Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tasavvuf ; Ayri Bir Din..!

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Ali riza Demircan hocanin farkli görüsleride vardi. O kitapta mevcut olabilir ama mealcileri elestirir özellikle elmalili yi elestirir. Adetli halde iken kadin ibadetini edebilir orucunu tutabilir der örnegin.

Flash Tvde bir programa katiliyordu da orda hep dinlerdim. Biraz farkli insan ama Ali riza demircan demek islam demek degildir?


Yapma Kerim;Demircan Hoca zaten kendinden söylemiyor ve beyyinede sunuyor?



Bedaius.sani`K.Kerahiyeti vel-Istihsan 5/120.4.

Kuranda;Nisa suresi ayet 23-24..
 

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
El hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Hamd; âlemlerin Rabbi olan Allah'adir.
1. el hamdu : hamd, övgü, sena, manevî ni'metlere şükür
2. lillâhi (li allâhi) : Allah için, Allah'a
3. rabbi : Rab
4. el âlemîne : âlemler

Er rahmânir rahîm(rahîmi).
Rahmân'dır, Rahîm'dir.
1. er rahmâni : kâinattaki her zerreyi idare eden
2. er rahîmi : rahîm esması ile tecelli eden, rahmet nurunun sahibi

Mâliki yevmid dîn(dîne).
Dîn gününün MALİK'idir.
1. mâliki : malik, sahip
2. yevmid dîne (yevme ed dîne) : dîn günü,
(kişinin mürşidine ulaştığı ve ruhunun Allah'a doğru yola çıktığı gün)

İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.
1. iyyâ-ke : yalnız sen, yalnız sana
2. na'budu : (biz) kul oluruz
3. ve : ve
4. iyyâ-ke : yalnız sen, yalnız senden
5. nestaînu : istiane (mürşidimizin kim olduğunu öğrenmek) isteriz

İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme).
(Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet et (ulaştır).
1. ihdi-nâ : bizi hidayet et, ulaştır
2. es sırâte el mustakîme : Sıratı Mustakîm, Allah'a ulaştıran yol

Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne).
O (SIRATI MUSTAKÎM) ki; (başlarının) üzerlerine (Devrin İmamı'nın ruhunu) ni'met olarak verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.
1. sırâta : yol
2. ellezîne : ki onlar
3. en'amte : sen ni'met verdin
4. aleyhim : onlara, onların üzerine
5. gayri : başka, hariç, değil
6. el magdûbi : gadap, öfke duyulanlar
7. aleyhim : onlara, onların üzerine
8. ve : ve
9. lâ ed dâllîne : dalâlette olanlar değil
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
El hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Hamd; âlemlerin Rabbi olan Allah'adir.
1. el hamdu : hamd, övgü, sena, manevî ni'metlere şükür
2. lillâhi (li allâhi) : Allah için, Allah'a
3. rabbi : Rab
4. el âlemîne : âlemler

Er rahmânir rahîm(rahîmi).
Rahmân'dır, Rahîm'dir.
1. er rahmâni : kâinattaki her zerreyi idare eden
2. er rahîmi : rahîm esması ile tecelli eden, rahmet nurunun sahibi

Mâliki yevmid dîn(dîne).
Dîn gününün MALİK'idir.
1. mâliki : malik, sahip
2. yevmid dîne (yevme ed dîne) : dîn günü,
(kişinin mürşidine ulaştığı ve ruhunun Allah'a doğru yola çıktığı gün)

İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.
1. iyyâ-ke : yalnız sen, yalnız sana
2. na'budu : (biz) kul oluruz
3. ve : ve
4. iyyâ-ke : yalnız sen, yalnız senden
5. nestaînu : istiane (mürşidimizin kim olduğunu öğrenmek) isteriz

İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme).
(Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet et (ulaştır).
1. ihdi-nâ : bizi hidayet et, ulaştır
2. es sırâte el mustakîme : Sıratı Mustakîm, Allah'a ulaştıran yol

Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne).
O (SIRATI MUSTAKÎM) ki; (başlarının) üzerlerine (Devrin İmamı'nın ruhunu) ni'met olarak verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.
1. sırâta : yol
2. ellezîne : ki onlar
3. en'amte : sen ni'met verdin
4. aleyhim : onlara, onların üzerine
5. gayri : başka, hariç, değil
6. el magdûbi : gadap, öfke duyulanlar
7. aleyhim : onlara, onların üzerine
8. ve : ve
9. lâ ed dâllîne : dalâlette olanlar değil



Konu ile alakasi nedirki tab ediyorsun Is....ke...yazilari..Konuyu dagitmayami calisiyorsun..
 

EHLÝ-SUNNET

New member
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
223
Tepkime puanı
45
Puanları
0
Yaş
46
Web sitesi
www.dinimislam.com
Hayirli ve güzel bir yoldur;O nedenlemi binlerce insani Ben Allahim diye sapitmasina vesile oluyor?Varmi onun dengi?Yoksa ona denkmi yaratmaya calisiliyor?Eger sapitmaya ilhak ediyorsa haram olmakla kalmiyor hemde savasilmasi gereken bir olgu oluyor.Allaha ortak üretme merkezine karsi,....
o sözleri söyleyenler tasavvuf ile alakaları yoktur.o sözlerden, Allah teala'yı tenzih ederiz. zamanında bu tür sözleri kullanan kişilere gereken ibretlik cezayı verdiler.sen hiç merek etme
 

EHLÝ-SUNNET

New member
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
223
Tepkime puanı
45
Puanları
0
Yaş
46
Web sitesi
www.dinimislam.com
Evet Abi, haksızlık ediyorsun.

İslam sancağı, 1000 senedir her asırda üç yüz milyon müridi olan Tarikatlerin elindedir.

Kur'an ise ekser insana saadet içindir. Hiç mümkün mü ki Kur'an "hak geldi batıl zail oldu" desin de, o Kur'an'a meftun ve müştak ve tabi Mü'minlerin ekseri dalalete tarikat ayağı ile düşsün de Mürebbi-i Hakiki buna müsade etsin. Hiç Adalet, Hakimiyet ve Rahmet, Rububiyet, Hidayet böyle bir şeyi kabul eder mi?
Hiç ekser tabisinin cehenneme gitmesini müsade edip, ona yol göstermez mi?

Hem toprağa atılan tohumun 9'u çürüyüp biri başak verse denilmez ki kusur torpakta. Zira, kusur toprakta olsa o birini dahi veremez.Oysa Ehl-i Tarik 1000 senedir, milyonlar sadık, salih, muhakkin, alim zatlar yetiştirmiş.

Hem bir yola, milyonlar Allah'a aşık, salih, yalanı olmayan sadık kişi hak desin; bir kaç kişi, gözleri kör olmuş, batıl desin; sen o milyonlara inanma, bir kaç gözleri olup görmeyenin sözüne inan.

Oysa bir meselede bir kişi gördüm dese, görmedim diyen milyonlara tercih edilir. Oysa burda milyonlar gördüm, diyor, bir kaç kör görmedim diyor.

Akletmez misiniz ayetine muhallif olmaz mı?

Muhabbetle
duha arkadaşım, Allah hakkında konuşurken dikkat edelim.kırmızı olarak işaretlediğim yazınız uygun değildir.lütfen değiştiriniz...
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Abi, 1000 yıldır kardeş kavgasını Ehl-i Tarik değil, ehl-i tarikten kopanlar yapmıştır.

Ayrıca Avrupa ileri gitti ise işlerini Müslüman yaptığı içindir. Biz geri kaldı isek işlerimiz Avrupalaştığı içindir.

İyice bak Abim, İslamlar dinden uzaklaştıkça mı ilerledi, dine yaklaştıkça mı?

4 Kıtada hüküm sürdüğümüz zaman cari olan meslek Tarikat idi. Şimdi cari olmadığı için tedenni etmişiz.

İşte Avrupa dessasları Osmanlıyı ayakta tutan sokak aralarında manevi askerler hükümündeki Tarikatleri görmüş, onları ortadan kaldırmadan İslam mağlup edilemez anlamış.

İşte televizyonlarda, medyada her yerde Tarikatleri karşı müthiş bir karalama kampanyası var. Sebebi bu dessaslardır.

Ehl-i Tarik biri hüsn ü zan ettiği bir mürşidi dinliyor. Abi, sen İslam düşmanı dessasların fitnesine kapılmış o mübarek camiaya saldırıyorsun.

Sonra, faraza Tarikat batıl olsun, tamir edilmelidir. Tamir ise kırıp dökmek ile olmaz.

Muhabbetle


Gerileyip kesme kes oldugun devir Yildirim devri ,Saha kalktigin devir Yavuz devri var sen bak nasil sahlandin nasil dibe vurdun..
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Sevgili mete

Ben, bu satırlarda din ve dini ahkamlar üzerine "sidik yarışı" yapmak istemiyor ve kısa, öz cümlelerle cevaplamak istiyorum.

Piyasada, her yönü ile dejenere edilmiş, hatta kendi heva ve hevesiyle türlü yorumları ahkam diye lanse etmiş binlerce müellif eseri mevcuttur. Bu eserlere delildir deyip, bir müçtehidin hükümlerini, bu şekilde lanse etmeyi ne kadar adil buldun bilmiyorum, ne kadar ilmi buldun bilmiyorum.

Yaklaşık 1000 küsür yıldır Hanefi Mezhebi ile amel edilen Anadolu'da, göbeğinden yukarısını kayınpederine mahremdir diye gösteren kaç kadın tanıdın?

Bu konularda, sanki bir savaş gibi, belden aşağı vurmayı mübah saymanın etiğini, Kur'an ahlakının neresinde bulabilirsin?

Derdimizin Allah rızası için bir yol bulmak, bir yol açmak olduğunu unutmamamız lazım.

Yoksa bu satırları İslam da tefrikalar doğurmak adına kullanmak ne kimsenin haddi, ne muradı, ne de hakkı olmalı.
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Sevgili mete

Ben, bu satırlarda din ve dini ahkamlar üzerine "sidik yarışı" yapmak istemiyor ve kısa, öz cümlelerle cevaplamak istiyorum.

Piyasada, her yönü ile dejenere edilmiş, hatta kendi heva ve hevesiyle türlü yorumları ahkam diye lanse etmiş binlerce müellif eseri mevcuttur. Bu eserlere delildir deyip, bir müçtehidin hükümlerini, bu şekilde lanse etmeyi ne kadar adil buldun bilmiyorum, ne kadar ilmi buldun bilmiyorum.

Yaklaşık 1000 küsür yıldır Hanefi Mezhebi ile amel edilen Anadolu'da, göbeğinden yukarısını kayınpederine mahremdir diye gösteren kaç kadın tanıdın?

Bu konularda, sanki bir savaş gibi, belden aşağı vurmayı mübah saymanın etiğini, Kur'an ahlakının neresinde bulabilirsin?

Derdimizin Allah rızası için bir yol bulmak, bir yol açmak olduğunu unutmamamız lazım.

Yoksa bu satırları İslam da tefrikalar doğurmak adına kullanmak ne kimsenin haddi, ne muradı, ne de hakkı olmalı.



Sevgi deger Bekir,benim böyle bir iddiam oldumu?Yani aciyorlar diyerek?Ben dedimki siz bu mezhebin veya digerlerinin kurallarini tam olarak bilmiyorsunuz.Sense delil istedin.Iste sana delil dedim adam yazmis delilerini.Ama sen diyorsunki biri yetmez tamam buluruz baska yerlerdende.Ama zaten bu yazarki kendisi ayni zamanda Hocadir verdigi delillerde zaten sizin bahsettiginiz diger müctehidlerden degilmi?Ama gerekmez dava bir mezhebin aciklarini aramak degildir.Mesele öze inmektirki konu zaten bu degildi.Sonra unutmamak gerekirki Bu yazar hala revacta olan bir yazar dejenere olmasi düsünülemez istersen refaranslarinida vereyim;

Sariyer Asliye ceza hakimliginin 09.10.1985 tarihli ara karari ile TCK 175/son madde ve Firkasina aykiri olup olmadiginin tesbiti icin bilirkisi tayin edilmistir...

Bilir kisiler,

Doc.Dr.Celal Erbay
M.Ü.Ilahiyat Fakültesi
Islam Hukuku Anabilim
Dali Ögretim üyesi.


Doc.Dr.Ismail Cakan
M.Ü.Ilahiyat Fakültesi
Hadis Anabilim Dali
Baskani


Doc.Dr.Ali Turgut
M.Ü.Ilahiyat Fakültesi
Tefsir Anabilim Dali
Ögretim Üyesi..


Islama Göre Cilsel Hayat

Ali Riza Demircan

Cilt I-II

Sayfa;312-316...
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Sevgili mete

aynı yerde dolaşıp duruyoruz. Bu yazar gibi onlarca yazar var ve hala revaçtalar. Ama bu adamların dediği ile kimse amel etmiyor ise, bu işte bir gariplik var demektir. Sen de bilmektesin ki, bir çok müellif, sırf güncellik ve sansasyonellik adına, İslam ahkamı diye, dine muhalif ve insanlara tuhaf gelen söylemler geliştirmekte, bu gün hükmü kalkmış cariyelik hukukuna binaen bir takım iddiaları benzeterek, delil sunarak konuşmakta ve bunları ispat adına türlü renklere girip çıkmaktadırlar.

Çok iyi bilinmekte ki, İslam hukukun da bir çok fetva, hiç uygulama vücudu bile bulamamıştır. Ancak ilim adına sorulmuş, cevaplar aranmış, içtihadlar ihtiyaç olur diye konulmuştur.

Dediğim gibi, bu meseleler, İslami münazarada delil/kusur/eksik mülahazaları babında değerlendirilmemeli. Zira biz bu detayları delil gösterebilecek kadar derin ilim sahibi maalesef değiliz.
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Sevgili mete

aynı yerde dolaşıp duruyoruz. Bu yazar gibi onlarca yazar var ve hala revaçtalar. Ama bu adamların dediği ile kimse amel etmiyor ise, bu işte bir gariplik var demektir. Sen de bilmektesin ki, bir çok müellif, sırf güncellik ve sansasyonellik adına, İslam ahkamı diye, dine muhalif ve insanlara tuhaf gelen söylemler geliştirmekte, bu gün hükmü kalkmış cariyelik hukukuna binaen bir takım iddiaları benzeterek, delil sunarak konuşmakta ve bunları ispat adına türlü renklere girip çıkmaktadırlar.

Çok iyi bilinmekte ki, İslam hukukun da bir çok fetva, hiç uygulama vücudu bile bulamamıştır. Ancak ilim adına sorulmuş, cevaplar aranmış, içtihadlar ihtiyaç olur diye konulmuştur.

Dediğim gibi, bu meseleler, İslami münazarada delil/kusur/eksik mülahazaları babında değerlendirilmemeli. Zira biz bu detayları delil gösterebilecek kadar derin ilim sahibi maalesef değiliz.



Sevgi Deger Bekir;Ben iddia etmiyorum,uygulandida demiyorum.Uygulanip uygulanmamasina gelince bununda hic önemi yok.Sadece belirttigim konudaki husus böyle ictihatlarin mevcudiyeti ve hala bilnimezler babindadir.Eger bir Gurubun,yolun mukalidi isek onun kurallarini en azami bir sekilde ögrenmek durumundasiniz.Bakiniz bize Bizim tek kaynagimiz olan Kitabin her sözünü ögrenmek ve uygulamak icin cirpiniyoruz sebep?Cizgimizi korumanin yolu pratikten gecer etütten gecer ve beyin cimlastigi yapmaktan gecer.Her neyse konumuza iltica edebiliriz.Delili isteyen sendin sanirim Bekir.Acaba bir sahsi soru sorsam olurmu?
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Tabii ki sevgili mete, memnuniyetle...


Sevgili mete, yazdığınız gibi, Hanefi Mezhebin de bir kadının, kayınbabasının yanında göbekten yukarısını açabildiğine dair bir bilgimiz yok, çünkü böyle bir hüküm yok. Eğer böyle bir hükmün varlığından eminseniz lütfen delillerini açıklayın. Çünkü ağır bir suçlamadır bu.

Gütme, güdülme meselesine gelince; gerek tasavvuf yolunun ve gerekse cemaat kavramının hiyerarşisini, gütmek-güdülmek şeklinde algılamak olaylara dar aralıktan bakmak ve kişisel yorum koymaktan öteye gitmiyor.

Alıntılarla verilen örnekler ise, bu konuda daha önce de çokca yazılmıştır, meselenin özüne, tamamına vukuf olmadan bir kaç cümlenin zahiri analizi ile varılabilir yetersiz sonuçtan öteye geçmez, bunu siz de biliyorsunuz.


Bizim konumuz Tasavvuf iken neden bizim konumuzun icine turp SIKTINKI?Son bir söz;Bekir Gardas bende 6 yil öncesine kadar cok mutaasib bir Hanifi mezhebi mukallidi idim,Ve ayni zamanda degisik Tarikatlarda bulundum ve hatta el aldim icazet aldim,yani konulara az veya cok yakinligim mevcut asla,bir sey yaziyorsam kafamdan atma degildir...
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Hayirli ve güzel bir yoldur;O nedenlemi binlerce insani Ben Allahim diye sapitmasina vesile oluyor?Varmi onun dengi?Yoksa ona denkmi yaratmaya calisiliyor?Eger sapitmaya ilhak ediyorsa haram olmakla kalmiyor hemde savasilmasi gereken bir olgu oluyor.Allaha ortak üretme merkezine karsi,....


bu yazıya yukarda yanlışlıkla teşekkür ettim, teşekkürümün kaldırılmasını diliyorum, ve şunu ekliyorum; kimse iddia ettiğiniz kelaı yaymaya çalışmıyor,
:Hallac-ı mansur ; zahiri alimdir, öyle bir noktaya ulaşmıştırki, artık Allahın aşkında kendini kaybetmiştir, ve Allah c.c. ın buyurduğu gören gözü, tutan eli olduğu muhterem şahsiyetler arasına dahil olmuştur, ve ardınca gelenlere ise olayın izahını yapmaya çalışmış ve diğer bazı tasavvuf alimleri gibi ardından eserlerinin okunmasından uzak durulmasını öğütlemişlerdir, zira bu büyüklerin muhabbeti, sokaktan elini kolunu sallıyarak geçen hadi bende dinlim diye muhabbete dahil olan, yahut sitelerde cirit atarken hadi bende yazısını okuyup , hakkında fikir beyan edeyim denilicek kadar basit bir yazı değil, bilakis seneleri harcamak ve bu harcanan senelerde birşeyler kazanmak ve ardından en az bir hallac olup okunmaya hak kazanılabilicek kadar kompleks bir yazıdır... Ne hallacın içinde bulunduğu durumu size anlatabilirim, neden aldığı ilimle ilminizi kıyasa gidip ona haksızlık edebilirim,
Büyükler nice söz söylemişlerdir, ama avam onu ardınca giderken o sözleri zahiri anlamda ele aldığında hükmü belli olur, ama bu durum avamın yol iz takip etmeden kafasına göre anlama yoluna gitmesinden kaynaklanır,
mevzu sadece hallac yada muhiddini arabi için geçerli değil bir çok mübarek bu tür beyanatta bulunmuştur,
mesela Hz Ali k.v buyurur Görmediğim Allaha inanmam, sözünü zahirde kimse ele alamaz ama Ali efendimiz , bu sözünden neyi murat ettiğini anlamak anlıyamıyorsak uzak durmak eftal tutulmuştur.
Hz. Ali ve diğer İslam büyüklerinden sadır olan bu tür sözler, İmanda ayne'l-yakîn ve hakka'l-yakîn mertebelerini ve ihsan kıvamını göstermektedir: "Allah'ı görürmüşçesine kulluk." Bir bakıma "vahdet-i şühû»d" da diyebileceğimiz bu makam, Allah'a îmanın şühû»da dönüştüğü makamdır. Burada görmekten kasdedilen illa basar gözüyle Allah'ın zatını görmek değildir. Bu görme basiretle Allah'ın kudretini, yüceliğini ve bir oluşunu, sıfat ve isimlerinin tecellîlerini görmektir. Sıfattan mevsû»fa geçip Hakk'ı idrak etmektirç
Bu sözün izahında oluğu gibi diğer tasavvuf alimlerinin bu tür hikmetli sözlerini anlayaman avam zahire göre hüküm vermeye devam ediyor, ama biz istiyoruzki bu tür sözler ziyadesi ile mevcuttur, ama bu zahirin ardından giden insanların akıbeti hikmetlerden nasiplenememektir...

Kadılar mollalar cümle geldiler,
Kitapların hep yere serdiler,
Sen bu ilmi kimden aldın dediler,
Bir kamili mürşide varmazsan olmaz !..
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Konuların dağılmasına ben de çok karşıyım ama her nedense bizim forum da bu iş bir alışkanlık haline gelmiş. Daldan dala atlamak. İnşallah öyle devam etmez diyelim.



Tesekkür ederim Bekir.Olayin bu sekilde olmasi yani gönül isi olmasi hem hayra yakindir hem kibir ve benlik duygusuna vurulan bir gemdir...
 

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
TASAVVUF NEDİR?...
Tasavvuf, Hazreti İbrâhîm'in hanif dînidir.

Hazreti İbrâhîm, tam bir mutasavvıftı. O, hanif dîninin sahibiydi. Hanif dîni bir insanı nereden alır, nereye götürür? Hanif dîni bir insanı sıfırdan alır, önce o kişi Allah'a ulaşmayı diler. Sonra? Mürşidine ulaşıp tâbî olur. Sonra? Ruhunu Allah'a ulaştırıp teslim eder. Sonra? Fizik vücudunu Allah'a muhsin kılarak teslim eder.

Nefsini Allah'a ahsen kılarak teslim eder. İrşada ulaşır. İradesini de Allah'a teslim eder ve mürşidlerden olur. Bütün sahâbe, bu vasıfların hepsine sahiptiler, 7 safhanın hepsini bihakkın yaşadılar. Öyleyse onlar İslâm'ın gerçek temsilcileriydi; Hazreti İbrâhîm'in hanif dîninin gerçek temsilcileriydi.

Öyleyse Allahû Tealâ'yla olan ilişkilerimizde en güzeli yaşamak söz konusu mu? Elbette. Hangi şartlar içinde? Sahâbenin yaşadığı şartlar içinde. Onlar kanlı katiller iken, her biri her türlü zulmü işlerken, kız çocuklarını diri diri mezara gömerken Allah'ın yoluna girerler ve girdikleri zaman hayatlarının tümü değişir. Öyle bir dizaynla Allahû Tealâ onları olgunlaştırır ki; birbirinin can düşmanı olan sahâbe, birbirinin can dostu olurlar.

3/AL-İ İMRAN-103:
Ve hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı sarılın ve fırkalara ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki ni'metini hatırlayın; hani o zaman siz birbirinize düşman idiniz. (Sonra Allah), kalplerinizi uzlaştırdı da O'nun bu ni'meti ile artık kardeşler oldunuz. Siz, ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da (Allah), sizi ondan kurtardı. Allah, size âyetlerini böyle beyan ediyor ki; böylece hidayete eresiniz.

Bütün kabileler arasında kan davası vardı. Sonradan sahâbe olanlar, her kabiledeki kan davasına iştirak etmişlerdi. Onlardan birilerini yabancı kabileler öldürmüştü, onlar da yabancı kabilelerden birilerini öldürmüştüler.

Öyleyse böyle bir dizaynda, Allah'ın sahâbenin kalplerini birbirine telif etmesi üzerine can dostları olduğunu görüyoruz. Sahâbenin özelliği neydi? Kalplerinin telif edilmesinin arkasında ne vardı? Bütün sahâbenin Sıratı Mustakîm'in üzerinde olması vardı. Bir insanı şeytanın kulu olmaktan kurtaracak olan şey, Sıratı Mustakîm'in üzerinde olmaktır.

Tevhidin temelinde Sıratı Mustakîm vardır. Bütün sahâbe tevhid erleriydi. Tek Allah'a inanıyorlardı. Hanif dîninin, İslâm dîninin gerçek temsilcileriydiler. 1. özellikleri tek Allah'a inanmaktı. Bu bakımdan Allah'ın tekliği konusunda kesin olarak haniftiler.

Hanif dîninin 2. özelliği, tek bir toplum oluşturmaktı. Onu da bütün sahâbe gerçekleştirmişti. Bütün sahâbe Sıratı Mustakîm'in üzerindeydi; yani hanif fıtratının gereğini gerçek anlamda tahakkuk ettirmişlerdi. Bütün sahâbe kendileri, Sıratı Mustakîm'in üzerinde oldukları gibi başka insanları da Sıratı Mustakîm'e çağırıyorlardı ve hepsi mü'minlerdi.

34/SEBE-20: Şeytan, insanlar üzerindeki vaadini yerine getirdi. Mü'minlerden ibaret bir tek fırka hariç hepsi, iblise tâbî oldular.

Sahâbe soruyor Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e: "Ey Allah'ın Resûl'ü, kaç fırka olacak?" "73" diyor. "Peki bunlardan gerçekten sadece bir tek fırka mı hak olacak?" "Evet" diyor. "Ey Allah'ın Resûl'ü, ismi ne bu fırkanın?" "Fırka-i Naciye" "Bu fırkadakilerin özellikleri ne?" Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki: "Onlar da sizin ve benim gibi Sıratı Mustakîm'in üzerinde olanlardı." diyor. "Olanlar olacaklar."

Öyleyse kimmiş bu insanlar? Mü'minleri oluşturan bir tek fırka hariç bütün fırkalar şeytana kul oldular. Buradan hareket edelim: Bütün fırkaların var olduğu ayrıca bir fırkayı da işaret edildiği bir âyet var mı Kur'ân-ı Kerim'de? Var.

6/EN'AM-153: Ve muhakkak ki; bu, benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Böylece siz takva sahibi olursunuz.

Öyleyse sahâbeye bakıyoruz. Sahâbe Sıratı Mustakîm'in üzerindeydi. Önce Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'in, sonra fizik vücutlarını Allah'a teslim eden Sıratı Mustakîm'in, sonra nefslerini Allahû Tealâ'ya teslim eden Sıratı Mustakîm'in, sonra iradelerini Allah'a teslim eden Sıratı Mustakîm'in; dört Sıratı Mustakîm'in de üzerindeydi sahâbe.

Öyleyse onlar Sıratı Mustakîm'in üzerindeydiler. Onlar tevhidi tam anlamıyla tahakkuk ettirmişlerdir. Sıratı Mustakîm'in üzerinde olduklarının kesin işareti; Allah'ın kalplerini telif etmesiyle birbirlerinin can dostu olmayı başarmaları. Can düşmanlarıyla can dostu haline gelmişlerdi.

Ne diyordu Allahû Tealâ Fussilet 34'te? "Sen seyyiati hasenatla önle. Hiç seyyiatle hasenat bir olur mu?" Bütün sahâbe seyyiati hasenatla önlemişlerdi. Diğerlerinin can düşmanı olan sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî olduktan sonra can dostları oldular ve düşmana karşı el ele, gönül gönüle savaş verdiler.

Tasavvuf nedir? Tasavvuf, Allah'a teslim olmaktır. Hanif dîni nedir? Hanif dîni, Allah'a teslim olmaktır. İslâm dîni nedir? İslâm dîni, Allah'a teslim olmaktır. Öyleyse şunu herşeyden evvel bilelim, yerli yerine oturtalım ki; kâinatta 1'den fazla dîn, hiç olmamıştır. Allah'a göre sadece bir tek dîn vardır, ona Allahû Tealâ "Hazreti İbrâhîm'in hanif dîni" diyor, "Babanız İbrâhîm'in hanif dîni" diyor.

Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e diyor ki: "Sana hanif olanı vahyettik, sen de onu yerine getirdin." Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e: "Sen hanifsin (diyor) kendini hanif olarak dîne doğrult." diyor ve Allahû Tealâ diyor ki: "Allah sadece bir tek dînin sahibidir, ondan başka bir dîn yoktur, o dîn hanif dînidir ve o dînin Arapça adı İslâm'dır. Sana bu Kitab'ı Arapça olarak indirdik." diyor "Kur'ânün Arabiyye". "Sana bu dîni Arapça olarak indirdik ve bu Kur'ân'daki Arapça dînin adı İslâm'dır, Allah'a teslim olma dînidir ve bu Hazreti İbrâhîm'in hanif dînidir." diyor Allahû Tealâ. "Hazreti Nuh'a, Hazreti İbrâhîm'e, Hazreti Musa'ya, Hazreti İsa'ya tatbik ettiğimiz şeriatı, sana da şeriat olarak emrettik, vahyettik." diyor.

Bütün nebîlerin şeriatının aynı olduğunu söylüyor Allahû Tealâ. Öyleyse son Nebî Hazretleri Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz ve ona tâbî olan sahâbe, Hazreti İbrâhîm'in hanif dînini; yani tasavvufu yaşadılar.

Nereye götürür İslâm dîni, hanif dîni ve tasavvuf? İnsanları nereden alır? Nereye götürür? Allah'a ulaşma dileğiyle bir macera başlar. Güzelliklerin en güzeli başlar. Bunun başlaması için Allahû Tealâ tarafından seçilmiş olmak gerekir. Bütün sahâbe seçilmişti.

42/ŞURA-13: "Dîni ikame edin ve fırkalara ayrılmayın." diye dîn olarak Nuh'a vasiyet ettiğimizi, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi, sizin için de (Allah) şeriat kıldı. Müşriklere, kendilerini davet ettiğin şey (Allah'a davet ve tek Allah'a inanmak) ağır geldi. Allah, kimi dilerse onu Kendisine seçer ve Kendisine yöneleni, O'na (Kendisine) ulaştırır.

"Allah kullarından dilediğini Kendisine seçer, seçtiklerinden kim Allah'a yönelirse onu, Kendisine ulaştırır." diyor. Öyleyse bütün sahâbe, Allahû Tealâ tarafından seçilmiş miydi? Evet. Hepsi seçilmişti. Peki bütün sahâbe Allah'a yöneldiler mi? Hepsi Allah'a ulaşmayı diledi, hepsi Allah'a yöneldi.

Allah'a yönelmek nasıl bir ifade? ALLAH'A ULAŞMAYI DİLEMEK. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, o Allah'a yönelmiştir. Allahû Tealâ onu mutlaka mürşidine ulaştıracaktır, mutlaka ruhunu Kendi Zat'ına ulaştıracaktır. İşte bütün sahâbeye bakıyoruz. Hepsi aynı dizaynda. Ruhlarını hepsi Allah'a ulaştırmışlar.

Zümer 18'de gördük ki; hepsi ruhlarını Allah'a ulaştırmışlardı. Öyleyse Rad Suresinin 20, 21, 22. âyetleri ne söylüyor bakalım:

13/RAD-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah'ın ahdini (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim ederek) ifa ederler (yerine getirirler). Ve misaklerini (Allah'a, bu 4 emaneti teslim etme konusundaki, kesin sözlerini) bozmazlar.

13/RAD-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb (hisâbi).
Ve onlar, Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

13/RAD-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).
Onlar, sabırla Rab'lerinin vechini (Zat'ını, Zat'a ulaşmayı, Allah'ın Zat'ını görmeyi) isteyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenler. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.

Bütün sahâbe, Allah'a ruhlarını ulaştırmışlar. Hepsi önce, Allah'a ulaşmayı dilemiş. İşte tasavvufun, işte hanif dîninin, İslâm dîninin birinci noktası: ALLAH'A ULAŞMAYI DİLEMEK. Bu bir işaret. Bu, olmazsa olmaz şartıdır. Olmazsa olmaz! Kim Allah'a ulaşmayı dilemezse, o kişinin kurtuluşu mümkün değildir.

Bütün sahâbe hidayete ermişler; hidayete erenlerin hepsi de Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir, Rad Suresinin 20, 21 ve 22. âyetleri gereğince. Öyleyse bütün sahâbe Allah'a ulaşmayı dilediler. Tasavvufun temel kaidesi, cennetin anahtarı, Allah'a ulaşmayı dilemek.

Bütün sahâbe Allah'a ulaşmayı dilemişler, tasavvufun 7 safhasından birincisini hepsi yaşamış. İkincisini yaşamışlar mı? Yani 10 tane ihsan alarak mürşidlerine ulaşmışlar, ona tâbî olmuşlar mı? Hem de kâinatın en büyük mürşidine; Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî olmuşlar. Hepsi mi? İstisnasız hepsi, hepsi tâbî olmuşlar.

Öyleyse neyle karşı karşıyayız? Şunu görüyoruz ki; bütün sahâbe kâinatın en büyük mürşidine tâbî oldular: Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V)'e, Peygamber Efendimiz'e. Öyleyse böyle bir durumda, onlar kendilerine düşen görevi gerçekleştirdiler. Tâbî oldular ve Sıratı Mustakîm'in üzerinde oldular.

6/EN'AM-153: Ve muhakkak ki; bu, benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Böylece siz takva sahibi olursunuz.

Bu âyet-i kerimenin tabiî sonucu olarak bütün sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî oldular. Bu tâbiiyet standartlarında onlar için söz konusu olan, işte daha öteye geçmekti. Tâbî oldukları zaman muhtevaya baktığımızda; daha öteye geçmenin, ruhu Allah'a ulaştırmak olduğunu görüyoruz.

Ne oluyor? Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî oluyorlar. Allah kalplerinin mührünü açıyor, kalplerinin içindeki küfür kelimesini alıp, yerine îmân kelimesini yazıyor. Devrin İmamı'nın; Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in ruhunu, başlarının üzerine getirip yerleştiriyor. Bütün günahlarını sevaba çeviriyor sahâbenin. Ruhlarını Allah'a doğru yola çıkarıyor. Nefsleri tezkiye olmaya başlıyor. Fizik vücutları da şeytana kul olmaktan kurtulmaya ve Allah'a kul olmaya başlıyor.

Öyleyse Allah'a kul olmak... Birinci yeminimiz ruhumuzla alâkalı. Ruhumuzu ölmeden evvel Allah'a ulaştıracağımıza dair misak vermişiz Allahû Tealâ'ya. 12 defa üzerimize farz. Peki sonra? Yeminimiz var; nefsimizi tezkiye ve tasfiye edeceğiz. Nefsimizde hiçbir afet bırakmayana kadar bir savaş vereceğiz nefsimizin afetleriyle. Resûl yoluyla daimî zikre ulaşmak mecburiyetindeyiz. Daimî zikir üzerimize farz kılınmış.

4/NİSA-103: Namazı bitirdiğinizde; ayaktayken, otururken ve yan üzeriyken (yan üstü yatarken) Allah'ı hep zikredin! Güvenliğe kavuştuğunuzda namazı erkânıyla kılın. Çünkü; namaz, mü'minlerin üzerine, vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur.

Bütün sahâbe, daimî zikrin sahipleriydi. İşte Zümer 18'de Allahû Tealâ hepsinin ulûl'elbab olduğunu, daimî zikrin sahibi olduklarını söylüyor ki; ulûl'elbab olmak demek, ihlâs sahibi olmak demektir.

Tüm sahâbe nefslerini de Allah'a teslim etmişlerdi. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî olduktan sonra, Allah'a doğru yola çıktılar. Seyr-i sülûk başladı sahâbe için. Hepsinin ruhlarını Allah'a ulaştırdıklarını görüyoruz. Hepsinin önce nefslerini tezkiye ettiklerini görüyoruz ve ruhlarını Allahû Tealâ'ya ulaştırınca, Sıratı Mustakîm üzerinde ruhun yaptığı yolculuk sona erdi.

Nefs gene rehine olarak kaldı; ama fizik vücudu Allah'a teslim etmek için gayretle çalışmaya başladı sahâbe. Ve bütün sahâbenin fizik vücutlarını da Allah'a teslim ettiklerini görüyoruz, Al-i İmran Suresinin 20. âyet-i kerimesine göre. Öyleyse sahâbe en güzel standartlardaydı. Adım adım hanif dîninin hedef gösterdiği noktalara doğru hareket halindeler. Ruhlarını Allah'a ulaştırıp teslim etmişler mi? Etmişler. Neden sonra? Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbiiyetten sonra.

48/FETİH-10: Muhakkak ki; onlar, sana biat ettikleri zaman Allah'a biat etmiş oldular. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah'ın eli vardı. Kim (derecesini nâkısa) düşürürse, muhakkak ki o, nefsi sebebiyle (Allah'a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için) derecesini nâkısa düşürmüştür. Kim de Allah'a olan ahdlerini (yeminini, misakini ve ahdini) yerine getirirse, ona büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).

Aslında herşey öylesine güzel ki; bu muhteşem güzellikleri yaşamak varken bir inat uğruna, insanların Allah'ın bütün hakikatlerini reddetmeleri, gerçekten ibretle seyredilecek olan bir tablo ve içimizi hüzün kaplıyor. Bu insanlar kurtulamazlar. Kur'ân'a göre kurtulmaları mümkün değil. Onları kurtarmak üzere yaptığımız bunca gayretin neticesiz kaldığını görmenin hüznünü yaşıyoruz. Kur'ân ne söylemişse, şu anda sahâbeyi tanımayanlar onları iddia ediyorlar; ama bütün sahâbenin bu hedeflerin hepsine, 12'den vurarak ulaştığını söylüyor Kur'ân-ı Kerim.

Herşey en güzel standartlarda vücut bulmuş. Sahâbe bir sulh ve sukûn ortamına ulaşmış. Hem cennet, hem dünya saadetinin sahibi olmuş. Tasavvuftan murad olunan şeyle İslâm'dan murad olunan şey, hanif dîninden murad olunan şey aynı; sadece Allah'a teslim olmak. Neyiniz varsa teslim edeceksiniz. Ruhunuzu, fizik vücudunuzu, nefsinizi ve iradenizi.

Bütün sahâbe bunların hepsini gerçekleştirmişler. Bihakkın takvanın sahibi olmuşlar. Öyleyse her şeyin en güzel olduğu bir dizayn söz konusu ve böyle bir dizaynda sahâbeyi görüyoruz. İrşad makamının sahibi oldukları, ayrı ayrı birçok açıdan kesin şekilde belli.

Kur'ân'da hangi irşad tarifi varsa, mürşidin hangi açıdan tarifi varsa, hepsine sahâbe uyum gösteriyor. Hepsi daimî zikrin sahipleri. Hepsi hikmet sahibi. Hepsi iradelerini de Allah'a teslim etmişler. Hepsi İlm'el yakînin, Ayn'el yakînin ve Hakk'ul yakînin sahipleri. Bu noktaya ulaşmadan evvel hepsi irşada ulaşmışlar. Ulaşmışlar mı? İşte Hucurat Suresinin 7. âyet-i kerimesi.

49/HUCURAT-7: Bilin ki, içinizde Allah'ın resûlü var. Şâyet emirlerin çoğunda size uysaydı lânetlenirdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi, kalplerinizde onu (îmânı) müzeyyen kıldı (fazılları îmân kelimesinin etrafında toplayarak kalbinizi tamamen nurla doldurdu). Size; küfrü, fıskı ve isyanı kerih gösterdi. İşte onlar, irşada ulaşanlardır.

Onlar sahâbeydi. Her şeylerini Allah için ortaya koydular. Zengin mi oldular? Hayır. Mutlu mu oldular? Çok. Gerçek dünya saadetini onlar yaşadılar. Hayatlarının her gününü, başka arkadaşlarına yardımla geçirdiler. Hepsi başkası için yaşadı. Hepsi için başkasının hayatı, kendi hayatından daha azizdi, daha kıymetliydi.

İşte son nefeslerindeki tabloya beraberce bakalım. Hazreti Ömer elindeki su kabıyla, matarayla dolaşıyor. Savaştan sonra şehit olmak üzere olan sahâbeden acaba kime bir damlacık su verebilirim diye, bir yudum su verebilirim diye. Tam o sırada bir sahâbe sesleniyor: "Ya Ömer su!" diyor. Hazreti Ömer hemen ona doğru koşuyor, suyu uzatıyor. Tam o sırada ikinci bir sahâbe: "Ya Ömer su!" diye sesleniyor. O matarayı götürdüğü, teslim etmek üzere olduğu sahâbe diyor ki: "Ya Ömer, onun benden daha çok ihtiyacı var, suyu ona ver." Hazreti Ömer koşarak ikinciye gidiyor, tam uzatıyor matarayı. Bir üçüncü sahâbe su istiyor. İkinci sahâbe de aynı şeyi söylüyor. "Ya Ömer, onun benden daha çok ihtiyacı var, suyu ona ver."

Hazreti Ömer, talebi kabul ediyor. Koşarak gidiyor üçüncüye; ama üçüncü şehit olmuş, suyu veremiyor. Bunun üzerine ikinciye koşuyor, ona da yetişemiyor. Birinciye koşuyor, ona da yetişemiyor. Bir insanın son nefesinde, kâinattaki her şeyden daha kıymetli olan şey; bir yudum sudur. Şehit olmak üzere olan 3 sahâbenin üçü de suya hasret gidiyorlar; ama başkalarının mutluluğu için. Başkalarını kendilerinden azîz bildikleri için. Kendilerini ikinci plana almayı başardıkları için.

Onlar sahâbeydi. Destanlar yazdılar, savaşlar kazandılar, kovuldukları, kaçmak mecburiyetinde oldukları Mekke'yi dönüp fethettiler. Onlar sahâbeydi. Hepsi Allah'ın irşad makamının sahibi olmayı başardılar. İşte böylesine bir hayat yaşadılar. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in etrafında etten, kemikten, çelikten bir kale gibiydiler. Tasavvufu yaşadılar Hazreti İbrâhîm'in hanif dînini. Yani İslâm'ı yaşadılar. Üçü de aynı hüviyettedir. Tasavvuf, Hazreti İbrâhîm'in hanif dîni ve İslâm... Bu üç faktörün hiçbir noktasında birbirinden bir fark göremezsiniz. Hepsi Hazreti İbrâhîm'in hanif dînidir, hepsi İslâm'dır, hepsi tasavvuftur.
 
Son düzenleme:

EHLÝ-SUNNET

New member
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
223
Tepkime puanı
45
Puanları
0
Yaş
46
Web sitesi
www.dinimislam.com
TASAVVUF NEDİR?...
Tasavvuf, Hazreti İbrâhîm'in hanif dînidir.

Hazreti İbrâhîm, tam bir mutasavvıftı. O, hanif dîninin sahibiydi. Hanif dîni bir insanı nereden alır, nereye götürür? Hanif dîni bir insanı sıfırdan alır, önce o kişi Allah'a ulaşmayı diler. Sonra? Mürşidine ulaşıp tâbî olur. Sonra? Ruhunu Allah'a ulaştırıp teslim eder. Sonra? Fizik vücudunu Allah'a muhsin kılarak teslim eder.

Nefsini Allah'a ahsen kılarak teslim eder. İrşada ulaşır. İradesini de Allah'a teslim eder ve mürşidlerden olur. Bütün sahâbe, bu vasıfların hepsine sahiptiler, 7 safhanın hepsini bihakkın yaşadılar. Öyleyse onlar İslâm'ın gerçek temsilcileriydi; Hazreti İbrâhîm'in hanif dîninin gerçek temsilcileriydi.

Öyleyse Allahû Tealâ'yla olan ilişkilerimizde en güzeli yaşamak söz konusu mu? Elbette. Hangi şartlar içinde? Sahâbenin yaşadığı şartlar içinde. Onlar kanlı katiller iken, her biri her türlü zulmü işlerken, kız çocuklarını diri diri mezara gömerken Allah'ın yoluna girerler ve girdikleri zaman hayatlarının tümü değişir. Öyle bir dizaynla Allahû Tealâ onları olgunlaştırır ki; birbirinin can düşmanı olan sahâbe, birbirinin can dostu olurlar.

3/AL-İ İMRAN-103:
Ve hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı sarılın ve fırkalara ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki ni'metini hatırlayın; hani o zaman siz birbirinize düşman idiniz. (Sonra Allah), kalplerinizi uzlaştırdı da O'nun bu ni'meti ile artık kardeşler oldunuz. Siz, ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da (Allah), sizi ondan kurtardı. Allah, size âyetlerini böyle beyan ediyor ki; böylece hidayete eresiniz.

Bütün kabileler arasında kan davası vardı. Sonradan sahâbe olanlar, her kabiledeki kan davasına iştirak etmişlerdi. Onlardan birilerini yabancı kabileler öldürmüştü, onlar da yabancı kabilelerden birilerini öldürmüştüler.

Öyleyse böyle bir dizaynda, Allah'ın sahâbenin kalplerini birbirine telif etmesi üzerine can dostları olduğunu görüyoruz. Sahâbenin özelliği neydi? Kalplerinin telif edilmesinin arkasında ne vardı? Bütün sahâbenin Sıratı Mustakîm'in üzerinde olması vardı. Bir insanı şeytanın kulu olmaktan kurtaracak olan şey, Sıratı Mustakîm'in üzerinde olmaktır.

Tevhidin temelinde Sıratı Mustakîm vardır. Bütün sahâbe tevhid erleriydi. Tek Allah'a inanıyorlardı. Hanif dîninin, İslâm dîninin gerçek temsilcileriydiler. 1. özellikleri tek Allah'a inanmaktı. Bu bakımdan Allah'ın tekliği konusunda kesin olarak haniftiler.

Hanif dîninin 2. özelliği, tek bir toplum oluşturmaktı. Onu da bütün sahâbe gerçekleştirmişti. Bütün sahâbe Sıratı Mustakîm'in üzerindeydi; yani hanif fıtratının gereğini gerçek anlamda tahakkuk ettirmişlerdi. Bütün sahâbe kendileri, Sıratı Mustakîm'in üzerinde oldukları gibi başka insanları da Sıratı Mustakîm'e çağırıyorlardı ve hepsi mü'minlerdi.

34/SEBE-20: Şeytan, insanlar üzerindeki vaadini yerine getirdi. Mü'minlerden ibaret bir tek fırka hariç hepsi, iblise tâbî oldular.

Sahâbe soruyor Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e: "Ey Allah'ın Resûl'ü, kaç fırka olacak?" "73" diyor. "Peki bunlardan gerçekten sadece bir tek fırka mı hak olacak?" "Evet" diyor. "Ey Allah'ın Resûl'ü, ismi ne bu fırkanın?" "Fırka-i Naciye" "Bu fırkadakilerin özellikleri ne?" Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki: "Onlar da sizin ve benim gibi Sıratı Mustakîm'in üzerinde olanlardı." diyor. "Olanlar olacaklar."

Öyleyse kimmiş bu insanlar? Mü'minleri oluşturan bir tek fırka hariç bütün fırkalar şeytana kul oldular. Buradan hareket edelim: Bütün fırkaların var olduğu ayrıca bir fırkayı da işaret edildiği bir âyet var mı Kur'ân-ı Kerim'de? Var.

6/EN'AM-153: Ve muhakkak ki; bu, benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Böylece siz takva sahibi olursunuz.

Öyleyse sahâbeye bakıyoruz. Sahâbe Sıratı Mustakîm'in üzerindeydi. Önce Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'in, sonra fizik vücutlarını Allah'a teslim eden Sıratı Mustakîm'in, sonra nefslerini Allahû Tealâ'ya teslim eden Sıratı Mustakîm'in, sonra iradelerini Allah'a teslim eden Sıratı Mustakîm'in; dört Sıratı Mustakîm'in de üzerindeydi sahâbe.

Öyleyse onlar Sıratı Mustakîm'in üzerindeydiler. Onlar tevhidi tam anlamıyla tahakkuk ettirmişlerdir. Sıratı Mustakîm'in üzerinde olduklarının kesin işareti; Allah'ın kalplerini telif etmesiyle birbirlerinin can dostu olmayı başarmaları. Can düşmanlarıyla can dostu haline gelmişlerdi.

Ne diyordu Allahû Tealâ Fussilet 34'te? "Sen seyyiati hasenatla önle. Hiç seyyiatle hasenat bir olur mu?" Bütün sahâbe seyyiati hasenatla önlemişlerdi. Diğerlerinin can düşmanı olan sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî olduktan sonra can dostları oldular ve düşmana karşı el ele, gönül gönüle savaş verdiler.

Tasavvuf nedir? Tasavvuf, Allah'a teslim olmaktır. Hanif dîni nedir? Hanif dîni, Allah'a teslim olmaktır. İslâm dîni nedir? İslâm dîni, Allah'a teslim olmaktır. Öyleyse şunu herşeyden evvel bilelim, yerli yerine oturtalım ki; kâinatta 1'den fazla dîn, hiç olmamıştır. Allah'a göre sadece bir tek dîn vardır, ona Allahû Tealâ "Hazreti İbrâhîm'in hanif dîni" diyor, "Babanız İbrâhîm'in hanif dîni" diyor.

Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e diyor ki: "Sana hanif olanı vahyettik, sen de onu yerine getirdin." Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e: "Sen hanifsin (diyor) kendini hanif olarak dîne doğrult." diyor ve Allahû Tealâ diyor ki: "Allah sadece bir tek dînin sahibidir, ondan başka bir dîn yoktur, o dîn hanif dînidir ve o dînin Arapça adı İslâm'dır. Sana bu Kitab'ı Arapça olarak indirdik." diyor "Kur'ânün Arabiyye". "Sana bu dîni Arapça olarak indirdik ve bu Kur'ân'daki Arapça dînin adı İslâm'dır, Allah'a teslim olma dînidir ve bu Hazreti İbrâhîm'in hanif dînidir." diyor Allahû Tealâ. "Hazreti Nuh'a, Hazreti İbrâhîm'e, Hazreti Musa'ya, Hazreti İsa'ya tatbik ettiğimiz şeriatı, sana da şeriat olarak emrettik, vahyettik." diyor.

Bütün nebîlerin şeriatının aynı olduğunu söylüyor Allahû Tealâ. Öyleyse son Nebî Hazretleri Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz ve ona tâbî olan sahâbe, Hazreti İbrâhîm'in hanif dînini; yani tasavvufu yaşadılar.

Nereye götürür İslâm dîni, hanif dîni ve tasavvuf? İnsanları nereden alır? Nereye götürür? Allah'a ulaşma dileğiyle bir macera başlar. Güzelliklerin en güzeli başlar. Bunun başlaması için Allahû Tealâ tarafından seçilmiş olmak gerekir. Bütün sahâbe seçilmişti.

42/ŞURA-13: "Dîni ikame edin ve fırkalara ayrılmayın." diye dîn olarak Nuh'a vasiyet ettiğimizi, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi, sizin için de (Allah) şeriat kıldı. Müşriklere, kendilerini davet ettiğin şey (Allah'a davet ve tek Allah'a inanmak) ağır geldi. Allah, kimi dilerse onu Kendisine seçer ve Kendisine yöneleni, O'na (Kendisine) ulaştırır.

"Allah kullarından dilediğini Kendisine seçer, seçtiklerinden kim Allah'a yönelirse onu, Kendisine ulaştırır." diyor. Öyleyse bütün sahâbe, Allahû Tealâ tarafından seçilmiş miydi? Evet. Hepsi seçilmişti. Peki bütün sahâbe Allah'a yöneldiler mi? Hepsi Allah'a ulaşmayı diledi, hepsi Allah'a yöneldi.

Allah'a yönelmek nasıl bir ifade? ALLAH'A ULAŞMAYI DİLEMEK. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, o Allah'a yönelmiştir. Allahû Tealâ onu mutlaka mürşidine ulaştıracaktır, mutlaka ruhunu Kendi Zat'ına ulaştıracaktır. İşte bütün sahâbeye bakıyoruz. Hepsi aynı dizaynda. Ruhlarını hepsi Allah'a ulaştırmışlar.

Zümer 18'de gördük ki; hepsi ruhlarını Allah'a ulaştırmışlardı. Öyleyse Rad Suresinin 20, 21, 22. âyetleri ne söylüyor bakalım:

13/RAD-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah'ın ahdini (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim ederek) ifa ederler (yerine getirirler). Ve misaklerini (Allah'a, bu 4 emaneti teslim etme konusundaki, kesin sözlerini) bozmazlar.

13/RAD-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb (hisâbi).
Ve onlar, Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

13/RAD-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).
Onlar, sabırla Rab'lerinin vechini (Zat'ını, Zat'a ulaşmayı, Allah'ın Zat'ını görmeyi) isteyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenler. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.

Bütün sahâbe, Allah'a ruhlarını ulaştırmışlar. Hepsi önce, Allah'a ulaşmayı dilemiş. İşte tasavvufun, işte hanif dîninin, İslâm dîninin birinci noktası: ALLAH'A ULAŞMAYI DİLEMEK. Bu bir işaret. Bu, olmazsa olmaz şartıdır. Olmazsa olmaz! Kim Allah'a ulaşmayı dilemezse, o kişinin kurtuluşu mümkün değildir.

Bütün sahâbe hidayete ermişler; hidayete erenlerin hepsi de Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir, Rad Suresinin 20, 21 ve 22. âyetleri gereğince. Öyleyse bütün sahâbe Allah'a ulaşmayı dilediler. Tasavvufun temel kaidesi, cennetin anahtarı, Allah'a ulaşmayı dilemek.

Bütün sahâbe Allah'a ulaşmayı dilemişler, tasavvufun 7 safhasından birincisini hepsi yaşamış. İkincisini yaşamışlar mı? Yani 10 tane ihsan alarak mürşidlerine ulaşmışlar, ona tâbî olmuşlar mı? Hem de kâinatın en büyük mürşidine; Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî olmuşlar. Hepsi mi? İstisnasız hepsi, hepsi tâbî olmuşlar.

Öyleyse neyle karşı karşıyayız? Şunu görüyoruz ki; bütün sahâbe kâinatın en büyük mürşidine tâbî oldular: Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V)'e, Peygamber Efendimiz'e. Öyleyse böyle bir durumda, onlar kendilerine düşen görevi gerçekleştirdiler. Tâbî oldular ve Sıratı Mustakîm'in üzerinde oldular.

6/EN'AM-153: Ve muhakkak ki; bu, benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Böylece siz takva sahibi olursunuz.

Bu âyet-i kerimenin tabiî sonucu olarak bütün sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî oldular. Bu tâbiiyet standartlarında onlar için söz konusu olan, işte daha öteye geçmekti. Tâbî oldukları zaman muhtevaya baktığımızda; daha öteye geçmenin, ruhu Allah'a ulaştırmak olduğunu görüyoruz.

Ne oluyor? Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî oluyorlar. Allah kalplerinin mührünü açıyor, kalplerinin içindeki küfür kelimesini alıp, yerine îmân kelimesini yazıyor. Devrin İmamı'nın; Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in ruhunu, başlarının üzerine getirip yerleştiriyor. Bütün günahlarını sevaba çeviriyor sahâbenin. Ruhlarını Allah'a doğru yola çıkarıyor. Nefsleri tezkiye olmaya başlıyor. Fizik vücutları da şeytana kul olmaktan kurtulmaya ve Allah'a kul olmaya başlıyor.

Öyleyse Allah'a kul olmak... Birinci yeminimiz ruhumuzla alâkalı. Ruhumuzu ölmeden evvel Allah'a ulaştıracağımıza dair misak vermişiz Allahû Tealâ'ya. 12 defa üzerimize farz. Peki sonra? Yeminimiz var; nefsimizi tezkiye ve tasfiye edeceğiz. Nefsimizde hiçbir afet bırakmayana kadar bir savaş vereceğiz nefsimizin afetleriyle. Resûl yoluyla daimî zikre ulaşmak mecburiyetindeyiz. Daimî zikir üzerimize farz kılınmış.

4/NİSA-103: Namazı bitirdiğinizde; ayaktayken, otururken ve yan üzeriyken (yan üstü yatarken) Allah'ı hep zikredin! Güvenliğe kavuştuğunuzda namazı erkânıyla kılın. Çünkü; namaz, mü'minlerin üzerine, vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur.

Bütün sahâbe, daimî zikrin sahipleriydi. İşte Zümer 18'de Allahû Tealâ hepsinin ulûl'elbab olduğunu, daimî zikrin sahibi olduklarını söylüyor ki; ulûl'elbab olmak demek, ihlâs sahibi olmak demektir.

Tüm sahâbe nefslerini de Allah'a teslim etmişlerdi. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî olduktan sonra, Allah'a doğru yola çıktılar. Seyr-i sülûk başladı sahâbe için. Hepsinin ruhlarını Allah'a ulaştırdıklarını görüyoruz. Hepsinin önce nefslerini tezkiye ettiklerini görüyoruz ve ruhlarını Allahû Tealâ'ya ulaştırınca, Sıratı Mustakîm üzerinde ruhun yaptığı yolculuk sona erdi.

Nefs gene rehine olarak kaldı; ama fizik vücudu Allah'a teslim etmek için gayretle çalışmaya başladı sahâbe. Ve bütün sahâbenin fizik vücutlarını da Allah'a teslim ettiklerini görüyoruz, Al-i İmran Suresinin 20. âyet-i kerimesine göre. Öyleyse sahâbe en güzel standartlardaydı. Adım adım hanif dîninin hedef gösterdiği noktalara doğru hareket halindeler. Ruhlarını Allah'a ulaştırıp teslim etmişler mi? Etmişler. Neden sonra? Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbiiyetten sonra.

48/FETİH-10: Muhakkak ki; onlar, sana biat ettikleri zaman Allah'a biat etmiş oldular. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah'ın eli vardı. Kim (derecesini nâkısa) düşürürse, muhakkak ki o, nefsi sebebiyle (Allah'a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için) derecesini nâkısa düşürmüştür. Kim de Allah'a olan ahdlerini (yeminini, misakini ve ahdini) yerine getirirse, ona büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).

Aslında herşey öylesine güzel ki; bu muhteşem güzellikleri yaşamak varken bir inat uğruna, insanların Allah'ın bütün hakikatlerini reddetmeleri, gerçekten ibretle seyredilecek olan bir tablo ve içimizi hüzün kaplıyor. Bu insanlar kurtulamazlar. Kur'ân'a göre kurtulmaları mümkün değil. Onları kurtarmak üzere yaptığımız bunca gayretin neticesiz kaldığını görmenin hüznünü yaşıyoruz. Kur'ân ne söylemişse, şu anda sahâbeyi tanımayanlar onları iddia ediyorlar; ama bütün sahâbenin bu hedeflerin hepsine, 12'den vurarak ulaştığını söylüyor Kur'ân-ı Kerim.

Herşey en güzel standartlarda vücut bulmuş. Sahâbe bir sulh ve sukûn ortamına ulaşmış. Hem cennet, hem dünya saadetinin sahibi olmuş. Tasavvuftan murad olunan şeyle İslâm'dan murad olunan şey, hanif dîninden murad olunan şey aynı; sadece Allah'a teslim olmak. Neyiniz varsa teslim edeceksiniz. Ruhunuzu, fizik vücudunuzu, nefsinizi ve iradenizi.

Bütün sahâbe bunların hepsini gerçekleştirmişler. Bihakkın takvanın sahibi olmuşlar. Öyleyse her şeyin en güzel olduğu bir dizayn söz konusu ve böyle bir dizaynda sahâbeyi görüyoruz. İrşad makamının sahibi oldukları, ayrı ayrı birçok açıdan kesin şekilde belli.

Kur'ân'da hangi irşad tarifi varsa, mürşidin hangi açıdan tarifi varsa, hepsine sahâbe uyum gösteriyor. Hepsi daimî zikrin sahipleri. Hepsi hikmet sahibi. Hepsi iradelerini de Allah'a teslim etmişler. Hepsi İlm'el yakînin, Ayn'el yakînin ve Hakk'ul yakînin sahipleri. Bu noktaya ulaşmadan evvel hepsi irşada ulaşmışlar. Ulaşmışlar mı? İşte Hucurat Suresinin 7. âyet-i kerimesi.

49/HUCURAT-7: Bilin ki, içinizde Allah'ın resûlü var. Şâyet emirlerin çoğunda size uysaydı lânetlenirdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi, kalplerinizde onu (îmânı) müzeyyen kıldı (fazılları îmân kelimesinin etrafında toplayarak kalbinizi tamamen nurla doldurdu). Size; küfrü, fıskı ve isyanı kerih gösterdi. İşte onlar, irşada ulaşanlardır.

Onlar sahâbeydi. Her şeylerini Allah için ortaya koydular. Zengin mi oldular? Hayır. Mutlu mu oldular? Çok. Gerçek dünya saadetini onlar yaşadılar. Hayatlarının her gününü, başka arkadaşlarına yardımla geçirdiler. Hepsi başkası için yaşadı. Hepsi için başkasının hayatı, kendi hayatından daha azizdi, daha kıymetliydi.

İşte son nefeslerindeki tabloya beraberce bakalım. Hazreti Ömer elindeki su kabıyla, matarayla dolaşıyor. Savaştan sonra şehit olmak üzere olan sahâbeden acaba kime bir damlacık su verebilirim diye, bir yudum su verebilirim diye. Tam o sırada bir sahâbe sesleniyor: "Ya Ömer su!" diyor. Hazreti Ömer hemen ona doğru koşuyor, suyu uzatıyor. Tam o sırada ikinci bir sahâbe: "Ya Ömer su!" diye sesleniyor. O matarayı götürdüğü, teslim etmek üzere olduğu sahâbe diyor ki: "Ya Ömer, onun benden daha çok ihtiyacı var, suyu ona ver." Hazreti Ömer koşarak ikinciye gidiyor, tam uzatıyor matarayı. Bir üçüncü sahâbe su istiyor. İkinci sahâbe de aynı şeyi söylüyor. "Ya Ömer, onun benden daha çok ihtiyacı var, suyu ona ver."

Hazreti Ömer, talebi kabul ediyor. Koşarak gidiyor üçüncüye; ama üçüncü şehit olmuş, suyu veremiyor. Bunun üzerine ikinciye koşuyor, ona da yetişemiyor. Birinciye koşuyor, ona da yetişemiyor. Bir insanın son nefesinde, kâinattaki her şeyden daha kıymetli olan şey; bir yudum sudur. Şehit olmak üzere olan 3 sahâbenin üçü de suya hasret gidiyorlar; ama başkalarının mutluluğu için. Başkalarını kendilerinden azîz bildikleri için. Kendilerini ikinci plana almayı başardıkları için.

Onlar sahâbeydi. Destanlar yazdılar, savaşlar kazandılar, kovuldukları, kaçmak mecburiyetinde oldukları Mekke'yi dönüp fethettiler. Onlar sahâbeydi. Hepsi Allah'ın irşad makamının sahibi olmayı başardılar. İşte böylesine bir hayat yaşadılar. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in etrafında etten, kemikten, çelikten bir kale gibiydiler. Tasavvufu yaşadılar Hazreti İbrâhîm'in hanif dînini. Yani İslâm'ı yaşadılar. Üçü de aynı hüviyettedir. Tasavvuf, Hazreti İbrâhîm'in hanif dîni ve İslâm... Bu üç faktörün hiçbir noktasında birbirinden bir fark göremezsiniz. Hepsi Hazreti İbrâhîm'in hanif dînidir, hepsi İslâm'dır, hepsi tasavvuftur.

senin bu yazıların akıl dışıdır.Bütün peygamberlerin dini İslamdır.
Tasavvuf, bazılarının söylediği gibi ne farzdır, ne sünnetir, nede haram olan birşeydir.Tasavvuf hayırlı güzel bir yoldur.
 

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]ooo bravo gene geyik muhabbetine sardırmışınız.Bazılarınız bu zamanda evliyamı olur diyerek Allahın evliyasına küfretsenizde veli resuller Peygamberlerin olmadığı fetret devirlerindede olmuştur.Kıyamete kadarda devam edecektir.Siz zavallılar istemesenizde Allah nurunu tamamlayacaktır.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]23 / MU'MİNUN - 44 [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik . Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar . Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü'min olmayan kavim (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun. [/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]-14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’
crying.gif
yeşâu), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Hiçbir resûlümüz yoktur ki ; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a teslim olmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, Hikmet Sahibi’dir.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]-10/YÛNUS-47: Ve likulli ummetin resûl(resûlun ), feizâ câe resûluhum kudıye beynehum bil kıstı ve hum lâ yuzlamûn(yuzlamûne).[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Her ümmetin bir resûlü vardır . Onlara, resûlleri geldiği zaman onların aralarında adaletle hükmolundu. Onlara zulmedilmez.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]-17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen). [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık. [/FONT]


39 / ZUMER - 71 Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.
 
Son düzenleme:
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt