ağrıdı” demesiyle, bir ateistin bunu söylemesi arasında dağlar kadar fark vardır. Mümin, her şeyin müsebbibinin Allah olduğu inancındadır. Ama Allah’tan başkasından yardım isteme hususunda bir sufi ile bir müşrik arasında fark yoktur. Çünkü Allah Azze ve Celle, kendisinden başkasından gaybî yardım istenmesini yasaklamıştır;

“O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın”(Cin 18)

“Yalvarmaya lâyık olan ancak O'dur. O'nun dışında dua ettikleri onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar.”(Rad 14)

“Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır, diyorlar.”(Yunus 18)

Sahihayn’de rivayet edilen hadiste Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuşlardır ki :

«Kim Allah'tan başka bir eş ve benzere dua etmiş olarak ölürse ateşe girer. [1] Buhari(tefsir 2/22)


Taberani Mucemul Kebir’de rivayet ediyor; Peygamber (s.a.v.) zamanında mü'minlere eziyet eden bir münafık vardı. Hz. Ebû Bekir: «Kalkın, bu münafık hususunda Resûlüllah (s.a.v.)'den istiğasede bulunalım» dedi. Bunun üzerine

Resûlüllah (s.a.v.) :

«Benden istiğasede bulunulmaz; ancak Allah'tan istiğasede bulunulur» buyurdu. Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bu sözüyle ancak Allah'ın güç yetirdiği bir şeyin kendisinden istenilmesini reddetmiştir. Mecmauz Zevaid(10/159) Ahmed(5/317) İbni Sad(1/387) İbni Kesir Tefsiri(3/174) İbni Kesir Camiul Mesanid(7/140)


Biz, bir yaratıktan onun gücünün yeteceği (yapabileceği) şeyi istemeyi inkâr etmeyiz. Zira Cenabı Allah da Hz. Musa'nın kıssasında "kendi kavminden' (soyundan) olan, düşmanına (galip gelebilmek için) ondan (Mûsadan) yardım istedi."(Kasas: 28/15) buyurmuştur.

Meselâ; insan, harpte veya başka zamanlarda dostlarından güçlerinin yeteceği şey hususunda yardım isteyebilir... Fakat kabul etmediğimiz; evliyanın kabirleri başında veya onların bulunmadıkları bir yerde Allah'tan başkasının gücü yetmeyeceği meselelerde onlardan yardım istemek ve hele bunu ibadet kabul etmektir.

Dinlerinde aklı ve keşfi esas alıp İblis’in Allah’a karşı delil getirmesi gibi delil getiren sufiler, çok önemli bir hususu gözardı etmektedirler! Dikkat edin! O, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetidir! Onların yaptığı şeylerin çoğunun sahih sünnette yeri yoktur. Hiçbir sahabe de, “Medet ya Rasulullah!” dememiştir. İşte o sahih sünnette şöyle buyrulur;

“Kim bizim sünnetimizde olmayan bir şeyle amel ederse, o reddolunmuştur.” “Sonradan çıkan her şey bidattir, her bidat sapıklıktır ve her sapıklık ateştedir”
Hanefi fıkıh kaynaklarından "Fetava el-Bezzaziye"de şöyle denir:

"Alimlerimiz şöyle demişlerdir:

"Kim, 'Meşayihin (şeyhlerin, büyüklerin) ruhları hazırdır, olanı biteni bilir' derse, kafir olur."

Şeyh Sunullah Hanefi:

"Gerek sağlıklarında gerekse ölümlerinde olsun velilerin keramet yoluyla tasarruf yetkileri olduğu iddiasına kalkışanlara reddiye" adını vermiş olduğu kitabında şöyle der:

"Bu tür şeyler bugünlerde bu ümmetten kimi cemaatler arasında zuhur eden şeylerdir. Bunların iddialarına göre velilerin sağlıklarında olsun, ölümlerinden sonra olsun, tasarruf yetkileri vardır. Bir kimse sıkıntıya düşünce, başı dara gelince, onların himmetleri sayesinde bu sıkıntıları önlenir. Bunun için onların kabirlerine giderek ihtiyaçları için onlara seslenirler ve bu iddialarına delil olarak onların keramet gösterebildiklerini getirirler. Bunun için derler ki:

"Bu velilerden kimileri abdaldırlar, kimileri nakib, kimileri evtad ve kimisi de nüceba, kimi yetmişlerden, kimisi de yedilerdendir, kimi kırklardan ve kimisi de dörtlerdendir. Kimisi de kutuptur ki, bu, halk arasında ğavs diye tabir edilen kimsedir. Kuşkusuz her şey bunda biter."

Bu bakımdan bunlar için kurbanlar keser ve adaklar adarlar, bunun caizliğinden dem vururlar. Bu kurban ve adakta bunlar için ecir tesbit ederler.

Doğrusu bu öyle bir sözdür ki, burada hem ifrat hem de tefrit vardır. Hatta dahası bunda ebedi helak ve azap vardır. Çünkü bu ifadelerin neresinden bakılırsa hep şirk kokmakta, Allah (c.c.) tarafından dosdoğru olarak gönderilmiş bulunan bu Kitaba aykırılık bulunmakta, müçtehit imamların akideleriyle çelişmekte, ümmetin üzerinde toplandığı gerçeğe aykırı düşmektedir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Onların gizlice söyleşmelerinin çoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka vermeyi veya iyilikte bulunmayı, yada insanların arasını düzeltmeyi emredenlerinki başka. Kim Allah'ın rızasını isteyerek böyle yaparsa, artık ona büyük bir ecir vereceğiz." (Nisa: 4/114)

Velilerin hayatta iken de ölümlerinden sonra da tasarruf yetkisine sahip oldukları iddiasını aşağıdaki ayet reddetmektedir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Ya da yeryüzünü bir karar yeri kılan, onun arasında ırmaklar var eden ve ona (yeryüzü için) sarsılmaz dağlar yaratan ve iki deniz arasında bir engel (haciz) koyan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Hayır onların çoğu bilmiyorlar. Ya sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, kendisine dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Ne az öğüt alıp düşünüyorsunuz. Ya da karanın ve denizin karanlıkları içinde size yol gösteren ve rahmetinin önüne rüzgarları müjde vericiler olarak gönderen mi? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Allah, onların şirk koştuklarından yücedir. Ya da halkı sürekli yaratmakta olan, sonra onu iade edecek olan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? De ki: "Eğer doğru söylüyor iseniz, kesin delilinizi getiriniz." (Neml: 27/61-64)

"Gerçekten sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratma da, emir de (yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir." (A'raf: 7/54)

"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Allah, her şeye güç yetirendir." (Al-i İmran: 3/189)

"Ey kitap ehli! Elçilerin arası kesildiği dönemde: "Bize müjdeci de, bir uyarıcı da gelmedi" demeyesiniz diye size apaçık anlatan elçimiz geldi. Böylece müjdeci de, uyarıcı da gelmiştir artık. Allah her şeye güç yetirendir." (Maide: 5/19)

"Dedi ki: "Kiminiz kiminize düşman olarak, hepiniz oradan inin. Artık size benden bir yol gösterici gelecektir. Kim benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz." (Ta-Ha: 20/123)

"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır ve dönüş yalnızca O'nadır." (Nur: 24/42)

"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine dişiler armağan eder, dilediğine de erkek armağan eder." (Şura: 42/49)

"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Kıyamet saatinin kopacağı gün (işte) o gün, batılda olanlar hüsrana uğrayacaklardır." (Ahkaf: 45/27)

"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır; dilediğine mağfiret eder, dilediğini azaplandırır. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (Fetih: 48/14)

Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır (c.c.) diye başlayan bir çok ayet hep bu gerçekleri dile getirmektedir ve bunların sayılan Kur'an'da oldukça fazladır. Çünkü bu ayetler yaratmada, tedbir, tasarruf ve takdirde Allah'ın (c.c.) tek olduğunu, ortağı bulunmadığını göstermektedir. Başka hiçbir kimsenin ve varlığın bunda şu veya bu anlamda herhangi bir rolü ve etkinliği yoktur. Çünkü her şey Allah'ın (c.c.) mülkü, kahrı ve tasarrufu altındadır. Öldürme ve yaratma da böyledir. Kaldı ki Kur'an ayetlerinde Allah'ın (c.c.) mülkünde bir tek olduğu övgüyle anlatılmaktadır.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"Ey insanlar! Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın. Gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah'ın dışında başka bir yaratıcı var mı? O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur. Öyleyse nasıl oluyorda çevriliyorsunuz." (Fatır: 35/3)

"De ki: "Siz Allah dışında taptığınız ortakları gördünüz mü? Bana haber verin; yerden neyi yaratmışlardır? Yada onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler? Hayır! Zulmedenler, birbirlerini aldatmadan başkasını vaad etmiyorlar." (Fatır: 35/40)

Ayrıca tüm ayetlerde: "Allah'tan (c.c.) başka..." ifadesi yer almaktadır ki, bu önemli bir noktadır.Bu manada yanlış bir itikada sahip bulunanlar bu hükmün içinde yer alırlar.
Dolayısıyla kim bir velinin veya bir şeytanın kendisine yardım edebileceğine inanırsa bu anlamda tehlikededir. Kendisine bile yardım edemeyen bir kimse, nasıl olur da başkasının imdadına koşabilir ki? Doğrusu bu, oldukça vahim bir söz ve büyük bir şirktir.

İmam Muhammed ismail ed-Dehlevi(3) Şeyh Ebu'l Hasan en-Nedvi (ibare Nedvi'nindir) şöyle derler. (3) Muhammed ismail b Abdılganı b Abdırrahim el Umerı Ed Dehlevi el Hanefi, H. 1193de doğdu, H. 1246 da öldü. Eserleri arasında "??viyetü' l İman" , Tenviru' l Ayneyn fi İsbatı Refi'l Yedeyn vb. kitapları vardır.

"Şirk sadece insanın başkasını Allah'a eş koşup O'nunla arasında hiçbir fark gözetmeden denk kabul etmesi değildir. Bunun yanında, bilakis şirkin gerçeği, insanın Allah'ın kendi yüce zatına ve ibadetine alamet kıldığı amelleri, insanlardan birine secde etmek, onun adına kurban kesip nezirde bulunmak, zor anlarda ondan yardım dilemek ve onun her yerde hazır ve nazır olduğunu söyleyip, onun tasarruf yetkisine sahip olduğunu isbat etmeye çalışmaktır."(Muhammed ismail b Abdılganı b Abdırrahım el-Umeri Ed-Dehlevi el-Hanefi. Hakkında aşığada ki dipnotta bilgi verilmiştir.)

Bunların hepsi ile şirk sabit olur ve insan bununla müşrik olur. (Takviyetu'l iman, 22-23 (Urduca), En-Nedvı, Risaletu't-Tevhid, 32-33.)

Hamd Allah,a Mahsustur Salat ve Selam Muhammed s a v in Üzerine olsun…………
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Sayın kardeşim,

Hakkında çeşitli kaynaklardan alıntılarla "şirk" damgası vurduğun "şefaat ve tevessül" konusu bu forumda yine kaynaklar verilerek defalarca yazılmış, müteala edilmiş ve hak olduğu ispatlanmış bir mevzuudur.

Ama sana kimse inan diye de zorlamıyor. Umumi efkarı tahrik etme, tekfir etme, yeter...
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Ilk kirmiziya cevap hakkimi kullanmiyorum Radikal..

Zaten kimseye cevap hakkı olsun diye yazmadım onu. Kendi cevap hakkımı kullandım. 17 yıldır da bu hakkımı kullanıyorum.

Kur'an'ın manevi çağrısını görmediğiniz sürece, (ki zaten bu gidişle hiç bir zaman görmeyeceksiniz, ama inşaallah görenlerden olursunuz) bu konuyu anlamanız mümkün değil. Nasip işidir bu işler. Aynı Ebu Talib'in olayına benzer. Gördüğü, hissettiği halde, sırf etraf, eşraf ne der mantığı ile hareket etmenizin sonuçlarını yaşayacaksınız. Bile bile üstelik. Mürşid bir kuldur, araya girmez, perde olmaz, Allah'tan ayırmaz, bağlar. Aynı daveti Hz.Peygamber'de (s.a.v.) yapmıştı. Etrafındaki müşrikler de "bir kul mu bizi Allah'a davet ediyor, olacak iş değil bu" diyerek Allah'a davet edilmek için göklerden olağanüstü bir işaret geleceğini ima etmişlerdi. Oysa, onları Allah'a (cc) yine bir kul, yine bir beşer, yine acz yaratılan bir insan davet etmişti. O nedenle, sap ile samanı birbirinden ayırmak için cahileye insanına ilk ayet "iqra!" olmuştu. Çünkü, cahil bir insanın; bir kulu Allah'a (cc) ortak koşmakla, bir kulun Allah'a (cc) daveti arasındaki ince çizgiyi anlaması mümkün değildir. Cehalet, okumak ile gitmez, okuduğunu anlamak ve tatbik etmek ile biter.

Arkadaşlardan biri de Osmanlı padişahlarını Lala'ların yetiştirme bilgisini vermiş. Sağolsun chamdali'da ciddimisin ? diye soruyor. Evet çok ciddi. Hemde aklınızın alamadığı, meziyetini kavrayamayacağınız derecede ciddi!

Fatih Sultan Mehmed; İstanbul'a kendi askerlerinin arasında girerken, normal halktan insanların övgüleri altında atının üzerinde giderken şeyhi, mürşidi dayanağı ve ilham kaynağı Hace Akşemseddin'i (k.s.) işaret ediyordu. Bu övgüler bana değil, şeyhime layıktır diyordu. Hace Akşemseddin (k.s.) Hacı Bayram Veli (k.s.) gibi bir mürşidin elinde yetişmiş zamanın büyük bir sofi'si idi. Ve Fatih gibi bir komutan da O'nun (k.s.) atının ayağından kaftanına sıçayan çamur için "bize şeref verir" diyor O'nun (k.s.)gibi bir mürşidin müridi olmak ile övünüyor ve bu tarz hareketi içinde; "İstanbul'u feth eden asker ne güzel askerdir! Başlarındaki komutan ne güzel bir komutandır" hadis-i şerifini yüzyıllar öncesinden gören bir gözün (s.a.v.) manevi evladı olma özelliğini üzerinde taşıyordu. Ve sizlerin alaya almaya çalıştığınız tasavvuf, işte bu tür örnekleri ile kendini her asırda Kur'an ile yenileyerek günümüze geliyordu.

Bu kadar zamandır kur'an'dan örnekler veriyoruz, Kur'an'dan ayetler yazıyoruz, sizlerin gördüğünü ve bizim gözümüze sokmak için habire copy yapıp yapıştırdığınız ayetleri biz görmüyormuyuz ?

Şuan günümüzde yaşayan insanların hiç biri "atalarının dini" gibi bir şeyin üzerinde değil. Neden ? Kur'an hükümleri ve yapısı gereği her zamana seslenen ve kendini kabul ettiren bir ağırlığı asırlar sonrasına bile taşıyacak bir özelliği barındırıyor. Sizlerin bahsettiği ayet için "ne yani şimdi bu ayet hükümsüz mü ?" derseniz, hayIr hükümsüz değil, elbette geçerli ama muhatabı İslam din'inde mesafeler katetmiş bir halk için değil de, belki bir isevi için belki bir yahudi için ve yine belki bir üçüncü dünya ülkesi için geçerli olabilir. Çünkü; onlar halen atalarının dini'nde yaşıyor, bizler değil. Ve onlar halen arayıştalar, müslüman arayışta olursa sadece ilmi konuda olur. İtikadi konularda arayışa gerek yok. İtikad tek bir tevhid üzere şekillenir: "La İlahe İllallah Muhammedun Resulullah"

Biraz İlmi ledün çalışın. Anlamaya gayret edin, söyleceyeceklerim aslında çok, ama beni bekleyen işlerim daha çok. Bu günlük bu kadar.
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Uzun uzun yazınca, bazen aklımıza o an geleni sonraya bırakıyoruz, yazıyı gönderdikten sonra aklımıza geliyor. Şuan olduğu gibi aklıma gelmiş olanı sonradan ekleme ihtiyacı duydum.

Şurasını iyi anlayın: Allah (cc) ortağı olmayan, eşi benzeri bulunmayan, kendisine hiç bir şeyin hiç bir varlığın denk olamayacağı, her şeyi yaratan ve her şeyin sahibi olan yegane Varlık'tır. Bizim gibi bir beşer olan, ne bir peygamber ne bir evliya, değil bizim istediğimizi kendi isteği olan nefesi dahi Allah (cc) dilemedikçe alıp veremez. Kendi nefsini alıp verme konusunda dahi Allah'a (cc) muhtaç olan bir kişiden, bir kuldan herhangi bir şey istenir mi ?

Burasını gören bir insan olarak halen tasavvuf bir yaşam biçimidir diyorsak, azıcık içine girin de anlama yönünde gayret gösterin. sen anlat derseniz, o kadar vaktim yok. Varolan vaktimi de halen anlamak ve anladıklarımı yaşantıma dökmek ile harcıyorum.

Malum, her koyun kendi bacağından...
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Gördünmü simdiye kadar tefsir veya tevil gibi bir olgu bende?Meal ise bizim anladigimiz dil nedeni iledir....

Ben dahil bir çok insan senin gibi akledemiyor, idrak edemiyor, hissedemiyor. Bize bir iyilik yap anlat desek, senin anlattığın da senin tefsirin, senin tevilin olacak. Ne fark ediyor?
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
O zaman din akil iledir BEKIR...Sen bos ver ugrasmayi muafsin sayilir...

Çok sağol. Teşekkürler... Her zaman ki gibisin.
Selam! sana Metin Mete, Selam!...


Kibirlenenlerin dönüp gidecekleri yer ne çirkindir!

Rahmân'ın kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında "Selam!" derler geçerler
 

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
“Mürşide tâbiiyet şirktir.” diyen bir hurafeyi sizlere anlatmak. Ne yazık ki; dîn adamları arasında bunu söyleyenler var. Mürşidlere “yedek ilâhlar” gibi isimler takan, Allah’ın âyetlerine karşı gelen birileri de var. Bu bağlamda Allahû Tealâ’nın söylediklerini değerlendirdiğimiz zaman şunu görüyoruz: Allahû Tealâ, mürşide tâbiiyeti farz kılmıştır. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi, mutlaka Allahû Tealâ’dan mürşidini soracaktır. İşte Fatiha Suresi bu konuda ilk adımı atıyor; mürşidin, Allah’tan sorulması lâzımgeldiğini söylüyor. Allahû Tealâ ne diyor:

1/FATİHA-1: Bismillâhir rahmânir rahîm.
Bismillâhirrahmânirrahîm.

1/FATİHA-2: El hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Hamd; âlemlerin Rabbi olan Allah’adir.

1/FATİHA-3: Er rahmânir rahîm(rahîmi).
Rahmân’dır, Rahîm’dir.

1/FATİHA-4: Mâliki yevmid dîn(dîne).
Dîn gününün MALİK’idir.

1/FATİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah’ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.


Allahû Tealâ diyor ki:
“Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, Bismillâhirrahmânirrahîm: Kovulmuş, recm edilmiş, taşlanmış şeytandan Allah’a sığınırım. Allah’ın ismiyle, Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla başlarım.”
“Dîn gününün sahibi olan… Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden istiane isteriz.” Yani “Mürşidimizin kim olduğunu yalnız Sana sorarız.”
“Yalnız Senden istianeyi isteriz.”
Öyleyse Allahû Tealâ’dan istiane istenmesi söz konusu, yardım istenmesi söz konusudur. Bu yardımın muhtevasına baktığımız zaman, yardımın, istianenin, Allah’tan mürşid isteme konusunda olduğunu görüyoruz. Allahû Tealâ, “Yalnız Sana kul oluruz.” ifadesiyle, insanların sadece Allah’a kul olabileceğini ifade ediyor. “Yalnız Senden istianeyi isteriz.” ifadesi ise, “Mürşidimizi yalnız Sen belirleyebilirsin.” mânâsını taşıyor.
Mürşid kimden sorulur? Yalnız Allah'tan sorulur. “İyyâke nestaîn” ifadesi bunu ifade ediyor. Niçin?

1/FATİHA-6: İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme).
(Bu istiane’n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM’e (Allah’a ulaştıran yola) hidayet et (ulaştır).


“Mürşidimizi Senden sorarız ki; O’na tâbî olalım, ruhumuz vücudumuzdan ayrılsın ve Senin Sıratı Mustakîm’ine ulaşsın. Bizi böylece Sıratı Mustakîm’ine ulaştır. Ruhumuz Senin Sıratı Mustakîm’ine ulaşsın da, Sıratı Mustakîm üzerinden bir seyr-i sülûk yapsın ve Senin Zat'ına ulaşsın.”
Allah ile olan ilişkilerimizin bu dizaynına baktığımız zaman gördüğümüz odur ki; Allahû Tealâ’nın indinde, “insan ruhunun Allah’a ulaşması” diye bir müessese var. Ve ruhun Allah’a ulaşması, Sıratı Mustakîm isimli bir yolla gerçekleşir. Sıratı Mustakîm; Allah’a ulaştıran yolun adıdır. Nisa Suresinin 175. âyet-i kerimesi bunu veriyor:

4/NİSA-175: Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Allah’a âmenû olanları ve O’na sarılanları (sarılmayı dileyenleri), Allah kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm’e (Allah’a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır.


Allahû Tealâ diyor ki: “Kim Allah’a mülâki olmayı, ulaşmayı ve O’na sarılmayı, Allah’ın Zat'ında yok olmayı dilerse, Allah onları rahmetinin ve fazlının içine koyar ve onları Kendisine ulaştıran, Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.”
Ruhumuzun Allah’a ulaşması söz konusudur. Bunun için ruhumuzun Sıratı Mustakîm’e ulaşması söz konusudur. Ruhumuzun Sıratı Mustakîm’e ulaşabilmesi için de, istiane ile mürşidimizi Allahû Tealâ’dan isteyeceğiz.
“İyyâke: Yalnız Senden
nestaîn: İstiane isteriz.” diyoruz.
Allah’tan başka hiç kimseden istianenin istenemeyeceği vakasıyla karşı karşıyayız. Mürşidimizi Allah’tan sormak mecburiyetindeyiz ve bunu Allahû Tealâ, bize bir farz emir olarak söylüyor. Maide Suresinin 35. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, mürşide mutlaka ulaşmamızı farz emir olarak vermiştir:

5/MAİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki; siz felâha erersiniz.

Allahû Tealâ: “Ey âmenû olanlar! Bir defa daha takva sahibi olun ve Allah’tan mürşidinizi isteyin.” diyor. Yani “Sizin ruhunuzu kim Allah’a ulaştırmaya vesile olacaksa, o vesileyi Allah’tan isteyin.” diyor.
Öyleyse Allah’tan isteneceğini Maide Suresinin 35. âyet-i kerimesi de söylüyor, Fatiha Suresi de söylüyor. “İyyâke nestaîn” diyoruz. Yeter mi? Hayır, yetmez. İki âyet daha var; Bakara-45 ve 46. Ama Fatiha Suresinde Allahû Tealâ’nın bir ilâvesi daha var:

1/FATİHA-7: Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne).
O (SIRATI MUSTAKÎM) ki; (başlarının) üzerlerine (Devrin İmamı’nın ruhunu) ni’met olarak verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.


Allahû Tealâ diyor ki: “O yol ki, Sıratı Mustakîm ki; üzerlerine (başlarının üzerine) ni'met verilenlerin yoludur.”
Çünkü tâbiiyet sırasında mutlaka devrin imamının ruhu o kişinin başının üzerine gelip, önden arkaya doğru yatay olarak yerleşir. Bu, Allah’ın o kişinin başının üzerine verdiği bir ni'mettir. Kişi bundan sonra ruhunu Allah’a ulaştıracaktır. Bakara Suresinin 45 ve 46. âyetleri de bu istikamette Allah’ın açık bir hüviyetini taşıyor:

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.

Allahû Tealâ: “Sabırla ve namazla (hacet namazıyla) Allah’tan istianeyi (mürşidinizin kim olduğunu sorarak, Allah’tan mürşidinizi) isteyin. Bu zor bir iştir, büyük bir iştir, aşağı yukarı imkânsızdır.” Kimler için? Allah’a ulaşmayı dilememiş olan bir insan için çok zor, büyük bir iştir. Allahû Tealâ diyor ki: “Ama huşû sahipleri için zor değildir. O huşû sahipleri ki; Allah’a mülâki olacaklarına, ruhlarını hayatta iken Allah’a ulaştıracaklarına kesin şekilde inanırlar. Yakîn hasıl ederek kesin şekilde inanırlar ki; ruhlarını Allah’a mülâki kılacaklardır, ruhlarını Allah’a ilkâ edeceklerdir.”
Ruhumuzun Allah’a ulaşması, Allah’ın Zat'ında yok olması diye bir olaydan bahsediyoruz. Ruh Allah’a ulaşır, yok olur. Ama görüyoruz ki; bunun için önce mürşidimizi Allahû Tealâ’dan soracağız ve önünde diz çöküp tövbe edeceğiz.
Mürşide tâbiiyet şirk midir? Bir dîn adamımız öyle söylüyor. Bu sevimli dîn adamını hepiniz zaten biliyorsunuz. Defaatle bunu söylemiştir. “Mürşide tâbî olmak şirktir. İnsanlar yedek ilâhlar ediniyor.” diyor. “Yedek ilâhlar” sözü kime ait biliyorsunuz. Kur'ân-ı Kerim’i bilmeyen bu tarzdaki dîn adamları, her zaman, her yerde var olmuştur. Zamanımızda da elbette olacaktır. Onlara, Kur'ân-ı Kerim’i öğrenmelerini tavsiye ediyoruz. Bizimki sadece bir tavsiye. Dilerlerse, Kur'ân-ı Kerim’i incelerler, özellikle bizim söylediklerimizi incelerler, herşeyi yerli yerine oturturlar. Dilerlerse incelemezler ve cehaletleri içinde bu kabil sözleri söylerler. “Mürşide tâbiiyet şirktir.” Cahil dediğimiz, bu insandır. Bunu söyleyebilen bir insan, bu konuda cehaletin içindedir.
Mürşide tâbiiyet şirk olmadığı gibi, Allah’ın temel emridir. İşte Allahû Tealâ açıkça söylüyor: “Hacet namazı kılarak Allah’tan mürşidinizi, istianeyi isteyin.” diyor. Fatiha Suresinde de biz Allahû Tealâ’ya diyoruz ki: “Yalnız Senden mürşidimizi isteriz. Bizi Sıratı Mustakîm’e ulaştırman için…” Ve bundan sonra diyoruz ki: “O Sıratı Mustakîm ki; başlarının üzerinde ni'met taşıyanların yoludur.”
Nasıl bir ni'met? İşte kim mürşide tâbî olursa, bu tâbî olan kişi o noktaya 12 tane ihsan alarak gelmiştir. Allahû Tealâ, o kişi üzerinde Rahîm esması ile tecelli etmiştir. Mürşide karşı kör olan bu kişinin görme hassasını açmıştır. Mürşidini, mürşid olarak görmesini temin etmiştir. Öyleyse Allahû Tealâ, kişinin görme hassasını ve gözünü açmıştır. İşitme hassasını ve kulaklarını açmıştır. İdrak hassasını ve kalbini açmıştır. Kişi, onun mürşid olduğunu idrak etmiştir.
, kişi huşû sahibi olur. Hacet namazını kılar ve Allah’tan mürşidini sorar. Allah da onlara mutlaka Bakara Suresinin 45 ve 46. âyet-i kerimeleri gereğince mürşidini gösterir.

Bu kişi Allah’a inanıyor.
İnsan ruhunun, hayatta iken Allah’a ulaşmasına inanıyor.
Bunun, üzerine farz olduğuna inanıyor.
Allah’a ulaşmayı dilerse, ruhunu Allah’ın mutlaka Kendisine ulaştıracağına da kesin olarak inanıyor.
İşte bu dört inancın kesin olarak sahibi olan bir kişi söz konusu. Bu dört inancın sahibi ise o kişi, hacet namazını kılar. Allahû Tealâ, bu kişiye mürşidini mutlaka gösterir. Allahû Tealâ diyor ki:

16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm’e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah’ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.

Allahû Tealâ: “Sebîllerin tayini ve tespiti Allah’ın üzerine vazifedir.” diyor.
Allah, her sebîli, o mürşidin dergâhından devrin imamının dergâhına ulaşan, yere paralel, yatay bir manevî yol olarak tayin etmiştir. Bütün sebîller, devrin imamının dergâhına ulaşır. Hangi mürşidin dergâhında tâbiiyet gerçekleşmişse, ruh o anda vücuttan ayrılır. İşte tâbiiyetin tecellisi odur ki; kişi mürşidinden tam 7 tane ni'met alır.
1. ni'met, Mucadele Suresinin 22. âyet-i kerimesi gereğince, devrin imamının ruhunun o kişinin başının üzerine gelip yerleşmesidir:

58/MUCADELE-22: Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah'a ulaşma gününe) îmân eden kavmi, Allah'a ve resûlüne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın. Velev ki onlar, babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır. Ve onlar, Allah'ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (devrin imamının ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar. Orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah'tan razıdırlar. İşte onlar, Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki Allah taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.


2. ni'met, gene Mucadele Suresinin 22. âyet-i kerimesi gereğince, o kişinin kalbinin içine îmân kelimesinin yazılmasıdır.
Bu iki olay mürşide tâbiiyet ile gerçekleşir. Allahû Tealâ kimin kalbine îmânı yazmışsa, o kişi îmânı artan bir mü'min olmuştur. Kişi daha önce Allah’a ulaşmayı dilemiştir. Bu kademelerin hepsinden geçmiştir. Hacet namazı ile mürşidini sorma hakkı doğmuştur. Kalbinde %2 nur birikimi gerçekleşmiştir ve Allah ona mürşidini göstermiştir. O mürşide ulaşıp tâbî olmuştur. Bu, ihsanla tâbiiyettir. Kişi, tam 12 tane ihsan alarak tâbiiyetini gerçekleştirmiştir. Bundan 14 asır evvel bütün sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e 12 tane ihsanla tâbî oldular.

48/FETİH-10:
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (tâbiiyetini) bozarsa o taktirde, sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).


Allahû Tealâ: “Habibim, orada sana tâbî oldukları zaman, biat ettikleri zaman, onların ellerinin üzerinde Allah’ın eli vardı.” diyor.
Allah, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tecelli halindeydi. Bütün sahâbe, Allah’ın emri üzerine Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e, kâinatın en büyük mürşidine tâbî olmuşlardır.
O kadar mı? Hayır, o kadar değil. Allahû Tealâ şöyle söylüyor:

9/TEVBE-100:
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan ulûl’elbab, ihlâs ve salâh makamlarını, en üst üç makamı işgal edenler): onların bir kısmı muhacirînden (Mekke’den Medine’ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine’deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.

Allahû Tealâ: “O sabikûn-el evvelîn var ya, onların bir kısmı ensardandı, bir kısmı muhacirîndendi, bir kısmı da ensara ve muhacirîne ihsanla tâbî olanlardan (tâbiînden) oluşuyordu.” buyuruyor.
Sabikûn-el evvelîn… Şimdi de sabikûn-el âhirînlerin zamanı… Sizler sabikûn-el âhirîn olacaksınız. Sonraki sabikûnlar… Sizlerin içinden de mürşidler oluşmuş durumdadır. Hamdolsun.
Öyleyse herbiriniz, gittiğiniz her yerde bu vasfın sahibiyseniz, cezbeniz varsa, Allah’ın müsait standartlarına sahipseniz, bir mürşid olarak, bir vekil mürşid olarak görevinizi hepiniz yapabilirsiniz. Önemli olan, bu tövbede cereyanın geçmesidir. Cereyanı geçirebilecek olan birisi bu konuda tövbeyi verirse, o kişinin başının üzerine mutlaka devrin imamının ruhu gelir ve yerleşir. Allahû Tealâ Mu’min-15’de şöyle söylüyor:

40/MU'MİN-15:
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.


”Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından lâyık olanların başlarının üzerine emrinden ruh gönderir.”
İşte Allah’ın emrini tebliğ etmek üzere gelen bu ruh, Allahû Tealâ tarafından gönderilen devrin imamının ruhudur. Allah’ın emrini tebliğ için geliyor. O kişinin vücudunun içindeki ruha ne diyor? “Senin, Allah’a mülâki olma, ilkâ olma, ulaşıp Allah’ın Zat'ında yok olma zamanın geldi. Vücudu terk et. Allah’a geri dön.” diyor.
Mucadele Suresinin 22. âyet-i kerimesi, aynı zamanda kalbin içine îmân yazılmasını gerektirir. Böylece mürşide tâbiiyette, kişi Allah’tan 3 tane ni'met aldı. Daha ötesi var mı? Elbette var.
Allah’tan aldığı 4. ni'met, o kişinin bütün günahlarının sevaba çevrilmesidir.

25/FURKAN-70: Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).

Allahû Tealâ: “Kim Allah’a ulaşmayı diler ve mürşidine tâbî olursa ve böylece nefs tezkiyesine (amilüssalihata) başlarsa o, îmânı artan bir mü'mindir. Allah, onun günahlarını sevaba çevirir, seyyiatini hasenata çevirir.” diyor.
Öyleyse devrin imamının ruhu, kişinin başının üzerine geliyor. Kişinin kalbinin içine îmân yazılıyor. Arkasından da o kişinin bütün günahları affedilmekle kalmıyor; sevaba çevriliyor.
Sonra ne oluyor? Bu kişi mürşidine tâbî olmuş. Günahların sevaba çevrilmesi, tâbiiyetin bir bölümüdür. Ondan sonra ne oluyor? O kişiye, Allahû Tealâ o güne kadar her kazandığı 1 derece için 10 katını verirken, o günden itibaren 100 katını vermeye başlıyor ve bu, 1’e 700’e kadar yükselecektir.
Ruh, vücuttan ayrılacaktır. Ruhun Allah’a doğru yaptığı seyr-i sülûk isimli yolculuk, bütün insanların üzerine farzdır. Allahû Tealâ “Rabbine geri dön!” emrini verdiği için farzdır. Bu farzın gerçekleşmesi sırasında, ruhun 1., 2., 3., 4., 5., 6. ve 7. gök katlarından sonra, kişinin ruhu Allah’ı Zat'ına ulaşır. Allah’ın Zat'ına ulaştığı zaman da, bu konu bir hedefe varmıştır. Ruh Allah’ın Zat'ında yok olur, fâni olur. Bu makam fenâfillâh makamıdır. Allahû Tealâ’nın verdiği emir gerçekleşmiştir. “İrciî ilâ rabbiki: Rabbine rücû et.” emri gerçekleşmiştir. Allahû Tealâ Fecr Suresinin 28. âyet-i kerimesinde ne diyordu?

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Allah’tan razı ol ve Allah’ın rızasını kazan. (Ey ruh!) Allah’a (Rabbine) geri dönerek ulaş.


Fecr-28’de “Rabbine rücû et. Geri dönerek Rabbine ulaş.” emrini veren Allahû Tealâ, Muzemmil-8’de diyor ki:

73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Rabbinin (Allah’ın) ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O’na (Allah’a) dön (ulaş, vasıl ol).

Allahû Tealâ: “Allah’ın ismiyle zikret ve bu zikir sebebiyle herşeyden kesilerek Allah’a ulaş, ruhunu Allah’a ulaştır.” diyor.
Başka ne olur? Nefs tezkiyesi afetleri yok edeceği için, afetlerin sayısal azalmasına karşın nefs aynı kaldığı cihetle, nefs, afetlere karşı güç kazanır. Nefsin güç kazanması oranında afetler zayıfladığı için, fizik vücudun onlara galibiyeti de giderek daha üst boyutta olacaktır. O kişinin iradesi de, nefsin afetlerinin zayıflamasına paralel olarak güçlenecektir.
İşte görüyorsunuz; mürşide tâbiiyet, kişiye bunları sağlıyor.

Bir defa daha Allahû Tealâ, bunu Allah’ın bir emri olduğunu söyleyerek Rad-21’de farz kılıyor:

13/RAD-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

Kişi Allah’a ulaşmayı dilemezse, 12 tane ihsanı alamaz. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin tâbiiyeti, o kişiye hiçbir fayda sağlamaz. Hiçbir değişiklik olması mümkün değildir. “Yarabbi, Senin bunca ermiş evliyan oluşmuş. Ben de o ermişlerden birisi olmak istiyorum. Beni Sana ermiş, ruhunu Sana ulaştırmış evliyalardan birisi kıl.” tarzındaki bir dilek ya da “Yarabbi, ben Sana ruhumu ölmeden evvel ulaştırmak istiyorum. Benim ruhumu Sana ulaştır.” tarzında bir talebi Allah’a ulaştıran kişi, Allah’ın istediği, Allah’a ulaşma isteğinde bulunmuştur. Mutlaka bu kişiye Allahû Tealâ, söylediğimiz yardımları yaparak, onu 14. basamakta huşû sahibi kılıp, hacet namazını kıldığı zaman mürşidini gösterip, mürşidine ulaştıracaktır.
 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
...

Allahû Tealâ, mürşide tâbiiyeti farz kılmıştır. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi, mutlaka Allahû Tealâ’dan mürşidini soracaktır. İşte Fatiha Suresi bu konuda ilk adımı atıyor; mürşidin, Allah’tan sorulması lâzımgeldiğini söylüyor. Allahû Tealâ ne diyor:

1/FATİHA-1: Bismillâhir rahmânir rahîm.
Bismillâhirrahmânirrahîm.

1/FATİHA-2: El hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Hamd; âlemlerin Rabbi olan Allah’adir.

1/FATİHA-3: Er rahmânir rahîm(rahîmi).
Rahmân’dır, Rahîm’dir.

1/FATİHA-4: Mâliki yevmid dîn(dîne).
Dîn gününün MALİK’idir.

1/FATİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah’ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz. ....

Ciddi olamazsın!

Ayetleri eğip büküp özel isteklerinize alet etmeyin. Altından kalkamazsınız.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Allahû Tealâ ne diyor:

1/FATİHA-1: Bismillâhir rahmânir rahîm.
Bismillâhirrahmânirrahîm.

1/FATİHA-2: El hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Hamd; âlemlerin Rabbi olan Allah’adir.

1/FATİHA-3: Er rahmânir rahîm(rahîmi).
Rahmân’dır, Rahîm’dir.

1/FATİHA-4: Mâliki yevmid dîn(dîne).
Dîn gününün MALİK’idir.

1/FATİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah’ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.


Yok böyle bir şey fani olanı istemem. Bu şekilde tahrif etmemenizi ikaz ederim.
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Çok sağol. Teşekkürler... Her zaman ki gibisin.
Selam! sana Metin Mete, Selam!...


Kibirlenenlerin dönüp gidecekleri yer ne çirkindir!

Rahmân'ın kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında "Selam!" derler geçerler



5:54 İnananlar, kim dininden dönerse şunu bilsin: ALLAH sevdiği bir toplumu getirir; onlar da O'nu sever. İnananlara karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı güçlü ve pektirler. ALLAH yolunda cihada ederler, kınayanın kınamasından çekinmezler. Bu, ALLAH'ın lütfudur; onu dilediğine verir. ALLAH Cömerttir, Bilendir.

4/49 Kendi nefislerini temize çıkaranları görmüyor musun? Hayır! Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır. Onlara kıl kadar zulmedilmez.
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
“Mürşide tâbiiyet şirktir.” diyen bir hurafeyi sizlere anlatmak. Ne yazık ki; dîn adamları arasında bunu söyleyenler var. Mürşidlere “yedek ilâhlar” gibi isimler takan, Allah’ın âyetlerine karşı gelen birileri de var. Bu bağlamda Allahû Tealâ’nın söylediklerini değerlendirdiğimiz zaman şunu görüyoruz: Allahû Tealâ, mürşide tâbiiyeti farz kılmıştır. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi, mutlaka Allahû Tealâ’dan mürşidini soracaktır. İşte Fatiha Suresi bu konuda ilk adımı atıyor; mürşidin, Allah’tan sorulması lâzımgeldiğini söylüyor. Allahû Tealâ ne diyor:

1/FATİHA-1: Bismillâhir rahmânir rahîm.
Bismillâhirrahmânirrahîm.

1/FATİHA-2: El hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Hamd; âlemlerin Rabbi olan Allah’adir.

1/FATİHA-3: Er rahmânir rahîm(rahîmi).
Rahmân’dır, Rahîm’dir.

1/FATİHA-4: Mâliki yevmid dîn(dîne).
Dîn gününün MALİK’idir.

1/FATİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah’ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.


Allahû Tealâ diyor ki:
“Eûzubillâhimineşşeytânirracîm, Bismillâhirrahmânirrahîm: Kovulmuş, recm edilmiş, taşlanmış şeytandan Allah’a sığınırım. Allah’ın ismiyle, Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla başlarım.”
“Dîn gününün sahibi olan… Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden istiane isteriz.” Yani “Mürşidimizin kim olduğunu yalnız Sana sorarız.”
“Yalnız Senden istianeyi isteriz.”
Öyleyse Allahû Tealâ’dan istiane istenmesi söz konusu, yardım istenmesi söz konusudur. Bu yardımın muhtevasına baktığımız zaman, yardımın, istianenin, Allah’tan mürşid isteme konusunda olduğunu görüyoruz. Allahû Tealâ, “Yalnız Sana kul oluruz.” ifadesiyle, insanların sadece Allah’a kul olabileceğini ifade ediyor. “Yalnız Senden istianeyi isteriz.” ifadesi ise, “Mürşidimizi yalnız Sen belirleyebilirsin.” mânâsını taşıyor.
Mürşid kimden sorulur? Yalnız Allah'tan sorulur. “İyyâke nestaîn” ifadesi bunu ifade ediyor. Niçin?

1/FATİHA-6: İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme).
(Bu istiane’n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM’e (Allah’a ulaştıran yola) hidayet et (ulaştır).


“Mürşidimizi Senden sorarız ki; O’na tâbî olalım, ruhumuz vücudumuzdan ayrılsın ve Senin Sıratı Mustakîm’ine ulaşsın. Bizi böylece Sıratı Mustakîm’ine ulaştır. Ruhumuz Senin Sıratı Mustakîm’ine ulaşsın da, Sıratı Mustakîm üzerinden bir seyr-i sülûk yapsın ve Senin Zat'ına ulaşsın.”
Allah ile olan ilişkilerimizin bu dizaynına baktığımız zaman gördüğümüz odur ki; Allahû Tealâ’nın indinde, “insan ruhunun Allah’a ulaşması” diye bir müessese var. Ve ruhun Allah’a ulaşması, Sıratı Mustakîm isimli bir yolla gerçekleşir. Sıratı Mustakîm; Allah’a ulaştıran yolun adıdır. Nisa Suresinin 175. âyet-i kerimesi bunu veriyor:

4/NİSA-175: Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Allah’a âmenû olanları ve O’na sarılanları (sarılmayı dileyenleri), Allah kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm’e (Allah’a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır.


Allahû Tealâ diyor ki: “Kim Allah’a mülâki olmayı, ulaşmayı ve O’na sarılmayı, Allah’ın Zat'ında yok olmayı dilerse, Allah onları rahmetinin ve fazlının içine koyar ve onları Kendisine ulaştıran, Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.”
Ruhumuzun Allah’a ulaşması söz konusudur. Bunun için ruhumuzun Sıratı Mustakîm’e ulaşması söz konusudur. Ruhumuzun Sıratı Mustakîm’e ulaşabilmesi için de, istiane ile mürşidimizi Allahû Tealâ’dan isteyeceğiz.
“İyyâke: Yalnız Senden
nestaîn: İstiane isteriz.” diyoruz.
Allah’tan başka hiç kimseden istianenin istenemeyeceği vakasıyla karşı karşıyayız. Mürşidimizi Allah’tan sormak mecburiyetindeyiz ve bunu Allahû Tealâ, bize bir farz emir olarak söylüyor. Maide Suresinin 35. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, mürşide mutlaka ulaşmamızı farz emir olarak vermiştir:

5/MAİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki; siz felâha erersiniz.

Allahû Tealâ: “Ey âmenû olanlar! Bir defa daha takva sahibi olun ve Allah’tan mürşidinizi isteyin.” diyor. Yani “Sizin ruhunuzu kim Allah’a ulaştırmaya vesile olacaksa, o vesileyi Allah’tan isteyin.” diyor.
Öyleyse Allah’tan isteneceğini Maide Suresinin 35. âyet-i kerimesi de söylüyor, Fatiha Suresi de söylüyor. “İyyâke nestaîn” diyoruz. Yeter mi? Hayır, yetmez. İki âyet daha var; Bakara-45 ve 46. Ama Fatiha Suresinde Allahû Tealâ’nın bir ilâvesi daha var:

1/FATİHA-7: Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne).
O (SIRATI MUSTAKÎM) ki; (başlarının) üzerlerine (Devrin İmamı’nın ruhunu) ni’met olarak verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.


Allahû Tealâ diyor ki: “O yol ki, Sıratı Mustakîm ki; üzerlerine (başlarının üzerine) ni'met verilenlerin yoludur.”
Çünkü tâbiiyet sırasında mutlaka devrin imamının ruhu o kişinin başının üzerine gelip, önden arkaya doğru yatay olarak yerleşir. Bu, Allah’ın o kişinin başının üzerine verdiği bir ni'mettir. Kişi bundan sonra ruhunu Allah’a ulaştıracaktır. Bakara Suresinin 45 ve 46. âyetleri de bu istikamette Allah’ın açık bir hüviyetini taşıyor:

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.

Allahû Tealâ: “Sabırla ve namazla (hacet namazıyla) Allah’tan istianeyi (mürşidinizin kim olduğunu sorarak, Allah’tan mürşidinizi) isteyin. Bu zor bir iştir, büyük bir iştir, aşağı yukarı imkânsızdır.” Kimler için? Allah’a ulaşmayı dilememiş olan bir insan için çok zor, büyük bir iştir. Allahû Tealâ diyor ki: “Ama huşû sahipleri için zor değildir. O huşû sahipleri ki; Allah’a mülâki olacaklarına, ruhlarını hayatta iken Allah’a ulaştıracaklarına kesin şekilde inanırlar. Yakîn hasıl ederek kesin şekilde inanırlar ki; ruhlarını Allah’a mülâki kılacaklardır, ruhlarını Allah’a ilkâ edeceklerdir.”
Ruhumuzun Allah’a ulaşması, Allah’ın Zat'ında yok olması diye bir olaydan bahsediyoruz. Ruh Allah’a ulaşır, yok olur. Ama görüyoruz ki; bunun için önce mürşidimizi Allahû Tealâ’dan soracağız ve önünde diz çöküp tövbe edeceğiz.
Mürşide tâbiiyet şirk midir? Bir dîn adamımız öyle söylüyor. Bu sevimli dîn adamını hepiniz zaten biliyorsunuz. Defaatle bunu söylemiştir. “Mürşide tâbî olmak şirktir. İnsanlar yedek ilâhlar ediniyor.” diyor. “Yedek ilâhlar” sözü kime ait biliyorsunuz. Kur'ân-ı Kerim’i bilmeyen bu tarzdaki dîn adamları, her zaman, her yerde var olmuştur. Zamanımızda da elbette olacaktır. Onlara, Kur'ân-ı Kerim’i öğrenmelerini tavsiye ediyoruz. Bizimki sadece bir tavsiye. Dilerlerse, Kur'ân-ı Kerim’i incelerler, özellikle bizim söylediklerimizi incelerler, herşeyi yerli yerine oturturlar. Dilerlerse incelemezler ve cehaletleri içinde bu kabil sözleri söylerler. “Mürşide tâbiiyet şirktir.” Cahil dediğimiz, bu insandır. Bunu söyleyebilen bir insan, bu konuda cehaletin içindedir.
Mürşide tâbiiyet şirk olmadığı gibi, Allah’ın temel emridir. İşte Allahû Tealâ açıkça söylüyor: “Hacet namazı kılarak Allah’tan mürşidinizi, istianeyi isteyin.” diyor. Fatiha Suresinde de biz Allahû Tealâ’ya diyoruz ki: “Yalnız Senden mürşidimizi isteriz. Bizi Sıratı Mustakîm’e ulaştırman için…” Ve bundan sonra diyoruz ki: “O Sıratı Mustakîm ki; başlarının üzerinde ni'met taşıyanların yoludur.”
Nasıl bir ni'met? İşte kim mürşide tâbî olursa, bu tâbî olan kişi o noktaya 12 tane ihsan alarak gelmiştir. Allahû Tealâ, o kişi üzerinde Rahîm esması ile tecelli etmiştir. Mürşide karşı kör olan bu kişinin görme hassasını açmıştır. Mürşidini, mürşid olarak görmesini temin etmiştir. Öyleyse Allahû Tealâ, kişinin görme hassasını ve gözünü açmıştır. İşitme hassasını ve kulaklarını açmıştır. İdrak hassasını ve kalbini açmıştır. Kişi, onun mürşid olduğunu idrak etmiştir.
, kişi huşû sahibi olur. Hacet namazını kılar ve Allah’tan mürşidini sorar. Allah da onlara mutlaka Bakara Suresinin 45 ve 46. âyet-i kerimeleri gereğince mürşidini gösterir.

Bu kişi Allah’a inanıyor.
İnsan ruhunun, hayatta iken Allah’a ulaşmasına inanıyor.
Bunun, üzerine farz olduğuna inanıyor.
Allah’a ulaşmayı dilerse, ruhunu Allah’ın mutlaka Kendisine ulaştıracağına da kesin olarak inanıyor.
İşte bu dört inancın kesin olarak sahibi olan bir kişi söz konusu. Bu dört inancın sahibi ise o kişi, hacet namazını kılar. Allahû Tealâ, bu kişiye mürşidini mutlaka gösterir. Allahû Tealâ diyor ki:

16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm’e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah’ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.

Allahû Tealâ: “Sebîllerin tayini ve tespiti Allah’ın üzerine vazifedir.” diyor.
Allah, her sebîli, o mürşidin dergâhından devrin imamının dergâhına ulaşan, yere paralel, yatay bir manevî yol olarak tayin etmiştir. Bütün sebîller, devrin imamının dergâhına ulaşır. Hangi mürşidin dergâhında tâbiiyet gerçekleşmişse, ruh o anda vücuttan ayrılır. İşte tâbiiyetin tecellisi odur ki; kişi mürşidinden tam 7 tane ni'met alır.
1. ni'met, Mucadele Suresinin 22. âyet-i kerimesi gereğince, devrin imamının ruhunun o kişinin başının üzerine gelip yerleşmesidir:

58/MUCADELE-22: Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah'a ulaşma gününe) îmân eden kavmi, Allah'a ve resûlüne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın. Velev ki onlar, babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır. Ve onlar, Allah'ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (devrin imamının ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar. Orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah'tan razıdırlar. İşte onlar, Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki Allah taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.


2. ni'met, gene Mucadele Suresinin 22. âyet-i kerimesi gereğince, o kişinin kalbinin içine îmân kelimesinin yazılmasıdır.
Bu iki olay mürşide tâbiiyet ile gerçekleşir. Allahû Tealâ kimin kalbine îmânı yazmışsa, o kişi îmânı artan bir mü'min olmuştur. Kişi daha önce Allah’a ulaşmayı dilemiştir. Bu kademelerin hepsinden geçmiştir. Hacet namazı ile mürşidini sorma hakkı doğmuştur. Kalbinde %2 nur birikimi gerçekleşmiştir ve Allah ona mürşidini göstermiştir. O mürşide ulaşıp tâbî olmuştur. Bu, ihsanla tâbiiyettir. Kişi, tam 12 tane ihsan alarak tâbiiyetini gerçekleştirmiştir. Bundan 14 asır evvel bütün sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e 12 tane ihsanla tâbî oldular.

48/FETİH-10:
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (tâbiiyetini) bozarsa o taktirde, sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).


Allahû Tealâ: “Habibim, orada sana tâbî oldukları zaman, biat ettikleri zaman, onların ellerinin üzerinde Allah’ın eli vardı.” diyor.
Allah, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tecelli halindeydi. Bütün sahâbe, Allah’ın emri üzerine Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e, kâinatın en büyük mürşidine tâbî olmuşlardır.
O kadar mı? Hayır, o kadar değil. Allahû Tealâ şöyle söylüyor:

9/TEVBE-100:
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan ulûl’elbab, ihlâs ve salâh makamlarını, en üst üç makamı işgal edenler): onların bir kısmı muhacirînden (Mekke’den Medine’ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine’deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.

Allahû Tealâ: “O sabikûn-el evvelîn var ya, onların bir kısmı ensardandı, bir kısmı muhacirîndendi, bir kısmı da ensara ve muhacirîne ihsanla tâbî olanlardan (tâbiînden) oluşuyordu.” buyuruyor.
Sabikûn-el evvelîn… Şimdi de sabikûn-el âhirînlerin zamanı… Sizler sabikûn-el âhirîn olacaksınız. Sonraki sabikûnlar… Sizlerin içinden de mürşidler oluşmuş durumdadır. Hamdolsun.
Öyleyse herbiriniz, gittiğiniz her yerde bu vasfın sahibiyseniz, cezbeniz varsa, Allah’ın müsait standartlarına sahipseniz, bir mürşid olarak, bir vekil mürşid olarak görevinizi hepiniz yapabilirsiniz. Önemli olan, bu tövbede cereyanın geçmesidir. Cereyanı geçirebilecek olan birisi bu konuda tövbeyi verirse, o kişinin başının üzerine mutlaka devrin imamının ruhu gelir ve yerleşir. Allahû Tealâ Mu’min-15’de şöyle söylüyor:

40/MU'MİN-15:
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.


”Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından lâyık olanların başlarının üzerine emrinden ruh gönderir.”
İşte Allah’ın emrini tebliğ etmek üzere gelen bu ruh, Allahû Tealâ tarafından gönderilen devrin imamının ruhudur. Allah’ın emrini tebliğ için geliyor. O kişinin vücudunun içindeki ruha ne diyor? “Senin, Allah’a mülâki olma, ilkâ olma, ulaşıp Allah’ın Zat'ında yok olma zamanın geldi. Vücudu terk et. Allah’a geri dön.” diyor.
Mucadele Suresinin 22. âyet-i kerimesi, aynı zamanda kalbin içine îmân yazılmasını gerektirir. Böylece mürşide tâbiiyette, kişi Allah’tan 3 tane ni'met aldı. Daha ötesi var mı? Elbette var.
Allah’tan aldığı 4. ni'met, o kişinin bütün günahlarının sevaba çevrilmesidir.

25/FURKAN-70: Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).

Allahû Tealâ: “Kim Allah’a ulaşmayı diler ve mürşidine tâbî olursa ve böylece nefs tezkiyesine (amilüssalihata) başlarsa o, îmânı artan bir mü'mindir. Allah, onun günahlarını sevaba çevirir, seyyiatini hasenata çevirir.” diyor.
Öyleyse devrin imamının ruhu, kişinin başının üzerine geliyor. Kişinin kalbinin içine îmân yazılıyor. Arkasından da o kişinin bütün günahları affedilmekle kalmıyor; sevaba çevriliyor.
Sonra ne oluyor? Bu kişi mürşidine tâbî olmuş. Günahların sevaba çevrilmesi, tâbiiyetin bir bölümüdür. Ondan sonra ne oluyor? O kişiye, Allahû Tealâ o güne kadar her kazandığı 1 derece için 10 katını verirken, o günden itibaren 100 katını vermeye başlıyor ve bu, 1’e 700’e kadar yükselecektir.
Ruh, vücuttan ayrılacaktır. Ruhun Allah’a doğru yaptığı seyr-i sülûk isimli yolculuk, bütün insanların üzerine farzdır. Allahû Tealâ “Rabbine geri dön!” emrini verdiği için farzdır. Bu farzın gerçekleşmesi sırasında, ruhun 1., 2., 3., 4., 5., 6. ve 7. gök katlarından sonra, kişinin ruhu Allah’ı Zat'ına ulaşır. Allah’ın Zat'ına ulaştığı zaman da, bu konu bir hedefe varmıştır. Ruh Allah’ın Zat'ında yok olur, fâni olur. Bu makam fenâfillâh makamıdır. Allahû Tealâ’nın verdiği emir gerçekleşmiştir. “İrciî ilâ rabbiki: Rabbine rücû et.” emri gerçekleşmiştir. Allahû Tealâ Fecr Suresinin 28. âyet-i kerimesinde ne diyordu?

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Allah’tan razı ol ve Allah’ın rızasını kazan. (Ey ruh!) Allah’a (Rabbine) geri dönerek ulaş.


Fecr-28’de “Rabbine rücû et. Geri dönerek Rabbine ulaş.” emrini veren Allahû Tealâ, Muzemmil-8’de diyor ki:

73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Rabbinin (Allah’ın) ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O’na (Allah’a) dön (ulaş, vasıl ol).

Allahû Tealâ: “Allah’ın ismiyle zikret ve bu zikir sebebiyle herşeyden kesilerek Allah’a ulaş, ruhunu Allah’a ulaştır.” diyor.
Başka ne olur? Nefs tezkiyesi afetleri yok edeceği için, afetlerin sayısal azalmasına karşın nefs aynı kaldığı cihetle, nefs, afetlere karşı güç kazanır. Nefsin güç kazanması oranında afetler zayıfladığı için, fizik vücudun onlara galibiyeti de giderek daha üst boyutta olacaktır. O kişinin iradesi de, nefsin afetlerinin zayıflamasına paralel olarak güçlenecektir.
İşte görüyorsunuz; mürşide tâbiiyet, kişiye bunları sağlıyor.

Bir defa daha Allahû Tealâ, bunu Allah’ın bir emri olduğunu söyleyerek Rad-21’de farz kılıyor:

13/RAD-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

Kişi Allah’a ulaşmayı dilemezse, 12 tane ihsanı alamaz. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin tâbiiyeti, o kişiye hiçbir fayda sağlamaz. Hiçbir değişiklik olması mümkün değildir. “Yarabbi, Senin bunca ermiş evliyan oluşmuş. Ben de o ermişlerden birisi olmak istiyorum. Beni Sana ermiş, ruhunu Sana ulaştırmış evliyalardan birisi kıl.” tarzındaki bir dilek ya da “Yarabbi, ben Sana ruhumu ölmeden evvel ulaştırmak istiyorum. Benim ruhumu Sana ulaştır.” tarzında bir talebi Allah’a ulaştıran kişi, Allah’ın istediği, Allah’a ulaşma isteğinde bulunmuştur. Mutlaka bu kişiye Allahû Tealâ, söylediğimiz yardımları yaparak, onu 14. basamakta huşû sahibi kılıp, hacet namazını kıldığı zaman mürşidini gösterip, mürşidine ulaştıracaktır.


Buldunmu ya Mürsidini?Yoksa Mürsidin kendi hevasindan cevirisi olmasin sakin?
 

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
Peki Allah’ın risaletini insanlara kim tebliğ edecek? Kim insanlara dîni öğretecek, Kur'ân-ı öğretecek, Kur'ân’ın 7 ruhunu öğretecek, onları hidayete erdirecek?
Rabbimizin Secde Suresi 24. âyet-i kerime ve Enbiya Suresi 23. âyet-i kerimede bahsettiği imamlar olmadan insanlar nasıl hidayete erecekler?

32/SECDE-24: “Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû, ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(e).”
Onlardan (insanlardan) imamlar (mürşidler) kıldık, emrimizle insanları hidayete erdirsinler diye, sabırlarından dolayı ve âyetlerimize (Allah’ın âyetlerine) yakîn hasıl ettikleri için.

21/ENBİYA-23: “Lâ yus’elu ammâ yef’alu ve hum yus’elûn(e).”
O, yaptığından sorumlu değildir. Onlar ise sorumludurlar.

İblis diyor ki: “Kur'ân, insanı hidayete erdiren imamdır. İnsan Kur'ân-ı açıp okuyarak anlayacak, hidayete erecek.”

Bu yalana, zanna tâbî olanlar Al-i İmran Suresi 7. âyet-i kerimedeki Kur'ân-ı Kerim gerçeğine küfretmiş, onu yalanlamış oluyorlar.
Al-i İmran Suresi 7. âyet-i kerimede Rabbimiz: “İlimde kökleşmiş rasihun da Kur'ân-ı Kerim’in tevîlini yapamaz.” Diyorsa:

3/AL-İ İMRAN-7: “Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhub tigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ılmi yekûlune âmennâ bihî, kullun min ındi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).”
O (Allah) ki; Kitab’ı sana O indirdi. O'ndan bir kısmı muhkem (mânâsı açık, yorum götürmez, şüphe kabul etmez) âyetlerdir ki; bunlar (Levhi Mahfuz’daki) ümmülkitapta (yer alan açık ve kesin âyetler)dir. Diğerleri ise müteşabih (mânâsı kapalı, açıklama isteyen) âyetlerdir. Kalplerinde eğrilik (ve döneklik) bulunanlar, fitne çıkarmak ve (kendi yararına uygun) tevîlde (yorumda) bulunmak istedikleri için o (Kitab’)ın müteşabih olan kısmına uyarlar. Halbuki onların tevîlini, kimse bilmez ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olan RASİHUN (rüsuh sahipleri) ise derler ki: “O’na îmân ettik, hepsi de Rabbimiz katından (indirilme) dir.” Bunu kimse tezekkür edemez ancak ulûl'elbab tezekkür edebilir.

Al-i İmran Suresi 7. âyet-i kerimede ilim sahibi kimselerin ilimlerinin, Allah’ın Kur'ân-ı Kerim’ini açıklamak için yeterli olmadığını söylüyorsa,
Hac Suresi 3. âyet-i kerimede Allah’ın dîni, Allah’ın ilmini bu dünya ilminden kesinlikle ayırıyorsa,

22/HAC-3: “Ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ılmin ve yettebiu kulle şeytânin merîd(merîdin).”
İnsanların kimi, ilmi olmadığı halde Allah konusunda mücâdele eder ve her azgın şeytana tâbî olur.

O zaman hâlâ bu konuda ısrarla konuşan: “Biz bu dînin ilmini aldık yıllarca okuduk, öğrendik.” diyen rasihun için Allahû Tealâ diyor ki: “Onların gönüllerinde ulaşamayacakları bir kibir vardır.”

40/MU'MİN-56: “İnnellezîne yucâdilûne fi âyâtillâhi bigayri sultânin etâhum in fî sudûrihim illâ kibrun mâ hum bi bâligîh(i), festeiz billâh(i), innehu huves semîul basîr(u).”
Muhakkak ki Allah’ın âyetleri üzerinde kendilerine gelen bir sultan olmadan tartışanların gönüllerinde (o sultana) ulaşamayacakları bir kibir vardır. Öyleyse Allah’a sığın. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.

“Allah’ın âyetleri üzerine kendilerine Allah’ın ilmi Allah tarafından verilmediği halde tartışırlar.” Yüce Rabbimiz bu insanların zanna tâbî olduklarını söylüyor.

53/NECM-28: “Ve mâ lehum bihî min ilm(in), in yettebiûne illaz zann(e), ve innez zanne lâ yugnî minel hakkı şey’â(şey’en).”
Onların bu sözler hakkında hiçbir bilgileri yok. Onlar sadece zanna ittiba ederler. Muhakkak ki zan, hakkı bilmek mecburiyetinden hariç tutamaz (müstağni kılamaz).

Ve Allahû Tealâ zanna tâbî olan gurur ve kibirleriyle kendi ilimlerinin yeterli
olmadığı sahada konuşan bu insanlara âyetlerini açıklamıyor.

7/A’RAF-146: “Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hak(hakkı), ve in yerev kulle âyetin lâ yu'minu bihâ, ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîl(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).”
Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler onu yol edinirler. Bu onların âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.

Onlar yeryüzünde âyetleri bilmedikleri halde bildiklerini söyleyerek bu konuda kendilerini yetkili görerek (Allah’ın vermediği bir yetki) yeryüzünde haksız yere dolaşıyorlar.
Ve insanları sahip oldukları faydasız ilimle Allah’ın yolundan, Allah’ın âyetlerinin gerçek manalarını gizleyerek saptırıyorlar.
 
Son düzenleme:

gercegi_arayan

New member
Katılım
13 Kas 2008
Mesajlar
12
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
41
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ



أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ (Zumer-39/3)

''iyi bilki saf din Allah'ın dinidir.O'nun yakınından veliler edinenler;Biz sadece bunlara sırf bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz derler.(A) Şüphesiz Allah, [Kıyamet Günü] onlar arasında [hakikatten saptıkları] her konuda mutlaka hüküm verecektir: çünkü Allah, [kendi kendine] yalan söyleyen ve inatla nankörlük yapan hiç kimseyi rahmetiyle doğru yola ulaştırmaz! (Zumer-39/3)

bu ayet yeter.ne vehhabi ne sufiyir.biz muslumaniz.
 

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
Bir sürü ayet delile karşıymış gibi bir ayet çıkarman insanların beyninde şöyle bir düşünceye sevkedebilir Acaba ayetlede çelişki mi var? Allah korusun tehlikeli bir düşünce , Ayette anlatılmak istenen firavunvari kendine ilahlık payesi biçen din baronları için söylenen ikaz ayetlerinden.Yani İfrat ve tefrit çizgisini iyi yakalamak lazım.Hiçbir Ayeti yok sayamayız yanlışda sayamayız.Fakat insan olarak şunu yapmalıyız.Acaba bu Ayette Allah ne demek istiyor?
 

tevhid.

New member
Katılım
6 Kas 2008
Mesajlar
62
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Web sitesi
www.tevhid.eu
kur`an`daki islam gercek islamdir.

KAMER/17- Biz Kur'an'dan öğüt alınabilsin diye onu kolay anlaşılır kıldık. Yok mu öğüt alan?
 

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
40/MU'MİN-56: “İnnellezîne yucâdilûne fi âyâtillâhi bigayri sultânin etâhum in fî sudûrihim illâ kibrun mâ hum bi bâligîh(i), festeiz billâh(i), innehu huves semîul basîr(u).”
Muhakkak ki Allah’ın âyetleri üzerinde kendilerine gelen bir sultan olmadan tartışanların gönüllerinde (o sultana) ulaşamayacakları bir kibir vardır. Öyleyse Allah’a sığın. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt