Duha Kardeşimin
iddia edilen hususa çok dikkat etmek lazım
cümlesi ile başlayayım.
İddia edilen konu Resul ve nebi arasındaki fark ? Neden bunu merak ediyoruz ? bu merakın sebebi nedir?
klâsik anlayışa göre, ikisi arasında şöyle bir fark olduğu belirtilir: Rasul,
kendisine kitap ve şeriat gönderilen peygambere denir.
Nebi ise, kendisine kitap ve şeriat gönderilmeyip, kendisinden önceki rasulün kitap ve şeriatını insanlara tebliğ eden peygambere denir.
O halde her rasûl aynı zamanda nebîdir, ama her nebî rasûl değildir.
Çağımızda bazı yalancı peygamberler ve onları savunanlar da bu farkları tersine çevirirler.
Modern mütenebbiler, sahte peygamberliklerinin dine ters düşmediğini güya kanıtlamak için, nebî ile rasül kavramı arasında olduğunu kabul ettikleri farktan yola çıkarlar.
Nebî, kitap verilenlere;
rasül ise, bu mesajı taşıyanlara verilen ad olduğunu ileri sürerler.
Hindistan'da Sör Seyyit Ahmet'in başını çektiği modernist akım, bunu iddia eder.
Bunlara göre, her nebî aynı zamanda rasüldür; fakat her rasül nebî değildir.
Nebî, hem kendinden önceki kitapları doğrulayıcı, hem de aldığı yeni kitabı insanlara ulaştırıcıdır.
Her kitap verilen nebî bir elçidir/rasüldür;
fakat her elçiye/rasüle kitap verilmemiştir.
Kur'an'dan uydurma deliller bulmaya çalışan bu sahtekârlar, Peygamberimiz (s.a.s.)'in "hâtemu'l enbiyâ/nebîlerin sonuncusu" (33/Ahzâb, 40) olduğunu kesin biçimde ifade edildiğini görüp bir teville bunu çürütemedikleri için, sahte peygamberlerini, nebî değil de rasül olarak isimlendirirler.
Nebî ve rasülle ilgili geleneksel yanlışı tersinden başka bir yanlışla sürdüren bu kimseler, yalancı peygamberlik kurumunu yeniden işletmeye çalışırlar.
Halbuki Kur'an, nebî ile rasül arasında bir fark gözetmiyor.
Kur'an'a Göre Nebî ile Rasül Arasında Fark Yoktur.
Nebî, peygamberlerin haber alma, vahiy alma vasıflarına,
rasül ise, alınan mesajın elçiliğini yapma, aktarma vasıflarına işaret etmektedir.
Tıpkı adâletli davranmayı ve takvâlı olmayı şahsında birleştiren mü'min gibi. Yani nasıl bir mü'minin aynı anda âdil ve muttakî olması, çelişki arzetmiyorsa, bir peygamberin de aynı anda nebî ve rasül olması da tenâkuz teşkil etmez.
Nebî ile rasül arasındaki fark, sadece kelime anlamları itibariyledir. Yoksa, şeriat alıp almaması, kitap alıp almaması açısından aralarında anlam farkı yoktur.
Geleneksel bazı iddialara göre, Hz. İsmail gibi peygamberler sadece nebîdir; kendilerinden önceki rasülü tekrar ederler. Oysa Kur'an, Hz. İsmail için, hem rasül, hem de nebî sıfatlarını kullanmaktadır:
19 / MERYEM - 54 : Vezkur fîl kitâbi ismâîle innehu kâne sâdıkal va’di ve kâne resûlen nebiyyâ(nebiyyen).
Ve Kitap'ta İsmail (A.S)'ı (da) zikret. Çünkü O, vaadine sadıktı ve O, Nebî Resûl'dü.
Hz. Hârun için de Kur'an, Hz. Mûsâ ile beraber her ikisine rasül demektedir:
26 / ŞUARA - 16 : Fe’tiyâ fir’avne fe kûlâ innâ resûlu rabbil âlemîn(âlemîne).
Haydi, firavuna (ikiniz) gidin ve böylece ona: “Muhakkak ki biz, âlemlerin Rabbinin resûlleriyiz.” deyin.
(26/Şuarâ, 16)
Geleneksel görüşün nebî'yi önceki kitabın ve rasülün mukallidi durumuna indirgemesi çok yanlıştır.
Çünkü birçok âyette nebî kavramına kitap nispet edilmiştir.
"Allah, nebîlerden şöyle söz almıştı: 'Bakın, size kitap ve hikmet verdim, şimdi yanınızda bulunanı doğrulayıcı bir rasûl geldiğinde, ona mutlaka yardım edeceksiniz; bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?' demişti. Kabul ettik dediler. O halde şâhit olun, Ben de sizinle beraber şâhit olanlardanım dedi."
(3/Âl-i İmrân, 81)
Bu âyetten kesin olarak anlaşılmaktadır ki,
nebî, kitap ve şeriat olmayan biri değildir.
Yine Kur'an'da kendilerine kitap verildiği muhkem olarak Kur'an'da anlatılan peygamberleri nebî olarak vasfetmektedir. "Nebîlerden söz almıştık. Senden, Nuh'tan, İbrâhim'den, Mûsâ'dan, Meryem oğlu İsâ'dan sağlam bir söz (misak) almışızdır."
(33/Ahzâb, 7).
Dolayısıyla Kur'an, nebî ile rasül arasında kitap alıp almamak açısından bir ayrım yapmamaktadır.
Kur'an, bazı nebîlere kitap verildiğini belirttiği gibi, rasüllere de kitap verildiğini açıklar: "Andolsun Biz rasüllerimizi açık delillerle gönderdik. Ve onlarla beraber Kitab'ı, mizan'ı/nizâmı indirdik ki, insanlar adâleti yerine getirsinler."
(57/Hadîd, 25)
Görüldüğü gibi âyet-i kerimede rasül kavramına kitap nispet edilmiştir.
Bu da gösteriyor ki, Kur'an, nebî ile rasül arasında kavramsal fark gözetmemektedir.
Fakat peygamberlerin genel Kur'anî tanımı nebîdir; rasül, gönderilmekle (irsâl) ve tebliğle, görevin icrâsıyla ilgili bir kavramdır.
Kur'an, Hz. İsmail, Hz. Mûsâ ve Hz. Muhammed (s.a.s.)'e aynı âyetlerde hem nebî, hem rasül demektedir
(19/Meryem, 54, 51; 7/A'râf, 157; 33/Ahzâb, 40).
Hâtemiyetin (son nebî olmanın) sadece nebîlik için söz konusu olduğunu, rasüllük için söz konusu olmadığını iddia etmek, hastalıklı kalplere sahip olanların bir tahrif çabasından ibarettir. Kur'an nebî ile rasül arasında bir ayrım gözetmediği gibi, şu peygamberler nebî; şunlar da rasüldür diye Kur’an’ın bir beyanı da yoktur.
Nebî, genellikle peygamberlerin haber alma, vahiy alma yönünü, rasül ise genellikle, alınan vahyin elçiliğini yapma yönünü ifade eden kavramlardır.
Her peygamber vahiy almıştır (nebî); ve aldığı vahyi tebliğ etmiştir (rasül). Bu iki vasfı bünyesinde bulundurmayan birine de peygamber denemez.
Yani kalbine indirilen vahyin elçiliğini (rasüllüğünü), insanlara iletimini üstlenmeyen birine nebî denemeyeceği gibi, vahiy almayan (nebî olmayan) birine de rasül denemez.
Hz. Muhammed (s.a.s.)'den sonra bir insan, kavramsal anlamda ister rasül olduğunu, isterse nebî olduğunu iddia etsin, yalancı peygamberdir, müseylimetü'l kezzâbtır.
Çünkü nebî de rasül de ıstılâhî açıdan peygamberliğe delâlet etmektedir. Her nebî rasüldür; her rasül de nebîdir.