Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tasavvuf ; Ayri Bir Din..!

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

fahren55

New member
Katılım
27 Kas 2008
Mesajlar
86
Tepkime puanı
35
Puanları
0
Yaş
38
evet insanda allahtan bir parça yoktur. direk allahtır. Allahın karşısında varlık talebinde bulunmakta kimin haddine. ben allah değilim diyen allaha şirk koşmuştur. sen kimsin de ben allah değilim diyorsun
 
Katılım
21 Kas 2008
Mesajlar
111
Tepkime puanı
30
Puanları
0
Yaş
41
evet insanda allahtan bir parça yoktur. direk allahtır. Allahın karşısında varlık talebinde bulunmakta kimin haddine. ben allah değilim diyen allaha şirk koşmuştur. sen kimsin de ben allah değilim diyorsun

Allah sana hidayet versin.Iste sonuc bu.Artik digerli ibret alip kuran ve sunnete donsunler.

19.90. Bu küstahlıktan ötürü neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak ve dağlar göçecektir.
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
evet insanda allahtan bir parça yoktur. direk allahtır. Allahın karşısında varlık talebinde bulunmakta kimin haddine. ben allah değilim diyen allaha şirk koşmuştur. sen kimsin de ben allah değilim diyorsun


fahren55 Nickli Üyeden Alıntı
ben Allahtan ayrı bir ilahım dememiştir bu insanlar. bu sadece işin felsefi boyutu. Bu yeryüzüne allahın adını hakim kılabilmek için allahın ipine sımsıkı tutunmanın en son noktasıdır. hem bu şirk bile olsa ( ki değil) insanın böyle bir şirke can kurban diyesi geliyor. CAN KURBAN . 650 yıl yıkılmayan OSMANLI devletinin can damarı olan Allah dostlarına can kurban. CAN KURBAN. Eğer Allah onun adını kıtalara yayan insanlara düşmanlık ederse ben öyle bir allahtanda uzağım. Allahın adını dünyaya hakim kılan bu insanlara Allah DEFOLUN CEHENNEME derse ben öyle bir Allaha tapamam . TAPAMAM. TAPMAM.TAPMAMMMMMM


Bu yazilarindan sonra gördikki sen Nefsi bir yarisin icindesin.Ben kendi sahsima Allahim diyemem böyle bir iddiaya asla giremem.Cünki ben biliyorumki Beni yaratan varlik hic bir seyin dengi degildir.Ona ruh diyende,ben oyum diyende yalan söylemistir.Benim sizinle ne bir ortak sözümüz vardir nede müsterekimiz.Artik siz Din gününde verirsiniz karari ve dersiniz Osmanli iceri Metin Mete disari...Ben bu hükümden oldukca cok menmun kalirim Insallah.Ben sadece Allahin hükmüne baglanmisim ve sizin dediginiz vehimle asla bir ilgim yoktur.Sanirim bu inanc sistemi Hindularda meshur.Sarikta onlarin kutsaliydi....Tasavvufta onlarin her mezhebinin bas ögretisi...
 

fahren55

New member
Katılım
27 Kas 2008
Mesajlar
86
Tepkime puanı
35
Puanları
0
Yaş
38
metin abi bana tapmak zorundasın ki ben de sana tapayım
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
metin abi bana tapmak zorundasın ki ben de sana tapayım


VALLAHI senle benim aramda hic bir bag yoktur.Benim Rabbim senden cok yücedir;Ve ben;

1:5 İyyake na'büdü ve iyyake nesteıyn.

Diyorumki sen onu idrakten dahi acizsin.Beni bu hurafelerine asla bulastirma.Sen kimin rabbiysen ona git ve dahi o (isim kullanmayacagim yinede)Seyhinmi olur Mollanmi olur git ona deki sana tapsin benden uzak ol Allaha yakin..Allahtan istedigimde ;

1:7 Sıratallezine en'amte aleyhim ğayril mağdubi aleyhim ve lad dallin


 

fahren55

New member
Katılım
27 Kas 2008
Mesajlar
86
Tepkime puanı
35
Puanları
0
Yaş
38
kendine tapmazsan bana da tapamazsın zaten. bunu beklemek saçma olur.
 
Katılım
21 Kas 2008
Mesajlar
111
Tepkime puanı
30
Puanları
0
Yaş
41
Kardeşim, bir kişini tasavvufu savunuyor olması ona destek çıkmaya kafi olmaz.

Kendi adıma tasavvuf adına söylediklerine katılabilirim, ayrı bir din değildir. Mübarek evliyalarımızın tekfir edilmesine verilen tepkiye destek olurum.

Ama gerek ruh gerekse Allah ve insan bağı hakkında yazdıklarını tasavvufa mal etmesine şiddetle karşı çıkmak lazım.. Özellikle tasavvuf ehlinin karşı çıkması lazım.

Bu forumda hakikatleri bulmaya çalışıyoruz. Kendimizden olanları destekleme yarışına girmiş değiliz.

Her şeye ön yargı ile yaklaşıyoruz. Pek çok karşı durulan kişinin pek çok doğru sözüne de itiraz etmiş oluyoruz.

Esas olan bir kişinin doğru sözlerine destek, hatalı sözlerini uygun bir lisanda karşılık vermektir.

Bir kişi bir yazı içinde hem pek çok doğruyu hem pek çok yanlışı söyleyebilir. Toptancı bir yaklaşım ile ya hepsini doğru saymak veya hepsini yanlış saymak çok tehlikeldir.

Hiç kimse unutmasın ki, bu forumda hiç kimse hüküm verme makamında değildir. Hüküm Allah'ındır. Biz sadece teati ederiz, müzakere, münazara ederiz Mürebbi-i Hakikiden bu hak amelimiz vesilesi ile hakikatin bize bildirilmesini umarız.

Muhabbetle

aynen katiliyorum hizipcilik yapmamak lazim.
 

fahren55

New member
Katılım
27 Kas 2008
Mesajlar
86
Tepkime puanı
35
Puanları
0
Yaş
38
siz allaha harp ilan edin ben hizipçilik yapmim
 

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
Alimler buradan ruhun cebrail oldugunu soylemislerdir.Insanda Allahtan bir parca yoktur.Insan Allahin ruhuna sahip olsa kafir olabilirmiydi ?[/quote] DEMİŞSİNİZ SAYIN TEVHİDHAKİMOLANAKADAR

İnsanı yoldan çıkaran nefsidir.Onun afetleridir.Ruhun kafir olması sözkonusu değildir.Kafir hakkı örten demektir.İlahiyatta profösörde olsan nefsine tabii olup Allahın ayetlerini insanlara açıklamazsan veya gerçekleri gizlersen buz gibi kafirsindir.Kafir diyince hemen ataist anlamayınız lütfen

74/ MÜDESSİR-30-: aleyhâ tis'ate aşer
19 üzerinizedir.
1- Cehalet
2- Cimrilik
3- Dedikodu, Gıybet
4- Fitne, Fesat
5- Gurur, Kibir
6- Haset ve Düşmanlık
7- Hırs, Şehvet
8- İsyan
9- İptila
10- Kin ve Nefret
11- Küfür
12- Mürailik
13- Nankörlük
14- Öfke, Gayz
15- Sabırsızlık
16- Vefasızlık
17- Yalan
18- Zulüm
19- Zan
Nefste mevcut olan bu 19 afet sebebiyle Melekler Rabblerine karşı çöyle diyorlar;

2/ BAKARA -30: (Hani) o zaman Rabb'in meleklere: "Ben muhakkak ki yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. (Melekler de): "Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz Seni hamdinle tesbih ve takdis ediyoruz" demişlerdi. (Rabb'in de) "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim…" buyurdu.

Burada nefsimizin zulmâni yönüne işaret edilmektedir. Melekler nefsin iki yönlü yaratıldığını bilmemektedir. Meleklerde nefs yoktur. Nurdan yaratılmışlardır. Rabbimiz bize ihsan ettiği nefsi iki yönlü yarattığını,

Tin Sûresinin 4. ve 5.Âyet-i Kerîmesinde şöyle açıklıyor.
95/ TİN-4: lekad halaknel' insâne fiy ahseni takviymin.
Andolsunki, biz insanı (insanın nefsini) en güzele (ahsene) ulaşabilecek bir takvim içinde yarattık.
95/ TİN-5: sümme redednâhü esfele sâfiliyn.
Sonra onu esfeli sâfiline reddettik.

Âyet-i Kerîme'nin ikinci kısmında sözü edilen Esfel-i Sâfilîn, Ahiret hayatında, Cehennemle cezalandırılan nefsin bulunduğu yerdir. Nefs burada rehinedir. Yeryüzünde ikame edilen Adem oğlunun, nefsini, Rabbimize verdiği tezkiye yeminine uygun bir şekilde tezkiye, terbiye etmediği sürece iblise tâbî olup, Cehennem'in en alt katıyla cezalanacağını, Rabbimiz açıklıyor.
İnsana verilen bu dünya hayatı, rehine olan nefsini kurtarmak içindir. Eğer rehine kurtulursa, insandaki emanet olarak bulunan ruh da Allah'a verdiği misakini yerine getirebilecek, Allah'a ulaşabilecektir.
Âyet-i Kerîme'nin birinci kısmında ise, dünya hayatını yaşarken insanın Elestü Birabbiküm günü Rabbimize verdiği misaka uygun olarak nefsini evvela 7 kademede tezkiye, sonra terbiye ve tasfiye etmek suretiyle en güzel biçime dönüştürebilecek şekilde yaratıldığı beyan ediliyor.
Demek ki, nefs başıboş bırakılıp, tezkiye, terbiye ve tasfiye için, dünya hayatını yaşarken bir şey yapılamazsa, şeytanın insan vücudundaki melcei (sığınağı) olan nefs, şeytanın negatif telkinleriyle, Cehennem'in en alt katı olan Esfel-i Safilin'e gidecektir.
Eğer nefs tezkiye, terbiye ve tasfiye edilebilirse Ahsen-i Takvim'e dönüşerek, ruhun halleriyle hallenir, adeta vücut ülkesinde ikinci bir ruh olur. Buradan anlıyoruz ki, nefs iki yönlü bir mahlûktur.

7/ ARAF-172: ve iz ehaze rabbüke min beniy âdeme min zuhûrihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm alâ enfüsihim, elestü birabbiküm, kaâlû belâ, şehidnâ, en tekuûlû yevmelkıyâmeti innâ künnâ an hâzâ gaâfiliyn.
Ve o zamanki (ezelde) Allah Adem oğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini çıkardı (aldı) ve onları nefsleri üzerine şahit tutarak dediki:
"Ben sizin Rabbiniz değil miyim?"
Dediler ki:
"Evet (Sen bizim Rabbimizsin) Biz şahitleriz."
Kıyamet günü: "Muhakkakki biz bundan gafilleriz." (bizim bundan haberimiz yoktu) demesinler diye.

Nefsin yemini, dünya hayatında 7 tezkiye kademesinde tezkiye olmaktır. Ruhun misakı ise tezkiye olan nefsin her tezkiye kademesine paralel olarak 7 kat yükselerek, 7. kattan sonra 7 alemi aşarak, varlıklar aleminin son noktasından (Sidratülmüntehâ'dan) yokluğa geçerek, yoklukta (Adem'de) Allah'ın Zat'ına ulaşması, orada yok olması ve Rabbine teslim olmasıdır. Fizik vücudun yemini (ahd) ise Allah'a kul olmaktır.
Vücut ülkesinde Allah'ın bir temsilcisi olan ruhun, verdiği misakı yerine getirmemesi düşünülemez. Fakat, Rabbimiz, ruhun misakını yerine getirebilmesini, nefsin tezkiye olması şartına, yani nefsin Rabbimize verdiği yemini yerine getirme şartına bağlamıştır.

91/ ŞEMS-9: kad efleha men zekkâhâ.
Andolsunki nefsini tezkiye eden felâha erer (cennete girer).

Bu da nefsimizin değişerek yarıdan daha fazla nurla dolması halidir.
 
Son düzenleme:

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Bir insanın itikadı ile meziyeti doğru orantılıdır. Siz, itikadınızdaki çizgiyi koruduğunuz müddetçe kah doğru ile karşılaşırsınız kah yanlış ile bir çizgide buluşursunuz. O güne kadarki söylemlerinizden ve çizginizden taviz vermemeniz nedeni ile eğer yanlış olan ile aynı karede yer almışsanız, bu sizin taassup içinde olduğunuz anlamına gelmez.

Bugüne kadar yazılanlardan sonra böyle düşünen varsa şayet, bu da kendisini bağlar. İlk gün ne yazmışsak, şimdi de aynısını yazıyoruz. Rabbim yarın da aynısını yazmayı nasip etsin.

Bir kişinin tasavvufu savunması yahut eleştirmesi ile biz itikad ölçülerimizi oluşturmuyoruz, elhamdülillah. Bizim açımızdan doğruyu kim söylüyorsa, hakkı teslim ediyor demektir. Bizim savunma mekanizmamızın içerisinde yer almıştır o an için. Yeri geldiği zaman en muhalif olduğumuz bir insanın yazısına dahi teşekkür ediyorsak şayet, bu ne demek istediğimizin açık bir göstergesidir. Taassub odur ki; hasmınız dahi olsa hakk olanı söylese dahi ona destek olmamak, yazdıklarına teşekkür etmemektir. Eğer bu doğru bir davranış ise; maalesef biz bu doğrunun dışında yer almaktan mutlu oluruz, şu an olduğumuz gibi.

Bizim tek derdimiz, rıza-i Bari'ye ulaşmaktır. "İlahi ente maksudi ve rizaike matlubi". Sağlam itikad, sağlam iman ve sarsılmaz bir sırat-ı müstakim çizgisi, yolumuz olduğu müddetçe ki, buna uğraşıyoruz, bizi hiç kimsenin yolumuzdan çevireceği düşünülemez.

Bu mantığınız ile durmuş olan saati de kınayınız. Çünkü o da; günde iki defa doğruyu gösteriyor!
 
Katılım
21 Kas 2008
Mesajlar
111
Tepkime puanı
30
Puanları
0
Yaş
41
Kufur sozlerinin kufur oldugunu soylememek daha gunahir cunku birinde kul hakki oburunde ise Allah hakki vardir.Allah yalnizca sirki affetmiyor oyleyse niye ucurumun kenarinda dolasalim.
Sahabeden tabiinden veya mezhep imamlarindan ben allahim gibi bir kavl gelmis mi ?Gelin kendinizi tehlikeye atmayin.Bu sozlerin kesinlikle yanlis oldugunu kabul edin.
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Kufur sozlerinin kufur oldugunu soylememek daha gunahir cunku birinde kul hakki oburunde ise Allah hakki vardir.Allah yalnizca sirki affetmiyor oyleyse niye ucurumun kenarinda dolasalim.
Sahabeden tabiinden veya mezhep imamlarindan ben allahim gibi bir kavl gelmis mi ?Gelin kendinizi tehlikeye atmayin.Bu sozlerin kesinlikle yanlis oldugunu kabul edin.


VAllahi ben kabul ettim,Iman ettim Taguta savas actim.Tehlikeden kacmaya calisiyorumki 6.yilim Insallah.Tüm süphelileri kenara ittim,Kesin delil disinda her seyi kafamdan dahi söktüm attim Elhamdülillah.Böyle bir davete icabet etmek gerektigine inaniyorum,Tehlike büyük...
 

Elifnisa

New member
Katılım
29 Eki 2007
Mesajlar
483
Tepkime puanı
241
Puanları
0
Yaş
44
Konum
istanbul
evet insanda allahtan bir parça yoktur. direk allahtır. Allahın karşısında varlık talebinde bulunmakta kimin haddine. ben allah değilim diyen allaha şirk koşmuştur. sen kimsin de ben allah değilim diyorsun


yazık arkadaşın ciddi anlamda tedaviye ihtiyacı olduğu kanısındayım:(
gerçekten çok üzücü:(
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Seyfullah su renklendirilmis yerleri bir daha oku Inaniyormusun Allah Askina?


Asagidaki ayetleri ne yapacagiz?



- Hayır, o ayetler bir mesajdırlar. (80/11)
- İsteyen onları idrak eder. (80/12)
- Onlar, değerli sayfalardadır. (80/13)
- Yüksek ve temiz sayfalarda. (80/14)





Sunu unutmamak gerekirki Vahy parca parca gelmistir ve her gelenle birlikte bulundugu an Kitaptir...Yani sonradan ayet gelmesi Kitap konumunu yok saymaz...


saygı değer metin mete uslubunuz değişmemiş, ben yazıcağımı yazdım, namaz yaklaşmayın kısmını alıp , önüne bak dediğimizde hafız değilim cevabını veren bektaşi misali, sizde kes kopyala yapıştır yaparak ayetleri anlayamaz, yaksine o ayet parçaları ile yanlış yol üzere hüküm verirsiniz,
ilk gösterdiğim ayet tevrattan bahsetmiş, eee bu ayetleride önceleri ile inceleylim ne dersiniz?

11. Hayır.. Şüphe yok ki: O, bir öğüttür.
11. (Hayır!.) İş öğle değil, âmâya iltifat etmeyip te kabiliyetsiz kimselerle meşgul olmak icabetetmez. (Şüpe yok ki. O) Kur'an-ı Mübin, onun beyanatı (bir öğüttür.) Bütün insanlar için bir mev'izadır. Huzuruna gelenler de gelmeyenler de o öğütten haber alabilirler, ondan istifade etmeleri mümkündür.
"Tezkire" Yâdedebilmek, hatıra getirmek, hatıra getirmeğe vesîle olan şey demektir.



12. Artık dileyen onu düşünür -hatırlar-.
12. (Artık dinleyen onu düşünür.) O Kur'an-ı Kerim'i ezberler, onun âyetlerini hatırlar, onun beyanlarından istifâde eder, ona göre hayatını düzenler.



13. Pek şerefli sahifelerde.
13. Evet.. O ilâhî öğüt olan Kur'an-ı Kerim (Pek şerefli sahifelerde..) Allah katında pek değerli olan levh-ı mahfuzda veya diğer Peygamberlerin kitaplarında da yazılmıştır. Korunmuş bulunmaktadır.


14. Yüksek tertemiz -levhalarda-.
14. Evet.. Pek (Yüksek, tertemiz) semavî ve noksanlıklardan uzak olan levhalarda yazılmış bulunuyor.


15. Yazıcıların -meleklerin- elleriyle.
15. Onlar (Sefirlerin ellerile) levh-i mahfuzdan olan melekler vasıtasiyle Peygamberlere indirilmiştir.


16. Değerli ve güvenilir olanların -elleri ile yazılmıştır-.
16. Evet.. Öyle (Değerli,) Allah'ın emrine (itaatkâr olanların..) elleriyle, öyle semavî, ruhanî melekler vasıtasiyle indirilmiş. Peygamberlere tebliğ edilmiştir. "Serere" Berrin ve Barrin çoğuludur ki: Çok hayır sahipleri veya sözle ve fiille doğru olanlar demektir. 17. Kahrolsun insan, o ne kadar nankör.




Hayır hayır. Sakın öyle yapma, koşup saygıyla gelen istekliyi anlamamazlıktan gelip de o ihtiyaç hissetmeyenin üzerine düşme. Çünkü o, birinin isteyip öbürünün ihtiyaç duymadığı o öğüt, yani o nasihatları kapsayan bu Kur'ân bir hatırlatmadır. Yüce Allah'ı andırmak, hak ve vazifeyi düşündürmek, hayrı ve yararı belletmek için bir öğüttür.
12. Artık onu dileyen düşünsün, dileyen bellesin, çünkü yararı ve zararı asıl kendine aittir. Bu cümle, bir önceki cümlenin dallandırılması mahiyetinde bir ara cümlesidir. Bu şekilde "kim dilerse" demek, dileme işinde kişiyi serbest bırakmak için değil, Türkçe'de de mesela, "canı isteyen dinlesin" derken kastettiğimiz mânâ gibi bir korkutma ve tehdit mahiyetindedir.
TEZKİRE, esasen hatırlatmak, yani bir şeyi ana ana belletmek ve hatıra getirmek mânâsına mastar olmakla beraber unutturmayıp hatırlatmaya vesile olan "anımlık" mânâsına hatırlatıcı, hatıra getirici gibi isim olarak kullanılır. Mesela, parmağa bağlanan bir iplik, unu t ulmayıp kulakta küpe olacak ibretli bir söz, bir hatıra defteri hep birer tezkire olduğu gibi, bu şekilde verilen öğüt, edilen vaaz ve nasihat, yazılan bir eser, bir mektup ve kitaplar hep birer tezkiredir. Bunda esas itibariyle bilinen bir şeyi dalgınlık anında hatıra getirip düşündürmek mânâsı asıl olmakla beraber, o şekilde yeniden bir şey haber vermek ve bildirmek, akla ve hatıra koyup belletmek mânâsı da yok değildir. İşte Kur'ân, âyetleri, sahifeleri, sûreleri ve bütün görünüşü ile de Allah tarafından bir tezkiredir.
13. Onun için bu tezkire ve öğüdün sıfatı olmak üzere buyruluyor ki: "O, kıymetli sahifelerdedir."
SUHUF, "Sahife"nin çoğuludur. Sahife, yazılı veya yazılacak kağıttan, kağıt tabakasından bir parçadır ki bizim Türkçe'de sahife dediğimiz "safha" dan daha genel mânâda yaprak ve varak dediğimiz parçadan ibarettir. "Sahife"nin çoğulu "sahâif" ve bir de kütüb (kitaplar) kalıbında "suhuf" gelir. Bu şekilde sahife ve suhuf; mektuba, risâle ve kitaba da denilir. Nitekim peygamberlere inmiş olan kitaplara suhuf denilir.
Mukaddimede geçtiği üzere Kur'ân sahifelerinin bir arada toplanıp şirazelenerek ciltlenmiş olduğu kitaba da "Mushaf" denildiğini biliyoruz. Kur'ân'ın böyle bir Mushaf'ta toplanması ilk önce Hz. Ebu Bekir (r.a) zamanında olmuştu. Ondan önce ise Kur'ân ta Mekke'de inişinden itibaren hem ezberlenmeye, hem yazılmaya başlanmış olmakla beraber her biri ağaçtan, deriden, taştan, kemikten yapraktan birer sayfa ve yassı, düz nesneler halinde yapılmış ve düzeltilmiş ayrı ayrı yüzle r e, sahifelere yazılmış, özenle zaptedilip korunmuştu. Bunlara Mushaf gibi hepsi bir ciltte olmak mânâsına suhuf denilemese de her biri bir sahife demek olacağından "dağınık bir halde sahifeler" mânâsına suhuf sözü bunları da kapsar.
Burada ilk akla ge len, suhuf'tan maksadın Kur'ân sahifeleri olmasıdır ki bu sahifelerin, "Nûn, Kalem'e ve yazdıklarına andolsun."(Kalem, 68/1) âyetinde açıklandığı üzere yüce Kalem'in Levh-i Mahfuz'a yazdığı sahifeleri, meleklerin Levh-i Mahfuz'dan yazıp alarak vahiy ile getirdikleri sahifeleri ve sonra Mushaf sahifelerini teşkil eden genel mânâda Kur'ân sahifelerini ifade etmiş olması doğru ve sahihtir. Bunun bazan Levh-i Mahfuz, bazan Levh-i Mahfuz'dan yazılıp alınan sahifelere ve bazan da müslümanların sahifeleri olduğuna dair gelen rivayetler, sadece öyle olduğu şeklinde yorumlanmayıp, konunun çeşitli yönlerini açıklamak için gelmiş olsa gerektir. Bu şekilde şu zikrolunan niteliklerde Kur'ân yazılan bu sahifelerde tanınması gereken vasıfları ve hükümleri açıklamaktadır. Öyle sahifeler ki,
14. Değerli, yüce Allah katında şeref ve ikram ile seçkin kılınmış, hürmet ve saygı ile kabul edilip alınması gereken, saygı değer, hürmet edilen yüksek tutulmuş, kıymeti yüce, yukarı, el üstünde tutulması gerekli. Bu nedenle mushaflar yüksek, hürmetli yerlere konmalı ve okunurken belden yukarı tutulmalıdır. Tertemiz. Maddî ve manevî kir bulaştırılmaz, son derece temiz tutulmasına özen gösterilir, kirli, taharetsiz eller sürülmez, tertemiz.
15. Kâtiplerin elleriyle veya ellerinde. Kelimesi, zarf-ı müstakar olarak "kâtiplerin ellerindeki sahifeler" mânâsına suhuf'un bir başka sıfatı olabileceği gibi, "mutahhere" kelimesiyle alakalı bir zarf olarak "kâtiplerin elleriyle tertemiz yapılmış" mânâsında olması da düşünülebilir.
SEFERE, "Sfir"in çoğuludur. Kâtib'in çoğulu ketebe geldiği gibi.
Sfir, ketb (yazmak) kalıbında ve aynı mânâda yani, yazı yazmak demek olan sefr'den türemiş olup kâtip, kitap yazıcı, hattat mânâlarına gelir. Nitekim bu kökten sifr'in kitap demek olduğu "Kitapları taşıyan"(Cum'a, 62/5) âyetinin tefsirinde geçmiştir.
Bu maddenin aslı örtülü şeyi açmak mânâsına konulmuş bulunduğu ve yazı yazmak da mânâ ve maksadı bir nevi açıklamak ve izah etmek demek olduğu için yazmaya sefr, yazana sfir, yazılan şeye de sifr denilmiştir. Sefr yine bu münasebetle süpürmek mânâsına da gelmesi açısından bundan, sfir, süpürüp temizleyici demek de olabilir.
Bir yerden bir yere gitmek mânâsına bildiğimiz sefrden sâfir, yolcu veya seferber mânâsına da gelirse de bunun çoğulunda "sefere" denilmeyip "esfr" veya "süffr" denilir. Sfir bir de "sefir" mânâsına gelir ki iki topluluk arasındaki soğukluğun sebeplerini ortaya çıkarıp düzelten "elçi" demektir. Bunun mastarında sefer'den çok sifâret ve sefâret kullanıl ır.
Şu halde sahife'lere göre sefere; yazan kâtipler veya getiren elçiler veya süpürüp temizleyen kitap bekçileri, kitapçılar demek olabilir. Çoğunlukla yazıcı veya elçi olan melekler mânâsına tefsir edilmiştir.
Buharî'de rivayet olunan tefsirler şöyledir: Mutahhere, "Ona tertemiz olanlardan başkası el süremez."(Vâkıa, 56/79) demektir. Ona ancak tertemiz olanlar dokunabilir ve onlar meleklerdir. Bu, "İş çevirenlere andolsun." (Nâziât, 79/5) gibidir. Hem melekleri, hem sahifeleri tertemiz kılmıştır. Çünkü sahifeler tertemiz yapılır. Bu nedenle sahifeleri taşıyanlar da tertemiz kılınmışır: Sefere, meleklerdir. Tekili Sfir'dir "aralarını düzelttim" demektir. Melekler Allah'ın vahyi ile indiklerinde ve onu eda etme hususunda toplumun arasını düzelten elçi gibi kılınmıştır. İbnü Abbas da: "Sefere, kitapları yazan kâtiplerdir." demiştir.
Görülüyor ki burada üç önemli mânâya değinilmiştir:
ÖNCE, "Mutahher" kelimesi. Bu "ancak tertemiz melekler dokunabilir" demek olarak sahifeleri taşıyanların da temiz kılındığına işaret edilmesi onun mef'ûlü (tümleci) olan "kâtiplerin elleriyle"nin de onların taşıyıcıları olan meleklerin elleri demek olacağına bir dikkat çekme mânâsı taşır ki, bunda sefere'nin, temizliği korumak için daima süpürüp te m izleyen taşıyıcılar, koruyucular mânâsına bir işaret vardır.
İKİNCİ OLARAK, Sefere kelimesi. Sefere, elçiler mânâsına olarak vahyi getiren melekler diye tefsir olunmuş ve vahyi taşıyanlar bu şekilde izah edilmiştir ki bunda önceki mânâ da dahildir. Ancak özel bir mânâ ifade etme durumu vardır.
SON OLARAK da, İbnü Abbas'tan nakledildiğine göre Sefere, "kitapları yazanlar" mânâsınadır ki bu da taşıyıcıları diğer bir mânâ ile tahsis olmakla beraber, bir başka açıdan da genelleştirmektir.
Bu kât iplerden maksat nedir? Bundan ilk önce "Nûn, Kalem'e ve onların yazdıklarına andolsun."(Kalem, 68/1) âyetinde geçen kalem ile yazanlar akla gelir ki, bunlar Levh-i Mahfuz'u yazan Melekler ile Levh'ten ilâhî kitapları emrolunan yerlere teslim etmek üzere h ak yazılarıyla yazan melekleri, aynı şekilde kulların amel defterlerini yazan melekleri kapsadığı gibi bu kalemin, insanların kullandıkları kalemi kapsaması halinde de Mushaf yazan hattatları kapsayarak onların vazife ve niteliklerini de bildirmiş olur. B u nedenle genellikle tefsirciler sefere'nin sefr (yazmak) ve sefâret (elçilik yapmak)'ten olmak üzere iki mânâsı üzerinde yürümüşler, çokları bunların sadece melekler olduğunu, bazıları da peygamberler olduğunu söylemişlerdir. Katade'den gelen bir rivayet t e de "Kur'ân ehli" diye genelleştirilmiştir. Gerçi "elçilik" mânâsında; melekler, yüce Allah'tan peygamberlere vahiy getirmek itibariyle elçi durumunda oldukları gibi, Peygamberler de ümmetlerine göre elçi demek iseler de burada özellikle Kur'ân sahifeler i anlatılırken gerek elçilik gerek yazıcılık açısından genel olarak bundan peygamberler mânâsını çıkarmak uzak olur. Bundan özellikle Kur'ân'ın inişinde ve korunmasında, ilk ve son yazılışında ve anlaşılmasında hizmeti olan Kur'ân taşıyıcılarının kastedilm i ş olması gerekir.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
iste enelhak gibi sozler ovulurse olacagi bu.

şimdi bu sapkın kişi ile gidip toprak altındaki kişiye uzanmanın manası nedir anlamadım,

Hallac-ı mansur,
Allahü teâlânın aşkı ile kendinden geçtiği bir sırada; "Enel-Hak dedi. Bu sözün anlamı, (Ben Hakkım) demek ise de, (Haktan başka hiç kimse yok) demek istemişti.

Kalbin masivadan arınarak Hakk'ın esma, sıfat ve zılâl nûrlarına ayna olması sonucu meydana gelen şiddetli sevgi ve aşk sebebiyle salik, akis ve gölgeleri Hakk'ın kendisi zanneder. Hallac'ın "Ene'l-Hakk" dediği makam burasıdır. Elini ateşe sokan kişinin yandığında can havliyle: "Yandım, ateş oldum." demesi nasıl mecazi bir hakikati ifade ediyorsa ve bu söz; söyleyenin gerçekten ateş olduğunu göstermiyorsa "Enel-Hak" sözü de böyle bir mecazi idraktir. Kulun kendi fiil ve davranışlarını görmez olup kendisinde olan fillerin Allah'a aid olduğunu idrak etmesidir.

"Sen çekilince aradan- Kalır seni Yaradan" bu anlamda söylenmiştir. Bu anlamda söylenmiş bir söz, elbette küfür değildir. Ancak iltibasa müsaid olduğundan bu tür sözleri, sadece beşerî sıfatlardan soyutlanıp ilahî sıfatlarla muttasıf olanlar söyleyebilir. "Ene'l-Hakk" sözünün söylendiği makam Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarıyla idrak olunduğu makamdır. "Hakk" ismi, esma ve sıfat tecellîsidir. Bu yüzden sûfîlerden "Ene'l-Hakk" diyenler çıktığı halde "Enallah" diyenler çıkmamıştır.

Bu ve buna benzer konuları değerlendirmek için Tıklayınız:

Konunun tahlili:

Hallâc-ı Mansûr Allahü teâlânın aşkı ile kendinden geçtiği bir sırada; "Enel-Hak= (Ben Hakkım)" sözünü söyledi. Bu sözünü, zâhir âlimleri dalâlete ve ilhâda hükmedip katline fetvâ verdiler.

Hallâc-ı Mansûr, Enel-Hak sözünü söyleyince tasavvuf ilmine vâkıf olmayan zâhir ulemâ bu söze şiddetle karşı çıktı. Sözünü Halîfe Mu'tasım'ın yanına götürerek fesâd çıkardılar. O sırada vezir olan Ali bin Îsâ'yı ona karşı kışkırtarak aleyhine çevirdiler. Halîfe, Hallâc'ın bir sene zindana atılmasını emretti. Fakat halk yine ona gidip bâzı meseleler soruyordu. Daha sonra, insanların onu ziyâreti de yasaklandı. İbn-i Atâ'nın ve Ebû Abdullah bin Hafîf'in yaptıkları ziyâretler müstesnâ beş ay müddetle kimse onu ziyâret edemedi.
Nakledilir ki; bir gece Mansûr hazretlerini zindanda bulamadılar. İkinci gece ne zindan vardı ne de Mansûr... Üçüncü gece, zindan da Mansûr da yerindeydi. Kendisine bunun hikmeti suâl edildiğinde; "İlk gece O'nunlaydım, beni bulamadınız. İkinci gece, Obenimleydi, ne beni ne de zindanı görebildiniz. Üçüncü gece, her şey yerli yerindeydi. Tâ ki mukaddes dînimizin emrini yerine getiresiniz. Beni idâm edesiniz diye." buyurdu.

Hallâc-ı Mansûr'un idâmına sebeb olan "Enel-Hak" sözü, onun tasavvuf yolunda sâhib olduğu kendi hal ve derecesine uygun ve kendi aşk sarhoşluğu içinde söylediği doğru bir sözdür. Zâhiren kelime mânâsı; "Ben Hakk'ım" demek olan bu sözün hakîki mânâsı: "Ben yokum. Hak vardır." demektir. Nitekim İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabının 2. cild 44. mektûbunda bu husûsu şöyle açıklamaktadır: "O büyüklerin "Her şey O'dur" demeleri, hiçbir şey yoktur. Yalnız O vardır demektir. Meselâ, Hallâc-ı Mansûr Enel-Hak (Ben Hakk'ım) dedi. Böylece, ben Hakk'ım, Hakk teâlâ ile birleştim, demek istemedi. Böyle diyen kâfir olur ve öldürülmesi lâzım olur. Onun sözünün mânâsı "Ben yokum, Hakk teâlâ vardır." demektir. İşte sofiyye her şeyi Hakk teâlânın isimlerinin ve sıfatlarının görünüşü, onların aynası bilir. Zâtın (kendisinin) bunlarla birleştiğini, zâtında değişiklik olduğunu söylemez. Meselâ, bir insanın gölgesi, kendinden hâsıl oluyor. Gölge, o kimse ile birleşmiş, onun aynıdır veya o kimse o gölge şekline girmiştir, gibi şeyler söylenemez. O kimse, kendi kendinedir. Gölge, onun bir görünüşüdür. Bu kimseyi aşırı seven, gölgeyi filân görmez. Ondan başka bir şey görmez. Gölge, o kimsenin aynıdır, diyebilir. Yâni gölge yoktur, yalnız o insan vardır, der. Bundan anlaşıldı ki, sofiyye, eşyâya, Hakk teâlâdan meydana gelmiştir. Hakk teâlâ değildir, diyor. O halde, sofiyyenin; "Her şey O'dur." sözleri; "Her şey O'ndandır." demektir ki, âlimler de böyle söylemektedir. İki taraf arasında bir fark yoktur. Yalnız şu fark vardır ki, sofiyye, eşyâya, Hakk'ın görünüşü diyor. Âlimler bunu söylemekten çekiniyor. Eşyâ ile birleşmek, eşyânın içinde bulunmak anlaşılmasın diye, bu sözü söylemiyor."

BİR KISSA BİN HİSSE

Hallac-ı Mansur “Ene’l-Hak!.. Ene’l-Hak!.. Ene’l-Hak!..” (Ben Hakkım!) diye diye inlerdi.
Halk ikiye bölündü. Bir kısmı zâhire göre hükmetti, Hallac-ı Mansur’u inkâr etti ve sözüyle dinden çıktığını ileri sürdü. Bir kısmı da Hallac-ı Mansur’un bu sözüyle benliğini reddettiğini ve Hakkı dilediğini savundu.
Hallac-ı Mansur mahkemeye çıkarıldı, hapse atıldı, kendisine işkence edildi.
“Ene’l-Hak deme! Hüve’l-Hak (Hak Odur) de!” dediler.

Hallac, “Bizim için de Hak Odur!” dedi.

İbn-i Atâ haber gönderdi:

“Özür dile ki zindandan çıkarsınlar!”

Hallac, “Ben ne dedim ki özür dileyeyim? Ben Halık’ı bırakıp halka yalvarmam!” dedi. Bir yandan da “Ene’l-Hak! Ene’l-Hak!” diye feryat ediyordu.

Bağdat uleması Hallac’ın katledilmesi için fetva verdi. Nihayet fetva gereğince Hallac idam edildi.
Şiblî, Hallac-ı Mansur’u rüyasında gördü ve sordu:

“Sana azap eden ve seni asan halka Cenab-ı Hak nasıl muamele eyledi?”

Hallac:

“Benim hakkımda halk ikiye bölünmüştü. Bir kısmı benim hâlimi bilirdi. Bana şefkat ederdi. Bir kısmı da benim hâlimi bilmezdi. Şeriatı muhafaza ve Cenab-ı Hakk'ın emrini yerine getirmek için bana azap ederdi. Cenâb-ı Hak her iki bölüğe de rahmet eyledi. Çünkü her ikisi de masumdu!”

Bir derviş rüyada gördü ki, şeytan Hallac-ı Mansur’u görünce şaşırdı ve şöyle dedi:

“Sen ‘Ene’l-Hak’ (Ben Hakkım!) dedin. Ben ‘Ene’l-Hayr’ (Ben hayırlıyım!) dedim. Sana rahmet olundu, bana lânet edildi. Bunun hikmeti nedir?”

Hallac-ı Mansur şu cevabı verdi:

“Sen enaniyetine güvendin ve benlik eyledin. Ben ise enaniyetimi inkâr ettim, benliği kendimden uzak eyledim. Benliğimi Hak'ta gördüm!”

Kaynaklar:
1)Tezkiret-ül-Evliyâ; c.2, s.114
2)Kuşeyrî Risâlesi; s.28, 43
3) Nefehât-ül-Üns Tercümesi; s.199
4) Vefeyât-ül-A'yân; c.2, s.140
5) Târih-i Bağdâd; c.8, s.112
6) Hikâyetü'l- Mansur; c.4, s.138
7) Hallâc-ı Mansûr; AliEmirî, 1252
8) Tabakât-ı Ensârî; s.315
9) Tabakâtü'l-Evliyâ; s.187
Süleyman KÖSMENE
 

pervane6666

New member
Katılım
18 Ara 2008
Mesajlar
3
Tepkime puanı
0
Puanları
0
esselamın aleykum ve rahmetullah ve berekatuhu,

ben aranıza bugün katıldım.tasavvufla ilgili yazıları çok beğendim.tasavvuf Peygamber Efendimizin yaşadığı islamın aynısıdır.Kuranı yaşamaktır.Bu konuda daha çok şey yazabilirim ama sadece en önemli noktayı söylemek istiyorum.Yunus emrenin baba seni gerek seni dediği gibi bir kişinin tasavvufa girmesi için ilk yapması gereken Allah'a dost olmayı istemektir.yani asıl hedef önemli, oda seyri suluk yaparak Allah a ulaşmaktır. Peygamber efendimizin Buyurduğu gibi ölmeden önce ölmektir.Gerisi zaten Allah ın yardımıyla gelir(ankebut-5).Hacet namazıylada vesileyi(istianeyi-fatiha) Allah tan istenir(nahl 9).

Kalpten bir dilek yeterli inşallah.Allah sizden razı olsun.
 

pervane6666

New member
Katılım
18 Ara 2008
Mesajlar
3
Tepkime puanı
0
Puanları
0
esselamın aleykum, osmanlıda tasavvuftan bahsetmişsiniz inş.

Osmanlı da bütün halk tasavvufu yaşadı, öyleki hangi meslek koluna giderseniz ayrı bir dergaha bağlanıyodunuz.Orduya alınacak kişiler dahi öl öptükten sonra orduya alınıyodu. ve bütün Padışahlar lalalarına(mürşit) danışmadan adım bile atmıyorlardı.Fatih Sultan Mehmet İstanbulu alacağını daha çocuk yaşta Akşemsettinden öğrenmişti ve onun himmetiyle de öyle oldu.Aro.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt