Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Şiirlerle Menkıbeler Zinciri

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
KUDÜS'TEN HİCRETİ



"Cebrâil" bu müjdeyi ona verdi ve hemen,

Yakasına üfürüp, çıkıp gitti o yerden.



"Meryem", Hak teâlânın emri ve kudretiyle,

Hâmil oldu "hazreti Îsâ"ya böylelikle.



Bir anne namzedinde görülen hâller, aynen,

Görüldü onda dahî o andan îtibâren.



Onbeş yaşında idi, bu vâki olduğunda.

"Yûsüf-i Neccâr" ile nişânlıydı o anda.



"Meryem"in bu hâlini, daha önce herkesten,

Nişânlısı farkedip, çok şaşırdı hayretten.



Zîrâ kat'î olarak bilirdi ki o dahî,

Dünyâda, ondan daha "İffetli" yoktu biri.



Günâh işlemesine ihtimâl vermiyordu.

Lâkin bu hâlini de îzâh edemiyordu.



Bu endîşe, gitgide çok büyüdü içinde.

Aklı gidecek hâle geldi netîcesinde.



En son dayanamayıp, bularak bir yolunu,

Ve "hazreti Meryem"e suâl etti o bunu.



Dedi: (Sende, annelik hâlleri görüyorum.

Lâkin bu nasıl oldu, aslâ çözemiyorum.



Ey Meryem, söyler misin bana sen şunu yalnız,

Çocuk gelebilir mi dünyâya hiç babasız?)



Cevâbında dedi ki: (Elbette gelebilir.

Zîrâ cenâb-ı Allah külli şeye kâdirdir.



Bilmez misin hazreti Âdem'le Havvâ'yı da,

Anasız ve babasız yarattı Hak teâlâ.)



O bunu işitince, oldu teskîn ve râhat.

Onun temizliğine getirdi tam kanâat.



Ve lâkin yehûdîler, başladı bu sefer de.

Bunun dedikodusu yapılırdı her yerde.



Hiç akla gelmiyecek, ağza alınmıyacak,

İftirâlar ettiler, sabrederdi o ancak.



O "hazreti Meryem" ki, iffet ile hayâ'nın,

Zirvesinde bulunan çok şerefli bir hanım.



Hakkında söylenenler, üzdü onu be gâyet.

Başka yere hicreti düşündü en nihâyet.



Kudüs'ün güneyinde ve bir dağın ardında,

Bir kasaba vardı ki, hem "Beyt-i Lahm" adında,



Tenhâ ve sâkin olup, tam aradığı yerdi.

Kudüs'ten ayrılarak, buraya hicret etti.



Gözden uzak bu yere geldiyse de o fakat,

Mâlesef olamadı yine teskîn ve râhat.



Hakkında söylenilen o dedikoduları,

Düşündükçe, artardı dert ve sıkıntıları.



Lâkin biliyordu ki, bu üzüntü ve dertler,

Allahın takdîriyle vukûa gelmekteler.



Çâresizlik içinde, "Sabr"a bel bağlıyordu.

Çoğu gün, üzüntüyle oturup ağlıyordu.



Bir gün geziniyorken o yerin bahçesinde,

"Doğum" alâmetleri belirdi kendisinde.



Yakınında vardı bir kuru "Hurma ağacı".

Oraya vardığında, arttı ağrı ve acı.



Mecbûren bu ağaca gelip yaslanıverdi.

Çok büyük bir sıkıntı ve darlık içindeydi.



Dedi ki: (Ne olaydı, dünyâya gelmiyeydim.

Ve keşke öleydim de, bunları görmiyeydim.)



O, ağaca yaslanmış, söylenirken böyle tam,

Teşrîf etti dünyâya "Îsâ aleyhisselâm".
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
İLK MÛCİZE



"Îsâ aleyhisselâm" dünyâya geldiğinde,

Fazlalaştı elemi hazreti "Meryem"in de.



Zîrâ o düşündü ki: "Yehûdîler bu sefer,

Eskisinden daha çok iftirâlar ederler.



Ve hattâ beni bulup, sorarlar ki bir çoğu,

Nereden elde ettin bu babasız çocuğu?"



O anda, kendisine bir nidâ geldi birden.

"Hazreti Îsâ" idi bizzât nidâ eyliyen.



Diyordu ki: (Üzülme, bil'akis haz duy, sevin.

Zîrâ böyle muhterem bir oğlun oldu senin.



Bak, önünde bir "Nehir" yarattı Hak teâlâ.

Böylece mertebeni yüceltip kıldı âlâ.



Şu "Hurma dalını" da, tut şimdi, kendine çek.

O, hemen yeşillenip, sana hurma verecek.



Ye bu tâze hurmadan, bul eski kuvvetini.

O sudan da içerek, gider harâretini.



Ve senin bu oğlunla, gözün aydın olsun hem.

Mânevî bir lezzetle ömür sür, çekme elem.



İnsanlar, eğer senin yanına gelirlerse,

"Babasız çocuk" için bir suâl ederlerse,



Oğluna işâretle de ki: "Oruçluyum ben.

Bu gün hiçbir kimseye söz söylemem katiyyen.")



Zîrâ şöyle idi ki o dinde oruç tutmak,

Yemek ve içmek gibi, hem yasaktı konuşmak.



O gün "hazreti Meryem" duyunca bu nidâyı,

Ayağının ucunda gördü akan ırmağı.



O hurma dalını da silkeledi bir miktâr.

Bir anda, o ağaçta bitti tâze hurmalar.



O hurmalardan yiyip, içince o sudan da,

Üzüntüsü azalıp, sâkinleşti o anda.



"Îsâ Nebî", dünyâya teşrîf eylediğinde,

Yıkıldı bütün putlar, dünyânın her yerinde.



"İblîs" dahî bu işi merak etti büsbütün.

Duydu ki, "Îsâ Nebî" dünyâya gelmiş o gün.



Bunu haber vererek bilcümle yârânına,

Dedi: (Gelin gidelim biz de onun yanına.)



Gelince gördüler ki, şeytânlar hep berâber,

Onların etrâfını kuşatmış hep melekler.



Ve o gün, gökyüzünde doğdu büyük bir "Yıldız".

Îrân şâhı görünce, korkup oldu râhatsız.



Cümle kâhinlerini toplayıp etrâfına,

Dedi ki: (Hikmetini söyleyin bunun bana.)



Dediler: (Büyük yıldız doğduysa gökyüzünde,

Çok büyük bir kişi de doğmuştur yeryüzünde.)



Buna, yehûdîler de muttali oldular hem.

Baktılar ki, yerinde yoktur hazreti Meryem.



Hayret içerisinde kalan o yehûdîler,

"Nereye gidebilir?" diye merak ettiler.



Biri dedi: (Ben onu görmüştüm Beyt-i Lahm'da.

İhtimâl ki orada bulunur o şu anda.)



Toplanıp, o yalancı ve hâin yehûdîler,

"Meryem"in bulunduğu Beyt-i Lahm'a geldiler.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
YEHÛDÎLERİN İFTİRÂSI



Geldi Benî İsrâil, "Beyt-i Lahm"a ve lâkin,

Gördüler, bir çocuk var kucağında "Meryem"in.



Ve hemen sordular ki: (Ey Meryem, ne bu çocuk?

Çirkin bir iş mi yaptın sen yoksa, söyle çabuk?



Sen ki genç bir kız idin, evli de değildin hem.

Böyleyken bu çocuğu nerden aldın ey Meryem?



Halbuki baban "İmrân", sâlih idi elbette.

Vâliden "Hunne" dahî, meşhûr idi iffette.



Annesiyle babası temiz olan bir kişi,

Nasıl işliyebilir böyle çirkin bir işi?



Bu hâlleri, sen nasıl başımıza getirdin?

Gayri meşrû bir çocuk sâhibi oluverdin.)



"Meryem" yalnız dinledi, vermedi hiçbir cevâp.

Onları, kendisine kılmadı hiç muhâtab.



Zîrâ işin aslını onlara îzâh etmek,

Fevkalâde zor olup, hattâ imkânsızdı pek.



Bu sebepten hiçbirşey konuşmayıp, bu defâ,

İşâret etti yalnız o "hazreti Îsâ"ya.



Demek istemişti ki: "Siz bunun hikmetini,

Buna sorun, o söyler işin hakîkatini."



Dediler ki: (Ey Meryem, beşikteki sabîye,

Ne suâl edelim ki, "Bize haber ver" diye?



O yaştaki bir çocuk konuşamaz, bu gerçek.

O bize, hakîkati nasıl beyân edecek?



Belli ki, sen cevâptan düşünce âciz hâle,

Çâresiz, cevâbını ona ettin havâle.



Sen söyliyemeyince doğrusunu bu işin,

Bunu, mâsum çocuğa yükletirsin, ne için?



Eğer günâh sonunda doğduysa da o fakat,

Bu suç sana âittir, çocukta yok kabâhat.)



Meryem mâruz kalınca böyle iftirâlara,

Kundakta "Îsâ Nebî" cevâp verdi onlara.



O iftirâcıları bir anda susturarak,

Başladı konuşmaya bir "Mûcize" olarak.



Dedi ki: (Ey câhiller, dinleyiniz hepiniz.

Benim yüksek şânıma taarruz etmeyiniz.



Edeb hayâ timsâli ve çok iffetli olan,

Vâlidem hakkında da sakının iftirâdan.



Bilin ki, ben Allahın şerefli bir kuluyum.

Ve halkı, doğru yola çağıran Resûlüyüm.



Bana bu vazîfeyi verdi ki Hak teâlâ,

Herkesi irşâd edip, sevk edeyim Hak yola.



Bu işi yapmam için, O bana "Kitâp" verdi.

Ve çok nîmetler ile beni mümtâz eyledi.



Âdetin hilâfına, hem babasız olarak,

Beni, "Kün!" emri ile yarattı cenâbı Hak.



Ben, Allahın kullara gönderdiği Nebîyim.

Her nerede olursam, bereket sâhibiyim.



Farketmez olsam da ben, herhangi bir beldede,

Herkes, bereketimden ederler istifâde.



Ben doğduğum bu günden, tâ vefâtıma kadar,

Şeytânlar bana aslâ yapamaz hiçbir zarar.



Mahşerde dirilip de, kalktığımda mezârdan,

Yine ben korunurum o gün de her zarardan.)



"Îsâ Nebî" kundakta konuşunca bunları,

Şaşıp dona kaldılar İsrâiloğulları.



Dillerini yutarak hepsi sükût ettiler.

Lâkin dedikodudan yine vaz geçmediler.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
PEYGAMBER OLMASI



"Îsâ aleyhisselâm" bu dünyâya gelince,

Gökte, büyük bir "Yıldız" doğmuş idi o gece.



Îrân şâhı, sorunca kâhinlerden bu işi,

Dediler ki: (Doğmuştur bu gün büyük bir kişi.)



Şâh, onlardan aldığı bu cevâp üzerine,

Elçiler irsâl etti dünyânın her yerine.



Dedi ki: (Öğreniniz onun kim olduğunu.

Hediyeler vererek görün de gelin onu.)



Onlardan bir kısmı da, geldi "Şâm" diyârına.

Sordular bu çocuğu devrin hükümdârına.



O dedi: (Beyti Lahm'da, geçen gün doğdu biri.

Doğar doğmaz görüldü fevkalâde halleri.)



Ve bir adamını da yanlarına katarak,

Gönderdi "Beyt-i Lahm"a, kötü plân kurarak.



Zîrâ tembîh etti ki adamına gizliden,

(Elçiler ayrılınca, çocuğu öldür hemen.)



Ve lâkin annesine, gâibden bir münâdî,

Hak teâlâ katından bu işi haber verdi.



"Hazreti Meryem" dahî, bu ihbâr üzerine,

Oğlunu kucaklayıp, gitti "Mısır" iline.



Orada, oniki yıl kalarak en nihâyet,

Oğlu ile berâber, "Kudüs"e etti avdet.



"Îsâ aleyhisselâm" çocuk yaşında bile,

Halk içinde tanındı çok üstün hâlleriyle.



Sonra, "Otuz" yaşına vâsıl olunca dahî,

"Peygamberlik" verilip, geldi vahy-i ilâhî.



Bu vahyi alır almaz, başladı teblîğine.

Çağırdı insanları Allahın "Hak dîni"ne.



Lâkin Benî İsrâil ona inanmadılar.

Bir çoğu inâd edip, dalâlette kaldılar.



Bâzısı daha azıp, (Îsâ ilâhtır) diye,

İsnâtta bulundular hattâ Îsâ Nebî'ye.



"Îsâ Peygamber" dahî işitince bunları,

Bu bozuk îtikaddan îkâz etti onları.



Buyurdu: (Ey insanlar, hem benim, hem sizlerin,

Rabbi olan Allaha inanıp, kulluk edin.



Benim, "ilâhlık" ile alâkam yoktur aslâ.

Beni de, sizin gibi yarattı Hak teâlâ.



Bu, "Allaha şirk"tir ki, gâyet fenâ bir iştir.

Cezâsı, âhirette ebediyyen ateştir.)



Lâkin Benî İsrâil, yine inanmadılar.

O nasîhat ettikçe, daha fazla azdılar.



Girmedikleri gibi getirdiği "Hak dîn"e,

Hem de mâni oldular onun bu teblîğine.



Hattâ o insâfsızlar, gidip daha ileri,

Öldürmek istediler bu büyük Peygamberi.



"Îsâ Nebî", giderek hâlis müslümânlara,

Oniki kişi seçip, buyurdu ki onlara:



(Allahın bu dînini teblîğde ey mü'minler!

İçinizde hanginiz bana hep yardım eder?)



Dediler: (Ey Allahın Resûlü, biz hepimiz,

Bu dîni yayman için, sana yardım ederiz.



Biz, senin emrindeyiz bütün varlığımızla.

Hiçbir fedâkârlıktan çekinmeyiz biz aslâ.



Zîrâ biz, îmân ettik sana ve Rabbimize.

Bu dîne hizmet etmek, büyük şereftir bize.



Bu yolda, gerekirse cihâd edip vallâhi,

Veririz seve seve canlarımızı dahî.)
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
GÖKTEN SOFRA İNİYOR



Bir gün "Îsâ Nebî"ye gelerek havârîler,

(Duâ et, gökten bize sofra insin) dediler.



Hiç de Îsâ Nebî'ye hoş gelmedi bu fakat,

Buyurdu ki: (Bu işte, nedir gâye ve maksat?



Şüphe mi edersiniz Allahın kudretinden?

Değilse, niçin bunu istersiniz siz benden?)



Dediler ki: (Allaha ve sana inandık biz.

Lâkin istiyoruz ki, artsın bu yakînimiz.)



Îsâ aleyhisselâm, iki rekât bir namâz,

Kılıp kalktı ayağa, saf saf oldu cümle nâs.



Ayakta el bağlayıp, başını eğdi öne.

Sonra da, ağlıyarak duâ etti Rabbine.



Dedi: (Yâ Râb, bir sofra indir de gökten bize,

Peygamber olduğuma olsun açık mûcize.)



Kendisine bir vahiy geldi ki Rabbimizden:

(Yâ Îsâ, bu sofrayı indiririm size ben.



Lâkin biri, nankörlük ederse bu sofraya,

Uğratırım ben onu şiddetli bir belâya.)



O anda gördüler ki, bulutlar arasından,

Bir "Sofra" iniverdi önlerine semâdan.



Lâkin Îsâ Peygamber, devâmlı ağlıyordu.

Rabbine duâ edip, şöyle yalvarıyordu:



(Beni, buna şükreden kullardan eyle yâ Râb!

Rahmet kıl bu sofrayı, kılma cezâ ve azâb.)



Sofranın, misk-i amber misâli kokuları,

Yayılıp, mest eyledi orada olanları.



"Îsâ Nebî", sofraya bizzât teşrîf ederek,

Kaldırdı örtüsünü "Besmele" söyliyerek.



Baktılar, var sofrada kızarmış yedi balık.

Öyle ki, hiç birinde yok idi pul ve kılçık.



Ayrıca, yedi pişmiş, tâze sıcak çörekler.

Bir yanda tuz ve sirke, öbür yanda meyveler.



Îsâ aleyhisselâm, fakîr, hasta ve sakat,

Kim varsa, o sofraya dâvet etti o sâat.



Buyurdu ki: (Bu rızık, lutfüdür Rabbimizin.

Yiyiniz, size şifâ, belâdır gayri için.)



"Binüçyüz kişi" gelip, yediler fazla fazla.

Yine de bir azalma olmadı onda aslâ.



Bu bereket sofrası, doyunca herkes yine,

Gözlerinin önünde yükseldi gök yüzüne.



O sofra, gün aşırı, kuşluk vakti gelirdi.

Öğle üzeri tekrâr, semâya çekilirdi.



Hem de o, yükselirken yer yüzünden göklere,

Onun gölgesi dahî, düşerdi hattâ yere.



Onun bereketiyle, şifâ buldu çok hasta.

Fakîrler zengin olup, kavuştular râhata.



Sonradan kadın erkek, zengin fakîr, hür köle,

Tam "Kırk gün", bu sofradan yediler böylelikle.



Sonra bir vahiy geldi Allahü teâlâdan:

(Sağlamlarla zenginler yemesin bu sofradan.)



Bundan sonra bâzısı, başladılar isyâna.

Ve arka çevirdiler bu ilâhî ihsâna.



Hattâ alay ederek, dediler ki: (Bunu siz,

Gerçekten hak nesne mi telakkî edersiniz?)



Küfrân-ı nîmet eden o nasîbsiz kişiler,

Bir anda, birer "Domuz" şekline dönüştüler.



Ve üç günün sonunda, hepsi de oldu helâk.

Verdi cezâlarını onların cenâbı Hak.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
ZÂLİM KRALIN ÎMÂN ETMESİ



"Îsâ aleyhisselâm" devr-i seâdetinde,

Zâlim, mağrûr bir kral var idi "Nusaybin"de.



Cibrîl, Îsâ Nebî'ye bir vahiy getirdi ki:

(Îmâna dâvet eyle o kibirli meliki.)



O da, gelip dedi ki derhâl havârîlere:

(İçinizden hanginiz gidip de bu şehire,



Seslenir ki: "Allahın Peygamberi ve kulu,

Olan Îsâ Peygamber geliyor size doğru.")



"Yâkub", "Tevmân" ve "Şem'ûn" adlı üç havârî'ye,

Emredip Îsâ Nebî, gönderdi o beldeye.



Önce "Tevmân" girince, onu yakaladılar.

Ve zâlim hükümdârın yanına çıkardılar.



El ve ayaklarını kestirip zâlim kral,

Gözlerine mil çekip, hapsetti onu derhâl.



"Şem'ûn" dahî gizlice giderek o diyâra,

Aklı ve zekâsıyla yaklaştı hükümdâra.



Onlardan görünerek, sakladı îmânını.

Kazandı hükümdârın sonsuz îtimâdını.



Hattâ öyle sevdi ki "Şem'ûn"u o hükümdâr,

Ona danışmaksınız almazdı tek bir karâr.



Bir gün Şem'ûn, krala dedi ki: (Hükümdârım!

Şu Tevmân'ı çağırıp, bâzı şeyler soralım.)



Kral "Peki" deyince, huzûra geldi Tevmân.

Şem'ûn dedi: (Ey kişi, nedir senin iddiân?)



Tanımıyormuş gibi "Tevmân"ı daha önce,

Suâller sordu ona, plânı gereğince.



Tevmân cevap olarak, dedi ki: (Îsâ Nebî,

Allahın Resûlüdür diğer Nebîler gibi.)



Sordu yine: (Ey kişi, delîlin nedir bunda?)

Dedi: (Her hastalığı iyi eder ânında.



Ayrıca, haber verir gizli olan şeyleri.

Allahın izni ile diriltir ölüleri.)



Şem'ûn dedi: (Ey melik, bu, büyük iddiâdır.

Zîrâ böyle vasıflar, ancak Nebî'de vardır.



Çağıralım o zâtı, hakîkat böyle ise,

O zaman hiç şüphesiz Peygamberdir o kimse.



Biz dahî, seve seve ona îmân ederiz.

Değilse, bu kişinin cezâsını veririz.)



Kral mâkul görünce, gönderdiler bir haber.

Nihâyet yanlarına geldi "Îsâ Peygamber".



Tanımıyormuş gibi yaparak Şem'ûn onu,

Dedi: (Size Peygamber diyorlar, bu doğru mu?



Her türlü hastalığı iyi eder diyorlar.

Şu Tevmân'ı iyi et, herkes görsün âşikâr.)



"Tevmân"ın kesik olan el ve ayaklarına,

Elini sürer sürmez, tam sıhhat geldi ona.



Sonra da, gözlerine sürer sürmez elini,

Bir anda, görür hâle getirdi gözlerini.



Şem'ûn dedi: (Pek âlâ, bir de ölü diriltsen.

O zaman anlarız ki, gerçekten Nebîsin sen.)



Îsâ aleyhisselâm, "Nûh"un evlâdı olan,

"Sâm"a seslendiğinde, o kalktı mezârından.



(Îsâ aleyhisselâm Peygamberdir) dedi ve,

Yine vefât ederek, giriverdi kabire.



Kral bunu görünce, insâfa geldi birden.

Bütün maiyyetiyle îmân etti gönülden.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
GÖKE ÇIKARILMASI



İsrâiloğulları, hem Mûsâ Peygamberi,

İnkâr etmişler idi, hem de sonrakileri.



Şehîd ettiklerinden pek çoklarını hattâ,

Râhat ve huzûr yüzü görmediler hayâtta.



Kimi öldü zulümle, kimisi oldu esîr.

Zilletle yaşadılar perâkende ve fakîr.



Onlar, kendilerini derleyip toplıyacak,

Bir "Nebî" gelmesini bekliyorlardı, ancak,



Öyle bir kurtarıcı umuyordu ki onlar,

Tuttuğunu koparan biri olsun, cür'etkâr.



Mücâdeleci rûhlu, kavgacı biri olsun.

Onları, esâretten hürlüğe kavuştursun.



Lâkin "Îsâ Nebî"de bunu göremediler.

Onu yumuşak bulup, yine inkâr ettiler.



O, onlara ne kadar ettiyse de nasîhat,

İnât ve hırçınlıktan inanmadılar fakat.



Bununla da kalmayıp, kötü söz söylediler.

Ona ve annesine iftirâlar ettiler.



Üzüldü "Îsâ Nebî" onların bu hâline.

Ellerini kaldırıp, duâ etti Rabbine:



(Beni, "Ol" emrin ile halk ettin yâ ilâhî!

Bu iftirâcılara lânet eyle sen dahî.)



Kabûl oldu duâsı bu büyük Peygamberin.

Birer "Maymun" ve "Domuz" oldular hepsi o gün



Onlar bunu görünce, daha azgınlaştılar.

"Onu öldürmek" için toplanıp anlaştılar.



Sonra da aramaya başladılar her yerde.

"Îsâ Nebî" öğrenip, saklandı bir hânede.



Ve mâlesef "Yehûdâ" adında bir havârî,

Para karşılığında, haber verdi bu yeri.



O hâin "Yehûdâ"yla birleşip yehûdîler,

Onun saklı olduğu o hâneye girdiler.



Cibrîl aleyhisselâm, gelerek Hak katından,

Tek bir an ayrılmadı o gün onun yanından.



Vaktâ ki yehûdîler girdi hepsi oraya,

Cibrîl, "Îsâ Nebî"yi alıp çıktı semâya.



"Yehûdâ"yı, "Îsâ"ya benzetti Allah o an.

Onu, Îsâ Peygamber sandılar bu bakımdan.



Derhâl yakaladılar üstüne yürüyerek.

Ve öldürüp astılar, onu "Îsâ" diyerek.



Ve lâkin bir husûsu hayli merak ettiler.

Hattâ bu güne kadar, bunu çözemediler.



Dediler: (Îsâ buysa, nerye gitti Yehûdâ?

Yehûdâ buysa eğer, o zaman nerde Îsâ?)



Halbuki o sırada, "Îsâ"yı cenâbı Hak,

Cibrîl'le, gökyüzüne çekti "diri" olarak.



"Otuz üç" yaşındaydı göke çıktığı anda.

İnecek yeryüzüne yine âhir zamanda.



Göke çıkarıldıktan, az müddet sonra yine,

Meleklerle inerek, göründü annesine.



Buyurdu: (Anneciğim, ben ölmedim, işte bak.

Oğlunu, gökyüzüne çıkardı cenâbı Hak.



O hâin Yehûdâ'yı, bana benzetip onlar,

Onu, benim yerime öldürüp de astılar.



Şeytândan sakının ki, dünyâyı süsler size.

Rabbimizin rahmeti olsun üzerinize.)



Dört büyük melek ile gelen "Îsâ Peygamber",

Yine göke yükseldi meleklerle berâber.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
HAZÎNE NE İMİŞ?



"Îsâ aleyhisselâm" bir yerden geçiyordu.

Bir kabrin başucunda ağlıyan "kadın" gördü.



Niçin ağladığını sorunca o kadına,

Dedi: (Kızım öldü de, ağlarım şimdi buna.



Rabbime söz verdim ki, "Buradan gitmiyeyim.

Ya bu kızım dirilsin, yâhut ben de öleyim.")



Buyurdu ki: (Kızını görürsen eğer şu an,

Ayrılıp gider misin mezârının başından?)



Kadın "Evet" deyince, kalkıp namâz kıldı ve,

Rabbine duâ edip, yaklaştı o kabire.



Seslendi: (Ey kızcağız, Rahmân ve Rahîm olan,

Allahın izni ile, diril kalk mezârından.)



Kabir birden yarılıp, çıktı o kız dışarı.

Lâkin beyazlaşmıştı saç, kirpik ve kaşları.



Dedi: (Ben zannettim ki, kıyâmet koptu şu an.

Beyazlaştı saçlarım bu dehşet ve korkudan.



Anneciğim ne olur, merhamet et de bana,

Ölümü, iki defâ tattırma evlâdına.)



Bunları söyliyerek, vefât etti tekrârdan.

Kadın sözünde durup, ayrıldı o mezârdan.



Bir gün de "Îsâ Nebî", havârîleri ile,

Seyâhat ederlerken vardılar bir şehire.



Buyurdu: (Bu şehirde, "Hazîne" vardır ki bir,

İçinizden hanginiz onu bulup getirir?)



Dediler ki: (Burası, bir yerdir ki acâyip,

Derhâl öldürüyorlar kim gelse yolcu, garip.)



(Ben gideyim) buyurup, Îsâ aleyhisselâm,

Bir hânenin önünde durdu ve verdi selâm.



Bir yiğit delikanlı, çıkarak karşısına,

Dedi: (Burya girmene kim izin verdi sana?)



Buyurdu: (Misâfir et beni sen, söz vereyim.

Hükümdârın kızıyla seni evlendireyim.)



Delikanlı düşündü: "Bu iş olmaz hayâtta".

Dedi: (Sen ya delisin, Îsâ'sın veyâhut da.)



Îsâ aleyhisselâm çıkarmadı sesini.

Ve hemen hükümdâra gönderdi kendisini.



Buyurdu ki: (Git iste, lâkin "Olmaz" diyecek.

Senden, çuval dolusu "Mücevher" isteyecek.



Sen onun teklîfini kabûl eyle ve de ki:

"Hepsini getiririm, ver kızını yeter ki.")



O gidip, hükümdârın kızını istedi ve,

Bu teklîfi alarak, döndü ve geldi eve.



Îsâ aleyhisselâm bir "Mûcize" eseri,

Verdi çuval dolusu inci mücevherleri.



Genç, bunları götürüp, aldı onun kızını.

Gelip Îsâ Nebî'ye sordu şunun sırrını.



Dedi ki: (Ey Rûhullah, sen bu mertebedesin.

Lâkin niçin bu kadar fakîrlik üzeresin?)



Buyurdu: (Ben Rabbimi koymuşum ki kalbime,

Bu yalancı dünyânın malı mülkü neyime?



Beni öyle sarmış ki Rabbimin muhabbeti,

Yanında, bu dünyânın nedir ehemmiyyeti?)



O genç vedâ ederek evine ve eşine,

Bir şevk ve iştiyâkla düştü onun peşine.



Havârîler, merakla geçirmişken geceyi,

"Îsâ Nebî" gelerek, takdîm etti o genci.



Buyurdu: (Hazîne'den bahsetmiştim gidişte.

O hazîne bu idi, getirdim onu işte.)
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
SÂM bin NÛH'UN DİRİLMESİ



Bir gün Îsâ Nebî'ye gelerek havârîler,

Dediler: (Ey Rûhullah, gönlümüz şunu diler.



Nûh'un gemisindeki insanlardan bir kimse,

Dirilip, o gemiden mâlûmât verse bize.)



Îsâ aleyhisselâm biraz ileri vardı.

Bir duvarın dibinden, bir avuç "Toprak" aldı.



Buyurdu ki: (Bu toprak, Nûh'un evlâdı olan,

Sâm'ın toprağıdır ki, dinleyin bunu ondan.)



Duâ edip, o yere vurarak asâsıyle,

Buyurdu ki: (Diril kalk, Hakk'ın müsâdesiyle.)



Birden bire orası, yarılıp açılarak,

Çıktı o, saçlarından toprakları saçarak.



Ve lâkin çok ihtiyâr, çökmüş görünüyordu.

Saçı başı ağarmış ve bitkin duruyordu.



Îsâ Nebî sordu ki: (Vefât eylediğinde,

Yine bu hâlde miydin kabire girdiğinde?)



Dedi: (Hayır, "Genç" idim, şimdi ihtiyârladım.

Zîrâ senin sesinle, "Kıyâmet koptu" sandım.



Kıyâmetin şiddet ve dehşeti, beni öyle,

Korkuttu ki, bir anda "Kocadım" işte böyle.)



Buyurdu ki: (Geminin hâlinden söyle biraz.)

Dedi ki: (Ey Rûhullah, pekâlâ, edeyim arz.



Onun boyu altıyüz, eni üçyüz metreydi.

Birbirinden müstakil ve üç kat üzereydi.



Birisinde hayvanlar, birinde vardı kuşlar.

Üçüncü katta ise, vardı yalnız insanlar.)



Buyurdu ki: (Dön şimdi yine eski hâline.)

O, tekrâr vefât edip giriverdi kabrine.



Bir gün de "Îsâ Nebî" bir yere gidiyordu.

Gördüğü insanlara nasîhat ediyordu.



Yemenli insanlara rastladı en nihâyet.

Konuşup, onları da dînine etti dâvet.



Onlar, Îsâ Nebî'den mûcize istediler.

(Bir ölüyü diriltip, bize göster) dediler.



(Âd oğlu Şeddâd diye bir hükümdârın kabri,

Şu tepe üstündedir, diriltsen onu bâri.)



Îsâ aleyhisselâm duâ etti ve hemen,

Dirilip kalktı "Şeddâd", o karşıki tepeden.



Seslendi: (Ey insanlar, ben bir hükümdâr idim.

"Bin sene" ömür sürüp, "Bin kız" ile evlendim.



Vardı emrim altında, "Bin kumandân", "bin vâli".

"Bin" ayrı kasabanın mâlikiydim hem dahî.



Bir ordum var idi ki, yoktu öyle savaşan.

Onunla, çok düşmanı etmişimdir perîşân.



Bu mülk ve saltanatım öyle idi ki hattâ,

Pek az hükümdârlara nasîb olur hayâtta.



Lâkin şimdi anladım, hepsi "Hiç"miş bunların.

Sakın siz, benim gibi dünyâya aldanmayın.



Bu kadar dünyâlığım, servetim varken, yine,

Sonunda ben de ölüp, girdim kabir içine.



Bâri siz, başınıza alın da aklınızı,

Boş yere harcamayın ömr-ü hayâtınızı.



Bu "Ölüm", var muhakkak ve gelecek herkese.

Dünyâda ebediyyen kalmıyacak hiç kimse.



Allaha ibâdete sarılın ki şimdi siz,

Yoksa, siz de ölünce pişmânlık çekersiniz.)



İnsanlar onu görüp, duymuşlardı bu sesi.

Hiç îtirâz etmeden, îmâna geldi hepsi.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
SİZİN GİBİ İNSANIM



Petrus, Îsâ Nebî'ye, (Sen Allahın oğlusun.)

Deyince, gadaplandı bu sözüne Petrus'un.



Onu azarlıyarak buyurdu: (Git yanımdan.

Çünkü senin bu sözün hem iftirâ, hem yalan.



Sen benden uzak dur ki, çirkin düşünüyorsun.

Ve bana bir fenâlık yapmayı istiyorsun.)



Sonra da buyurdu ki dönüp havârîlere:

(Çok çok yazıklar olsun böyle söyliyenlere.



Bu kişiler hakkında, Rabbimiz bana zîrâ,

Şöyle emir verdi ki, "Lânet eyle onlara!"



Ey insanlar, ben dahî halk olundum "Toprak"tan.

Ben dahî her kul gibi, uzağım yaratmaktan.



Ayrıca eğer bir kul, işlerse hatâ, günâh,

Onu ben affedemem, affeder ancak Allah.



Şeytân, benim hakkımda, "O Allahtır" diyecek.

Bu çirkin yalanıyla sizi ifsâd edecek.



Siz sakın aldanmayın onun bu hiylesine.

Yoksa çarpılırsınız Allahın lânetine.)



Ve yine buyurdu ki: (O gelecek Resûl'ün,

Yolunu hazırlamak üzere geldim bu gün.



O Resûl, benden sonra dünyâya gelecektir.

Onun doğduğu gece, putlar devrilecektir.



O gün benim "İncîl"im, tahrîf olmuş olacak.

Ve gerçek inananlar "Yirmi kişi" kalacak.)



Bir gün de buyurdu ki: (Dünyânın beklediği,

Ve "İbrâhîm Nebî"nin onu müjdelediği,



O "Mesîh" ben değilim, O, sonra gelecektir.

O gelince, insanlar huzûra erecektir.



Lâkin dikkat ediniz, o gelinceye kadar,

Çıkabilir yalandan bu dâvâda olanlar.)



Havârîler dedi ki: (O gelecek Mesîh'in,

Hakkında, bize biraz mâlûmât verir misin?)



Buyurdu: (Ondan önce, insanlar bozulur hep.

Bu dünyâ, küfür ile dolu olur lebâleb.



O zaman Hak teâlâ acıyıp insanlara,

Bu hakîkî "Mesîh"i gönderecek dünyâya.



Onun başı üstünde, dâim bulut bulunur.

Sâyesinde insanlar, bulur râhat ve huzûr.



Bana, "Allah" veyâhut "Allahın oğlu" diyen,

Kimselerden, intikâm alır mütemâdiyen.



O, güneyden gelir ve kavuşur çok nîmete.

Halkı putperestlikten çağırır hidâyete.)



Dediler: (Söyleyiniz bize Onun ismini.

Ve biz nasıl biliriz teşrîf eylediğini?)



Buyurdu: (Onun ismi "Ahmed"dir kardeşlerim.

Onun geleceğini şimdiden müjdelerim.



Yarattığı vakitte Allah Onun "Nûr"unu,

Ona bu ismi verip, çok senâ etti Onu.



Buyurdu: "Ey Resûlüm, ne varsa yer ve gökte,

Hepsini, senin için halk eyledim elbette.



Seni yaratmasaydım, yaratmazdım bir şeyi.

Senin için halk ettim yeri, Arş'ı, Kürsî'yi."



Ondan önce, insanlar taparken hep putlara,

Hak teâlâ "Ahmed"i irsâl eder onlara.



Dünyâ zulmette iken, teşrîf eder o "Ahmed".

Saçılır insanlara ilâhî nûr ve rahmet.)



Bunu duyan insanlar, başladı bağırmaya:

(Ey Ahmed, acele gel dünyayı kurtarmaya!)
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
YERYÜZÜNE İNMESİ



"Îsâ aleyhisselâm", yaklaşınca kıyâmet,

Semâdan yer yüzüne inecek bir gün elbet.



Bu bâbta buyurdu ki ol Hüdânın Habîbi:

(Kıyâmet yaklaşınca inecek "Îsâ Nebî".



Hâlen Şam'da bulunan "Mescid-i Emevî"ye,

İner iki melekle, hem de "Ak minâre"ye.



"Hazreti Mehdî" iken mescidde o gün imâm,

Teşrîf eder içeri Îsâ aleyhisselâm.



(Ey Rûhullah geç öne, sen imâm ol) der, fakat,

Buyurur ki: (Sen kıldır, ben olayım cemâat.)



Ve hazreti Mehdî'ye uyup kılar namâzı.

Sonra, müslümânlarla çıkar o gün dışarı.



"Deccâl"i arıyarak, bulur "Lud kapısı"nda.

Arkasından yetişir ve öldürür ânında.



Orta boylu idi ki o "Îsâ ibni Meryem",

Teni, kırmızı ile karışık beyazdır hem.



Hem saçları "Düz" olup, hiç kıvırcık değildir.

Yaş olmadığı hâlde, saçı "Islak" gibidir.



Başını eğdiğinde, sular damlar ve düşer.

Kaldırsa, inci gibi yuvarlanır gümüşler.



İki "Asâ"sı vardır, kırar haç'ı, salîbi.

Domuzu öldürür ve bâtıl kılar cizyeyi.



Zamanında, müslümân olmıyan varsa millet,

Onun dâveti ile, olur ehli hidâyet.



Ondan evvel, "zulüm"le dolmuş iken bu dünyâ,

O gelince, "adâlet" yayılır dört bir yana.



Develerle inekler, aslan ve kaplan ile,

Gezer de, hiçbir zarar görmezler zerre bile.



"Kurtlar" ile birlikte otlar hem de "kuzular".

Çocuklar, "yılanlar"la oynar da gelmez zarar.



Son bulur zamanında, kin, haset ve düşmanlık.

Hiç kimse, diğerine kötülük yapmaz artık.



Onun "Nefes kokusu" bir yere gelse eğer,

Oldukları yerlerde, ölür cümle kâfirler.



Hattâ onun nefesi, sür'atlidir ki öyle,

Vâsıl olur güzünün görebildiği yere.



Sonra "Ye'cüc" ve "Me'cüc" yayılır her taraftan.

Ve bir vahiy gelir ki Allahü teâlâdan:



(Kimsenin eli varmaz öldürmeye onları.

Tûr'a götür ve koru hâlis müslümânları.)



Bu kavim, yassı yüzlü, büyük kulaklıdırlar.

Gözleri küçük olup ve kısa boyludurlar.



"Bin"er çocuğu olur her birinin onların.

Ve el'an arkasında dururlar bir duvarın.



Sed ardından çıkınca, etrâfa saldırırlar.

İnsanlar, şerlerinden hep kaçıp saklanırlar.



Hayvanları yiyerek, bitirirler onları.

Ve içip kuruturlar nehir, göl ve suları.



"Îsâ Nebî" el açıp, Rabbine eder duâ.

Bir anda hepsi ölüp, leş ile dolar dünyâ.



Gönderir Hak teâlâ dünyâya bâzı kuşlar.

Onların leşlerini başka yere taşırlar.



Mü'minler, Tûr dağından inerler yer yüzüne.

Bir "Bereket" ve "Bolluk" saçılır üstlerine.



Zîrâ öyle bir yağmur yağar ki hep o günü,

Toprak, "Bire yediyüz" çıkartır mahsûlünü.



"Îsâ aleyhisselâm" vefât eder sonunda.

Hücre-i seâdete defni olur onun da.
 
Üst Alt