Mehdi kelimesi Kur'ân-ı Kerim'de
“muhdet” kelimesiyle tarif edilmektedir. “Mehdi” veya “muhdet” kelimesi Arapça'da “hidayete ermiş”, “hidayete vesile olan” ve “
hidayete erdiren” anlamında kullanılan bir kelimedir. Ve Rabbimiz tarafından Kur'ân-ı Kerim'de bu anlamda kullanılmıştır.
Bakalım Kur'ân-ı Kerim bu konuda neler söylemektedir:
1- Allah'ın Kendisine ulaştırdığı kişi mehdidir (muhteddir), hidayete ermiştir.
18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel
muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Ve güneşin, doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah'ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.
2- Hidayete vesile olan kavim resûlleri mehdidir (muhteddir).
36/YASİN-20: Ve câe min aksal medîneti raculun yes'â kâle yâ kavmittebiûl murselîn(murselîne).
Ve şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi. “Ey kavmim, (size) gönderilmiş olan resûllere tâbî olun!” dedi.
36/YASİN-21: İttebiû men lâ yes'elukum ecren ve hum
muhtedûn(muhtedûne).
(Tebliğlerine karşılık) sizden ücret istemeyen (bu) kişilere tâbî olun. Ve onlar, hidayete ermiş olanlardır.
3- Her kavimde, bütün zaman parçalarında Allahû Tealâ'nın tayin ettiği
kavim resûlleri vardır.
16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ
fî kulli ummetin resûlen eni'budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu),fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki; Biz,
bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde bir resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının da üzerine dalâlet hak oldu. (Resûllere tâbî olanlar hidayete erdi, tâbî olmayanların ise üzerine dalâlet hak oldu.) Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).
İsra Suresinin 15. âyet-i kerimesinde ise “Resûl göndermedikçe azap etmeyiz.” buyuruyor:
7/İSRA-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb'ase
resûlâ(resûlen).
Kim hidayete ererse kendi nefsi için hidayete erer. Kim de dalâlette ise dalâlette olmak onun aleyhinedir. Nezir'in (uyaran Resûl'ün) nezrettiğini (ikazını, uyarısını) yerine getirmeyenlerin (bu sebeple günah yüklenenlerin) günahlarını başkaları yüklenmez.
Bir resûl göndermedikçe (hiçbir kavme, hiç kimseye) azap etmeyiz.
Ve İbrâhîm Suresinin 4. âyet-i kerimesinde her resûl, Allah'ın âyetlerini o kavmin lisanı ile açıklıyor:
14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min
resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ'(yeşâu), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir
resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah'a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz'dir, hikmet sahibi'dir.
4- Her devirde hidayete erdiren devrin imamı mehdidir (muhteddir).
Allahû Tealâ, Musa (A.S)'ın kavminden hidayete erdiren bir topluluğun olduğunu A'raf Suresinin 159. âyet-i kerimesinde ifade ediyor:
7/A'RAF-159: Ve min kavmi mûsâ ummetun
yehdûne bil hakkı ve bihî ya'dilûn(ya'dilûne).
Ve Musa (A.S)'ın kavminden bir ümmet vardır.
Hakk'a hidayet ederler (hidayete ulaştırırlar).
Ve onunla (hak ile) adaletle hükmederler.
Yine Yüce Rabbimiz: “
Yarattıklarımızdan bir topluluk var ki onlar hidayete erdirirler.” diye buyuruyor A'raf Suresinin 181. âyet-i kerimesinde:
7/A'RAF-181: Ve mimmen
halâknâ ummetun yehdûne bil hakkı ve bihî ya'dilûn (ya'dilûne).
Ve
yarattıklarımızdan bir ümmet vardır ki Hakk'a (Allah'a) ulaştırırlar ve onunla adaleti (sağlarlar)
Öyleyse her dönemde mutlaka hidayete vesile olan ve hidayete erdiren kişileri Allahû Tealâ Kendisi tayin ediyor. Hidayet, farz ve farz olan hidayetin gerçekleşmesi babında, hidayete vesile olan, hidayete erdiren, Allah'ın irşada memur ve mezun kıldığı kişileri Allah tayin ediyor. Yüce Rabbimiz, Bakara Suresinin 38. âyet-i kerimesinde diyor ki:
2/BAKARA-38: Kulnâhbitû minhâ cemîa(cemîan), fe immâ ye'tiyennekum minnî
huden fe men tebia
hudâye fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz dedik ki: “Hepiniz oradan (aşağıya) inin. Benden size
hidayet gelecektir. O zaman kim o
hidayetçiye tâbî olursa, artık onların üzerine bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklar.”
“Benden size hidayetçim gelecek. Kim o hidayetçime tâbî olursa onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.” buyuruyor. Taha Suresinin 123. âyet-i kerimesinde de diyor ki:
20/TAHA-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba'dukum li ba'dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye'tiyennekum minnî
huden fe menittebea
hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.
(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size
hidayet gelecek. O zaman kim
hidayetçime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”
Aynı şekilde gelecek hidayetçiye, tâbî olanların dalâlette kalmayacağı ve şâkîlerden olamayacağını buyuruyor.
Allahû Tealâ, Kur'ân-ı Kerim'de insanları Allah'ın emriyle hidayete erdiren imamlardan bahsetmektedir. Bu imamlar, peygamberlerin bulunduğu dönemde nebî imamlar, peygamberlerin bulunmadığı dönemlerde ise velî imamlardır. Nebî imamlar bu görevi asaleten yerine getirirken velî imamlar vekaleten yerine getirirler.
Enbiya Suresinin 73. âyet-i kerimesi nebî imamlardan bahsetmektedir:
21/ENBİYA-72: Ve vehebnâ lehu ishâk(ishâka), ve ya'kûbe nâfileh(nâfileten), ve kullen cealnâ sâlihîn(sâlihîne).
Ve ona, İshak (A.S)'ı ve nafileten (ilâveten) Yâkub (A.S)'ı vehbi (armağan) olarak verdik. Ve hepsini salihler kıldık.
http://www.kurantefsiri.com/
İSRÂ Suresi Ayet - 15
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.
1.men ihtedâ: kim hidayete erdiyse (ererse)
2.fe: o taktirde, öyle olunca
3.innemâ: sadece
4.yehtedî: hidayete erer
5.li nefsi-hi: kendi nefsi için
6.ve men dalle: ve kim dalâlette ise
7.fe: o taktirde, öyle olunca
8.innemâ: sadece
9.yadıllu: dalâlette kalır
10.aleyhâ: (sorumluluğu) kendi üzerinedir
11.ve lâ teziru: ve yük (ağırlık) taşımaz
12.vâziretun: yük taşıyan (günah yüklenen) kimse
13.vizre: ağırlık, yük, günah
14.uhrâ: diğeri, başkası
15.ve mâ kunnâ: ve biz olmadık
16.muazzibîne: azap edenler, azap ediciler
17.hattâ: oluncaya kadar, olmadıkça
18.neb'ase: göndeririz, beas ederiz, vazifelendiririz
19.resûlen: bir resûl