Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Takvim de Bugün

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
15 Ocak 2007

15 Ocak 2007

Bugün 15 Ocak 2007 Hicri: 25 Zilhicce 1427 – Rûmî:2 Kânûn-i Sâni 1422 - Kasım 69 Akşemseddin (k.s.) Hazretleri’nin vefatı (1459)- İsrail askerlerinin Mescid-i Aksa’yı basması (1988)


GÜNÜN HADİSİ

İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Allah indinde kişinin yuttuğu en sevaplı yudum, Allah'ın rızasını düşünerek kendini tutup, yuttuğu ötke yudumudur."

144565486_613ef63690_b.jpg


ŞEYTANIN DÜĞÜMLERİ

Ebû Hüreyre'nin (r.a.) rivayet ettiği ve Sahîh-i Buhâri ve Müslim'de zikredilen hadîs-i şerifte Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz uyuduğunda şeytan, kafasına üç düğüm atar ve her düğümü (bütün gece uyu!) diyerek yerine yerleştirir.

Sizden biriniz uyandığı zaman Allah'ı zikrederse düğümlerden biri çözülür, abdest alırsa öteki düğüm çözülür, namaz kılarsa düğümlerden hiçbirisi kalmaz. Sabah olunca kendini fevkalâde dinç ve ne*şeli hisseder. Aksi hâlde kendini bedbin ve tembel hisseder".

EDİRNE ESKİ CAMİİ

Edirne, Sultan Birinci Murad (Hüdâvendigâr) devrinde Lala Şahin Paşa emrindeki Osmanlı ordusu tara*fından 1362 senesinde fethedilmiş ve 1362 senesinden itibaren 1453'te İstanbul'un fethine kadar 91 sene Devlet-i Aliyye'nin, başşehri olmuştur. Edirne; Osmanlı dev*rine âit camiler, köprüler, konaklar, saraylar, çarşılar, hanlar ve hamamlarla doludur.

Edirne'de Osmanlılardan günümüze kalan en eski ve büyük eserlerden biri de bugün "Eski Cami" adı ile bilinen "Ulu Cami"dir. İnşâsını 1403 senesinde Emir Sü*leyman'ın başlattığı Ulu Cami, 1414'te Sultan Çelebi Mehmed tarafından ibâdete açılmıştır. Mimarı, Konyalı Hacı Alâeddin, kalfası ise Ömer bin İbrahim'dir. Camiin sağ tarafındaki iki şeref eli minare Sultan İkinci Murad tarafından yaptırılmıştır. İlk asıl minare tek şerefeli olup sol taraftadır. İçindeki yazılar sanat itibarı ile çok kıymetlidir. İnşaatı esnasında Kâbe-i Muazzama'daki Rük-n-i Yemânî'den getirilen bir taş parçası mihrap ile minber arasındaki pencereye konmuştur. Bu taşın kitabesi ha*len mevcuttur. Camiin kuzey tarafındaki duvar ayağının dibinde Hacı Bayram-ı Veli'nin makamı ve kürsüsü var*dır. Vaizler hürmeten o kürsüye çıkmazlar.

350202604_d50b566393_o.jpg


MANİ

Kolumdaki saati
Yediye kuruyorum
Hiç üzülme sen yârim
Sözümde duruyorum
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
16 Ocak 2007

16 Ocak 2007

Bugün 16 Ocak 2007 Hicri: 26 Zilhicce 1427 – Rûmî:3 Kânûn-i Sâni 1422 - Kasım 70 Sultan 3. Murad Han’ın vefatı (1595)- İran’da Şahlığın yıkılması (1979) - Fırtına

GÜNÜN HADİSİ

Ebu Sa'îdi'I-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında oturuyor idik. (Bir ara): "Size Abdulkays kabilesinin gönderdiği heyet geldi" buyurdular. Halbuki içimizden hiç kimse (henüz heyetin geldiğini) görmemişti. Hakikaten geldiler ve konakladılar. Sonra Aleyhissalâtu vesselam'ın huzuruna geldiler. Onlardan Eşecc el-Asarî (adında biri) konaklama yerinde kaldı, o sonradan geldi. Çünkü o, bir konağa indi, devesini ıhtırdı. Yolculuk elbisesini bir kenara bıraktı. Sonra (taze elbise giyip, öyle) Aleyhissalâtu vesselam'ın huzuruna çıktı. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm da ona: "Ey Eşecc! Sende aziz ve celil olan Allah'ın sevdiği iki haslet vardır: Hilm (acele etmemek) ve teenni ile hareket etmek" buyurdular. Eşecc: "Ey Allah'ın Resülü! Bu hasletler, cibilliyetimde (fıtratımda doğuştan getirdiğim) bir şey mi, yoksa sonradan (iradı gayretimle) meydana gelen bir şey mi?" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Hayır! Yaratılışında bulunan bir şeydi buyurdular."

358170291_d01dbd22fb_o.jpg



HANIMLARIN SEVABA ORTAKLIĞI

Ensâr'dan Esma binti Zeyd (r.anhâ) bir gün Resülullâh (s.a.v.)'ın huzuruna geldi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ashabı ile beraberdi. Şöyle konuşmaya başladı: "Anam babam sana feda olsun Yâ Resûlallâh! Ben, kadınların sözcüsü olarak sana geldim. Allâh-ü Teâlâ seni hem erkeklere, hem de kadınlara gönderdi. Biz sana ve inandığın Allâh-ü Teâlâ'ya inandık. Ancak bizler, evlerimizde kısmen mahsur durumdayız. Evlerinizde oturur, çocukla*rınıza bakar ve hacetlerinizi gideririz. Siz erkekler ise, bazı hususlarda bize üstün tutuldunuz. Cuma ve cemaat namazlarına katılır, hasta ziyaret eder, cenazelerde hazır bulunur, hacceder ve umre yaparsınız. Bundan da mühimmi Allah yolunda cihâd edersiniz. Siz hac, umre veya cihâd için yola çıktığınızda, mallarınızı korur, elbise*lerinizi dokur, çocuklarınızı terbiye ederiz. Bütün bunlarla ecir ve hayırda size ortak olabilecek miyiz?" diye sordu. Bunun üzerine Resülullâh (s.a.v.) ashabına döndü ve;

"Dînine ait hususlarda, bundan daha güzel soranı işittiniz mi?" buyurdu. Ashâb da 'Bu kadar beliğ ve güzel söy*leyebilecek başka biri olsun sanmıyoruz.' dediler. Pey*gamber Efendimiz (s.a.v.) sonra Hz. Esmâ'ya dönerek; 'Ey kadın, şunu bil ve ardındaki kadınlara da bildir ki, bir kadının, kocasının isteklerini yerine getirmesi, bu ibâdet*lere hazırlanmasında ona yardımcı olması, onunla güzel geçinmesi, erkeklerin bütün bu saydığın ecirlerine denk*tir.” buyurdular. Hz. Esma (r.anhâ) da sevinçle döndü.



İKİ KAPILI VİRANE

Sultan Üçüncü Murad Hân'ın vefatı üzerine Azîz Mahmud Hüdâî (k.s.) Hazretleri'nin dünyâyı tasviri: Yalancı dünyâya aldanma yâ hû,

Bu dernek dağılır, dîvân eylenmez.

İki kapılı bir viranedir bu.

Bunda konan göçer, mihmân eylenmez...

Mihmân: Müsâfir.

358727032_5e4ab71fce_b.jpg


MANİ

Mendil versem almazsın
Sen mendilsiz kalmazsın
Sigaranı yakayım
Sana zahmet olmasın
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
17 Ocak 2007

17 Ocak 2007

Bugün 17 Ocak 2007 Hicri: 27 Zilhicce 1427 – Rûmî:4 Kânûn-i Sâni 1422 - Kasım 71 İstanbul Galata Tüneli açılışı (1875) – Ankara’da ekmek karneye bağlandı (1942) – (Irak) Körfez Savaşı başladı (1991)

316184006_2cb4df61ea_o.jpg


GÜNÜN HADİSİ

Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Kişinin cemaatle kıldığı namaz, evinde ve işyerinde kıldığı namazından yirmibeş kat daha sevablıdır. Çünkü, güzelce abdest alır, mescide gider. Bu gidişte gayesi sadece ve sadece namazdır. Her adım atışında bir derece yükseltilir, günahından da bini dökülür. Namazını kılınca, namazgahında kıldığı müddetçe melekler ona mağfiret duasında bulunur ve: "Allahım ona mağfiret et, Allahım ona rahmet et, Allahım onun tevbesini kabul et" derler. Bu kimseye, orada eza vermedikçe, hadeste bulunmadıkça böyle devam eder."

Ebu Hureyre radıyallahu anh'a: "Hadeste bulunması ne demek?" diye sorulmuştu: "Sesli veya sessiz yel bırakmadıkça!" diye açıkladı. "Sizden biri, namazı beklediği müddetçe namazdadır."

Buhari, Ezan 30, Salat 87, Büyü 49; Müslim, Mesacid 246, (649); Muvatta, Taharet 33, (1, 33); Ebu Davud, Salat 49, (559); Tirmizi, Salat 423, (603).


ŞÜKÜR VE TEŞEKKÜR
Şüphesiz ki Cenâb-ı Hakk kulların hamd ve şükrüne muhtaç değildir. Kulun hamd ve şükrü dünya ve âhirette yine kendi menfaati içindir. Ayrıca bunca nimete hakkıyla şükretmek herkes için mümkün değildir. Allâh-ü Teâlâ, Sebe' Sûresi, âyet 13'te (meâlen) "Kullarımdan hakkıyla şükredenler pek azdır." buyurarak buna işaret etmiştir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şükreden bir kul olabilmenin yolunu şu hadîs-i şerîfleriyle bizlere öğretmiştir: "Aza şükretmeyen çoğa da şükretmez. İnsanlara te*şekkür etmeyen Allah'a da şükretmez. Allah'ın ni*metlerini dile getirmek şükürdür. Onları dile getir*meyi terk etmek ise nankörlüktür."

Şükürle alâkalı olarak İmâm-ı Rabbânî (k.s.) Hazretleri Mektûbât-ı Şerîfe'de şöyle buyuruyorlar;

"Nimetleri ihsan eden Allâh-ü Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine şükür, evvelâ akidesini, inancını Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat mezhebinin görüşlerine uygun şekilde düzeltmekle,

İkinci olarak Ehl-i Sünnet'e mensup olan müctehidlerin beyânlarına uygun bir şekilde amelleri yeri*ne getirmekle,

Üçüncü olarak da yine Ehl-i Sünnet mezhebinden olan tasavvuf büyüklerinin izinden gitmekle olur."



EN GÜZEL ŞEHİR İSTANBUL

Kânûnî devrinin büyük denizcilerinden Seydî Ali Reis, Hindistan'dan İstanbul'a seyahati sırasında İran Şahı Tahmasb'la görüşmüştür. Bir gün Şâh, Seydî Ali Reis'e:

"Cihanın birçok yerine seyahat kıldın. Gördüğün memleketlerde en çok hangi şehri beğendin?" diye sorunca, Seydî Ali Reis;

Gezip seyreyledim her şehrini gerçi bu dünyânın

Nazîrin görmedim hergiz Stanbûl u Galatâ'nın beytiyle cevap vermiştir.

(Nazîr: Benzer, Hergiz: Asla)

360351975_c9cd24f55d_o.jpg


MANİ
Bahçe kapısı kilitli
İttirdim açamadım
Anneme duyurmuşlar
Çıktım da kaçamadım

ŞAŞIRTMACA BİLMECE

Kim evini kiraya vermez?

Cevabı yarın.

Dünkü cevap:Lahmacunla
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
19 Ocak 2007

19 Ocak 2007

Bugün 19 Ocak 2007 Hicri: 29 Zilhicce 1427 – Rûmî: 6 Kânûn-i Sânî 1422 – Kasım 73 Çırağan Sarayı yandı (1910) – SSCB askerlerinin Bakü (Azerbeycan)’yü işgali (1990)



GÜNÜN HADİSİ

Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den: Şöyle demiştir: Resûlu'llâh salla'llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Nefsim yed-i kudretinde olan Allâhu Zü'l-Celâl'e kasem ederim ki hiç biriniz ben ona pederinden de, evlâdından da daha sevgili olmadıkca îmân etmiş olmaz. Hz. Enes radiya'llâhu anh'den de bâlâdaki hadîs-i şerîf rivâyet edilmiş olup şu kadar ki sonunda (وَ النَّاسِ اجْمَعِينَ)= "Pederinden, evlâdından ve bütün halkdan daha sevgili" ziyâdesi vardır.

211735350_dc63ebae8c_b.jpg


MUHARREM AYI

Muharrem ayı, hicrî senenin birinci ayıdır. Bu ayın ilk gecesi, akşam ile yatsı arasında (bu akşam) Allâh-ü Teâlâ'nın rızâsı için iki rekat namaz kılınır.

Namaza şu niyetle başlanır: "Yâ Rabbî, bizi yetiştirmiş olduğun bu sanayi hakkımızda mübarek kılman; afv-ı ilâhîne, feyz-i ilâhîne mazhar kılman; dünyevî ve uhrevî saadetlere nail eylemen için, Allâh-ü Ekber."

Her iki rek'atte 7 Fâtiha-i Şerîfe, 7 Âyetü'l-Kürsî, 7 İhlâs-ı Şerîf okunur. Namazdan sonra:

11 defa: "Lâ ilahe İllAllâh-ü vahdehû lâ şerîke leh. Lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü yuhyî ve yümît ve hüva hayyün lâ yamût biyedihi'l-hayr ve hüve alâ külli şey'in kadîr."

11 istiğfâr-ı Şerîf,

11 Salavât-ı Şerîfe okunup duâ yapılır.

Duada, geçmiş senenin günahlarının affı ve yeni seneye günahsız girmek için iltica edilir.

Muharremin birinci gecesi ayrıca şu şekilde niyet ederek bir Teşbih Namazı kılınır:

"Yâ Rabbî, bu yeni senede beni mağfiret-i ilâhîne, rızâ-l ilâhîne ve hidâyet-i ilâhîne mazhar eyle. Yeni açılan amel defterimi rızâ-i ilâhîne muvafık amel ile doldurmayı bana nasip eyle. Beni gadab-ı ilâhîne dûçâr edecek amellerden muhafaza buyur."

Teşbih namazında şunlar okunur:

1. rek'atte: 1 Fâtiha-i Şerîfe, 1 Âyetü'l-Kürsî,

2. rek'atte: 1 Fâtiha-i Şerîfe, 1 Âmene'r-Rasûlü...
(Sûre-i Âl-i İmrân'ın ilk 2 âyeti de ilâve edilerek)

3. rek'atte: 1 Fâtiha-i Şerîfe, 1 Hüvellâhüllezî...

4. rek'atte: 1 Fâtiha-i Şerîfe, 1 İhlâs-ı Şerîf.

Namazdan sonra istiğfar edilir, salavât-ı şerîfe ge*tirilir ve arkasından duâ yapılır. (Duâ ve İbâdetler, Fa*zilet Neşriyat)

189315323_d460ac2b8f_b.jpg



MANİ
Bahçede örümceğim
Ben sana görümceyim
Başkasına bakarsan
Ağabeyime söyleyeceğim
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
22 Ocak 2007

22 Ocak 2007

Bugün 22 Ocak 2007 Hicri: 3 Muharrem 1428 – Rûmî: 9 Kânûn-i Sânî 1422 – Kasım 76 Yavuz Sultan Selim Han’ın Ridaniye Zaferi (1517) – Baytar Mektebi’nin açılışı (1842)

GÜNÜN HADİSİ

Ebû Saîd-i Hudrî radiya'llâhu anh'den: Şöyle demiştir: Nebiyy-i Mükerrem salla'llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Ehl-i Cennet Cennet'e, ehl-i Dûzah Dûzah'a girdikten sonra Allâhu Teâlâ Azze ve Celle: "Kimin kalbinde bir hardal tânesi ağırlığınca îmân varsa (ateşden) çıkarınız." diye ferman buyuracaktır. Bunun üzerine (bu gibiler) simsiyah kesilmiş oldukları halde çıkarılıp Nehr-i hayât (yâhud Nehr-i hayâ, yâhud da Nehr-i hayâ') içine atılacaklar ve (orada) sel uğrağında kalan yabânî reyhan tohumları nasıl (sür'atle) biterse öylece biteceklerdir. Görmezmisin, bunlar (ne güzel) sapsarı olarak (ve iki tarafına) salınarak sürer?

332037702_63bcabedee_o.jpg


SULTÂN ÜÇÜNCÜ MUSTÂFA HAN

Üçüncü Mustafâ Han, saltanatı devrinde, devletin mutlak bir ıslaha muhtaç olduğunu görmüş, fakat bu hususta kendisine yardımcı olacak devlet adamları bulamamıştı. Bilhassa Koca Râgıp Paşa'nın vefatından sonra bu sıkıntıyı daha çok hissetmiştir. Padişahlığı zamanında Rusya harbinden dofayı memleketteki sıkıntı ve buhrana rağmen, hayır işlerini müm*kün olduğu kadar ihmal etmemeye çalıştı. 1757-1760 sene*leri arasında validesi Mihrişah Sultan ile ağabeyi Şehzade Süleyman'ın ruhları için Üsküdar'da Ayazma Câmıi'ni inşa ettirdi. 1760'ta Lâleli Camii ile etrafındaki medrese, imaret, türbe ve sebilini tamamladı. Soğukkuyu'daki (Gülhâne Parkı'nın giriş kapısı karşısı) Zeynep Sultan Camii de onun za*manında inşâ olunmuştur. Allâh-ü Teâlâ'nın rızâsı için yap*tırdığı bütün bu eserlerin hiçbirine kendi adını vermemişti. Üçüncü Mustafâ Han, 1766'da meydana gelen büyük İstan*bul zelzelesinde harap olan Davud Paşa kasrını, Kapalıçarşı'yı, surları, Baruthâne'yi, Saraçhane'yi ve Kızkulesi'ni tamir ettirdiği gibi; zarar gören Fatih ve Eyüb Sultan camilerini de ihya etmişti. Şiirlerinde "Cihangir" mahlasını kullanırdı.

Sultan Üçüncü Mustafâ Han, Haremeyn hizmetine ehemmiyet vererek, hacıların muhafazası ve yollarda sıkıntı çek*memesi için devletin imkânlarını seferber etti. İlme ve âlime ehemmiyet verir, onlara bol ihsanda bulunurdu. Alimleri hu*zurunda toplar ve onlardan bir şeyler öğrenmeye çalışırdı. Aynı zamanda, iyi bir hattat olup, birçok levhaları mevcuttur. Kadıköy'deki İskele Câmii'nin mihrabı üzerinde bulunan Allah ve Muhammed levhaları kendisine aittir.

Sultan Üçüncü Mustafâ Hân, 1774 Rus Harbi'nin acı haberleri neticesi rahatsızlığı artarak 21 Ocak 1774'te irtihâl-i dar-ı beka etmiş ve Laleli Camii yanında bulunan türbesine defnedilmiştir. (Rahmetüllâhi aleyhi rahmeten vâsiaten)


FIKRA.............. KOVASINA GÖRE

Bir gün Nasrettin Hoca arkadaşıyla göl kıyısında sohbet ederlerken arkadaşları sormuşlar:

- "Hocam! Sence bu gölde kaç kova su vardır?"
- "Kovasına göre," demiş Hoca efendi. Arkadaşları:
- "Nasıl yani?" deyince Hoca:
"Bu göl büyüklüğünde bir kova bulabilirseniz, bir
kovalık su vardır."



MANİ
Sarma sararım sarma
Toprak tenceresine
Gel konuşalım yârim
Mutfak penceresine
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
23 Ocak 2007

23 Ocak 2007

Bugün 23 Ocak 2007 Hicri: 4 Muharrem 1428 – Rûmî: 10 Kânûn-i Sânî 1422 – Kasım 77 Sinan Paşa’nı şahadeti (1517) – İttihatçıların Bab-ı Ali baskını (1913)

GÜNÜN HADİSİ

(Abdu'llâh) b. Ömer radiya'llâhu anhümâ'dan: Şöyle demiştir: Resûlu'llâh salla'llâhu aleyhi ve sellem (bir gün) Ensâr'dan bir kimsenin yanından geçiyordu. Ensârî, kardeşini hayâdan menediyordu. Resûlu'llâh salla'llâhu aleyhi ve sellem: "Ona ilişme. Hayâ îmândandır." buyurdu.

223058233_03c07fe6ec_b.jpg


İMÂNIN ESASI

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: "Her kim 'bir olan ve şeriki olmayan Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed Mustafâ'nın onun kulu ve peygamberi olduğuna, İsa'nın Allah'ın kulu, Meryem kulunun oğlu ve Meryem'e ilkâ ettiği kelimesi ve Allah'tan bir rûh olduğuna, cennetin hak, cehennemin de hak olduğuna şahadet ederim' derse Allâh-ü Teâlâ onu cennetin sekiz kapısından hangisini diler*se ondan cennete koyar.'

İmâm Neyevî (rh.) diyor ki: "Bu hadîs-i şerifin mevkii pek büyüktür. Akaide şâmil olan hadîslerin en cem'iyetlisi yahut en cemityetlerinden biri budur. Çünkü Pey*gamberimiz (s.a.v.) birbirlerinden ayrı ve bütün küfür mil*letlerinden sâdır olan küfür şekillerini bu hadîs-i şerifde toplamış ve başkalarına uymayan taraflarını şu birkaç kelime ile hulâsa edivermiştir."



ASIL SİZ TEVBE EDİN!

Hâricîlerden bir tâile, Küfe şehrini ele geçirdiklerinde, ahâlinin İmâm Ebû Hanefe'dir diyerek, evvela İmâm-ı Azam'ı çağırmışlar.

Kendileri gibi inanmayanların ve günah işleyenlerin küfrüne hükmeden bu taife, İmâm-ı Azam Hazretleri'ne de (hâşâ), küfründen tevbe etmesini söylemişler.

İmâm-ı Âzam da onlara; "Ben her küfürden tevbe ediciyim." buyurmuş.

İmâm-ı Âzam Hazretleri'nin verdiği bu cevaptan pek memnun olmayıp tekrar;

"İhtimal ki, sen 'Her küfürden tevbe ediciyim.” derken, bizim mezhebimizi de küfür sayıyorsun" demişler. Bu sözleri üzerine, İmâm-ı Âzam;

- Siz bu fikre ne ile vardınız? diye sorunca;

- Zannımız ile, demişler.

- "Zannın bazısı günahtır" âyet-i kerîmesi hükmünce bu zannınız günah olmakla, inançlarınıza göre günah işlemiş ve küfre düşmüş oldunuz. Asıl siz küfrü*nüzden tevbe ediniz, buyurmuşlardır.


MANİ
Yelek örerim yelek
Örnek ararım örnek
Örnek değil merakım
Bir kere yâri görmek
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
23 Ocak 2007

23 Ocak 2007

Bugün 23 Ocak 2007 Hicri: 4 Muharrem 1428 – Rûmî: 10 Kânûn-i Sânî 1422 – Kasım 77 Sinan Paşa’nı şahadeti (1517) – İttihatçıların Bab-ı Ali baskını (1913)

GÜNÜN HADİSİ

(Abdu'llâh) b. Ömer radiya'llâhu anhümâ'dan: Şöyle demiştir: Resûlu'llâh salla'llâhu aleyhi ve sellem (bir gün) Ensâr'dan bir kimsenin yanından geçiyordu. Ensârî, kardeşini hayâdan menediyordu. Resûlu'llâh salla'llâhu aleyhi ve sellem: "Ona ilişme. Hayâ îmândandır." buyurdu.

223058233_03c07fe6ec_b.jpg


İMÂNIN ESASI

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: "Her kim 'bir olan ve şeriki olmayan Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed Mustafâ'nın onun kulu ve peygamberi olduğuna, İsa'nın Allah'ın kulu, Meryem kulunun oğlu ve Meryem'e ilkâ ettiği kelimesi ve Allah'tan bir rûh olduğuna, cennetin hak, cehennemin de hak olduğuna şahadet ederim' derse Allâh-ü Teâlâ onu cennetin sekiz kapısından hangisini diler*se ondan cennete koyar.'

İmâm Neyevî (rh.) diyor ki: "Bu hadîs-i şerifin mevkii pek büyüktür. Akaide şâmil olan hadîslerin en cem'iyetlisi yahut en cemityetlerinden biri budur. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v.) birbirlerinden ayrı ve bütün küfür mil*letlerinden sâdır olan küfür şekillerini bu hadîs-i şerifde toplamış ve başkalarına uymayan taraflarını şu birkaç kelime ile hulâsa edivermiştir."



ASIL SİZ TEVBE EDİN!

Hâricîlerden bir tâile, Küfe şehrini ele geçirdiklerinde, ahâlinin İmâm Ebû Hanefe'dir diyerek, evvela İmâm-ı Azam'ı çağırmışlar.

Kendileri gibi inanmayanların ve günah işleyenlerin küfrüne hükmeden bu taife, İmâm-ı Azam Hazretleri'ne de (hâşâ), küfründen tevbe etmesini söylemişler.

İmâm-ı Âzam da onlara; "Ben her küfürden tevbe ediciyim." buyurmuş.

İmâm-ı Âzam Hazretleri'nin verdiği bu cevaptan pek memnun olmayıp tekrar;

"İhtimal ki, sen 'Her küfürden tevbe ediciyim.” derken, bizim mezhebimizi de küfür sayıyorsun" demişler. Bu sözleri üzerine, İmâm-ı Âzam;

- Siz bu fikre ne ile vardınız? diye sorunca;

- Zannımız ile, demişler.

- "Zannın bazısı günahtır" âyet-i kerîmesi hükmünce bu zannınız günah olmakla, inançlarınıza göre günah işlemiş ve küfre düşmüş oldunuz. Asıl siz küfrü*nüzden tevbe ediniz, buyurmuşlardır.


MANİ
Yelek örerim yelek
Örnek ararım örnek
Örnek değil merakım
Bir kere yâri görmek
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
Bugün 24 Ocak 2007 Hicri: 5 Muharrem 1428 – Rûmî: 11 Kânûn-i Sânî 1422 – Kasım 78 Hazret-i Ali (k.v.)’nin Kûfe Camii’nde şehadeti (661) – Haliç’in donması (1621)


--------------------------------------------------------------------------------


GÜNÜN HADİSİ

Enes radiya'llâhu anh'den: Şöyle demiştir: Nebiyy-i Muhterem salla'llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Lâ İlâhe İllâ'llâh deyib de kalbinde bir arpa ağırlığınca hayır (yâni îmân) bulunan kimse Cehennem'den çıkacaktır. Lâ İlâhe İllâ'llâh deyib de kalbinde bir buğday ağırlığınca hayır (yâni îmân) bulunan kimse Cehennem'den çıkacaktır. Lâ İlâhe İllâ'llâh deyip de kalbinde bir zerre ağırlığınca hayır (yâni îmân) bulunan kimse Cehennem'den çıkacaktır.

153059715_fad3b8be43_b.jpg


HZ. ALİ (KERREMELLÂHU VECHEH) ŞEHÂDETİ

Hz. Ali (k.v.), ilk imân eden çocuk olma şerefine ermiş ve çocukluğundan itibaren Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in terbiyesinde yetişmiştir. Onun, Resûl-i Ekrem (s.a.v.) uğrunda gösterdiği fedakârlık her türlü takdirin üstündedir. Hicret esnasında, hâne-i şaâdet'in etrafını düşmanların kuşatmış olduğu çok tehlikeli bir anda, büyük bir cesaretle Re*sûl-i Ekrem (s.a.v.)'in. yatağına yatmıştır. Sonra bir fırsat bularak yola çıkmış, Medîne-i Münevvere'ye kavuştuğunda ayakları şişmiş, yürüyemeyecek, huzûr-ı Nebeviye gireme*yecek bir halde kalmıştı. Besûl-i Ekrem (s.a.v.) bunu haber alınca, bizzat kendisi teşrîf etmiş, mübarek elleriyle, ayakla*rını okşamış, kendisine duada bulunmuştur. Hatta Hz. Ali'*nin bu fedakârlığı üzerine, "İnsanlardan bazıları da vardır ki, Allah'ın rızâsı için nefsini feda eder." (Bakara sûresi, 207) âyet-i celîlesinin nazil olduğu rivayet olunmuştur.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hz. Ali (k.v.)'yi çok severdi. Sevgili kerîmesi Hz. Fâtıma (r.anha)'yı ona nikahlamıştı. Bu, Hz. Ali (k.v.) hakkındaki iltifât-ı nebevinin en yüksek bir nişânesiydi. Hz. Ali (k.v;) Tebük Gazvesi'nde Resûi-î Ek*rem'e vekâleten Medîne-i Münevvere'de kalmış, bundan başka bütün gazvelere katılmıştır. Uhud Gazvesi'nde on altı kılıç darbesi almıştı. Bu gazvede şehid olamadığından dola*yı üzülen Hz. Ali'ye (k.v,) hitaben Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz: "Yâ Ali, şehâdet senin arkandadır. Bunlar kan ile boyandığı zaman nasıl sabredeceksin?" buyura*rak mübarek elleriyle onun başını, sakalını okşamıştı.

Hz. Ali (r.a.), Irak'a giderken Abdullah bin Selâm ziyaretine gelmiş, "Ya Ali, Irak'a gitme, korkarım ki orada vü*cûduna bir kılıç isabet eder." demiş Hz. Ali de; "Evet. Vallahi bunu bana Resûlullâh haber vermiştir." diye mukabelede bulunmuştu.

Amr ibn-i zi-Mürr el-Hemedâni (r.a.) şöyle rivayet ediyor: Hz. Ali (k.v.) Kûfe'de kılıç darbesini aldıktan sonra huzuruna girdim. Bu sırada kerîmesi Ümmü Gülsüm perde arkasından ağlamaya başlamıştı. Hz. Ali; "Kızım ağlama; eğer be*nim gördüğümü görmüş olsan ağlamazsın." dedi.

Bir müddet sonra öteden beri şevk ile beklemekte olduğu şehâdet mertebesine kavuşmuştur.


MANİ

Yolcu dayı beri bak
Kulağına deri tak
Berilere bakmazsan
Kalkmaz döşeklere yat
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
25 Ocak 2007

25 Ocak 2007

Bugün 25 Ocak 2007 Hicri: 6 Muharrem 1428 – Rûmî: 12 Kânûn-i Sânî 1422 – Kasım 79 Sırpsındığı Zaferi (1364) – Şiddetli soğuklar – Dünya Cüzzam Günü – Cüzzam Haftası (25-31 Ocak)

GÜNÜN HADİSİ

Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den: Şöyle demiştir: Bir gün Resûlu'llâh salla'llâhu aleyhi ve sellem açıkta oturuyordu. (yanına) biri gelip: "Îmân nedir?" diye sordu. "Îmân; Allâha, Meleklerine, Allâh'a mülâkî olmağa (yâni Rü'yetu'llâh'a), Peygamberlerine inanmak, kezâlik (öldükten sonra) dirilmeğe inanmaktır." cevâbını verdi. "Ya İslâm nedir?" dedi. "İslâm; Allâh'a ibâdet edip (hiçbir şeyi) O'na şerîk ittihâz etmemek, namazı ikâme ve farz edilmiş zekâtı edâ etmek, Ramazanda da oruç tutmaktır." buyurdu. (Ondan sonra) "Ya ihsân nedir?" diye sordu. "Allâh'a sanki görüyormuş gibi ibâdet etmendir. Eğer sen, Allâh'ı görmüyorsan şüphesiz O, seni görür." buyurdu. "Kıyâmet ne zaman?" dedi. (Bunun üzerine) buyurdu ki: "Bu mes'elede sorulan, sorandan daha âlim değildir. (Şu kadar var ki Kıyâmet'den evvel zuhûr edecek) alâmetlerini sana haber vereyim: Ne zaman (satılmış) câriye, sâhibini (yâni efendisini) doğurur, kim idikleri belirsiz deve çobanları (yüksek) binâ kurmakta birbiriyle yarışa çıkarlarsa (Kıyâmet'den evvelki alâmetler görünmüş olur. Kıyâmet'in vakti) Allâh'dan başka kimsenin bilmediği beş şeyden biridir." Ondan sonra Nebiyy-i Muhterem salla'llâhu aleyhi ve sellem (اِنَّ اللّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَ يُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَ يَعْلَمُ مَا فِى الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِى نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِى نَفْسٌ بِاَىِّ اَرْضٍ تَمُوتُ) Âyet-i Kerîme'sini tilâvet buyurdu. Sonra (gelen adam) arkasını döndü (gitti). Resûlu'llâh salla'llâhu aleyhi ve sellem "Onu çevirin." diye emrettiyse de izini bulamadılar. Bunun üzerine buyurdu ki işte bu, Cibrîl (aleyhi's-selâm)dir. Halka dinlerini öğretmek için geldi.

331818599_276a93cbf0_o.jpg


SIRP SINDIĞI ZAFERİ (M. 1364)

Balkanlarda Türklerin sür'atle genişlemesi derin akis*ler bırakıyordu. Buraların ahâlisi, Türk fetihleriyle beraber nizâmın, adaletin, hakkaniyetin ve huzurun hâkim olduğunu görmüşler ve hayatlarında hiç tadamadıkları rahat*lığa kavuşmuşlardı. Buna karşılık menfaatleri zedelenen ve sıranın kendilerine geleceğini gören Balkan devletleri, Papa V. Urban'ın teşvikle yeni bir Haçlı seferine hazır*landılar. Bu sefere, o zağlan Avrupa'nın en güçlü devlet*lerinden biri olan Macar 'Krallığı başta olmak üzere Sır*bistan ve Bosna Krallığj ile Romanya Prensliği gibi dev*letler katılıyordu. Ordunun başkumandanı, Macar Kralı Layoş'tu. Haçlı ordusunun mevcudu 100.000'e yakındı. Hedefleri Türkleri Avrupa’dan tamamen atmaktı.

Müttefik Haçlı ordusu Edirne üzerine yürüdü. Düşman ordularının bu beklenmedik hareketi Osmanlıları hazırlıksız yakalamıştı. Birinci Murad Hân Bursa'daydı. Ordu ha*zır değildi. Rumeli Beylerbeyi Lala Şahin Paşa, müttefik*lere karşı koyamayacağını anlayarak bir taraftan Sultan1-dan yardım istemiş.-diğer taraftan da Hacı İlbey kuman*dasındaki 10.000 kişilik bir keşif kuvvetini düşmana karşı göndererek müttefiklerin vaziyetini öğrenmek istemişti.

Haçlı kuvvetleri, Edime yakınlarındaki Çirmen mevkiin de ihtiyat tedbiri almamışlar ve üstelik içtikleri şarap yüzünden sarhoş olup sızmışlardı. Hacı İlbey, üç kola ayırdığı kuvvetleriyle Haçlı ittifakına bir gece baskını yaptı. Müthiş bir paniğe kapılan düşmanın bir kısmı, Osmanlı askerleri tarafından kılıçtan geçirildi, büyük bir kısmı da Meriç Nehrinde boğuldu. Macar Kralı Layoş canını güçlükle kurtarabildi.

Bu muharebe Osmanlı kaynaklarına "Sırp Sındığı" adıyla geçmiştir. Hacı İlbey, bu muharebede dünya askerlik târihinin en büyük zaferlerinden birini kazanmıştır. Sultân Murâd Hân, Sırp Sındığı zaferinin şükrü olarak Bi*lecik'te bir cami, Yenişehir'de bir tekke ve imaret, Bursa'da da bir cami, imaret, medrese ve hân bina ettirmiştir.



MANİ

Eştim eşti kum çıktı
Kumun dibi su çıktı
Seni dövmeye yârim
Hangi serseri çıktı
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
26 Ocak 2007

26 Ocak 2007

Bugün 26 Ocak 2007 Hicri: 7 Muharrem 1428 – Rûmî: 13 Kânûn-i Sânî 1422 – Kasım 80 Büyük tarihçi ve muhaddis İbn-i Asakir (rh.)’in vefatı (1179) – Karlofça Antlaşması (1699) – Televizyonun icadı (1926)

GÜNÜN HADİSİ
Enes İbn-i Mâlik radiya'llahu anh'den Ma'bed İbn-i Hilâl ma'rifetiyle şefâ'at hadîsi rivâyet olundu, Ebû Hüreyre'den uzun bir metin ile rivâyet olunan şefâ'at hadîsi yukarıda geçti. Buradaki rivâyetin sonuna Enes İbn-i Mâlik şu ma'lûmâtı ziyâde etmiştir. Mahşer halkı 'Îsâ'ya gelirler (şefâ'at dilerler). Hazret-i 'Îsâ da onlara: - İstediğiniz umûmî şefâ'atci ben değilim. Lâkin siz, Muhammed Salla'llahu aleyhi ve sellem'e gidip mürâcaat ediniz, diyecek. Bunun üzerine ehl-i mahşer bana gelecekler. Ben de onlara: - Umum beşeriyete şefâ'at bana ihsân olunmuştur. Rabbimden müsâ'ade istiyeyim, diyeceğim. Rabbimden istediğim de müsâ'ade olunacak, ve bana Allahu Teâlâ'ya arz-ı Mahmedet için şimdi hâfızamda bulunmıyan birtakım hamd ü senâlar ilhâm olunacak. Bu mehâmid-i seniyye ile Allahu Teâlâ'ya hamdü senâ edip Cenâb-ı Hakk'a secdeye kapanacağım. Sonra bana Allahu Teâlâ: - Yâ Muhammed! Başını secdeden kaldır, hem (ne istersen) söyle, sözün dinlenecek, (ne dilersen) iste verilecektir, şefâ'at et, şefâ'atin de kabûl olunacaktır, buyuracak ben de artık: - Yâ Rab! Ümmetimi ümmetimi, diye niyâz edeceğim. Bunun üzerine bana: - Haydi git, gönlünde arpa dânesi kadar îmânı olan müslümanları Cehennem'den çıkar, denilecek. Resûl-i Ekrem der ki: Ben de gidip vazîfemi îfâ edeceğim. Sonra dönüp geleceğim. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk'a o birtakım hamdü senâlarla hamd edip sonra Cenâb-ı Hakk'a secdeye kapanacağım. Bunun üzerine bana taraf-ı ilâhîden: - Yâ Muhammed! Başını secdeden kaldır, ve (ne dilersen) söyle, sözün dinlenecek, ve iste; istediğin verilecektir. Şefâ'at de et, şefâ'atin kabûl olunacaktır, buyurulacak. Ben de hemen: - Yâ Rab! Ümmetimi ümmetimi, diye niyâz edeceğim. Bunun üzerine bana: - Haydi git, gönlünde zerre veyâ hardal dânesi kadar îmânı olan müslümanları Cehennem'den çıkar, denilecek. Ben de gidip onları çıkaracağım. Sonra dönüp geleceğim. Bu def'a da Cenâb-ı Hakk'a evvelki hamd ü senâlarla hamd edip sonra Cenâb-ı Hakk'a secdeye kapanacağım. Bunun üzerine taraf-ı ilâhîden bana: - Yâ Muhammed! Başını kaldır ve ne dilersen söyle, sözün dilenecek, ve iste, dileğin verilecek, şefâ'at de et, şefâ'atin kabûl olunacaktır, buyurulacak. Ben de: - Yâ Rab! Ümmetimi ümmetimi, diye niyâz edeceğim. Bunun üzerine bana: - Haydi git, hardal dânesine yakın mikdarda, azın azı îmânı olan kimseleri Cehennem'den çıkar, denilir. Ben de gidip onları çıkarırım.

251644875_649800ba3a_o.jpg


BİLDİKLERİ HALDE İNKÂR EDENLER
Yahûdîler, ellerinde bulunan ve "Sizi âhir zaman peygamberi kurtaracaktır" diyen Tevrat'ı, Allah'ın Hz. Musa'ya indirdiği kitaptır diye tasdik eden Kur'ân-ı Kerîm geldiği zaman onu inkâra kalkıştılar. Halbuki Yahûdîler bundan önce müşriklere bunun geleceğinden bahsediyorlar ve bu sayede onlara karşı fütuhat talebinde bulunuyorlardı:

"İlâhî! Tevrat'ta vasıflarını bulduğumuz âhir zaman peygamberiyle bize nusret ihsan eyle" diye duâ ve yardım talep ediyorlar ve müşriklere: "Bizim söyle*diğimizi tasdik ederek çıkacak olan peygamberin zamanı geldi, gölgesi bastı, biz onunla beraber sizi Âd ve İrem gibi katledeceğiz." diyorlardı.

Fakat o bildikleri, insanlık âlemine er geç şeref vereceğine inandıkları, o yüce Peygamber ve o Kitâb-ı Kerîm gelip kendilerini İslâm dînine davet edince, sırf haset*lerinden ve makamlarını kaybedecekleri endişesinden dolayı onu inkâr ettiler. O yüce Peygamberi ve O'na inen Kur'ân-ı Kerîmi inkâra cür'et gösterdiler. Allâh-ü Teâlâ'-nın laneti bütün kâfirler üzerinedir. Artık o münkirler de bu lanetten kendilerini kurtaramayacaklarını düşünsün*ler. (Bakara Sûresi, âyet 89'un tefsirinden)



LİMON
Limon hazmı kolaylaştırır, ağız kokusunu giderir. Yorgunluk giderici, ferahlık vericidir. C vitamini sebebiyle gripal enfeksiyona karşı koruyucu tesire sahiptir. Ba*demcik iltihaplarına karşı faydalıdır. İçilmesi veya göze sürme gibi çekilmesi, sarılık hastalığına karşı faydalıdır. Limon suyu, tababette de kullanılır.

Limon suyunda ve kabuğunda bulunan C vitamini kemikleri, damarları ve dişetlerini kuvvetlendirir. Deri yara*lanmalarında, bilhassa hafif yanıklarda iyileşmeye yar*dımcı olur. Kabuklarından esans yapılır. Limon suyu, el*bise üzerine dökülen mürekkep lekesini de çıkarır.

Limon, salata, çorba ve yemeklerde kullanılır.

MANİ
İn dereye saz kopar
Koparırsan az kopar
Benim bir sevdiğim var
Gülerken bana göz kırpar
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
29 Ocak 2007

29 Ocak 2007

Bugün 29 Ocak 2007 Hicri: 10 Muharrem 1428 – Rûmî: 16 Kânûn-i Sânî 1422 – Kasım 83 AŞURE GÜNÜ – Türkçe ezanın ilk defa Fatih Camii’nde okutturulması (1932) – Şiddetli soğuklar

GÜNÜN HADİSİ
Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurdu; " Salaca ınız bir ip, sizi mutlaka Allah'a ulaştırır."
AÇIKLAMASI: "Düşün O'ndan gayri tek varlık yoktur... Abadan'dan öte bir karye (şehir) yoktur. Allahulâlem"

73303009_929c9f010d_o.jpg



EZAN

Ezan, hicretin birinci senesinde meşru olmuştur. Ezan ve kamet beş vakit farz namazlar ile cuma namazında erkekler için, -ister cemaat olarak ister münferid olarak kılsın, ister hazarda olsun ister seferde olsun, ister edâ kılsın ister kâza kılsın- üç mezhebe göre sünnet-i müekkede-i kifâye, Hanbelîlere göre farz-ı kifâyedir. Kadınla*rın ezan ve kamet okuması ise mekruhtur. Ezan ancak Arapça olarak okunur, başka lisanlarla okunursa ezan olduğu bilinse bile yeterli olmaz.

Ezan, namazın sünneti olup vaktin sünneti değildir. Hatta namazı tehir müstehap olduğu yerde ezanı tehir de müstehaptır. Ezan, sünnet-i hüdâ olup vacip derecesinde bir sünnettir. Evinde tek başına namaz kılan kimse -isterse başka mahalleden olsun- ezan sesi işittiği zaman ondan ezan mükellefiyeti düşer. Çünkü ezan ve kamet cemaatin sünnetidir. Lâkin namazını cemaatle edâ etmiş gibi olması için ezan ve kamet okuması müstehaptır.

Cemaatle namaz kılanlar -evde kılmış olsalar bile mahallenin mescidinde okunduğunu işittik diye ezanı terk ederlerse mekruh olur. Çünkü mahallenin ezanı münferit için ezan sayılır, fakat cemaat için ezan sayılmaz. Ezan her cemaat İçin ayrı ayrı sünnettir. Ancak seferî bir cemaat olursa ezanı terk etmeleri mekruh değildir. Lâkin okumaları müstehaptır. Seferî cemaatin kameti terk etmesi ise mekruhtur.

Ezan ve kamet ile namaz kılınan bir mescidde aynı vakit namazı kılan cemâatin ezan ve kamet okuması mekruhtur. Eğer muayyen bir imâm ve cemâati olmayan mescid olursa veya bir mescitte o mescidin cemâa*tinden evvel yabancılar ezan ve kamet ile namaz kılmışsa ikinci cemaatin tekrar ezan ve kamet okuması mekruh olmaz.

BEYİT:

Bu dünyânın cefâsından safâsına nöbet gelmez,

Gafil olma, ilme çalış, geçen günler geri gelmez.


MANİ
Ha erdesin erdesin
Hangi camda perdesin
Seven sabahtan gelir
Öğlen oldu nerdesin
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
30 Ocak 2007

30 Ocak 2007

Bugün 30 Ocak 2007 Hicri: 11 Muharrem 1428 – Rûmî: 17 Kânûn-i Sânî 1422 – Kasım 84 Hitler’in iktidara gelmesi (1935) – Erbain (Zemherir-Karakış)in sonu


GÜNÜN HADİSİ

Resullullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurdu; " Her kim Allah için olursa... Allah onun için olur."
AÇIKLAMASI: "Bir kul benli iden fena bulur (geçer), anını zamanını bir yana atar; varlı ını mevhum (kuruntu ürünü) nefsine izafe etmekten vazgeçerse, Hak Tealâ ona kayıtsız şartsız tecelli eder... Bir başka mana daha: Her kim fiiller, sıfat ve zat yönüyle fenafillah (dünyayı kalbden terk edip tamamen Allah'a C.C. yönelmek) mertebesine ererse, onun mahzarında (ortaya çıkma ve görünme yeri) İsm-i Azam zuhur eder -zat, sıfat ve esma , efal (fiiller) olarak-.Allahulâlem."

221809761_3f8ea0d790_b.jpg


ZEYTİNYAĞI

Zeytin, sıcak ülkelerde yetişen, uzun ömürlü olan bir ağacın meyvesidir. Gıda değeri yüksektir. Taze iken yeşil renkli olup sonradan kahverengi veya siyaha dönü*şen, yağlı bir meyvedir.

Zeytin, Cenâb-ı Hakk'ın, Kurân-ı Kerîm'inde de birkaç yerde zikrettiği, esrarına yemin ettiği ve mübarek bir meyvedir. Hadîs-i şeriflerde de zikredilmiştir.

Kur'ân-ı Kerîm'de meâlen; "Ve bir ağaç da inşâ ettik (yarattık) ki, Tûr-i Sina'dan çıkar, yiyecekler için yağ ile ve bir katık ile biter." (Mü'minûn Sûresi, âyet 20) buyuruldu.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), "Zeytinyağını ekmeğe katık ediniz ve onunla yağlanınız. Zira o, müba*rek bir ağaçtandır." buyurdular. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in, zâtülcenp (akciğer zarı iltihabı) hastalığının tedavisi için zeytinyağını tavsiye etmiştir.

Zeytinyağı; hem gıda, hem ilaç ve hem de aydınlatmada kullanılmıştır. Tedavi için ağızdan alınır veya merhem gibi haricen kullanılır.

Zeytinyağı; vücuttaki sertliklere sürülüp ovulursa faydalıdır. (Çiğ olarak alındığı zaman) Basur hastalığı için gayet faydalıdır. Karın ağrılarını dindirir ve karnı yu*muşatır, bağırsak kurtlarını düşürür. Katı ve sıvı yağlar arasında hazmı en kolay olan bu yağ, kalp ve damar hastalıklarına iyi gelir. Midenin ülsere karşı korunması, kemiklerin güçlenmesi, hücrelerin yenilenmesi gibi bir*çok fâidesi vardır.

İhtiva ettiği "tanen" maddesi sebebiyle, mikrop öldürücü olduğundan, basit yaraların ve hafif yanıkların te*davisinde kullanılır. İçinde bulunan E vitamini, insan vü*cudunu yaşlanmaya karşı korumaktadır.

Bütün bu fâidelerinden dolayı, "Zeytinyağı fakirlerin tedavi oldukları ilaçtır" denilmiştir.


MANİ
Yelek örerim yelek
Örme parası senden
Çak yârim elektriği
Pil parası benden
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
1 Şubat 2007

1 Şubat 2007

Bugün 1 Şubat 2007 Hicri: 13 Muharrem 1428 – Rûmî: 19 Kânûn-i Sânî 1422 – Kasım 86 Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesi (1935)

GÜNÜN HADİSİ
Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurdu; " O mümin ki insanların arasına girer ve onların eziyetlerine sabreder; bu, o müminden hayırlıdır ki, insanlar arasına giremez ve eziyetlerine sabredemez..."
AÇIKLAMASI: "Belirtilen manalardan biride şudur; Tam ve Kâmil insanın manaya talib olan Müslümanların arasına girmesi, yalnız kalıp onlara karışmamasından hayırlıdır. (Halk arasına karışmamak, daha ziyade, meczup vasfını haiz saliklere has bir haldir. Ama bu meczup salik de, kendisinden hiç bir şey hasıl olmayan salikten hayırlıdır. Yine, kendisinde hiç bir zuhurat olmayan, meczubdan, fazilet itibari ile daha de erlidir). Allahulâlem. "

220030007_9f046b7e05_b.jpg


İMÂM EBÛ YÛSUF'UN HÂRÛN REŞİDE NASİHATİ
"Ey mü'minlerin emîri! Allâh-ü Teâlâ sana öyle bir vazîfe verdi ki, sevabı sevapların en büyüğü, cezası da cezaların en büyüğüdür. Allâh-ü Teâlâ seni Müslümanların işlerini görmekle vazifelendirdi. Onların işlerini görmede, adaletle hareket etmezsen, bunun hesabını senden soracaktır. Bu*günün işlerini yarına bırakma! İstekler bitmeden ecel gelip çatar. Ecel gelmeden önce sâlih ameller işlemeye çalış! Çünkü ecel geldikten sonra sâlih amel işlenmez.

Çobanlar, mal sahiplerine koyunların hesabını verdiği gibi, sen de Allâh-ü Teâlâ'ya, emrinde olanların hesabını vereceksin! Bu hesap çetin olacaktır. Doğruluktan ayrılma, yoksa idare ettiğin kimseler de doğruluktan ayrılır. Nefsinin isteklerine göre ve kızgınlık esnasında karar vermekten sakın! İki işten biri dünyâ, diğeri de âhiret işi olsa, âhiret işini tercîh et! Çünkü dünya fânî, âhiret ise bakîdir. Allâh-ü Teâlâ'nın korkusuyla titre, insanlara farklı muamele yapma! Dâima temkînli ve dikkatli ol! Temkînli olmak, dil ile değil, kalb iledir. Allâh-ü Teâlâ'dan korkarak ve rahmetini umarak ona sığın! Kim ona sığınırsa, Allâh-ü Teâlâ onu korur. Kıyamet gününü bilip de amel etmeyenin, o gün du*yacağı pişmanlık bitmez. Ey mü'minlerin emîri! Bugün amel defterine yazılan, dünyâda işlediğin her şeyden yarın âhirette hesaba çekileceksin. İşlediğin her şeyin, şahitler huzurunda açığa çıkarılacağı günü unutma!

Ey mü'minlerin emîri! Korunması emredileni koru ve gözet! Eğer bunları yapmazsan yürünmesi kolay olan yollar zorlaşır. Emrinde olanların zararlarına sebep olma! Yoksa Allah onların haklarını senden alır. Emrinde olanları unut*mazsan, sen de âhirette unutulmazsın.

Ey mü'minlerin emîri! Ni'metlerin şükrünü edâ et. Ayet-i kerîmede (meâlen) "... Eğer şükrederseniz ni'metlerimi arttırırım ve eğer nankörlük ederseniz şüphesiz azabım çok şiddetlidir." (İbrahim Sûresi, âyet 7) buyuruldu.

Allâh-ü teâlâ İndinde, başkalarına faydalı olmaktan, onları doğru yola getirmekten daha sevimli ve fesattan, fitne*den daha kötü ve sevimsiz bir şey yoktur. Günah işlemeye devam etmek, ni'metlere karşılık nankörlüktür. Nankörlük eden de mutlaka cezasını çeker."

MANİ
Anne bana terlik al
Sakın yeşil olmasın
Gideceğim oğlanın
Kız kardeşi olmasın
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
2 Şubat 2007

2 Şubat 2007

Bugün 2 Şubat 2007 Hicri: 14 Muharrem 1428 – Rûmî: 20 Kânûn-i Sânî 1422 – Kasım 87 Japonya Zelzelesi (200 bin ölü / 1703) – Fırtına – Türk Eczacılar Birliği’nin kuruluşu (1956)

GÜNÜN HADİSİ
Ubade Ibnu's-Samit el-Ensari (radiyallahu anh) hazretleri demistir ki: "Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam) soyle buyurdular: "Kim Allah'tan baska ilah olmadigina Allah'in bir ve seriksiz olduguna ve Muhammed'in onun kulu ve Resulu (elcisi) olduguna, keza Hz. Isa'nin da Allah'in kulu ve elcisi olup, Hz. Meryem'e attigi bir kelimesi ve kendinden bir ruh olduguna, keza cennet ve cehennemin hak olduguna sehadet ederse, her ne amel uzere olursa olsun Allah onu cennetine koyacaktir."
Buhari, Enbiya 47; Muslim, Iman 46, (28); Tirmizi, Iman 17, (2640).
Muslim'in bir baska rivayetinde soyle buyrulmustur: "Kim Allah'tan baska ilah olmadigina ve Muhammed'in Allah'in elcisi olduguna sehadet ederse Allah ona atesi haram kilacaktir."

220944896_7fac4a4ab5_b.jpg


ABDUH KİMDİR?
Muhammed Abduh, 1849'da Mısır'da doğdu. 1905'te yine burada öldü. 1Ş99'da İngilizlerin desteği ile Mısır müf*tüsü oldu. Müftülüğü hiçbir zaman Osmanlı Devleti'nin tasdikinden geçmemiştir.

• Cemâleddin Efgânî'nin tesiriyle dinde reformcu bir görüş benimsedi, ibn-i Teymiye'nin Ehl-i Sünnet'e aykırı
fikirlerine sıkı bir bağlılığı vardı.
• Avrupalı müsteşriklerin ve felsefî fikir ve yorumlarla
yazılmış kitapların tesirinde kaldı.
• İslâm âlimlerinin nakli (kitap ve sünneti) esas alan, aklı
naklin hizmetine yeren yolundan ayrılarak dînî meselelerde
kendi düşüncelerine göre konuşmaya ve hüküm vermeye
başladı.
• Yazdığı yazıların Arap milliyetçiliği fikirlerinin uyan*
dırmasında büyük tesiri oldu. Bu şekilde Mısır ile bazı
Arap ülkelerinin Osmanlı Devleti'nden ayrılmasında -kısmen de olsa- rol oynamıştır.
• Hocası Efgânî gibi mason olup masonluğun Ezher'e
girmesini temin etti.
• Mezheb İmamlarını taklit etmeyi bırakıp serbest bir
akılla hareket edilmesini istedi ve mezhepsizliği körükledi.
• Ayet-i kerîmelere, batılılaşmaya uyacak şekilde kendi
aklına göre mânâ vererek Ehl-i Sünnet âlimlerine muhalefet etti.
• Fîl Sûresi (âyet 3)'nde bildirilen ebabil kuşlarına "sivri*
sinek", attıkları taşlara "mikrop" dedi.
• Zilzâl Sûresi'nin 7. âyetindeki "Zerre ağırlığında hayır
yapan, karşılığına kavuşur." mealindeki âyet-i kerîmeyi tef*
sir ederken; "Müslüman olsun, kâfir olsun, sâlih (iyi) amel
işleyen herkes Cennet'e girecektir." diyerek Ehl-i Sünnet
alimlerinden ayrıldı.
• Nisa Sûresi'nin 157 ve 158. âyetleri ile göğe çıkarıldığı bildirilen Hz. îsâ'nın öldüğünü ve ruhunun göğe çıka*rıldığını iddia etti.
• Reformcu fikirleri, Selefîlik adıyla talebeleri ve sevenleri
tarafından günümüze kadar devam ettirilmiştir. Bugün,
mezhepleri birleştirmek ve mezhep sahibi âlimler gibi dinde
kendilerini yetkili görmek, Abduh ve hayranlarının en bariz
husûsiyetlerindendir.


MANİ

Ha erdesin erdesin
Hangi camda perdesin
Seven sabahtan gelir
Öğlen oldu nerdesin
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
6 Şubat 2007

6 Şubat 2007

Bugün 6 Şubat 2007 Hicri: 18 Muharrem 1428 – Rûmî: 24 Kânûn-i Sânî 1422 – Kasım 91 Sultan İkinci Ahmed’in vefatı, İkinci Mustafa’nın tahta çıkışı (1695)

GÜNÜN HADİSİ
Muaz Ibnu Cebel el-Ensari (radiyallahu anh) hazretleri anlatiyor. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kimin (hayatta soyledigi) en son sozu La ilahe illallah olursa cennete gider"
Ebu Davud, Cenaiz 20, (3116).


ELBETTE SEN EN GÜZEL AHLÂK ÜZERESİN
Ebû Saîd-i Hudrî (r.a.) buyuruyor ki:

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hayvanlara yem verir, deveyi bağlar, ahıra gider, koyun sağar, nalını tamir eder, yırtık ve söküğünü diker ve hizmetçileri ile yemek yerdi.

Hizmetçi yorulunca, el değirmenini döndürmekte ona yardım ederdi.

Çarşıdan aldığı şeyleri, kucağında eve getirirdi.

Fakire, zengine, küçüğe, büyüğe önce kendisi selâm verir, mübarek elini onlara uzatırdı.

Din hususunda köle ile hür, beyaz ili siyah arasında fark gözetmezdi,

Gece ve gündüz aynı elbiseyi giyerdi, üstü başı toz-toprak içerisinde olanların bile dâvetine giderdi.

Önüne ne getirseler, (az da olsa) hakir görmezdi. Sabah İçin akşamdan yemek hazırlamazdı.

Güzel ahlâklı, kerîm tabiatlı olup herkesle İyi geçinirdi. Kahkaha İle gülmezdi, mütebessim idi. Mahzundu, fakat asık yüzlü değildi. Mütevazı İdi, ancak zillete vardırmazdı. Heybetli İdi, ama sert ve haşin değildi. Cömert İdi, lâkin İsraf etmezdi. Herkese merhametli ve İnce kalpli İdi. Dâima başını önüne eğerdi. Saadete kavuşmak isteyen ona uymalıdır. Allâh-ü Teâlâ, "Elbette sen en güzel ahlâk üzeresin." (Kalem Sûresi, âyet 4) buyurup onu medheyledi.


MANİ

Yolda buldum on para
Yârim gözün ne kara
Allah sana su vermiş
Yıkasana maskara
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
7 Şubat 2007

7 Şubat 2007

Bugün 7 Şubat 2007 Hicri: 19 Muharrem 1428 – Rûmî: 25 Kânûn-i Sânî 1422 – Kasım 92 Maraş’a “Kahraman” unvanı verildi (1973) – Soğukların artması

GÜNÜN HADİSİ
Ebu Zerr (Cundeb Ibnu Cunade el-Gifari) (radiyallahu anh) hazretleri anlatiyor:Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bana Cebrail aleyhisselam gelerek "Ummetinden kim Allah'a herhangi bir seyi ortak kilmadan (sirk kosmadan) olurse cennete girer" mujdesini verdi" dedi. Ben (hayretle) "zina ve hirsizlik yapsa da mi?" diye sordum. "Hirsizlik da etse, zina da yapsa" cevabini verdi. Ben tekrar: "Yani hirsizlik ve zina yapsa da ha!" dedim. "Evet, dedi, hirsizlik da etse, zina da yapsa!"
Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) dorduncu keresinde ilave etti: "Ebu Zerr patlasa da cennete girecektir".
Buhari, Tevhid 33; Muslim, Iman 153, (94); Tirmizi, Iman 18, (2646).


ALIŞ VERİŞTE İBÂDET
Bir kimse İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Hazretleri'ne sordu:

- Yâ imâm! Ben vakitlerimi ibâdet ile geçirmek isti*
yorum. Bana bir şey yaz da, hep onu yapayım!

İmâm-ı Âzam (r.a.) alış veriş bilgilerini yazıp verince, adam.

- Bu, tüccarlara lâzım olur. Ben evimde oturup ibâdet ile meşgul olmak istiyorum, dedi. Bunun üzerine İmâm-ı Âzam şu cevâbı verdi:

- Yiyecek ve giyecek lâzım olmayan kimse var mı?
Dînin alış veriş kısmını bilmeyen, haram lokmadan
kurtulamaz ve İbâdetlerin sevabını bulamaz. Zahmetleri boşa gider, azaba yakalanır ve çok pişman olur.

DELLÂLİYE - SİMSARİYE (KOMİSYONCULUK)
Dellâl-simsâr (komisyoncu), alış veriş ve kira gibi ticarî işlerde aracılık yapan kişi demektir.

Dellâl, ecîr-i müşterek (serbest işçi) mesabesindedir. İslâm hukukunda bir işverenin emrinde olup yalnızca ona çalışmaya mecbur olan işçiye ecîr-i has (husûsî işçi), bir kişiye çalışmaya mecbur olmayıp kendi dükkanında, gelen işleri kabul edip yapan esnafa veya bir kişiye çalışsa bile muayyen bir vakit ile kayıtlı olmayan kişiye ecîr-i müşterek (müşterek işçi) denir.

Komisyonculuk, insanların ihtiyaçları olduğundan caiz görülmüştür. Komisyoncu, satmak için aldığı malı satamazsa ücret alamaz. Fakat bir kimse alım satım için bir kimseyi bir gün, bir hafta gibi malûm bir müddet için malûm bir ücretle kiralarsa alım satım yapmasa da tâyin edi*len ücreti hak etmiş olur. Çünkü o, komisyoncu değil, işçi olmuş olur.

Komisyoncu bir malı tâyin edilen bedelden fazlaya satsa, bu fazlalık mal sahibine ait olur. Komisyoncu tâyin edilen ücreti alır.

Komisyoncu bir malı sattıktan sonra satış herhangi bir sebepten bozulursa komisyoncunun aldığı ücreti geri vermesi gerekmez.



MANİ

Bizim bahçede güller
Renkleri kan kırmızı
Yârimle konuşurken
Doğdu şafak yıldızı
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
8 Şubat 2007

8 Şubat 2007

Bugün 8 Şubat 2007 Hicri: 20 Muharrem 1428 – Rûmî: 26 Kânûn-i Sânî 1422 – Kasım 93 Sultan Dördüncü Murad Han’ın vefatı (1640) – Yeni Camii İbadete açıldı (1664) – Antep’e “Gazi” unvanı verilmesi (1921)

GÜNÜN HADİSİ
Cabir Ibnu Abdillah el-Ensari (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Iki sey vardir gerekli kilicidir" Bir zat: -Ey Allah'in Rasulu! gerekli kilan bu iki seyden maksad nedir? diye sordu: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam):
"Kim Allah'a herhangi bir seyi ortak kilmis olarak olurse bu kimse atese girecektir. Kim de Allah'a hicbir seyi ortak kilmadan olurse o da cennete girecektir" cevabini verdi."
Muslim, Iman 151, (93).

193634514_eab1117a90_b.jpg




HAZRET-İ İDRÎS ALEYHİSSELÂM

"Ve kitapta İdris'i de an. Çünkü o bir sıddık, bir peygamber idi." (Meryem Sûresi, âyet 56)

Hz. Şît (a.s.)'den sonra peygamberlik Hz. İdrîs'e (a.s.) yerildi. Kendisine otuz suhuf (sahîfe) nazil oldu. Geçmiş devirlerin bütün ilimleri kendisinde toplanmıştı. İlk defa kalemle yazı yazan ve elbise dikip giyen zât odur. Ondan evvel Âdemoğulları hayvan derisi giyerdi.

Hz. Şît (a.s.)'in vefatından sonra mü'minlerin çoğu Kâbiloğullarına uymuş ve îmândan vazgeçmişlerdi. Allâh-ü Teâlâ bu sebeple kendilerine Hz. İdris (a.s.)'ı peygamber olarak gönderdi. Hz. İdris (a.s.) kavmini putlara tapmak*tan menedip Allâh-ü Teâlâ'ya ibâdete davet etti. Fakat onlar kendisini yalanladılar. Hz. İdris (a.s.) kavmini çağı*rıp onlara nasihat etmiş, Allâh-ü Teâlâ'ya itaat etmelerini söylşmişti; ama dâvetine sâdece bin kişi icabet etmiştir. Hz. İdris (a.s.), ilk kez Allâh-ü Teâlâ yolunda Kabiloğulları ile savaşmış, onlardan esirler alıp âzâd etmiş*tir. Allâh-ü Teâlâ'nın. Kâbiloğullarını, onlarla düşüp kal*kanları ve onlara meyledenleri azaba uğratacağını bildir*di ve kendilerini onlarla düşüp kalkmaktan nehyetti. Allâh-ü Teâlâ ibâdette ihlâslı olmalarını, doğruluk ve yakîn üzere amel etmelerini tavsiye etti.

Hz. İdrîs (a.s.)'e göklerin esrarı açılmıştı. Nihayet Cenâb-ı Hakk, onu diri iken göğe kaldırdı. Ayet-i kerîmede (meâlen) "Biz onu üstün bir makama yücelttik. (Mer*yem Sûresi, âyet 57) buyrulmuştur.

MUCİZE GÖRMEYİ BEKLEMEK

İmâm-ı Âzam Hazretleri zamanında peygamberlik iddiasında bulunan bir sapığın, bir kalabalık huzurunda "Bana müsâade ederseniz yarın size mucizemi gös*teririm." dediğini duyan İmâm-ı Azam Hazretleri bu*yurdular ki:

"Sakın buna kulak vermeyin. Her kim bu zâttan mucize göstermesini beklerse dinden çıkar. Yarın ne yapacak diye merak eden 'Benden sonra peygamber yoktur.' hadîs-i şerîfini inkâr etmiş olur."


8247072_5b206e94bd_o.jpg


MANİ

Kahve koydum cezveye
Kalk gidelim gezmeye
Alışmışım duramam
Gelin kızı ezmeye
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
9 Şubat 2007

9 Şubat 2007

Bugün 9 Şubat 2007 Hicri: 21 Muharrem 1428 – Rûmî: 27 Kânûn-i Sânî 1422 – Kasım 94 Halife Ömer bin Abdülaziz (k.s.) Hz.nin vefatı (720) – Minarelerde ilk kandil yakıldı (1588) – Sultan İbrahim’in tahta çıkışı (1640) – Boğaziçi dondu (1521)

GÜNÜN HADİSİ

Ebu Hureyre (radiyallahu anh) hazretleri anlatiyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e "Ey Allah'in Resulu, kiyamet gunu senin sefaatinle en ziyade saadete erecek olan kimdir?" diye sormustum. Bana: "Hadis'e karsi sende olan aski gorunce, bu hususta senden once bana bir baskasinin sualde bulunmayacagini tahmin etmistim" aciklamasini yaptiktan sonra su cevabi verdi: "Kiyamet gunu benim sefaatimle en ziyade saadete erecek olan kimse, samimi olarak ve icinden gelerek 'La ilahe illallah' diyen kimsedir"
Buhari, Ilm 34, Rikak 50.

fetch.dll



ÎMÂNIN KISIMLARI

1. İmân-ı Taklîdî: Farzı, vacibi, sünneti, müstehabbı...
kısaca dîni bilmez, anasından babasından ve çevresin*
den gördüğü gibi inanır, ibâdet eder; işte bu kimsenin
îmânı taklîdîdir. Bu kimsenin îmânını muhafaza edememesinden korkulur.

2. İmân-ı istidlâlî: Farzı, vacibi, sünneti, müstehabbı
hem bilir hem amel eder bilmediği şeyleri bilenlere sorarak öğrenir. İşte böyle> kimsenin imânı istidlâlîdir ve böyle kimsenin imânı kuvvetlidir.

3. imân-ı Hakîkî: Ciple âlem bir yere gelse, Allâh-ü
Teâlâ'yı inkâr etseler o kimsenin kalbine asla şek ye
şüphe gelmez; onun îmânı peygamberler ve velilerin
imânı gibi kuvvetlidir.



SULTAN İBRÂHİM HÂN1640 yılında, 18. Osmanlı padişahı olarak, 25 yaşında
tahta çıkan Sultan Ibrâhîm; "Elhamdülillah yâ Rab ki,
benim gibi zayıf kulunu bu makama lâyık gördün"
diye şükretmiş ve "Yâ Rabb! Zamanımda ümmet-i Muhammedi hoş hâl eyle ye birbirimizden hoşnut eyle" diye duâ etmiştir.

Sultan İbrâhîm, hilâfet ve saltanat makamına geçerken, Allah'a hamd edip Hakk'ın emirlerine riâyet ederek halkı hoşnut etmeyi en büyük vazife bildiğini göstermiştir. Sadrâzamlarına, zamanında, çok âdil olmak istediğini, bu*nun İçin gayret etmelerini defalarca bildirmiş, husûsî yazılarında, ahâlinin meseleleri için duyduğu ızdırabı anlatmış; Allah'a karşı mesuliyetinden sabahlara kadar uyuyamadığını İfâde etmiştir.

Şehri tebdîl-i kıyafet gezerken, ahâlinin ekmek almak için fırın önlerinde kuyruk olduğunu görünce sadrazama "Sen ki lalamsın; İstanbul'da tebdil gezerken, fırın önlerinde ekmek almak İçin bekleyenler gördüm. Tebeâ-yı şahanemden hiçbirinin ekmek almak için bir an dahi olsa beklemesine rızâyı şahanem yoktur. Bir hoşça mukayyed olasın." diye yazmıştır. Zarurî ihtiyaç maddelerinin fiyatlarıyla dâima alâkadar olmuş; pahalılık olmaması için tedbir almıştır.





MANİ
İstanbul'a giderken
Hangi rüzgârlar esti
O güzel saçlarını
Hangi berberler kesti
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
12 Şubat 2007

12 Şubat 2007

Bugün 12 Şubat 2007 Hicri: 24 Muharrem 1428 – Rûmî: 30 Kânûn-i Sânî 1422 – Kasım 97 San’a (YEMEN)’in fethi (1546) – Kahramanmaraş’ın kurtuluşu (1920)


GÜNÜN HADİSİ
Vehb Ibnu Munebbih'in anlattigina gore kendisine: "Lailahe illallah cennetin anahtari degil mi? dendi de: "Evet, oyledir ama dissiz anahtar olur mu? Disleri olan anahtarin varsa kapin acilir, yoksa kapali kalir, acilmaz" cevabini verdi.
Buhari, Cenaiz 1.

63149262_65d921ae96_b.jpg


GIYBET NEDİR?
Gıybet, çekiştirme; duyduğu zaman insanın hoşuna gitmeyecek olan bir kusurunu gıyabında söylemektir. Gıybet başlıca aşağıdaki hususlarda olur.

Bedenî Gıybet: Gözü şaşıdır, bir gözü kördür, başı keldir, yüzü sivilcelidir, boyu kısa veya uzundur, siyahtır, sarıdır, gibi duyduğu zaman kişinin canının sıkıla*cağı şeyleri söylemek.

Nesebî Gıybet: Ana ve babası için, kötü insandır, gibi hoşuna gitmeyecek herhangi bir şey söylemek.

Ahlâkî Gıybet: Kötü huyludur, cimridir, kibirlidir, riyakardır, hiddetlidir, korkaktır, âcizdir, tahammülsüzdür, yüreksizdir, dernek gibi.

Dînî Gıybet: Hırsızdır, yalancıdır, içkicidir, kumarbazdır, hâindir, zâlimdir, namaza ve zekâta tembeldir, namazı güzel kılmaz, pislikten kaçınmaz, ana babasına itaat etmez, zekâtı yerine vermez, gibi sözler.

Dünyevî Gıybet: Edepsizdir, insanlara ihanet eder, halkın hakkına, hukukuna riâyet etmez, her yerde kendisini haklı görür, çok konuşur, çok yer, çok uyur, vakit*siz uyur, oturacağı yeri bilmez, demek gibi.

Giyinişin Gıybeti: Kıyafeti geniştir, dardır, uzundur kısadır, kirlidir, gibi sözler gıybet olur.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) "Fâsıkın (yani aşikâre günah işleyenin) gıybeti olmaz" buyurdular. Binâenaleyh, Ramazân-ı şerîfte, bir kimse, mazeretsiz olarak oruç tutmamış olsa günahkâr olur. Ancak, insanlardan utanmayıp, insanların gördüğü bir yerde orucu bozan bir şey yapması fâsıklık olur. Mazeretsiz oruç tutmamak günâh olup, bunu insanlardan utanarak gizleyen kimse*nin oruç tutmadığını söylemek gıybet olduğu hâlde, oru*cu mazeretsiz tutmadığı gibi insanların gözü önünde, orucu bozan bir harekette bulunan kişi fâsık olur ve onun bu hareketini konuşmak gıybet olmaz. Diğer gü*nahlar da böyledir.




MANİ
Kırlarda altın seren
Sen ol çiçeği deren
Yârim karşına çıkar
Sana kalbini veren
 

seniseven

New member
Katılım
9 Kas 2005
Mesajlar
425
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
53
13 Şubat 2007

13 Şubat 2007

Bugün 13 Şubat 2007 Hicri: 25 Muharrem 1428 – Rûmî: 31 Kânûn-i Sânî 1422 – Kasım 98 Kuzey Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kuruluşu (1975) – Erzincan ve Görele’nin kurtuluşu (1918)

GÜNÜN HADİSİ
Abdullah Ibnu Mes'ud el-Huzeli (radiyallahu anh)'nin anlattigina gore, bir adam kendisine "Sirat-i mustakim (dogru yol) nedir?" diye sordu. Ona su cevabi verdi:"Muhammed (aleyhissalatu vesselam), bizi sirat-i mustakimin bir basinda birakti. Bunun obur ucu ise cennete ulasmaktir. Bu ana yolun saginda ve solunda baska tali yollar da var. Bunlardan her birinin basinda bir kisim insanlar durmus oradan gecenleri kendilerine cagiriyorlar. Kim bu dis yollardan birine suluk ederse yol onu atese goturecektir. Kim de sirat-i mustakime suluk ederse o da cennet'e ulasacaktir." Ibnu Mes'ud bu aciklamayi yaptiktan sonra su ayeti okudu: "Iste bu benim sirat-i mustakimimdir, buna uyun. Baska yollara sapmayin, sonra onlar sizi Allah'in yolundan ayirirlar...." (En'am 152)
(Rezin Ibnu Muaviye'nin ilavesidir).

374017534_bc7b0b0b8f_b.jpg



DAHA SEVİMLİSİ YOK
Peygamber Efendimiz (s.â.v.) buyurdu ki: "Allâh-ü Teâlâ indinde kişinin, yumuşaklıkla yen*diği öfke ile, sabırla karşıladığı musibetten daha se*vimli iki şey yoktur. Yine Allâh-ü Teâlâ nezdinde, kişi*nin, fîsebîllllah döktüğü bir damla kan ile, gecenin karanlığında Allah -ı Teâlâ'dan başka kimsenin görmediği bir sırada/secdede iken döktüğü bir damla gözyaşından daha sevimli iki katre yoktur.

Ve son olarak Allâh-ü Teâlâ nezdinde, kişinin, farz namazları kılmak için attığı bir adım ile, akraba ve yakınlarını ziyaret etmek maksadıyla attığı bir adım*dan daha sevimli iki adım yoktur."

213283889_d2da7ef934_b.jpg


EN GÜZEL ABDEST
Hz. Osman (r.a.) ellerini üç defa yıkamış, sonra mazmaza ve istihşak yapmış yani ağzına ve burnuna su ver*miş, sonra yüzünü üç defa yıkamış, sonra sağ kolunu dirsekleri ile beraber üç defa, sonra sol kolunu aynı şekilde üç defa yıkamış, sonra başını (kaplama) mesh etmiş, sonra sağ ayağını topuklarıyla beraber üç defa, sonra sol ayağını da aynı şekilde (üç defa) yıkayıp abdest almış ve şöyle buyurmuş: "Ben Resûlullâh'ın (s.a.v) şu benim abdestim gibi abdest aldığını gördüm." Sonra, Resulullâh (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu söyledi:

'Her kim benim şu abdestim gibi abdest alır da kalkar ve aklından bir şey geçirmeyerek iki rekât namaz kılarsa, geçmiş günâhları affolunur.'

Abdullah bin Abbas (r.a.) abdest almış ve ayaklarını yıkadıktan sonra; "Ben Rasûlullâh (s.a.v.)'l böyle abdest alırken gördüm" buyurmuştur.

Abdestte ayakları topuklar dâhil yıkamak dört hak mezheb (Hanefî, Şafiî, Mâlikî, Hanbelî) imamlarına göre farzdır.

Hz. Ömer (r.a.) buyurdular ki: "Bir adam abdest almış da ayağının üzerinde tırnak kadar yıkanmadık bir yer bırakmıştı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) onu görünce 'Dön de abdestini tertemiz al!' buyurdu."


MANİ
Yârim okul önünde
Kitap açmış okuyor
Elindeki laleyi
Bana bakıp kokluyor
 
Üst Alt