Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Dinler arası diyalog

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
@duha

nurculugun tanimini yanlis yapmissin ama insallah ögreneceksin nurculuk nedir duymadigin görmedigin seyleri kisilere yükleyip yalan söylemek nurculukmudur insallah ögreneceksin ve piseceksinNurculuk - Kardeşliktir. Fakat öyle kardeşlik ki ırsi kardeşlik dahi onun yanında sönük kalır.
Nurculuk - Müslümanların derdini kendine dert edinmektir.
Nurculuk - Hak namına kelle de gitse haksızlığa tapmama andıdır.
Nurculuk -
Hapsede kapatılsa, zindana ateşe de atılsa, dilim dilim doğransa yine ilahi şahitlik vazifesini
yapma azmidir.

Nurculuk - Enaniyetten tecerrüd edip kardeşinde fani olmaktır.
Nurculuk - Hakkın hatırını, nefsin hatırına, hakkın muradını nefsin muradına takdim etmektir.
Nurculuk - Zulmete karşı Nuru, küfre karşı imanı, rezalete karşı fazileti ve esarete karşı hürriyeti müdafaadır.
Nurculuk - Hakkı iladır.
Nurculuk - Hakka yönelmek, Kur'ana sarılmak ve Peygamberler Peygamberine (A.S.V.) bağlanmaktır.
Nurculuk - Maruf'u emir, ve münker'i nehydir. Yani herkesi iyiliğe çağırmak, iyiliği emretmek ve kötü*lükten vaz geçirmeye çalışmaktır.
Nurculuk - Hablül metine temessüktür.
Nurculuk – Sırr-ı ihlas ile samimi tesanüddür ve ittihadtır.
Nurculuk - İslamiyetin ulvi ve kudsi imanının şanı ve icabı olarak Tevhid bayrağını açıp, cesaret ve me*tanet zırhını giyinip, ihlas kılıncını kuşanıp, Kur'an ve iman hizmetinde maddi ve manevi her şeyden feragat düsturu ile Cehd ü gayret etmektir.
Nurculuk - İzzetle mevti, zilletle hayata tercihtir.
Nurculuk - Kesb-ü kemal ve seyri cemaldir.
Nurculuk - Kur'an ve iman hakikatlerini ilandır.
Nurculuk - Hakikatlerin hakikatine, ilahi kudrete ve külli iradeye teslimiyet duygusudur.
Nurculuk - Şahısların değil, şahıslarla tahdit edilemiyen ezeli ve ebedi hakikatlerin peşinde koşmaktır. Nurculuk - Ef'al ve hareketlerini şahıslara, sakim mesleklere, sapık kanaatlara değil, İslami düsturlara, ilahi prensiplere, ezeli ve ebedi hakikatlere intibak ettirmektir.
Nurculuk - Zillet ve meskenet düşmanlığıdır.
Nurculuk - Küfr-ü mutlaka karşı sonsuz muazzam ve müthiş bir kıyamdır.
Nurculuk - İslamiyeti kupkuru kelimelerden ruhsuz heykelcilikten ibaret bilen salak gafillere ve solak se*fihlere İslamiyetin külli bir cemiyet nizamı, hayat düzeni ve kainat mizanı olduğunu bildirme ve gösterme azmidir.
Nurculuk - Ölürsem şehidim, kalırsam Kur’an’ın hizmetkarıyım prensibidir.
Nurculuk - Her zaman ve her yerde batılla mücahede ve mütemerrid dalaletle mücadele akdidir.
Nurculuk - Hak ve hakikat uğrunda durmamasına uğraşmak ve dönmemesine dayanmak şuurudur.
Nurculuk - Maşeri tekamülatı şahsi kemalata takdim düsturudur.
Nurculuk - Hakkaniyete çözülmemesine inanmak ve bağlanmak ahlakıdır.
Nurculuk - ALLAH’dan gayri hiç bir fani önünde serfüru etmeme vakarıdır. Nurculuk - Yalnız ve yalnız Cenab-ı Hakka tapmak ve ondan yardım istemek terbiyesidir .
Nurculuk - İslamda ayrılık ve gayrılık değil, aynılık dileğidir.
Nurculuk - Kudret-i ezeliyeden başka bir kuvvet ve varlık karşısında zaaf ve acze iltica etmeme iradesidir.
Nurculuk - Müzdarip insanlığa karşı hayat ve kuvvet, şefkat ve fazilet vazifesini ifadır.
Nurculuk - Yıllar yılı sürüp gelen korkunç ölüm uykusundan uyanma, ruhlara vurulan esaret bağlarını zillet ve meskenet zincirlerini kırıp parçalama ve yıldızlara, güneşlere basarak kudsi alemlere çıkıp yük*selme ve oradan güneşler gibi parlayıp, gökler gibi gürleyip şimşekler gibi çakma kararı ve gayretidir.
Nurculuk - Kendine dönme, kendine gelme, kendini bilme ve kendini tanımadır.
Nurculuk - Ezelden beri yanan ve ebediyetlere kadar da sönmemesine yanacak olan güneşlerden örülmüş ilahi bir meş'aledir.
Nurculuk - Hakikatın kudsi ateşinden ebedi vuslatın hasret ve şevkinden alev almış mukaddes bir fikirdir.
Nurculuk - Her işte her zaman her yerde her şeyde hakkı iltizamdır.
Nurculuk - Kendinden olmayan kendini bilmeyen kendine dönmeyen ve kendine (onu kendine döndürünceye, kendindeki kendiliğe benzetinceye kadar) aslanlar gibi mücahede ve mücadele etme mefkuresidir. Nurculuk - Büyük sonsuz ve mukaddes bir davanın dertlisi çilelisi ve kara sevda1ısı olmaktır.
Nurculuk - Sahil-i selamet olan Dar-üs-Selama Ümmet-i Muhammediyeyi (A.S.M.) çıkaran bir sefine-i Rabbaniyede hademeliktir. Nurculuk - Cadde-i Kübra-yı Kur'aniyedir.
Nurculuk - Hakkı arama bulma şevki ve sonsuzluk iştiyakıdır.
Nurculuk - Kula kulluk zilletine vedadır.
Nurculuk - İslam Fedailiğidir.
Nurculuk - Kalpte istikamet, maksatta hakkaniyet, histe fazilet, ahlakta nezafet, ve ruhta ulviyet hakimiyetidir.
Nurculuk - Cansız ruhsuz şuursuz imandan, aşk ve hayat hamle ve kuvvet kaynağı şuurlu nurlu ve ulvi imana, resmi ve mecazi Müslümanlıktan hakiki Müslümanlığa, manalı ruhlu ve canlı Müslümanlığa rücudur.
Nurculuk - Asayişi muhafazadır.
Nurculuk - Emniyeti bozup sakatlaştırmak değil, kurup temelleştirmektir. Alçaltıp düşürme değil, yükseltip kemale erdirmektir.
Nurculuk - Hizb-üş Şeytanın (Komünizmin, Siyonizmin, Masonizmin, Materyalizmin, Süfyanizmin vs. nin) tecavüzlerine, tah*riplerine, şerlerine karşı kahramanlar diyarı, şehitler yurdu, gaziler ülkesi olan bu mukaddes Vatanı ve bütün Alem-i İslamı himaye ve vikaye için dest-i kudret tarafından tesis edilmiş mu*azzam ve muhteşem bir Sedd-i Kur'andır.
Nurculuk - Nur u Kur'an ile nurlanmak ve istekli muhtaçları da nurlandırmaktır.
Nurculuk - Ecdada hürmet, maziye ve an'aneye sadakattır.
Nurculuk - Asr-ı Saadet güneşinin yirminci asır ufkunca tebellür eden kudsi bir lem'asıdır.
Nurculuk - Öze özden aşıdır. Elden ve telden değil.
Nurculuk - Ölümsüzlük mesleğidir.
Nurculuk - Zulmetten Nur'a, dalaletten hidayete, esaretten hürriyete isyandan itaate, hiyanetden hamiyyete, rezaletten fazilete, mezelletden izzete, meskenetden harekete, nifaktan vifaka, ihtilaftan ittifaka, riyadan ihlasa, adavetten muhabbete, husumetten uhuvvete, tedenniden terakkiye, ademden vücuda, firaktan visale ve en nihayet derin, kesif ve kör gafletten ilahi intibaha ulaşma ve ka*vuşma cehdidir.

Biz Nur Mekteb-i İrfanının sadık ve sıddık talebeleri canımız sertacımız kahraman sevgili üstadımız Bedüzzamanı kara toprakların mechul karanlıklarına değil, ruhumuzdaki ilahi Nuristana ve gönlümüzün müebbed fecr-i sadıkına gömdük. Onu o muazzez, muhkem ve muhteşem mevkiinden hiç bir fani ve beşeri kudret söküp atamıya*caktır. Buna teşebbüs eden her plan ve düzen ebedi bir zillet ve hüsrana mahkumdur. Ona hainane uzanan el*ler kurur, diller çürür, gözler kör olur.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Dinler arası diyaloga karşı çıkanlar ;

1. RESULUN AMCASI EBU TALİP ARASINDAKİ DİALOĞU AÇIKLAMALASI NASIL OLUR?
2. KAÇ KİŞİNİN HİDAYETİNE VESİLE OLDUNUZ ?

AYNASI İŞTİR KİŞİNİN LAFA BAKILMAZ...
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
sayın Duha sizin beğenmediniz hocaefendi için sizin risale konusundan eline su dökemiceğiniz zatlar neler demiş merak ediyormusun?


MEHMET KIRKINCI.

Onun vaaz ve nasihatleri en duygusuz insanı bile heyecana getirip ağlatır.
Onun en bariz meziyetlerinden birisi de vatan ve milletini çok sevmesi idi. Kendisi için değil milleti için yaşar ve düşünürdü. O nedenle, onun hizmetlerini çekemeyenler, ona karşı olanlar memleketin, milletin dostu değil. Kendisine yapılan saldırılara rağmen azim ve sebatla, sabır ve tahammülle taviz vermeden davasını takip etti. Bir gün adaletin zulme, hakkın batıla galebe edeceğine inanıyordu. Fikir ve irfanla ve neşriyatla insaniyete hizmet etmeyi gaye edinmişti. Hoşgörü sahibi idi. Muhaliflerine bile kat’iyyen düşman nazarı ile bakmazdı. Hakikate muhalif hiçbir menfi harekette bulunmamıştır. Yüzlerce ve binlerce gencin fazilet ve irfanına vesile olmuştur. Bu ağır vazife, genç yaşta saçlarının ağarmasına sebep olmuştur."(6)

Kırkıncı Hoca, “Hayatım- Hatıralarım” adlı anı eserinde risalelerin Hocaefendi üzerindeki etkisine şöyle değiniyor; “Feyz kaynağı olan Risale-i Nurları tahkik ve tetkik ettikten sonra Hocaefendi yepyeni bir hususiyet kazanmış oldu. Risale-i Nur’daki cevherler onun ruhunu alevlendiren bir mürşid-i azam oldu. Risale-i Nur’un rahle-i tedrisinde istidatlarını yoğurdu. Onun düsturlarını kendisine meslek ittihaz etti. Hocaefendi o cevherleri aşk mayası ile yoğurarak gençlerimize verme bahtiyarlığına erişti. Şimdi ise hizmeti bütün dünyanın gözlerini kamaştıracak bir hal aldı. Çağımızda iman ve İslam aksiyonunun müstesna temsilcilerinden biri oldu.”(7)


Kırkıncı Hocaefendi şunları da ifade etmekte: Yıllar sonra annesinin vefatı üzerine Osman Hoca ve Ahmet Şahin’le birlikte taziye için gittik. Üç-dört saat yanında kaldık. Çok güzel sohbetler oldu. Birkaç gün önce bir rüya görmüştüm. Rüyada geniş bir bina, ucu bucağı görünmüyor, zemini de halı gibi döşenmiş. Hoca efendi birden yanımda durdu ve binayı bana anlatmaya başladı.
Dedim: “Buraya gelmeden önce böyle bir rüya gördüm. Tabiri nedir?”
Dedi: “Estağfurullah, siz daha iyi bilirsiniz.”
Ben de “Sizin hizmetinizden çok gelişeceğine işarettir” dedim.
Hocaefendi: “Bu sizin hizmetiniz , sizin , sizin...”diye ağlamaya başladı.
İzmir’de hapisteyken Nazım Gökçek, Necmettin Bey ziyaretine gideceğiz. Gitmeden öncede bir rüya gördüm. Rüyada Cebrail, elinde bir masa saati. Bana “Al bunu Fethullah Hocaya ver.” Ziyaretine gittiğimizde bu rüyayı anlattım. “Hocam, bunu işittikten sonra 10 sene hapiste kalsam hiç aldırmam” dedi.Yüz yetmiş ülkede okul yapmak ne demek?Cebrail’in rüyadaki saati bu işte...
Ben, “Cenabı-ı Hak, Bediüzzaman’ı kendisini anlatmak için yaratmış, Fethullah Hocayı da hizmet için yaratmış.” diyorum. Benim inancım bu...(8)


Kırkıncı Hocanın hizmetlere dair gördüğü iki rüyasını Hocaefendi bir sohbetinde şöyle anlatıyor: “Benim öteden beri hep kendisine saygı duyduğum bir zat. 5–10 yaş benden ilerde olmasının yanı başında aynı zamanda 5–10 sene evvel de Hazret-i Bediüzzaman’ın dünyasına erken uyanmış olması itibarıyla benim saygı hisleri, saygı duygularıma bir o kadar daha saygı ilave ettiren bir insandır. İki sene evveldi, bu müesseselere gelmişti. Bana iki enfes şey anlattı. Bunlardan bir tanesi şuydu: Gözyaşlarıyla, 60 yaşındaki insan hıçkıra hıçkıra anlattı. Az belki ayrı gibi görülebilirdi. Ben görmem de, o da görmez, başkaları görebilirdi. Şafii-Hanefi ayrılığı, Şafii-Maliki ayrılığı içinde biraz da metotta, usulde değişik yollarla aynı hedefe varma ayrılığı gibi bir şey. “Etturuku ilallah bi adedi enfasi halaik” Allah’a giden yollar mahlûkatın solukları sayısınca. İşte bundan nasiplilik içinde mini bir farklılık, bir ayrılık. Tabii bunu neye söylüyorsun. Çünkü “Sizin hizmetiniz” deyip de, başarıları ifade ederken böyle bir insanın o başarıları gözyaşlarıyla ifade etmesi çok manidardır. Dedi ki; “Bu müesseseleri gördüm. Her birisi dünyayı idare edecek büyük saraylar gibi geldi. O saraylarda beni gezdirdiler. Bir yere gelince o saraylarla alakalı insanları, görünce, anladım ki meğer dünyayı idare eden o saraylar bu hizmet ve bu hizmetin arkasındaki insanlarmış” dedi. Ve hıçkıra hıçkıra ağladı. Ve sonra arkasından ayrı bir şey anlattı: “Gördüm ki yine” dedi. “Anadolu seller içinde, seylâplar içinde. O seller binaları önüne katıp bir kütük gibi sürükleyip götürüyor. Ve herkes endişe telaş içinde. O esnada ümitlerin ayakta kalması düşünülemez. Herkes sarsık, belki her vicdanda yeis yaşanıyor. Fakat o esnada nereden çıktığı belli olmadan birden Bediüzzaman belirdi. O selin içinde, sizin yurtlarınızı, pansiyonlarınızı, evlerinizi, kaya gibi kucaklıyor, selin önüne koyuyor ve bir baraj yapıyor. GAP barajı gibi bir baraj yapıyor. Derken sular çekildi. Zararlı olma durumu inkitaa uğradı. Ve faydalı bir baraj haline geldi. Anadolu da seylâpların erozyonundan kurtuldu.” Bunlar iki sene evvel derin duygularla, coşkun heyecanlarla anlatıldı.”


M.SUNGUR,ABDULLAH YEĞİN,HÜSNÜ BAYRAM,BAYRAM YÜKSEL ağabeylerin imzası bulunan bir yazıdan;

“Evrensel bir ufuk turuna doğru gelişen bu hizmet-i külliyede muhterem Hocaefendi kardeşimizin de ilahi lütuf ve mevhibenin bir tecellisi olarak büyük hisse ve nasibi varolduğu açıkça ortada ve herkesçe müsellemdir. Hatta şu hususu ehemmiyetle tebarüz ettirmek isteriz ki; Kendisi, Hizmet-i Kur’aniye ve İslamiye noktasında bu kadar geniş imkâna -maddeten ve manen- sahip olmasına rağmen sırf ahenk-i umumiyi muhafaza ve şirket-i maneviye hukukuna riayeti şiar edindiğinden bizatihi Risalelerin neşrine girmemiş, hakikatte bir vücud-u maneviyenin azaları kabul ettiği Nur kardeşlerinin neşir hizmetlerini kendi hizmeti telakki edip, kamyonlarla Nur Risalelerinin sevkiyle, nurların her tarafta neşriyle, dolayısıyla genç nesillerin imdadına koşmuş ve hazret-i Üstad zamanından beri devam ede gelen hizmetlerin devamını teyit ve takviyede bulunmuştur. Ve ayrıca geniş dairelere müteveccih Türkiye’de ve hariç memleketlerde ihyasına vesile olduğu maarif hizmetleri, neşriyat sahaları ise, bütün ehl-i iman tarafından kemal-i takdirle karşılanmaktadır.


ZÜBEYİR GÜNDÜZALP:
Cemal Uşşak bey anlattı; “Hocaefendinin 1995’te Moral FM ve Nesil matbaalarını ziyaretinde
M. EMİN BİRİNCİ: “Ne kadar biz uyduk o ayrı konu. Zübeyir ağabey; “Hizmetle alakalı meselelerde Fethullah Hocaefendi kardaşımla istişare edin. Onun fikirleri musibtir.’ demişti deyince, Hocaefendi: “Estağfirullah! Zübeyir ağabey iltifat etmiş” dedi.
Hocaefendi Edirne’de vazifeli iken İstanbul’da Zübeyr ağabeyi ziyarete gelirmiş. Şöyle anlatıyor: “Zübeyr abi çok ciddi, sevgisini dışarıya vurmazdı. Yanına gider gelirdim. Bir iki defa da bana nasihat etmişti. Ben çok müstağniyim, param yok, gider cami penceresinde yatarım. Param varsa, gider otelde yatarım. Sonra üstü kapalı bana “kardeşim” dedi “Üstad, Hastalar Risalesinde “gençlik ve sıhhat önemli iki gaflet unsurudur” diyor. Dersane çok önemlidir.” Sonra öğreniyorum ki, Kırkıncı Hocaya da diyor: “Geldiğinde dershanede kalsın.”

Mehmed Kırkıncı Hocaefendi 22. 10. 2003 tarihinde Erzurum’da Kümbet medresesinde bu konuda bize şunları söylemişti: “Zübeyir abi bana dedi ki “Hocaefendiye söyle, İstanbul’a gelip geçerken bana misafir olsun.” Hocayı o kadar sevmişti ki… Onun da (Hocaefendinin) ağabeylere saygısı öyle ki… Bambaşka bir şey canım.”
Cemal Uşşak Bey anlatıyor: “Bir gün Bekir ağabeyin Kığılı Pasajındaki yazıhanesindeydik. Arka odada Zübeyir ağabey de, diğer ağabeyler de vardı. Birisi İzmir’den bir haber getirmiş; “Fethullah hoca Kestanepazarından ayrıldı” demişti. Zübeyir ağabey bunu duyunca dizleri üzerinde doğruldu ve şöyle dedi: “Fethullah Hocaefendi kardeşim fevkalade isabet etmiştir. İnşallah bundan sonra Nur’un izzetine münasip bir tarzda hizmetine devam edecek.”(10)


MUSTAFA SUNGUR: Rahmi Erdem beyin hazırladığı “Beyaz Gölgeler” adlı eserde Sungur ağabey Hocaefendi hakkında şöyle demekte: “Rahmi bey kardeş, bu zaman da hakikat-i Kur’aniye’de saf tutan kardeşlerimizin manevi hüviyetini bendeniz ihatadan acizim. Bilhassa Fethullah Efendi hakkında fikir ve kanaatimi rica ettiniz. Daha önce de “o zatlarla arkadaş olmak, kardeş ve beraber olmak hepimiz için birer mazhariyettir. Bir lütf-u ilahidir. Böyle masum ve yıldız misal zatlarla daima iftihar ederiz. Onlar bizim şeref tacımız” demiştim. Fethullah Hocaefendi, deruhte ettiği hizmet-i Kur’aniye ve İmaniyesi, bir ve beraberlik içinde bulundukları kardeşleri ve arkadaşlarıyla âlemşümul bir hizmeti kucaklayan, gençliğin ve nesillerin imdadına maarifi ilahi ile koşan âli himmet ve kerimüssıfat bir mübarek zattır. Hz.Üstadımız, Kastamonu Lahikasında bir mübarek talebesi için “kalemi gibi kalbi de harikadır.” dediği bu manaya, Hocaefendi ve mübarek kardeşleri de mazhar ve masadak olduğunu gösteriyorlar. Onlar ahirzamanda âlemi ışıklandıracak bu nur-u Kur’anın mübarek, halis hameleleri olarak takdir ve tebrike sezadırlar. Hepimiz ve hep beraber bu nur-u Kur’an ağacının etrafında Rahmet-i ilahiye ile bulunmak nimetine mazhar olmuşuz. Malumunuz böyle hayatlarını İslamiyet’e, milletin saadet ve selametine halisane ve fedakarane bir surette adayanlar o hulus ve vüsat içinde çalışanlar; nihayette Hakkın keremi ile bir millet olarak ebediyet ve beka bulacaklardır inşallah. Belki onlar bunu da gaye yapmadan yalnız rıza-i ilahinin hudutsuz fezasında yol almak emelindedirler. Bu öyle bir nimet ve lütuftur ki Allah onu dilediğine verir.” (11)


Cemal Uşak beyefendi 1996 Eylül ayında bir trafik kazası geçiren Sungur ağabeyi hastanede ziyaretinde, Sungur ağabeyin: “Şimdilerde Hocaefendi ve hizmetine birçokları müspet bakıyorlar. Keşke 20 sene önce de böyle bakabilselerdi, ne iyi olurdu.” dediğini nakletmişti. Yine Cemal beyin nakline göre; “1972’li yıllarda Hocaefendiye izafeten; “Hocaefendiye Hazret-i İsa (AS) diyorlar” diye bazı kimseler serişte ederek Hocaefendiyi suçluyorlar, itham ediyorlar ve camiadan dışlamaya çalışıyorlardı. O yıllarda Sungur ağabey de Mehmed Feyzi ağabeye gidip; “Hocaefendi hakkında bazıları böyle söylüyor. Ne diyorsunuz?”diye soruyor. Mehmed Feyzi ağabey de tebessüm ederek: “Kardeşim olur böyle haller. Bana da söylüyorlar. Etrafımdakiler beni de öyle gördüklerini söylüyorlar. Bunun bir fitne yönü, fesat yönü veya zararlı bir yönü yoktur. Velayet makamlarında tıpkı makam-ı Hızır gibi her bir peygamberin makamı vardır. Makam-ı İsa da vardır. Bir takım zatlar ya İsa meşrep olurlar. Veya makam-ı İsa’ya çıkarlar. O zatları sevenler de, kendi kalp ayinelerinde o zatı ayn-ı İsa gibi görür. Bu, o zatın ya makam-ı İsa’da olduğuna delalet eder. Veya o zatın İsa meşrep olduğuna delalet eder.” diyor.

Kıymetli yazar Cüneyd Suavi Bey 2–11–2001 tarihinde Adapazarı’nda görüştüğümüzde Sungur ağabeyin bir mecliste Hocaefendi için: “Kardeşim, büyük evliyadır” dediğini nakletmişti.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
TAHİRİ MUTLU:

Cüneyd Suavi bey, merhum Tahiri ağabeyle Hocaefendi arasındaki münasebeti şöyle anlatmıştı: “Tahiri ağabey vefatında Hizmet vakfı mütevellisindeki yerine Hocaefendiyi vekil bırakmıştı. Hocam, Tahiri ağabey tarafından müthiş seviliyordu.”
Hocaefendi bir sohbetinde Tahiri ağabeyin kendisine verdiği bir hediyeden bahsediyor: “Yazdığı şeylerden Mesnevi-i Nuriye de vardı, bana hatıra vermişti. 80 ihtilalinde birisi benim evimden almış, onları çatıya koymuş, yağmurda çürüdüler, tamir edilir mi diye çok uğraştım, hatıra kendi el yazısı, fakat maalesef.”


HULUSİ YAHYAGİL:
Üstadın talebelerinden Salih Özcan beyin nakline göre Hulusi ağabey merhum Hocaefendi için:"Bu gence dikkat edin, ilerde istikbal vaat ediyor” demiş. Hocaefendi 1983’de Elazığ’da Hulusi Yahyagil ağabeyi ziyaret ettiğinde Hulusi ağabey Üstadın İktisat risalesinde bahsettiği kerametli baldan bir kaşık teberrüken hocamıza vermiş. Hocaefendi bunu şöyle anlatıyor: “Albay Hulusi Bey'e uğradım 83’de. Yani Üstad vefat ettikten tam 23 sene sonra. Hulusi Abi merhum yine bana bir yemek kaşığı bal verdi, o baldan. Bitmemiş daha”
Hocaefendi bir sohbetinde Hulusi ağabeyle alakalı bir hatırasını şöyle anlatıyor: “Hulusi abinin oğlu vefat etmişti. Biz taziye için orda bulunuyorduk. Bize güzel şeyler anlattı. Ve "Bütün menba-ı varidat benim için bir yönüyle o işin prizması olan Hz. Bediüzzaman’dır. Yani Kur'an nur ışıkları içinde akar gelir ona. Ve bizde ondan aldık onu. Sünnet akar gelir biz ondan aldık." Böyle anlattı.”

BAYRAM YÜKSEL:
1997’de dar-ı bekaya irtihal eden Bayram ağabeyin teveccühü hakkında Hocaefendi şöyle diyor: “Bayram abi enfes şeyler anlattı bana. “Tamamen bu neşri size devredelim” dedi. Bunlar hep Allah'ın lütfu…”

BEKİR BERK:
İslam Davasının meşhur avukatı merhum Bekir Berk bey ile Hocaefendinin karşılıklı büyük sevgi ve saygıları vardı. Burada buna kısa bir hatıra ile değinelim. Muhammed Nur Sungur beyefendi anlatıyor:1986’da Fethullah Hoca hacca gelmişti. O zaman evimiz vardı,ticaretle uğraşıyorduk. Hac dönüşü Cidde’de hocayı misafir ettik. Tabii o sırada hergün Bekir Berk ağabey gelip gitti.Aralarında karşılıklı olarak müthiş bir muhabbet ve hürmet vardı. Sohbetleri oluyor, eski hatıralarını yâd ediyorlardı. Bir gün Bekir Ağabey ayrılırken Hocaefendinin onun ardından; “Hey kafesteki koca aslan” dediğini hiç unutamam.(12)

AHMED FEYZİ KUL:
Merhum Cahid Erdoğan anlatıyor: Rahmetli Ahmet Feyzi Kul abi, pek vaiz beğenmezdi. Kendisine ne Tahir Hoca’yı ne de Yaşar Hoca’yı dinletmem mümkün olmadı. Zaten kendisi de alim bir zattı. Hocaefendi’nin İzmir'e gelişinin tahminen üçüncü haftasıydı. Ben vaaza giderken yolda Ahmet Feyzi abi ile karşılaştım. Nereye gittiğimi sorunca vaaza gittiğimi söyledim. “Beraber gidelim” dedim, kabul etmedi. Israr ettim. Beni çok sevindirdi. Çok fazla ısrar edince teklifimi kabul edip geldi. Vaaz bitti, Cuma namazı kılındı, cemaat boşalmaya başladı. Ben de malzemeleri toparlıyorum. Baktım, Hocaefendi oturuyor, Ahmet Feyzi abi de birkaç saf arkada oturuyor. Hocaefendi yerinden doğrulunca o da ayağa fırladı ve koşup Hocaefendi’yle musafaha ettiler. Aralarında neler konuştular bilmiyorum; fakat bildiğim bir şey varsa Ahmet Feyzi abinin bu vaaza gelişinden gayet memnun olmasıydı. Çünkü biraz sonra yanıma gelip, "Sen haklıymışsın, bu diğerlerine benzemiyor" demişti. Bu cümleyi vaaza gelmeden evvel ben ona söylemiştim ve şimdi o da aynı kanaati benimle paylaşmış oluyordu.

ABDÜLKADİR BADILLI
“Bu makamda hak adına ve bitarafane bir muvazene ile şöyle diyebilirim ki; Fethullah hocanın vasıtasıyla iman ve hidayete ermiş, İslamiyet nuruyla ahlâklarını düzeltmiş binlerle insan vardır. Bunun yanında hocanın şahsî kemalatı, tevazu’u, edep ve ubudiyeti de çok yüksek mertebelerdedir. Bu hakikat muvacehesinde Fethullah Hoca, en az bin Muşlu Molla kadar İslâma hizmet etmiş, eserleri de meydandadır, her ne ise..”(14)
9. Eskiden de tanırdım ben Fethullah Hoca’yı. Hatta ziyaretine gittik Edirne’de, İzmir’de… Ben Adana’da iken yanımıza gelmişliği vardı. Epey bir zamandır
görüşmedik fakat onun da gayesi İslamiyet’tir, başka bir şey değil.”(15)

ABDULLAH YEĞİN:
Fethullah Gülen Hocaefendi ile eskiden tanışmaktadır: “Üstad’ın talebeleri Hizmet Vakfı’nın mütevelli heyetine aza oldular. Tahiri Ağabey vefatına yakın bir zamanda ‘ben mütevelli heyetini bırakıyorum. Fethullah Hoca var, ben yerime onu tayin edeceğim.’ dedi. Vakfın tüzüğüne göre üç kişi tayin edilir, mütevelli heyeti de onlardan birini seçerdi. Tahiri Ağabey istifa edince Fethullah Hoca seçildi
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
Sadece 5 Madde hakkında yemin edemem. Senin yazılarından önce yemin edebilirdim. Ama sen "F. Gülen baş örtüsünü açmak için fetva vermedi " dediğin için yemin edemem. Yemin etmeme sebebim beni ikna ettiğinden değil, şüpheye soktuğundandır. Şüpheli şeylere yemin edemem.

Diğer dört maddeye gelirsek. Yamin ederim.

1)F. Gülen Cemaatinin kaynağı F. Gülen'in kitaplarıdır. Risale-i Nur onlar için asıl değildir. Onlar için asıl olan F. Gülenin içtihadlarıdır.

Evet bunu için yemin ederim

a)Talebelerin çok az kısmı Risale-i nur okurlar. Bunu yerinde dili daha az ağır olduğu için F. Gülen Hoca Efendinin Risale-i nur'u izah ve şerhlerini içeren yazıları tercih ederler.
b)Bu yazdığımın anlamı F. Gülen Cemaati Risale-i Nur talebesi değildir, anlamı taşımaz. Tamam Risale-i Nur dairesindeler. Ama Risale-i Nur'u çok az okurlar. Program yapmazlar. Programları F. Gülen Hoca Efendinin Risale-i Nurları izah ve şerhlerinden oluşur.

2)F. Gülen Cemaatinin Dialog tarifi bellidir. Fazla söze gerek yok.

Evet F. Gülen Hoca efendinin dialog tarifi bellidir ve Nurcu cemaatlerinin dialog anlayışları ile uzaktan yakından alaklı değildir. Ne yapayım şimdi Nurcular ile F. Gülen cemaatinin dialog anlayılşarı farklı olduğu halde aynı mı dese idim?

3) F. Gülen cemaat lideridir. Her şey için onun sözü kafidir.

Ben bunu için yemin ederim. Peki sen yemin edebilir misin? Yani, F. Gülen cemaatinin liderinin F. Gülen olmadığına. Cemaati ilgilendiren konularda son sözü o söylemediğine.

Mesela bizde Abilerin oyu meşveretteki herhangi biri ile aynıdır. Karar yetkisi yoktur.

Bunda ne var?

4) F. Gülen Cemaati yerel meselelerde meşveret eder. Önemli konularda tek karar mercii F. Gülendir. Sözü emir gibi telakki edilir.

Evet yemin ederim. Peki sen yemin eder misin? Yani, F. Gülen cemaatinde her işin meşveretle olduğuna yemin eder misin? Mesela F. Gülen şu an bir şey istese, yada dini bir içtihad yapsa emir telakki etmez misin?

İşte Nurcular ile F. Gülen cemaati arasında ki farkı söyledim. Suçmu işledim.

Ayrıca Nurcu tabirini yasak eden, F. Gülen olduğuna yemin ederim. Sen eder misin?

Evet benim neye cevap verdiğim ortadadır. F. Gülen Cemaatinin icraatleri ile Nurcu Cemaatleri suçlayan yazılara cevap verdim. Ama malesef F. Gülen "Ben Nurcu" değilim dediği halde çıkıp hiç bir F. gülen Talebesi "Biz Nurcu" değiliz demiyor.

O zaman ben derim, F. Gülen Cemaati Nurcu değildir. Elbete hizmetleri çoktur. Ama meslek itibari ile aynı olsak da uygulamada çok farklıyız.

Mesela, bir Marangoz atölyesi var. Atölyede kapı imal ediliyor. Nur Cemaatleri diyor. "Kapıları tek tek elle yapalım. Her bir kapı marangoz ustasının elinden geçsin"

F. Gülen cemaati diyor. Ne gerek var. Kapı için gerekli olan her iş için adam çalışsın. Adamların usta olması gerekli değil. Seri iş olsun fabrikasyon olsun. DAha çok kazanır ,zamandan tasarruf ederiz.

İşte fark burda. Aynı dükkanda çalışıyoruz. Ama Nurcular biz "marangozuz" diyor. F. Gülen cemaati hayır biz marangoz değiliz, "Kapı Üreticisiyiz" diyor.

Ama o marangozhanede seri üretimimden kaynaklı imalat hatalarını nedense Kendilerine marangozuz diyenler çekiyor. Elbette marangozlarında hatası vardır. Ama eleştirilen marangozlardan çıkan kapılar değil. Ben diyorum ki, o kapıları kendilerine Kapı üreticisi diyenler yaptı, onlara müracat edin.

Elbette ben marangozların kapılarını tanıtmak istiyorum (yani Nurcuların dialog anlayışlarını anlatmak istiyorum. Ama adamlar çıkıp sürekli F. Gülen Cemaatinin dialog anlayışı ile beni sorguluyorsa elbette o konudan çıkmak için böyle derim)


İşte bu söylediğim gerçeklerdir. Kızıcak ne var ki? Uslubuma kızabilirsin belki, ama uslubum yazdıklarımı yanlış yapmaz.


Selametle

1)F. Gülen Cemaatinin kaynağı F. Gülen'in kitaplarıdır. Risale-i Nur onlar için asıl değildir. Onlar için asıl olan F. Gülenin içtihadlarıdır.

Evet bunu için yemin ederim

ben icinde oldugum halde bilmiyorum ilk basta kücük sözler verilir sonrasinda iman ve küfür muvazeneleri sonra büyük sözler diye devam eder ben daha görmedim senin dedigini ama olur ya abilerden biri onu uygun görmüstür hocaefendinin kitabini vermisdir ilk basda binde bir olur ama bunda art niyet aramak ve yemin etmek kzzabineyetligin en alasidir

Nur talebeleri, İmani ve Kur'ani hakikatlerin öğrenilmesinde bir tefsir olarak risaleleri okumayı tercih etmekle birlikte, okudukları tek kitap risaleler değildir.
Onlar risalelerden namazın niçin kılınacağını öğrenirler, ilmihal okuyarak ise nasıl kılınacağını öğrenirler.
11. Lemayı okuduklarında peygamber efendimizin sünnetine uymanın lüzumunu anlarlar, siyer kitapları okuyarak ise sünnetin ayrıntılarını öğrenirler.
Risalei Nur eserleri iman noktasından başka eserlere ihtiyaç bırakmamıştır.Yani bir kişi mesela haşir risalesini ve alakalı yerlerini risalei nurdan okuyup tedkik edip öğrendikten sonra haşirle alakalı artık başka bir kitap aramaması gerek Çünkü Bediüzzaman hazretleri o konuda akli mantıki ve nakli(ayet hadis) delilleri en mükemmel bir şekilde ifade etmiş ve başka eserlere de ihtiyaç bırakmamıştır. Allaha iman, melaikeler vs. konularda buna kıyas edilebilir.
Ancak Risale-i nurların açılımı olan tarihi , coğrafik bilgileri veya biyoloji , tıp gibi ilimleri gerek müstakil gerekse risale-i nurla irtibatlandırarak okumakta hiçbir beis bulunmamaktadır. Konuyla alakalı olarak Bediüzzaman hazretleri kastamonu lahikasında şu beyanatta bulunuyor:
"Diyorlar: "Said yanında başka kitapları bulundurmuyor; demek onları beğenmiyor. Ve İmam-ı Gazâlî'yi (r.a.) de tam beğenmiyor ki, eserlerini yanına getirmiyor."
İşte bu acip, manasız sözlerle bir bulantı veriyorlar. Bu nevi hileleri yapan, perde altında ehl-i zındıkadır; fakat, safdil hocaları ve bazı sofuları vasıta yapıyorlar.
Buna karşı deriz ki: Hâşâ, yüz defa hâşâ! Risale-i Nur ve şakirtlerinin bir üstadı olan Hüccetü'l-İslam İmam-ı Gazalî ve beni Hazret-i Ali ile bağlayan yegâne üstadımı beğenmemek değil, belki bütün kuvvetleriyle onların takip ettiği mesleği ehl-i dalâletin hücumundan kurtarmak ve muhafaza etmektir.
Fakat, onların zamanında bu dehşetli zındıka hücumu, erkân-ı imaniyeyi sarsmıyordu. O muhakkik ve allâme ve müçtehid zatların asırlarına göre münazara-i ilmiyede ve diniyede istimal ettikleri silâhlar hem geç elde edilir, hem bu zaman düşmanlarına birden galebe edemediğinden, Risale-i Nur Kur'an-ı Mucizü'l-Beyandan hem çabuk, hem keskin, hem tam düşmanların başını dağıtacak silâhları bulduğu için, o mübarek ve kudsi zatların tezgâhlarına müracaat etmiyor.... "
2)F. Gülen Cemaatinin Dialog tarifi bellidir. Fazla söze gerek yok.

Evet F. Gülen Hoca efendinin dialog tarifi bellidir ve Nurcu cemaatlerinin dialog anlayışları ile uzaktan yakından alaklı değildir. Ne yapayım şimdi Nurcular ile F. Gülen cemaatinin dialog anlayılşarı farklı olduğu halde aynı mı dese idim?

bunda yanlis olan medyanin yanlis yönlendirmedigi asil kaynagindan bana haberi ver tamam diyeyim gerci ben daha böyle birseyde görmedim ya hayirlisi sen yemin et

3) F. Gülen cemaat lideridir. Her şey için onun sözü kafidir.

Ben bunu için yemin ederim. Peki sen yemin edebilir misin? Yani, F. Gülen cemaatinin liderinin F. Gülen olmadığına. Cemaati ilgilendiren konularda son sözü o söylemediğine.

Mesela bizde Abilerin oyu meşveretteki herhangi biri ile aynıdır. Karar yetkisi yoktur.

Bunda ne var?

hocaefendinin lider oldugunu nerden cikardin bilmiyorum karar mercii diye birsey yoktur ayni sekilde istisareler vardir yani hocaefendi kendi basina karar vermez böyle birsey olabilirmi ya mantiklimi birde sen bunun üzerine yemin etmissin nerde gördün bu kadar eminsinde allahi sahit ediyorsun yazik sana yazik imanini zedeliyorsun böyle meselelerle cok yazik
bugun hocaefendi vefat eder yine biz bize kaliriz o zaman dami aynisini yapacaksin uyan biraz liderlik vasfi gütmeyen bu cemaatin icerisinde olabilmek icin var gücümle calisiyorum diyen bir insana nasil sen liderlik vasfi koyarsin

ben böyle insanlar üzerine yemin etmem biraz tefekkür etmende fayda var kardes tavsiyesi sana duha kardesim ben hocaefendinin dedigi duayi derim

egerki bu cemaat baska birsey adi altinda calisoyor allah yolundan cikiyorsa rabbim bu cemaati alasagi etsin

Evet benim neye cevap verdiğim ortadadır. F. Gülen Cemaatinin icraatleri ile Nurcu Cemaatleri suçlayan yazılara cevap verdim. Ama malesef F. Gülen "Ben Nurcu" değilim dediği halde çıkıp hiç bir F. gülen Talebesi "Biz Nurcu" değiliz demiyor.

yahu ben nurcuyum demek ne demek biliyormusun mesela üstad ben nurcuyum dermi isin daha özeti hocaefendi o nura saygi duyar ve kendisinin daha layik olamadigini düsünür birde sen kalkmis o kelimeyi yasaklmis diyorsun meseleler cok ince bilip bilmeden yemin etmemek lazim

nnurculukda yalan asla yoktur bunu unutma

peki bir sorum da var

sen nurcumusun?
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
memet kırkıncı hoca;
Cenabı-ı Hak, Bediüzzaman’ı kendisini anlatmak için yaratmış, Fethullah Hocayı da hizmet için yaratmış.”

Sungur ağabeyin :
“Kardeşim, büyük evliyadır”

VE BİZDE BUNUN İNANCINDAYIZ
FETULLAH GÜLEN HOCA EFENDİ EVLİYADIR...
 

manifesto

New member
Katılım
14 Eki 2007
Mesajlar
5
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Kocaeli
Web sitesi
www.omersahinx.blogcu.com
Selam ve muhabbetle arkadaşlar
Bu konu başlığı altında yapmak istediğiniz ile konu başlığını kritik etme isteğiniz çelişmesin

Müslümanlar ve Hristiyanlar ve Yahudiler arasında ki ilişkiler yeni değildir
İslam tarihi kadar eskidir.Zaman zaman iyi ilişkiler olmuş zaman zaman kötü zaman zaman savaşımış
Dinker arası diyalog mevzuu esasen yeni bir kavram gibi görünüyor ama yeni değil
Eskinin günümüz şartlarına uygun bir formatı


Dinler arası diyalog istemeyen arkadaşlar tam olarak ne istiyorlar onu izah etsinler
 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Diyalog bugün de birkaç/farklı hedef peşinde koşuyor: a) Her bir din temsilcisi diyalogu kullanarak dininin propagandasını yapmak, tanınmak ve yayılmak işitiyor. b) Bugün -komünizmden ziyâde- dinlerin ahlâkî ve manevî hedeflerine ters düşen modernizm karşısında dinlerin ortak değerlerini korumak için işbirliği aranıyor. c) Bizim gibi bazı ülkeler, din adamları arasındaki diyalog ve yakınlaşmayı kullanarak bazı siyasî problemlerin çözümünü kolaylaştırmayı umuyorlar. b) Kültürler/dinler arası gerginlik ve savaş beklentilerine karşı, çeşitli dinlere mensup insanlığın bir hoşgörü ve barış ortamında buluşması hedefleniyor...
Modernizmin içeriğinde "akılclık, bilimcilik, bireysellik (bireysel özgürlükçülük), dünyevîlik, hazcılık ve faydacılık" var; başta Hıristiyanlık olmak üzere hemen bütün dinler, ayakta kalabilmek için modernizm ile uzlaşmışlar, kendilerini inkâr mâhiyetinde de olsa birçok tavizler vermişlerdir. Tanımladığımız mânâda modernizme itirazı olan; akla, bilime, özgürlüğe, dünya hayatında yaşanacak hazza ve elde edilecek faydaya, temelde karşı çıkmamakla beraber bütün bunların sınırlarını koyan, madde ile mânâ, dünya ile âhiret arasında dengeyi öngören bir tek din kalmıştır ki o da İslâm'dır. Müslümanlar üçüncü bin yılda insanoğluna farklı (alternatif) bir medeniyet, bir hayat tarzı, bir ilişki modeli sunmak gibi büyük bir misyonu -fiilen olmasa da kâbiliyet olarak (bilkuvve)- yüklenmiş bulunuyorlar. Modernizmi temsil eden Batı'nın bu yüzden İslâm'a itirazı var, onu uslandırmak, diğer dinlere yaptığı gibi onu da uyumlu hâle getirtmek istiyor. Diğer dinlerin temsilcileri arasında da olup biteni içine sindiremeyen birçok dindar/münevver var. Diyalog modernizmin, manevîyat yıkıcı tarafına yönelik bir mücadeleyi, ortak değerlerin korunması için işbirliğini hedeflediği sürece meşrûdur, güzeldir, katılmak ve desteklemek gerekir. Ama kendi toplumu içinde dışlanmış, her geçen gün prestij ve cemâat kaybeden bir din kurumunun, çeşitli hîleler ve takiyyelerle başka din coğrafyalarında kendine mensup kazanma ve hayat alanı arama amacına yönelik bir "diyalog" faâliyetine karşı da uyanık olmak gerekir.
Başta Hıristiyanlık olmak üzere birçok dinde yayılma amacının bulunduğu, bu sebeple geniş bir misyonerlik faâliyeti yürütüldüğü inkâr edilemez. İslâm'ın da amacı bütün insanlığı, hak dinlerin temel inancı, vazgeçilmez ilkesi olan tevhid esasında; yani Yaratan ve Yöneten, yalnızca kendisine ibâdet edilen Bir Allah inancında toplamaktır. Bu sebepledir ki, Peygamberimizin (s.a.v.) en önemli sünneti ve emaneti Kur'an'ın insanlığa tebliğ edilmesi olmuştur. Diyalog toplantılarında, dinlerin hâlihazırdaki durumlarıyla eşit derecede hak ve hakikati temsil ettikleri izlenimi verilmemelidir. Kur'an'ın tashih ve tembihleri doğrultusunda semavî dinlerin aslına sadık kalan tarafları vurgulanmalı, bu ortak alanda yardımlaşma ve anlaşma zemini aranmalıdır. Böyle bir diyalog aynı zamanda tebliğ olur.
 

manifesto

New member
Katılım
14 Eki 2007
Mesajlar
5
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Kocaeli
Web sitesi
www.omersahinx.blogcu.com
Bugün yürütülen diyalog çalışmalarının klasik manada bir TEBLİĞ olduğunu iddia edemeyiz,bu çok iddialı olur en azından şimdilik
Bu işi yapanlarında böyle bir iddiası yok bana göre.Daha çok Batı toplumunu tebliğe hazırlayacak sürece ön ayak olmak gibi bir çaba var
Şunu unutmamalı ki bir insana seviyeli bir tebliğ yapılmamışsa yani eğer kişi islamı insanların kendini patlattığı bir din olarak algılamış ve algılatılmış ise bu durumda ortada iki taraf için de vebal vardır.
 

firsaf

New member
Katılım
15 May 2007
Mesajlar
105
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Sen kimsin ,kimlerdensin?

Gelmiş burda mezhebsizlerle mücadele ediyorsun. Ama gidip Abdülaziz Bayındır gibi bir mezhebsizin iftiralarını buraya yazıyorsun.

Yazılarına cevap vereyim. Sadece senin ne kadar cahil olduğunu göstermek için. Benim için bir zevk olacak.

1)Kur'an-ı Kerim'de İslam Rükünleri ve İman meseleleri vardır. Risale-i Nur Kur'an'ın İman Rükünlerine ait kısımlarının tefsirin yapar. Sair tefsirler hem İslam hem İman tefsirini yaptığı için tüm ayetleri ihtiva etmek zorundadır. Ama Risale-i Nur İman mesleğinde gittiği için - özellikle bu asırda itiraza konu olmuş ayetleri- tefsir eder. 660 kusur ayetin tefsiri madem yapılmış Tefsirdir. Pardon beyim şöyle demeliydim; Risale-i nur 660 kusur ayetin tefsiridir" oldu mu?

2)Bakara sureside bir ayet vardır.

"Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Sûresi: 32.)"

İlim ise Rahmeten ve İsm-i Alim'den ve yukarı bir makamdan bütün insanlığa gönderilir. Makamdan diyorum mevkiden değil. sen şimdi bu ikisi arasındaki farkı da bilmezsin(!)

İşte senin gibiler bütün bildiklerini Nemrutvari bir tarzda kendi ceplerinden çıktı zannetikleri için derler "bu yazdıklarım kendi aklım ve bilgimle oldu"

Ama Said Nursi gibi Alimler tüm bildiklerini Allah'tan geldiğini bildiği için Bakara suresi ayetini haykırırcasına ilan ederek sizin gibi kibirlilerin gözüne sokar. Said Nursinin bu sözlerini ancak senin gibi kibirden anlama yeteneğini kaybetmişeler vahiy diye iftira ile yaftalar.

3)Kur'an-ı Kerim ile Risale- i Nur kıyaslanmaz. Risale-i Nur vahiy değildir. Kur'an vahiydir.

Hal böyle olunca; Risale-i Nur asla Kutsal yani Vahiy ile indirilmiş kitablar katagorisinde olamaz. Denizdeki damla değilidir.

İşte ben bir Nurcuyum. Atığın iftiradaki gibi Risale-i Nur'u kutsal görse idim inkar da edemezdim. Zira, bir şeyi kutsal gören inkar etmez. İftiharla söyler, madem inkar ediyorum , o zaman sen ifitracı bir zalimsin.

4)Risale-i Nur talebeleri asla imanı kesin kurtulmuş olduğu söylenemez. Zira, bir şeyi kesin söylemek için vahiyden gelmiş olması lazımdır.

Risale-i Nur imanı tahkiki yaptığı için imanı kurtarmaya vesile olabilir. Asla talebelerinin imanı kurtulmuştur ,diye bir ifade yoktur. Sen bu ikisi arasındaki farkıda anlamazsın.

5)SAid Nursi F.Gülen'in uyguladığı dialogu asla başlatmamıştır. Biz o dialogu asla tasvip etmiyoruz.
Kur'ani dialogu başlatan Kur'an'dır, Birinci uygulayıcısı Peygamberimiz(a.s.v) ve Sahabe'dir

6)Hz. Ali'ye vahiy indiğine dair Risale-i Nur'dan tek bir metin göstermezsin. Hal böyle olunca sen iftiracı oldun.

Buyur Hz. Ali'ye vahiy indiğini yazan Risale- i Nur metnini bul ve yaz. Hadi! Yoksa sende o çok eleştirdiğin sünneti, mezhebi inkar eden Abdülaziz Bayındırın talebesi misin? Yoksa o çok kızdığın Mezhebi olmayanların işine gelen sözünü mü kabul ediyorsun. Sen Kur'anın ayetlerini dahi bektaşi gibi işine geleni kabul ediyorsun.

6)Gaybı Allah'tan başkası bilemez. Ama Alem-i Gaybı kimse bilemez. Allah Alem-i Gaybtan alem-i şehadete indirdiği vakit herkez derecesine göre bilir.

Mesela sen yarın yağmur yağacağını bilemessin. Çünkü senin ilimin yok. Senin için gayb. Ama Metoroloji uzmanı bilir. Zira, o ilim almış.

Sen bu farkı bile bilemessin. Kiminle konuşuyorum.

Ne amaçla buraya geldiği anlaşıldı.

Sen kendini çok bilgili biri sanıyorsun. Forum ne kadar çok bildiğini ıspatlama için gelmişsin. Hakikatleri öğrenmek için değil.

Hadi yoluna.

Hadi bana ceza verin. Bir hadsize haddini bildirdim. Ayete uydum! Ayet demiş "Hadsizin lehine bakmayın"
Bakmadım ve haddini bildirdim. Ne mutlu bana!




Evvela şunu belirteyim mezhebsizlerle mucadele ettiğim doğru değil sünnet inkarcılarıyla dır mucadelem

mezheblere uyulabilirde uyulamazda islamda böyle bir zorunluluk yoktur mezheb imamları ki bu imamlar mezheb kuayım diye ortaya çıkmamıştır sünnete uydukları için onlara uyulabilir ama illaki birine uyacan diye zorunluluk yoktur

bizim örneğimiz ne olmalı elbetteki tevbe süresi 100.ayette belirttiği gibi



100.Muhacirlerden ve Ensar'dan ilklerle, güzel düşünüp güzel davranmada onları izleyenler var ya, Allah onlardan razı olmuştur; onlar da O'ndan razıdırlar. Onlara altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Sonsuza dek hep orada kalacaklardır. Büyük kurtuluş işte budur!


bizim örneğimiz ilklerdir seleftir bunun berisindekilerden uzagız

bzi dini allaha has kılarak kulluk etmek isteyenleriz gerisi sizin olsun





kendi nur dininden haberdar olmayana cevaplar


Bu müjde-i Kur'âniyenin binden bir veçhi bize teması, bin hazineden ziyade kıymettardır. Bu müjdenin bir müjdecisi bir sene evvel görülmüş bir rüya-yı sadıkadır. Şöyle ki:
Isparta'da başımıza gelen bu hadiseden bir ay evvel bir zâta, rüyada ona deniliyor ki, "Resâili'n-Nur şakirtleri imanla kabre girecekler, imansız vefat etmezler."
Biz o vakit o rüyaya çok sevindik. Demek o müjde, bu müjde-i Kur'âniyenin bir müjdecisi imiş.HAŞİYE

hani öyle bir şey yoktu risalelerde zaten sizler okuduğunu anlamayan kendine yeni peygamber yeni kitap edinmiş kişilersiniz



Şualar, Birinci Şua, Yirmi dördüncü Ayet ve Ayetler, Üçüncü Nokta, c. I, s. 842. de geçen “Kur’an’ın gizli hakikatleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor!! Tenzil’ül-Kitab cümlesinin sarih bir manası asrı saadette vahiy suretiyle Kitab-ı Mübîn'in nüzulü olduğu gibi, manayı işarîsiyle de, her asırda o Kitabı Mübin'in mertebe-i arşiyesinden ve mu'cize-i maneviyesinden feyz ve ilham tarîkıyla onun gizli hakikatları ve hakikatlarının bürhanları iniyor, nüzul ediyor...”


şimdi sana bi kaç soru


1.kuranın gizli hakikatleri varmıdır

2.kuranın gizli hakikatlerini bu asırda kim indiriyor

3.kuranın gizli hakikatleri kime indiriliyor

4.kuran vahıyse gizli kalmış hakikatleride bu vahyin bir parşçasımıdır kuranın gizli kalmış hakikatleri vahiymidir

5.kurandan sorumlusunuz diyen allah kuranın bir parçası olan gizli kalmış bölümlerindende sorumlu tutacak mı

6.peygamber kuranın gizli kalmış hakikatlerinden bi haberdarmıydı eğere haberi olmuş olsaydı bunları acıklaması gerekmezmıydı yıksa nubuvet görevini eksikmi bıraktı



Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Onsekizinci Lem’a, c. II, s. 2079; de geçen : “Hazreti Cebrail'in, Âlâ Nebiyyina (a.s.m.) huzuru Nebevide getirip Hz. Ali'ye Sekine namıyla bir sayfada yazılı İsmi Âzam, Hz. Ali'nin (r.a.) kucağına düşmüş. Hz. Ali diyor: "Ben Cebrail'in şahsını yalnız alâim’üs-sema suretinde gördüm. Sesini işittim, sayfayı aldım, bu isimleri içinde buldum" diyerek bu Ismi Âzamdan bahs ile bazı hadisatı zikirden sonra tahdis-i nimet suretinde diyor ki: "Evveli dünyadan kıyamete kadar ulum-u esrar-ı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş, kim ne isterse sorsun, sözümüze şüphe edenler zelil olur."

şimdi buna ne diyecen hani hz ali vahiy almamıstı

demekki 1 sayfadaki bilgi gelmiş geçmiş tüm ilimleri kapsıyor

demekki peygamberdende fazla ilim verilmiş hz aliye

Hz. Ali ve A.Kadir Geylani gibi zatlar geçmiş ve gelecekle ilgili gaybi olayları bilebilirler mi?

Allah sizi, gaybı bilir hale getirecek değildir.” (Al-i imran 3/179)



Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lem’a, c. II, 2091. de geçen; “Gaybı Allah'tan başkası bilmez.” Ayeti ile, “O bütün gaybı bilir, gaybını kimseye açıklamaz. Ancak dilediği peygamber bunun dışındadır.” Ayetinin koyduğu kutsal yasağa karşı kulluğa yakışır bir güzel edep takınmak için açıklama yapmayıp işaretle söyleme yoluna girmişler, işaret ve simgeler kullanmışlardır ki, gayb ile ilgili bu bilginin, kendilerinin tercihi veya niyetiyle değil, Allah’ın öğretmesiyle olduğu anlaşılsın. Sözüyle Said Nursi bu kişilerin gaybı bildiklerini fakat kudsi yasağa (sanki böyle bir yasak varmış gibi) uydukları için açıklamadıklarını iddia etmiş olmuyor mu?



Risalei Nur” darda kalanlara ve günahkarlara yardım etme meselesi


Darda kalmış kişi dua ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz..” (Neml 27/62) “De ki, Allah’ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler. (isrâ 17/56)


Sikke-i Tasdik-i Gaybî s.2102 de geçen bir şiirde: “Cürmümüzle külhan gibi pürnârız, Dert elinden hem her gün zâr u zârız. Affet bizi madem sana hep yârız, Ey nur-u rahmet-i âlem Risaletü'n-Nur! Çevrildi ateşle bu koca dünya, Bir cehennem gibi kaynadı derya. Yetiş imdada ey şâh-ı evliya! Ey bu zamanda rahmet-i âlem Risaletü'n-Nur!” derken Risalei nurlar sığınılacak, af dilenecek makam olarak gösteriliyor



 

firsaf

New member
Katılım
15 May 2007
Mesajlar
105
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Bakara 165, 166, 167

165 ) insanlardan öyleleri vardır ki, Allah’tan başkalarını ona denk tutarlar ve onları,
tıpkı Allah’ı sever gibi severler. Müminlerin Allah’a olan sevgileri ise çok daha
kuvvetlidir. Keşke o zalimler azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi bütün
kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu
şimdiden anlaya bilselerdi.
166 ) dünyada iken kendilerine uyulmuş olan büyükler, o zaman, peşlerine takılmış
olanlardan uzaklaşmış ve onları reddetmişlerdir. Artık hepsi birden azabı
görmüş ve aralarındaki bütün bağlar kesilmiştir.
167 ) büyüklerinin peşlerine takılanlar o zaman derler ki: Keşke bir defa daha dünyaya
dönsek de, şimdi onların bizi reddettiği gibi bizde onları reddetsek. İşte Allah
onlara yaptıklarının neticesini böylece pişmanlık üstüne pişmanlık olarak gösterir.
Onlar ateşten asla çıkacak değillerdir.
 

nurþeyma

New member
Katılım
7 Nis 2007
Mesajlar
302
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
"Nurculuk - Kardeşliktir. Fakat öyle kardeşlik ki ırsi kardeşlik dahi onun yanında sönük kalır."

Valla, burada sadece yazıcı ve fethullaçı gurup var, öyle pek kardeş gibi durmuyorlar, vehatta, birinin imam olduğu cemaate diğeri katılmıyor, bu konu boyunca yapılan tartışmalara da bakınca, bu kardeşliğin (!) gerçek yüzünü görüyor insan..
 

abrec

New member
Katılım
21 Ağu 2006
Mesajlar
321
Tepkime puanı
2
Puanları
0
cemaatçilik bölücülüktür.çünkü masesef bir cemaata giren adam diğer cemaattekileri hafif imanlı görüyor.
 

hocam

New member
Katılım
26 Eki 2007
Mesajlar
5
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Hop dur biraz!

Gelir gelmez bu ne cehalet.

Daha Nur cemaati ile Fethullah Gülen cemaati arasında ki farkı anlamamış ahkam kesiyor.

1)Nur Cemaatinin yegane kaynağı Kur'an-ı Kerim'in bu asırda ki en güzel bir tefsiri Risale-i Nur'dur.

2) Nur Cemaatleri asla F. Gülenvari bir dialog işinde değildir.

3)Nurcularda asla Lider yoktur.

4)Nurcular'ın her işi meşveretledir. Asla istişaresiz bir şey için karar almazlar.

5)Nur cemaatleri asla baş örtüsü için fetva vermemiştir.


Şimdi F. Gülen CEmaatini yazıyorum

1)F. Gülen Cemaatinin kaynağı F. Gülen'in kitaplarıdır. Risale-i Nur onlar için asıl değildir. Onlar için asıl olan F. Gülenin içtihadlarıdır.

2)F. Gülen Cemaatinin Dialog tarifi bellidir. Fazla söze gerek yok.

3) F. Gülen cemaat lideridir. Her şey için onun sözü kafidir.

4) F. Gülen Cemaati yerel meselelerde meşveret eder. Önemli konularda tek karar mercii F. Gülendir. Sözü emir gibi telakki edilir.

5) F. Gülen Cemaati İlim öğrenmek için baş örtüsü açmayı hoş görürler.

İşte cehalet bu kadar insanı madara eder.

Sen hiç Nurcu gördün mü? Sen şimdiye kadr F. Gülen Cemaatini Nurcu mu snıyordun?

Oysa F. Gülen kendisi Nurcu tabirin yasaklamıştır. Ama malesef F. Gülen cemaati eleştiriye konu olmayan bir iş yapsa F. Gülen ve cemaati ,diye yad edilir. Ne zaman eleştiriye konu bir icraat yapsa Nur Cemaati diyerek yad edilir.

Bu da amacın ne olduğunu gösterir.

Nickin Hocam olmuş,ama bu sıfat sana çok uzak

Selametle

hopp

ben nurcularda 4 yıl kaldım neyin ne olduğunu biliyom fetullah gülen in kitaplarını da okutturuyorlar said nursi hazretlerinin de
hiç bir ayrım yok
 

Elifnisa

New member
Katılım
29 Eki 2007
Mesajlar
483
Tepkime puanı
241
Puanları
0
Yaş
44
Konum
istanbul
Tarihin dehlizinden bir diyalog örneği
Dinlerarası Diyaloğu başlatan ilk Papa ünvanına sahip 6. Paul, Aralık 1967'de dünyanın ileri gelen bazı şahsiyetlerine evrensel barış için bir mektup göndermiştir. VI. Paul'ün mektup gönderdiği kişiler arasında bazı Müslüman alimler de bulunmaktadır. Bunlardan biri Pakistanlı değerli İslâm âlimi Ebûl A'lâ Mevdudi'dir. Aşağıda Papa'nın Mevdudi'ye yazdığı mektubu ve Mevdudi'nin ona cevabını okuyacaksınız. Bu mektup Urduca aslından "Dünya Bülteni" okuyucuları için tercüme edilmiştir.

Papa'nın Mektubunun Özeti
Biz dünyanın bütün iyilik isteyen insanlarından yeni yılın ilk günü 1 Ocak’ın Dünya Barış Günü olarak kutlanması dileğinde bulunuyoruz. Bize göre mevcut şartlarda barışa ne kadar fazla ihtiyaç olduğunu ve bunun sağlanmamasından doğabilecek tehlikeleri, amacı uluslararası barışı sağlamak ve onun için çaba sarf etmek olan bütün milletler, uluslararası dini kuruluşlar ve kültürel/siyasi hareketler hissetmektedirler. Barışı sağlama yolundaki engelleri kaldırmak çok önemli bir görevdir. Bu engeller arasında bir kaçı da dünya milletlerinin aralarındaki ilişkilerde bencilliğin devam ettirilmesidir. Bazı toplumlar, saygı, şeref ve vakar ile yaşamlarını sürdürme haklarından mahrum bırakıldıklarını düşünmektedirler. Ve bu haklarının itiraf edilmemesinden dolayı bu insanlar rahatsız olup savaş yolunu seçmişlerdir. Dolayısıyla, güya uluslararası çekişmeler insaf ve adalet yoluyla, karşılıklı müzakereler gibi makul yollarla halledilemez, tersine sorunları en iyi adalet kılıcı sağlar – ki bu da kan dökme ve insanları katletme gibi sonuçlar doğuracaktır - gibi bir genel kanı oluşmuş bulunmaktadır. Barış, güvenlik ve birlikte yaşama için yeni nesillere kardeşlik ve uluslararası yardımlaşma eğitimi mutlaka verilmelidir… Barış ve huzur sadece lafla kurulamaz. Bunun için laflarla avunmak insanlığın kalbinin sesi olması yönüyle zahirde iyi görünse de, çoğu zaman, bu, sadece işlevsiz ve ihlâssız işlemi gizlemek için bir kılıf görevi görmektedir. Hatta bazen bu anlayış, taraflı zulmün devamına alet olmuş olur. Ülkeler birbiriyle ve muhtelif ülkelerdeki liderler ve vatandaşlar birbirleriyle sevgi, ihlâs ve adaleti hakiki manada şiar edinmedikçe ve fertler ve milletlere, kültürel, ahlâki ve dini çizgiler içinde söz ve işin hürriyeti olmadıkça barış ile laf söylemek manasız ve neticesi olmayan bir şeydir. Hürriyet ve Güvenlik için gereklilikler olmadan eğer sadece galebe ve işgal yoluyla barış ve huzur ile kanuni düzen ve sistem kurulsa da ardı arkası kesilmeyen ve kontrol edilemeyen dalgalanmalar, ayaklanma ve savaşlar silsilesi hep devam eder.

İşte Mevdudi'nin ibret veren cevabı
Birkaç gün önce Lahor’daki Luyu la Hall Genel Başkanı Dr. R. A. Butler vasıtası ile sizin değerli mektubunuz bana ulaştı. Bu mesajınızda siz, Katolik Kilisesi’ne bağlı insanlarla birlikte tüm dünyanın büyük dinlerinin takipçileri ve bütün iyi dileklere sahip insanlardan yeni yılın başlangıcının "Dünya Barış Günü" olarak kutlanmasını rica ediyorsunuz. Bu mesaj hakkındaki düşüncelerimi acilen size ulaştırmak istiyordum. Fakat Ramazan ve Ramazan bayramının araya girmesi buna engel oldu. Şimdi ilk fırsatımda size bu mektubu yazıyorum. Öncelikle herkesin ortak amacı olan iyi bir maksat için dünyadaki tüm insanları davet ettiğiniz ve bununla birlikte bu amacı elde etmek için de önemli yollara işaret buyurduğunuz için sizi tebrik ederim.

Hakikaten barış insanoğlunun mutluluk ve gelişmesini sağlayan en temel ihtiyaçlar arasındadır. Fakat bunun isteği ve ihtiyacını idrak etmesine rağmen insan çoğu zaman hatta bugün bile bundan mahrumdur. Bunun sebepleri ise sizin de çoğuna tüm dünyadaki insanların dikkatini çektiğiniz sebeplerdir. Benim fikrime göre, fiilen bu sebepleri kaldırmak için bir şey yapılmazsa sadece iyi niyetli ve temiz dileklerde bulunmak ile dünya barışı sağlanamaz. Bu yüzden bana göre bizden herkesin, milletler, toplumlar ve bütün dinlerin takipçileri tam ihlâs ve doğrulukla kendi muhasebesini yapmalıdır. İnsanoğlu sonuçta kendisini barıştan mahrum eden sebepleri eksikleri ve hataları belirlemeli ve mümkün olduğu kadar da bunları yok etmek için çalışmalıdır. Bununla birlikte her birimizin tam olarak gerçekçi şekilde, tatsızlık doğurmak ve çoğaltmak için değil de ıslah etme niyeti ile diğer güruhun iyi niyetli insanlarıyla, onların hangi tavırlarından kendi güruhunun rahatsızlık duyduğunu da belirterek bunları düzeltmeye çalışsın.

İşte bu amaçla, ben, Müslümanların siz Hıristiyanlardan şikâyetçi olduğu bazı sorunlarına dikkatinizi çekmek istiyorum. Böylece Katolik Kilise’nin lider olma hesabıyla Hıristiyan âlemi arasında sahip olduğunuz olağanüstü etki ve saygıdan yararlanarak sizin onların ıslahı için çaba sarf edeceğinizi umuyorum. Ve ben de, Hıristiyan kardeşlerimizin eğer makul sebeple bizim davranışlarımızdan bir şikâyeti varsa bize söylemesini istiyorum. Biz inşallah onu mutlaka ortadan kaldırmak için hiçbir zaman vakit kaybetmeyiz. Dünyada barış ve huzur ortamını sağlama yolunda biz birbirimize adaletle davranarak yardımcı olabiliriz. Ayrıca, bu yolda diğerlerine açık gönülle davranmak için geniş kalbimiz olmazsa bile en azından diğerlerine haksızlık etmemeli veya onlara sıkıntı vermemeye çalışmalıyız. Hıristiyan kardeşlerin davranışlarında bir ülke veya bir milletin değil de bütün dünya Müslümanları için şikâyet sebebi olan konuları ben hiç laf kalabalığı yapmadan size kısaca anlatayım.

Barış ve Karşılıklı Nefret
Uzun bir süreden beri Hıristiyan ilim sahiplerinin ve liderlerinin, yazı ve konuşmalarında Efendimiz Hz. Muhammed (sav), Kur’an-ı Kerim ve İslam üzerine yaptığı ve bugün de devam eden saldırıları Müslümanlar için çok inciticidir. Siz şikâyetimizin makul ilmi eleştirilere karşı olduğunu düşünerek yanlış anlamayasınız diye ben "saldırı" kelimesini bilerek kullanıyorum. İlmi tenkit eğer delil ile birlikte saygılı ve uygun şekilde olursa ne kadar ağır itirazlar yapılsa da alınmayız, bilakis iyi karşılarız. Ve delilin cevabını delil ile vermeye hazırız. Fakat biz haklı olarak o yalan ve yanlış suçlamalar şeklinde ortaya atılan ve çok kalp kırıcı bir dil ile işlenen ve hâlâ da devam eden saldırılardan şikâyetçiyiz. Müslümanlar ise Hz. Meryem (as) ve Hz. İsa (as)’ya çok ciddi bir şekilde saygı gösterirler. Ve onlara karşı saygısızlık ifade eden her hangi bir kelime sarf etmek inancımıza göre küfürdür. Siz her hangi bir Müslüman’ın Hz. İsa (as) veya saygıdeğer annesine saygısızlık ettiği hiçbir örneği bulamazsınız. Gerçi biz Hz. İsa (a.s)’nın ulûhiyetine inanmıyoruz fakat onun nebilik (peygamberlik) üzerine bizim imanımız aynı Hz. Muhammed ((S.A.V))’in nebiliği üzerine olduğu gibidir. Ve hiç kimse Muhammed (sav) üzerine ve Onunla birlikte diğer enbiya üzerine iman getirmedikçe Müslüman olamaz. Bununla birlikte biz yalnızca Kur’an-ı Kerim’i değil Tevrat ve İncile de Allah’ın kitapları olarak kabul ediyoruz. Ve hiçbir Müslüman bu kutsal kitaplara hakaret etmeyi düşünemez bile. Bizim tarafımızdan eğer bir bahis mevzuu varsa, o da İncil’in şu anki mevcut şekliyle ne kadar müstened olduğu konusudur. Ve bu bahsi Hıristiyan âlimler bile kendi aralarında yapmaktadırlar. Fakat Müslümanlardan Hz. Musa (as) ve Hz. İsa (as) ile İncil’deki diğer peygamberlere Allah’ın kelamının indiğini inkâr eden hiçbir kimse çıkmamıştır.

Müslümanlar mevcut İncil’in tamamıyla Allah’ın kelamı olduğunu kabul etmezlerse bile bunun içinde Allah’ın kelamı olduğuna mutlaka inanırlar. Bu yüzden bizim Hıristiyan kardeşlerimiz tarafından bize "onların peygamberleri veya kutsal kitaplarına hakaret ediyoruz" şeklinde hiçbir zaman şikâyet vaki olmamıştır. Bunun aksine bizler, gün geçmiyor ki onlardan bir hakaret işitmeyelim ve üzülmeyelim. Ve asırlardan beri bu kalp kırmalar sürüp gitmektedir. Onların yazar ve konuşmacıları Peygamberimiz (sav), kutsal kitabımız ile dinimize şiddetli saldırılarda bulunuyorlar. Dünyadaki Müslüman ve Hıristiyan toplumları arasında ilişkilerin bozulmasının en önemli sebeplerinden birisi budur. Böylece aralarında şiddetli nefret doğmaktadır. Üstelik bu haksız propagandanın mutlak sonucu olarak Hıristiyan halkın kalplerinde Müslümanlara karşı nefret ve hakaret duygusu oluşmaktadır. Eğer, Hıristiyanlık mensuplarının bu davranışlarının Müslümanların kalbini kırma ve onlardan nefret etme boyutuna kadar ulaşmaması için nasihatte bulunabilirseniz dünya barışına oldukça büyük katkıda bulunmuş olacaksınız.

Barış ve Sömürgecilik
Misyoner hareketlerinin uzun bir süredir İslam ülkelerinde Hıristiyanlığı yaymak için kullandığı ve halen kullanmakta olduğu metodlar da dünyadaki Müslümanlar için büyük bir şikayet nedeni olagelmiştir. Diğer ülkeler ve toplumlarda ne tür metodlar kullandıkları bizi fazla ilgilendirmiyor ama Müslüman ülke ve toplumlarda bizim deneyimimiz ve gözlemimiz odur ki misyonerler sadece "tebliğ" ile iktifa etmemişlerdir. Bilakis tebliğ sınırlarını aşarak çok çeşitli yollar benimsemişlerdir. Bunlar tebliğden daha çok siyasi baskı, ekonomik tamah ve hırs, ahlâki ve itikâdî yıpratma tanımı içerisinde yer almaktadır ve bu metodları herhangi makul düşünen birisinin dini yaymanın meşru aracı olarak kabul etmesi çok zordur.

Afrika’nın büyük bir bölümünde misyonerler sömürgeci güçlerin yardımı ile Müslümanları eğitimden mahrum bırakmışlar ve Hıristiyanlığı kabul etmeyen veya en azından kendi Müslüman ismini bırakıp Hıristiyan ismini benimsemeyen her bir kişinin yüzüne okullarının kapılarını kapatmışlardır. Bu yolla meydana getirilen nüfuzlu Hıristiyan azınlık, özgürlük çağının gelmesinin ardından, bugün, Müslümanların çoğunlukta olduğu birçok Afrika ülkesinde siyasi, askeri ve ekonomik yönden üstün duruma gelmiştir. Bu Müslüman çoğunluğa sahip Afrika ülkelerine yapılmış bulunan açık bir haksızlık idi. Sudan’da İngiliz sömürge yönetimi yardımıyla misyonerler güney bölgesini kendileri için "güvenli bölge"ye çevirdiler. Bu bölgede eğitim ve tebliğ hakkı sadece Hıristiyan misyonerlere tahsis edildi ve Müslümanlar için tebliğ faaliyeti şurada dursun, başka amaçlarla bile bu bölgeye gitmeleri yasaklandı. Ben bütün bunların hangi delille dinin meşru ve makul yollarla yayılmasını ispat edebileceğini bilemiyorum. Bizim kendi ülkemizdeki misyoner hastaneleri ve okullarında bilinen yöntem şudur: Bunlar Müslüman hastalar ve öğrencilerden akıl almaz ücretler talep etmektedirler. Ancak herhangi fakir birisi Hıristiyanlığı kabul etmeye görsün, ona tedavi ve eğitimde kolaylık sağlanmakta; ya bedava veya göstermelik bir ücret alınmaktadır. Bunun tebliğ olmadığı, bilakis insanların şahsiyeti ve inancının satın alınması olduğu açıktır. Buna ilave olarak, misyoner okulları bizim ülkemizde öyle bir nesil yetiştirmektedir ki bunlar ne Hıristiyanlığı benimsemekte, ne de Müslüman olarak kalmaktadır. Bilakis, kendi ahlâk ve davranışları, dil ve hayat tarzı itibariyle yabancı biri olup çıkmaktadır. Veya dini yönden onun içinde Hıristiyanlık veya İslâm yerine ateistlik ve dinsizlik eğilimleri oluşmaktadır. Acaba makul düşünen birisinin Hıristiyan misyonerlerin bütün bu yapmakta olduklarının dine bir hizmet olduğunu kabul etmesi mümkün olabilir mi? İşte bu sebeplerden dolayıdır ki, İslâm ülkelerinde genelde bu misyonerlerin yaptıkları dini tebliğ yerine İslam ve Müslüman toplum aleyhine bir tuzak olarak algılanmaktadır. Ben sizden, bütün bu faaliyetlerin akıbeti üzerinde düşünmenizi ve kendi etki ve nüfuzunuzu kullanarak misyoner teşkilatların tebliğ metodunun düzeltilmesi noktasında gayret göstermenizi rica ediyorum.

Barış ve İsrail
Hıristiyan dünyası ile ilgili olarak Müslümanlar genelde, Hıristiyanların İslâm ve Müslümanlar aleyhine şiddetli bir inatlaşma hissine sahip oldukları kanısını taşımaktadırlar. Ve gün geçmemektedir ki bizim bu kanımızı pekiştirecek tecrübeler yaşamamış olalım. Bununla ilgili yaşadığımız en taze tecrübe Arap-İsrail savaşı sürecinde olan hadiselerdir. Bu savaşta İsrail’in elde ettiği başarılar üzerine Avrupa ve Amerika’daki misyoner ülkelerde yapılan kutlamalar tüm dünya Müslümanlarını derinden yaralamıştır. Dolayısıyla, Arapların yenilgisi ve İsrail’in zaferler kazanması üzerine Hıristiyan dünyasında açıktan açığa sevinç gösterileri ve kutlamalar yapılması ve İsrail’in gizleyip saklanmadan himaye edildiğini gören hiç bir Müslüman gösteremezsiniz ki bütün bu yapılanların İslâm ve Müslümanlar aleyhine Hıristiyanların taşıdığı derin inatlaşmanın bir göstergesi olduğunu düşünmeden durabilsin.

Filistin’de İsrail devletinin nasıl kurulduğu, hatta kurdurulduğu, tarihi kimseye gizli değildir. İki bin yıldır Filistin, Arap nüfusun vatanı idi. Bu yüzyılın başında oradaki Yahudi nüfus % 8’den daha fazla değildi. Buna rağmen İngiltere hükümeti burasını Yahudilerin ulusal vatanı olarak kurma kararı verdi ve Cemiyet-i Akvam (Birleşmiş Milletler) bu kararı onamakla kalmayıp, aynı zamanda, İngiltere hükümetine Filistin’in himayesini vererek, İngiltere’ye Yahudi temsilciliğini hükümete düzenli bir şekilde ortak etme direktifini verdi ve böylece bu kararın pratiğe dönüştürülmesine yardımcı oldu. Bundan sonra, tüm dünyadaki Yahudileri getire getire mümkün olan her tür tedbiri alarak onların Filistin’de yaşama süreçlerini başlattı. Öyle ki, 30 sene içerisinde bölgedeki Yahudi nüfusu yüzde otuz üçe kadar ulaştı. Bu öyle aleni bir zulüm idi ki, bu yolla bir ulusun vatanında zorla diğer yabancı bir ulusa vatan kurduruldu. Dahası, bundan daha zalimce bir adım atıldı ve Amerika açıkça baskı yaparak, Yahudilerin bu yapay ulusal vatanının bir Yahudi devletine dönüştürülme kararını Birleşmiş Milletler’den geçirdi. Bu karar uyarınca yüzde 33’lük Yahudi nüfusuna Filistin’in yüzde 55’i, Arapların yüzde 67’lik nüfusuna ise yüzde 45 yüzölçümü tahsis ediliyordu, ancak Yahudiler savaşarak ve zor kullanarak Filistin’in yüzde 77’sine sahip oldular; vurarak, kırarak, öldürüp yağmalayarak yüz binlerce Arabı kendi vatanlarında evsiz bıraktılar. İşte İsrail gerçeği budur. Acaba dünya yüzünde adalet ve iman sahibi bir kimse bu ülkenin tabii ve insaf çerçevesinde kurulmuş meşru bir devlet olduğunu iddia edebilir mi? İsrail’in varlığı en kötü tarafından bir insafsızlıktır. Bundan daha ileri zulüm ise, Yahudilerin Filistin’de sırf zorbalık ve şiddetle elde etmiş oldukları bu sınırlarla kendilerini sınırlı görmemeleridir. Bilakis onlar yıllardır açık bir şekilde "Nil nehrinden Fırat nehrine" kadar tüm bölgenin kendi ulusal vatanları olduğunu dillendirmektedirler. Bunun bir başka anlamı şudur: bu millet, her zaman için tüm bu bölgeyi zorbalıkla ele geçirme ve bu bölgenin asıl unsurlarını zorla yerlerinden yurtlarından ederek dünyanın her tarafına yayılmış bulunan Yahudileri buraya getirip yerleştirme gibi insafsızca bir iradeye sahiptir. Yani bölge hiçbir zaman huzur görmeyecektir. İşte bu insafsızca planın bir bölümü geçtiğimiz temmuz ayında yapılan ani saldırı ile gerçekleştirildi. Bu vesile ile İsrail 26 bin mil kare toprağı gasp etti. Tüm bu yapılan zulümlerin sorumlusu Hıristiyan âlemidir; Hıristiyanlar bir ulusun vatanında başka bir ulusa kendi vatanlarını kurdurmuşlar, bu sunî ulusal vatanı bir devlete dönüştürmüşlerdir. Yine onlar bu insafsız devlete para ve silah yardımı yaparak, bu devleti kendi genişleme planlarını zorla gerçekleştirebilecek derecede güçlendirmişlerdir. Ve şimdi bu devletin yeni elde ettiği başarılar Hıristiyan âleminde bir bayram havası içerisinde kutlanmaktadır. Dolayısıyla acaba siz tüm bu olanlardan sonra, sadece Arapların değil tüm dünya Müslümanları gözünde Hıristiyanların adalete olan saygıları, insanların iyiliğini isteme ve dini inat ve taassuptan uzak olmaları gibi söylemlere herhangi bir inançları kalmış olduğunu söyleyebilir misiniz? Veya siz dünyada güvenlik ve huzuru oluşturmanın sırf bu yoldan geçtiğini mi düşünüyorsunuz? Dolayısıyla Hıristiyan kardeşlerinizi bu tavırlarından dolayı ayıplamak ve onların bu ruhsal kirlenmelerinden arınmaları için çaba göstermek aslında bizim değil de sizin vazifenizdir.

Barış ve Birleşmiş Milletler
Bu konuyla ilgili olarak bizzat sizin tarafınızdan yapılan bir başka haksızlık daha var: Gerçi ben, bunun iyi niyetle yapıldığını düşünüyorum ve sizin büyük ihtimalle bunu aslında bir insafsızlık olarak algılamadığınız kanısını taşıyorum. Kastettiğim husus sizin eski Kudüs’ün (Beytu’l Makdis) uluslararası denetime verilmesi şeklindeki teklifinizdir. Siz büyük ihtimalle bu teklifinizi uluslararası denetim altında bu mukaddes şehrin savaş ve çekişmeden korunacağı düşüncesiyle gündeme getirmektesiniz. Ancak gerçekte, netice olarak bu da bir başka zulüm şeklinde kendini gösterecektir; uluslararası denetimin kontrolünün yapay İsrail devletini kurduran, İsrail’in bugüne kadar ki hiç bir insafsızlığına dur diyemeyen ve olduktan sonra da süreci geri çeviremeyen bir uluslararası yönetimin elinde olacağı açıktır. Eğer bu kutsal şehir böyle bir uluslararası denetime verilirse, aynen Cemiyeti Akvam (Birleşmiş Milletler) himayesi altında İngiltere hükümeti’nin Yahudi göçmenler için Filistin’in kapılarını açmış olduğu gibi, Yahudiler için Kudüs’te yerleşmenin kapıları ardına kadar açılacaktır. Yine aynı şekilde, nasıl ki İngiltere himayesi altında Yahudilere Filistin arazileri peşkeş çekilmişse, aynı şekilde Yahudilerin Kudüs’te arazi ve bina satın almaları yolundaki tüm engeller kalkacaktır. Böylece kısa bir süre içerisinde bu kutsal şehir fiili olarak da bir Yahudi şehrine dönüşecektir ve bu şehir kalplerinde ne Hıristiyanlık kutsallarına ve ne de Müslümanlık kutsallarına saygı duyan Yahudilerin eline geçecektir. Mesajınıza cevap verirken yazımı uzatmam ve açık sözlülüğümden dolayı özür dilerim. Ancak, ben, barış ortamının oluşturulması yolundaki asıl engellerin neler olduğu ve bunların fiili olarak ortadan kaldırılması için neler yapılması gerektiği hususundaki görüşlerimi sizinle paylaşmayı üzerime bir vecibe olarak görüyordum. Bununla birlikte tekrar ifade etmek isterim ki, eğer dünya barışı ile ilgili İslâm âlemi tarafından engel oluşturulduğu düşünülen bir husus varsa bizimle paylaşınız: Biz, hem İslâm âlemi üzerinde var olan az çok etkimizi bu gibi engelleri kaldırmak için kullanırız ve hem de diğer İslam âlemi liderlerinin dikkatini bu hususa çekeriz.
 

islamci

New member
Katılım
5 Eki 2007
Mesajlar
123
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Bakara 165, 166, 167

165 ) insanlardan öyleleri vardır ki, Allah’tan başkalarını ona denk tutarlar ve onları,
tıpkı Allah’ı sever gibi severler. Müminlerin Allah’a olan sevgileri ise çok daha
kuvvetlidir. Keşke o zalimler azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi bütün
kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu
şimdiden anlaya bilselerdi.
166 ) dünyada iken kendilerine uyulmuş olan büyükler, o zaman, peşlerine takılmış
olanlardan uzaklaşmış ve onları reddetmişlerdir. Artık hepsi birden azabı
görmüş ve aralarındaki bütün bağlar kesilmiştir.
167 ) büyüklerinin peşlerine takılanlar o zaman derler ki: Keşke bir defa daha dünyaya
dönsek de, şimdi onların bizi reddettiği gibi bizde onları reddetsek. İşte Allah
onlara yaptıklarının neticesini böylece pişmanlık üstüne pişmanlık olarak gösterir.
Onlar ateşten asla çıkacak değillerdir.

bak kardeş ayette ne güzel belirtmiş Allah(c.c.) tan başkasını ona denk tutarlar ve onları tıpkı Allah(c.c.) ı sever gibi severler. ayet ne güzel açıklıyor değilmi demekki peygamberimizide Allah(c.c.) ı sevdiğimiz gibi seversek , o sapmış insanların yaptığı gibi oluyoruz.
sonra karşımıza Allah(c.c.) kime iman etti? peygambere dersek peygamberi Allah(c.c.) tan üstün tutmuş oluyoruz.


dinler arası diyalog diye birşey yoktur çünkü tek din vardır oda islamdır. islam ise hz.adem den son peygamber hz.muhammed(s.a.v.) e kadar Allah(c.c.) a iman etmiş kimselerin dinidir.
yani herkes aynı dinin mensubudur.
 

firsaf

New member
Katılım
15 May 2007
Mesajlar
105
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
firsaf´isimli üyeden Alıntı Mesajı göster
Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Onsekizinci Lem’a, c. II, s. 2079; de geçen : “Hazreti Cebrail'in, Âlâ Nebiyyina (a.s.m.) huzuru Nebevide getirip Hz. Ali'ye Sekine namıyla bir sayfada yazılı İsmi Âzam, Hz. Ali'nin (r.a.) kucağına düşmüş. Hz. Ali diyor: "Ben Cebrail'in şahsını yalnız alâim’üs-sema suretinde gördüm. Sesini işittim, sayfayı aldım, bu isimleri içinde buldum" diyerek bu Ismi Âzamdan bahs ile bazı hadisatı zikirden sonra tahdis-i nimet suretinde diyor ki: "Evveli dünyadan kıyamete kadar ulum-u esrar-ı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş, kim ne isterse sorsun, sözümüze şüphe edenler zelil olur."

şimdi buna ne diyecen hani hz ali vahiy almamıstı

demekki 1 sayfadaki bilgi gelmiş geçmiş tüm ilimleri kapsıyor

demekki peygamberdende fazla ilim verilmiş hz aliye



Yahu sen ordaki kelimelerin manasını biliyorsen gel gözüme parmağını sok. Sadece hırsından sırf çürütmek ve haklı olduğunu ıspta etmek, aklınca beni mors etmek için yazıyorsun .Orda ne yazdığını anlamadığına bahse girerim.


Bak şimdi metni inceliyelim senin iftiran nasıl gümleyecek.


“Hazreti Cebrail'in, Âlâ Nebiyyina (a.s.m.) huzur-u Nebevide getirip Hz. Ali'ye Sekine namıyla bir sayfada yazılı İsmi Âzam, Hz. Ali'nin (r.a.) kucağına düşmüş.

Ne diyor. Hazreti Cebrailin Peygamberimizin Nebilik Makamı olan Makamda Hz. Muhmmed orda iken Sekene'yi vahy etmiş. Yani, bir söz Cebrail ile mukarenet etse vahiydir. Etmese ilhamdır veya sünühattır.

Şimdi madem huzur-u Nebevide getiriyor o zaman Hz. Aliye indiğini vahiy geldiğini söylemiyor. Ya kime vahiy gelmiş. Peygamberimize, ap açık onu söylüyor. Ama gözünü kör etmiş hırs, cehalet, tarafgirlik sana orda ki manayı yanlış gösteriyor.

Peki, Hz. Alinin kucağına düşmesi ne demektir?

Hz. Ali'ye Sekine namıyla bir sayfada yazılı İsmi Âzam, Hz. Ali'nin (r.a.) kucağına düşmüş. Hz. Ali diyor: "Ben Cebrail'in şahsını yalnız alâim’üs-sema suretinde gördüm. Sesini işittim, sayfayı aldım, bu isimleri içinde buldum"

Şimdi bu kelimlerle Risale-i Nur'u karalamak isteyenler, senin gibi cahillere dilediği gibi yorumluyor. Cahillerde orda ne yazdığını anlamadığı için inanıyor.

O ifade şöyle diyor:

Nasıl başta açıklama yaptım, Sekene Hz. Peygamberimize vahyediliyor. Ancak Hz. Ali'ye Peygamberimiz tarafından kaside haline getirilmesi için veriliyor. Kucağına düşüm yani o lütüf ona verilmiş demek isteniyor. Cebrail(a.s)'yi ise gördüğünü filan söylemiyor. Çünkü diyor alaimüssema yani gökkuşağı suretinde yedi renk olarak gördüm
Biraz fizik bilen ışığın hızına ışık hızı dendiğini bilir. Işık nurlu yani parlak bir şeye temas edince yedi rengi gözükür. İşte Nurlu ve ışık hızında hareket edebilen Cebrail(a.s) Huzur-u Nebeviden ayrılırken Hz. Ali Cebrail(a.s) parlak ve hızlı olduğu için yedi renk olarak görüyor ve buna da Gö kuşağı adını takıyor.

Yani, metni iyi okuduğumuzda Hz. Alinin tamamen dışarda olduğu ve vahiy ile alakası olmadığı söyleniyor. Hal böyle iken ard niyetliler güya burda Hz. Cebralil Hz. Aliye vahiy indirmiş gibi çeviriyor. Senin gibi gözünü hırs ve tarafigilik bürümüş kişiler metni şöyle bir okuma ve çevirisini yapma zahmetine katlanmıyor.

Bunun yerinde vebali büyük Kur'an'da ve sünnette kesin yasaklanmış su izan ile iftirlı şeyler söylüyor.

İşte kimin ne olduğu ortaya çıkmıştır.


Ha dersiniz bu Duha ne kadar kibirli imiş. Nefsimi temize çıkarmam "o kibirli" Ama kalbim değil. Evet yazılarımda kibir var. Ama şer'idir. Zira, nasıl bir padişah ülkesinie saldırılsa mağrur durur bende o niyetle mağrur ve kibirliyim. Caiz ve haktır. Hem kibirliye kibirle cevap vermek hazk ve caizdir. Bazen mecburdur

Selametle


İşte kimin ne olduğu ortaya çıkmıştır.(NURDİNİ MENSUBU):p




zındıklık parayla değilki zındıklık bile bile batılı hakkın üzerine örtmektir

işte nur dini mensupları bile bile batılı hakkın üzerine örtmekteler mücahidlere bile dil uzaymaktan o kopasıca dillerini uzatmaktan geri kalmazlar

zaten sahte peygamberinizde zamanında böyle davranmıştı kıyama kalkan müslümanların safında yer almaktan geri kalmıstı

ŞİMDİ SAHTE PEYGAMBERİNİZİ BİRAZ TANIYALIM




3- Said Nursî

Said Nursî 1873 yılında Bitlis'in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde doğmuştur. Ciddi anlamda sadece üç ay medrese tahsili yaptığı kabul edilmektedir. (Tarihçe, 33 ). Buna rağmen "Molla Said"in daha 16 yaşlarında iken, yaptığı tartışmalarda yörenin bütün alimlerini susturduğuna inanılmaktadır. Cizre'nin (Tarihçe, 40 ), Siirt'in (Tarihçe, 37 ) daha doğrusu bütün Doğu Anadolu'nun alimleri mat edildikten sonra, 1896'da İstanbul'a gelir gelmez, orada da meydan okurcasına bütün ulema ile münazaraya girişmiş, onları da susturmuştur! (Tarihçe, 48 ). Artık Nursi'nin hedefi bütün dünya alimleridir: 35 Yaşlarında iken, o günlerde İstanbul'a gelmiş bulunan, Ezher Şeyhlerinden Şeyh BAHlD ile münazaraya girişmiş ve haliyle onu da pes ettirmiştir! (Tarihçe, 49-50).
Bu yıllarda (1907) Said Nursî delilik muamelesi görerek, Toplası Tımarhanesine kapatılmıştır. ( ! ) (Şahiner, 70 vd.)

II. Abdülhamid'in "istihdafına karşı çıkan Nursî, 1908 yılında Selanik Hürriyet meydanında meşrutiyet nutku atacak kadar meşrutiyetçidir. (Şahiner, 81 ).
Osmanlı istihbarat servisi olan Teşkilat-ı Mahsusa'da Nursî görev almıştır. (Şahiner, 128-131 ). I.

Dünya savaşında Ruslar'ın eline esir düşmüş ve esareti yaklaşık iki buçuk yıl kadar sürmüştür. (Tarihçe, 104)

Yeni kurulan Kuvay-ı Milliye'yi destekleyen Nursî, çağrı üzerine 1922'de Ankara'ya gitmiştir. (Tarihçe, 124}. Ve o şimdi artık Cumhuriyetçidir. (Emirdağ L. 27). 1950 Yılından itibaren de demokrat olacaktır...
1950 Mayısında DP'nin iktidara gelmesiyle Reis-i Cumhur Celal BAYAR'a telgraf çekerek, yeni hükümeti tebrik eder. (Emirdağ L. 280).
Celal Bayar da bilmukabelede bulunmuştur . (Şahiner, 350). Nursî'nin öğrencileri de DP'lilere akıl vererek, hem nurcuları ve milleti memnun etmek, hem de Amerikan yardımcılarını kaybetmemek için ezan meselesini v.s. tamir etmeleri gereğini tavsiye ve telkin ederler. (Emirdağ L. 28 . Bu kanaatin asıl sahibi de kendisidir. (Tarihçe, 547).

CHP döneminde hapishanelerle barışık olan Said Nursî için 1956 yılı artık DP'lilerin bizzat, kitaplarını yayınlamak için teklifte bulundukları bir dönemdirl (Şahiner, 376). Her şeyin bir karşılığı olmalıdır; O da "dindar demokratları" her fırsatta över ve 1957 seçimlerinde oyunu da onlara verir... (Şahiner, 37







Mütercim Said Nursî

Said Nursî bir mutasavvıf olarak adlandırılmamasına rağmen, bütün söylemleri, dîni anlayış ve yorumlayış biçimi tamamen tasavvufîdir; tasavvuf kültürünün bütün mentalitesini içkindir. Yani o, adı konulmamış bir mutasavvıftır.

Said Nursi, risalelerini Allah'a atfeder. Kitaplarının hemen hemen tamamında, kendisinin Allah tarafından görevlendirildiğine inandığını gösteren beyanatlara rastlamak mümkündür. Hatta bu kanaati o kadar kesin ki, kendinde manevî kuvvetler bulunduğuna, istese 28 senelik düşmanlarından intikamını bir günde alacağına inanmaktadır.(Tarihçe, 550). Fakat özellikle "Sikke-i Tasclîk-i Gaybî" adlı risalesinde baştan sona, kendisinin bilgileri doğrudan Allah'dan aldığını olanca çıplaklığıyla, gayet samimane(!) anlatmaktadır. Onun zihin yapısını anlamak için sadece bu risalesini tetkik etmek yeterlidir. Kitabının adı da, kendisine gaibden gelen bilgilerin doğruluğunun, isbatının kanıtı, mühürü anlamını ifade etmektedir...

Nursî'nin, andığımız kitabında anlattığı, kendisiyle ilgili bir anekdot, ta küçükten beri nasıl bir haleti ruhiye ile yetiştiğini ifşa etmektedir: Daha kendisi 8-9 yaşlarında iken, etrafındakilerin Nakşî olmalarına ve orada meşhur Hizan Gavsı'ndan istimdat ederlerken, kendisi Gavs-ı Geylanî'ye hitab etmekte, ondan istimdat etmektedir! Binlerce kez, kaybolan bir şeylerini buldurmak için
Gavs'ı yardıma çağırmış ve yardım görmüştür!(Sikke, 116). Yani molla Said övüneyim derken, kendini ele vermiş... Çünkü Allah'dan başkasını bu anlamda yardıma çağırmanın şirk olduğunu Kur'an bize öğretmektedir.

Said Nursi'nin doğup-büyüdüğü çevrenin, şeyhlerin mutlak otoritesine dayalı mistik kültürü, evliyalar menkıbeleri, onun gelecekteki kişiliğinin ve din anlayışının temelini oluşturuyordu. ( ! ) ( ! )

O da diğer sufiler gibi kitap yazımına rüya ile başlıyordu. Çocukluğunda (12-13 yaş) gördüğü bir rüyada Hz. Peygamberin elini öpmüş ve Peygamber, "ümmetine sual sormamak kaydıyla" ona Kur'an ilimlerinin verileceğini müjdelemiştir(!) (Tarihçe, 32-33). Bir başka rüyasında da Abdulkadir Geylanî ona Miran aşireti reisi Mustafa Paşa'ya giderek, onu namaz kılıp zulümden vazgeçmeye çağırması, aksi durumda öldürmesi talimatını vermiştir. Molla Said de rüya gereğince davranmıştır. (Tarihçe, 39 vd.).

Şimdi burada Said Nursi'ye, rüyada Allah'dan Kur'an ilimlerini almanın imkanından, kendisinin yoksa nebî mi olduğundan sormazdan önce; A. Kadir Geylani'nin, mezarda çürümüş olduğu halde, dünyaya nasıl hükmettiğinin, bu gücü nereden aldığının, yoksa yarı-ilah mı olduğunun sorulması ilzam eder. Üstelik, kabirden dünyayı yöneten Geylanî'nin, sözkonusu görevi bizzat kendisinin ifâ etmeyip de Nursiyi görevlendirmesi de bir nebze çelişki olmuyor mu?

Anlaşılan o ki, böyle büyük(!) rüyalarla anlatılmaya çalışılan küçük(!) dünyalar var, onun için bu rüyalara ihtiyaç var!
Said Nursî, risaleleri yazmakta kendisinin sadece bir "mütercim" olduğuna kesin olarak inanmaktadır.
O, bu risaleleri ihtiyarı dışında yazmıştır! (Sikke, 91). O yalnızca, kendi hissesine "şükretmek" düşen bir mütercimdir. (Sikke, 60).
Şakirtlere göre, Celcelutiye, Mesnevi-i Şerif ve Fütuhul Gayb gibi eserlerin müellifleri, nasıl yalnızca
bunların mütercimleri iseler, Üstadları da aynen öyledir! Risale-i Nur tamamen Kur'an'ın nurudur. (Sikke, 215).
"İ'caz-ı Kur'an"ı beyan etme görevini kendisine, "vakıa-i sadıka" da gördüğü "mühim bir zat" vermiştir! (Sikke, 187). Bu mühim bir zat, Allah mıdır, peygamber midir, bilemiyoruz.

Said Nursî, kendisinin Şark tarafından zuhur edecek nur olduğuna (Sikke, 189) kesin inanmıştır, hernen hemen bütün risalelerini kendisinin yazmadığını, kendinin bundan aciz olduğunu, hakikatleri beyan etmede o kadar başarılı olmadığını... anlatır. Dolayısıyla Nursinin yazıları "doğrudan doğruya bir inayet-i ilahiyye ve bir ikram-ı Rabbanî ve bir keramet-İ Kur'aniyye"dir. (Sikke, 192, 195). Yani, risaleler, telaffuz edilmese de vahiyden başka birşey değildirler! Zaman zaman, risaleleri yazarken, kuş v.s. suretinde gelip, kendisini murakebe ve taltif eden (Sikke, 196), gayb alemiyle bağlantılarını ifşa(!) eder.

Şakirtleri, üstadlarının "zevahiri kurtarmak için" üç aylık bir tahsil müddeti içinde evvel ve ahirîn alemlerine, ledünnî ilimler ve eşyanın hakikatına, kainatın esrarına, ilahî hikmetlere varis kılındığına inanmaktadırlar. Ve üstelik şimdiye kadar hiç kimse bu makama nail olamamıştır! (Sikke, 216). Nursi'nin bizzat kendisinin de, Risale-i Nurlar dışında bir tek kitaba dahi ihtiyaç duymamış (okumamış) olması (Kastamonu L. 4, acaba, geleneksel kabuldeki, peygamberin ümmî oluşuna bir atıf, bir nazire midir bilinmez... Risale-i Nur onun değildir (Emirdağ L. 46, 49), Allah'a aittir...

) Said Nursi'nin, "izin olmadığından yazılmadı"; "bir iki sahife yazdım, perde kapandı..."; "birden şiddetli ihtar ile"; "bir meseleyi beyan etmek ihtar edildi"; (Kitaplarının tamamına yayılmış durumdadır, örnek için, Sikke, 152gibi mütemadiyen tekrar ettiği ifadeler, Allahdan vahiy aldığına kesin olarak inandığının gayet açık ve net delilleridir.

Kur'an'ın 33 ayeti hem Said Nursi'yi, hem de Risaleleri ta o zamandan ihbar etmiştir! Bu ayetlerden bazıları,
3/18, 4/176, 5/14, 108/1 ayetleridir. (Kastamonu L. 54, 137-13 . Said Nursi'nin, kitaplarının vahiy ürünü olduğunu ispatlamak için en çok başvurduğu ve yüzde yüz inandığı bir yöntem de cifir/ ebced hesabıdır. Sikke-i Tasdik-i Gaybî risalesi bununla doludur.

Zümer, Casiye ve Ahkaf surelerinin başlarında bulunan "tenzîlül Kitab" ifadesi, o gün için Kur'an'a delalet ediyordu, şimdi de Risalen Nur'a delalet etmektedir. (Sikke, 78-79).

Said Nursi, Celcelûtiye adını verdiği tamamen uydurma, bir sözde dua metninin de kendisinden bahsettiğinden emindir! (Sikke, 107). Ona göre celcelutiye, Peygamber'e vahiyle inmiştir. (Sikke, 101).

Şu halde hem Allah doğrudan ve rüya yoluyla, hem Kur'an aracılığıyla, hem Peygamber vasıtasıyla, hem Celcelûtiye, hem Hz. Ali ve hem de A. Kadir Geylani aractlığıyla Said Nursi'yi haber vermiş, risale-i nurun "imanı kurtaracağım" müjdelemiştir!!

Risale-i Nur'un tamamını buraya dercedemeye-ceğirniz için bu kadar iktibasla yetiniyor ve rüya-zan-vehim-uydurma rivayet geleneği-cifir-ayetlerin kasden yanlış yorumlanması gibi bâtıl ayaklar üzerine bina edilmiş bir nurculuk düşüncesinin etkisinden bütün müslürnanların korunmasını temenni ediyoruz.

Said Nursi'nin, Allah'dan kendisine inzal edildiğine, yazdırıldığına mutlak surette iman ettiği risalelerdeki bu kanaatlere katılmak mümkün değildir. Allah'ın, Hz. Muhammed'den sonra hiç bir kimseye vahiy indirmediğine iman ediyoruz. Nursi'nin iddiaları zandan, vehimden, kuruntudan başka bir şey değildir.





Said Nursi'ye göre de Risaie-i Nur'a itiraz edile­mez (Sikke, 56) çünkü onlar Tanrısaldır. Hatta risalele­re "Kutb-u Azam"dan itiraz gelse yine de dikkate alınmaz! (Kastamonu L. 145). Çünkü Kutb-u Azam{!) yanılabilir. (Kutb-u Azam meğer pek de cahilmiş!)
 

firsaf

New member
Katılım
15 May 2007
Mesajlar
105
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Peygamber’in devrinden günümüze kadar eşi ve benzeri gelmeyen tek adam Said Nursi (S.261-283)

Said Nursi, kitaplarının birçok yerinde, îbn Arabî ve Celâleddin er-Rumî sapıklarına ve onların görüşlerine övgüler yağdırır. "Risale-i Nur" diye isimlendirdiği kitaplarının, kendisinin eserleri olmadığını söyler. Risalelerin kendisine iradesi dışında yazdırıldıklarını uzun uzun anlatır.

Aslının vahiy olduğunu söylediği, "Celcelûtiye" adlı kitapta; "Risale-i Nur'lann, "Nur talebeleri" diye adlandırdığı öğrencilerinin ve "Bediüzzaman" lakabıyla kendisinin zikredildiklerini anlatır. Kitaplarına, Kur'an'ın kuvvetli işaretle iltifat edildiğini, imam Ali (r.a.) v.b. tarafından ehemmiyet verildiğini, kitaplarının hatta içindeki birçok konunun bile isminin iradesi dışında bildirildiğini şu ifadelerle izah eder:

"Çok defa kalbime geliyordu; Neden imam Ali (r.a.), "Risaletü'n-Nur'a" ve bilhassa "Âyetü'l-Kübrâ Risalesi"ne ehemmiyet vermiş, diye sırrını beklerdim. Lillahilhamd, o sır ihtar edildi... "Âyetü'l-Kübrâ Ri-salesi"ni imam Ali (r.a.) keşfen görmüş, ehemmiyetle göstermiş."

"Ben Celcelûtiye'yi okuduğum vakit, sair münacaatlara muhalif olarak kendim bizzat hissiyatımla münacaat ediyorum diye hissederdim. Ve başkasının lisamyle taktirkarane olmuyordu. Benim için gayet fıtrî ve dertlerime alakadar ve tefekkürât-ı ruhiyeme hoş bir zemin oluyordu. Birkaç sene sonra kerametini ve "Risale-i Nur" ile münasebetini gördüm ve anladım ki; o halet bu münasebetten ileri gelmiş.

Hz. imam Ali (r.a.), Tugadusiracunnuri fırkasiyle "Risale-i Nur"u tarihiyle ve ismiyle ve mahiyetiyle ve esaslariyle ve vazifesiyle gösterdikten sonra, Süryanice isimleri tâdâd (birer birer söyleyip sıralayarak39) ederek münacaat eder." Yine Hz. Ali (r.a.) ahir zamanda "Risale-i Nur"u dua ile Allah'tan niyaz ediyor, "Risalei Nur'u medhü sena ediyormuş.

Oysa islâm inancında "Allah'tan bilgi almanın yolu vahiydir. Gayb, hakkında bilgi sahibi olmanın yolu da budur."

Şimdi bir an için düşünelim: Aişe (r.a.) annemizin, Peygamberin bile, yarın ne olacağını bildiğini söyleyenin Allah'a iftira ettiğini söylediğini hatırlatması karşısında, acaba Hz. Ali'nin, "Risale-i Nur'u, tarihiyle, ismiyle, mahiyetiyle, esasları ve vazifesiyle birer birer sıralayarak bildirdiğini, ahir zamanda "Risale-i Nur"u Allah'tan niyaz ettiğini ve onları övdüğünü söyleyen kişi, Allah ile birlikte imam Ali (r.a.)'a da iftira etmiş olmaz mı?



. Bu sırların vahiy olduğu hezeyanına kadar gider. Risalelerinin hemen her paragrafında batınî manalar yüklenilmiş ütopik çıkartımlara rastlanılır. Aslının vahiy olduğunu söylediği meçhul kitabın, vahiy nazil olduğu vakit, Resûllülah (s.a.v.) tarafından İmam Ali (r.a.)'a yazdırıldığını söylüyor.

Bununla da yetinmeyen Said Nursi, kullanmış olduğu "Bediüzza man" lakabının da vahiy ile nazil olan "Celcelûtiye"nin Süryanice karşılığı olmasından ötürü iradesinin dışında kendisine verildiğini şu ifadeler ile söyler;

"Hem madem Celcelûtiye'nin aslı vahiy'dir. Ve esrarlıdır. Ve gelecek zamana bakıyor; ve ga ybî umûr-u istikbâliyeden haber veriyor. Ve madem Kur'an itibariyle bu asır dehşetlidir ve Kur'an hesabiyle "Risale-i Nur" bu karanlık asırda ehemmiyetli hâdisedir. Ve sarahat (açıklıkla, şüpheye sebebiyet vermeyecek tarzda) derecesinde çok karine ve emarelerle "Risale-i Nur" "Celcelûtiye"nin içine girmiş, en mühim yerinde yerleşmiş...

"Celcelûtiye," Süryanîce bedî demektir. Ve bedî manasındadır. ibareleri bedî olan "Risale-i Nur" "Celcelûtiye"de mühim bir mevki tutup ekser yerlerinde tereşşuhatı görüldüğünden, kasidenin ismi ona bakıyor gibi verilmiş. Hem şimdi anlıyorum ki; eskiden beri benim liyakatim olmadığı halde, bana verilen "Bediüzzaman" lakabı benim değildi. Belki "Risale-i Nur"un manevi bir ismi idi. Zahir bir tercümanına ariyeten ve emaneten takılmış. Şimdi o emanet isim hakiki sahibine iade edilmiş..."

Ibn Arabî ve Celâleddin er-Rumî'deki "Vahdetü'l-Vücûd" inancı, birtakım övgü ve yergiler ile tevil edilerek, Said Nursi tarafından da savunulur ve "Fenafillah" hakkında şunları söyler;

" Ehl-i tarikat ve hakikatca müttefikûn aleyh bir esas var ki: Ta-rik-i hakda sülük eden bir insan, nefs-i emmâresinin enaniyetini ve serkeşliğini kırmak için lazım gelir ki: Nazarını nefsinden kaldırıp şeyhine hasr-ı nazar ede ede tâ fenafışşeyh hükmüne gelir. "Ben" dediği vakit, şeyhinin hissiyatıyla konuşur ve hakeza... tâ fenafirresul, fenafil-laha kadar gider.."

"Said Nursi, "Vahdet-i Vücûd"un çok yüce bir meşreb olduğunu söylemekte, ancak halka anlatılmasının birtakım fitnelere sebep olacağını belirtmektedir.

Said Nursi bazı tezahürleriyle "Vahdet-i Vücûd"u tasvip etmez görünürken temelde islâm'ın ve Allah sevgisinin en üst zirvesi olduğunu ve Ibn Arabi'nin, velilerüstü (Hatemu'l-Evliyâ) bir velayete sahip, islâm ilimlerinin mucizesi olduğunu söylemektedir... Biraz dikkatle bakılırsa, Vahdet-i Vücûd ile Vahdet-i Şuhûd'un netice itibariyle aynı şey olduğu görülür."48 Said Nursi ise yüksek ve kuvvetli iman sahibi Muhyiddin-i Arabî gibi zatlara zevkli, nurani, makbul bir mertebe olduğunu ancak dikkatli olunması gerektiğini söyler. Vahdet-i Şuhûd'un ise zararsız ve yüksek bir meşreb olduğuna inanır.

Said Nursi, Kur'an-ı Kerim'in bir çok âyetinin kendi Risalelerin'e işaret ettiğinden bahseder:

"Sözler adedince otuz üç âyet, hem manasıyla, hem cifirle, "Risale-i Nur"a işaretleri, uzaktan uzağa icmalen görüldü. Ayrı ayrı tarzlarda otuz üç âyet müttefıkan "Risale-i Nur"u remizleriyle.gösterdiği, hayal meyal görüldü..."

Kendisine alenen bir kitap inmeyince, bu kez inmiş olan Kitab-ı Kerim'de kendisini görmeye çalışır, bunun yollarını arar durur.

Bu insanlar eserlerinin aslının vahiy olduğunu niçin söylüyorlar? Böyle bir şeyle neyi hedefliyorlar? Niçin ifsada kalkışır, tahrife yeltenirler?

Kuşkusuz hiçbir müfsid muharrif; "ben ifsad ediciyim, ben tahrif ediciyim" demez! Oysa söyledikleri ayan beyan ortadadır.

Geçmiş kavimlerdeki din tahrifcilerine baktığımız zaman şunu görürüz: insanlara kabul ettirmek istedikleri görüş ve düşüncelerini kendi yanlarından ve indî kanaatleri olduğunu söyledikleri takdirde, bunun kabul görmeyeceğini düşünmüşler. Onlar da kabul ettirmek istedikleri söz ve fiillerinin sahibinin gerçekte Allah olduğu yalanına başvurmuşlar ve görüşlerini Allah'a nisbet etmişlerdir. Artık insanlar o görüş ve düşünceleri reddedemez ve kendilerini kabule mecbur hissederlerdi. Neticesi(!)... Evet neticesi de geçmiş kavimlerin helak sebeplerinden olan tahrif...

Ancak böylelerinin bu suçu işlemelerine rağmen artık başarıya ulaşmaları mümkün değildir. Çünkü Allah (c.c.);

"Doğrusu Kitabı Biz indirdik, onun koruyucusu elbette Biziz." (Hicr/9) buyuruyor.

Peki bu halleri ile, onların Allah (c.c.) yanındaki konumları nedir? Bütün bunların cevaplarını Cenab-ı Hakk (c.c.) âyetlerinde bildiriyor;

"Daha doğrusu onlardan herbiri, kendisine (önünde) açılmış sahifeler (ilahi vahiy) verilmesini istiyor. " (Müddessir/52 )

"Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vah-yedilmemişken "Bana da vahyolundu" diyenden ve "Ben de Allah'ın indirdiği âyetlerin benzerini indireceğim" diyenden daha zalim kim vardır? O zalimler, ölümün boğucu dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara: "Haydi canlarınızı kurtarın! Allah'a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bu gün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız." derken onların halini bir görsen" (En'âm/93 )

"...Bilgisizce insanları saptırmak için Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir? Şüphesiz Allah o zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. " (En'âm/144)

"Kim Allah'a ("Allah böyle buyurdu" diye) karşı yalan uydurandan daha zalim olabilir? Onlar (kıyamet gününde) Rab'lerine arz edilecekler, şahitler de; "işte bunlar Rab'lerine karşı yalan söyleyenlerdir," diyecekler. Bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir!" (Hûd/l8 )

"...Okuduklarını kitaptan sunasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları, Kitaptan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: "Bu Allah kalındandır" derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar." (Al-i Imrân/78 ) "...Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?" (A'râf/28 )

"...Yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz? (Yûnus/59 ) "...Bu hususta yanınızda herhangi bir delil yoktur. Allah hakkında bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz? De ki: "Allah hakkında yalan uyduranlar asla kurtuluşa eremezler. " (Yûnus/68,69 )

"...Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz."(En'âm/148 )

"...Allah'a andolsun ki, iftira etmekte olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz!"'(Nisa/'50, En'âm/11, Yûnus/17, Nahl/56, Ankebut/68 )

Said Nursi "Şeriat"ın neden ibaret olduğu hakkında da şunları söylüyor;

"Şeriat ta; yüzde doksan dokuzu ahlak, ibadet ve fazilete aiddir. Yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir, onu da Ulü'l-Emirlerimiz düşünsünler!.." "Şeriat-ı garrânın bin kısmından bir kısmıdır ki siyasete taalluk eder. O kısmın ihmaliyle şeriat ihmal olunmaz..."

"Otuz üç âyât-ı Kur'aniye'nin işaretiyle ve imam Ali (r.a.)'ın üç keramet-i gaybiyesiyle ve Gavs-ı Azam'ın kat'i itibariyle tahakkuk etmiş olan "Risale-i Nur"un, siyasetle alakası yoktur. "Risale-i Nur"a, daha vatana, idareye zararı dokunmak bahanesiyle tecavüz edilemez. Daha kimseyi o bahane ile inandıramazlar... Hem, Kur'an bizi siyasetten şiddetle menetmiştir."

Şeriatın neden ibaret olduğunu bile kavrayamamış böylece, Allah'ın; "Kendi hükümleriyle hükmetmeyenleri, kafirlerin ta kendile-ri..."(Mâide/44) diye bildi
 
Üst Alt