..
..
işte akaid ilminin insanları kurandan nasıl saptırdığı insanlar kafasına kazımışlar peygamber kelimesini inatla sürdürüyorlar kurana ters düşme adınada olsa hatada ısrar var Kur’ân-ı Kerim hakikatleri, üniversitelerimizde öğretilen Akait kaidelerinde genel kabul görmüş olan standartlara uymamaktadır. Allah başka, Akait başka şey söylemektir. Kur’ân-ı Kerim’de resûl kavramı; Nebîler için de, velîler için de kullanılmıştır. Yani velî dediğimiz resûller her zaman var olmuştur. Şu anda da dünyada ne kadar kavim varsa bütün kavimler içinde, o kavmin halkına, kavmin kendi lisanıyla hitap eden resûller hayattadırlar ve tebliğlerini yapmaktadırlar.
Nebîlerin sonuncusu, Peygamber Efendimiz(S.A.V)’dir. Allahû Tealâ buyuruyor:
33/AHZAB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadîn min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen Nebîyyin(Nebîyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed, aranızdan hiçbir erkeğin babası değildir. Fakat O, Allah’ın Resûl’ü ve Nebîlerin Hatemidir, (sonuncusudur). Allah, herşeyi hakkıyla bilendir.
Allahû Tealâ. Nebîlik onunla hitam buluyor anlamındaki ‘Hatemül Enbiya’ ifadesini kullanmıştır. Hatem, hitam kelimeleri aynı kökten gelirler. Hitam sona ermek, tama ermek demek, hatem de baştan sona kadar Kur’ân’ın okunması anlamına gelen bir kelimedir. Bu âyetteki hitam kelimesinden, kıyâmete kadar geçecek olan devrede hiçbir zaman artık Nebî gelmeyeceği anlaşılmaktadır. 14 asırdır gelmediği gibi, bundan sonra da gelmeyecektir. Son Nebî Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’dir.
Akait, resûl ve Nebî konusunda şunları söylemektedir:
1- Bütün nebîler resûldür. Kur’ân-ı Kerim’e göre bu ifade doğrudur.
2- Bütün resûller nebîdir. Bütünüyle yanlıştır. Bütün resûller nebî değildir. Resûllerin bir kısmı nebîdir, bir kısmı velîdir. Hatta nübüvvetle veya risalatle hiç alâkası olmayan kişilerden de Kur’ân-ı Kerim resûl diye bahsetmiştir.
3-Resûller, kendilerine kitap verilen peygamberlerdir. Bu ifade iki sebepten yanlıştır. Birincisi bütün resûller peygamber değildir. İkincisi ise bütün resûllere Allahû Tealâ kitap vermemiştir. Şu anda dünya üzerinde bütün milletlerin içinde yaşayan kitap verilen ve verilmeyen resûller vardır.
4-Nebîler kendilerine kitap verilmeyen peygamberlerdir ve resûllere verilen kitaplarla idare etmek mecburiyetindedirler. Tamamen yanlıştır. Tam aksine bütün nebîler kendilerine kitap verilen peygamberlerdir.
Öyle ise Akait’te büyük yanlışlar görüyoruz. Şimdi de bu yanlışları tek tek ortaya koyalım:
AKAİTİN 2. KAİDESİ:
1. Ayrım:
12/YUSUF-50: Ve kâlel meliku’tûnî bih(bihî), fe lemmâ câehur resûlu kâlerci’ ilâ Rabbike fes’elhu mâ bâlun nisvetillâtî katta’ne eydiyehunn(eydiyehunne), inne rabbî bi keydihinne alîm(alîmun).
Ve Melik: “Onu bana getirin.” dedi. Böylece ona, resûl (ulak, haberci) geldiği zaman Yusuf (A.S.): “Efendîne dön ve ellerini kesen kadınların hali (durumu) nedir, ona sor.” dedi. Muhakkak ki; Rabbim onların hilelerini en iyi bilendir.
Bu âyette mü’min olmayan, kâfir olan birisinden ‘resûl’ diye bahsedilmektedir. Hiç kimse firavunun sağa sola haber gönderdiği bir ulağının, peygamber olduğunu iddia edemez. Öyle ise, bütün resûller Nebî değildir. Yusuf Suresinin 50. âyet-i kerimesi bu ayrımı kesinleştirmektedir.
2. Ayrım:
2. Ayrım Allahû Tealâ meleklerden resûl tayin etmesidir. Allahû Tealâ buyuruyor:
22/HAC-75: Allâhu yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâs(nâsi), innallâhe semîun basîr(basîrun).
Allah, meleklerden ve insanlardan resûller seçer. Muhakkak ki Allah, en iyi işitendir, en iyi görendir.
Allahû Tealâ Hazreti Cebrail (A.S) için ‘resûlüm’ diyor. Ama Cebrail (A.S) bir nebî değildi, bir resûldü. Allahû Tealâ’nın başka melekleri de resûl olarak vazifelendirdiğini görüyoruz. Hazreti Lut’a ve başka başka kavimlere gönderdiği melekler söz konusudur. İlgili âyetlerde o meleklerden de resûl diye bahsedilmektedir. Meleklerden nebî olmasının mümkün olmaması sebebiyle, her resûl nebî değildir.
3. Ayrım:
Üçüncü ayrım cin resûllerin var oluşudur. Cinlerin arasında da resûller vardır ama nebîler yoktur.
6/EN’AM-130: Yâ ma’şerel cinni vel insi e lem ye’tikum rusulun minkum yakussûne aleykum âyâtî ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû şehidnâ alâ enfusinâ ve garrethumul hayâtud dunyâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(kâfirîne).
Ey insan ve cin topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran içinizden resûller (elçiler) gelmedi mi? “Kendi nefslerimize şahit olduk.” dediler. Dünya hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduğuna, kendileri şahit oldular.
4. Ayrım:
Allahû Tealâ resûllerden Allah’ın rızasına ulaşmamış olanların var olduğunu söylüyor. Allahû Tealâ buyuruyor:
72/CİN-26: Âlimul gaypi fe lâ yuzhiru alâ gaypihî ehadâ(ehaden).
Gaypı bilen Allah, gaypı kimseye açıklamaz.
72/CİN-27: İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ(rasadan).
Ancak resûllerden rızaya (Tasarruf rızası) ulaşanlar müstesna. Öyleyse muhakkak ki; O (Allah), onların önünden ve ardından muhafız gönderir.
Demek ki resûller arasında rızaya ermemiş olanlar vardır. Rızaya ermemiş bir peygamberin olması mümkün değildir.
5. Ayrım:
23/MU'MİNUN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etba'nâ ba'dahum ba'dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu'den li kavmin lâ yu'minûn(yu'minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeden, peşpeşe) gönderdik. Hangi kavme resûlü gelse hepsi onu tekzip ettiler (yalanladılar, reddettiler). O zaman Biz, birbiri ardından onları yok ettik ve onları efsane kıldık. Mü'min olmayan kavim artık uzak olsun.
2/BAKARA-87: Ve lekad âteynâ mûsal kitâbe ve kaffeynâ min ba'dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferikan taktulûn(taktulûne).
Andolsun ki; Biz, Musa'ya kitap verdik ve ondan sonra da, birbiri ardından (araları kesilmeksizin, peş peşe) resûller gönderdik. Ve Meryem'in oğlu İsa'ya beyyineler (açık kanıtlar) verdik ve onu RUH'ÛL KUDÜS ile destekledik. Her ne zaman size bir resûl, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle (emirle) geldiyse, hemen kibirlendîniz. Bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürdünüz.
Hiçbir kavimde resûlsüz geçen bir günü dahi olmamıştır. Bu ifade, hangi kavimde bir resûl ölürse, Allahû Tealâ’nın derhal o kavimden başka birisini resûl tayin ettiği anlamına gelir. Bütün kavimlerde şu anda da Allah’ın resûlleri yaşamaktadır. Ama 1400 senedir nebî yoktur ve bundan sonra da olmayacaktır. Öyle ise bütün kavimlerde şu anda yaşamakta olan resûller, nebî değillerdir.
İnsanların yaşadığı bütün devirlerde ve bütün kavimlerde, Allahû Tealâ o insanların arasından birisini mutlaka resûl tayin eder. Allahû Tealâ ‘Kül kavmin min resûl’ yani, ‘Bütün kavimlerde resûl vardır.’ diyor. Böylece görüyoruz ki yeni bir ayrım daha ortaya çıkıyor: resûller her kavimde ve her devirde vardır.
Resûller devamlı iken, nebîler arasında ise fetret dönemleri vardır. Hazreti Musa ve Hazreti İsa arasında 2000 yıl, Hazreti İsa ile Peygamber Efendimiz(S.A.V) arasında 600 yıl peygambersiz dönemler olmuştur. Öyle ise şu anda bütün dünyada, bütün kavimlerde yaşayan resûller var olduğuna göre, hiç kimse onların nebî olduklarını iddiâ edemez. Allahû Tealâ buyuruyor:
17/İSRA-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe “azap edici “ olmadık.
Kıyâmet günü, insanlık tarihî boyunca yaşamış olan bütün insanlar ya cenneti yada cehennemi dolduracaklardır. Yani bu iki yerden birine gideceklerdir. İnsanlardan kaybettikleri dereceler, kazandıklarından fazla olanların gidecekleri yer cehennemdir. Bu vasıfta olan herkes, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, mutlaka cehenneme girecektir. Öyle ise insanlık tarihî boyunca, insanların cehenneme gitmediği hiçbir devre ve hiçbir kavim olmayacaktır. Hangi devirde ve hangi kavimde yaşarsa yaşasın, insanların çoğu mutlaka cehenneme gidecektir. Öyle ise cehenneme gidecek olan bu insanların bulunduğu zaman parçasında ve kavimde mutlaka resûl yaşamış olmalıdır ki, Allahû Tealâ o insanları cezalandırsın. Yoksa cezalandırmaması lâzım ki, böyle bir kavim yer yüzünde de mevcut değildir.
Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’de söylediklerinin, sadece bu dünyaya ait olduğunu zannetmeyin, Kur’ân-ı Kerim bütün kâinata hitap eder. Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz(S.A.V) için ‘Habibim seni âlemlere rahmet olarak yarattım.’ diyor. Yani ‘Sadece dünya adı verilen bu gezegene ait değisin, bütün âlemler için rahmetsin.’ diyor. Bütün nebîler kâinata aittir; ama nebîlerin dışındaki resûller hepsi sadece kendi milletlerinin resûlüdür.
Öyle ise bir farklılık daha söz konusudur. Her kavimde yaşayan resûllerin hepsi, resûldür. Bu gün yaşamakta olan bütün resûller sadece velî resûldür, hiçbirisi nebî resûl değildir ve insanlık tarihî boyunca fetret devirlerinde yani, nebî olamayan devirlerde bütün kavimlerde resûller hep mevcut oldular. Nebîler kâinatın peygamberidir, ama aynı anda kendi kavimlerinin de resûlüdür. O kavimde başka bir resûl yoktur; yani nebî resûl kendi kavminin resûlüdür.
Nebîlerin mevcut olmadığı zaman parçalarında her kavimdeki velî resûllerden Allahû Tealâ bir tanesini seçer ve huzur namazının imamlığına tayin eder. Allahû Tealâ’nın İndi İlâhi’sinde kılınan bu namazın imamlığını sadece hayatta olan bir resûl yapabilir. Huzur namazının imamı Allahû Tealâ tarafından seçilir. Bu imamlardan peygamber olmayanları Secde Suresinin 24. âyet-i kerimesinde anlatılmaktadır. Allahû Tealâ buyuruyor ki :
32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû, ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
Onlardan (insanlardan) imamlar (mürşidler) kıldık, emrimizle insanları hidayete erdirsinler (Allah'a insanların ruhlarını ulaştırsınlar) diye, sabırlarından dolayı ve âyetlerimize (Allah'ın âyetlerine) yakîn hasıl ettikleri için.
Allahû Tealâ Enbiya Suresinin 73. âyet-i kerimesinde ise peygamberleri sayıyor ve onların imamlık görevinden bahsediyor. Allahû Tealâ buyuruyor:
21/ENBİYA-69: Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ İbrâhîm(İbrâhîme).
“Ey ateş, İbrâhîm (A.S.)’a (karşı) soğuk ve selâmet(zararsız) ol!” dedik.
21/ENBİYA-71: Ve necceynâhu ve lûtan ilel ardılletî bâraknâ fîhâ lil âlemîn(âlemîne).
Âlemler içinde bereketli kıldığımız arz’a, onu ve Hazreti Lut’u (ulaştırıp) kurtardık.
21/ENBİYA-72: Ve vehebnâ lehu ishâk(ishâka), ve ya’kûbe nâfileh(nâfileten), ve kullen cealnâ sâlihîn(sâlihîne).
Ve ona, İshak (A.S.)’ı ve nafileten (ilâveten) Yâkub (A.S.)’ı vehbi (armağan) olarak verdik. Ve hepsini salihler kıldık.
21/ENBİYA-73: Ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ ve evhaynâ ileyhim fi’lel hayrâti ve ikâmes salâti ve îtâez zekâh(zekâti), ve kânû lenâ âbidîn(âbidîne).
Ve onları, emrimizle hidayete erdiren (ölmeden önce ruhları Allah’a ulaştıran) imamlar kıldık. Ve onlara, hayırlar işlemeyi, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Ve onlar, Bize kul oldular.
Allahû Tealâ bu âyetlerde ‘Nebîleri imamlar kıldık.’ diyor. Böylece görüyoruz ki; Allahû Tealâ nebîlerini doğrudan huzur namazının imamlığına tayin ediyor. Bütün nebîler yaşadıkları devirde huzur namazının imamıdırlar.
Nebî olmayan devirlerde ise, kavimlerdeki resûllerin arasından, huzur namazının imamlığına seçilerek tayin edilme işlemi söz konusudur. Çünkü her kavimde resûl vardır ve resûllerden bir tanesini seçilmesi gereklidir. Onun için Allahû Tealâ Secde-24’de ‘Onların arasından Biz seçeriz ve imam kılarız.’ diyor.
Bu devirde de, bütün kavimlerde velî resûller yaşıyor. Hiçbirisi nebî değildir. Onlardan bir tanesi şu anda huzur namazının imamı olarak görevlidir.
Öyle ise bütün nebîlerin kâinat için vazifeli kılındığını görüyoruz. Ama bütün kavimlerdeki resûller kendi kavimleri için vazifeliler. Onlardan sadece huzur namazının imamlığına tayin edilenler, âlemlere huzur namazını kıldırmakla vazifelidirler. Aslında kendi kavmin resûllü olan kişi, aynı zamanda huzur namazının imamlığına vekâleten tayin edilir.
6. Ayrım:
Nebî ve Resûl kavramları arasındaki bir diğer ayrımı, İbrâhîm Suresinin 4. âyet-i kerimesinde görüyoruz:
14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, hikmet sahibidir.
Allahû Tealâ bütün kavimlerin içinden, kendi kavminin lisanıyla onlara hitap etsin diye resûller beas ediyor. Bir resûl öldüğünde, yeni bir resûl beas ediyor.
Bütün nebîler, aynı zaman kendi kavimlerinin resûlleri olmuş ve kendi kavimlerine, kendi lisanınlarıyla hitap etmişlerdir.
7. Ayrım:
Bir başka ayrım nebî olan ve olmayan resûllerin vazifeleri açısındandır.
2/BAKARA-151: Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).
Nitekim size içinizde (görev yapmak üzere) sizden bir Resûl (Peygamber) gönderdik ki; âyetlerimizi size tilâvet etsin ( okuyup açıklasın) ve sizi (nefsinizi) tezkiye etsin, size Kitab ve hikmet öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin.
Allahû Tealâ Bakara-150’de Peygamber Efendimiz(S.A.V)’in bir ni’met olarak gönderildiğini söylüyor ve Bakara-151’de O’nun görevlerini sayıyor:
1)Allah’ın âyetlerini okumak,
2)Nefsleri tezkiye etmek,
3)Kitabı öğretmek,
4)Hikmeti öğretmek,
5)Hikmetin ötesini de öğretmek.
Öyle ise Nebî resûller beş görevin sahipleridir.
Nebî olmayan resûller, nebîlerin 5. görevi hariç olmak üzere, ilk dört görevin sahipleridir. Allahû Tealâ buyuruyor:
62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl ummiyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Onlara, onların içinde Allah’ın âyetlerini okusun, onları tezkiye etsin ve onlara kitap ve hikmeti öğretsin diye, ümmîler için onların aralarından resûl beas eden (vazifeli kılan, hayata getiren) O Allah’dır. Ondan evvel (bu resûle tâbî olmadan evvel) onlar, açık bir dalâlet içinde idiler.
Böylece tam 7 cepheden, Akait’in 2. kaidesi olan “Her resûl, nebîdir.” ifadesinin yanlış olduğunu ispat ettik.