Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Yetiş Ya ! X

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

asilnur

New member
Katılım
18 Eki 2007
Mesajlar
168
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Yaş
52
Konum
Istanbul
Ya ne kadar sabit fiirleriniz var kardeşlerim kimse kuldan medet ummuyor onu vesile yapıyor Bediüzzaman düşmalığı çok bu sitede Allah hayretsin ....Allah size sevgili kullarını sevdirsin inşallah.
 

oðuz bakar

New member
Katılım
24 Ara 2007
Mesajlar
126
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
58
SİZ ZANNEDİYOR VE O İSİMLERİ KENDİNİZ TAKIYORSUNUZ

Burada düşmanlık veya şahıs ismi geçmedi . Ben Rabbimizin ayetlerini söylerken siz , ONA DENKMİŞ GİBİ isimlerin yaptığından bahsediyorsunuz . BU NE DEMEK OLUYOR , DÜŞÜNÜN .
 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Oğuz bakar lütfen seviyeyi düşürmeyelim.Tavır ve üslubunuz şahsınıza karşı önyargılar oluşturur Buda anlatmak istediklerinizin okunmadan geçilmesine sebep olur.Saygı beklerken saygı göstermeyi ihmal etmeyelim inşaallah.Selametle
 

hakka davet

New member
Katılım
25 Eyl 2007
Mesajlar
153
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
53
Allah'tan istediniz de bedbaht mı oldunuz ? Sapkınlığın delili yoktur . İlah bildiklerinizin kendine bile faydası yok . Ölümü kendilerinden çevirselerdi ya .

Lütfen arkadaşım haddi aşmaya lüzüm yok siz delillerinizi yazıyorsunuz bende, isteyeceğini sadece Allah'tan isteyenleri tenkid etmediğimi belirttim. Ama bu şekilde isteyen İslam alimleri var işi küfür boyutuna taşırsanız haddi aşarsınız.Bunu anlatmak istedim. Biz ayetleri sadece meallerinden yola çıkarak anlarsak yanılırız. Peygamber (s.av)KUr'an'ı en güzel yaşayan ve bize aktarandır. Biz de O'nun anladığı gibi anlamaya gayret ediyoruz.

Tecrid-i Sarih Tercümesi'nde şöyle yazılı:

"Hatib-i Bağdâdî Tarih'inde İmam-ı Şâfiî'ye vâsıl olan bir sened ile Şâfiî hazretlerinin şöyle dediğini rivayet ediyor: Ben Ebu Hanîfe'nin kabrini ziyarette yümn ü bereket buldum. Ve hergün onun kabrini ziyaret etmek îtiyâdındayım. Kendime bir ihtiyaç ârız olunca hemen menzilimde iki rekat namaz kılıp Ebu Hanîfe'nin kabrine giderim. Onun merkadi yanında hâcetimi Allahü teâlâdan dilerim. Aradan çok bir zaman geçmeden hâcetim kazâ olunur."Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, 4. cilt, s.197. İbni Abidin, Reddü'l-Muhtar Ale'd-Dürrü'l-Muhtar, Tercüme: Ahmed Davudoğlu, Şamil Yayınevi, İstanbul, 1982; c.1, s.63. Nişancızâde Muhammed bin Ahmed, Mir’ât-ı Kâinât, Berekat Yayınevi,İstanbul,1987;c.2,s.51.[/font]

İmam-ı Ahmed ibni Hanbel'in İmam-ı Şâfii ile tevessül ettiği sabit olmuştur. Hatta Ahmedü'bnü Hanbel'in oğlu Abdullah, buna hayret etmiştir. Bunun üzerine oğluna: "İmam-ı Şâfii, umum insanlar için güneş gibi, beden için âfiyet mesabesindedir." dedi.Şevâhidü’l-Hakk,s.167
 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Ya ne kadar sabit fiirleriniz var kardeşlerim kimse kuldan medet ummuyor onu vesile yapıyor Bediüzzaman düşmalığı çok bu sitede Allah hayretsin ....Allah size sevgili kullarını sevdirsin inşallah.

Asilnur ne kadarda çabuk koydunuz teşhisi ya hu nereden çıkardınız düşmanlığı falan.Kimsenin haddine değildir üstada düşmanlık.İnsanlar bildiklerini anlatacak,bilmediklerini de öğrenecek ALLAH ın izni miktarınca.Amaç budur.Selametle
 

asilnur

New member
Katılım
18 Eki 2007
Mesajlar
168
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Yaş
52
Konum
Istanbul
Bence siz çok fazla su i zan ediyorsunuz denk tutludugunu siz ifade ettiniz biz değil. Risaleleri okursanız denkmi tutulmuş (haşa).Yoksa MUHABBETTULLAH mı anlatılmış anlarssınız ayrıca sizin beni muhatap almanız yada almamanız önemli değil.Beni Allah muhatap alsın yter....O zaten alırsa kullara sevdirir.
 

oðuz bakar

New member
Katılım
24 Ara 2007
Mesajlar
126
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
58
Herhangi birini RAB edinmiş olmak için ona "rab" adını vermiş olmak şart değildir. Allah'ın emrine uygun olup olmadığını hesaba katmayarak , onun emrine uymak ve özellikle de dinin hükümlerine ait olan hususlarda onu kural koymaya yetkili sanıp ne söylerse , ne emrederse doğru farz etmek , ona uyduğu zaman Allah'ın emrine ters düşeceğini düşünmeden hareket etmek , onun emirlerini taparcasına yerine getirmek onu rab edinmek ve ona tapmak demektir.

ELMALILI HAMDİ YAZIR TEVBE 31 AÇIKLAMASI
 

asilnur

New member
Katılım
18 Eki 2007
Mesajlar
168
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Yaş
52
Konum
Istanbul
Kusura bakmayın biraz genelledim ama gerçek şuki çok fazla karşı görüş var burada halbuki risalei Nur hocalara ilişmeyin der ve bizler asla kimseyi eleştirmezken herkesin Bediüzzaman karşı olmasına üzülüyorum.Tüm yollar Allaha çıkıyor ve bizler aramızda kavga değil birlik olmalıyız.Sadece çok üzülüyorum.
Asilnur ne kadarda çabuk koydunuz teşhisi ya hu nereden çıkardınız düşmanlığı falan.Kimsenin haddine değildir üstada düşmanlık.İnsanlar bildiklerini anlatacak,bilmediklerini de öğrenecek ALLAH ın izni miktarınca.Amaç budur.Selametle
 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Allah (c.c.)'ın güzel isimlerinden veya yüce sıfatlarından biriyle ona tevessül. Örneğin şöyle duâ etmesi gibi: "Allah'ım sen Rahmân ve Rahim'sin, Senden merhamet diliyorum..."

Bu konudaki delil şudur: "En güzel isimler Allah'ındır, o halde O'na o güzel isimlerle duâ edin" (7/A'râf, 180). Yani Allah'a, en güzel isimlerini vesile edinerek duâ edin. Allah (c.c.)'ın yüce sıfatları da buna dahildir. Zira Allah (c.c.)'ın isimleri, onun sıfatlarıdır. Cenab-ı Allah Süleyman (a.s)'ın tevessülünden şöyle söz eder; "Rahmetinle, beni iyi kullarının arasına kat" (27/Neml, 19). Rasulullah (s.a.s)'ın bu konudaki duâlarından şu hadis-i şerif de bu konuya değinir. "Allah'ım! Gayb ilmin ve mahlûkat üzerindeki kudretinle, eğer hayat benim için hayırlıysa beni yaşat, eğer ölüm benim için daha hayırlı ise beni öldür" (Nesâî, Sehv 62). Bu anlamda daha birçok hadis vardır.


b) Duâ eden kişinin işlediği amel-i sâlihle tevessülü; "Allah'ım sana olan inancımla ve senin için olan sevgimle ve rasulüne tabi olmamla beni bağışla." Veya duâcı, Allah (c.c.)'a olan sevgisi, ondan korkusu ve dilekleri için yaptığı iyi işleri zikreden ve duâsında bunlarla tevessur eder. Konuyla ilgili delil şudur: "Öyle kullar ki, ‘Ey Rabbimiz! İman ettik, öyleyse bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!’ derler" (3/Âl-i İmrân, 16). Görüldüğü gibi Allah (c.c.)'ın bâğışlamasına vesile kılarak amel-i sâlih (iman)'leri anarak duâ edilebilir. Şu hadis de bunu ifade eder: "Üç kişi mağaraya girmişler ve (büyük bir kaya ile) mağara üzerlerine kopanmış. Her biri yapmış olduğu iyi işlerle tevessül ederek Rabbine yalvarmış ve kaya kapının (çıkış bölümünün) önündeki kaya yarılmış ve böylece çıkmışlar..." (Buhârî, İcâre12; Müslim, Zikr 100).


c) Yaşamakta olan sâlih bir insanın duâsıyla yapılan tevessül: Sahâbe-i Kiram (r.a.) zor duruma düştüklerinde Rasulüllah (s.a.s)'a gider ve ondan kendileri için duâ etmelerini dilerlerdi (bkz. Buhârî, Cum'a 34). Enes (r.a)'den nakledildiğine göre, Hz. Ömer b. Hattab -onlara kuraklık bastığında- Abbas b. Abdulmuttalib (r.a) ile istiska eder ve şöyle derdi: "Allah'ım biz (zamanında) nebimizle sana tevessül ediyorduk ve sen bize su gönderiyordun. (Şimdi ise) Nebimizin amcası ile sana tevessül ediyoruz, bize su gönder." (Enes) diyor ki: "Ve sulanıyorlardı" (yağmur yağıyordu)." (Buharî, İstiska, 3; Fedail eshabinnebî, 11). Bu hadiste kastedilen mana şudur: "Yağmursuz kaldığımızda, Nebimize (s.a.s.) gider. O'ndan bizim için duâ etmesini talep eder ve onun duâsıyla sana yaklaştırdık. Şimdi ise o vefat etti. Artık bizim için duâ etmesi imkansız. Bu yüzden amcası Abbas'a yöneliyor ve ondan bizim için duâ etmesini diliyor ve onun duâsıyla Allah (c.c.)'a yaklaşıyoruz."


A'mâ hadisi de bu kabildendir. O Rasulüllah (s.a.s)'a gelmiş ve ondan duâ etmesini istemiştir. O da a'maya, duâsıyla Allah (c.c.)'a tevessül etmeyi öğretmiştir (Tirmizi Da'avât, 118; İbn Mace, İkame, 189).

Bid'at Olan Tevessül

Bu zâtlarla, makamla, hürmet, büyüklük ve benzeri şeylerle tevessül etmektir. Şöyle demek gibi; "Allah'ım, Muhammed (s.a.s)'in hürmetine veya Ka'be'nin hürmetine -veya benzeri şeylerle senden diliyorum..." Bu tür "tevessüller, hakkında bid'at olduğuna dair açık delil bulunan tevessüllerdir. Bu sebeple hiçbir imamdan, cevazlarına dair bir nakil yoktur.


Hanefi kitaplarından (ed-Durrü'l Muhtâr)'da şöyle denmektedir: "et-Tatarhaniyye'de, el-Münteka'ya atfen, Ebû Yusuf dan o da Ebti Hanife'den naklen şöyle geçer: "Kişi Allah (c.c.)'a ancak onunla duâ edilebilir. Bu konuda cevaz verilen duâda şu âyetten anlaşılandır: "En güzel isimler Allah'ındır, o halde O'na o güzel isimlerle duâ edin." Rasûllerinin, nebilerinin, dostlarımın hakkı için "veya Beytin hakkı için" türünden ifadeleri kullanmak mekruh sayılmıştır (Hâşiyetü İbn Âbidîn, VI/396-397). Benzeri (bilgiler) bütün Hanefi metin ve şerh kitaplarının el-Mekruhat veya el-Hazr vel-ibâha bölümlerinde mevcuttur. Onlara göre mekruh harama en yakın olandır. İmam Muhammed'e göre ise cehennem azabı açısından "haram" gibidir. Nitekim Allâme İbn Abidin bunu el-Hazr ve'libaha bölümünün başlarında açıkça belirtmiştir. Bu yüzden selef-i sâlihinden bu tür bir tevessül naklolunmamıştır. Bu tür tevessüle cevaz verenlerin ileri sürdükleri deliller ya sahih olmayan hadislerdir veya kendisinden cevaz çıkmayan nasslardır. (el-Vesile) lafzının geçtiği âyetlerle delil getirmeye çalıştıkları gibi. Daha önce de belirttiğimiz gibi, ittifakla sabittir ki (burda vesileden) kasıt kurbe ve ta'ât'tır. Ayrıca az önce geçen Abbas (r.a) ile tevessül hadisi gibi. Halbuki bundan ancak duâ ile tevessül olduğu anlaşılıyor. Zira, eğer zât'larla ve makamlarla tevessül etmek (câiz) olsaydı, vefât etmiş olan Rasûlullah (s.a.s)'dan vazgeçip ondan daha az fazilete sahip olan Abbas (r.a) ile tevessül etmezlerdi. Zira Rasûlullah (s.a.s) hürmet ve makam açısından -ölü veya diri olarak- Abbas (r.a)'dan daha yücedir. Bunu ifade eden daha birçok deliller vardır.

ŞİRK OLAN TEVESSÜL :

Bu Allah (c.c.)'dan başka ölülerle, dirilerle ve hali hazırda bulunmayanlarla duâ etmek ve menfaat sağlamak, sıkıntıları gidermek için onlardan yardım istemektir. Veya ondan şefaat ve duâ dilemektir. (Şefaat ta duâ çeşitlerindendir). Bu doğru anlamda tevessül olmamasına rağmen, halkın cahil kesimi ve bazı ilim mensupları bu tevessül'ün (en azından) ihtilaflı tevessül olduğu imajını vermek amacıyla halkın kafasını bulandırıyorlar. Halbuki işin gerçeği, bu haram kılınan ve haramlığında icma edilen tevessüldür. Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Mescidler Şüphesiz Allah'ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın" (72/Cinn, 18). "Kimseye" ifadesi belirsiz isimdir ve olumsuzluk ifadesinden sonra geliyor, dolayısıyla Allah (c.c.) dostu her kişiyi ve gönderilmiş her nebiyi kapsıyor. Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "De ki: ‘Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, onun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar onun bu rahmetini önleyebilir mi? De ki: Bana Allah yeter. Güvenip dayanacaklar, ancak O'na güvenip dayanırlar" (39/Zümer, 38).


İbn Teymiye bu konuda şöyle der; "Her kim Allah ile mahlukatı arasında -hükümdar ve teba'ası arasındaki aracılar gibi- aracılar oluşturursa, kişi kafir ve müşriktir. Öyle ki; kulların sorunlarını onlar Allah (c.c.)'a iletiyorlar, Allah (c.c.)'da kullarını onların aracılığıyla hidâyete erdiriyor ve rızıklandırıyor. Halk önce onlardan dilekte bulunuyor, onlar da Allah (c.c.)'dan diliyorlar. Kralların yanındaki aracılar gibi. Onlar halka (da) yakın oldukları için ihtiyaçları krallara onlar dile getirirler. Halk da edep göstererek kraldan dileklerini onların yapmalarını isterler. Veya halkın onlardan (önce) dilekte bulunması, belki direkt kraldan dilekte bulunmalarından daha faydalı olabilir. Çünkü o aracılar ihtiyaçlı (sıradan halk)'dan daha krala yakındır (dosttur). Her kim bu tarzda aracılar oluşturursa o kişi kâfirdir, müşrikdir. Ondan tevbe etmesi istenir eğer tevbe etmezse öldürülür" (Mecmu'ul-Fetâvâ, I/126). İşte bu önceki müşriklerin şirkinin aynısıdır. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve ‘Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir’ diyorlar" (10/Yunus, 18).


Bunun Allah (c.c.)'a şirk koşmak olduğunu söyleyenler çoğunluktadır. (Allâme es-Süveydî el-İkdü's-Semîn adlı kitabında, Şeyh Nu'man el-Âlûsî de ondan nakletmiştir. Cilâül Ayneyn, s. 442). Şeyh Abdü'l-Kadir el-Geylânî de, el-Ğunye adlı kitabında (ondan Nu'man el-Âlûsî) nakletmiştir. (Cilâü'l-Ayneyn, s. 487). Şeyh Sanâullah el-Halebî el-Hanefi de kitabında, velilerin keramet yoluyla yaşam ve ölüm sonrasına etki edebileceklerini ileri sürenlere karşı böyle birşey olmayacağını söylemiştir (Abdurrahman b. Hasen, Minhâcü't-Te'sis ve't-Takdis, s. 48; Şeyt Ebû't-Tayyib Muhammed Şemsü'l-hak el-Azîm-âbâdî el-Hanefi, et-Ta'liku'l-Muğni alâ sünen'id-Darukutnî, el-Akziye ve'l-Ahkâm bölümü, IV/225). (1)


‘Vesile’, sözlükte, bir şeye arzu ile ulaşmak demektir. Bir başka deyişle ‘vesile’, kendisiyle bir maksada ulaşılan, yaklaşma sebebi, bir şeye yaklaşmak için ona yakınlığından faydalanılan şey demektir. Kavram olarak ‘vesile’, Allah’a yaklaşmada kendisinden yararlanılan şeydir. ‘Tevessül’ ise, vesileye baş vurmak, Allah’a yaklaşmak için bir sebep veya bir imkan aramak demektir. Vesile’nin çoğulu ‘vesâil’ dir.


Putperestlerin taptıkları putlar veya putların arkasında var zannedilen ruhlar, cinler ve melekler, bazı insanların medet umduğu ölmüşler ve azizler bile; birakın başkalarına yardım etmeyi, kendileri Allah’ın rahmetini umarak O’na yaklaşmak, O’nun sevgisini kazanmak için bir vesile arıyorlar. Öylese mü‘minler de, Allah’ın sevgisine götürecek sebepleri, imkanları arayıp bulmalılar. Bu vesilenin anlamı, Allah’a boyun eğerek, O’ndan korkarak ve O’nu razı edecek ameller işleyerek O’nun yakınlığını kazanmaya çalışmak demektir.

 

hakka davet

New member
Katılım
25 Eyl 2007
Mesajlar
153
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
53
Beyhaki'nin tashih ettiği bir hadiste şöyledir;

Osman bin Hanif rivayet ediyor:
Hasta gözü ama bir adam peygamberimize gelerek şifa için dua istedi. Peygamberimiz dedi ki; "istersen bu haline sabret, senin için daha hayırlıdır."
O adam dedi ki; "Ya Resulullah bana dua et." (Başka bir rivayette şöyle kayıtlıdır; "EyAllah'ın Resulü, beni götürüp getirecek kimsem yoktur. Meşakkat çekiyorum, bana dua et." diye şifa duası isteyince;
Peygamberimiz ona dedi ki; "Git güzelce abdest al ve şöyle dua et. "Allah'ım ben rahmet peygemberi olan Hz. Muhammedin adıyla sana yöneliyorum ve senden istiyorum.Ey Muhammed, ben gözümü açması için seni vesile kılarak Rabbime yöneliyorum ve senin risaletin ve ubudiyetin hürmetine şifa talep ediyorum. Ey Allah'ım Hz. Muhammed'i hakkımda şefaatçi kıl." diye dua et.
Bu dua üzerine gözlerindeki rahatsızlık düzelmiştir.(Kitabul Düreril Mustafa fil Akideti ehli Tevhidi ves- sefa ve tercümesi)

Diri veya ölü olsun salih kimseleri Allah'tan bir şey istemek için aracı kılmaya "tevessül" denilir. Kabirde kişinin başkasına bizzat bir fayda vermeye veya bir zararı gidermeye gücü yetmez.

Çoğunluk İslâm âlimlerine göre Allah'tan bir şey isterken salih zatları aracı ve vesile kılmak ve bunun için onların kabirlerini ziyaret etmek caizdir. Meselâ "Hz Muhammed hakkı için, onun hürmetine, ya Rabbi onunla sana dua ediyorum, şu isteğimi yerine getir" demek duaların kabulüne vesile olur.

ibn Teymiyye ve taraftarlarına göre Allah'tan bir şey isterken peygamber bile olsa salih kulları aracı kılmak haram, hatta şirktir. (Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkh ale'l-Mezâhibi'l-Erbea, I, 540)
 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
vesile salih ameldir

vesile salih ameldir

Vesile Sâlih Ameldir

İnsan, fıtratının gereği Allah'a inanmaya meyilli yaratılmıştır. Zihinsel olarak O'nu inkâra yeltenenler için sebepler zinciri bir noktada mutlaka sona ermektedir. Her insanın müşâhede alanı içerisinde yer alan kevnî/âfâkî ve enfüsî âyetler fıtrî yeteneklerle bütünleştiğinde Allah'a teslimiyet (müslüman oluş) gerçekleşmektedir. Fakat yaratıcı olarak Allah'ı inkâr etmeye fıtratı elvermeyen nankör insan, ortaklar koşarak kendi özüne ve Allah'a ihânet etmekte, örtülü şirkle O'nu hayatından uzaklaştırmaya yeltenmektedir.


Rabbimiz Kur'an'da insanın şirk/ortak koşmadan inanmama inadını şöyle haber vermektedir: "Onların çoğu Allah'a şirk/ortak koşmadan inanmazlar." (12/Yûsuf, 106). Ortak koşmanın çeşitli biçimleri vardır: Duâ yapmada, ibâdette, itaatte, sevgide, gayb biliciliğinde, hüküm koymada, ayrıca Allah ile kendisi arasına aracı koymada gerçekleşen ortak koşmalar en yaygın şirklerdir. Allah ile kendisi arasında aracı koymak şeklinde gerçekleşen şirk, mâsum gözüken, ama tevhid'in yeryüzündeki temel amacını, Allah'tan başkasına kulluğu engelleme amacını içten içe yok etmeye yönelik sinsi bir karakter arzetmektedir.


İnsanın ortak koşmadan inanmama karakterinden dolayı tevhid üzerinde yapılan kültürel tahrifler insanın hem dünya ve hem de esas olarak âhiretini etkilemektedir. Konu ile ilgili olarak vesile, şefaat ve velî kavramları, Kur'ânî düzlemde, Allah'ın irâdesine uygun bir şekilde anlaşılmayınca, inanç ve ona dayalı hayat da sağlam olmayacak, ebedî saâdet de sağlanamayacaktır. Bu üç terim, bazı kültürel ve itikadî tahriflere uğratılarak aracılık düşüncesini savunanlarca yanlış bağlamlar içinde kullanılmış ve tevhid'e zarar verici sonuçlara yol açan bir akîdevî sapma meydana gelmiştir. Sahih İslâm itikadının temel kaynağı olan korunmuş, yakînî, kesin İlâhî bildirimi içeren Kur'an, her tür ifsâda, bozulmaya, zihinsel ve pratik bulanıklığa karşı gönlümüzü ışıtan bir rehber olarak bu konuda da bize yol gösterecektir.


Vesile, Sâlih Ameldir: Vesile, kendisiyle bir amaca ulaşmak için yapılan yakınlaştırıcı ameldir. Birçok müfessir vesileyi yakınlık diye yorumlamıştır. Diğer bir ifâdeyle vesile, yaklaşma vâsıtası Allah katında yakınlık kazandırıcı, sevâba nâil kılıcı hususlardır. O halde Allah katında yakınlık kazandırıcı her güzel iş, O'na bağlılığı pekiştiren her amel vesilenin konusuna dâhildir.


Vesile, Kur'ân-ı Kerim'de iki âyette geçmektedir: "Ey iman edenler, Allah'tan ittika edin/sakının. O'na vesile arayın ve O'nun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz." (5/Mâide, 35) "O yalvardıkları da, onların (Allah'a) en yakın olan(lar)ı da Rablerine yaklaşmak için vesile ararlar. O'nun merhametini umarlar, azâbından korkarlar. Çünkü Rabbinin azâbı, cidden korkunçtur." (17/İsrâ, 57). Bu âyet-i kerimelere göre insanların Allah'a yakın diye yarar umdukları, şefaat bekledikleri, hatta duâ ile yönelip yalvardıkları varlıklar bile O'na yaklaşmak için vesile aramaktadırlar. O halde vesile, sâlih amel yapmaktır. Yoksa yakınlık kursun diye Allah ile kendimiz arasında aracılar bulmak değildir.


Mâide Sûresi 35. âyette vesile aramaya yapılan çağrının hemen ardından gelen "Allah yolunda cihad" bu kavramın en iyi tefsiridir. Yani Allah yolunda her tür gayret, vesilenin kapsamına girmektedir. Mü'minleri kendisinden sakınmaya dâvet eden Allah Teâlâ, takvânın vesilelerini/yollarını da bu ve benzeri birçok âyette göstermiştir. Mü'minleri mü'min yapan, Allah'a dost ve yakın yapan mücerred/soyut iman değildir. Bizi müslüman yapan, Allah'tan lâyıkıyla korkmak, Kur'an ahlâkına göre eylemlerimizi biçimlendirmek, kötü işlere, münkere bulaşmamak, iyiliği yaygınlaştırmaktır. Allah'tan sakınmak (takvâ) da soyut bir vicdan işi değildir. Muttakî olmak, eldeki tüm olanaklarla O'na yaklaşma vesileleri (yolları) aramaktan geçer. Her fırsatta yapılacak sâlih ameller Allah ile olan yakınlığımızın teminatıdır.


Allah'a yaklaşmak, yakın olmak fiziksel değildir. Zâten Allah insana şahdamarından daha yakındır. O halde sözkonusu yakınlık mânevî ve değer açısından yakınlıktır. Allah duâ ve isteklere cevap verme bakımından da insana yakındır. Nerede olursak olalım bizi işitir. O halde duâ ve istekte bulunurken de aracı koymak anlamsızdır: "Kullarım, sana Benden sorar(lar)sa (söyle): Ben (onlara) yakınım. Bana duâ ettiği zaman onun duâsına karşılık veririm. O halde onlar da Bana yönelsinler, Bana inansınlar ki, doğru yolu bulalar." (2/Bakara, 186). Ayrıca bak. 7/A'râf, 56; 11/Hûd, 61; 34/Sebe', 50.


Allah ile insanlar arasında zaman açısından da uzaklık yoktur: "Allah'a göre, şu kimselerin tevbesi makbuldür ki, câhillikle bir kötülük yapıp hemen ardından dönerler. İşte Allah onların tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (4/Nisâ, 17). Ayrıca bak. 2/Bakara, 214; 4/Nisâ, 77; 11/Hûd, 64-81; 14/İbrâhim, 44; 21/Enbiyâ, 109; 42/Şûrâ, 17; 61/Saff, 3; 63/Münâfıkun, 10; 72/Cinn, 25.


İnsanlara Allah katında ne zenginlik, ne evlât çokluğu bir yakınlık sağlar. Allah katında yakınlık sağlayıcı vesile, iman edip sâlih amel işlemektir. Kur'an'da şöyle buyrulmaktadır: "Mallarınız da evlâtlarınız da size katımızda bir yakınlık sağlamaz. Ancak iman edip sâlih ameller yapanlar başka. Onlara yaptıklarının kat kat fazlası mükâfat vardır ve onlar saraylarda güven içindedirler." (34/Sebe', 37) Ayrıca bak. 3/Âl-i İmrân, 45; 5/Mâide, 27; 9/Tevbe, 99; 11/Hûd, 6; 46/Ahkaf, 28; 56/Vâkıa, 11; 83/Mutaffifîn, 21-28; 96/Alak, 19.


Burada tasavvuf erbâbının vesile ve kurbet kavramları üzerinde yaptıkları tahriften söz etmeden geçmek doğru olmaz. Tasavvuf felsefesine göre, Allah'a yaklaşmak için vesile olarak şeyhin eteğine yapışmak gerekir. Bu aşamadan sonra, fenâ fi'r-Rasûl (Peygamberde yok olmak) ve fenâ fi'llâh (Allah'da yok olmak, O'na ulaşmak) aşamaları gelmekte ve artık yeni bir aşamadan söz edilmemektedir.


Peki, Allah bir mekâna mı sahiptir ki, O'na ulaşma çabası içerisine girilmekte, bu boş amaç için de şeyh, vesile ittihaz edilmektedir? Şüphesiz Allah mekânsal ve zamansal olarak insana uzak değildir. O halde O'na takvâ ile yaklaşmak yerine, O'nda yok olmak idealini kendisine yol olarak seçenler ciddi bir değer bulanıklığına neden olmaktadırlar. O'na yaklaşmak için sâlih amelden başka bir vesile ittihaz etmek yanlıştır (39/Zümer, 3).


 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Allah'tan Başka Veli Yoktur

Allah'tan Başka Veli Yoktur

Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır, diriltir ve öldürür. Sizin Allah'tan başka velîniz ve yardımcınız yoktur." (9/Tevbe, 116) "Onların Allah'ın dışında kendilerine yardım edecek velîleri yoktur." (42/Şûrâ, 46) "Yoksa O'nun dışında birtakım velîler mi edindiler? İşte Allah, velî olan O'dur. Ölü olanları da diriltir. Her şeye güç yetiren O'dur." (42/Şûrâ, 9) "Haberin olsun, hâlis olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka velîler edinenler (şöyle derler): 'Biz bunlara bizi Allah'a daha yaklaştırsınlar diye ibâdet ediyoruz.' Hiç şüphesiz Allah kendi aralarında, hakkında ihtilâf ettikleri şeylerde hüküm verecektir. Gerçekten Allah yalancı, kâfir olan kimseyi hidâyete eriştirmez." (39/Zümer, 3)


Allah katında aracılığın, iltimasın mümkün olduğuna inananların hakiki anlamını tahrif ettiği kavramlardan biri de velî'dir. Dost, ahbap, arkadaş, yardımcı gibi anlamlara gelen velî, yukarıda alıntıladığımız âyetlerde de görüldüğü gibi, Allah'tan başkasına izâfe edilemeyecek bir yapıya sahiptir. Allah ile insanlar arasında şefaatin, velâyetin var olduğuna inanılan muharref kültürlerde bu kavramın gerçek mânâsının içi boşaltılmış, ayrıcalıklı bir sınıfa nisbet edilir olmuştur.


Kur'ân-ı Kerim'in birçok âyetinde Allah'ın tüm mü'minlerin velîsi olduğu vurgulanmaktadır. O halde tasavvuf kültüründe olduğu gibi velîlik, evliyâ sınıfına âit değildir: "Bizim velîmiz Sensin, öyleyse bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en hayırlısısın." (7/A'râf, 155) "Allah iman edenlerin velîsidir." (2/Bakara, 257)


Mü'minlerin tek ve gerçek velîsi Allah'tır. Allah'a dost olmak bakımından mü'minler de birbirinin velîsidirler: "İman eden erkekler ve iman eden kadınlar, birbirlerinin velîsidirler. İyiliği emrederler, kötülükten men ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler. Allah'a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Allah daima üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir." (9/Tevbe, 71). Ayrıca bak. 9/Tevbe, 74; 10/Yûnus, 62-63; 13/Ra'd, 37; 29/Ankebût, 22; 32/Secde, 4; 42/Şûrâ, 31.


Bazı âyet-i kerimelerde de mü'minlere, kâfirlerin, zâlimlerin, şeytanların, yahûdi ve hıristiyanların velî ve yardımcı olamayacakları bildirilmektedir (3/Âl-i İmrân, 28; 4/Nisâ, 139-144; 5/Mâide, 51-57, 81; 45/Câsiye, 19; 60/Mümtehıne, 1).


Bütün bu âyet-i kerimelerden çıkardığımız sonuç, peygamberlerin, mü'minlerin hepsi Allah'ın velîsidirler. Allah'a dost oluş, O'nu râzı etmekten dolayıdır. Yani Allah Teâlâ, iman eden ve sâlih amel işleyen kullarını velî olarak kabul etmektedir. Aynı ilkelere inanan, aynı dâvâ için kalpleri çarpan, gönül birliği yapan mü'minler de birbirlerinin velîsidirler. Birbirlerini zâlimlere karşı koruyup kollarlar.


Sözün özü, Kur'ân-ı Kerim'de muhkem bir şekilde açıklanan velî ve evliyânın vasıfları, beşer tabiatının üzerine çıkması, fevkalâdelikler göstermesi veya günahları bağışlayan şefaatçi olması değil; tevhidî bir inanca sahip olması, sâlih amel yapması, münkerden kaçınıp iyiliği yaygınlaştırması, her türlü şirke, zulme ve haksızlığa karşı açıktan mücâdele etmesidir (Hak Söz, sayı 11, Şubat 92).


Sonuç: İtikadımızın temel kaynağı Kur'an, mü'minleri tevhid konusunda hassas davranmaya yöneltmektedir. Allah'a ortak koşmaya yol açacak tüm girişimler İlâhî bildirimin ışığında önlenmiştir.


Yaşadığımız toplumda "tevhid"e zarar vermeye müsâit vesile, velî ve şefaat telâkkîleri vardır. Eğer nefsimizi ve çevremizi Kur'an'ın gözüyle görmeye çalışırsak, yanlışlıkların önüne geçebiliriz. Böylece düşüncelerimizi, zihnimizi ve eylemlerimizi şirkin kirlerinden uzak tutmamız mümkün olabilir. İslâm'ın temel esaslarını oluşturan konularda Rabbimizin âyetleri şüpheye ve bulanıklığa yol açmayacak derecede açıktır. Yeter ki, sadece O'na teslim olalım. İtikadımızı şuna göre, buna göre değişir hale getirmeyelim. (3)


 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Allah (c.c.)'ın güzel isimlerinden veya yüce sıfatlarından biriyle ona tevessül. Örneğin şöyle duâ etmesi gibi: "Allah'ım sen Rahmân ve Rahim'sin, Senden merhamet diliyorum..."

Bu konudaki delil şudur: "En güzel isimler Allah'ındır, o halde O'na o güzel isimlerle duâ edin" (7/A'râf, 180). Yani Allah'a, en güzel isimlerini vesile edinerek duâ edin. Allah (c.c.)'ın yüce sıfatları da buna dahildir. Zira Allah (c.c.)'ın isimleri, onun sıfatlarıdır. Cenab-ı Allah Süleyman (a.s)'ın tevessülünden şöyle söz eder; "Rahmetinle, beni iyi kullarının arasına kat" (27/Neml, 19). Rasulullah (s.a.s)'ın bu konudaki duâlarından şu hadis-i şerif de bu konuya değinir. "Allah'ım! Gayb ilmin ve mahlûkat üzerindeki kudretinle, eğer hayat benim için hayırlıysa beni yaşat, eğer ölüm benim için daha hayırlı ise beni öldür" (Nesâî, Sehv 62). Bu anlamda daha birçok hadis vardır.


b) Duâ eden kişinin işlediği amel-i sâlihle tevessülü; "Allah'ım sana olan inancımla ve senin için olan sevgimle ve rasulüne tabi olmamla beni bağışla." Veya duâcı, Allah (c.c.)'a olan sevgisi, ondan korkusu ve dilekleri için yaptığı iyi işleri zikreden ve duâsında bunlarla tevessur eder. Konuyla ilgili delil şudur: "Öyle kullar ki, ‘Ey Rabbimiz! İman ettik, öyleyse bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!’ derler" (3/Âl-i İmrân, 16). Görüldüğü gibi Allah (c.c.)'ın bâğışlamasına vesile kılarak amel-i sâlih (iman)'leri anarak duâ edilebilir. Şu hadis de bunu ifade eder: "Üç kişi mağaraya girmişler ve (büyük bir kaya ile) mağara üzerlerine kopanmış. Her biri yapmış olduğu iyi işlerle tevessül ederek Rabbine yalvarmış ve kaya kapının (çıkış bölümünün) önündeki kaya yarılmış ve böylece çıkmışlar..." (Buhârî, İcâre12; Müslim, Zikr 100).


c) Yaşamakta olan sâlih bir insanın duâsıyla yapılan tevessül: Sahâbe-i Kiram (r.a.) zor duruma düştüklerinde Rasulüllah (s.a.s)'a gider ve ondan kendileri için duâ etmelerini dilerlerdi (bkz. Buhârî, Cum'a 34). Enes (r.a)'den nakledildiğine göre, Hz. Ömer b. Hattab -onlara kuraklık bastığında- Abbas b. Abdulmuttalib (r.a) ile istiska eder ve şöyle derdi: "Allah'ım biz (zamanında) nebimizle sana tevessül ediyorduk ve sen bize su gönderiyordun. (Şimdi ise) Nebimizin amcası ile sana tevessül ediyoruz, bize su gönder." (Enes) diyor ki: "Ve sulanıyorlardı" (yağmur yağıyordu)." (Buharî, İstiska, 3; Fedail eshabinnebî, 11). Bu hadiste kastedilen mana şudur: "Yağmursuz kaldığımızda, Nebimize (s.a.s.) gider. O'ndan bizim için duâ etmesini talep eder ve onun duâsıyla sana yaklaştırdık. Şimdi ise o vefat etti. Artık bizim için duâ etmesi imkansız. Bu yüzden amcası Abbas'a yöneliyor ve ondan bizim için duâ etmesini diliyor ve onun duâsıyla Allah (c.c.)'a yaklaşıyoruz."


A'mâ hadisi de bu kabildendir. O Rasulüllah (s.a.s)'a gelmiş ve ondan duâ etmesini istemiştir. O da a'maya, duâsıyla Allah (c.c.)'a tevessül etmeyi öğretmiştir (Tirmizi Da'avât, 118; İbn Mace, İkame, 189).

Bid'at Olan Tevessül

Bu zâtlarla, makamla, hürmet, büyüklük ve benzeri şeylerle tevessül etmektir. Şöyle demek gibi; "Allah'ım, Muhammed (s.a.s)'in hürmetine veya Ka'be'nin hürmetine -veya benzeri şeylerle senden diliyorum..." Bu tür "tevessüller, hakkında bid'at olduğuna dair açık delil bulunan tevessüllerdir. Bu sebeple hiçbir imamdan, cevazlarına dair bir nakil yoktur.


Hanefi kitaplarından (ed-Durrü'l Muhtâr)'da şöyle denmektedir: "et-Tatarhaniyye'de, el-Münteka'ya atfen, Ebû Yusuf dan o da Ebti Hanife'den naklen şöyle geçer: "Kişi Allah (c.c.)'a ancak onunla duâ edilebilir. Bu konuda cevaz verilen duâda şu âyetten anlaşılandır: "En güzel isimler Allah'ındır, o halde O'na o güzel isimlerle duâ edin." Rasûllerinin, nebilerinin, dostlarımın hakkı için "veya Beytin hakkı için" türünden ifadeleri kullanmak mekruh sayılmıştır (Hâşiyetü İbn Âbidîn, VI/396-397). Benzeri (bilgiler) bütün Hanefi metin ve şerh kitaplarının el-Mekruhat veya el-Hazr vel-ibâha bölümlerinde mevcuttur. Onlara göre mekruh harama en yakın olandır. İmam Muhammed'e göre ise cehennem azabı açısından "haram" gibidir. Nitekim Allâme İbn Abidin bunu el-Hazr ve'libaha bölümünün başlarında açıkça belirtmiştir. Bu yüzden selef-i sâlihinden bu tür bir tevessül naklolunmamıştır. Bu tür tevessüle cevaz verenlerin ileri sürdükleri deliller ya sahih olmayan hadislerdir veya kendisinden cevaz çıkmayan nasslardır. (el-Vesile) lafzının geçtiği âyetlerle delil getirmeye çalıştıkları gibi. Daha önce de belirttiğimiz gibi, ittifakla sabittir ki (burda vesileden) kasıt kurbe ve ta'ât'tır. Ayrıca az önce geçen Abbas (r.a) ile tevessül hadisi gibi. Halbuki bundan ancak duâ ile tevessül olduğu anlaşılıyor. Zira, eğer zât'larla ve makamlarla tevessül etmek (câiz) olsaydı, vefât etmiş olan Rasûlullah (s.a.s)'dan vazgeçip ondan daha az fazilete sahip olan Abbas (r.a) ile tevessül etmezlerdi. Zira Rasûlullah (s.a.s) hürmet ve makam açısından -ölü veya diri olarak- Abbas (r.a)'dan daha yücedir. Bunu ifade eden daha birçok deliller vardır.

ŞİRK OLAN TEVESSÜL :

Bu Allah (c.c.)'dan başka ölülerle, dirilerle ve hali hazırda bulunmayanlarla duâ etmek ve menfaat sağlamak, sıkıntıları gidermek için onlardan yardım istemektir. Veya ondan şefaat ve duâ dilemektir. (Şefaat ta duâ çeşitlerindendir). Bu doğru anlamda tevessül olmamasına rağmen, halkın cahil kesimi ve bazı ilim mensupları bu tevessül'ün (en azından) ihtilaflı tevessül olduğu imajını vermek amacıyla halkın kafasını bulandırıyorlar. Halbuki işin gerçeği, bu haram kılınan ve haramlığında icma edilen tevessüldür. Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Mescidler Şüphesiz Allah'ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın" (72/Cinn, 18). "Kimseye" ifadesi belirsiz isimdir ve olumsuzluk ifadesinden sonra geliyor, dolayısıyla Allah (c.c.) dostu her kişiyi ve gönderilmiş her nebiyi kapsıyor. Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "De ki: ‘Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, onun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar onun bu rahmetini önleyebilir mi? De ki: Bana Allah yeter. Güvenip dayanacaklar, ancak O'na güvenip dayanırlar" (39/Zümer, 38).


İbn Teymiye bu konuda şöyle der; "Her kim Allah ile mahlukatı arasında -hükümdar ve teba'ası arasındaki aracılar gibi- aracılar oluşturursa, kişi kafir ve müşriktir. Öyle ki; kulların sorunlarını onlar Allah (c.c.)'a iletiyorlar, Allah (c.c.)'da kullarını onların aracılığıyla hidâyete erdiriyor ve rızıklandırıyor. Halk önce onlardan dilekte bulunuyor, onlar da Allah (c.c.)'dan diliyorlar. Kralların yanındaki aracılar gibi. Onlar halka (da) yakın oldukları için ihtiyaçları krallara onlar dile getirirler. Halk da edep göstererek kraldan dileklerini onların yapmalarını isterler. Veya halkın onlardan (önce) dilekte bulunması, belki direkt kraldan dilekte bulunmalarından daha faydalı olabilir. Çünkü o aracılar ihtiyaçlı (sıradan halk)'dan daha krala yakındır (dosttur). Her kim bu tarzda aracılar oluşturursa o kişi kâfirdir, müşrikdir. Ondan tevbe etmesi istenir eğer tevbe etmezse öldürülür" (Mecmu'ul-Fetâvâ, I/126). İşte bu önceki müşriklerin şirkinin aynısıdır. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve ‘Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir’ diyorlar" (10/Yunus, 18).


Bunun Allah (c.c.)'a şirk koşmak olduğunu söyleyenler çoğunluktadır. (Allâme es-Süveydî el-İkdü's-Semîn adlı kitabında, Şeyh Nu'man el-Âlûsî de ondan nakletmiştir. Cilâül Ayneyn, s. 442). Şeyh Abdü'l-Kadir el-Geylânî de, el-Ğunye adlı kitabında (ondan Nu'man el-Âlûsî) nakletmiştir. (Cilâü'l-Ayneyn, s. 487). Şeyh Sanâullah el-Halebî el-Hanefi de kitabında, velilerin keramet yoluyla yaşam ve ölüm sonrasına etki edebileceklerini ileri sürenlere karşı böyle birşey olmayacağını söylemiştir (Abdurrahman b. Hasen, Minhâcü't-Te'sis ve't-Takdis, s. 48; Şeyt Ebû't-Tayyib Muhammed Şemsü'l-hak el-Azîm-âbâdî el-Hanefi, et-Ta'liku'l-Muğni alâ sünen'id-Darukutnî, el-Akziye ve'l-Ahkâm bölümü, IV/225). (1)


‘Vesile’, sözlükte, bir şeye arzu ile ulaşmak demektir. Bir başka deyişle ‘vesile’, kendisiyle bir maksada ulaşılan, yaklaşma sebebi, bir şeye yaklaşmak için ona yakınlığından faydalanılan şey demektir. Kavram olarak ‘vesile’, Allah’a yaklaşmada kendisinden yararlanılan şeydir. ‘Tevessül’ ise, vesileye baş vurmak, Allah’a yaklaşmak için bir sebep veya bir imkan aramak demektir. Vesile’nin çoğulu ‘vesâil’ dir.


Putperestlerin taptıkları putlar veya putların arkasında var zannedilen ruhlar, cinler ve melekler, bazı insanların medet umduğu ölmüşler ve azizler bile; birakın başkalarına yardım etmeyi, kendileri Allah’ın rahmetini umarak O’na yaklaşmak, O’nun sevgisini kazanmak için bir vesile arıyorlar. Öylese mü‘minler de, Allah’ın sevgisine götürecek sebepleri, imkanları arayıp bulmalılar. Bu vesilenin anlamı, Allah’a boyun eğerek, O’ndan korkarak ve O’nu razı edecek ameller işleyerek O’nun yakınlığını kazanmaya çalışmak demektir.



Allah razı olsun Mücahid kardaş

Bu konunun evveli ve ahiri budur, vesselam...
 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Ölülerden Yardım Dileme Sapıklık ve Zavallılığı

Ölülerden Yardım Dileme Sapıklık ve Zavallılığı

İmam Birgivî şöyle der: "Şeriate en uzak olan bid'at, birçok insanın yaptığı gibi, ölüden murâdının husûlü için yardım istemektir. Bu hal, puta tapmak gibidir. ...Ölüden medet dilemek, şeklî bir benzeyiş değil; fiilî bir putperestlik, müşrikliktir. Ölüden yardım (dilemek avâmı) zavallılığa düşürmüştür. İnsanın büyüklüğüne inandığı ölünün kabrine tâzim ederek şirke düşmesi, ağaca, taşa taparak şirke düşmesinden kolaydır. Bu kolaylıktandır ki, çok insanlar mescitlerde duymadıkları huşû ve hudûu kabirlerde hissederler."


"...Allah ile kendi arasında bir vâsıta ve şefaatçiyi kabule kendisini mecbur bilen adam, ya zenneder ki, Allah, kulunun istediğini bilmiyor. Yahut kendi uzaklarda olduğundan işitmiyor da böyle bir vâsıtaya muhtaç oluyor... Bir hükümdarın, kabul etmek istemediği dileği vezir ve memurlarının tesiriyle kabul ettiği gibi dünya büyüklerinin idarelerinde vâsıtaya mecbur oldukları gibi. Böyle fâsid ve bâtıl zanlara kapılan adam bilmiyor ki, padişah bu vâsıta ve müşâvirlere muhtaçtır... Bazı câhiller "ziyâret" denilen türbelere giderek kıtlık, kuraklık, düşman istilâsı gibi felâketlerden korunmak, murâdına kavuşmak için ölüden medet umarlar. Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz, peygamberlerin kabirlerini mescid yaptıklarından dolayı yahûdilere ve nasârâya lânet etmiştir. Bu türlü hareketler insanı İslâm'dan uzaklaştırır, putperestliğe doğru götürür. Rasûlullah'ın şiddetle men ettiği kötülükleri teşvik edenler, kendilerine uyan câhilleri uçuruma sürüklemektedirler. Türbelere, mezarlara mum yakmak, çaput bağlamak bu gibi yerlerden... bu türlü hareketlerle peygamberlere, velîlelere hürmet ve tâzimde bulunduklarını sananlar... putlara tapanların, bu putlara gösterdikleri hürmete benzer. Öncekiler de, başlangıçta sevdikleri saydıkları ölülerin kabirlerine tâzimde bulunmuşlardı. Bu türlü bâtıl âdetleri terketmeyi saygısızlık sanma... bid'atlerle meşgul kalpler sünnetlerden nefret ederler... kendi bildiğince devam edenlere dikkat ederseniz, müslümanların ihyâ etmeye çalıştıkları sünnetlerden yüz çevirdiklerini, hep bid'atlerle uğraştıklarını görürüz... Peygamberlere tâzim, sünnetlerine uymakla, velîlelere muhabbet, nasihatlerini dinlemekle olur... Kabirlerin üzerine türbeler binâ etmek, bunlara duâlar edip adak adamak gibi bâtıl inanç ve geleneklerin hemen hepsi putperest aşıların tezâhürleridir, müşrikleri taklit etmektir. Kabirde yatanın velî olması, şeyh olması, duâya ihtiyacı olmadığı mânâsına gelmez. Birtakım bid'at ve dalâlet ehli sapıklar, ölüye yardım için yapılan duâyı, ölüden yardım şekline çevirdiler. Ondan medet beklemek, şifâ talep etmek mânâsında bozdular. Birtakım bid'atçiler çıkarak emrolunanlardan sapmış, nehyedilenleri irtikâba başlamışlardır. Gâfil ve safdil müslümanlar maalesef bu sapıklığın yayılmasına âlet olmuşlardır."


"Bugünkü ilim ve irfandan nasipsiz bid'atçi gürûh, meşrû ibâdetten yüzçevirerek yeni yeni âdetler icadına âdeta kendilerini mecbur bilmektedirler. İbâdet şekilleri ve vakitleri şeriat tarafından tâyin ve tesbit edilmiştir. Bu ölçünün dışında ortaya atılan âdet ve hareketler görünüşte ibâdete benzerse de elbette hakikatte hiçbir fazilet ve sevabı yoktur. Mezarlara adak adamak, bu taklidin canlı misallerinden biridir. Kabir ziyâreti için yolculuk yapıp uzun mesafeler aşmanın sevap olduğunu sanmak da bâtıl ve fâsid bir itikaddır. Yolculuğa çıkmalarına "sevap var" zannı sebep oldu ise, bu inançla sefere çıkmak, icmâ-ı müslimîn ile haramdır."


"Kabirleri kireçlemek men edildiği halde, tantanalı kubbeler oturtmak. Ölünün şöhretini bildiren yazılar yazmak İslâm'a aykırı olduğu halde mübâlağalı kitâbeler yazıyorlar. Rasûlullah'ın izni olmadığı halde, kabrin kendi toprağından fazla olarak yığdıkları toprak üzerine kiremit, taş kireçle duvarlar yaparak sünnete muhâlefet ediyorlar. Mezar ziyâretini de bir nevi Kâbe ziyâretine benzetiyorlar. Bu türlü hareketler insanı İslâm'dan uzaklaştırır, putperestliğe doğru götürür. Rasûlullah'ın şiddetle men ettiği kötülükleri teşvik edenler, kendilerine uyan câhilleri uçuruma sürüklemişlerdir."


"Bid'atçilerin ihdas ettikleri yeni yeni âdetlerle sünnetin kifâyetsizliğini iddiâ ve bid'atin sünnetten hayırlı olduğunu ilân ediyorlar da ondan haberleri yok. Câhil kimseler bazı evliyâ ve meşâyihe ve onların türbelerine karşı duydukları hissiyatta o kadar ifrâta düşüyorlar ki, şirke ve putperestliğe saptıklarından hiç de haberleri olmuyor. Kendilerini bu türlü hurâfelerle avutuyorlar. Hiç şer'î delile dayanmayan bu bâtıl inanışları muvâzeneli insanlar taşımazlar doğrusu."


"Hurâfeye asla yer vermeyen Ömer'ul-Fâruk, altında Rasûlullah'a biat edilen ağacı, halkın bölük bölük ziyârete gittiklerini duyunca da kökünden kestirmişti. Çünkü bu ağaçta bir kudsiyetin varlığına inanarak ziyâret ediyorlardı." Ebû Bekir Hallâf diyor ki: "Kolunda, sıtmadan kurtarır itikadıyla bir şey bağlı olan adamı Ebû Huzeyfe görünce: 'Eğer bu bağ kolunda iken ölürsen, cenâze namazını kılmaktan vazgeçerim' dedi." Hz. Ömer, ağacı hemen kestirmekte tereddüt etmemiştir. Haceru'l-Esved'in karşısına dikilerek: 'bilirim, bir kara taştan başka bir şey değilsin' demişti. Ebû Bekir Tarsusî diyor ki: 'Bakınız ey Allah'ın rahmetine nâil olan mü'minler! İnsanların iyilik, kötülük, şifâ, medet umdukları taşları, ağaçları görürseniz kırınız."


"...Mum vesâire yakan müşriklerin tâzimi gibi tâzime sebep olmak da; mescid yapan da putperestlerin âdetlerini taklide yol açmaktadır. Ümmetler her ne zaman peygamberlerinin sünnetlerine bağlılıklarında lâübâliğe başlamışlarsa o zaman imanları zayıflamış, terkettikleri birçok sünnetlere ve yüksek düsturlara mukabil, şirk ve bid'atleri doğuran hurâfelere saplanmışlardır. Eğer Rasûl aleyhisselâm'ın tebliğ ettiği İslâm dinini hayatlarında tam mânâsıyla tatbik ederk, bize örnek olarak yaşayan ashâb-ı kirâm olmasaydı, bu tahrifçiler, İslâm dinini de evvelki dinlerin âkıbetlerine uğratacaklar; indî te'vil ve tefsirleri ile halkı aldatacaklardı... Bâtıl fikirlerini, Rasûlullah'ın sözüne dayamak istediklerinden, hadisleri gâye ve maksadından uzak te'villerle tahrife çalışıyorlar.

 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Günümüzde Kabirlerle Tevessül ve Rûhâniyetten İstimdat

Günümüzde Kabirlerle Tevessül ve Rûhâniyetten İstimdat

Mistiklerin bid'atlerinden biri de kabirlere tevessül ve rûhânîyetten istimdat inancıdır. Kur'an ve Sünnette böyle bir inanç ve uygulama olmadığı gibi, sâlih selefin de böyle bir şey yaptığı vâki değildir. Bu inanç tamamen bâtıl İslâm dışı inançlara dayanmaktadır. Mistikler bir İslâm inancıymış gibi buna sarılmış ve insanları böyle yapmaya teşvik etmişlerdir. Yeni mistiklerin bu konuda söylediklerinden bazı örnekler verelim: "İşlerinizde bir çıkmazla karşılaşırsanız, kabir ehlinden yardım isteyin" şeklindeki mevzû hadisi naklettikten sonra izahı kabilinden Ramazanoğlu Mahmud Sami şöyle demektedir: "Ey benim ümmetim, size bir müşkilât, bir gam ve keder teveccüh edince evliyâullahın ziyâretine koşunuz ki, onların bereketiyle müşkilâtınız hal, gam ve kederiniz zâil olsun. Bunun tasavvufî izahı, kuburdan murad evliyâullahtır." "Mescidler Allah'ındır" (72/Cinn, 18) âyetini açıklarken de şöyle diyor: "Evliyâullah'ın verdiği bir mânâya göre mescidden murad kalptir." (Ramazanoğlu Mahmud Sami, Musâhabe, 6/152).


"Onun için o büyüklerimize bir fâtiha üç ihlâs okuyun, gönderin rûhâniyetlerine. İstimdat edin. Şirk olmaz mı? Olmaz. Çünkü Allah'ın sevgili kullarını Allah için sevmek sevaptır. Rasûlullah Efendimiz buyuruyorlar: "Sizden biriniz beni... sevmedikçe..." (M. Esad Coşan, Tasavvufa Giriş, 14). Sanki şeyhler ve ve ölüler Allah'ın Rasûlü.


"Evliyâullah Allah'ın sevgili kulları, Allah'ın rızâsını kazanmış kullar, vefatlarından sonra da insanlara müessirdirler. Yani tasarruf sahibidirler. Yani sizinle münâsebetleri vardır, alâkaları vardır. Rüyamıza girerler, nasihat ederler, ikaz ederler." (M. Esad Coşan, a.g.e., 13)


"(Zikirde) dördüncü edeb, rûhâniyetten istimdattır." (M.Z.Kotku, Tasavvufî Ahlâk, 2/246). "Bazı mürid de şeyh vefat ettikten sonra kendisine râbıta yaptırmıştır. Bazısı da 'meyyit âhirete intikal ettikten sonra dünyaya iltifatı kalmaz' demiştir. Bu kanaat, nefsinde kemal iddia edenlerin hatasından da büyüktür. Bu söz evliyâullah indinde tasarrufâtı inkârdır. Bunda ittifak vardır. Evliyâullah'ın tasarrufâtı âhirete intikal ettiklerinde de bâkîdir. Onun için Hz. İmam tarikat el-Maruf Şah Nakşibend, Şeyh Abdülhalik Gücdüvanî'nin rûhâniyetinden feyz almıştır. Halbuki bu ikisi arasında beş adet vâsıta (beş nesil) vardır." (M.Z.Kotku, a.g.e., 2/241-242)


"Cenâb-ı Hak, kulunun yükü ağırlaşınca, anâsırdan tecrid eder de rûhen mutasarrıf kılar. Zira ruhta telsiz sürati vardır. Onun için tasarruf daha süratli, ihâtalı ve kolay olur." (Ali Erol, Hâtıratım, 41).


Mistikler ölülerden medet etme ve rûhâniyetten istimdadı o dereceye vardırmışlardır ki, bu konuda ölüleri Allah derecesine bile vardıranlar olmaktadır. Meselâ tevessül ve istimdad konusunda bunlardan biri Allah ile Rasûlullah'tan isteme arasında bir fark olmadığını bile söylemektedir. Şu ifâdeye bakınız: "Yâ Rabbi! Rasûl-i Ekrem kadir ve kıymeti için benim ihtiyacımı gider', 'Ya Rasûlallah, benim ihtiyacımı gider', 'Allah'ım! Onunla ihtiyacımı gider' sözleri arasında fark yoktur. Doğrusu, Peygamberin zâtından istemek ile zâtı ile Allah'tan istemek arasında fark yoktur." (İsmail Çetin, Gözyaşı, s. 4, sayı 14, Temmuz-Ağustos 1988; Râbıta ve Tevessül, 392-414). Bu konuda Muhammed Nazım Kıbrısî şöyle diyor: "Bu meclise Berzahta bulunan evliyâullahtan olsun, hayattakilerden olsun, rûhânî olarak birisi geldimi bu meclisteki kimselere aslî olan saâdet mührünü vurur ki, bu mecliste şakî otursa said olur. Cehennemlik kimse oturursa cennetlik sıfata döndürecek mühürle onu mühürlerler." (Tasavvufî Sohbetler, 49). (İstanbul'u evliyânın idare ettiği, İngiliz milletinin tümüyle müslüman olacağı, kıyâmet alâmetlerini evliyânın durdurabildiği, insanların bütün günahlarını temizleyip âhirete günahsız gönderdikleri konusunda bkz. a.g.e., 87-96). Râbıta ve Tevessül kitabında yine şöyle diyor: "Çünkü peygamberlerin mûcizeleri ve evliyânın kerâmetleri ölümleriyle kesilmez. Onlar kendi kabirlerinde diridirler. Namaz kılarlar ve hacca giderler." (Râbıta ve Tevessül, Heyet, Umran Y. s. 412) (6)


 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Duâda Tevessül

Duâda Tevessül

Tevessül; aracı kılmak manasında olup, kendisiyle herhangi bir gayeye ulaşmak için aracı kılınan sebebe de vesile denilir. Vesile edinilen şey, amel ve şahıs olmak üzere iki kısma ayrılır: Amel ile tevessül; şahıs ile tevessül.


Amel ile tevessül: Bir kimse sâlih bir amelini vesile edinerek Allah'a duâ edip herhangi bir dilekte bulunabilir. Hz. Allah şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya vesile arayın ve O'nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa erebilesiniz." (5/Maide, 35). Bu âyet, mücerret iman ile yetinmeyip, Allah'tan korkmayı, fena ahlâktan ve fena amelden sakınmayı emretmekte; Allah'a yaklaşmak için, haramlardan kaçmanın yanında farzları yerine getirmeyi, bunun da ötesinde güzel işler yaparak kendimizi Allah'a sevdirmeyi tavsiye etmektedir. (Bkz. Elmalılı III/1669). Bu âyetteki "vesile" kelimesini "Allah'ın râzı olacağı ameller" olarak anlamak gerekir.


 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Kur’ân-ı Kerim’de Vesile Kavramı

Kur’ân-ı Kerim’de Vesile Kavramı

“Ey iman edenler! Allah’tan ittika edin (korkup sakının) ve O’na (yaklaşmaya) vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (5/Mâide, 35).

Tefsirciler buradaki ‘vesile’yi, emirlerine itaat, yasaklarından kaçınmak, ya da O’nun rızasını kazandıracak sebeplerle mü’mini Allah’a yakınlaştıracak şey diye açıklamışlardır (Muh. Ibn Kesir, 1/511). Yalnız buradaki yakınlık mekan yönünden bir yakınlık değil, sevgi ve O’nun rızasına bir yakınlıktır. Kimleri de buradaki ‘vesile’yi, ‘sevgi ile kendinizi Allah’a sevdirmeye çalışınız’ şeklinde açıklamışlardır.


el-Vesile kelimesi Kur'an-ı Kerim'de iki yerde kullanılmıştır: 1) Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler! Allah'tan korkun. O'na (yaklaşmaya yol) vesile arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz" (5/Mâide, 35). İbn Cerîr, âyeti şöyle tefsir eder; "O'na vesile arayın" yani "onu hoşnud edecek ameller işleyerek ona yaklaşmayı dileyin" (Tefsir'üt-Taberî, VI/226).


Hâfız İbn Kesir de şunu kaydediyor: "O'na vesile arayın" İbn Abbas (r.a)'dan "yaklaşma" diye nakledilmiştir. Mücahid, Ebû Vail el-Hasen, Katâde, Abdullah b. Kesîr, Südd"ı, İbn Zeyd ve daha bir çok kişi aynı görüşü paylaşıyor. Katâde âyeti şu şekilde tefsir eder: O'na boyun eğerek ve onu hoşnud edecek ameller işleyerek ona yaklaşın. Mezkûr imamların söylemek istedikleri de budur ve bu konuda müfessirler arasında herhangi bir görüş ayrılığı yoktur (İbn Kesir Tefsîr, II, 53).


2. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Onların yalvardıkları bu varlıklar, Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar; O'nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı, sakınmağa değer" (17/İsrâ, 57).


İbn Mes'ud (r.a) şöyle açıklar; (Âyet) bir grup Arap hakkında nâzil oldu. Bunlar bir kısım cinlere tapıyorlardı. Cinler müslüman oldular. Onlara tapmakta olan insanlar ise (bunu) anlamıyorlar. Diğer bir rivâyette ise "insanlar cinlere ibâdeti bırakmadılar" diye geçer (Müslim, Tefsir, 28, 29, 30; Buhârî, Tefsir, 7). Hafız İbn Hacer ise şöyle açıklar: "Cinlere ibâdet etmekte olan insanlar yine onlara tapmaya devam ettiler. Oysa ki cinler artık müslüman olduklarından ve onlarda rablerine vesile aradıklarından dolayı bundan razı olmuyorlardı." İbn Hacer, "Vesile'den kasıt, kurbet'tir" der (Fethu'l Bârî, VIII, 249). el-Mu'cemu'l Vasît'te kurbet şöyle tanınırladır: "İyi ameller işlenerek kendisi ile Allah'a yaklaşılabilen"dir.


İbn Kesir'in sözü dikkate alındığında görülüyor ki şu noktada müfessirler arasında herhangi bir görüş ayrılığı söz konusu değildir: Vesile'den kasıt; Allah'a boyun eğerek ve onu razı kılacak işler yaparak ona yaklaşmaktır. Bunun da Kitab ve Sünnet dışında bir yerden anlaşılması olanaksızdır.


"Kullarım sana Benden sorarlarsa ben (onlara) yakınım. Bana duâ edenin duâsına icabet ederim. O halde çağrıma karşılık versinler. Bana iman etsinler. Umulur ki doğru yola ererler." (2/Bakara, 186)


"En güzel isimler Allah’ındır. Onlarla Allah’a duâ edin, isimlerinde ilhada düşenleri terk edin. Onlar yaptıklarının karşılığını göreceklerdir." (7/A’râf, 180)


"Artık her kim, Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibâdette hiçbir şeyi ortak koşmasın" (18/Kehf, 110)


"Mescidler Şüphesiz Allah'ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın" (72/Cinn, 18)


"De ki: ‘Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, onun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar onun bu rahmetini önleyebilir mi? De ki: Bana Allah yeter. Güvenip dayanacaklar, ancak O'na güvenip dayanırlar" (39/Zümer, 38).

 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Hadis-i Şeriflerde Vesîle Kavramı

Hadis-i Şeriflerde Vesîle Kavramı

"Allah yahudi ve hırıstiyanlara lânet etsin, peygamberlerinin ve sâlih kişilerinin kabirlerini mescid yaptılar." (Buhârî, Salât 48, Cenâiz 62, 96, Enbiyâ 50, Meğâzî 83; Müslim, Mesâcid 19, 23)


"Her kim bizim bu işimizde (dinde) onda olmayan bir şey ortaya koyarsa o merduttur.” (Buhârî, Sulh 5; Müslim, Akdıye, 17)


"En doğru söz Allah'ın kitabıdır, en güzel yol Muhammed (s.a.s)'in yoludur, işlerin en kötüsü sonradan icad olunanlardır (muhdest)'dır. Sonradan (dinde) icad edilen herşey bid'attır. Bütün bidatler sapıklık (dalalet)'tır. Her sapıklıkta ateştedir" (Müslim, Cum'a 43; Nesâî, Salâtu'l Ideyn 22).


Hz. Ali: "Rasûlullah'ın beni gönderdiği bir iş için seni gönderiyorum. Yerden yüksek ne kadar kabir varsa yık ve ne kadar heykel varsa yerle bir et." (Müslim, Cenâiz 93)


"Ezanı işittiğiniz zaman müezzinin söylediğini aynen (kelime kelime) tekrar edin. Sonra bana salât u selâm okuyun. Zîra kim bana salât u selâm okursa Allah da ona on misliyle rahmet eder. Sonra benim için el-Vesîle'yi taleb edin. Zîra o, cennete bir makamdır ki, mutlaka Allah'ın kullarından birinin olacaktır. Ona sahip olacak kimsenin ben olmamı ümid ediyorum. Kim benim için Allah'tan el-Vesîle'yi taleb ederse, şefaat kendisine vâcib olur." (Müslim, Salât 11, h. no: 384; Ebû Dâvud, Salât 36, h. no: 522; Nesâî, Ezan 33, h. no: 2, 23; Tirmizî, Salât 154, h. no: 208; İbn Mâce, Ezân 4, h. no: 720). Hadisin ilk cümlesi Buhârî'de de (Ezân 7) rivâyet edilmiştir.


"Ezanı işittiği zaman kim: ‘Allâhümme Rabbe hâzihi'dda'veti'ttâmme ve'ssalâti'lkâimeh âti Muhammedeni'l-Vesîlete ve'lfadîlete veb'ashu makâmen mahmûdeni'llezî va'adtehu. (Ey bu eksiksiz davetin ve kılınan namazın sahibi! Muhammed'e Vesîle'yi ve fazîleti ver. O'nu, va'adettiğin -bir rivâyette va'adettiğin üzere- makam-ı Mahmûd üzere ba's et (dirilt)’ derse, ona Kıyâmet günü mutlaka şefaatim helâl olur." (Buhârî, Ezân 8; Ebû Dâvud, Salât 28, h. no: 529; Tirmizî, Salât 157, h. no: 211; Nesâî, Ezân 38, h. no: 2, 26; İbn Mâce, Ezân 4, h. no: 722; İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 8/323)


Açıklama: 1- Son iki hadis, ezan dinleme adabını öğretmekte ve ezanı dinleyince okunması gereken duâyı haber vermektedir. Ayrıca, duâda vesile ve mâkam-ı Mahmûd'un zikri geçmektedir.

Şimdi bunları kısa kısa açıklayalım:


Ezanı Dinleme Âdâbı: Bu birbirini takiben yapılması gereken birkaç davranış gerektirmektedir: Müezzinin sözlerini tekrar etmek, Rasûlullah'a salât u selâm okumak, Vesîle duâsını okumak. Bunları kısaca açıklayalım:


Ezanı Tekrar: Hadiste, "işitme" şartıyla ezanın tekrarı emredilmektedir. Şu halde müezzin görülse ve fakat uzaklık veya sağırlık gibi bir sebeple ezan duyulmasa, tekrar gerekmez.


Ezanın tekrarı demek, başka meşguliyetleri terketmek demektir. Hanefî âlimleri bu hadisten hareketle Kur'ân okumak, zikretmek, duâ etmek, konuşmak, selam almak gibi her çeşit meşguliyetin terkini ve okunan ezanın tekrarını "vacib" addetmişlerdir. Zâhirîler ve İbnu Vehb de bu hükme varırlar. Müteakip rivâyet tekrarın keyfiyyetini daha sarîh olarak açıklayacaktır. Burada şimdiden dikkat çekmemiz gereken husus şudur: Müezzin “hayye alâ’s-salâh, hayye ale’l-felâh” (haydi namaza, haydi kurtuluşa)” dediği zaman bu ibâre aynen tekrar edilmeyip buna bedel "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm (Günaha karşı korunmak ve ibâdet yapmak için gerekli kuvvet ancak Allah'tandır)" denilecektir. Hanefîlerden bazılarına göre müezzin Hayye alâ'l-Felâh" deyince, işiten: “Mâ şâallahu kâne ve mâ lem yeşe’ lem yekün” "Allah'ın dilediği olur dilemediği olmaz" demelidir. "es-Salâtu hayrun minennevm" yerine de sadakte ve bererte demelidir. "Bunların da aynen tekrarı müezzini alay yerine geçer" denmiştir.


Ezanı tekrar etmemeyi meşrû kılan bazı sebepler vardır: Namazda veya helada olmak, cinsî münasebette bulunmak gibi. Bu durumlarda tekrar gerekmez. Bunun dışında genç-ihtiyar, kadın-erkek, temizcünüp, nifaslı herkese tekrar vâcibtir.


Hulvânî: "Namaz farz olmayana tekrar vacib olmaz" demiştir. Bazı âlimler, "Ezanı namazda işiten kimse, namazdan çıkınca tekrar etmelidir" demiştir. Şunu da kaydedelim ki hadisten: "Namazda olan kimse işittiği ezanı tekrar edecek olsa namazı bozulmaz, yeter ki hayye ala'ssalât, hayye ala'lfelâh demesin, bunlar kişiyi namaza çağrıdır, namazı bozar, bunlara bedel lâ havle velâ kuvvete illâ billâh diyecek olursa namazı bozulmaz çünkü bunlar zikirdir" hükmü de çıkarılmıştır. "Çünkü emir âmmdır, musallîyi hariç tutacak bir karîne yoktur, bu çeşit emirler vücûb ifade eder" denmiştir. İmam Şâfiî bu görüştedir.


Şâfiî, Mâlikî, Hanbelî mezheplerine göre -ki cumhur-u fukahanın hükmü de böyledir- hadisteki emir vücûb değil, istihbab ifade eder. Hanefîlerden Tahâvî de bu kanaattedir.


Âlimler müezzini "aynen tekrar" meselesini kayıtlarlar. Sözgelimi o "duyurmak" maksadıyla yüksek sesle okuduğu halde işiten, "zikir" maksadıyla gizlice tekrar eder. Ancak telaffuz etmeksizin zihninden mânayı geçirmesi, emrin yerine getirilmesinde yeterli olmayacaktır.


Birkaç ayrı ezan okunması halinde ilk okunanın tekrarı yeterli midir konusu da medâr-ı bahis olmuştur. Nevevî: "Mezhebimizde bu meseleyle ilgili rivâyete rastlamadım" demiştir. Ancak bazı âlimler: "Sebep taaddüd ettiği için her birine icabet etmesi gerekir" hükmüne varmıştır.


Ezanı tekrar meselesini bitirirken şunu da belirtelim: Ezanı tekrar işine müstehap diyen cumhur, Müslim'deki bir başka rivâyeti esas almıştır. Bu rivâyete göre Rasûlullah (s.a.s.) bir müezzinin ezan okuduğunu işitir. Müezzin Allahu ekber deyince “ale’l-fıtrati (fıtrat üzere oldu) der. Eşhedü en lâ ilâhe illallah deyince “harace mine’n-nâr (ateşten kurtuldu) der. Bazı âlimler: "Rasûlullah , ezan sırasında, müezzinin söylediklerinden bir başka şey söylediğine göre, ezanı tekrar müstehabtır, vacib değildir" diye netice çıkarırlar. Bu istidlale şöyle cevap verilmiştir: "Hadiste, Rasûlullah 'ın tekrar etmediği tasrih edilmemiştir, müezzinin söylediklerini aynen tekrar etmiş olması da câizdir, ancak râvi, adet olanla yetinip onu rivâyet etmemiştir, sadece adet olana ziyade edilen sözü rivâyet etmiştir." Keza şu mülahaza da ilave edilmiştir: "Belki de bu hadis, Rasûlullah 'ın tekrar emrinden önce cereyan eden durumu anlatmaktadır." Yani bidâyette tekrar emredilmemiştir, ancak Efendimiz sonradan ezanın tekrarını emretmiştir, esas olan da nâsih olan son emirdir (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 8/323-325).


Rasûlullah’a Salât u Selâm: Ezan okununca, yapılması emredilen ikinci husus, Rasûlullah (s.a.s.)'a salât okunmasıdır. (Cuma sabahları, kandil günleri, yatsı ezanlarından sonra veya Erzurum ve çevresinde olduğu gibi beş vakit ezandan sonra ilâve edilen salât u selâm, menşeini bu emr-i nebevîden almış olabilir.) Salât duâdır, Cenâb-ı Hakk'tan rahmetini talebtir. Rasûlullah 'a okunacak salâtın belli bir formülü vardır denebilir. "Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. (Rabbim Muhammed'e ve O'nun âli'ne rahmetini bol kıl)" şeklinde yapılacak salât rivâyetlerde gelen en kısa salâtlardandır. En mükemmeli, namazda son tahiyyatta okunan salli bârik duâsıdır. Cenâb-ı Hakk'ın salât etmesi, rahmet kılması, mağfirette, afda bulunması demektir. Her hayrın on misliyle kabul edilmesi ilâhi kanun olması sebebiyle (6/En'âm, 160) Rasûlullah için yapılan bir salât duâsına mukabil Cenâb-ı Hakk on rahmet verecektir (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 8/325).


Da’vetu’t-Tâmme: Ezandan sonra okunacak duâda birkaç tabir geçmektedir: "Ed-Da'vetu't-Tâmme", "el-Vesîle", "el-Fazîle", "Makâm-ı Mahmûd." Önce ed-Da'vetu't-Tâmme'yi açıklayalım. Zîra duâ "Ey bu da'vetu'ttâmme'nin ve kılınan namazın sahibi Allah'ım..." diye başlamaktadır. Beyhakî'nin bir rivâyetinde “Allahumme innî es’eluke bi-hakkı hâzihi’d-da’veti’t-tâmmeti şeklinde gelmiştir. Yani: "Allah'ım, senden şu da'vet-i tâmme hakkı için istiyorum..."


Bundan murad hususunda âlimler şu açıklamayı yapmışlardır: Bu tevhid dâveti'dir, şu âyette olduğu gibi: “lehû da’vetu’l-hakk "Hak olan da'vet ancak O'nadır" (13/Ra'd, 14). Denmiştir ki: "Tevhid da'veti tamdır. Çünkü şirk noksanlıktır. Tam demek, içerisine tegayyür ve tebeddül girmez. Haşir gününe kadar bâki kalır" demektir. Tevhid, "tam" sıfatına layık olan yegane da'vettir, onun dışında kalan her şey fesada maruz olabilir. İbnu't-Tîn: "Ezan tam sıfatıyla tavsif edilmiştir, çünkü içerisinde sözlerin etemmi (en eksiksiz olanı) mevcuttur. Bu da "Lâ ilâhe illâllah" dır" der. Tîbî de ezanın başından Muhammedu'r-Rasûlullah cümlesine kadar olan kısmın da'vet-i tâmme'yi teşkil ettiğini, hay'ale'nin (hay'ale, hayye alâ's-salât'tır). “Yukıymûne’s-salâte” âyetinde kastedilen -ve başlanan namaz diye tercüme ettiğimiz -essalâtu'lkâime'yi teşkil ettiğini söylemiştir. Şu ihtimal de ileri sürülmüştür: Muhtemeldir ki, buradaki es-Salât'tan murad ed-Duâ'dır, kâime' den murad da eddâime'dir. Kim bir şeyi devam üzere yaparsa o şeye kaim oldu denir, bu hale göre, essalâtu'lkâime, edda'vetu't-Tâmme'yi beyan etmiş olmaktadır. Mamafih duâda kastedilen essalat'ın o anda kılınması için çağrısı yapılan namaz olması da muhtemeldir. İbnu Hacer bu ihtimalin azher (daha kuvvetli) olduğunu belirtir.


el-Veslîle'ye gelince, bu lügat olarak bir büyüğe yaklaşmayı sağlayan vasıta, aracı mânasına gelir. Hadiste bununla cennetteki yüce bir makam kastedilmiş olmaktadır. Nitekim, sadedinde olduğumuz rivâyet, Vesîle'yi dile getiren rivâyetlerden Rasûlullah 'ın onunla ilgili olarak yaptığı tarifi ihtiva eden vechidir: "Zîra o (elvesîle), cennette bir makamdır..." buyurmakta, bu makamı Allah'ın bir kişiye vereceğini belirtmekte ve tevâzu olarak bu kimsenin kendisi olması hususundaki temennisini ifade buyurmaktadır. Öyle ise, daha net ifade ile el-Vesîle, cennetteki en yüce makamdır, bu makam tek bir insana verilecektir, o da Allah indinde insanların en yüce olduğunu Mi'rac ve Kur'an gibi mucizelere mazhariyetle isbat eden Eşref-i Mahlûkat ve Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.s.)'dir.


Bu yüce makama vâsıl olan, Allah'a yakındır; böylece Efendimiz, günahların affı dahil her çeşit ebedî lütuflara mazhariyet için şart olan ilâhî yakınlığı elde etmeye vesîle olmuş olur. Şu halde baştaki mânâ böylece tahakkuk etmiş olmaktadır.


el-Fazîlet: Rasûlullah için Vesîleden sonra taleb edilen ikinci şey, el-Fazîlet'dir. Bunun da Vesîle gibi diğer mahlukâta nasib olmayacak bulunan ziyade bir mertebe olduğu veya Vesîle'yi tefsir mahiyetinde geldiği söylenmiştir.


Makam-ı Mahmûd: Bu da cennette bir makamdır. Öyle bir makam ki, o makamda bulunan kimse övgüye mazhardır. Övgü, belli bir kıymet ve kemal ve fazilet; bir kelime ile, kerâmetler sebebiyle olur. Burada mutlaktır, yani pek çok üstünlüklerle övgüye mazhar olunan bir makamdır. Duâ, çeşitli te'villere göre: "O'nu Kıyâmet günü dirilt ve Makâm-ı Mahmûd'a çıkar" veya "...makâm-ı Mahmûd'u O'na ver" veya "...O'nu makâm-ı Mahmûd üzere dirilt" mânalarında anlaşılabilir.


Nevevî, bu makam mübhem olmadığı halde, hadiste nekre gelmiş olmasını, sanki âyetten hikaye tarzında zikredilmiş olmasıyla açıklar. Zîra Makâm-ı Mahmûd âyet-i kerîme'de zikredilmektedir: “Asâ en yeb’aseke mekamen mahmûdâ” "Ümid edebilirsin, Rabbin seni bir Makâm-ı Mahmûd'a gönderecektir" (17/İsrâ, 79.) Mâmafih, bazı rivâyetlerde, “el-makamu’l-mahmûdu” diye ma'rife olarak da gelmiştir.


Makam-ı Mahmûd üzerine İbnu Hacer şu açıklamayı sunar: "İbnu'l-Cevzi ve ulemânın ekserisi Makâm-ı Mahmûd ile "şefaat" kastedilmiştir" derler. Bazıları: "Rasûlullah 'ın Arş üzerine oturtulmasıdır", bazıları: "Kürsî üzerine oturtulmasıdır" demiştir. Her iki görüşün de taraftarları var. Sahih olmaları halinde, biri diğerine mâni değildir. Zîra, Rasûlullah 'ın Arş (veya Kürsî) üzerine oturtulması, şefaat etme hususunda izin alameti olması muhtemeldir. Makâm-ı Mahmûd ile -meşhur olduğu üzere- şefaat, oturtma ile de vesîle veya fazîlet ile ifade edilmiş olan menzile (makam) kastedilmiş olma ihtimali de vardır. Nitekim İbnu Hibbân'ın Sahih'inde Ka'b İbnu Mâlik hadisi olarak geldiği üzere Rasûlullah şöyle demiştir: "Allah insanları Kıyâmet günü diriltir. Rabbim, (önce) bana yeşil bir elbise giydirir. Ben Rabbimin söylememi dilediği şeyi söylerim. İşte bu Makâm-ı Mahmûd'dur." Anlaşılan o ki, buradaki mezkûr söz, şefaatten önce Rasûlullah 'ın Rabb'ine takdim ettiği senâdır. Yine anlaşılan o ki, Makâm-ı Mahmud bu halde iken, Rasûlullah için hâsıl olan şeylerin mecmuudur. Bunu, hadisin sonundaki, "Ona şefaatim vacib olur" cümlesi ihsâs eder. Çünkü, onun için taleb edilen şey şefaattir.


Hadiste gelen "şefaatim vâcip olur" ifadesi üzerine şöyle bir itirazda bulunulmuştur: "Şefaat günahkârlar hakkında sâbit olduğu halde Vesîle duâsını okuyanları mazhar olacağı sevap şefaatle ifade edilmiştir. Günahı olmayanların şefaate ihtiyacı var mıdır? Bu itiraza şu cevap verilmiştir: "Rasûlullah (s.a.s.)'ın başka şefaatleri de var. Soru suale maruz kalıp hesap vermeden cennete girme, cennetteki derecelerin yüceltilmesi gibi. Bu duâyı yapan herkes, kendine münasip olana mazhar olur." (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 8/326-328)
 
E

elif

Guest
ZÜMER 3 :
Elmalılı Orijinal : İyi bil ki Allahındır ancak halîs din, onun berisinden bir takım veliylere tutunanlar da şöyle demektedirler : biz onlara ıbadet etmiyoruz, ancak bizi Allaha yakın yaklaştırsınlar diye, şübhe yok ki Allah onların aralarında ıhtilâf edip durdukları şeyde hukmünü verecek, her halde yalancı, nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz

sayin Oğuz rica ederim Kuranı kerimde El kehf suresinde Hz.Musa (as) Hızır (as) den ilim talebinde bulunur. Bunu okudunuz mu? Kuran ayet ayet değildir. Bir bütündür.
Yukarda kızıl çizdiğiniz zümre kimlerdir? Esbabı nuzul nedir? Biliyor musunuz?
Zira ayetlerin inme sebeleri vardır,onları bilmek şarttır.
 

hakka davet

New member
Katılım
25 Eyl 2007
Mesajlar
153
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
53
Bu günkü yanlışlıklardan yola çıkarsak yanılırız. İfrat ve tefrite kaçmadan itidalli yol izlemek gerekir. Şimdi arkadaşlar sizlere soruyorum;

Allah'tan başka İlah, Rab ve Melik kabul etmeyen, Allah'tan Resulullah (s.a.v) efendimize indirilen her şeye katıksız bir şekilde iman eden. Tağutların her türlüsünü reddedip tavhidi bir imana sahip olarak Allah'ın emirlerine teslim olan bir müslüman;
Peygamberimizin veya Kabirde yatan salih bir zatın bizzat kendisinin, kendi ihtiyacını gideremeyeceğine buna gücünün yetmeyeceğine, Yalnız Allah'tan isteyeceği bir şey için aşagıdaki hadisleri baz alarak onlara tevessül etmesi şirk ve küfürmüdür.

Peygamber efendimiz; "Yâ Rabbî! Senden isteyip de verdiğin kimselerin hatırı için, senden istiyorum" diye tevessül eder ve böyle duâ ediniz buyururdu. (İbn-i Mâce)

Enes b. Mâlik (r.a.) anlatıyor: Hz. Ali’nin (k.v.) annesi Fâtıma binti Esed vefat etmişti. Defnedilirken Nebî (s.a.v.), onun affı için Allâh’a yalvarmış ve duâsını şu cümlelerle bitirmişti: “Peygamberinin ve benden önceki peygamberlerin (aleyhimü’s-selâmü ve’t-tahiyye) hakkı için Annem Fâtıma b. Esed’i affet. Ona kelime-i şehâdeti telkîn et. Kendisine kabir rahatlığı ver. Çünkü sen merhametlilerin en merhametlisisin.”

Enes (ra) şöyle demiştir: Ömer b. Hattab (ra) kıtlık olduğu zaman Abbas b. Abdülmuttalip’i vesile ederek yağmur istedi ve “Allah’ım! Biz sana Peygamberimiz (asm) ile tevessül eder ve sen de bize yağmur ihsan ederdin. (Şimdi) sana Peygamberimizin amcasıyla tevessül ediyoruz, bize yağmur ihsan eyle” dedi. Enes (ra) der ki; bu duânın ardından Allah yağmur ihsan etti. (Buhari c.1, s.342, c.3, s.1360) (Bu hadis Beyhaki, İbn Huzeyme, Taberâni, İbn Hibban ve başkaları tarafından da rivayet edilmiş sahih bir hadistir.)

Hz. Ömer bu duâyı kalabalık bir cemaatin huzurunda yapmış ve hiçbir sahabe de onu ‘bidat’ ve ‘şirk’le itham etmemiştir.

Ezan duâsı pek çok hadis kitabında rivayet edilen meşhur bir duâdır. Beyhaki, Sünen-i Kübrasında (c.1, s.410), Taberâni Mu’cemi Sagir (c.2, s.3) ve Mucem-ü Evsat’da (c.5, s.54) Hz. Cabir (ra)’dan, “Kim ezanı duyduğunda ‘Allah’ım bu davetin hakkı için senden istiyorum derse” rivayetini naklederler.

Davetten kasıt ezandır. Ezan hürmetine Allah’tan bir şey istenirse “Kur’ân hürmetine”, “peygamber hürmetine” diyerek istemek neden doğru olmaz.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt