Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Takvim de Bugün

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
12 Nisan 2007

12 Nisan 2007

Bugün 12 Nisan 2007 Hicri: 24 Rebîulevvel 1428 – Rûmî: 30 Mart 1423 – Kasım 156 Hakkari’nin kurtuluşu (1918) – Fırtına – İlk uzay mekiği Colombia’nın fırlatılışı (1981)

GÜNÜN HADİSİ

Ahlakı kötü olan nefsine azap (sıkıntı)verir. Kaygısı (stresi) çok olanın bedeni hasta olur. İnsanlarla sürtüşmeye girenin insanlar nezdinde onuru gider, kişiliği (saygınlığı) yok olur.
Hadis-i Şerif (Ebu Nuaym).

143527078_e3b7bb0536_o.jpg



UĞURSUZ SAAT

Evvelce, idam edilenlerin üzerinden çıkan her şey toplanır, senede bir veya iki defa mezat ile satılır, tutarı cel*latlar arasında taksim edilirdi. Buna "Cellat mezadı" de*nilirdi. Bu eşyaların uğursuzluğuna inanıldığından hakîki değerinden ucuza satılırdı. Bazı idam mahkûmları, cellat yakalarına yapışmadan üzerlerinde bulunan kıymetli eş*yaları çıkarıp yanındakilere "Beni anar, bir Fatiha okur*sunuz!" diye hediye ederlerdi.

Tarihçi Peçevi İbrahim Efendi'nin cellat mezadına dâir kaydettiği bir fıkra:

Sultan Üçüncü Murad'ın Kapıağası Gazanfer Ağa, Rüstem Ağa isminde bir sanatkâra elmaslarla süslü bir saat yaptırır. Gazanfer Ağa idam edilince, kıymetli saati koy*nundan çıkar. Cellatlar, bir servet olan bu saat İçin bir me*zat yaparlar. Saati Tırnakçı Hasan Paşa satın alır. Kısa za*man sonra Tırnakçı Paşa da İdam edilince, saat yine cellat mezadına düşer. Bu saati pek ucuza Kasım Paşa satın şiir. Bir İki ay geçmeden kasım Paşa da cellâda verilir. Üçüncü defa cellat mezadına düşen saati Sadrazam Der*viş Paşa satın alır ve Eğriboz sancak beyliğine tayin edilen kardeşi Civan Bey'e hediye eder.

Müverrih Peçevi İbrahim Efendi, Civan Bey'le Eğriboz'da deniz kıyısındaki bey konağında sohbet ederken, söz saatten açılır. Civan Bey koynundan saati çıkararak müverrihe gösterir. İbrahim Efendi "ömrümde bu kadar güzel saat gör*medim!" der. Civan Bey de saatin hikâyesini anlatınca Peçevî elindeki saati hemen bırakarak: "Böyle uğursuz saati insan düşmanına vermez... Paşa nasıl olmuş da size hediye etmişi" deyince, Civan Bey hemen hançeriyle saatin elmas*larını çıkarıp çarklarını da çekiçle kırarak denize atar.

Cîvan Beyle, İbrahim Efendi taraçada oturuyorlar iken, bir atlı gelir, Civan Bey'e vazifesinden azledildiğini tebliğ eder. "Azlimi mucip bir şeyimiz yok idil" deyince haberci şöyle der: "Beyim, beyimi Derviş Paşa idam olundu. Sizin dahi idamınız için ferman çıkıp bostancıbaşılarla gönderildi. Sonra şefaatçileriniz himmet ettiler, ikinci bir ferman ile ben gönderildim ve idamınıza memur olanlara yarım saat evvel yetişebildim !" der.


MANİ
Merdiven indirdiler,
Atlara bindirdiler,
Kızım seni kahır eline gönderdiler,
Ağlar silinir silinir ağlar.
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
13 Nisan 2007

13 Nisan 2007

Bugün 13 Nisan 2007 Hicri: 25 Rebîulevvel 1428 – Rûmî: 31 Mart 1423 – Kasım 157 31 Mart Vak’ası (1909) – Muallim Naci’nin vefatı (1893)

GÜNÜN HADİSİ

Güvenilir olmak, zenginliktir.(Camiüssagir). Güvenilir olmak, rızkı kendine çeker. Kazanç yollarını açar. Hıyanet ise,fakirliğe neden olur.
Hadis-i Şerif (Deylemi).

262586998_a9ca689b29_o.jpg



İLME HÜRMET

İmâm Mâlik (rh.) Hazretleri hadîs-i şerîf okutacağı ve bir hadîs-i şerîfi rivayet edeceği zaman abdest alır, sarığını ve elbisesini giyer, sakalını tarar, iki rek'at namaz kılar, güzel kokular sürünür, sonra meclisin baş tarafına vakarlı bir şekilde oturur, başını önüne eğer ve hadîs-i şerîfi okurdu. Ona böyle yapmasının sebebi sorulunca;

"Resûlüllâh'ın hadîs-i şerifine hürmet İçin böyle yapıyorum. Eğer âlimler ilme karşı böyle hürmet ederlerse, Allâh-ü Teâlâ da insanlar yanında onların derecesini yükseltir, heybetli ve vakarlı kılar. Ey ilim talep etmek isteyen kimse! Sen de ilme hürmet et. Kim ilme tevâzû gösterirse, Allâh-ü Teâlâ onu yükseltir." buyurdu.

Ebû Esved diyor ki: "İlimden daha değerli bir şey olamaz. Zîrâ sultanlar, insanlara hükmederken, âlimler de sultanlara hükmeder."



MUHTACA YARDIM ETMEK

Çölde devesiyle seyahat eden bir bedevi, yolu üzerinde susuzluktan dudakları kurumuş, bîtap halde bir ada*ma rastgelir. "Su! Su!.." diye inleyen bu adama de*vesinden inip su verir. Suyu içip kendine gelen adam, bedevîyi itip, onun devesine atlayarak kaçmaya başlar. Bedevî düştüğü yerden adama seslenir.

"Deveyi al git ama, lütfen bu hâdiseyi kimseye anlatma!”

Nankör adam sebebini merak edip sorunca bedevî cevap varir;

"Eğer sen bu yaptıklarını anlatırsan, bu kulaktan kulağa her yere yayılır ve insanlar artık çölde rastladıkları muhtaç kimselere yardım etmezler."

BEYİT:

Bedbaht ona derler ki elinde cühelanın,

Kahr olmak için kesb-i kemâl ü hüner eyler. (LA edri)

(Cühela: Câhiller. Kesb: Kazanç.)


MANİ

Dere boyu gidelim
Koyun kuzu güdelim
Sennen beni görmüşler
İnkâr bayrım edelim
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
16 Nisan 2007

16 Nisan 2007

Bugün 16 Nisan 2007 Hicri: 28 Rebîulevvel 1428 – Rûmî: 3 Nisan 1423 – Kasım 160 Şeyhülislam İbn-i Kemal Paşa (rh)’nın vefatı (1534) – Eleşkirt’in kurtuluşu (1918) – Yağmurlar

GÜNÜN HADİSİ

Yemeklerinizi topluca yeyiniz. Ayrı ayrı yemeyiniz. Şüphesiz ki, bir kişinin yiyeceği 2 kişiye yeter.İki kişinin yemeği, 5-6 kişiye yeter. Şüphesiz ki, bereket topluluktadır
Hadis (Bezzar)

4996519_52a0317da2_b.jpg



KUR'ÂN-I KERÎM OKUMADA VAKIF VE İBTİDA NEDİR?
Vakıf: Kur'ân-ı Kerîm okurken, kelime üzerinde, kırâa*ta (okumaya) tekrar başlamak üzere, nefes alacak kadar bir zaman sesi kesmektir.
İbtidâ: Kırâata ilk defa başlamak veya vakıf yaptıktan sonra kırâata devam etmek için tekrar başlamaktır. Kur'ân-ı Kerîm'deki "vakıf" (durma) mahalleri Kur'ân'ın mânâsı ile alâkalı olup mânâsının yanlış anlaşılmasına mâni olmak için konulmuştur.

Vakıf ve ibtidâ ile alâkalı birçok eser yazılmıştır. İslâm âleminde en çok tutulan ve bugün dahi yazılmakta ve basılmakta olan mushaflarda kullanılan vakıf remz (işâret)leri, Secâvendî'ye aittir. İmâm Secâvendî (rh.), vakıf yerlerini muayyen derecelere ayırmış ve her dere*ceyi işaret eden bir harf kullanmıştır. Bu işaretlere onun ismine izafeten "Secâvend" denilmiştir.

Secâvendî'nin bildirdiği vakıfları, İslâm âlimlerinin büyüklerinden, Osmanlı Devleti'nin dokuzuncu şeyhülislâmı Ahmed ibn-i Kemâl Paşa, bir manzume ile şöyle beyân etmiştir:



Mim: Lâzım durmak burada elbet,

Geçmede, küfürden korkulur pek!

Ti: Mutlaka durmak nişanıdır.

Nerde görsen, orda hemen dur! Cim: Câiz geçmek ondan, hem reva,

Durmak fakat evlâdır, sana! Ze: Caiz, onda dahi durdular,

Geçmeyi, daha iyi gördüler. Sad: Durmakta ruhsat var, dediler.

Nefes almaya izin verdiler.

LA: "Durulmaz!" demektir her yerde,

Durma hiçi Alma hem nefes de! Sevabın cümleye ihsan et!

Bu tertible oku, itmam et.


MANİ
Tavanlarda tencere
El vurmadım incire
Gavur babam duymasın
Çeker beni zencire
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
17 Nisan 2007

17 Nisan 2007

Bugün 17 Nisan 2007 Hicri: 29 Rebîulevvel 1428 – Rûmî: 4 Nisan 1423 – Kasım 161 Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul Adalarını fethi (1453) – Turgut Özal’ın ölümü (1993) – Ali Fuat Başgil’in ölümü (1967)

GÜNÜN HADİSİ
Adalet güzeldir. Fakat idarecilerde olursa, daha güzeldir. Cömertlik güzeldir. Fakat zenginlerde olursa daha güzeldir. Dinde titizlik güzeldir.Fakat alimlerde olursa daha güzeldir.Sabır güzeldir. Fakat fakirlerde olursa daha güzeldir.Tövbe güzeldir.Fakat gençlerde olursa daha güzeldir.Utanma duygusu (haya) güzeldir. Fakat kadınlarda olursa daha güzeldir.
Hadis-i Şerif (Deylemi).

164197758_10ae9a485e_b.jpg



İMAM-I AZAM HAZRETLERİNDEN

İmâm-ı Âzam Hazretleri, Hz. Ali ve Hz. Muâviye (r.anhümâ) arasında vuku bulan muharebelerden ve Sıffîn vak'asından suâl olunduğunda buyurdular ki: "Ben Hakk'ın divanına varacağım vakit söylediğim sözlerden ve gâibâne vermiş olduğum hükümlerden suâl olun*maktan korkarım. Ama sükut eylediğim takdirde niye sükut eylediğimi Rab’bimin bana suâl etmeyeceğini bili*rim. Çünkü herkes vazifesini îfâ etmekle mükelleftir. Biz de onunla iştigal edelim. (İtikadî hususlarda) zan ile hü*küm ve amel edenlere teaccüp ederim. Cenâb-ı Hakk İsrâ Sûresi'nin 36. âyetinde (meâlen) 'Bilmediğin bir şeyin arkasına düşme, hakkında hüküm verme, şüphe yok ki kulak, göz, kalp bunlardan her biri kendisinden, kendisi ile sahibinin işlediği şeyden mes'ûl olacaktır.' buyurmaktadır."

REBÎULÂHİR AYI

Yarın idrâk edeceğimiz Rebîulâhir ayı, kamerî ayların dördüncüsüdür. Hayırlı ömür, düşmana galebe ve kötü ölümden muhafaza için, bu ay müddetince sabah-akşam üçer kere şu duayı okumalıdır: "Sübhânallâhi mil'el-mîzân. Ve müntehe'l-ılmi ve mebleğâ'r-rizâ ve zinete'l-arş" (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)

REBÎULÂHİR AYI İÇTİMAİ, RU'YET VE BAŞLANGICI

Hicrî-Kamerî 1428 yılı Rebîulâhir ayı ictima'ı bugün (17 Nisan Salı) Türkiye saati ile 14.36'da.

Ru'yet, yarın (18 Nisan Çarşamba) günü Türkiye saati ile 02.20'dedir.

Hilâl'in görüldüğü yerler: Atlas Okyanusu'nun kuzey batı kıyıları, Kuzey Amerika kıtası, Büyük Okyanus'un kuzeyi, Alaska ve Grönland.

Hilâlin görüldüğü günü takip eden 18 Nisan Çarşamba günü de Rebîulâhir ayının 1'i olmaktadır.


MANİ
Gelin geldi evimize,
Şenlik kurdu köyümüze,
Hoş geldin allı gelin,
Sefa geldin pullu gelin.
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
18 Nisan 2007

18 Nisan 2007

Bugün 18 Nisan 2007 Hicri: 1 Rebîulâhir 1428 – Rûmî: 5 Nisan 1423 – Kasım 162 Hz. Muâviye (r.a.)’nin vefatı (680) – Türk-Yunan Harbi’nin başlaması (1897)

GÜNÜN HADİSİ
Şeytan, askerlerinin en şiddetlisini ve en kuvvetlisini, malıyla iyilik yapanlar üzerine gönderir.
Hadis (Mecmauzzevaid).

291197348_cf1b958b4e_b.jpg


MUVAFFAK OLMANIN DÜŞMANLARI

İlk büyük düşman tembelliktir. Tembellik insan karşısına çıkıp da mertçe savaşan bir düşman değildir. Tehlikesinin büyüklüğü de buradan gelmektedir. Tembelliğin; yerine, adamına ve çağına göre girmediği kalıp yoktur. Herkesin mizacına göre tavır alır ve konuşur. Dilimizde aldığı çeşitli isimler de onun bu sinsiliğini gösterir. Tembelliğin adı hevâilik, gevşekliktir. Hoppalık ve züppelik, uyu*şukluk, üşengeçlik, keyfine düşkünlüktür.

Tembellik, bazen en meşru bir mazeret kılığına girer; hasta olur, yorgun düşer ye herkesi haline açındırır. Bazen iş yapar görünür; hakikatte hiçbir şey yapmaz. Bazen tatlı bir dille konuşur ve gönül çeler. Eğer tembel isen ve tembelliğin bir hastalıktan değil de ruhi bir gevşeklik, uyuşukluk, üşengeçlik, hoppalık ye hevâilik ise, iradeni kullanmak suretiyle bu düşmanını yenebilirsin.

İkinci düşman kötü arkadaştır. Bir gencin başına gelebilecek kötülüklerin en kötüsüdür. Sinsi ve maskelidir. Dost ağzı kullanır. Seni esirger ve yardımına koşar görünür. Seni kendisine imrendirmek için, "Gençliğini yaşa kardeşim, bu gençlik her zaman ele geç*mez. Sana öğüt verenler vaktiyle günlerini yaşayıp da senin güzel gençliğini kıskananlardır, aldırma, eğlenmeye bak..." sözleri, hâl ve tavrıyla seni kendine benzetmek ve düştüğü çukura sürüklemek için fırsat arar, manevî enerjini kırar ve sende haince bir ruhi gev*şeklik yaratır. Sözlerime kulak ver: Tembellikle arkadaşın kötüsü, yakana birden yapışırsa, bu iki şerîr düşmandan kendini kurtarman çok güç olur. Arkadaş olacağın kimsede arayacağın şart çalış*kanlık, dürüstlük ve iyilikseverlik olsun. Bu meziyetlerle bezenmiş olan bir insan, diğer bütün iyi vasıflara da hâiz demektir. Bunu unut*ma ve bu şartı bulamadığın kimse ile sakın arkadaş olma.

Üçüncü düşman kötü örneklerdir. Bunlar, ehliyet ve liyâkatleri*nin üstündeki yerlere oturmuş kimselerdir. Gerçi bunlar yalnız bu*gün değil, her devirde görüle gelmiştir. Her zaman insanların saf ve temiz yürekliliğinden istifâde etmişlerdir. Fakat zamanımızda görülmedik bir şekilde çoğalmıştır. Muvaffakiyet prensipleri de (her ne suretle olursa olsun) mutlaka başarmaktır. Sakın bunları rehber alma. Namuslu çalışmanın emin neticesinden şüpheye düşme ve manevî kuvvetini kırma. Bil ki hayatta insana yaraşan yol, doğruluk ve namusluluk yoludur. Hayatta muvaffak olmak; doğru ve namuslu yürümek suretiyle hedefe varmak demektir. (A. F. Başgil)


MANİ

Baban carsıya vardı mı?
Alını yeşilini aldı mı?
Suda kızıma dedi mi?
Haydı kızım kutlu olsun.
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
19 Nisan 2007

19 Nisan 2007

Bugün 19 Nisan 2007 Hicri: 2 Rebîulâhir 1428 – Rûmî: 6 Nisan 1423 – Kasım 163 Kars’ın Ermenilerce işgali (1919) – Kuğu Fırtınası

GÜNÜN HADİSİ

Hz.Peygamber, bir gün ashabına: İnsanları en çok cehenneme girdiren şey nedir? diye sordu. Ashap: Allah ve Resulü bilir ancak, dediler. Hz Peygamber: İki uzvudur ki, biri ağzı, diğeri ferci (cinsiyet organı), buyurdu. Sonra tekrar sordu: İnsanların en çok cennete eriştiren şey nedir? Ashap, aynı cevabı verince, şu açıklamayı yaptı: Bu da iki şeydir: Biri, Allah’tan korkmak, yani takva sahibi olmaktır. Diğeri de güzel ahlaka sahip bulunmaktır.
Hadis (İbn-i Mace).

332926393_b36f454a77_b.jpg


YEME VE İÇMENİN BÂZI ÂDABI

Resûlüllâh (s.a.v.) Efendimiz'in, yeme ve içme hususunda bâzı tavsiyeleri şunlardır:

1- Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak: İbn-i Abbas (r.a.)'tan rivayet olunan bir hadîs-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak fakirliği giderir ve bu, bütün pey*gamberlerin sünnetindendir."

2- Yemeği ayıplamamak: Peygamber Efendimiz, yenilmesi caiz olan hiçbir yemeği ayıplamaz, yiyeni de yermezdi. Ebû Hureyre (r.a.) şöyle rivayet etmiştir: "Resûlüllâh (s.a.v,) hiçbir yemeği, hiçbir zaman ayıplamamış-yermemiştir. O bir yemekten hoşlanırsa yerdi, hoşlanmazsa bırakırdı."

3- Ayakta yememek ve içmemek: Enes bin Mâlik (r.a.)
şöyle demiştir: "Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ayakta su
İçmeyi yasakladı." Ben; "Yâ Resûlüllâh, ayakta yemeye
ne dersiniz?" diye sordum. Bunun üzerine Peygamber
Efendimiz (s.a.v.); "O daha kötüdür" buyurdu.

4- Yatarak yememek: İbni Ömer (r.a.); "Peygamber
Efendimiz (s.a.v.), kişinin yüz üstü yatarak yemek yemesini yasakladı." demiştir.

5- Yemek yerken bir yere yaslanmamak: "Abdullah b.
Amr'ın bildirdiğine göre; Peygamberimiz (s.a.v.)'in bir şeye
dayanarak yemek yediği görülmemiştir. Abdullah bin Büsr
(r.a.), Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in, "Allah beni mütevazı bir kul yaptı, kibirli ve büyüklenen bir kimse et*medi." buyurduğunu rivayet etmiştir.

6- Yiyeceğe ve içeceğe üflememek: İbn-i Abbas (r.a.)
"Peygamberimiz (s.a.v), yiyeceğe ve içeceğe üflemezdi.
Su içerken de kabın içine doğru solumazdı." demiştir.

7- Yemekten sonra duâ etmek: Hz. Allah'a, verdiği nimetlerden dolayı şükretmek. Sahabeden Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) demiştir ki: "Peygamber Efendimiz (s.a.v.), yemek ye*dikten sonra: "Elhamdülillâhillezî et'amenâ ve sekânâ ve ce'alenâ müslimîn" (Bizleri doyuran, sulayan ve bizi Müs*lümanlardan kılan yüce Allâh-ü Teâlâ'ya hamd ü senalar olsun) diye duâ ederdi.



MANİ
Ak koyun kuzusuna
Gün tutmuş postusuna
Ne desen de ağlasam
Arnımın yazısına
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
20 Nisan 2007

20 Nisan 2007

Bugün 20 Nisan 2007 Hicri: 3 Rebîulâhir 1428 – Rûmî: 7 Nisan 1423 – Kasım 164 Peygamberimiz (s.a.v.)’in (Miladi tarihe göre) Kainatı teşrifi (571) – Sitte-i Sevr’in evveli – Fırtına

GÜNÜN HADİSİ

Allah Resulü bir gün ashabına: Cennetliklerin kimler olduğunu size bildireyim mi? diye sordu. Bildir ya Resulallah! dediler. Halk arasında hor görülüp hiçe sayılan, mütevazi her mü’mindir ki, o bir hususta Allah’a yemin etse, muhakkak Allah onun yeminini boşa çıkarmaz, doğrular. Peygamberamiz ashabına tekrar sordu: Size Cehennem ehlini de bildireyim mi? Bildir ya Resulallah, dediler. Onlar iri vücutlu, katı yürekli, kaba davranışlı, gururlanarak yürüyen, kibirli kimselerdir.
Hadis (Buhari-Müslim).

262070456_8769dcec2a_o.jpg



ŞAHİT OLARAK ALLAH YETER: MUHAMMED (S.A.V.) RESÛLULLAH'TIR"
imân aslında ziyâde ye noksan kabul etmez. İmânın kuvveti ziyâde ve noksan olabilir. Bu meselede bütün ehl-i sünnet ulemâsı müttefiktir. Bundan dolayıdır ki sıddîkların îmânı diğer mü'minlerin imânından daha kuvvetlidir. Onların îmânlarına şüphe arız olmaz, hiçbir hâlde îmânları sarsılmaz. Hz. Ebû Be*kir in îmânı tartılsa bütün mü'minlerin îmânından daha ağır geleceği hadîs-i şerîf ile beyân buyurulmuştur. Nevevî (rh.) diyor ki: "Bir mü'minın, ehl-i kıble olduğuna hükmedilmesi ve cehen*nemde ebedî kalmaması için mutlaka kalbiyle İslâm dînine, her türlü şüpheden uzak ve kesin bir i'tîkâtla inanması, Allah ve Rasûlü'ne İnandığını şahadet getirerek söylemesi îcâp et*tiğine, ehl-i sünnetin bütün hadis, fıkıh ve kelâm ulemâsı müttefiktirler." ,

Bir kimse "Lâ ilahe illallah" der de "Muhammedü'r Resûlullâh" demezse asla müslüman olamaz. Kellme-i şehâdetin Arapçasını bilmeyen bir kimse onu Türkçe veya başka bir lisân İle de söylese müslüman olur. Ehl-i sünnete göre; müslüman günâhı sebebiyle küfre nisbet edilemez, bid'at ve hevâ ehline kâfir denilemez. Fakat İslâm'ın zarûriyât-ı dîniyye denilen emir veya nehiylerinden birini inkâr eden dinden çıkmış olur.

İmânın sahîh ve makbul olması için üç şart vardır:

1- İmân ye's halinde olmamalı, yâni Allah'ın azabını sözü ile
gördükten sonra îmân sahîh olmaz. Bundan dolayıdır ki, ölürken son nefeste imân eden kâfirin imânı makbul değildir. "Aza*bımızı gördükleri vakit edecekleri imanları kendilerine bir faide verecek değildir" âyet-i kerîmesi bu hakikati bildirir.

2- Mü'min, zarûrıyât-ı dîniyyeden bir şeyi inkâr veya tekzîp
etmemelidir. Bu şarta göre bir kimse bütün peygamberleri tas*
dik ettiği halde Muhammed Mustafâ'nın peygamberliğini inkâr
etse mü'min sayılamayacağı gibi kat'î bir farzı inkâr etmek
veya kendi ihtiyarı ile puta tapmak gibi bir tekzîp emâresiyle de
dinden çıkar. Çünkü imân parçalanamaz. Dinden bir şeyi inkâr
etmek bütün dîni inkâr demek olur.

3- Dînin bütün ahkâmını beğenerek kabul ve hiçbir hükmü
küçümsemeyerek îfâ etmelidir. Binâenaleyh namaz veya oruç
gibi bir ibâdeti beğenmeyen veya Allah'a inat için kasden îfâ
etmeyen dâire-l İslâm'dan çıkar. îmânın faydalı olabilmesi için
ömrün sonuna kadar devam etmesi de şarttır. Son nefesine
kadar îmânını muhafaza edemeyene geçmişteki îmânı asla
fayda vermez. Onun içindir ki "imânın muhafazası, kazanılmasından güçtür" denilmiştir.



MANİ
Tren gelir öterek
Kömürünü dökerek
Ben anamdan ayrıldım
Gözüm yaşım dökerek
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
23 Mayıs 2007

23 Mayıs 2007

Bugün 23 Mayıs 2007 Hicri: 6 Cemaziyelevvel 1428 – Rûmî: 10 Mayıs 1423 - Hızır 18 Dandanakan zaferi (1040) – Çapa zamanı

GÜNÜN HADİSİ
Kul bir günah işler. Ama onunla cennete girer. Bu şöyle olur: İşlediği günah devamlı hatırındadır. Ondan her hatırladıkça tövbe edip kaçınır. Böylece o günah sebebiyle Cennete girer.
Hadis (İbn-i Mübarek).

406859207_d93c22aee8_o.jpg



ÖVMEK - ÖVÜLMEK

Övmek: Herhangi bir şeyin veya bir kimsenin iyi taraflarını anlatmaktır. Birini kötülemek, onun gizli hallerini açı*ğa çıkarmak gıybet olduğu gibi, övmek de övüleni gurur ve kibre sevk eder. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): "Bir kişiyi muhakkak övmek istiyorsanız, falancayı böyle sanıyoruz. Allâh-ü Teâlâ'ya karşı kimseyi tezkiye ede*cek değiliz. Herkesin murakıbı Allâh-ü Teâlâ'dır. Allâh-ü Teâlâ da böyle kabul ederse iyidir, dersiniz.", "İnce keskin bir kılıç ile bir adamın peşine düşmek, onu övmekten daha hayırlıdır." buyurdular.

Övenin âfetleri:

1. Aşırı övmekle, övülendeki vasıfları abartarak yalana
düşer.

2. Övmeye riya karışır.

3. Bazan aslında bilmediği ve bilmek imkânı olmayan hususlarda över.

4. Bazan de zâlim ve fâsıkı övmekle onu ferahlandırmış olmaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.); "Muhakkak Allâh-ü Teâlâ, fâsık övüldüğü zaman gadap eder." bu*yurmuşlardır.

Övülenin âfetleri:

1. Methediliyorum diye kendini beğenir.

2. Övülen insan ferahlanır ve tembelleşir de, artık daha
fazla yorulmak istemez. Medholunmayı sevmek, insanı
kör ve sağır eder. Kabahat ve kusurlarını görmez, nasihatleri işitmez olur.

Şayet öven ve övülen, saydığımız bu tehlikelerden uzak ise; (Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ashabını övmesi gibi) övmekte bir beis yoktur.

Hz. Ali (k.v.) takva ehlini şöyle tarif etmiştir: "Biri onları methettiği zaman, bunun âfetinden korkup şöyle derler: Ben kendimi başkasından daha iyi bilirim. Allâh-ü Teâlâ beni benden daha iyi bilir. Ya Rabbi! Hakkımda söylenilen sözlerle ben âciz kulunu muaheze eyleme! Ve zanneylediklerinden daha yüce ve kendi huzurunda yüksek mertebe ihsan eyle! Ya Rabbi! Sen, gaybı bilen ve ayıp*ları örten yegâne Rab'sin. Onların bilmedikleri günahla*rımdan beni afvü mağfiret ve pâk eyle!"


MANİ
Karşıda ala inek
Tüyleri benek benek
Hiç boğazımdan geçmiyor
Yarsız yediğim yemek
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
24 Mayıs 2007

24 Mayıs 2007

Bugün 24 Mayıs 2007 Hicri: 7 Cemaziyelevvel 1428 – Rûmî: 11 Mayıs 1423 - Hızır 19 Selçuklu Devleti’nin kuruluşu (1040) – Kırım Türklerinin Moskova’yı fethi (1571) – Topraktan suyun çekilmesi

GÜNÜN HADİSİ

Hastalık bir kamçıdır. Allah onunla yer yüzünde kullarını terbiye eder
Hadis-i Şerif (Camiüssağir)

491067878_8c750d82ef_o.jpg



SELÇUKLULARIN İSLÂM'A HİZMETLERİ

Şîi-Büveyhîler, Sünnilere zulmediyorlardı. Abbasi halifesi Kâ'im bi'Emrillah onlara karşı Tuğrul Bey'in yardımını istedi ve onu ısrarla Bağdat'a davet etti.

Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, Anadolu seferi dönüşünde, 1055 yazında, İslâm âlemini Şîi baskı ve fesadından kurtarmak, halifeliğini ilân etmiş olan Mısır Fatımî dev*letini ortadan kaldırmak, birlik ve ahengi sağlamak için Bağdat seferine mecbur oldu. Halifeye yazdığı mektup*ta, Resûlüllâh Efendimiz'e (s.a.v.) hizmetle şeref kazan*mak, ve bizzat hacca giderek yolları açmak ve âsîleri tenkil eylemek arzusunda olduğunu belirterek, nezâke-ten aldığı izin ile Bağdat'a hareket etti. Halife, Selçuklu sultânını karşılamak için büyük bir merasim yaptırdı; hutbelerde Tuğrul Bey'in adının okunmasını emretti.

Tuğrul Bey bir bayram havası içinde Bağdat'a girdi, halîfeye tazim ve teşekkürlerini tekrarladı. Böylece Şîî Büveyhi devletine son verilmiş oldu. Tuğrul Bey bilâhare Bağdat'ı mamur kıldı, saray, sultan camii, evler, çarşılar ve hamamlar yaptırdı. Bağdat Sarayı ikmâl edilince sultan, halîfenin hediye eylediği altın tahta oturdu, Bağdat'*ta kendi nâmına para bastırdı.

Daha sonra büyük bir ordu ile Kuzey Irak'ı Şiî'lerden temizledi, Diyarbakır, Cezire ve Sincâr'ı aldı. Halife bu zaferler dolayısiyle Tuğrul Bey'i muhteşem bir merasim ile karşıladı. Halîfe, sultanı yanındaki ikinci tahta oturttu. Ona İslâmiyet'e hizmet ettiği, adaleti kurduğu ve zulmü yıktığı için teşekkürlerini ve memnuniyetini bildirdi.

İki tarafın kıdemli devlet adamları ve büyük âlimlerinin hazır bulunduğu bu muhteşem merasimde; halîfe, sultanın başına çok kıymetli bir taç koydu, hil'atler giydirdi. Murassa altın kılıç kuşattı, sancaklar verdi. Tuğrul Bey'i dünyâ (şark ve garp) sultanı ilân etti. Kendisine dinin temeli (Rüknü'd-din), halîfenin ortağı (Kasîm-i emîru'l-mü'minîn) lakaplarını verip duâ etti. Sultan da dâima İslâmiyet'in ve halîfenin hizmetinde olacağını bildirdi ve halifenin elini öptü.


MANİ

Kahve doktum kuruna,
El vurmayın durula,
Yârime yar diyeni,
Sol göğsünden vurula.
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
25 Mayıs 2007

25 Mayıs 2007

Bugün 25 Mayıs 2007 Hicri: 8 Cemaziyelevvel 1428 – Rûmî: 12 Mayıs 1423 - Hızır 20 Ahmet Cevdet Paşa’nın vefatı (1895) – Ampulün icadı (1878)

GÜNÜN HADİSİ

Kim, çocuğu ölmüş bir kadını teselli ederse, cenette ona bir aba (palto) giydirilir
Hadis(Tirmizi).

513022144_73acf89e4c_b.jpg


NEFİS MUHASEBESİ

... Muhbir-i sâdık (s.a.v.)'dan vârid olduğu Üzere, akşam uyumadan önce 33 Sübhânellah, 33 Elhamdülillah, 34 Allahüekber okumak kendini hesaba çekmektir. Bu şekilde tesbîhte bulunan kişi, tevbenin anahtarı olan tesbîh (sübhânallâh)'ı tekrar etmekle kusurlarından ve günahlarından af di*lemiş, Allah'a karşı işlediği günahlardan dolayı Allâh-ü Teâ-lâ'yı tenzîh ve takdîs etmiş olur.

Muhakkak günâh işleyen kimse, emir ve yasakları koyan Allâh-ü Teâlâ'nm azametini ve yüceliğini mülâhaza edip düşünmüş olsaydı, Allâh-ü Teâlâ'nm emirlerine imtisâli (yapış*mayı, uymayı) terke kalkışmazdı. Onun emirlerine imtisâli terk edince anlaşıldı ki, o kimse yanında Allâh-ü Teâlâ'nın emir ve yasaklarına değer ve itibar yoktur. Allâh-ü Teâlâ biz*leri bundan muhafaza buyursun. Netice olarak tenzîh (sübhânellâh) kelimesini tekrar etmekle bu kusur telâfi edilir. Bilinmelidir ki, istiğfarda günâhın örtülmesini istemek var*dır. (Sübhânellâh) kelimesini tekrarda ise, günâhın tama*men giderilmesini talep vardır. Arada ne kadar büyük fark vardır. Sübhânellâh kelimesi ne güzel bir kelimedir ki, harf*leri gayet az, fakat mânâsı ve fâidesi son derece çoktur.

Tahmîd (Elhamdülillah) kelimesinin tekrarı ile Allâh-ü Teâlâ'nın (sâlih ameller işlemeye) muvaffak kılma nimetine ve diğer nimetlerine şükredilmiş olur.

Tekbîr (Allâh-ü Ekber) kelimesini tekrar etmekte, Cenâb-ı Hakk'ın zâtının, bu l'tizar (istiğfar) ve şükrün hazretine lâyık olmaktan daha yüce ve büyük olduğuna İşaret vardır. Çünkü kulun i'tizfir ve istiğfarı, çok çok i'tizâr ve İstiğfara muhtaçtır. Allâh-ü Teâla'ya hamd etmek, onun zâtına ricîdir, Sübhâne rabbike rabbi'l-izzeti amma yasifûn, veselâmün als'l-mür-selin vel-hamdüli'llâhi rabbi'l-âlemin.

Nefis muhasebesi yapanlar, istiğfar ve şükür ile iktifa ederler. (Halbuki) bu kudsî kelimeler (Sübhânellâh, Elhamdülillah ve Allâh-ü Ekber)'le hem İstiğfar hâsıl olur, hem de şükür edâ edilmiş olur. Aynı zamanda (kul) bunları îfâda noksan kaldığına îmâda bulunmuş olur.

Ey Rabbi'miz bizden kabul buyur. Hakkıyla işiten ve bilen ancak sensin. Salât ve selâm Efendimiz Muhammed'e (s.a.v.), onun âline ve ashabına olsun. Allâh-ü Teâlâ, onu ve al ve ashabının tamamını mübarek kılsın. (Mektubit-ı İmâm-ı Rabbâni, 1/309)



MANİ

Kapelesi ketenden
Yârim indi trenden
Boynuna sarılayım
Gülünü incelmeden
 

hircin

New member
Katılım
24 Nis 2007
Mesajlar
105
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
ellerine saglik abicim hepsini okumasamda okuduklarim oldu cok güzel
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
28 Mayıs 2007

28 Mayıs 2007

Bugün 28 Mayıs 2007 Hicri: 12 Cemaziyelevvel 1428 – Rûmî: 15 Mayıs 1423 - Hızır 23 Türklerin Rumeli’ye geçişi (1348) – Sayıştay’ın kuruluşu (1862) – Dünya Kıble Günü – Koyun kırkma zamanı – Samyalinin esmesi
GÜNÜN HADİSİ
Kulağın hoşlanmayacağı herşeyden sakın!
Hadis (Taberani).

464791157_b9965da377_b.jpg

OSMANLILAR RUMELİ'DE
Rumeli fâtihi, Orhan Gâzi'nin büyük oğlu Süleyman Paşa'dır. Kılıç arkadaşları da Gazi Fâzıl, Yakup Ece, Gazi Evrenos, Hacı İlbey, Aksungur, Kara Demirtaş, Kızıloğlan Oğ­lu, Kara Hasan Oğlu, Akçakoca Oğlu, Balabancık Oğlu'dur.
Orhan Gazi, bir gün gazilerle otururken, Rumeli'ye geçmek arzusunda olduğunu söyledi ve huzurunda bulunan Şehzade Süleyman Paşa da babasının elini öpüp "Bu gazayı bana sipariş eyle!" diye ricada bulundu. Bunun üzerine Orhan Gazi memnun olarak bu meşakkatli işe Süleyman Paşa'yı vazifelendirdi.
Süleyman Paşa hemen çalışmalara başladı. Bir gün Kapıdağı'na geldi. Gözleri karşıya dalmış, düşünürken yanın­da bulunan Yâkûp Ece "Şehzadem! Ne düşünürsün?" deyince, Süleyman Paşa; "Ayine-i deryada feth ü zafer müşahede eylerim (Denizin aynasında fetih ve zafer görü­yorum). Fikrim budur ki bu deryayı öte geçeyim ve Ru­meli'de vilâyet açıp diyâr-ı İslâm eyleyeyim. Sizler bu hu­susta nice tedbir edersiniz ki, dileğim yerini bula?" der. Önce Yâkûp Ece ve Gazi Fâzıl Beyler bir sal çatarlar. Geceleyin birkaç yiğit daha yanlarına alıp Gelibolu'nun Çimpe köyüne varırlar. Bir kişi bulup, Süleyman Paşa'ya gö­türürler. Süleyman Paşa ikramlarda bulunur, elbise, ayakka­bı altın vs. verir. Bu ikramı ve iyiliği gören adam Süleyman Paşa'ya can ve gönülden muhabbet eder. "Şehzadem! Kar­şı yakaya geç. Sana ve emrindekilere kılavuzluk ede­yim!" der. Bunun üzerine derhal karşıya geçmek üzere bir­çok sal yapıldı. Her birine kırk cengâver yiğit bindi. Salın birine Süleyman Paşa, birine Yakûp Ece ve Gazi Fâzıl, öbür­lerine de Gazi Evrenos Bey ve Hacı İlbey binerler. Bir karan­lık gecede Allah'ın inâyetiyle Rumeli yakasına geçerler.
Kılavuz, gazileri, gecenin zifiri karanlığında Çimpe Kalesi'ne götürdü. Kaledekiler eğlencede iken gizlice kaleye gir­diler. Kaledekileri incitmediler. Bilâkis ihsanda bulundular. Osmanlılar ilk Rumeli fütuhatına böyle muvaffak olmuşlardı.
Akdeniz'i geçmişiz biz bir iki sâl ile,
Himmet-i merdân ile, gaybdan irsal ile,
Oldu bizim salımız taht-ı Süleymânımız,
Gözlerimiz açmışız ahsen-i âmâl ile.

MANİ
İp attım ucu kaldı
Ocakta saçı kaldı
Ben büyüttüm el aldı
Yürekte açı kaldı
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
29 Mayıs 2007

29 Mayıs 2007

Bugün 29 Mayıs 2007 Hicri: 12 Cemaziyelevvel 1428 – Rûmî: 16 Mayıs 1423 - Hızır 24 Fatih Sultan Mehmet Han (k.s.)’ın İstanbul’u Fethi (1453) – Sultan Üçüncü Selim’in tahtan indirilmesi, Dördüncü Mustafa’nın Cülûsu (1807)
GÜNÜN HADİSİ
Borç almaktan sakının! çünkü o, gecenin kaygısı, gündüzün ise zilletidir.
Hadis-i Şerif ( Beyhaki )

430961285_05f58348d6_b.jpg

İSTANBUL FETİHNAMESİ
Gâzî Fâtih Sultan Mehmed Han Hazretleri'nin İstanbul'un fethine dâir Molla Gürânî Hazretleri'ne yazdırıp Mı­sır'daki halifeye gönderdiği fetihnameden:
"Kostantîniyye (İstanbul) şehri, bir tarafı kara, üç tarafı denizle çevrili ve surlarının dayanıklılığı ile meşhur büyük bir belde olup bu defa Rodos, Katalan, Venedik, Ceneviz ve şâir nice beldelerin hükümdarları, birçok askerler gönderip muhafazasına ihtimam etmişlerdi. Bunun fethi için bu mübarek senede bütün askerimizle kendimiz karadan, ge­milerimiz denizden gelip 857 senesi Rebîulevveli'nin yirmi altıncı, günü (6 Nisan 1453) beldeye vardık. Evvelâ aha­lisine İslâm'ı kabul etmelerini teklif etmiş isek de kabul et­mediklerinden muhasara ve elli dört gün mukâtele ve mu­harebe olunarak Allâh-ü Teâlâ'nın inayeti ve Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.)'in yardımıyla bu senenin Cümâdelûlâ'sının yirminci Salı günü (29 Mayıs 1453) fetih ve zafer mü­yesser oldu. En evvel öldürülen, düşman zümresinin reisi olan imparator oldu. Düşman askerlerinden isyan ve muha­lefetinde ısrar edenlerini katledip geri kalanlarını da esir ederek şehrin hazine ye defineleri ele geçti ve bilcümle kiliseleri de İslam mescidi kılındı.
Kostantıniyye'nin kuzey kısmında büyük bir liman olup bunun sahilinde Galata denilmekle meşhur, Ceneviz taifesi ile dolu bir kale vardır, İstanbul’u muhasara ettiğimiz zaman düşmanımıza yardım etmemek şartıyla bu taifeye eman verip antlaşma yapmıştık. Fetihten sonra öldürülen­ler ve esirler içinde bu taifeden insanlar görülüp şu halde bunların gizlice İstanbul halkına yardım etmiş ve ahitleri aleyhinde bulunmuş oldukları açıkça görüldüğünden ceza­ları verilmek üzere askerimizi o tarafa sevk ettiğimizde eman dileyerek bir daha böyle cürüm ve kabahat işleme­yeceklerine dair söz verdiler. Biz de affedip mülklerini elle­rinde bırakarak cizyeye tâbi tuttuk.
Bu büyük fethin bildirilmesi hususundaki bu mektubumuzu siz zât-ı devletlerine hediyelerimizle birlikte takdim etmek üzere gönderdik.
Selâm Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.)'e ve ona tâbi olanların üzerine olsun."

MANİ
Bayburt’a giden yollar
Uzadıkça uzarlar,
Geçme bizim kapıdan
Eller bana kızarlar.
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
30 Mayıs 2007

30 Mayıs 2007

Bugün 30 Mayıs 2007 Hicri: 13 Cemaziyelevvel 1428 – Rûmî: 17 Mayıs 1423 - Hızır 25 Hızır Bey’in İstanbul’a ilk kadı ve reis oluşu (1453) – Kabak meltemi – Sultan Abdülaziz Han’ın hal’i (1876) – Sultan Alaeddin Keykubad’ın vefatı (1236)
GÜNÜN HADİSİ
Geçimini sağlamakla yükümlü olduğu insanları ihmal etmek, kişiye günah olarak yeter.
Hadis (Ebu Davud).

141040463_1f7399f21a_o.jpg


FÂTİH'İN İSTANBUL'A GİRİŞİ
Fâtih Sultan Mehmed, fetih günü öğle vaktine doğru, ulemâ ve devlet erkânıyla beraber çavuş ve solakların da katıldığı muhteşem bir alayla atlı olarak Topkapı'dan şehre girdi ve doğruca Ayasofya'ya gitti. Ayasofya'ya girdiğinde korkularından yerlere uzanarak ağlayanlara susmalarını işaret ederek patriğe hitaben şöyle dedi:
"Ayağa kalk! Ben Sultan Mehmed, sana ve arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki, bugünden îtibâren artık ne hayâtınız ne de hürriyetiniz husu­sunda benim gazabımdan korkmayınız."
Sonra ordu kumandanlarına "halka hiçbir fenalık yapılmaması için askere tenbih edilmesini ve bunun için gereken tedbirin alınmasını" emretti.
Ertesi gün (30 Mayıs'ta) halkın sokağa çıkması, kaçıp şurada burada saklananların evlerine dönmeleri, kimsenin mal, can, ırz, din ve mezhebi için, örf ve âdeti için hiçbir endişe duymaması gerektiği Sultân Mehmed'in fermanları ile sokaklarda halka îlân edildi.

İMPARATORİÇE NE BİLSİN?
Sultan Abdülazîz Hân, Avrupa seyahatinde iken, Karadağlılar baş kaldırmış idiler. Husûsî bir konuşma sıra­sında İmparatoriçe Eugenie (Ojeni), Sultan Abdülazîz'den Karadağlıların talepleri için ricada bulundu. Fuad Paşa bunu tercüme ile arz edince; Sultan Ab­dülazîz nezâket ve vakarla:
"Memleketinden bir karış toprak vermenin bir hükümdar için ne kadar güç olduğunu imparatoriçe bilmezler, fakat imparator bunu pek güzel anlarlar." cevâbını verdi.
Üçüncü Napolyon; "Bu cevâbın yerinde olduğunu takdir etmemek mümkün değildir!" dedi. Ojeni de böyle bir şey söylediğine pişman oldu.

MANİ
Kuş kafese girmiyor
Buna aklım ermiyor
Hiç boşuna ah çekme
Annem beni vermiyor
 

Serhan Eðeryýlmaz

New member
Katılım
1 May 2007
Mesajlar
385
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Yaş
37
Dünya'nın düzelmesi ve her hak sahibinin hakkı bulabilmesi için Kuran-ı Kerim'e ve Hadis-i Şeriflere göre yönetilen bir düzen lazım


''Zan konuşmadan önce ilim öğrenin.''

''Kolaylaştırın,güşleştirmeyin,sevdirin,nefret ettirmeyin.''

''İyiliği emretmeyen kötülükten yasak etmeyenler,bizden değildir.''
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
31 Mayıs 2007

31 Mayıs 2007

Bugün 31 Mayıs 2007 Hicri: 14 Cemaziyelevvel 1428 – Rûmî: 18 Mayıs 1423 - Hızır 26 Dünya Sigara İçmeme Günü – Bevarih rüzgarlarının başlaması
GÜNÜN HADİSİ
Namaz mü’mini Allah’a yaklaştıran bir vasıtadır.
Hadis-i Şerif (İbn-i Adiyy).


412732798_421d668a6b_o.jpg

O HER HUSUSTA NUMUNE İDİ
Hz. Ebu'd-Derdâ (r.a.) buyurdu ki: "Resûlullâh (s.a.v.) kısa bir hutbe îrâd buyurdu. Hitabesini bitirince 'Kalk, ey Ebû Bekir! Sen de bir hutbe îrâd et!' buyurdu. Ebû Bekir kalktı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'den daha kısa bir hutbe îrâd etti. Resûlullâh (s.a.v.), ondan sonra: "Kalk ey Ömer! Sen de bir hutbe îrâd et!" buyurdu. Hz. Ömer kalktı. Hz. Ebû Bekir'inkinden daha kısa bir hutbe îrâd etti. Resûlullâh (s.a.v.): Kalk ey filân! Sen de bir hutbe îrâd et! Buyurdu, fakat o, hutbesinde, sözlerini güzelleştirmeye özenerek kendisini sıktı. Resûlullâh (s.a.v.) ona "Otur!" buyurduktan sonra, 'Kalk ey Ümmü Abd'in oğlu! (Abdullah bin Mesûd) Bir hutbe de sen îrâd et!' buyurdu. Abdullah bin Mesûd, kalkıp Allah'a hamd ü senada bulunduktan sonra:
. "Ey insanlar! Muhakkak ki yüce Allah Rabbimizdir, İslâm dînimizdir, Kur'ân rehberimizdir, Beytullah kıblemizdir, (Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'i işaret ederek) şu zât-ı şerîf peygamberimizdir. Allah'ın ve Resûlü'nün râzî olduğu şeye biz de razıyız. Allah'ın ve Resûlü'nün râzî olmadığı şeye biz de râzî olmayız. Esselâmüaleyküm!" dedi.
Resûlullâh (sav): "İbn-i Mesûd isabet etti ve doğru söyledi. Allah'ın, ümmetim ve İbn-i Mesûd için razı olduğu şeye ben de razıyım! Allah'ın, ümmetim ve İbn-i Mes'ûd için razı olmadığı şeye ben de razı olmam!"
buyurdular. (SallAllâh-ü aleyhi ve sellem)

HEM HAŞMETLÜ HEM RAĞBETLÜ
Sadrâzam Koca Râgıp Paşa, büyük bir şâir olup hazır cevap ve lâtîfsever mizaçlı idi. Kitaplarının muhafızı Abbas Efendizâde Şâir Haşmet ile latîfeleri meşhurdur.
Râgıp Paşa bir gün şâir Haşmet'in mahlasını îmâ ederek;
"Eflak voyvodasına mektup yazılırken voyvodanın lakabı Haşmetlü diye mi yazılır?" diye sorar. Haşmet te Rağıp Paşa'nın ismini imâ ederek, derhal;
"Hem haşmetlü hem rağbetlü diye yazılır" diye cevâp verir.

MANİ
Elma attım nar geldi
Dar sokaktan yar geldi
Eğil biyol öpeyim
Al yanaktan kan geldi

509216057_8937c54f00_o.jpg
BİLMECE
Uzadıkça kısalan şey nedir?
Cevabı yarın.
Dünkü cevap:
(yumurta)






















v
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
1 Haziran 2007

1 Haziran 2007

Bugün 1 Haziran 2007 Hicri: 15 Cemaziyelevvel 1428 – Rûmî: 19 Mayıs 1423 - Hızır 27 Ayasofya’da ilk Cuma namazı (1453) – Hava Kuvvetleri’nin kuruluşu (1911)
GÜNÜN HADİSİ
Hz. Peygamberin Adba adında bir devesi vardı ki hiç kimsenin devesi onu geçemezdi. Bir bedevi, bir binek devesi üstünde gelip onu geçti. Bu, müslümanların ağrına gitti. Bunun üzerine Allah Resulü durumun farkına vararak şöyle buyurdu: “Allah bir şeyi yükseltti mi, sonradan mutlaka onu alçaltır.”
Hadis (Buhari, Ebu Davud ve Nesai).


39503888_ac1aa557e3_b.jpg

ŞÂH-I NAKŞİBEND HAZRETLERİ (K.S.)
Muhammed Behâüddîn Şâh-ı Nakşibend (k.s.), "Silsile-i zeheb" (Altun silsile)in on beşinci halkasıdır. 1318 senesinde Buhârâ yakınlarında Kasr-ı Ârifân'da dünyâya geldi, aynı yerde 1389 senesinde Rebîu'levvel ayının üçünde pazartesi günü vefat etti. Kabri şerifleri oradadır.
Şâh-ı Nakşibend (k.s.) Hazretleri orta boylu, mübarek yüzü değirmi olup, yanakları kırmızıya yakın idi. İki kaşı arası açık idi. Ne hızlı, ne de yavaş yürürdü. Konuşmaları Peygamber Efendimiz'in konuşması gibi tane tane idi. Kankana ile gülmez, tebessüm ederdi. Kimseyi kü­çük ve hakîr görmez, dâima güler yüzle karşılardı. Şe­maili, birçok bakımdan Resûlullah Efendimiz'e benzediği gibi, sözleri ve bütün hareketleri sünnet-i seniyyeye uy­gun idi. Buyurdular ki:
Bizim yolumuz, Allâh-ü Teâlâ'nın gösterdiği kurtuluş
yoludur! Çünkü bu yol, sünnete uymak ve Ashâb-ı Ki
râm'a tâbi olmaktır. İşte bu sebeple bizim yolumuzda, az
zamanda çok kazanç elde edilir. Fakat sünnete riâyet
etmek, sabır ve tahammül ister.

Bizim yolumuza girenleri istersek cezbe ile, dilersek
başka usullerle yetiştiririz. Çünkü rehber olan âlim, bir
tabîbe benzer. Önce hastanın (talibin) hastalığını tesbit
eder sonra ona göre ilâç verir.

Bizim yolumuzda uzlet (yalnız kalmak) değil, sohbet
esastır! Sohbetin de şartları vardır: İki kişi sohbet etmek
isterse, birbirinden emîn olmaları gerekir. Aksi hâlde,
sohbetten fâide hâsıl olmaz. Bizim sohbetimize girenlerin kalblerinde, muhabbet tohumu yer almıştır. Muhabbet için, uzakta olmak fark etmez!

Bu yolun esâsı yeme, içme, giyme ve oturmada, iş­
lerde ve âdetlerde orta derecede olmaktır! Kalbi kötü
düşüncelerden ve vesveseden muhafaza etmektir. Kendisine rehber olan âlimin sohbetini, ganimet bilmektir. Ustasının huzurunda iken ve hattâ yanında yok iken, edebe riâyet etmektir.

Bu yoldan maksat, Allâh-ü Teâlâ'nın devamlı huzurunda olmaktır! Ashâb-ı Kiram zamanında buna, ihsan adı verilmiştir...


MANİ
Evleri sarı boya
Gel yarim doya doya
İç vereme tutuldum
Gamıma koya koya

509216059_a1a5f5fcba_o.jpg
BİLMECE
Ali, sepetteki elmaların yarısını ve bir yarım elmayı Ayşe'ye; sonra kalan elmaların yarısını ve bir yarım elmayı Ahmet'e ve yine kalan elmaların yarısını ve bir yarım elmayı da Hasan'a veriyor. Sonuçta sepette sadece bir elma kaldığına göre başlangıçta kaç elma vardı?
Not: Elmalar bölünmeden paylaşılıyor.

Cevabı yarın.
Dünkü cevap:
Hayat veya Ömür.
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
2 Haziran 2007

2 Haziran 2007

Bugün 2 Haziran 2007 Hicri: 16 Cemaziyelevvel 1428 – Rûmî: 20 Mayıs 1423 - Hızır 28 Kozan’ın kurtuluşu (1920) – Yağmurlar
GÜNÜN HADİSİ
Yasin suresini Allah’ın rızasını gözeterek okuyan kimsenin geçmiş günahları bağışlanır.Yasin suresini, ölmek üzere olanlarınızın yanında okuyunuz.
hadis (Beyhaki).




PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.)'İN TİCÂRET ORTAĞI
Hz. Sâib bin Abdullah (r.a), Mekke fethedildiği gün, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in yanına gelmişti. Kendisi, câhiliye devrinde Peygamber Efendimizin ticaret ortağı olup müsafirlerine ikram eder, yetimleri korur, komşularıyla iyi geçinirdi. Hz. Osman'la Hz. Züheyr (r.anhümâ) gelip onu Peygamber Efendimiz'e övmeğe başlayınca, Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
"Cahiliyet devrinden beri tanıdığım arkadaşımı bana öğretmeyiniz!" buyurdu.
Bunun üzerine Hz. Sâib (r.a.): "Evet, Yâ Resûlallah! Sen, ne güzel ortaktın!" dedi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Hz. Sâib'e:
"Hoş geldin, kardeşim ve ortağım! Sen, benim hayırlı bir ortağımdın! Riyâ nedir bilmez ve arkada­şınla çekişmezdin!" buyurdu. Hz. Sâib (r.a,) da:
"Babam, anam sana feda olsun! Sen de ne riya bilir, ne de arkadaşınla çekişirdin." dedi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
"Ey Sâib! Câhiliyet devrinde yaptığını gördüğüm şeyleri sen İslâmiyet devrinde de yap. Müsâfirleri ağırla, yetimlere bak, komşularınla İyi geçin. Fakat, ey Saib! Cihiliyet devrinde yaptığın güzel amellerin kabul olunmaz, boşa giderdi. Bugünkü yaptıkların ise makbuldür!" buyurdular.
BİŞR-İ HÂFİ'DEN:
Bir gece rüyamda Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.)'i gördüm. Bana,
"Ey Bişr! Allâh-ü Teala'nın hangi sebeple seni akranından üstün kıldığını biliyor musun?" dedi. "Bil­miyorum, yâ Resûlallah." dedim.
Peygamber Efendimiz, "Sünnete tâbi olman, sâlihlere hizmet etmen, din kardeşine nasîhat etmen ve ehl-i beytime muhabbet etmen sebebiyle" buyurdu.


MANİ
Armut dalda bir iki
Saydım baktım on iki
On ikinin içinde
Gök yazmalı benimki

509216063_231736333b_o.jpg
BİLMECE
Bir avcı otobüse binmek ister. Yalnız, otobüse boyutları en fazla 1mt. olan eşyalar alınmaktadır. Avcının tüfeği ise 1,5 mt.dir. Tüfeğin şeklini bozmamak şartı ile otobüse nasıl biner?
Cevabı yarın.
Dünkü cevap:15 elma

 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
3 Haziran 2007

3 Haziran 2007

[FONT=Times New Roman, Times, Serif]

nature55div.jpg


Bugün 3 Haziran 2007 Hicri: 17 Cemaziyelevvel 1428 – Rûmî: 21 Mayıs 1423 - Hızır 29 Karamanoğlu Mehmet Bey’in her yerde Türkçe kullanılması hakkında fermanı (1277) – Fırtına
GÜNÜN HADİSİ
Allah Resülü: Tacirler (serbest meslek erbabı ve esnaflar), facirlerin (günahkarların) ta kendileridir, buyurdu. Ashap: Ey Allah’ın Resulü, Allah alış verişi helal kılmadı mı? Diye sordular. Allah’ın Resulü şu cevabı verdi: Evet, ama onlar sattıkları mallar hakkında konuşurlarken yalan konuşurlar. Yalan yere yemin ederler de günaha girerler. (Bu yüzden alış verişlerinin bereketi gider. Günahlara girerler).
Hadis (Ramuz).


ACELECİLİK
Acelecilik, bir şeyi vaktinden evvel elde etmeye çalışmak, düşünmeden ve sabırsızlıkla hareket etmektir. Allâh-ü Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'inde meâlen "İnsan aceleden yara­tıldı..." buyurmuştur. (Enbiya Sûresi, âyet 37) Yani insan, tabiat olarak sabır ve sebatı az ve birçok şeylerin bir an evvel meydana çıkmasını arzu eder bir yaratılışta bulun­duğundan sanki (acele)den yaratılmıştır.
Acele eden kimse, gayesine erişemeyince bezginlik ve ümitsizliğe düşer, yahut o kimsede aşırı istek meydana gelir ki her iki hâl de makbul değildir. Aceleci kimse şüpheli şeylerden kendini muhafaza edemez. Acelesinden dolayı istedi­ği netice hâsıl olmayınca, beddua eder. Nitekim âyet-i kerî­mede meâlen. "İnsan da şerri öyle davet ediyor ki hayra duâ eder gibi, ve insan pek aceleci olmuştur." buyrulmaktadır. (İsra Sûresi, âyet 11) İnsan, hayra duâ eder gibi şerre duâ veya şerri davet eder. Sanki o büyük ecre duâ ediyormuş gibi o elîm azaba duâ eder veya işledikleriyle o azabı davet eyler. Bunun sebebi de insanın pek aceleci olmasıdır.
İnsan, sonra olacak şeyi vaktinden evvel oluversin ister. Sabır ve tahammül güç gelir de îmân ile sâlih amellere gayret ederek o büyük ecri isteyecek yerde, acelesinden elîm azaba duâ eder, bir hayır ister gibi ister ve bu suretle ken­disine şerri davet etmiş olur. Zira bir şeyi vaktinden evvel acele eden, onun mahrûmiyetiyle cezalanır. Mü'minler şer­re duâ etmemeli, sabır ile hayra duâ etmeli ve salih amel­lere gayret ile hayra davet eylemelidirler.
insanın aceleci olması şu mânâyı da ifâde eder: İnsan peşincidir. Ahireti dünyâda görmek ister, onun için insanların bir çoğu âhireti bırakır da dünyâyı ister, o büyük ecre ehemmiyet vermez, o elîm azabı hesaba katmaz da bu su­retle kendisine hayır istiyormuş gibi şerri davet eder.
Acelenin zıddı, vakar ve ihtiyatla hareket etmektir. îcâb ettiği yerde süratli davranmak acelecilik değildir.
BEYİT:
Erişir menzil-i maksûduna aheste giden.
Tîz-reftâr olanın pâyine dâmen dolaşır,
(Menzil-i maksûd: Gidilmek istenen yer. Aheste: Yavaş, ağır. Tîz-reftâr: Hızlı yürüyen Pây: Ayak. Dâmen: Etek.)

MANİ
Ayakkabı giyerim
Üstü beyaz olursa
Kaynanamı severim
Oğlu güzel olursa


509218471_c538087b0b_o.jpg
BİLMECE
Bir tabakta 7 tane portakal var. Bu portakalları, 7 çocuğa birer tane bütün portakal vererek paylaştırın ve hâlâ tabakta bir portakal kalsın?
Cevabı yarın.
Dünkü cevap:
Avcı tüfeğini boyutları 1 mt. olan bir kutuya koyar. Küpün en uzak iki köşesinin uzunluğu, yaklaşık 1.73 mt. dir.

[FONT=Garamond, Times, Serif][/FONT]​
[FONT=Garamond, Times, Serif]http://groups.msn.com/ChevysShop[/FONT]

[/FONT]
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
4 Haziran 2007

4 Haziran 2007



Bugün 4 Haziran 2007 Hicri: 18 Cemâziyelevvel 1428 – Rûmî: 22 Mayıs 1423 – Hızır 30 Sultan Abdülaziz Han’ın şehid edilişi (1876) – Cihan pehlivanı Koca Yusuf’un vefatı (1899) - Kuzey rüzgarları
GÜNÜN HADİSİ
İnsanların içinde geğirmekten uzak dur. Şüphesiz dünyada en çok tok olanlar, ahirette en uzun açlığı çekeceklerdir.
Hadis (Tirmizi).


238692365_d60050c4b3_o.jpg

PEYGAMBERİMİZ İLK TURFANDA MEYVEYİ ÇOCUKLARA VERİRDİ
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Resûlullâh (s.a.v.)'a (yılın turfanda) ilk meyvesi getirildiği zaman şöyle buyu­rurlardı: "Allah'ım, bize Medine’mizi, meyvelerimizi, müddümüzü, sa'ımızı (ölçüp tarttıklarımızı) bereketli kıl. Allah'ım, İbrahim senin kulun, peygamberin ve halîlindir. Ben de senin kulun ve peygamberinim. O sana Mekke için duâ etti. Ben de Medine için, onun Mekke hakkında yaptığı duayı bir misli ziyadesiyle aynen yapıyorum." Resûlullâh bu şekilde duâ ettikten sonra getirilen meyveyi, orada hazır olan çocuklardan en küçüğünü çağırır ve ona verirdi."
ÂDİLE SULTAN
Osmanlı hanım sultanlarından, Sultan İkinci Mahmud Hân'ın kızı, Sultan Abdülaziz'in de kız kardeşidir. 1825 senesinde doğdu. Küçük yaşta annesini kaybetti.
Kaptân-ı derya Mehmed Ali Paşa ile evlendi. Kocasının ölümü üzerine kendini ibâdete vermiş, fakîr fuka­raya yardım etmekle vakit geçirmiştir. Dindar, hassas ve hayırseveriiğiyle tanınmış ve ömrü boyunca her­kesten dâima hürmet görmüştür. 1898 senesi ocak ayın­da vefat edince, kocası Mehmed Ali Paşa'nın Eyüb'deki türbesine defnedildi.
Âdile Sultan, Osmanlı hanedanına mensup dîvân sahibi tek hanım sultandır:
Nasıl yanmam ki ben oldu olanlar Şâh-ı devrâna,
Bilinmez oldu hâli, kıydılar ol zıll-i Yezdâna.
Cihan matem tutup kan ağlasın Abdülaziz Hân'a, Meded Allah, mübarek cismi boyandı kızıl kana.
Nasıl hemşiresi bu Âdile yanmaz o Hakan'a,
Ki kıydı bunca zâlimler karındaş-ı cihanbana. Rızâ virmezdi adi ü şefkati zulm-i müşîrana, Bütün nârı firakı saldı kalb-i ehl-i imâna.
Âdile Sultan, Sultan Abdülaziz Hân'ın intihar etmeyip öldürüldüğünü bu mısralar ile ifâde etmiştir.


MANİ
Mendil serdim bir taşa
Neler geldi bu başa
Öptüm bir kız yanağı
Dedi bana çok yaşa

509218475_7054c0fe7f_o.jpg
BİLMECE
Dünyanın çevresini ekvatordan geçecek şekilde bir ip ile bağladığımızı kabul edelim.(yaklaşık 40 bin km.) Bu ipi her noktadan 1mt. havada tutabilmek için, ne kadar daha ip ilave etmeliyiz?
Cevabı yarın.
Dünkü cevap:Son kalan çocuğa portakal, tabakla birlikte verilir.




 
Üst Alt