Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır

tahsiye72

New member
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
52
..

..

Öyleyse Allah’ın Resûl’ünden bize kalan en büyük miras, Kur’ân-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in Kur’ân-ı Kerim’i hayatına tatbik etme şeklinin İslâm kaynaklarındaki adı olan “sünnet”tir. Sünnetin, bir hadîsler bölümü, bir Resûlullah’ın fiili olarak yaşadığı, gerçekleştirdiği amel bölümü, bir de Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in yanında gerçekleşip de karşı çıkmadığı sükût ettiği, ikrar ettiği bölümü vardır. Resûlullah’ın sünneti bu üç bölümde oluşuyor. Allah’a hamdeder, şükrederiz ki, bizler en güzel biçimde sünnetten faydalanabiliyoruz. Zira, zaman içerisinde bu hadîslerin içerisine mevzu hadîsler karışmıştır. Özellikle İbni Ebul Avce: “Ben tek başıma 2000 hadîs uydurdum.” diyor. Bu uydurulan hadîslerin aslî hadîslerle karışması, insanları ihtilâfa götürüyor. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, “Riyazet-ül Sâlihîn”in önsözünde vaaz ettiği bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurmuşlardır:
“Birgün benim hadîslerim tartışma konusu olacak. Tartışma konusu olduğu günlerde Kur’ân-ı Kerim’e bakınız.”
Muaz Bin Cebel, O’nun döneminde yaşayan, irşada ulaşan ve Resûlullah’ın söylediği hadîsleri taptaze, dipdiri olarak kafasında bulundurabilen birisi. Henüz Peygamber Efendimiz’den sonra çok zaman geçmiş değil. Bu sebeple, sözlerin değişmesi, saptırılması henüz söz konusu değil. Bu sebeple hak sahiplerine gerçekleri hiçbir şey katmadan olduğu gibi ulaştırma imkânına sahip. Ama aradan geçen seneler, hatta asırlar sonra, hadîslerin gerçek olmama ihtimali giderek çoğalır. Çünkü geçen zaman, bir kısmının aşınmasına sebebiyet verecektir. Zaman devreye girince beşerî vasıflardan bir tanesi olan unutkanlık devreye girecektir. Unutmak, “nesiye” kökünden gelmektedir. O halde insan bu vasıfla mücehhez! İnsan bir mesajı olduğu gibi aslî kaynaktan alıp karşı tarafa ulaştıramayabilir ama Kur’ân-ı Kerim için böyle bir tehlike yoktur. Çünkü; Kur’ân-ı Kerim’i Allahû Tealâ koruyor. Allahû Tealâ, Fussilet Suresinin 42. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:
41/FUSSİLET-42: “Lâ ye’tîhil bâtılu min beyni yedeyhi ve lâ min halfih(i), tenzîlun min hakîmin hamîd(in).”
Ne önünden, ne arkasından asla bâtıl arız olamaz. Hikmet sahibi ve Hamîd olan (Allah)’tan inmiştir.Bu Kitab’ın bir tek harfi bile değişmemiştir ama sünnetlerde, hadîslerde birtakım ihtilaflar vardır ve hadîslerin içerisine mevzu hadîsler karışmıştır.
“Bulamazsan neyle hükmedeceksin?” deyince Muaz Bin Cebel’in, “reyimle” dediğini görüyoruz ki bu en çok yanlış anlaşılan konudur. “Ben neden aklımla Kur’ân-ı Kerim’i öğrenmeyeyim! Ben neden aklımla İslâm’ı yaşamayayım!” diyenler var. Halbuki “Ben, reyimle amel edeceğim.” diyen zat ile “Ben, neden aklımla İslâm’ı yaşayamayayım?” diyen Nefs-i Emmare’deki insanı Kur’ân-ı Kerim’e göre karşılaştırırsak, 27 basamaklık bir dizayn farkının olduğunu görürüz. Nefs-i Emmare’de olan bir insan, kendisini Muaz Bin Cebel’in yerine koyuyor.
Muaz Bin Cebel, herşeyden evvel, Resûlullah’ın sahâbesidir. Muaz Bin Cebel, Resûlullah’ın şefaatiyle o gün İslâm’ı yaşayan, İslâmî savaşlarda yer alan, fizik bedenini Allah için harcayabilen ve ruhunu Allah’a teslim eden bir sahâbidir. Eğer Resûlullah onu seçmişse, bu seçim Allah’ın seçimidir. O’nun hiçbir sözü kendi hevasından olmaz! O, tamamiyle Allah’ın vahyiyle hareket eden, Allah’ın tasarrufunda olan bir kişidir. Kendisine bağlı o kadar sahâbenin içerisinden Muaz Bin Cebel’i seçmişse, boşuna seçmemiştir. Muaz Bin Cebel, irşada ulaşmış, irşad etme yetkisinin sahibi kılınmıştır.
O halde bu vasıfların sahibi olan Muaz Bin Cebel: “Reyimle amel edeceğim.” dediğinde bugünkü dîni kaynaklardaki ismi ile en az müçtehitti. İçtihad yapabilen, nefsini Allah’a teslim eden birisiydi. Kendi reyi de olduğu zaman, aklını Allah’ın söylediğine tâbî kılması, mürşidine tâbî olmasıdır; Allah’ın seçimini benimsemesidir.
Öyleyse bugün akîl-bâliğ olan, Nefs-i Emmare’de olan insanların adeta Allah’ı, Kur’ân-ı Kerim’i, Resûlullah’ı sorgulamaları, kendilerini cehenneme mahkûm etmeleridir. Akıl bize Allah’ın emirlerini çürütmek için verilmedi. Allahû Tealâ, bize aklı, O’nun âyetlerini, Resûlullah’ın hadîslerini algılayalım diye verdi. Dolayısıyla niyetimiz hiçbir zaman Allah’ın âyetlerini, Resûlullah’ın tatbikatını sorgulamak değil, aklımızla Allah’ın âyetlerini, Resûlullah’ın tatbikatını anlamak olmalı. Sorgulamak ayrıdır, anlamak ayrıdır. Allah’ın dînini çürütmeye çalışmak, ibadetlerin gereksiz olduğunu ispatlamaya çalışmak, “Kutuplarda insanlar nasıl namaz kılar?” şeklindeki sorular, Allah’ı sorgulamaktır. Bu, Allah’ın âyetlerine küfretmektir. Halbuki namaz, bütün insanlara farz olduğu gibi kutuptaki insana da farzdır. “Acaba kutuptaki insanlar nereye tâbî olarak namaz kılacaklar veya hangi şartlar altında namaz kılacaklar?” şeklindeki araştırmacı bir düşünce, insanı farklı bir sonuca götürür. Bu, meseleyi anlamaya çalışmaktır. Bunlardan birisi sorgulamaktır, birisi ise meseleyi anlamaktır. Allahû Tealâ aklı, Allah’ın sistemini, Allah’ın kanunlarını ve Resûlullah’ın tatbikatını algılayalım diye, yaşayalım diye, hayatımıza tatbik edelim diye bize vermiştir.
Ne yazık ki bugün Allah’ın ve Resûl'ünün emirlerini sorgulayan, aklı peşinden giden, hevasına uyan insanlar bu birinci tatbikatın içerisinde adeta Allahû Tealâ’nın emirlerini sorgularcasına, Allah istediği kadar Kur’ân-ı Kerim’de: “Sen nefsini tezkiye edemezsin.” dese bile “Hayır, aklımla kendi nefsimi tezkiye edeceğim.” demektedirler.
Eğer Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’de; “Sen nefsini tezkiye edemezsin. Allah dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ben sizin nefsinizi bir resûl vasıtasıyla tezkiye ederim.” diyorsa, o halde biz de aklımızı resûle teslim etmek zorundayız. Aklımız mürşide tâbî olmak zorundadır. İnsanların çoğu dîni el yazması kitaplardan öğrendikleri için Allahû Tealâ’nın emirlerine muhalif olmaktadırlar. El yazması kitaplar aklın ürünüdür ve Kur’ân-ı Kerim’e ters düşmektedir. Eğer insanlar dîni Kur’ân-ı Kerim’den öğrenselerdi, o zaman el yazması kitaplara ihiyaç duymayacaklardı.
Aşağıdaki âyet-i kerimenin bu konuda bize verdiği mesaja bakalım:
2/BAKARA-78: “Ve minhum ummiyyûne lâ ya'lemunel kitâbe illâ emâniyye ve in hum illâ yezunnûn(yezunnûne).”
Onlardan bir kısmı ümmîlerdir. Onlar (Allah'ın) Kitab'ını bilmezler (tanımazlar da). Sadece emaniyyeyi (kişilerin el yazması kitaplarını) bilirler. Onlar sadece zan (ve kuruntu) içindedirler.
Burada “Kitap” denilen; Kûr’an-ı Kerim’dir. “Emaniyye” ise aklın ürünü olan el yazması kitaplardır. Çünkü; takip eden âyet-i kerime, bize bu gerçeği ifade ediyor:
 

seheryeli

New member
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
40
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Mesih onları içinde bulundukları zilletten kurtarıp bir araya getirecekti. Bu haberleri hafızalarından silmeyen Yahudiler savaşıp ülkeler fethedecek bir kral hüviyetinde, tüm dünya Yahudilerini bir araya getirip Filistin'de toplayacak olan ve onlar için kudretli bir imparatorluk kuracak olan Mesih'in gelişini beklemeye başlamışlardı. Fakat Meryem oğlu İsa Aleyhisselâm, Allah tarafından beklentilerin aksine ordu sahibi olmayan bir Mesih olarak geldiğinde Yahudiler onu kabule ve Mesih olarak tanımaya yanaşmayıp kafalarına onu öldürmeyi takmışlardı. O gün bugündür dünya Yahudileri geleceği "vadedilen Mesih"i beklemektedir. Onların literatürü bu konudaki tasavvurlarla doludur. Asırlardır Talmud'da ve haham edebiyatında tasvir edilen ümit ile beklemekte ve vaadedilen Mesih'in büyük bir askeri ve siyasi lider olacağı, Nil Nehri'yle Fırat Nehri arasındaki bölgeyi kendileri için ayıracağı ve Yahudileri dünyanın her yerinden toplayıp bu ülkede tekrar bir araya getireceği umuduyla yaşamaktadırlar. (Yahudiler bu bölgeye kendilerinin mirasçı olduğunu kabul ederler)

Şimdi, Ortadoğu'nun meselelerine bakan ve onları Rasûlullah'ın (s.a) haberlerinin arka planında inceleyebilen kimse hemen farkedecektir ki, varılan bu merhale Rasûlullah tarafından haber verilen ve Yahudilerin "vadedilen Mesih"i adı altında zuhur edecek olan büyük Deccâl'in çıkışı için gerekli tüm şartları haizdir. Müslümanlar Filistin'in büyük kesiminden sürülmüş ve burada bir Yahudi İsrail devleti kurulmuştur. Dünyanın her yerinden buraya Yahudiler getirilmiştir. A.B.D., İngiltere ve Fransa bu devleti büyük bir askeri güce dönüştürmüştür. Yahudi sermayesi bilim adamı ve uzmanları, Yahudi başkentinin kütlevi yardımıyla bu gücü geliştiriyorlar ve bu güç bölgedeki Müslüman uluslar için büyük bir tehlike haline gelmiştir. İsrail'in liderleri "Arz-ı mev'üd"a sahip olmak istediklerini hiçbir zaman gizlememişlerdir. Uzun zamandan beri açıkça basıp neşrettikleri geleceğin Yahudi imparatorluğu haritası karşı sayfada verilmiştir. Bu haritanın gösterdiği gibi, Yahudiler Suriye-Lübnan ve Ürdün'ün tamamına, Türkiye'den İskenderun ile hemen hemen bütün Irak; Mısır'dan Sina ve Delta bölgesi, Suudi Arabistan'dan ise Medine dahil Necd ve Yukarı Hicaz'ı almak istemektedirler. Bununla insan, onların muhtemel bir dünya savaşının uyandıracağı karışıklık ve kargaşadan faydalanarak bu bölgeleri istilâ etmeye çalışacaklarını açıkça anlayabiliyor. Herhalde tam bu sıralarda büyük Deccâl onların vâdedilen Mesihi olarak zuhur edecektir. Rasûlullah onun zuhuruyla ilgili haberleri vermekle kalmamış, o günlerde müthiş sıkıntılara maruz kalınacağını da bildirmiştir. Öylesine sıkıntılı ki, bir gün bir yıl gibi gelecektir o zaman. İşte bu sebebledir ki Rasûlullah (s.a), Allah'a, Deccâl'ın büyük fitnesinden yalnızca kendini değil ümmetini de koruması için yakarmıştır.

Bu Deccâl ile savaşması ve ona karşı koyması için Allah "Mesih'e benzer biri"ni (mesil-i Mesih) değil, iki bin yıl önce kabule yanaşmadıkları ve çarmıha (güyâ) germek suretiyle hal'ettiklerini sandıkları hakiki Mesih'i gönderecektir. Hakiki Mesih'in ineceği yer ise Hindistan, Afrika yahut Amerika değil, Şam (Dimaşk) olacaktır. Çünkü Şam, açılacak fiili cephenin mahalli olacaktır. (Lütfen karşı sayfadaki haritaya bakınız. Bu haritada Şam, İsrail sınırından ancak 50-60 mil olduğunu görebilirsiniz. Daha önce zikredilen hadislerden anlaşıldığına göre Deccâl 70.000 kişilik bir Yahudi ordusuyla Suriye'ye girip Şam önlerine dayanacaktır. Tam bu kritik anda Meryem oğlu İsa sabahleyin Şam'ın doğu kesimine beyaz minarenin olduğu mevkiye inecek ve namazdan sonra Deccâl'e karşı Müslümanların başına geçecektir. Deccâl (21 no.lu hadis'te geçen) Afik Geçidi'ne çekilecek ve İsa onu takip ederek altedecek ve Lud havaalanında öldürecektir. (bkz. 10, 14, 15 no.lu hadisler.) Bundan sonra Yahudiler dağılacak, Yahudi ümmetine son verilinceye kadar her bulundukları yerde öldürüleceklerdir. (bkz. 9, 15, 21 no.lu hadisler) Hıristiyanlık da İsa Aleyhisselâm'ın hakikatı beyanıyla sona erdirilecektir. (bkz. 1, 2, 4, 6 no.lu hadisler) ve bu topluluklar tek bir İslâm ümmeti haline geleceklerdir. (bkz. 6, 15, no.lu hadisler)

Hadislerden hiçbir belirsizliğe yer vermeksizin ortaya çıkan hakikat budur. Bu nazar-ı itibara alındığında ülkemizde "vadedilen Mesih" adıyla şuyû bulan söylentilerin bir aldatma ve sapıklıktan başka bir şey olmadığı konusunda hiçbir şüphe ve tereddüde mahal kalmaz.

Bu sapıklık ve sahtekârlığın en komik yanı, hadislerde dile gelen haberlerin öznesi olduğunu iddia eden şahsın, kendisinin Meryem oğlu İsa olduğunu isbat etmek için şu açıklamalara gitmesidir:

"O (yani Allah c.c) beni Bürâhin-i Ahmediyye'nin üçüncü kısmında Meryem diye isimlendirdi. Sonra Burâhin-i Ahmediyye'den belirtildiği üzere iki yıl için "Meryemlik" vasfıyla yetiştirildim... sonra... İsa'nın ruhu tıpkı Meryem'e yapıldğı gibi bana da üflendi ve mecüzî anlamda gebe kaldım, on ayı bulmadı ki, Burâhin-i Ahmediyye'nin Dördüncü kısmında geçen ilhamın hakikatiyle Meryem olmaktan çıkıp İsa oldum ve böylece Meryem'in oğlu İsa haline geldim." (Keştî-i Nûh, sh. 87, 88, 89)

HARİTA - V -

HARİTA - VI -

Yani önce Meryem olmuş, sonra kendisi vasıtasıyla gebe kalmış, sonra da kendi kendisinden Meryem oğlu İsa olarak dünyaya gelmiş. Fakat geriye, giderilmesi gerekli bir müşkil kalıyordu. Hadislere göre Meryem oğlu İsa, binlerce yıldır bilinen ve dünya haritasında adı hâlâ aynı şekilde gösterilen meşhur Şam'a inecekti. Bu pürüz de başka bir komik açıklamayla bertaraf edildi:

"Bilinsin ki Dimaşk (Şam) kelimesinin tefsiri sana Allah'tan gelen vahiyle şöyle açıklanmıştır: Dimaşk adı bu yörede bir kente verilmiştir ki, ahalisi Yezid'in karakteristik özelliklerini taşır ve pis Yezid'in mezhebini izler... Bu Kadyân kenti, ahalisinin çoğunun Yezid'in ah-lâkına sahip olması yüzünden Şam ile bir benzerlik gösterir." (Dipnot, İzale-i Evhâm, sh. 63'ten 73'e kadar.)

Oysa hâlâ çözümlenmesi gerekli zorluklar vardı. Meryem oğlu İsa, hadislere göre, beyaz bir minarenin yanına inecekti. Bu da şöyle çözüldü: Her ne kadar hadislere göre bu minarenin "Meryem oğlu İsa'nın nüzulünden öncede mevcut olması gerekiyorduysa da, bu "Mesih" geldikten sonra kendisi için bir minare inşa edecekti.

Son ve en ciddî müşkil, hadislere göre Meryem oğlu İsa'nın Deccâl'i Lud kapısında öldüreceği idi. Başlangıçta bu zorluğu gidermek için farklı şekilde açıklamalar yapıldı. Bazı kere Lud isminin Bey el-Makdis'in civarındaki bir köyün adı olduğu söylendi (İzâle-i Evhâm, Encümen-i Ahmediyye baskısı. Lahor, sh. 220) Sonra şöyle dendi: "Lud, akılsızca ağız dalaşı yapan insanlara verilen isimdir... Deccâl'in dalaşları had safhaya geldiğinde vadeedilen Mesih zuhur edecek ve akılsızca tartışmalara son verecek. (İzâle-i Evhâm, s. 730) Fakat bu da tatmin edici bulunmayınca Lud'tan Ludhiana kentinin kastedildiği ileri sürüldü. Kentin kapısında Deccâl'in öldürülmesi haberinden de, bütün fitne ve muhalefete rağmen ilk biat edilecek şahsın Mirzâ Sahib olduğu manâsı çıkarıldı. (el-Hüda, sh. 91)

Bu mesnedsiz tevilleri gören herkes, iddianın apaçık bir sahtekarlıktan başka bir şey olmadığı sonucuna varacaktır.
 

seheryeli

New member
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
40
Tepkime puanı
0
Puanları
0
önce bi okuyun sonra yorum yapın . bukadar kısa sürede okumadınız heralde
 

tahsiye72

New member
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
52
..

..

sayın seheryeli ben hikayelere kulak asmam kuran ne diyor yani ilahi koruma altında olan birtek kitapdan bahsediyoruz kuranda mehdi kavramı varmıdır vardır mesele bitmişdir

Mehdi kelimesi Kur'ân-ı Kerim'de “muhdet” kelimesiyle tarif edilmektedir. “Mehdi” veya “muhdet” kelimesi Arapça'da “hidayete ermiş”, “hidayete vesile olan” ve “hidayete erdiren” anlamında kullanılan bir kelimedir. Ve Rabbimiz tarafından Kur'ân-ı Kerim'de bu anlamda kullanılmıştır.

Bakalım Kur'ân-ı Kerim bu konuda neler söylemektedir:

1- Allah'ın Kendisine ulaştırdığı kişi mehdidir (muhteddir), hidayete ermiştir.

18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).

Ve güneşin, doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah'ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.

2- Hidayete vesile olan kavim resûlleri mehdidir (muhteddir).

36/YASİN-20: Ve câe min aksal medîneti raculun yes'â kâle yâ kavmittebiûl murselîn(murselîne).

Ve şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi. “Ey kavmim, (size) gönderilmiş olan resûllere tâbî olun!” dedi.

36/YASİN-21: İttebiû men lâ yes'elukum ecren ve hum muhtedûn(muhtedûne).

(Tebliğlerine karşılık) sizden ücret istemeyen (bu) kişilere tâbî olun. Ve onlar, hidayete ermiş olanlardır.

3- Her kavimde, bütün zaman parçalarında Allahû Tealâ'nın tayin ettiği kavim resûlleri vardır.


2/BAKARA-78: “Ve minhum ummiyyûne lâ ya'lemunel kitâbe illâ emâniyye ve in hum illâ yezunnûn(yezunnûne).”
Onlardan bir kısmı ümmîlerdir. Onlar (Allah'ın) Kitab'ını bilmezler (tanımazlar da). Sadece emaniyyeyi (kişilerin el yazması kitaplarını) bilirler. Onlar sadece zan (ve kuruntu) içindedirler.

Burada “Kitap” denilen; Kûr’an-ı Kerim’dir. “Emaniyye” ise aklın ürünü olan el yazması kitaplardır. Çünkü; takip eden âyet-i kerime, bize bu gerçeği ifade ediyor:
 

seheryeli

New member
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
40
Tepkime puanı
0
Puanları
0
[SIZE="1"]halde bu vasıfların sahibi olan Muaz Bin Cebel: “Reyimle amel edeceğim.” dediğinde bugünkü dîni kaynaklardaki ismi ile en az müçtehitti. İçtihad yapabilen, nefsini Allah’a teslim eden birisiydi. Kendi reyi de olduğu zaman, aklını Allah’ın söylediğine tâbî kılması, mürşidine tâbî olmasıdır; Allah’ın seçimini benimsemesidir. [/SIZE]muaz bin cebel , önce kur!ana bakarım bulamazsanm sünnete onda da bulamazsam kendi reyimle amel ederim demişti ama o rey'inde vahyi ölçü alıyordu
 

seheryeli

New member
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
40
Tepkime puanı
0
Puanları
0
azhap40= Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir; ancak o, Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.

akledenler için bu ayet yeterlidir .
 

tahsiye72

New member
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
52
..

..

bende size aynı şeyi öneririm yazıları okumuyorsunuz hüküm veriyorsunuz yargısız infaz gibi birşey
Iskender Ali MİHR Hazretleri hicbir zaman hicbir yerde sizin de bildiginiz gibi !!!peygamber oldugunu iddia etmedi.
Sahte peygamber diyorsunuz. Peygamber iddiasinda bulunulmadiki sahtesi olsun!
Iskender Ali MIHR Hazretleri her zaman ve her yerde sadece Kur'ani Kerimden konusur.Ayet konusur!

1) Son peygamber, yani son nebi Peygamber Efendimiz SAV’dir. Peygamber Efendimiz SAV, Ahzab Suresi 40. ayete göre nebilerin sonuncusudur.
2) Peygamber Efendimiz SAV, Ahzab Suresi 40. ayete göre nebilerin sonuncusudur. Resul kavramını güvendiğiniz arapça bilen biriyle Kur'an-ı Kerim'den tetkik ediniz! Her resulun peygamber olmadığını öğreniniz ve bu konudaki yanlış bilgilerinizi düzeltiniz! Aksi taktirde yanlış yönlendirdiğiniz insanların vebalini de yüklenirsiniz!Ancak resullerin sonuncusu değildir. Bunu da izah ettiler konferansta ama siz isitmediniz!Idrak etmediniz! Hemde ayetler vererek!!! Sizin elinizde ise 1 tane iddialarinizi destekleyecek ayet yok.
Size tekrar yazili veriyorum ayetleri:

Kur’an tefsirlerinde bugüne kadar her resul kelimesi geçen yere parantez açılıp “peygamber” yazılmıştır. “Resul, eşittir peygamber” şeklini almıştır. Bu da hepimize öğretilen bir yanlıştır. Çünkü Kur’an-ı Kerim’deki resul kavramını yansıtmamaktadır. Her resul, peygamber değildir.


Kur’an-ı Kerim, peygamber olmayan, sıradan bir haberci için bile “resul” kelimesini kullanmaktadır. Yusuf Suresi 50. ayette, Firavun’un Yusuf AS’a gönderdiği haberci ve Neml Suresi 35. ayette henüz iman etmiş olmayan Sab’a Melikesinin Hz. Süleyman’a gönderdiği elçi, Kur’an’da resul adıyla yer almıştır. Bunlar, peygamberlikle ilgisi olmayan resullerdir.


Yine Kur’an-ı Kerim, Enam Suresi 130. ayette cin-resullerden, Hac Suresi. 75. ayette melek-resullerden söz etmektedir. Bunlar da peygamber olmayan resullerdir.


Kuşkusuz Allahu Teala, Kur’an’da peygamberler, yani nebiler için de “resul” kelimesini kullanmıştır. Ancak bugün insanlardan saklanan, örtbas edilmeye çalışılan gerçek şudur ki, Allah’ın peygamber olmayan, ama her devirde, her ülkede ve her zamanda, Allah’ın kendilerine görev verdiği evliya resulleri vardır. Peygamber resullerle evliya resuller, bir başka ifade ile “nebi-resullerle” “veli-resuller” arasındaki başlıca farklar şunlardır:


1- Peygamberler arasında yüzlerce yıllık zaman farkı vardır. Ancak evliya resuller, her ülkede ve birbiri arkasından vazifeli kılınır. Müminun Suresi 44. ayet ve Bakara Suresi 87. ayette Allahu Teala “resullerimizi ardarda göndeririz”, diyor.

2- Peygamberler, İsrailoğullarının ve Arap kavminin içinden seçilmiştir. Ama evliya resuller, Fatır Suresi 24. ve Nahl Suresi 36. ayete göre, her kavimde, her ümmette ve her zaman diliminde mevcutttur.

3- Her kavimdeki bu resuller, İbrahim Suresi 4. ayete göre o kavmin lisanı ile görev yapmaktadırlar.

4- Nübüvvet, yani peygamberlik Ahzab Suresi 40. ayete göre Peygamber Efendimiz SAV ile son bulmuştur. Ama risalet, yani evliya resuller, bugüne kadar varolduğu gibi, kıyamete kadar da varolmaya devam edecektir.(Bakara 87, Müminun 44, İsra 15)



Düne kadar biz de akaide göre “resuller, kendisine kitap verilen peygamberlerdir; nebiler, kitap verilmeyen peygamberlerdir” diye biliyorduk. Halbuki Allah, Alî İmran Suresi 81. ayette sadece “nebilere” kitap verdiğini söylüyor.


“Kendini peygamber ilan ediyor”diye iftira atmak; bir fitnedir. “Her resul peygamberdir” demek, Kur’an-ı bilmemektir. Bu, bir cehalet itirafıdır. İnsanların hidayetine engel olmak için bir tuzaktır. Allah’ın nurunu ağzı ile söndürmeye çalışmaktır!!!
 

seheryeli

New member
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
40
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Allah’ın peygamber olmayan, ama her devirde, her ülkede ve her zamanda, Allah’ın kendilerine görev verdiği evliya resulleri vardı
evliya rasul değil Allah dostları vardır onun tarife DE KURAN DA MEVCUT. Onlarda Allahın dinini dosdogru kendilerinden bir şey katmadan , yeni vahiylerle değil Peygamberimize gelen vahiyle anlatırlar!!!!
 

Asya

New member
Katılım
27 Eyl 2006
Mesajlar
1,020
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
37
Konum
Ýstanbul
Bir müslüman bir tarikata,bir cemaaate,bir şeyhe bağlı olmadan da dinini yaşayabilir.Bu konuda Kur'an-ı Kerim ve peygamberimizin sünneti yeterlidir.
 

Aysegul

New member
Katılım
15 May 2006
Mesajlar
891
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
Bir müslüman bir tarikata,bir cemaaate,bir şeyhe bağlı olmadan da dinini yaşayabilir.Bu konuda Kur'an-ı Kerim ve peygamberimizin sünneti yeterlidir.

Tabiki yaşayabilir...Kimse yaşayamaz demiyorki;) ...Ama Allah kur'anda oruç tutun diyor sürekli beni zikredin diyor ayaktayken veya oturuken sürekli zikir yapın diyor nefsinizi terbiye edin haramlardan kaçın diyor...emru maruf yapın dinimizin emirlerini kardeşlerinize hatırlatın diyor..İnsan nefsini nerelerde terbiye edebilir?...Evet kur'an ve hadisler elbette müslüman olmak için yeterli...Fakat insan hayatına bu kuralları düzenli olarak yerleştirmesi için bir disipline ihtiyacı vardır...Tasavvuf taraftarı olmayan Kim düzenli olarak her gün 1000 kez Allah'ı zikrediyor?...Ben düzenli zikir yapan düzenli dini sohbetler yapan yerler olarak tasavvuf cemaatlerini görüyorum..Orada bulunan insanlar bir söz veriyor 1500 salavat getiricem diye mesela...Belirlenen güne kadar o salavatı çekiyor...Burda kime faydası var?Kendisine ....O zaman bu tür Allahı hatırlatan sevaba girmeye vesile olan yerler zararlımıdır yararlımı tasavvuf düşmanı arkadaşlara soruyorum?????
 

THE_HAFIZ

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
14 Ağu 2006
Mesajlar
319
Tepkime puanı
0
Puanları
0


Hamdolsun Yüce Rabbimize ki, Osmanlı İmparatorluğunun başlangıcından bugüne kadar devam eden ve Evrenosoğullarının her ailesinde bulunan bir soy kütüğüne sahibiz. 700 yılı aşkın bu soy kütüğünde 11inci batında soyumuza Hz. Muhammed (S.A.V)in torunu Hz. Hasan soyundan bir katılımla Şerif ünvanını alıyoruz.

bU ŞU DEMEK OLUYOR Kİ, BU ADAMLAR PEYGAMBERİMİZİN SOYUNDAN GELDİĞİNİ İDDİA EDİYORLAR, PEYGAMBERİMİZ ARAPTI, PEKİ, EVRENESOĞLU DA ARAP MIDIR YOKSA ONLAR DA MİLLİYETÇİ KARDEŞLERİMİZ GİBİ PEYFAMBERİMİZİN TÜRK OLDUĞUNA MI İNANIYORLAR..
 

seheryeli

New member
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
40
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Iskender Ali MİHR Hazretleri hicbir zaman hicbir yerde sizin de bildiginiz gibi !!!peygamber oldugunu iddia etmedi
Rasulede nebiye de vahiy gelmiştir.son rasul geldigine bir daha peygamber gelmiyecegine göre vahiy kapısıda kapanmıştır. biri ALLAH tan direk vahiy aldını söylüyorsa peygamberlik iddiasında degilde nedir?vahiy aldıgını söylüyor ama bu sakın şeytandan olmasın!!
 

tahsiye72

New member
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
52
..

..

Kur'an-ı Kerime aykırı şekilde bizlere öğretilen bir kavram da vahiy konusu.
Allah peygambelerinin dışında pek çok evliyasıyla şeriat hükmü taşımıyan konuşma yapmıştır ve yapmaktadır.
Kur'an-ı Kerimde Allah'ın peygamberlerinden başkasına vahyetmediğine dair bir ayet gösterebilirmisiniz??? Gösteremezsiniz!Ama ben size bu konu ile ilgili Kur'an ayetleri vereceğim:
Allah Peygamberlerden Başkasına Da Vahyeder.

· Şura Suresi 51. ayete göre “Allah’ın hiçbir insanla konuşması olmamıştır ancak vahy ile.”

Vahiy, Allah’ın, kişinin kalp kulağını açarak o kişi ile konuşmasıdır. Kalp kulağı herkeste vardır. Ancak kalp kulağı, kişinin Ali İmran Suresi 190- 191. ve Nisa Suresi 103. ayetlere göre daimi zikre ulaşması ve nefsin kalbinin karanlıklardan, (cehalet, cimrilik, dedikodu, fitne ve fesat, haset, hırs, isyan, iptilalar, kin ve düşmanlık, kibir, küfür, mürayilik, nankörlük, öfke ve gayz, vefasızlık, sabırsızlık, yalan, zan ve zulüm) tamamen temizlenmesi ile çalışır duruma gelir. Allah dilerse, daha önce de kişinin kalp kulağını hediye olarak açabilir.

· Nahl Suresi 68. ayete göre Allah bal arısına vahyediyor.

· Zilzal Suresi 5. ayete göre Allah yere vahyediyor.

· Maide Suresi 111. ayete göre Allah havarilere vahyetmiştir.

· Tahâ Suresi 38. ayete göre Hz. Musa’nın annesine vahyetmiştir.


· Araf Suresi 175. âyette Allahû Tealâ, peygamberlerden başkasına, bırakınız Allah’ın bir evliyasına, sonradan şeytana uyacak olan bir takım insanlara bile ayet verdiğini söylüyor. „Habibim sen o kişiden bahset ki onlara, biz ona ayetler vermiştik de, sonra o şeytana uymuş ve sapıklardan olmuştu“

Vahiy denince biz sadece Allah’ın peygamberlerine verdiği kitapları ve sayfaları anlıyoruz. Bunlar vahyin bir bölümünü, tilavet edilen vahyi, yani “vahy-i metlû”yu oluşturur. Herkesi ilgilendiren Allah’ın emir ve yasaklarını içerir.


Bir de Allah’ın kalp kulağını açtığı kişi ile olan konuşması vardır. Şura Suresi 51. ayete göre bu da vahiydir. Ancak tilavet edilmeyen vahiy, yani “vahy-i gayrimetlû”dur. Başka insanları bağlayan hükümler içermez. Allah’ın, sadece o kişi ile yaptığı konuşmadır. Allah’ın pekçok evliyası ise bu vahiyden kitaplarında şöyle bahsediyorlar:


· Abdülkadir Geylâni Hazretleri’nin “sohbetler” kitabı 578. sayfa: “Allah’ın verdiği şeylerden kopup O’na yönelen ve meleklerle ünsiyeti neticesi onların sözlerini işitmeye ve muhtelif suretlerde kendilerini görmeye başlayan kişi meleklerin sözlerine iyice alıştığı ve yüzlerini görmeye iştiyak duyduğu anda kendisi ile onlar arasında perde kaldırılır. Kalp bu safhaya geldikten sonra tekrar Allahû Tealâ onu perdeler. Kendi yakınlarının durumuna getirir. Burada ise suhuttan sonra olanlar olur. Allah onun kalbine vahyedeceğini vahyeder. Tıpkı Musa (A.S)’ın annesine vahyettiği gibi.”


Demek ki Abdülkadir Geylani Hazretleri’ne göre de Allah’ın sözlerini işitmek, emir almak sadece peygamberlere has bir olgu değildir.

· Eşref Rumi Hazretleri:

“Ol dost sultandır, ben ona kul/ Her dem yeni yeni nüzul”

(Her an Allahû Tealâ’dan inen, nüzul eden yeni şeyler)

“Andandır bu cümle usul” / “Ondandır her bahsimiz”

Görülüyor ki, Allahû Tealâ her an söylediklerini bu büyük veliye işittiriyor ve ondan inen, Allah’tan inen, nüzul eden bu sözler bir esas, usul oluşturuyor. Ve bu usul ile Eşref Rumi Hazretleri, “Divan”ını vücuda getiriyor. Yani Divan’ın esası, hep Allah’tan nüzul eden, indirilen sözler.

· Yunus Emre:

“Çalaptır (yani Allah’tır) söylettirir /Yunus bilmez kendi hal

Düşmüş idik Hak kaldırdı, birliğini bize bildirdi.”

Allah bize söylettiriyor, “Allah bize birliğini bildirdi.” Diyor.


· Ahmet Yesevi Hazretleri:

“Garip, fakir, yetimleri kıl sen şamdan / Parçalayıp aziz canın eyle kurban

Yiyecek bulsan cemil ile kıl sen ihsan / Hak’tan işitip bu sözleri dedim işte.”

Bunların hepsini Allah’tan işittiğini söylüyor Ahmet Yesevi Hazretleri.


Demek ki Allah’ın sözlerini işitmek, Allah’tan emir almak sadece peygamberlere has bir olgu değildir. Allah’ın velileri de böyle söylüyor. Kur’ân-ı Kerim de böyle söylüyor. Secde Suresi 24. ayette Allahû Tealâ, Allah’tan emir alan ve bu emirle insanları hidayete erdiren imamlardan söz ediyor.

“Onlardan, insanlardan imamlar kıldık, emrimizle (yani Allah’tan alacağı emirlerle) insanları hidayete erdirsinler diye, sabrın sahibi olmalarından ve ayetlerimize yakin hasıl etmelerinden dolayı.”


Yunus Suresi 2. ayete göre insanlara, kendi yaşadıkları zaman diliminde Allah’ın bir başkasını, kalp kulağını açarak, ona vahyederek görevlendirdiğini kabullenmek, her devirde zor gelmiştir.
“Onlardan bir adama insanları uyarması, âmenû olanları (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenleri), müjdelemesi için vahyetmemiz insanlara acaip (garip) mi geldi?”


“Resul” kavramı gibi “vahiy” kavramı da bugün, Kur’an’daki muhtevasını kaybetmiş kavramlardan bir tanesidir. “Allah peygamberlerden başkasına vahyetmez” demek, Allah’ın her devirde vazifeli kıldığı evliya resullerinin Allah’tan aldığı emir ve yetkiyi ortadan kaldırmak ve insanları hidayetten alıkoymak demektir!
 

fizikci

New member
Katılım
17 Eki 2006
Mesajlar
39
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
soyunuz Peygamber efendimize dayansa ne olur?Hatta onun kızı,oğlu,yada kardeşi olsanız ne olur?Aklınızı,kalbinizi vahyin sonsuz nuruna açmadıktan sonra,vahyi efendimiz gibi anlayıp,yaşantımıza uygulamadıktan sonra bizi kim yada ne kurtarabilirki?
Öyle olsaydı efendimizin amcası kurtulurdu!
 

umit2006

New member
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
82
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Bu adamlar firavnu,iblisi bile cehennemden kurtarırlar ( ibni arabinin kiaplarını okuyun görürsünüz firavnun ve iblisin nasıl kurtulduklarını! )
İtiraz edecekler ibni arabiyi herkes anlayamaz!Adam sanki kimse anlamasın diye şifreli yazmış da kimse anlayamaz!Adamın sapıklıklarını tevil etmek için ayetleri,hadisleri eğip bükmekten çekinmezler tasavvuf ehli!
 

tahsiye72

New member
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
52
..

..

meseleyi salt soy bakımından bakmayınız eserleri fikirleri meydandadır.
inceledinizmi? hidayetcagi.com islamgemisi.com
 
Üst Alt