Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır

ahmet yasin

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
191
Tepkime puanı
0
Puanları
0
bakın sayın tahsiye,iskender evranosoğlu şizofren olup dengesini yitirdiğinden hesap günü yaptığı işin sorumluluğundan kurtulabilir( en doğrusunu Allah bilir ) !.
Ama ya siz akıl sağlınız yerinizdeyse nasıl kurtulacaksınız?
hem bir deliye uyuyorsunuz,hemde bu delinin peygamber olduğunu ispatlamak için ayetlere olmadık anlamlar veriyorsunuz!( bazılarının yaptığı gibi! )
yani iki yöndende sorumlusunuz!!
 

Aysegul

New member
Katılım
15 May 2006
Mesajlar
891
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
bakın sayın tahsiye,iskender evranosoğlu şizofren olup dengesini yitirdiğinden hesap günü yaptığı işin sorumluluğundan kurtulabilir( en doğrusunu Allah bilir ) !.
Ama ya siz akıl sağlınız yerinizdeyse nasıl kurtulacaksınız?
hem bir deliye uyuyorsunuz,hemde bu delinin peygamber olduğunu ispatlamak için ayetlere olmadık anlamlar veriyorsunuz!( bazılarının yaptığı gibi! )
yani iki yöndende sorumlusunuz!!

Takmışsın bi İskender Evranosoğlu na almış başını gidiyorsun...Bir zamanlarda Hasam Mezarcı vardı ben mesihim diyordu:) ...Dengesiz insanları eleştirmek vakit kaybından başka bir şey değil
 

ahmet yasin

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
191
Tepkime puanı
0
Puanları
0
hele o dengesiz insanlara kalbinizde tasavvuf kardeşliğinden kaynaklanan sempati varsa!!
 

Aysegul

New member
Katılım
15 May 2006
Mesajlar
891
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
hele o dengesiz insanlara kalbinizde tasavvuf kardeşliğinden kaynaklanan sempati varsa!!

Böyle bir iddamız olduysa bahsettiğiniz o evanasoğluyla alakalı alıntı yapıp koyun...bu şekilde bi iddamız olmadı...Karşınızdakini suçlamak sizin adetiniz haline gelmiş sanırım
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Takmışsın bi İskender Evranosoğlu na almış başını gidiyorsun...Bir zamanlarda Hasam Mezarcı vardı ben mesihim diyordu:) ...Dengesiz insanları eleştirmek vakit kaybından başka bir şey değil


Bu konu başlı başına zaman kaybı,
Şeyhi olmayanın şeyhinin şeytanlığını bilmem ama,
bakın, bu basit meselede şeytan epey kendinden bahsettirmeyi başarmış..
 

tahsiye72

New member
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
52
..

..

,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
 
D

derbeder

Guest
tasavvufa karşı olanlar şunu merak ediyorum.açıklasınlar bakalım.peygamberler niye geldi? siz direkt allah _ü tealayı bulabilirdiniz o zaman dediklerinizden onlar anlaşılıyo.her zamanda allahın sevdiği kullar olmuştur olacaktır da bu zatlar dini hakkıyla yaşayıp insanları irşad edecekler.yanlız şu var onlara dil uzatmakla senin eline bir şey geçmez.bunlar nefsin oyunudur.onun için bilmediğiniz insanlar hakkında konuşmak onları tanımadan yaşantılarına bakmadan konuşmak ön yargıdır.onlar dini bu kadar iyi yaşamasalar insanlar onların çevresinde bu kadar insan olmazdı.eğer allah bir kulunu sevdiği zaman insanları onu sevdirirler bu iş yaşantı işidir.akıl bir yere kadar ölçüyü kaçırırsan nefsin şeytanın girdaplarında kaybolup gidersin.bazı şeyleri iyi ayırt etmek lazım.muhasebeyi iyi yapmak lazım.vesileler var.çoğu şey belkide herşey vesilelerle oluyo.ayrıca müslüman kimse ayrı mümin kimse ayrı(takva olarak)
 

tahsiye72

New member
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
52
..

..

Fatiha suresinde gecen "üzerlerinde nimet" bulunan kisilerin yolu ifadesindeki nimet "devrin imaminin ruhudur". Ve bu ruh basimizin üzerine bir mürside baglandigimizdan, tövbemizi gerceklestirdikten sonra ulasir. Hangi mürsid oldugu hic farketmez yeterki "Hak" bir mürsid olsun. Cünkü sonuc olarak hangi mürside baglanilirsa baglanilsin, baslarimizin üzerinen gelen ruh devamli devamli devrin imaminin ruhudur!

Simdi diye bilirsiniz "nerden bilebilirim bir mürsidinin "Hak" mürsid olup olmadigini. Bu durumda tekrar Fatiha suresine bakiyoruz. Bakalim "Bizi Sirat-i Mustakiyme ulastir" cümlesinden önce Fatiha suresinde ne diyoruz?

1/FATİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).

(Allah’ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE isteriz.

1/FATİHA-6: İhdinâs sırâtel mustakîm(mustakîme).

(Bu istiane’n ile) bizi, Sıratı Mustakîm’e hidayet et (ulaştır).



Dikkat edilirse Fatiha 5'te yalniz Allah'tan Istiane istedigimizi söylüyoruz. Istiane ayni zamanda dilek veya hacet demektir. Cünkü yine dikkat edilirse, bu Istianeden sonra Sirat-i Mustakiymden söz ediliyor. Yani Allah'tan birsey diliyoruz ve bu dilek sonucu Sirat-I Mustakiymin üzerinde "nimet verilenlerden" oluyoruz. Nimet olayini arastirmistik, devrin imaminin ruhu olduguna göre ve bu ruh bizim üzerimize yalniz bir Resule itaat edip taabi olup huzurunda Allah'tan magfiret diledigimizde ancak basimiza geldigine göre, kesin bir sekilde bu Istianemiz Allah'tan mürsidimizi sormamiz, dilememiz, istiane etmemiz anlamina geliyor. Yani mürsidimizi Allah'tan soracagiz! ´Peki Istiane isticez istemesine ama nasil istiyecegiz simdi de bu soru geliyor insanin aklina öyle degilmi ? Mürsidimizi Allah'tan soracagiz ama nasil ?
Istiane kelimesini arastiriyoruz tekrar Kur'andan ve su sonuca ulasiyoruz!


2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Fakat muhakkak ki bu (hacet namazı ile Allah’a ulaştıran mürşidi sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarını ve (sonunda ölümle) mutlaka O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.

Burada da görüldügü gibi Istiane bir namaz ile gerceklesiyor, "Hacet yani dilek yani Istiane" namazi ile. Demek ki mürsidimizi Allah'tan bu Hacet namazini kilarak sormamiz ve ögrenmemiz gerekiyor. Bakara 46'da da dikkat edilirse "bu namazi kilanlarin husu sahibi olduklarini ve bilhassa mülaki olacaklarina iman edenler" oldugunu söylüyor.

Bakara 46'da Allah hem mülaki demis hem Raciun kelimesini kullanmis ve iki kelimenin arasina "ve" koymasi bu iki ulasmanin apayri ulasmalar oldugunu kanitliyor. Birisi ölümden önce, birisi ölümden sonra.

Bu ayetteki Mülaki kelimesi peki ne anlamda kullanilmis ? Evet Allah'a ulasmayi dileyenler anlaminda, onlar ulasmayi diledikleri icin , kendilerini Sirati- Mustakiym üzerinden ALlah'a ulasmaya vesile olacak mürsidi Allah'tan soruyorlar ve ögreniyorlar.

Sormamizin sebebi ise "emin olmaktir" , cünkü zamanimizda mürsid olmayan ve mürsid diye gecinen vatandaslarimizda malesef mevcut, buyüzden emin olmak icin Rab'bimize danismak gerekiyor. Cünkü Allah'in beas ettigi Resulleri ancak Allah en iyi bilir!

Burada yine konunun biraz daha netlesmesi icin bir ayet daha eklemek istiyorum!

Maide 35:
Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Ey âmenû olanlar (Allah'a ulasmayi, teslim olmayi dileyenler)! Allah'a karsi takva sahibi olun ve O'na ulastiracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki; siz felâha erersiniz.

Takva sahibi ulasmayi dileyerek olunuyordu ve bu kisilere Allah "Bana ulastiracak vesileyi" isteyin buyuruyor bu ayette. Yani mürsidimizi Allah'tan sormamiz ve ögrenmemiz ancak bu sekil emin ola bilmemiz icin.
 

chamdali

New member
Katılım
28 Nis 2006
Mesajlar
647
Tepkime puanı
123
Puanları
0
tahsiye72' Alıntı:
Fatiha suresinde gecen "üzerlerinde nimet" bulunan kisilerin yolu ifadesindeki nimet "devrin imaminin ruhudur".


Aşağıdaki Kur'an ayetlerine bakarsak nimetin vahiy olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz:

Nisa 69: Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular, şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar!

Meryem 58: İşte bunlar; kendilerine Allah'ın nimet verdiği peygamberlerdendir; Adem'in soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımız (insan nesillerin)den, İbrahim ve İsrail (Yakup)in soyundan, doğru yola eriştirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendirler. Onlara Rahmanın ayetleri okunduğunda, ağlayarak secdeye kapanırlar.
 

ahmet yasin

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
191
Tepkime puanı
0
Puanları
0


Aşağıdaki Kur'an ayetlerine bakarsak nimetin vahiy olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz:

Nisa 69: Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular, şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar!

Meryem 58: İşte bunlar; kendilerine Allah'ın nimet verdiği peygamberlerdendir; Adem'in soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımız (insan nesillerin)den, İbrahim ve İsrail (Yakup)in soyundan, doğru yola eriştirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendirler. Onlara Rahmanın ayetleri okunduğunda, ağlayarak secdeye kapanırlar.

Dostum kur'an ayetleri yada vahiy akledenler içindir!
 

tahsiye72

New member
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
52
..

..

işte akaid ilminin insanları kurandan nasıl saptırdığı insanlar kafasına kazımışlar peygamber kelimesini inatla sürdürüyorlar kurana ters düşme adınada olsa hatada ısrar var Kur’ân-ı Kerim hakikatleri, üniversitelerimizde öğretilen Akait kaidelerinde genel kabul görmüş olan standartlara uymamaktadır. Allah başka, Akait başka şey söylemektir. Kur’ân-ı Kerim’de resûl kavramı; Nebîler için de, velîler için de kullanılmıştır. Yani velî dediğimiz resûller her zaman var olmuştur. Şu anda da dünyada ne kadar kavim varsa bütün kavimler içinde, o kavmin halkına, kavmin kendi lisanıyla hitap eden resûller hayattadırlar ve tebliğlerini yapmaktadırlar.
Nebîlerin sonuncusu, Peygamber Efendimiz(S.A.V)’dir. Allahû Tealâ buyuruyor:

33/AHZAB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadîn min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen Nebîyyin(Nebîyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed, aranızdan hiçbir erkeğin babası değildir. Fakat O, Allah’ın Resûl’ü ve Nebîlerin Hatemidir, (sonuncusudur). Allah, herşeyi hakkıyla bilendir.

Allahû Tealâ. Nebîlik onunla hitam buluyor anlamındaki ‘Hatemül Enbiya’ ifadesini kullanmıştır. Hatem, hitam kelimeleri aynı kökten gelirler. Hitam sona ermek, tama ermek demek, hatem de baştan sona kadar Kur’ân’ın okunması anlamına gelen bir kelimedir. Bu âyetteki hitam kelimesinden, kıyâmete kadar geçecek olan devrede hiçbir zaman artık Nebî gelmeyeceği anlaşılmaktadır. 14 asırdır gelmediği gibi, bundan sonra da gelmeyecektir. Son Nebî Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’dir.
Akait, resûl ve Nebî konusunda şunları söylemektedir:
1- Bütün nebîler resûldür. Kur’ân-ı Kerim’e göre bu ifade doğrudur.
2- Bütün resûller nebîdir. Bütünüyle yanlıştır. Bütün resûller nebî değildir. Resûllerin bir kısmı nebîdir, bir kısmı velîdir. Hatta nübüvvetle veya risalatle hiç alâkası olmayan kişilerden de Kur’ân-ı Kerim resûl diye bahsetmiştir.
3-Resûller, kendilerine kitap verilen peygamberlerdir. Bu ifade iki sebepten yanlıştır. Birincisi bütün resûller peygamber değildir. İkincisi ise bütün resûllere Allahû Tealâ kitap vermemiştir. Şu anda dünya üzerinde bütün milletlerin içinde yaşayan kitap verilen ve verilmeyen resûller vardır.
4-Nebîler kendilerine kitap verilmeyen peygamberlerdir ve resûllere verilen kitaplarla idare etmek mecburiyetindedirler. Tamamen yanlıştır. Tam aksine bütün nebîler kendilerine kitap verilen peygamberlerdir.
Öyle ise Akait’te büyük yanlışlar görüyoruz. Şimdi de bu yanlışları tek tek ortaya koyalım:

AKAİTİN 2. KAİDESİ:

1. Ayrım:

12/YUSUF-50: Ve kâlel meliku’tûnî bih(bihî), fe lemmâ câehur resûlu kâlerci’ ilâ Rabbike fes’elhu mâ bâlun nisvetillâtî katta’ne eydiyehunn(eydiyehunne), inne rabbî bi keydihinne alîm(alîmun).
Ve Melik: “Onu bana getirin.” dedi. Böylece ona, resûl (ulak, haberci) geldiği zaman Yusuf (A.S.): “Efendîne dön ve ellerini kesen kadınların hali (durumu) nedir, ona sor.” dedi. Muhakkak ki; Rabbim onların hilelerini en iyi bilendir.

Bu âyette mü’min olmayan, kâfir olan birisinden ‘resûl’ diye bahsedilmektedir. Hiç kimse firavunun sağa sola haber gönderdiği bir ulağının, peygamber olduğunu iddia edemez. Öyle ise, bütün resûller Nebî değildir. Yusuf Suresinin 50. âyet-i kerimesi bu ayrımı kesinleştirmektedir.

2. Ayrım:
2. Ayrım Allahû Tealâ meleklerden resûl tayin etmesidir. Allahû Tealâ buyuruyor:

22/HAC-75: Allâhu yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâs(nâsi), innallâhe semîun basîr(basîrun).
Allah, meleklerden ve insanlardan resûller seçer. Muhakkak ki Allah, en iyi işitendir, en iyi görendir.

Allahû Tealâ Hazreti Cebrail (A.S) için ‘resûlüm’ diyor. Ama Cebrail (A.S) bir nebî değildi, bir resûldü. Allahû Tealâ’nın başka melekleri de resûl olarak vazifelendirdiğini görüyoruz. Hazreti Lut’a ve başka başka kavimlere gönderdiği melekler söz konusudur. İlgili âyetlerde o meleklerden de resûl diye bahsedilmektedir. Meleklerden nebî olmasının mümkün olmaması sebebiyle, her resûl nebî değildir.



3. Ayrım:
Üçüncü ayrım cin resûllerin var oluşudur. Cinlerin arasında da resûller vardır ama nebîler yoktur.

6/EN’AM-130: Yâ ma’şerel cinni vel insi e lem ye’tikum rusulun minkum yakussûne aleykum âyâtî ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû şehidnâ alâ enfusinâ ve garrethumul hayâtud dunyâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(kâfirîne).
Ey insan ve cin topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran içinizden resûller (elçiler) gelmedi mi? “Kendi nefslerimize şahit olduk.” dediler. Dünya hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduğuna, kendileri şahit oldular.

4. Ayrım:
Allahû Tealâ resûllerden Allah’ın rızasına ulaşmamış olanların var olduğunu söylüyor. Allahû Tealâ buyuruyor:

72/CİN-26: Âlimul gaypi fe lâ yuzhiru alâ gaypihî ehadâ(ehaden).
Gaypı bilen Allah, gaypı kimseye açıklamaz.
72/CİN-27: İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ(rasadan).
Ancak resûllerden rızaya (Tasarruf rızası) ulaşanlar müstesna. Öyleyse muhakkak ki; O (Allah), onların önünden ve ardından muhafız gönderir.

Demek ki resûller arasında rızaya ermemiş olanlar vardır. Rızaya ermemiş bir peygamberin olması mümkün değildir.

5. Ayrım:

23/MU'MİNUN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etba'nâ ba'dahum ba'dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu'den li kavmin lâ yu'minûn(yu'minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeden, peşpeşe) gönderdik. Hangi kavme resûlü gelse hepsi onu tekzip ettiler (yalanladılar, reddettiler). O zaman Biz, birbiri ardından onları yok ettik ve onları efsane kıldık. Mü'min olmayan kavim artık uzak olsun.
2/BAKARA-87: Ve lekad âteynâ mûsal kitâbe ve kaffeynâ min ba'dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferikan taktulûn(taktulûne).
Andolsun ki; Biz, Musa'ya kitap verdik ve ondan sonra da, birbiri ardından (araları kesilmeksizin, peş peşe) resûller gönderdik. Ve Meryem'in oğlu İsa'ya beyyineler (açık kanıtlar) verdik ve onu RUH'ÛL KUDÜS ile destekledik. Her ne zaman size bir resûl, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle (emirle) geldiyse, hemen kibirlendîniz. Bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürdünüz.

Hiçbir kavimde resûlsüz geçen bir günü dahi olmamıştır. Bu ifade, hangi kavimde bir resûl ölürse, Allahû Tealâ’nın derhal o kavimden başka birisini resûl tayin ettiği anlamına gelir. Bütün kavimlerde şu anda da Allah’ın resûlleri yaşamaktadır. Ama 1400 senedir nebî yoktur ve bundan sonra da olmayacaktır. Öyle ise bütün kavimlerde şu anda yaşamakta olan resûller, nebî değillerdir.
İnsanların yaşadığı bütün devirlerde ve bütün kavimlerde, Allahû Tealâ o insanların arasından birisini mutlaka resûl tayin eder. Allahû Tealâ ‘Kül kavmin min resûl’ yani, ‘Bütün kavimlerde resûl vardır.’ diyor. Böylece görüyoruz ki yeni bir ayrım daha ortaya çıkıyor: resûller her kavimde ve her devirde vardır.
Resûller devamlı iken, nebîler arasında ise fetret dönemleri vardır. Hazreti Musa ve Hazreti İsa arasında 2000 yıl, Hazreti İsa ile Peygamber Efendimiz(S.A.V) arasında 600 yıl peygambersiz dönemler olmuştur. Öyle ise şu anda bütün dünyada, bütün kavimlerde yaşayan resûller var olduğuna göre, hiç kimse onların nebî olduklarını iddiâ edemez. Allahû Tealâ buyuruyor:

17/İSRA-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe “azap edici “ olmadık.

Kıyâmet günü, insanlık tarihî boyunca yaşamış olan bütün insanlar ya cenneti yada cehennemi dolduracaklardır. Yani bu iki yerden birine gideceklerdir. İnsanlardan kaybettikleri dereceler, kazandıklarından fazla olanların gidecekleri yer cehennemdir. Bu vasıfta olan herkes, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, mutlaka cehenneme girecektir. Öyle ise insanlık tarihî boyunca, insanların cehenneme gitmediği hiçbir devre ve hiçbir kavim olmayacaktır. Hangi devirde ve hangi kavimde yaşarsa yaşasın, insanların çoğu mutlaka cehenneme gidecektir. Öyle ise cehenneme gidecek olan bu insanların bulunduğu zaman parçasında ve kavimde mutlaka resûl yaşamış olmalıdır ki, Allahû Tealâ o insanları cezalandırsın. Yoksa cezalandırmaması lâzım ki, böyle bir kavim yer yüzünde de mevcut değildir.
Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’de söylediklerinin, sadece bu dünyaya ait olduğunu zannetmeyin, Kur’ân-ı Kerim bütün kâinata hitap eder. Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz(S.A.V) için ‘Habibim seni âlemlere rahmet olarak yarattım.’ diyor. Yani ‘Sadece dünya adı verilen bu gezegene ait değisin, bütün âlemler için rahmetsin.’ diyor. Bütün nebîler kâinata aittir; ama nebîlerin dışındaki resûller hepsi sadece kendi milletlerinin resûlüdür.
Öyle ise bir farklılık daha söz konusudur. Her kavimde yaşayan resûllerin hepsi, resûldür. Bu gün yaşamakta olan bütün resûller sadece velî resûldür, hiçbirisi nebî resûl değildir ve insanlık tarihî boyunca fetret devirlerinde yani, nebî olamayan devirlerde bütün kavimlerde resûller hep mevcut oldular. Nebîler kâinatın peygamberidir, ama aynı anda kendi kavimlerinin de resûlüdür. O kavimde başka bir resûl yoktur; yani nebî resûl kendi kavminin resûlüdür.
Nebîlerin mevcut olmadığı zaman parçalarında her kavimdeki velî resûllerden Allahû Tealâ bir tanesini seçer ve huzur namazının imamlığına tayin eder. Allahû Tealâ’nın İndi İlâhi’sinde kılınan bu namazın imamlığını sadece hayatta olan bir resûl yapabilir. Huzur namazının imamı Allahû Tealâ tarafından seçilir. Bu imamlardan peygamber olmayanları Secde Suresinin 24. âyet-i kerimesinde anlatılmaktadır. Allahû Tealâ buyuruyor ki :

32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû, ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
Onlardan (insanlardan) imamlar (mürşidler) kıldık, emrimizle insanları hidayete erdirsinler (Allah'a insanların ruhlarını ulaştırsınlar) diye, sabırlarından dolayı ve âyetlerimize (Allah'ın âyetlerine) yakîn hasıl ettikleri için.

Allahû Tealâ Enbiya Suresinin 73. âyet-i kerimesinde ise peygamberleri sayıyor ve onların imamlık görevinden bahsediyor. Allahû Tealâ buyuruyor:

21/ENBİYA-69: Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ İbrâhîm(İbrâhîme).
“Ey ateş, İbrâhîm (A.S.)’a (karşı) soğuk ve selâmet(zararsız) ol!” dedik.
21/ENBİYA-71: Ve necceynâhu ve lûtan ilel ardılletî bâraknâ fîhâ lil âlemîn(âlemîne).
Âlemler içinde bereketli kıldığımız arz’a, onu ve Hazreti Lut’u (ulaştırıp) kurtardık.
21/ENBİYA-72: Ve vehebnâ lehu ishâk(ishâka), ve ya’kûbe nâfileh(nâfileten), ve kullen cealnâ sâlihîn(sâlihîne).
Ve ona, İshak (A.S.)’ı ve nafileten (ilâveten) Yâkub (A.S.)’ı vehbi (armağan) olarak verdik. Ve hepsini salihler kıldık.
21/ENBİYA-73: Ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ ve evhaynâ ileyhim fi’lel hayrâti ve ikâmes salâti ve îtâez zekâh(zekâti), ve kânû lenâ âbidîn(âbidîne).
Ve onları, emrimizle hidayete erdiren (ölmeden önce ruhları Allah’a ulaştıran) imamlar kıldık. Ve onlara, hayırlar işlemeyi, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Ve onlar, Bize kul oldular.

Allahû Tealâ bu âyetlerde ‘Nebîleri imamlar kıldık.’ diyor. Böylece görüyoruz ki; Allahû Tealâ nebîlerini doğrudan huzur namazının imamlığına tayin ediyor. Bütün nebîler yaşadıkları devirde huzur namazının imamıdırlar.
Nebî olmayan devirlerde ise, kavimlerdeki resûllerin arasından, huzur namazının imamlığına seçilerek tayin edilme işlemi söz konusudur. Çünkü her kavimde resûl vardır ve resûllerden bir tanesini seçilmesi gereklidir. Onun için Allahû Tealâ Secde-24’de ‘Onların arasından Biz seçeriz ve imam kılarız.’ diyor.
Bu devirde de, bütün kavimlerde velî resûller yaşıyor. Hiçbirisi nebî değildir. Onlardan bir tanesi şu anda huzur namazının imamı olarak görevlidir.
Öyle ise bütün nebîlerin kâinat için vazifeli kılındığını görüyoruz. Ama bütün kavimlerdeki resûller kendi kavimleri için vazifeliler. Onlardan sadece huzur namazının imamlığına tayin edilenler, âlemlere huzur namazını kıldırmakla vazifelidirler. Aslında kendi kavmin resûllü olan kişi, aynı zamanda huzur namazının imamlığına vekâleten tayin edilir.



6. Ayrım:
Nebî ve Resûl kavramları arasındaki bir diğer ayrımı, İbrâhîm Suresinin 4. âyet-i kerimesinde görüyoruz:

14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, hikmet sahibidir.

Allahû Tealâ bütün kavimlerin içinden, kendi kavminin lisanıyla onlara hitap etsin diye resûller beas ediyor. Bir resûl öldüğünde, yeni bir resûl beas ediyor.
Bütün nebîler, aynı zaman kendi kavimlerinin resûlleri olmuş ve kendi kavimlerine, kendi lisanınlarıyla hitap etmişlerdir.

7. Ayrım:
Bir başka ayrım nebî olan ve olmayan resûllerin vazifeleri açısındandır.

2/BAKARA-151: Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).
Nitekim size içinizde (görev yapmak üzere) sizden bir Resûl (Peygamber) gönderdik ki; âyetlerimizi size tilâvet etsin ( okuyup açıklasın) ve sizi (nefsinizi) tezkiye etsin, size Kitab ve hikmet öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin.

Allahû Tealâ Bakara-150’de Peygamber Efendimiz(S.A.V)’in bir ni’met olarak gönderildiğini söylüyor ve Bakara-151’de O’nun görevlerini sayıyor:
1)Allah’ın âyetlerini okumak,
2)Nefsleri tezkiye etmek,
3)Kitabı öğretmek,
4)Hikmeti öğretmek,
5)Hikmetin ötesini de öğretmek.
Öyle ise Nebî resûller beş görevin sahipleridir.
Nebî olmayan resûller, nebîlerin 5. görevi hariç olmak üzere, ilk dört görevin sahipleridir. Allahû Tealâ buyuruyor:

62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl ummiyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Onlara, onların içinde Allah’ın âyetlerini okusun, onları tezkiye etsin ve onlara kitap ve hikmeti öğretsin diye, ümmîler için onların aralarından resûl beas eden (vazifeli kılan, hayata getiren) O Allah’dır. Ondan evvel (bu resûle tâbî olmadan evvel) onlar, açık bir dalâlet içinde idiler.

Böylece tam 7 cepheden, Akait’in 2. kaidesi olan “Her resûl, nebîdir.” ifadesinin yanlış olduğunu ispat ettik.
 

gencsofi

New member
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
128
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Web sitesi
www.seferli.net
bakın sayın tahsiye,iskender evranosoğlu şizofren olup dengesini yitirdiğinden hesap günü yaptığı işin sorumluluğundan kurtulabilir( en doğrusunu Allah bilir ) !.
Ama ya siz akıl sağlınız yerinizdeyse nasıl kurtulacaksınız?
hem bir deliye uyuyorsunuz,hemde bu delinin peygamber olduğunu ispatlamak için ayetlere olmadık anlamlar veriyorsunuz!( bazılarının yaptığı gibi! )
yani iki yöndende sorumlusunuz!!

abi o evrenasoğlumudur nedir kimdir ya o??
ya kardeşim bikere gerçek mehdi ben mehdiyim demez!!!!
o adam mehdi olsa siz şuan zaten ona inanırdınız.mehdi bütün dünyaya hitab eder. o adam iki üç tane insana..
mehdi dediğiniz adam resimlerimde kafamda nurdan bir halka var diyor.adamın tvde resmini çektiler halka malka yok :D
yani böle insanlar yüzünden nolur tasavvufu kötülemeyelim
 

tahsiye72

New member
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
52
..

..

bütün sahabe Kurandaki İslamın 7 safhasını da yaşamışlar ve irşad makamının sahibi olmuşlar.
Biz de sizleri İslamın 7 safhasını da yaşayarak ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi Allaha teslim etmeye çağırmıyor muyuz?
O halde hala anlamıyor musunuz; size gelmeyen bir ilim Bize gelmiştir. Bu ilim, öğrenen ve tatbik edenleri 7. kat cennet olan Adn cennetlerine ulaştırır. Bu ilim ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allaha teslim etmeye ve dünya saadetinin yüzde yüzüne, mutluluğun şahikasına ulaştırır.
Davet ezeli ve ebedi davet değil mi?
Bu davet 14 asır evvel sahabeye yapılmamış mıydı?
Bu davet bu devirde sadece Bizim tarafımızdan Allahın emriyle hepinize yapılmıyor mu?
O taktirde beklenen MEHDİ-RESUL muhakkak ki Biziz, Biz!
Şimdi konumuzun zamanla ilişkisine bakalım.
Said-i Nursi Hazretlerinin açıkladığı tarihte, 1978de SEBİL Dergisinde çıkan ilk yazımızı hatırlayın:LİVAYI HAMD ALTINDA TOPLANALIM.
100lerce konferans, 3000 saatten fazla, bilgisayarın hafızasına yerleştirilmiş dersler, açıklamalar ve Allaha davetler.
Ama bu ilim sizin sahip olduğunuz EMANİYYE ilme uymuyordu. Sizlere göre İslamın 5 şartı FELAH için yeterliydi.
... Ve 1986 Ocak Ayında İndi İlahide Liva-ı Hamdİn altın taht üzerinde yerini alması (Risalet Nurları- Sayfa 330).
28 yıl boyunca hidayetin öğretilmesi ve Allaha davet.
Cumhurbaşkanlarına, Parlamenterlere, Diyanet İşleriyle Vazifeli Bakanlara, İlahiyat Fakültelerinin Profesörleri, Doçentleri ve diğer öğretim üyelerine, müftülere, cemaat liderlerine ve Diyanet İşleri Başkanlığına yazılan yüzlerce mektup.
Hala farkında değil misiniz 28 yıldır dünyada Bizden başka bir MEHDİ-RESUL hiç mevcut olmadı.
2004 yılı, MİHR kelimesinin 28 yıllık sırrının açıklanacağı yıldır.

İBRETLE OKUNMASI GEREKEN SONUÇ

1- İslamın Kurandaki 7 safhasının 7si de farzdır. (Birinci Grup Sualler)
2- 7 safhanın 7sini de 14 asır evvel sahabe yerine getirmiştir (İkinci Grup Sualler).
3- Sizlerin sahip olduğunuz ilimde İslamın Kurandaki 7 safhasından hiçbiri mevcut değildir. Yani 7 safhanın hiçbirini bilmiyorsunuz ve yaşamıyorsunuz.
4- Ruhunuzu hayatta iken Allaha ulaştırmayı dilemediğiniz cihetle;
4-1- Gideceğiniz yer cehennemdir.
4-2- Küfürdesiniz.
4-3- Dalalettesiniz.
4-4- Allahın kulu değil, şeytanın kulusunuz.
5- Sizlere daha Allaha ulaşmayı dilediğiniz anda, şeytanın kulu olmaktan mutlaka kurtulacağınızı ve Allahın kulu olacağınızı İHTARlarla ispat etmiş durumdayız (Zumer-17).

39/ZUMER-17:

Vellezinectenebut tagute en yabuduha ve enabu ilallahi lehumul buşra, fe beşşir ibad(ibadi).
Onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinab ederler (kaçınırlar, kendilerini kurtarırlar) ve Allaha yönelirler. Onlara müjdeler vardır. Kullarımı müjdele.

6- Bugüne kadar ilim sahiplerinden hiçbirisi, gönderdiğimiz ihtarlara itiraz edemedi.
7- Sizlere bütün bu Kuran hakikatlerini öğretecek ve şeytanın pençelerinden sizleri kurtaracak olan sadece Biziz. Başka biri yok.
8- Sadece Biz, Allahın Bize verdiği ilimle size sahabenin yaşadığı Kurandaki İslamı emrediyoruz. (İkinci Grup Sualler)
9- Sadece bu ilim İslam alemini, tam olarak Peygamber Efendimiz (S.A.V)in ve sahabenin izdüşümünde 7 safhayı da yaşatarak kurtarabilecek ve birleştirebilecek ilimdir.
10- İslam alemi bugün sahabenin yaşadığı Kurandaki İslamı unutmuş ve sizler gibi sadece İslamın 5 şartı ile amel ediyor ve cennete gideceğini sanıyor, ama cehennemden kurtulması mümkün değildir.
11- Unutulmuş ve yok edilmiş olan Kurandaki HİDAYET kavramını Allahın öğretisiyle, her cephesiyle sizlere sadece Biz öğretiyor ve yaşatıyoruz.
12- MEHDİ hidayete ermiş olup başkalarını da HİDAYETE ERDİREN demektir.
13- Allahın Bize nasip kıldığı İHTARLARLA din alimlerinin önde gelen 2 binden fazlasına Kurandaki HİDAYETİN yol veya doğru yol olmadığını, Allaha ruhun, vechin, nefsin ve iradenin teslimi olduğunu Kuran ayetleriyle Biz ispat ettik.


BU DURUMDA:
1- BİZİM BU İLMİ ALLAHTAN ALDIĞIMIZ KESİN DEĞİL Mİ?
2- ZAMANIN TAM BU NOKTASINDA TEBLİĞ EDİLECEK OLAN İSLAMIN DİRİLİŞ EMRİ BU DEĞİL Mİ?
3- BU EMRİ TEBLİĞ EDENİN OSMANLI TÜRKLERİNİ TEMSİL EDEN BU ÜLKEDEN SEÇİLMESİ, BU ÜLKE İÇİN BİR ŞEREF DEĞİL Mİ?
4- BİZİM MEHDİ, İMAM, HALİFE, RESUL OLDUĞUMUZ KESİN DEĞİL Mİ?


SOY KÜTÜĞÜMÜZ


Hamdolsun Yüce Rabbimize ki, Osmanlı İmparatorluğunun başlangıcından bugüne kadar devam eden ve Evrenosoğullarının her ailesinde bulunan bir soy kütüğüne sahibiz. 700 yılı aşkın bu soy kütüğünde 11inci batında soyumuza Hz. Muhammed (S.A.V)in torunu Hz. Hasan soyundan bir katılımla Şerif ünvanını alıyoruz. Biz bu soy kütüğünün 19uncu batınıyız. Yani Osmanlının baştan sona bütün devirlerinde hep mevcut olan, katıksız bir Osmanlı ailesinden ve Osmanlı kanıyla iftihar eden bir Osmanlıyız.
Soy kütüğümüzün başında 7 asırdan beri 12 imamın yer alması bir tesadüf olabilir mi?
Bu soy kütüğümüz birçok nüsha olarak Evrenosoğullarında mevcut olduğu cihetle, hiç kimse katıksız Osmanlı kanı taşıdığımızdan şüphe edemez.
Hiç kimse 9 nesilden beri ŞERİF olmadığımızı iddia edemez.
Hiç kimse 700 yıldan beri 12 imamı temsil eden EVRENOSOĞULLARInın 12. imamı sinesinden çıkaramayacağını iddia edemez.
Ve bu devirdeki HİDAYET VE RİSALET görevinin EVRENOSOĞULLARINDAN birine verilmesi bu ülke için de EVRENOSOĞULLARI için de bir ŞEREFTİR.
 

THE_HAFIZ

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
14 Ağu 2006
Mesajlar
319
Tepkime puanı
0
Puanları
0
şimdi Bu Sonuca Göre
Erenesoğlu Arap Asilli Midir..
Değilse, Hz. Hasan Ve Hüseyin Türk Kökenlimiydiler..
Ordata Bir Karişiklik Yok Mu Sizce
de
 

seheryeli

New member
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
40
Tepkime puanı
0
Puanları
0
40 Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir; ancak o, Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.


Bu nokta "... ve (o) peygamberlerin sonuncusudur" denilerek vurgulanmaktadır. Yani, Allah'ın Rasûlü olmasının yanısıra, ondan sonra onun eksik bıraktığı sosyal reformları tamamlayabilecek bir peygamber daha gelmeyecektir. Bu nedenle bu yerleşmiş kötü geleneği bizzat ortadan kaldırması bir nebze daha zaruri olmaktadır.

Yine bu noktayı vurgulamak amacıyla Allah herşeyi bilendir," denilmektedir. Yani, bu adetin olduğu gibi bırakılması yerine, neden bizzat Hz. Muhammed (s.a) vasıtasıyla ortadan kaldırılması gerektiğini en iyi bilen yine Allah'tır. O, Hz. Muhammed'den (s.a) sonra peygamber gelmeyeceğini bilmektedir. Bu nedenle eğer Allah bu cahiliye adetini son peygamberi ile ortadan kaldırmazsa, ondan sonra hiç kimse bu adeti Müslümanlar arasından ebediyen kaldıramayacaktır. Daha sonra gelen ve insanların ıslahı için uğraşan kimseler bu adeti ortadan kaldırsalar bile, bu teşebbüslerden hiçbiri her çağ ve her toplulukta uygulanabilirliğe ve bir kalıcılığa sahip olmayacak ve bu ıslahatçılardan hiçbiri, yaptığı davranış (sünnet) ile insanların kafasındaki bütün şüphe ve önyargıları silebilecek kadar güçlü ve kutsi bir şahsiyete sahip olamıyacaktır.

Ne yazık ki, çağımızda bazı gruplar bu ayeti yanlış yorumlamakta ve büyük bir fitnenin kapısını açmaktadırlar. Bu nedenle bu surenin sonunda, peygamberliğin sona ermesi ile ilgili ve bu gibi grupların ortaya yaydığı yanlış fikirlerin ortadan kaldırılmasına yarayan açıklamaların yeraldığı bir EK bölüm hazırladık
 

seheryeli

New member
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
40
Tepkime puanı
0
Puanları
0
NÜBÜVVETİN SON BULMASI

(77. Açıklama Notu'nun devamı olarak surenin sonuna eklenmiştir.)

Çağımızda yeni bir peygamberlik ihdas etmek suretiyle büyük çapta fitneye yol açan bir güruh, Hatemün-Nebiyyîn deyimini "Nebîlerin Mührü" şeklinde tercüme etmek hevesindeler. Bununla demek istedikleri şudur: Muhammed Rasûlullah'dan (s.a) sonra gelecek peygamberler, ancak onun mührünü taşıyarak gelecekler; diğer deyişle, bir kimsenin peygamberliği, onun mührünü taşımadıkça o şahıs bir peygamber olamayacak. (!)

Fakat bu deyim ayetin bağlamı esas alındığında hiç de bu anlama gelmemektedir. Çünkü eğer bu anlama gelseydi, ayetin bağlamı içinde uygunsuzluk gösterecek hatta bizzat ayetin mevzuuyla çelişkili bir durum arzedecekti. <D> Herşeyden önce ayetin bağlamı, birtakım insanların Hz. Zeyneb'in evliliği ile ilgili itirazları ve bu meyanda serdedilen kuşkuları bertaraf etme meselesinden söz ediliyorken, hiçbir sebebi yokken Hz. Muhammed'in "Nebîlerin Mührü" olduğunun ve gelecekte zuhur edecek peygamberlerin ancak bu mühürle kendini ispatlayacağının araya sokuşturulmasının ne manâsı olabilir?

Böyle bir bağlamda, böyle bir manâ tamamen saçma olmakla kalmıyor, üstüne üstlük, itirazcılara karşı ileri sürülen delilleri de sakatlıyor. Eğer kelimenin manâsı böyle olsaydı, itirazcılar şu şekilde haklı çıkarılmış olacaklardı: "Bu dönemde böyle bir evlilik yapmasaydım hiç problem çıkmayacak, hiç beis olmayacaktı. Bu adeti illa da ortadan kaldırmak gerekseydi senden sonra senin mührünle gelen peygamberlerden biri pekalâ ortadan kaldırabilirdi."

Bu kimseler tarafından getirilen diğer bir yorum: "Hatemün-Nebiyyîn" deyiminin "Efdalü-Nebiyyîn" (Nebîlerin en faziletlisi) anlamına geldiği yolundadır. Yani, her ne kadar Hz. Rasûl'ün (s.a) gelişiyle nebîliğin kemali sahibini bulmuşsa da yeni peygamberler için kapı daima açıktır. Fakat böyle bir manâ da yukarıda işaret ettiğimiz aynı sakıncaya maruzdur.

Ayrıca metnin bağlantıyla uygunluk arzetmediği gibi onunla çelişmektedir de. Çünkü tersi olsaydı, kafir ve münafıklar pekalâ diyebileceklerdir: "Efendim! Ufak tefek de olsa herhalükârda senin ardından peygamberler nasılsa gelecek. Dolayısıyla bu adeti illa da senin kaldırman gerekmez."

"Hatemu'n-Nebiyyîn" Deyiminin Lugat Anlamı:

Şu halde konuya ilişkin bağlamın gösterdiği kadarıyla Hatemu'n-Nebiyyîn deyimi burada yalnızca peygamberliğin sona erdiği ve Rasulüllah'tan sonra başka bir peygamberin gelmeyeceği anlamına alınabilir. Fakat bu yalnızca bağlamın gereği değil, lugavî değerlendirmeler yüzünden de böyledir. Arap diline göre "Hatem", mühür vurmak, kapamak ve bir şeyi (işi) bitirdikten sonra serbest kalmak demektir. Şöyle ki:

"Hatem-el Amel, Fereğa min-el amel" o şahıs işi bitirdi, işten fariğ oldu, demektir. Hateme'l-İna, tencerenin ağzını kapatıp içine bir şey girmesin, yahut içinden bir şey çıkmasın diye adeta mühürledi demektir. Hateme'l-Kitap, mektubu kapatıp (katlayıp) okunmasını önlemek için mühürledi demektir. Hatem ale'l-Kalb, kalbe, hiçbir şeyi anlamamak ya da öğrendiği bir şeyi bir daha unutmamak üzere mühür vurdu demektir. Hitamu'u kulli meşrubin, bir içkinin içildikten sonra ağızda bıraktığı tad anlamına gelir. Hatemetü külli şey'in, bir şeyin akibeti, sonu demektir. Yani bir şeyin ulaşılmış sonudur. Hatem-i Kur'an sözü de tıpkı bu anlamlıdır ve yine aynı anlamda surelerin son ayetlerine Havatim denir. Aynı şekilde Hatem-el Kavm, kabilenin son ferdi anlamını tazammun eder. (bkz: Lisanu'l Arab, Kâmûs, Akrabü'l-Muvarid.)

Şu da belirtilmeli ki, Hateme'ş-Şuara, Hateme'l-Fukaha... vs. gibi ünvanlar insanlar tarafından verilmiştir ve hiçbir beşer, mümeyyiz bir vasfı yüzünden kendisine hatem denen kimsenin ardından aynı vasıflara haiz bir kimsenin artık doğup doğmayacağını bilemez. İşte beşerî dilde bu tür ünvanların bir mübalâğadan, bir mükemmellik ifadesinden başka bir şey olmamasının sebebi budur. Buna mukabil Allah bir şahısta şöyle şöyle bir vasfın zirvesine ulaşıp, nihaî noktasına vardığını söylediği zaman, bunu beşerî kullanımda yaptığımız gibi mecazî anlamda anlamamız için hiçbir sebep yoktur. Eğer Allah bir kimseye Hatem'eş-Şuara demişse kesinlikle ondan sonra hiçbir şair gelmeyecek demektir. Aynı şekilde O'nun Hatemü'n-Nebiyyîn dediği bir şahsın ardından da başka bir peygamberin gelmesi imkansızdır. Bu böyledir, çünkü Allah, gaybı bilir, insan bilmez. Dolayısıyla Allah'ın bir kimse için Hatemu'n-Nebiyyîn demesiyle, insanın bir kimse için Hateme'ş-Şuara yahut Hatemu'l-Fukaha demesi aynı seviyede ele alınamaz. İşte bunu esas alan bütün lügat ve tefsir alimleri, Hatemu'n-Nebiyyîn deyiminin Ahiru'n-Nebiyyîn anlamına geldiğinde ittifak etmişlerdir. Arapçada ki kullanım ve sözlük anlamı açısından bakıldığında hâtem kelimesinin, mektupları postalamak üzere kullanılan posta mührü anlamına değil, zarfın üzerine, ne içine birşey girsin, ne de içinden bir şey çıksın diye vurulmuş mühür anlamına geldiği görülmektedir.
 

seheryeli

New member
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
40
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Rasûlüllah'ın Peygamberliğin Hitamıyla İlgili Hadis-i Şerifleri:

Hatem kelimesinin gerek Kur'an'ın bağlamı ve gerekse Arapça lügatten çıkan anlamı, bizzat Rasûlüllah tarafından yapılmış açıklamalarla da teyid edilmiştir. Nitekim aşağıda mevzuyla alakalı sıhhati tartışılmayan bazı hadisleri iktibas etmekteyiz:

1) Rasûlüllah (a.s) buyurdu: İsrailoğulları'na nebîleri kılavuzluk ederdi. Bir peygamber vefat ettiğinde onu bir başkası izlerdi. Ancak benden sonra nebi yok, yalnızca halifeler olacaktır. (Buharî, Kitabu'l-Menakıb.)

2) Rasûlüllah (s.a) buyurdu: Benim, benden önce gelmiş peygamberlere nispetle durumum bir misalle anlaşılabilir: Bir adam büyük bir bina yaptırıp onu güzelce dayayıp döşedi, fakat bir köşede bir tuğlalık boş yer bıraktı. Ahalî binanın etrafında dolaşıyor, güzelliğine hayran kalıyor fakat şunu söylemeden edemiyordu: Niçin bu tuğlanın yeri boş? İşte ben o tuğlayım ve peygamberlerin sonuncusuyum. (Yani peygamberlik binası benim gelişimle tamamlanmıştır. Şimdi bir başka peygamberin doldurabileceği herhangi bir boşluk kalmamıştır.) (Buharî, Kitabü'l-Menakıb.)

Müslim, Kitabul-Fedail; Hatemun- Nebiyyin'de aynı konuda dört hadis rivayet edilmekte ve son hadiste şu ilave bulunmaktadır: "Feci'tü ve hatemtu'l enbiya" "Şu halde ben geldim ve nebiler silsilesine son verdim." aynı hadis aynı kelimelerleTirmizi de bulunmaktadır: (Kitabu'l-Menakıp, böl. Fadlu'n-Nebi.) Ebu Davud Tayalisi Müsned'inde bu hadis, Cabir bin Abdullah tarafından rivayet edilen hadisler arasında geçmekte ve son kelimeleri şöyle son bulmaktadır: (Peygamberlik benimle son buldu."

İmam Ahmed'in Müsned'inde konuyla ilgili hadisler az bir farklılıkla Hz. Übeyy bin Ka'b, Hz.Ebu Said el- Hudri ve Hz.Ebu Hureyre tarafından nakledilmektedir.

3) Rasüllüllah (s.a) şöyle buyurdu: "Ben diğer Peygamberlerden altı şeyle ayrılmaktayım. a) Bana fasih konuşabilme yeteneği bahşedildi, b) Şanslı zaferlere erdirildim,c) Ganimet bana helal kılındı, d) Arz bana mescid ve temizlenme vasıtası kılındı, (Yani benim şeriatıma göre musalli, sadece özel bir ibadethane değil, yeryüzünün herhangi bir yerinde namazını eda edebilir. Ve eğer abdest için su bulamazsa teyemmüm edebilir. Yani toprakla temizlenebilir.), e) Ben, bütün dünyaya peygamber tayin edildim, f) Benimle peygamberlik görevi son buldu."

(Müslim Tirmizi, İbn Mace.)

4)Rasulüllah (s.a) şöyle buyurdu: "Risalet ve Nübüvvet son bulmuştur. Benden sonra ne bir resul, ne de bir nebi gelmeyecektir." (Tirmizi, Müsned- i Ahmed.)

5)Rasulüllah (s.a) şöyle buyurdu: "Ben Muhammed'im, ben Ahmed'im, ben Mahvediciyim; küfür benimle mahvedilmektedir. Ben toplayıcıyım; Benden sonra insanlar Mahşer'de toplanacaklar. (Yani benden sonra gelecek olan yalnızca Kıyamettir.) Ve ben Akib'im; yani, benden sonra peygamber gelmeyecektir," (Buhari,Müslim,Tırmizi, Muvatta, el-Müstedrek.)

6) Rasulüllah (s.a) şöyle buyurdu: "Allah'ın gönderdiği hiç bir peygamber yoktur ki, kavmini Deccal'ın gelişi konusunda uyarmamış olsun. (Ancak o kendi zamanlarında gelmemiştir.) Şimdi ben, peygamberlerin sonuncusuyum ve sizde son ümmetsiniz. Dolayısıyla o, sizin aranızdan zuhur edecektir." (İbni Mace.)

7)Abdurrahman bin Cübeyr şöyle diyor: "Adullah bin Amr bin As'ın şöyle dediğini işittim: "Birgün Rasulüllah bize o vaziyette geldiki, adeta bize veda edecek. Sonra üç kez şöyle seslendi: "Ben Muhammed'im, Ümmî Peygamber" ve ekledi: " Benden sonra hiç peygamber gelmeyecektir." (Müsned-i Ahmed, Abdullah bin Amr bin As'tan rivayet edilen hadisler.)

8) Rasulüllah (s.a) şöyle buyurdu: "Benden sonra peygamberlik yoktur. Yalnızca geleceğe dair müjdeler vardır. Soruldu: "Nedir o müjdeler Ya Rasullallah?" Şöyle cevap verdi: "Hak-rüya" yada şöyle dedi: "Sadık rüya" (Yani artık vahiy gelmeyecektir. Olsa olsa bir şahıs sadık bir rüya şeklinde işaret alabilecektir.) (Müsned-i Ahmed, Nesai, Ebu Davud.)

9)Rasulüllah (s.a) şöyle buyurdu:"Eğer benden sonra peygamber gelecek olsaydı bu, Ömer bin El Hattap olurdu."(Tirmizi.)

10)Rasullüllah (s.a) Hz. Ali'ye şöyle buyurdu: "Sen bana, Musa'ya nisbetle Harun gibisin, Fakat benden sonra peygamber yoktur." (Buhari, Müslim.)

Buhari ve Müslim bu hadisi Tebuk Gazvesiyle ilgili olarak zikretmiştir. Bu konuda iki hadis de Ahmed'in Müsned'inde Hz.Sa'd bin Ebi Vakkas tarikiyle rivayet edilmektedir ki birisinin son cümlesi şöyle bitmektedir: "Benden sonra peygamberlik yoktur." Ebu Davud Tayalisi, İmam Ahmed ve Muhammed İbn İshak tarafından konu ile ilgili olarak rivayet edilen teferruat veren hadislere göre Rasulüllah (s.a) Tebuk seferi arafesinde Hz. Ali'nin Medine savunması için Kentte kalmasına karar vermişti. Bunun üzerine münafıklar, Ali hakkında fesat kumkuması çıkartmak için bir fırsat ele geçirmişlerdi. Hz. Ali de Rasulüllah'a giderek şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasûlü! Beni arkanda kadın ve çocukların arasında mı bırakıyorsun?" Bu soru üzerine Hz. Rasûl, kendisine şöyle diyerek teselli etti: "Sen Harun Musa'ya nasılsa, aynen öylesin." Yani, Tıpkı nasıl Musa Aleyhisselam Tur'a çıkarken İsrailoğulları'na nezaret için arkasında Harun Aleyhisselam'ı bıraktıysa, ben de seni Medine'ye nezaret için arkamda bırakıyorum."Fakat Hz.Ali'nin Harun'la (a.s) mukayesesi bir yanlış anlamaya yol açmasın diye de, Rasullüllah hemen eklemişti: "Fakat benden sonra peygamberlik yok."

11)Sevban'ın rivayetine göre Rasulüllah (s.a) şöyle buyurdu: "... ve ümmetim içinden zuhur edecek otuz yalancıdan her biri peygamber olduğunu iddia edecek; oysa ben, son peygamber'im. Benden sonra peygamber yok." (Ebu Davud.) Ebu Davud Kitab'ul-Melahim'de Ebu Hureyre'den naklen aynı mevzudaki bir başka hadisi rivayet eder: "Tirmizi de Hz.Sevban ve Hz. Ebu Hureyre hadislerini rivayet etmektedir ki, 30'a yakın yalancı çıkacak ve her biri Allah'ın peygamberi olduğunu iddia edecektir.

12) Rasulüllah (s.a) şöyle buyurdu: "Sizden önce İsrailoğulları arasında öyleleri vardı ki Peygamber olmadıkları halde (Allah tarafından) kendileriyle konuşulurdu. Benim ümmetim içinde böyle biri olacak olsa bu Ömer olur."(Buharî, Kitabu'l-Menakıb.)

Müslim'de geçen aynı mevzudaki hadiste yukellemün (kendileriyle konuşulanlar) kelimesi yerine, muhaddesûn kelimesi varittir ki ikisi de Allah ya da gayb tarafından kendileriyle konuşulan kimseler anlamına gelmektedir. Hadisin işaretine göre, bu ümmet içinde, peygamber olmadığı halde Allah'la konuşma şerefine ermiş bir kimse olsaydı, o Ömer olurdu.

13) Rasûlüllah (s.a) şöyle buyurdu: "Bundan sonra peygamber yoktur; Ümmetimden sonra (başka bir peygamberin) ümmeti de yoktur." (Beyhakî: Kitabu'r Rüya, Tabaranî)

14) Yüce Rasul (a.s) buyurdu: "Ben son peygamberim. Mescidim de son mesciddir." (Yani Medinede'ki Mescid'i Nebevi) <D> (Müslim: Kitabul-Hac).

Bu hadisler çok sayıda sahabe tarafından nakledilmiş ve birçok hadisci tarafından da sahih senedlerle rivayet edilmiştir. Bu hadisler üzerinde yapılacak bir araştırma gösterir ki, Rasullulah farklı vesileler, farklı yollar ve farklı kelimelerle peygamberlerin sonuncusu olduğunu, kendisinden sonra peygamber gelmeyeceğini, kendisiyle peygamberliğin son bulduğunu ve kendisinden sonra nebî ve rasul olduğunu iddia edecek kimselerin peşinen yalancı olduklarını teyid etmiştir. <D>

Sahabenin İcmaı:

Kur'an ve sünnetten sonra başvurulacak üçüncü kaynak sahabenin icmaıdır. Bütün geçerli tarihî rivayetler, sahabenin, Rasulüllah'ın aniden ölümüyle peygamberlik iddiasında bulunanlarla yahut bu iddialarını kabul edenlerle topyekün bir şekilde savaştığında müttefiktir.

Bu konuda Müseylemetü'l-Kezzab'ın durumu özellikle zikre şayandır. Bu adam, Rasûlullah'ın (s.a.) peygamberliğini inkâr etmiyor, fakat peygamberlikte ona ortak olduğunu iddia ediyordu. İrtihalinden önce Rasûlullah'a (s.a.) şöyle bir mektup yazmıştı: Allah Rasulü Müseyleme'den, Allah Rasûlü Muhammed'e! Selam üzerine olsun. Şunu bilmen gerekir ki, Ben peygamberlik görevinde sana ortak edildim. Taberî cild II, s. 399. Mısır baskısı)

Dahası Tarihçi Taberî, Müseyleme hakimiyeti altındaki yerlerde ezan okunurken "eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah" kelimelerinin de kullanıldığını nakletmektedir. Kendisi tarafından Rasulüllah'ın peygamberliğini açıkça tastik etmesine rağmen kafir addedilerek, ümmetten ihraç edildi ve ona karşı savaşıldı. Tarih şunu da ispat eder ki, Beni Hanife ona iyi niyetle inanmıştı, daha doğrusu onun bizzat Hz. Muhammed (s.a) tarafından kendi peygamberliğine ortak edildiğine inandırılmıştı. Ötesi Medine'de Kur'an ta'lim etmiş biri onlara, Kur'an ayetlerini sanki Müseyleme'ye indirilmiş gibi sunarak okumuştu. (Eb-Bidâye ve'n-Nihâye. Cilt: 5. sh :51.)

Fakat bu mazeretlerine rağmen sahabe onları Müslüman olarak kabul etmedi ve savaşmak üzere üzerlerine ordu gönderdi. Hem sonra sahabenin onlarla dinsizlik yüzünden değil, isyan yüzünden savaştığı da iddia edilemez. İslâm hukukuna göre, eğer savaş asi Müslümanlara karşı yapılıyorsa, savaş esirleri köleleştirilemez. Bırakın Müslümanları, asi zimmî'ler bile savaşta ele geçtiklerinde köle yapılamazlar. Fakat Müseyleme ve takipçileri kuşatıldığında Hz. Ebu Bekir onların kadın ve çocuklarının köle yapılmasını bildirdi. Ve nitekim öyle de oldu. Hatta içlerinden bir cariye Hz. Ali'ye verildi. Daha sonra bu birleşmeden İslâm tarihinin meşhur şahsiyeti Muhammed bin Hanefiyye doğacaktır. <D>

(El-Bidaye Ve'n-Nihâye. Cilt: 6. sh: 316-325) Demek ki sahabenin onlarla savaşma sebebi isyan suçu değildi. Suç, bir şahsın Rasûlüllah'tan (s.a) sonra peygamberliğini ilan etmesi ve diğerlerinin de ona inanmasıydı. Bu harekat, Rasûlullah'ın (s.a.) irtihalinden hemen sonra Ebu Bekir'in hilafeti esnasında ve tüm sahabenin icmaı ile gerçekleştirilmişti. Sahabenin oy birliğiyle icmaına dair bundan daha çarpıcı bir örnek bulunamaz herhalde
 

seheryeli

New member
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
40
Tepkime puanı
0
Puanları
0
İslâm Alimlerinin icmaı:

Rasul'un ashabının icmaından sonra otorite olarak kabul edilen üçüncü merci, ashab döneminden sonra yaşamış din alimlerinin icmaıdır. Onların vardıkları ittifakın araştırılması gösterir ki, hicretten sonraki ilk asırdan günümüze değin bütün İslâm dünyasının her beldesinde gelmiş geçmiş din alimleri, Rasûlüllah Muhammed'den (s.a) sonra peygamber olamayacağına, böyle bir iddiaya kalkışanın, ya da böyle bir iddiayı kabul edenin kafir olacağını ve İslâm'dan çıkarılması gerektiğini oy birliğiyle benimsemişlerdir. Bu ittifakı oluşturan değerlendirmelere dair birkaç örnek verelim:

1) Ebu Hanife (80-150 H.) döneminde bir adam peygamber olduğunu iddia etti ve şöyle dedi: "Bana izin verin peygamberliğimin delillerini göstereyim. İmam şu hükmü verdi: "Bir kimseden peygamberliğine dair delil isteyen tıpkı böyle bir iddiada bulunan gibi kafir olur." Zira Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: "Benden sonra peygamber yoktur." (Menâkıb İmam-ı A'zam Ebu Hanife.) İbn Ahmed el-Mekki. Cilt: 1. sh: 161. Haydarâbâd. Neşri. H. 1321.

2) Allâme İbn Cerir et-Taberî (224-310 H.) meşhur Kur'an tefsirinde bu ayetin anlamını şöyle açıklamıştır: "Hz. Rasûlüllah (s.a), peygamberlik silsilesini kapamış ve onu mühürlemiştir. İmdi bu kapı kıyamete dek kimseye açılmayacaktır." (Tefsir-i İbn Cerir. Cilt: 22. sh: 12.)

3) İmam Tahavî (239-321 H.), Akide-i Selefiye adlı eserinde selef-i salihîn'in özellikle İmam Ebu Hanife, İmam Ebi Yusuf ve İmam Muhammed'in (Allah hepsine rahmet eylesin) peygamberlikle ilgili inançlarını şöyle nakletmektedir: "Onlara göre, Muhammed (s.a) Allah'ın seçkin kulu, Rasûlü ve gözde nebisidir. O, peygamberlerin sonuncusudur. Velilerin imamı, nebilerin reisi ve Rabbinin sevgilisidir. Ondan sonra girişilecek herhangi bir peygamberlik iddiası dalâlettir ve nefsin şehvetlerine tapınmaktır." (Şerh et-Tahavîyye, Dârul-Maârif, Mısır. sh: 15, 87, 96, 97, 100, 102)

4) Allâme İbn Hazm Endülüsî (384-456 H.) şunları yazıyor: "Şu kesin ki, Rasulüllah'ın irtihalinden sonra vahiy kesilmiştir. Böyle olmasının nedeni de vahyin Rasul'den başkasına gelmeyişidir ve bizzat birinin babası değil, ancak Allah Rasulü ve peygamberlerin sonuncusudur." (El-Muhallâ, Cilt: 1. sh: 26.)

5) İmam Gazali (450-505 H.) şunları söylüyor: "Rasûlüllah Muhammed'den (s.a) sonra hiç peygamberin gelmeyeceğine dair İslâm ümmeti arasında tam bir icma vardır... Bütün ümmet müttefiktir ki, Rasûlüllah Lâ nebiyye ba'dî sözleriyle kendisinden sonra ne bir rasul ne de bir nebi geleceği dışında başka bir şey kastetmemiştir. Bu sözü başka türlü te'vil saçma ve böyle bir şeyi kaleme almak sapıklık olur. Dahası, ümmet de ittifak eylemiştir ki o sözün anlamı, başka bir te'vile açık kapı bırakmayacak denli böyledir, bunu inkâr eden ümmetin icmaını inkâr eder. (El-iktisad fi'l-itikaâd, Mısır, sh: 114)

6) Muhy-is-Sünne Bagevi (V. 510 H. Maâlim et-Tenzil) adlı tefsirinde şunları yazıyor: "Allah, Rasûlüllah ile nübüvvet kapısını kapadı. Zira o, nebilerin sonuncusudur... İbn Abbas demiştir ki: "Kadir-i Mutlak olan Allah (bu ayetle) bildirmiştir ki, ondan sonra peygamber gelmeyecektir." (Cilt: 3. sh: 158)

7) Allâme Zemahşeri (467-538 H.) Keşşaf tefsirinde şunları yazmaktadır: "Eğer kıyamete yakın günlerde İsa Aleyhisselam'ın yeryüzüne ineceği inancı varken Rasûlullah nasıl son peygamber olabilir?" dersen, derim ki: "Rasûlullah, kendisinden sonra hiçbir kimsenin peygamber olarak gönderilmeyeceği anlamında son peygamberdir. İsa Aleyhisselam'a gelince o, Rasûlullah'ın (s.a.) zuhurundan önce gönderilmiş peygamberlerden biridir ve tekrar geldiğinde Muhammed (s.a) Şeriat'ının izleyicisi olarak gelecek ve namazını ümmetin diğer ferdleri gibi kıble'ye (Kâ'be) yönelerek kılacaktır." (Cilt: 2. sh: 215)

8) Kadı Iyaz (V. 544 H.) şöyle yazar: "Kendisinin peygamber olduğunu iddia eden yahut peygamberliğin iktisab edilebileceğini ve peygamberlik rütbesine bazı filozofların ve sûfi denilen kimselerin iddia ettikleri gibi kalb temizliğiyle ulaşılabileceğini iddia eden ve dahi peygamberlik iddiasında bulunmamakla birlikte vahiy aldığını ileri süren kimse... tüm bu kimseler kâfirdir ve Rasûlüllah'ı inkâr etmektedirler. Çünkü, o bize son peygamber olduğunu ve kendisinden sonra peygamberin gelmeyeceğini bildirmiştir. Peygamberliği kapadığına ve tüm insanlığa gönderildiğine dair haberleri Allah'tan getirmiştir ve topyekûn ümmet bu kelimelerin zahiri manâsı dışında bir manâya sahip olmadığında müttefiktir.

Farklı bir tefsire yahut özel bir manâya mahal yoktur. Dolayısıyla, böylelerinin hem nakle hem de icmaya göre kafir olduğu konusunda hiçbir şüpheye yer yoktur." (Şifa, Cilt: 2. sh: 270, 271.)

9) Allâme Şehristanî (V. 548. H.) ünlü El-Milel ve-n-Nihal adlı eserinde şunları yazıyor: "Ve aynı şekilde (İsa Aleyhisselam hariç) Rasûlüllah Muhammed'den (s.a) sonra bir başka peygamber geleceğini... söyleyen kimse kafirdir ve bu mevzuda iki kişi arasında bile ihtilaf yoktur. (Cilt: 3. sh: 249)

10) İmam Razi (543-506 H.) Hatem en-Nebiyyîn ayetini açıklarken Tefsir-i Kebir'inde şunları söylemektedir: Bu bağlamda "Ve Hatem en-Nebiyyîn" denmesinin sebebi şudur: Eğer kendisinden sonra bir peygamber gelecekse, bir peygamber talimat hakkındaki tavsiye ve açıklamaları eksik bırakır ki, kendisinden sonra gelen peygamber o eksikliği tamamlayabilsin. Ancak Rasûlüllah kendisinden sonra peygamberin gelmeyeceğini bilen biri olduğundan kendi ümmetine çok daha müşfik davranmış ve onlara eksiksiz bir kılavuzluk yapmıştır. Zira o, kendisinden sonra oğlunu koruyup gözetecek bir veli ve koruyucunun olmadığını bilen babaya benzemektedir. (Cilt 6. sh: 581.)

11) Allâme Beydavî (V. 683 H.), Envâr et-Tenzîl adlı tefsirinde şöyle yazıyor: "Yani, Rasûlullah peygamberlerin sonudur, peygamberler silsilesini kapamıştır, yahut peygamberler silsilesi onunla mühürlenmiştir. Ve İsa'nın (a.s) ikinci gelişi, Rasûlüllah'ın son peygamber oluşuyla çakışmaz. Çünkü, o geldiğinde Rasûl'ün Şeriat'ına tabi olacaktır. (Cilt: 1. sh: 164.)

12) Allâme Hâfız-üd-Din Nesefi (V. 710 H.) Medarik et-Tenzil adlı tefsirinde şöyle yazmaktadır: "Ve Rasûlüllah Hatem en-Nebiyyin'dir, yani, peygamberlerin sonuncusudur. Ondan sonra hiç kimse peygamber tayin edilmeyecektir. Gelelim İsa Aleyhisselâm'a; kendisi, ondan önce gönderilmiş peygamberlerden biridir ve ikinci kez geldiğinde Muhammed (s.a) şeriatının bir izleyicisi ve onun ümmetinin bir üyesi olarak gelecektir." (sh: 471.)

13) Allâme Alâ ad-Din Bağdâdi (V. 725 H.) Hâzin tefsirinde şunları yazıyor: "ve Hatem en-Nebiyyin; yani Allah, Rasûlüllah Muhammed (s.a) ile peygamberlik silsilesine son vermiştir. Şimdi, ne ondan sonra bir peygamber vardır ne de bu konuda onunla bir ortak... Ve kân-Allah-u-bi-kulli şey'in Alîmâ: yani Allah ondan sonra hiç peygamber gelmeyeceğini bilmektedir." (sh: 471, 472.)

14) Allâme İbn Kesir (V. 774 H.) meşhur tefsirinde şöyle yazmış: Demek ki bu ayet Rasûlullah'tan (s.a.) sonra herhangi bir nebinin gelmeyeceğine delâlet eden apaçık bir nasstır.

Ve madem ki ondan sonra nebi yok, rasul de yok demektir; zira risalet hususi iken nübüvvet umumidir. Nitekim her Rasul Nebidir ama her Nebi Rasul değildir... Her kimki Rasûlüllah'tan sonra bu göreve atandığını söylüyorsa o yalancı, düzenbaz, deccal ve kafirdir.
Tabiatüstü ve sihrî mahiyetteki hokkabazlık, büyü ve gözbağcılık numaralarının hiçbir değeri yoktur... Bu durum kıyamete kadar bu iddiada bulunan herkes için geçerlidir." (Cilt: 3. sh: 493, 494.)

15) Allâme Celâleddin Suyûti (V. 911 H.) Celâleyn'de şunları yazmış: "Ve kâne- Allahu-bi-kulli Şey'in Alîmâ: Allah, Rasûlullah'tan (s.a.) sonra peygamber olmadığını bilir. Ve İsa (a.s) indiğinde Rasûlullah'ın (s.a.) Şeriat'ına tabi olacaktır. (Sh: 768.)

16) Allâme İbn Nucaym (V. 970 H.) Fıkıh usulüyle ilgili meşhur Kitâb el-Eşbâh ven-Nezâir adlı eserinde şöyle yazıyor: "Eğer bir şahıs, Muhammed'in (s.a) son peygamber olduğunu inkâr ederse o, Müslüman değildir. Zira bu, bilinmesi ve inanılması itikaden temel vecibelerden olan aslî umdelerden biridir." (sh: 179.)

17) Molla Aliyyül Kâri (V. 1016 H.) Şerh-i Fıkh-ı Ekber'de şunları yazmaktadır. "Ümmetin icmaına göre Rasûlüllah Muhammed'den (s.a) sonra peygamberlik iddiasında bulunmak küfürdür." (sh: 202.)

18) Şeyh İsmail Hakkı (V. 1137 H.) bu ayeti Ruh'ul Beyân adlı tefsirinde açıklarken şöyle yazıyor: "Asım, kelimeyi Hatem olarak okumuştur ki bu okunuşta kelime mühür basmak için kullanılan âlet anlamına gelir. Bu demektir ki, Rasûlüllah son olarak gelmişti ve onunla peygamberlik silsilesi kapandı ve mühürlendi... Bazıları bu kelimeyi Hatim olarak okumuşlardır ki, o zaman kelime mühür vuran kimse anlamına gelir. Bu okunuşla, Hatim, Hatem ile yine aynı kökten gelmektedir... Bundan sonra onun ümmetinin alimleri ona yalnızca Velâyet'de mirasçı olabilir; Peygamberlik mirası kendisiyle bitmektedir. Ve İsa aleyhisselâm'ın ikinci gelişi, Rasûlüllah'ın sonuncu peygamber oluşuyla hiçbir şekilde çelişmez. Çünkü Hâtem en-Nebiyyîn ondan sonra hiç peygamber gelmeyeceği anlamına gelmektedir... Ve İsa, ondan önce bir peygamber olarak gönderilmiştir. İkinci kez geldiğinde ise Muhammed'in (s.a) Şeriat'ının bir izleyicisi olarak gelecek. Namazını, onun ümmetinin diğer üyeleri gibi Kıble'ye yönelerek kılacak. Ne vahiy alacak ne de yeni emirler getirecek, yalnızca Rasûlüllah Muhammed'in (s.a) bir halifesi olacak... Ve Ehli Sünnet Şuna inanır ki, peygamberimizden sonra peygamber gelmeyecektir. Çünkü Allah şöyle demiştir: "O, ancak Allah'ın peygamberi ve peygamberlerin sonuncusudur." Ve Rasûlüllah da şöyle buyurmuştur: "Benden sonra peygamber yoktur." İmdi, kim peygamberimizden sonra bir peygamber olduğunu söylerse kafir olmuştur.

Yine Rasûlüllah Muhammed'ten (s.a) sonra bir peygamber olduğunu iddia eden kimsenin iddiası da, sapıklıktan başka birşey değildir. (Cilt: 18. sh: 188.)

19) Hicri 12. yüzyılda Avrengzeb Alemgîr'in emriyle güvenilir bir ulema grubu tarafından telif edilen Fetâvâ-i Alemgirî'ye (Fetava-i Hindiyye) göre: "Eğer bir şahıs Muhammed'in (s.a) son peygamber olduğunu inkâr ederse Müslüman değildir artık ve biri Allah'ın rasûlü ya da nebisi olduğunu iddia ederse tekfir edilmesi gerekir." (Cilt: 2. sh: 263.)

20) Allâme Şevkânî (V. 1255 H.) Fethü'l-Kadir adlı tefsirinde şunları yazmaktadır: "Alimlerin çoğunluğu, kelimeyi Hâtim olarak okurken Asım Hâtem olarak okumuştur. İlk okuyuşa göre manâ şöyle olur: "Rasûlüllah, peygamberler silsilesine son vermiştir, yani, son peygamber olarak gelmiştir." İkinci okunuşa göre ise şöyle: "O, peygamberler için mühür mesabesindedir, yani, kendisiyle silsilenin mühürlendiği mühür..." (Cilt: 4. sh: 275.)

21) Allâme Alûsî de "Ruhu'l-Maânî" adlı tefsirinde şöyle yazmaktadır: "Nebi kelimesi Rasûl kelimesinden daha şumüllü olduğuna göre Rasûlüllah'ın Hâtem en-Nebiyyîn (Nebilerin mührü) olması aynı zamanda Hatem el- Mürselin (Rasullerin mührü) olduğu anlamına gelir. Ve Nebi rasullerin sonuncusu olması, onun bu dünyada Allah tarafından peygamberlikle şereflendirilmesi, ardından herhangi bir insanın yahut cinnin peygamberliğinin söz konusu olmadığı anlamına gelir." (Cilt: 18 sh: 32.) "Onun, ardından her kim peygamber gibi vahiy aldığını iddia ederse, tekfir edilmelidir ve bu mevzuda Müslümanlar arasında hiçbir ihtilaf bulunmamaktadır." (Cilt: 18, sh: 38) "Rasûlüllah'ın nebilerin sonuncusu olması Allah'ın Kitabı'nda kesin şekilde beyan buyurulmuş, Sünnet'te açıkça belirtilmiştir ve bütün ümmet bu konuda ittifak etmiştir. Şu halde bunun hilâfına iddiada bulunan kimse tekfir edilmelidir. (Cilt: 18, sh: 39.)

Bu hükümler, Hindistan'dan Fas'a ve İspanya'ya, Türkiye'den Yemen'e kadar her Müslüman beldesinden ünlü alim, fakih ve müfessirler tarafından verilmiştir. Müelliflerin doğum ve ölüm tarihlerine bakıldığında görülecektir ki, kendileri İslâm hicri tarihinin ilk dönemlerinden 13. asrına kadar her dönemine mensup ünlü otoritelerdir. Gerçi H. 14. asırda yaşamış olanlarını zikretmedik, fakat onlara özellike yer vermedik. Çünkü biri çıkıp, bu alimlerin Hâtem en-Nebiyyîn deyimine, bu çağda peygamberlik iddiasında bulunan birini hedef alsın diye özellikle böyle bir manâ yüklediklerini söyleyebilir. Bu yüzden ilk dönem alimlerinin yazılarına başvurduk. Çünkü ne de olsa bu alimler çağımızda yaşamış bir şahsa karşı düşmanca ve kötü niyetli tavır sergileyemezlerdi.

Bu yazılar göstermektedir ki, hicretin ilk asrından günümüze dek bütün İslâm âlemi Hâtem en-Nebiyyîn deyimine ittifakla "Peygamberlerin sonuncusu" şeklinde manâ vermiştir. Ayrıca, Rasulüllah'tan sonra peygamberlik kapısının kıyamete dek kapandığı konusunda her asırdan Müslümanlar arasında tam bir icma hasıl olmuş ve Rasûlüllah'tan sonra nübüvvet veya risalet iddiasında bulunan veya böyle bir iddiayı kabul eden kimsenin İslâm dairesinden çıkacağı konusunda hiçbir ihtilaf vaki olmamıştır.

İmdi, iz'an sahibi her şahsa düşen, bir kimsenin yeni bir iddiayla ortaya çıkıp peygamberlik kapısını açmaya yeltenmesi Hâtemü'n-Nebiyyîn deyimini, Kur'an'da apaçık olan, Rasûlüllah tarafından bizzat açıklanan, sahabe tarafından topyekün ittifak edilmiş, sahabiler devrinden günümüze kadar icma ile kabul edilen lügat manâsından apayrı bir manâya çekmesi için bir boşluk bulup bulamadığına karar vermektir. Peygamberlik kapısının hâlâ açık olduğunu ileri sürmekle kalmayıp, Risaletin kutsal evine sahtekârca girmek isteyen bir şahsın peygamberliğine de inanan kimseler nasıl Müslüman sayılabilir
 

seheryeli

New member
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
40
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Üç mesele daha var ki bu meyanda tartışılmaya değer görünüyor:

Allah bizim İtikadımızın Düşmanı mı?

Herşeyden önce peygamberlik hassas bir meseledir. Kur'an'a göre kabulü ya da reddi bir kimsenin Müslüman olup olmadığını belirleyen temel akidelerden biridir. Eğer bir kimse peygamberse, ona inanmayan kafir olur, eğer bir kimse sahtekârsa ona inanan yine kafir olur.

Bu denli bıçak-sırtı bir meselede Allah'ın herhangi bir yanlışlık yaptığı düşünülemez. Eğer Rasûlüllah'tan sonra herhangi bir peygamber gönderilecek olsaydı Allah, bunu, Kur'an'da açıkca zikreder, peygamberi aracılığıyla bunu ümmete ilan eder ve Rasûlüllah da izleyicilerine, kendisinden sonra gelecek peygamberi ve kendisine iman etmeleri gerektiğini önceden açıkça bildirirdi. Allah ve Rasûlü'nün bizim iman ve itikadımıza garazleri mi var ki, peygamberlik kapısı açık olduğunun ve kendilerine inanmamamız durumunda kafir olacağımız başka peygaberlerin geleceğinin bildirilmemiş olması yetmiyormuş gibi, Allah ve Rasûlü'nün sarfettiği kelimeler yüzünden bütün ümmet 1300 yıldır ve hatta bugün bile Rasûlüllah Muhammed'den (s.a) sonra başka peygamberin gelmeyeceği şeklinde yanlış bir itikada kapılsın?

İmdi, farzedelim ki peygamberlik kapısı hâlâ açık olsun ve bir başka peygamberber zuhur etmiş bulunsun, biz de onu hiç tereddüd etmeden inkâr etmiş olalım. Tek tehlike Allah'ın huzurunda vereceğimiz hesap olabilir. Allah -farzı muhal- hesap günü bizi sigaya çekecek olsaydı O'nun Mahkemesi'nde bütün delillerimizi sarfedecek, hâşâ, bizzat Allah'ın kendi Kitabı ve Kendi Rasûlü'nün sünnet'i yüzünden sapıtıp küfre düşürüldüğümüzü iddia edebilecektik. Allah'ın, bu ispata rağmen hâlâ bizi niye yeni peygambere inanmadınız diye cezalandırması aklımızın ucundan geçmez. Fakat buna mukabil peygamberlik kapısı gerçekten kapalıysa, yeni bir peygamber gelmeyecekse ve buna rağmen bir kimse bir yalancının peygamberliğine inanıyorsa küfür ve sapıklığının cezasından kurtulmak için Allah'ın mahkemesine sunacağı delilleri çok iyi düşünmesi gerekir. Allah'ın mahkemesine çıkarılma vakti gelmeden savunmasını burada hazırlamalı ve yukarıda sarfedilen delilleri mukayese etmelidir. Böylece iz'an sahibi bir kimsenin bu savunmaya güvenip de küfür cezası yeme tehlikesini göze alıp alamayacağına bizzat hüküm verebilir, vermelidir.

Yeni Bir Peygambere Gerek Var mı?

Ele alınması gereken ikinci nokta peygamberliğin ibadet ve salih amalle hak kazanılabilecek bir keyfiyet olmadığıdır. Ayrıca o, bazı hizmetler karşılığı verilen bir ödül de değildir. İşin aslı, peygamberlik, Allah'ın belli bir ihtiyacı karşılasın diye bir şahsı tayin ettiği bir görevdir. İhtiyaç hasıl olduğunda bir peygamber bunu karşılamak üzere gönderilir. İhtiyaç olmadığı, yahut artık ihtiyaç kalmadığı zaman peygamberler durup durururken gönderilmezler.

Geçmişte peygamberlerin gönderilmesini zorunlu kılan şartların ne olduğunu anlamak üzere Kur'an'a müracaat ettiğimizde, tayinlerini gerekli kılan dört durumla karşılaşıyoruz:

1) Kendilerine henüz bir peygamberin gelmemiş ve dahi başka kavimlere ulaşan mesajı da almaması yüzünden kavim, peygamber ihtiyacı içinde kalmıştır.

2) Daha önceki peygamberin talimatının unutulması yahut tahrif edilmiş olması ve dahi mesajının anlaşılıp günlük hayatta tatbikinin imkansız hale gelmesi yüzünden bir peygamberin tayini gerekmiştir.

3) Halkın daha önceki peygamberin talimatını eksiksiz alamayışı ve talimatı tamamlamak için başka peygamberlere ihtiyaç olduğu zamanlarda.

4) Görevini îfada kendisine destek olsun, yardım etsin diye bir peygamber, başka bir peygambere ihtiyaç duyduğu zaman...

İmdi, bu durumlardan hiçbirinin Rasûlüllah Muhammed'in (s.a) gelişinden sonra sözkonusu olmadığı meydandadır. Bizzat Kur'an, Rasûlüllah'ın bütün insanlığa hidayet için gönderildiğini zikretmekte, dünya kültür tarihi de, onun gelişinden beri süregelen şartları, mesajın bir kavme ulaşabildiği ve ulaşmaya devam ettiği türden olduğunu söylemektedir bize. Dolayısıyla ayrı ayrı kavimlere gönderilmek üzere ayrı ayrı peygamberlere ihtiyaç yoktur.

Yine, Kur'an ile sabittir ve bütün hadis ve siyer literatürü de şehadet eder ki, Rasûlüllah'ın talimatı orijinal şekli üzere korunmuştur. Herhangi bir surette tahrif edilmemiştir. Getirdiği kitabın her harf ve hecesi aynen kalmış ve kıyamete kadar da değişmeden kalacaktır. Rasûl'ün (s.a) söz ve davranışla gösterdiği yol, verdiği örnek, en küçük ayrıntısına kadar kaydedilmiş şekilde hâlâ elimizdedir ve öylesine saf ve orijinaldir ki, okuyunca onu yaşıyor gibi oluruz. Bu da ikinci durumu geçersiz kılar.

Kur'an, İslâm dininin, Rasûlullah'la (s.a.) tamamlandığını beyan etmektedir. Demek ki dinin tamamlanması diye bir ihtiyaç sözkonusu olmadığına göre yeni bir peygamber gelmeyecektir.

Dördüncü duruma gelince, eğer yardımcı bir peygambere ihtiyaç olsaydı Rasûlullah zamanında zaten gönderilirdi. Hiç kimse gönderilmediğine göre bu şart ve durum da sözkonusu değil demektir.

İmdi, Rasûlullah'tan (s.a.) başka bir peygamberin gelmesini ihtiyaç haline getirebilecek beşinci durum hangisi, söylenmelidir bize. Eğer denirse ki, ümmet bozulmuş ve ıslahı için bir peygambere ihtiyaç vardır; biz de deriz ki, dünyada sırf ıslah için hiçbir peygamber gönderilmemiştir. Bir peygamber, ilahi vahiy kendisine indirilsin diye gönderilir. İlahi vahye ise ya yeni bir mesajı iletmek, ya bir önceki mesajı tamamlamak, yahut da onu bozukluk ve bulanıklıktan arındırmak için ihtiyaç duyulur. İmdi, Kur'an ve Rasûlullah Muhammed'in (s.a) sünneti aynen muhafaza edildiğine, Din bütünlenip tamamlandığına göre yeni İlahî vahye ihtiyaç kalmıyor, demektir. Şu halde ıslah etmek için yalnızca ıslahçılara ihtiyaç vardır, peygambere değil...
 

seheryeli

New member
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
40
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yeni Bir Peygamber Ümmet İçin Nimetten Çok Külfettir

Ele alınması gereken üçüncü husus, bir kavmin içinden peygamber çıkmasıyla, o kavmin kısa süre içinde iman-küfür meselesiyle karşı karşıya gelmesidir.

Onu kabul edenler bir ümmet oluşturacak, etmeyenlerse ayrı bir topluluk. Bu iki cephe arasındaki ayrılık yüzeysel olmayacak, her bir taraf itikadını terketmedikçe birleşmeyi önleyen, o peygambere inanıp inanmamak noktasında bıçak sırtı ve temelli bir ayrılık olacaktır. Sonra her biri yarı hidayet ve şeriat kaynaklarını benimseyecektir. Zira bir taraf şeriatını kendisi tarafından benimsenip kabullenmiş vahiy ve rasûlün sünnet'inden türetirken, diğeri onu şeriat kaynağı olarak kabul etmeyecektir.

Eğer bir kimse bu hakikatleri gözönünde bulundurursa anlayacaktır ki, peygamberliğin son bulması Allah'ın büyük bir lütfudur. Çünkü böylece İslâm Ümmeti için kalıcı ve evrensel bir kardeşlik tesisi mümkün olmuştur. Bu durum Müslümanları, bünyelerinde sürekli bölünmelere sebeb olabilecek temelli ayrılıklara karşı emniyet içinde tutacaktır. İmdi, Hz. Muhammed'i (s.a) kılavuz ve öncüsü olarak kabul eden ve onun talimatı dışında herhangi bir hidayet kaynağı aramayan herkes bu kardeşliğin bir üyesidir ve hep böyle kalabilir. Peygamberlik kapısı eğer kapalı ve mühürlü olmasaydı bu birlik ümmet tarafından asla sağlanamazdı. Zira, aksi durumda her yeni peygamberin zuhuruyla ümmet parçlanmaya maruz kalmış olacaktı.

Aklı başında bir kimse birazcık düşündükten sonra şunu kolayca alayabilir ki, bir peygamber bütün insanlığa gelmişse, din onunla tamamlanmışsa, talimatı tamamen korunmuş, tahrifata uğramamışsa, yeryüzündeki müminlerin son Peygamberin şeriatına bağlılıklarıyla daima tek bir ümmet halinde bir ve bütün olabilmeleri ve her yeni peygamberin zuhurunun ümmet içinde bölünmelere sebebiyet vermemesi için peygamberlik kapısının doğal olarak kapanmış ve mühürlenmiş olması demektir.

İster "gölge peygamber" olsun, ister "tenasüh etmiş" bulunsun, yahut ister önceki peygamberin takipçisi, kanun düzenleyicisi veya kitap'ın hâmili olsun, böyle herhangi bir şekilde bir peygamber zuhur etsin ve Allah tarafından gönderilmiş olsun; şu zaruridir ki, onun zuhuru insanları iki kampa bölecektir. Onu bir Peygamber olarak kabul edenler, inananlar cephesini oluşturarak, kabul etmeyenleri kâfirler olarak lanetliyeceklerdir. Yeni bir peygambere ihtiyaç olduğunda bu ayrışma kaçınılmaz olacaktır. Allah'ın hikmet ve rahmeti, kullarının yok yere bir iman-küfür çatışmasına sebebiyet versin ve onların daima yek vücut bir ümmet olarak kalmalarını engellesin, bu olacak iş değildir. Çünkü Kur'an'da sabit olan, Sünnet ve icma-ı ümmet ile teyid olunan şey, akılla da destekleniyor demektir ve akıl da peygamberlik kapısının halihazırda kapalı ve mühürlü olduğunu ve daima da öyle kalacağını söylemektedir.

"Vadedilmiş Mesih" Meselesinin Hakikatı

Yeni peygamberlik propagandacıları, cahil Müslümanlara sürekli Rasûlullah'ın (s.a.) "vadedilmiş mesih" in gelişini haber verdiği hadislerden söz ederler: "Mesih (İsa Mesih) bir peygamber olduğuna göre, ikinci kez gelişi, "peygamberliğin sonu" doktriniyle çelişmeyecektir. Demek ki, peygamberliğin sonu ve dolayısıyla "vadedilmiş Mesih"in gelişi itikadı haktır, gerçektir.

Bu noktaya gelindiğinde onlar "vadedilmiş Mesih"in Meryem oğlu İsa olmadığını da eklerler. İsa ölmüştür, onlara göre ve Hadis'te geleceği haber verilen kişi Mesih gibi bir adamdır, İsa Aleyhisselâm bir Mesih'tir ve o şimdi zuhur etmiş olan falan feşmekandır. O filan şahsa inanmak peygamberliğin sonu itikadıyla çelişmez.

Bu sahtekârlığı teşhir için, en muteber Hadis mecmualarında bulunan sahih hadisleri, hepsinin de kaynaklarını göstererek aşağıda zikrediyoruz. Bu hadisleri okumak suretiyle herkes Rasûlullah'ın (s.a.) bu konuda neler söylediğini, bu sözlerin günümüzde nasıl çarpıtılıp aşağılık emellere alet edilmek istendiğini anlayabilecektir.

Meryem Oğlu İsa'nın (a.s) İkinci Kez Gelişiyle İlgili Hadisler.

1) Ebu Hureyre'nin rivayetine göre Rasûlullah şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olan'a yemin ederim ki, Meryem oğlu İsa adil bir yönetici olarak aranıza inecektir. Sonra haçı kıracak, domuzu öldürecek <D> ve harbe son verecektir. (Başka bir rivayette Harb kelimesi yerinde Cizye kelimesi mevcuttur. O zaman manâ "cizye'yi kaldıracak" olur. <D>

O zaman servet öylesine bollaşacak ki, hiç kimse onu kabul etmeyecek ve (bu şartlar altında) Allah huzurunda bir secde'de bulunmak dünya ve içindekilerden daha hayırlı görülecektir. (Buhari: Kitab-ül-Ehâdis'il-Enbiya, Bâbü Nüzûl'i İsa İbn Meryem'; Müslim: Bâbü Nüzüli İsa; Ebvâb el-Fiten, Bâbün fi Nüzûli İsa; Müsned-i Ahmed: Merviyyatü Ebi Hureyre)

2) Hz. Ebu Hureyre'den gelen bir başka rivayet şöyledir: "Meryem oğlu İsa, nüzül etmedikçe kıyamet kopmayacaktır..." (Bu ifadeleri yukardaki hadiste rivayet edilen aynı temalar izlemektedir) (Buhari, Kitab-ül-Mezâlim, Bâbü Kesris-Salih; İbn Mâce, Kitab-ül-Fiten)

3) Hz. Ebu Hureyre'nin rivayetine göre Rasûlullah şöyle buyurdu: "Meryem oğlu İsa aranıza nüzul ettiğinde ne durumda olacaksınız? O zaman imamınız da kendi içinizde olacak..." <D> (Buhari: Kitabü Ehadis-i Enbiyâ, Bâbü Nüzuli İsa, Müslim: Nüzülü İsâ; Müsned-i Ahmed)

4) Hz. Ebu Hureyre'nin rivayetine göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Meryem oğlu İsa nüzül edecek, haçı parçalayacak; domuzu öldürecek, onun için cemaatler namaz kılmak üzere bir araya gelecek ve halka öyle çok servet dağıtacak ki, halk artık doyup almayacak, haracı kaldıracak, Ravha <D> mevkiinde konaklayacak ve buradan haccı yahut umreyi ya da her ikisini birden <D> (Ravi, Rasûlullah'ın (s.a.) hangisini dediği konusunda mütereddittir) ifa etmek üzere harekete geçecektir. (Müsned-i Ahmed: Merviyyâtü Ebu Hureyre, Müslim: Kitâb el-Hacc.)

5) Hz. Ebu Hureyre; Rasûlullah'ın (s.a.) (Deccâl'ın zuhuruyla ilgili haberleri zikrettikten sonra) şöyle dediğini rivayet etmektedir: Müslümanların onunla (Deccâl'la) savaşmak üzere hazırlık yapıp, saf bağlayıp ikame'de bulunulduğu sırada nüzûl edecek ve onlara namaz kıldıracaktır. Ve Allah'ın düşmanı (yani, Deccâl) onu görür görmez tuzun suda eridiği gibi erimeye başlayacaktır. Eğer İsa onu kendi haline bırakırsa, öyle eriyip ölecektir. Fakat Allah onu İsa'nın eliyle öldürecek ve İsa mızrağı üzerindeki kanını Müslümanlara gösterecektir. (Mişkât: Kitab ül-Fiten; referans Müslim'edir.)

6) Ebu Hureyre'nin rivayetine göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Onunla (yani İsa Mesih ile) benim aramda peygamber yoktur ve o nüzül edecektir. Şu halde onu gördüğünüzde tanıyın. Orta boylu, açık tenlidir.

İki parçalı sarı bir elbise giymiş olacaktır. Saçları adeta üzerinden su damlıyor gibi olacaktır ama ıslak olmayacaktır. İslâm uğruna hasımlarla savaşacak, haçı kıracak, domuzu öldürecek ve cizye' yi kaldıracaktır. Allah İslâm'ın dışındaki tüm ümmetlere son vererek ve Mesih, Deccâl'ı katledecek ve dünyada 40 yıl kalıp ölecek ve cenaze namazını Müslümanlar kılacaktır. (Ebu Dâvud: Kitâb el-Melâhim; Müsned-i Ahmad: Merviyyât-, Ebû Hureyre).

7) Cabir bin Abdullah Rasûlullah'tan (s.a.) şöyle işittiğini söylüyor: "Sonra Meryem oğlu İsa, nüzul edecek, Müslümanların imamı kendisine: "Gel bizimle namazda imam ol" diyecek fakat O: "Hayır birbirinize imam siz kendiniz olursunuz". <D> O, Allah'ın bu ümmete bahşettiği şerefi gözönüne alarak böyle diyecektir. (Müslim:Beyanu Nüzuli Isa'ibni Meryem, Müsned-i Ahmed: Merviyyatü Cabir bin Abdullah).

8) Câbir bin Abdullah (İbn Sayyâd'ın hadisiyle ilgili olarak) şöyle rivayet ediyor: "Sonra, Ömer İbn el-Hattâb şunları söyledi: "Ey Allah'ın Rasûlü, izin ver onu öldüreyim." Rasûlullah cevapladı; "Eğer o (Deccâl ile) aynı şahıs ise, onu öldüremezsin. Çünkü o, Meryem oğlu İsa tarafından öldürülecektir. Eğer o, (yani Deccâl) değilse zimmîlerden birini öldürmeye hakkın yoktur." (Mişkât: Kitab-ul-Fiten).

9) Câbir bin Abdullah, Rasûlullah'ın (s.a.) (Deccâl'dan söz ederken) şöyle dediğini rivayet ediyor: "İşte tam o sıralarda Müslümanlar arasında Meryem oğlu İsa Aleyhisselâm zuhur edecektir. Sonra insanlar namaz için kalktıklarında kendisine sorularak "Öne geç ey Allah'ın Ruhu: (ve bize namaz kıldır) Fakat O, "Hayır, sizin kendi önderiniz geçip namazı kıldırmalıdır." diyecektir. Sonra sabah namazını edâ ettikten sonra, Müslümanlar Deccâl ile savaşmaya çıkacaklardır. Buyurdu ki: "O yalancı, İsa'yı görünce tuzun suda eridiği gibi eriyecektir. Sonra İsa ona doğru ilerleyecek ve onu katledecektir. Ve öyle bir durum olacaktır ki, ağaçlar ve taşlar "Ey Allah'ın Ruhu, arkamda bir Yahudi gizleniyor " diye bağıracaklardır. Deccâl'a tâbi olanlardan hiçbiri kalmayacaktır ki İsa kendisini öldürmemiş olsun." (Müsned-i Ahmed, Rivayâtu Câbir bin Abdullah)

10) Hazret-i Nevvas bin Sam'ân Kitâbî, Deccâl haberiyle ilgili olarak) şunları rivayet ediyor: "Deccâl şunları yaparken Allah Meryem oğlu Mesih'i gönderecek ve o, Dimaşk'ın (Şam) doğu kesimine beyaz minarenin yakınına sarı elbiseli ve iki meleğin kanatlarına yaslanmış olarak inecektir. Başını eğdiğinde saçlarından su damlıyor gibi olacaktır, başını kaldırdığında da âdeta inci misali damlalar aşağı dökülüyormuş hissini verecektir.

Nefesindeki havanın ulaştığı yerlerdeki ve görüş ufkunun içinde kalan bütün kâfirler ölecektir. Sonra Meryem'in oğlu, Deccâl'ın peşine düşecek ve onu Lud <D> kapısında altedip, öldürecektir." (Müslim: Zikrüd'-Deccâl, Ebû Dâvud: Kitab el-Melâhim: Tirmizi: Ebvab el-Fiten; İbn Mâce: Kitab el-Fiten.)

11) Abdullah bin Amr bin As, Rasûlullah'ın (s.a.) şöyle dediğini rivayet ediyor: "Deccâl, ümmetin içinde zuhur edecek ve kırk şu kadar yaşayacak. (Kırk gün mü demişti, kırk ay mı, kırk yıl mı hatırlamıyorum.) Sonra Allah Meryem oğlu İsa'yı gönderecek. O, Urve bin Mesûd'a (Bir sahabi'dir.) çok benzeyecek. Deccâl'ı izleyip öldürecek. Sonra yedi yıl boyunca insanlar o durumda yaşayacak ki iki kişi arasında ne kötü niyet, ne de düşmanlık mevcud olacak." (Müslim: Zikrü'd-Deccâl)

12) Huzayfa bin Esîd el-Gifarî anlatıyor: "Bir keresinde Rasûlullah meclisimize teşrif etti. Biz o esnada aramızda konuşmaktaydık. "Ne hakkında konuşuyorsunuz" diye sordu. "Kıyamet hakkında konuşuyorduk" dediler. "On alamet belirmedikçe kıyamet kopmaz." dedi ve sonra on âlameti saydı: (1) Duman, (2) Deccâl, (3) Dâbbet'ül-Arz, (4) Güneşin batıdan doğması, (5) Meryem oğlu İsa'nın nüzulu, (6) Ye'cüc ve Me'cüc, (7) Üç büyük yer kayması: Biri doğu'da (8) İkincisi batı'da, (9) Üçüncüsü Arap yarımadasında, (10) Yemen'de çıkacak ve insanlığı mahşere kadar körükleyen bir yangın." (Müslim: Kitab el-Fiten, Ebu Dâvud: Kitab el-Melâhim.)

13) Rasûlullah'ın (s.a.) azadlısı Sevbân şöyle rivayet ediyor: Rasûlullah şöyle buyurdu: "Allah ümmetimden iki orduyu Cehennem azabından korumuştur. Hindistan'ı fethedecek ordu ile Meryem oğlu İsa'yla birlikte olacak ordu." (Nesei: Kitab el-Cihad, Müsned-i Ahmed: Rivâyetu Sevbân).

14) Mücemmi bin Cariye el-Ensari diyor ki: "Rasûlullah'ın (s.a.) şöyle dediğini işittim: "Meryem'in oğlu, Lud kapısında Deccâl'ı öldürecek" (Müsned-i Ahmed Tirmizi, Ebvab ül-Fiten)

15) Ebu Umâme Bâhilî (Deccal'i uzun bir hâdis içinde zikrederken) rivayet ediyor: Müslümanların İmamının tam sabah namazı için öne çıkacağı sırada Meryem oğlu İsa aralarına girecek. İmam, o öne geçsin (namazı kıldırsın) diye adımını geri alacak, fakat İsa onun omuzları arasına elini koyup şöyle diyecek: "Hayır, siz kıldırmalısınız. Çünkü cemaat size uymak için toplandı." Bunun üzerine İmam namazı kıldıracak. Selâm verildikten sonra İsa şöyle diyecek: "Kapıyı açın."

Kapı açılacak, karşılarına 70.000 silâhlı Yahudiyle Deccâl çıkacak. O, İsa'ya (a.s) bakar bakmaz tuzun suda eridiği gibi erimeye başlayacak ve kaçmaya başlayacaktır. İsa şöyle diyecek: "Sana öyle bir nefes edeceğim ki, seni öldürecek." Sonra onu Lud kapısının doğu yakasında altedecek ve Allah Yahudileri yenilgiye uğratacak... Ve yeryüzü tıpkı kabın suyla dolması gibi Müslümanlarla dolacak. Tüm dünya bir de aynı Kelime'yi zikredecek, ona uyacak ve Allah'tan başkasına ibadet edilmeyecektir. (İbn Mâce: Kitab el-Fiten)

16) Osman bin Ebi el-As şöyle diyor: Rasûlullah'ın (s.a.) şöyle dediğini işittim: "...ve Meryem oğlu İsa sabah namazı vaktinde inecek. Müslümanların İmamı şöyle diyecek: "Ey Allah'ın Ruhu, namazı kıldır." Şöyle cevaplayacak "Bu ümmetin ferdleri birbirine imam olur." Sonra imam öne geçip namazı kıldıracak. Namazdan sonra İsa silahını alıp Deccâl'e doğru yola çıkacak. Deccâl İsa'yı görünce kurşun gibi eriyecek. İsa, silahıyla onu öldürecek ve Deccâl'ın ardındakiler panik içinde kaçacak fakat gizlenecek yer, kaçacak delik bulamayacaklar. Hatta ağaçlar seslenecek: "Ey mü'min! İşte arkamda bir Yahudi var" (Müsned-i Ahmed, Taberâni, Hâkim).
 
Üst Alt