KUDÜS'TEN HİCRETİ
"Cebrâil" bu müjdeyi ona verdi ve hemen,
Yakasına üfürüp, çıkıp gitti o yerden.
"Meryem", Hak teâlânın emri ve kudretiyle,
Hâmil oldu "hazreti Îsâ"ya böylelikle.
Bir anne namzedinde görülen hâller, aynen,
Görüldü onda dahî o andan îtibâren.
Onbeş yaşında idi, bu vâki olduğunda.
"Yûsüf-i Neccâr" ile nişânlıydı o anda.
"Meryem"in bu hâlini, daha önce herkesten,
Nişânlısı farkedip, çok şaşırdı hayretten.
Zîrâ kat'î olarak bilirdi ki o dahî,
Dünyâda, ondan daha "İffetli" yoktu biri.
Günâh işlemesine ihtimâl vermiyordu.
Lâkin bu hâlini de îzâh edemiyordu.
Bu endîşe, gitgide çok büyüdü içinde.
Aklı gidecek hâle geldi netîcesinde.
En son dayanamayıp, bularak bir yolunu,
Ve "hazreti Meryem"e suâl etti o bunu.
Dedi: (Sende, annelik hâlleri görüyorum.
Lâkin bu nasıl oldu, aslâ çözemiyorum.
Ey Meryem, söyler misin bana sen şunu yalnız,
Çocuk gelebilir mi dünyâya hiç babasız?)
Cevâbında dedi ki: (Elbette gelebilir.
Zîrâ cenâb-ı Allah külli şeye kâdirdir.
Bilmez misin hazreti Âdem'le Havvâ'yı da,
Anasız ve babasız yarattı Hak teâlâ.)
O bunu işitince, oldu teskîn ve râhat.
Onun temizliğine getirdi tam kanâat.
Ve lâkin yehûdîler, başladı bu sefer de.
Bunun dedikodusu yapılırdı her yerde.
Hiç akla gelmiyecek, ağza alınmıyacak,
İftirâlar ettiler, sabrederdi o ancak.
O "hazreti Meryem" ki, iffet ile hayâ'nın,
Zirvesinde bulunan çok şerefli bir hanım.
Hakkında söylenenler, üzdü onu be gâyet.
Başka yere hicreti düşündü en nihâyet.
Kudüs'ün güneyinde ve bir dağın ardında,
Bir kasaba vardı ki, hem "Beyt-i Lahm" adında,
Tenhâ ve sâkin olup, tam aradığı yerdi.
Kudüs'ten ayrılarak, buraya hicret etti.
Gözden uzak bu yere geldiyse de o fakat,
Mâlesef olamadı yine teskîn ve râhat.
Hakkında söylenilen o dedikoduları,
Düşündükçe, artardı dert ve sıkıntıları.
Lâkin biliyordu ki, bu üzüntü ve dertler,
Allahın takdîriyle vukûa gelmekteler.
Çâresizlik içinde, "Sabr"a bel bağlıyordu.
Çoğu gün, üzüntüyle oturup ağlıyordu.
Bir gün geziniyorken o yerin bahçesinde,
"Doğum" alâmetleri belirdi kendisinde.
Yakınında vardı bir kuru "Hurma ağacı".
Oraya vardığında, arttı ağrı ve acı.
Mecbûren bu ağaca gelip yaslanıverdi.
Çok büyük bir sıkıntı ve darlık içindeydi.
Dedi ki: (Ne olaydı, dünyâya gelmiyeydim.
Ve keşke öleydim de, bunları görmiyeydim.)
O, ağaca yaslanmış, söylenirken böyle tam,
Teşrîf etti dünyâya "Îsâ aleyhisselâm".
"Cebrâil" bu müjdeyi ona verdi ve hemen,
Yakasına üfürüp, çıkıp gitti o yerden.
"Meryem", Hak teâlânın emri ve kudretiyle,
Hâmil oldu "hazreti Îsâ"ya böylelikle.
Bir anne namzedinde görülen hâller, aynen,
Görüldü onda dahî o andan îtibâren.
Onbeş yaşında idi, bu vâki olduğunda.
"Yûsüf-i Neccâr" ile nişânlıydı o anda.
"Meryem"in bu hâlini, daha önce herkesten,
Nişânlısı farkedip, çok şaşırdı hayretten.
Zîrâ kat'î olarak bilirdi ki o dahî,
Dünyâda, ondan daha "İffetli" yoktu biri.
Günâh işlemesine ihtimâl vermiyordu.
Lâkin bu hâlini de îzâh edemiyordu.
Bu endîşe, gitgide çok büyüdü içinde.
Aklı gidecek hâle geldi netîcesinde.
En son dayanamayıp, bularak bir yolunu,
Ve "hazreti Meryem"e suâl etti o bunu.
Dedi: (Sende, annelik hâlleri görüyorum.
Lâkin bu nasıl oldu, aslâ çözemiyorum.
Ey Meryem, söyler misin bana sen şunu yalnız,
Çocuk gelebilir mi dünyâya hiç babasız?)
Cevâbında dedi ki: (Elbette gelebilir.
Zîrâ cenâb-ı Allah külli şeye kâdirdir.
Bilmez misin hazreti Âdem'le Havvâ'yı da,
Anasız ve babasız yarattı Hak teâlâ.)
O bunu işitince, oldu teskîn ve râhat.
Onun temizliğine getirdi tam kanâat.
Ve lâkin yehûdîler, başladı bu sefer de.
Bunun dedikodusu yapılırdı her yerde.
Hiç akla gelmiyecek, ağza alınmıyacak,
İftirâlar ettiler, sabrederdi o ancak.
O "hazreti Meryem" ki, iffet ile hayâ'nın,
Zirvesinde bulunan çok şerefli bir hanım.
Hakkında söylenenler, üzdü onu be gâyet.
Başka yere hicreti düşündü en nihâyet.
Kudüs'ün güneyinde ve bir dağın ardında,
Bir kasaba vardı ki, hem "Beyt-i Lahm" adında,
Tenhâ ve sâkin olup, tam aradığı yerdi.
Kudüs'ten ayrılarak, buraya hicret etti.
Gözden uzak bu yere geldiyse de o fakat,
Mâlesef olamadı yine teskîn ve râhat.
Hakkında söylenilen o dedikoduları,
Düşündükçe, artardı dert ve sıkıntıları.
Lâkin biliyordu ki, bu üzüntü ve dertler,
Allahın takdîriyle vukûa gelmekteler.
Çâresizlik içinde, "Sabr"a bel bağlıyordu.
Çoğu gün, üzüntüyle oturup ağlıyordu.
Bir gün geziniyorken o yerin bahçesinde,
"Doğum" alâmetleri belirdi kendisinde.
Yakınında vardı bir kuru "Hurma ağacı".
Oraya vardığında, arttı ağrı ve acı.
Mecbûren bu ağaca gelip yaslanıverdi.
Çok büyük bir sıkıntı ve darlık içindeydi.
Dedi ki: (Ne olaydı, dünyâya gelmiyeydim.
Ve keşke öleydim de, bunları görmiyeydim.)
O, ağaca yaslanmış, söylenirken böyle tam,
Teşrîf etti dünyâya "Îsâ aleyhisselâm".