..
..
HER DEVİRDE HİDÂYETÇİLER MUTLAKA VARDIR
Bütün insanlar nefslerini tezkiye edeceklerine dair Allah'a yemin
vermişlerdir.
74/ MÜDESSİR-38: Küllü nefsin bimâ kesebet rehiynetün .
Bütün nefsler iktisap ettikleri dereceler itibariyle rehinedirler.
74/ MÜDESSİR-39: İllâ ashâbel yemiyn .
Yemin sahipleri (yeminlerini yerine getiren nefsler) hariç.
74/ MÜDESSİR-40: Fiy cennât.
Onlar cennette olacaklar.
Allah'da bu görevi bütün insanlara farz kılmıştır.
5/ MAİDE-105: Yâ eyyühelleziyne âmenû aleyküm enfüseküm, lâ
yadurruküm men dalle izehtedeytüm, ilallâhi merci'uküm cemi'an
feyünebbiüküm bimâ küntüm ta'melûn.
Ey âmenû olanlar! (ilk 7 basamağı aşanlar, Allah'a ulaşmayı
dileyenler) nefslerinizin sorumluluğu, (nefslerinizi tezkiye etmek)
üzerinizedir (üzerinize borçtur) siz (nefsinizi tezkiye ederek)
hidayete erdiğiniz zaman dalâlette olanlar size bir zarar veremezler.
Hepiniz Allah'a döndürüleceksiniz. Böylece size yaptıklarınız
bildirilecektir.
Bu yemine ve farza rağmen insanların kendi kendilerine nefslerini
tezkiye etmeleri mümkün değildir.
4/ NİSA-49 : Elem tere ilelleziyne yüzekkûne enfüsehüm, belillâhü
yüzekkiy men yeşâü ve lâ yuzlemûne fetiylâ.
(Habibim) nefslerini tezkiye ettiklerini söyleyenleri görmedin mi?
Hayır öyle değil (nefsini tezkiye ettiğini söyledi diye kimsenin
nefsi tezkiye olmaz) ancak Allah dilediği kişinin nefsini tezkiye
eder. Ve onlara kıl kadar zulmedilmez
53/ NECM-32: Elleziyne yectenibûne kebâirelismi velfevâhışe
illellemem, inne rabbeke vâsi'ulmagfireh, hüve a'lemü biküm iz
enşe'eküm minel'ardı ve iz entüm ecinnetün fiy butûni ümmehâtiküm,
felâ tüzekkû enfüseküm, hüve a'lemü bimenittekaâ.
Onlar küçük hatalar hariç büyük günahlardan ve hayasızlıktan
kaçınırlar. Muhakkak ki senin Rabbinin mağfireti boldur. Sizi (Âdem
A.S) topraktan var ettiği zaman ve anne karnında size şekil verdiği
zaman O sizi biliyordu. (boşuna) nefslerinizi temize çıkarmayın
(nefslerinizi tezkiye ettiğinizi boşuna iddia etmeyin) (çünkü) Allah,
Takva sahibi olanı bilir.
24/NUR-21: Yâ eyyühelleziyne âmenû lâ tettebi'û hutuvâtişşeytân, ve
men yettebi' hutuvâtişşeytâni feinnehü ye'mürü bilfahşâi velmünker ve
lev lâ fadlullahi aleyküm ve rahmetühü mâ zekâ minküm min ehadin
ebeden ve lâkinnallahe yüzekkiy men yeşâ', vallahü semiy'un aliym.
Ey âmenû olanlar! Şeytanın adımlarına tâbî olmayın. Kim şeytanın
adımlarına tâbî olursa o muhakkakki (nefsi ve şeytan tarafından)
fuhuşla ve münkerle emredilmiştir. Eğer Allah'ın fazlı ve rahmeti
üzerinize olmazsa (nefsinizin kalbine giremezse) içinizden hiçbiriniz
ebediyyen nefsinizi tezkiye edemezsiniz. Ve lâkin Allah (nurlarını
kalbine göndererek) dilediği kişinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah
işitir ve bilir.
İnsanların nefslerini tezkiye etmekle görevli kılınanlar öncelikle
peygamberlerdir.
2/ BAKARA-151: Kemâ erselnâ fiküm resûlen minküm yetlü aleyküm
ayatina ve yüzekkiküm ve yü'allimükümülkitâbe velhıkmete ve
yüallimüküm mâ lemtekünü ta'lemun.
Nitekim size; içinizde (görev yapmak üzere) sizden bir Resûl
(Peygamber) gönderdik ki, âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup,
açıklasın) ve sizi (nefslerinizi) tezkiye etsin, size Kitap ve hikmet
öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin.
Fakat peygambersiz geçen devrelerde ne olacaktır? Peygamber Efendimiz
(SAV) Hz. İsa'dan 600 sene sonra yaşamıştır. O'ndan sonra da 1400
sene peygambersiz geçmiştir. Bu devrede yaşayanlar da Allah'a
nefslerini tezkiye yemini vermişlerdir. Yetmez, Allah bu devrede
yaşayanlara da nefs tezkiyesini farz kılmıştır.
Ayrıca nefs tezkiyesini yapmayanların felaha ulaşamayacakları da
(yani cennete giremeyecekleri) hükme bağlanmıştır, Kur'ân-ı
Kerimimiz'de.
91/ ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Andolsun ki nefsini tezkiye eden felâha erer (cennete girer).
Peygambersiz devrede yaşayan insanların, peygamber mevcut olmadığı
için peygambere tâbi olmaları ve nefs tezkiyesine ulaşmaları mümkün
olmayacaktı. Böylece bu insanlardan liyakat sahibi olanlar,
liyakatlerine rağmen felâha ulaşamayacaklar ve cennete
giremeyeceklerdi.
Elbette Yüce Rabbimizin böyle bir haksızlık yapması mümkün değildir.
Allahû Teâlâ Hz.nin bir ismi El Hakk, diğer bir ismi de El Adl'dir.
Hakkın ta kendisi olan ve Adaletin en yüce mercii olan Allahû
Zülcelal Hz. buyuruyor ki "Kimseye kıl kadar haksızlık yapılmaz".
Öyleyse peygambersiz devrelerde mutlaka hidâyetçiler mevcut olacaktır.
17/ İSRA-15 : Menihtedâ feinnemâ yehtediy linefsih, ve men dalle
feinnemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ tezirü vâziretün vizre uhrâ, ve mâ
künnâ mu'azzibiyne hattâ neb'ase resûlâ
Kim hidayete ererse kendi nefsi için hidayete erer, kim de dalâlette
ise dalâlette olmak onun aleyhinedir. Nezirin (ikaz edenin, resûlün)
nezrettiğini (ikazını, uyarısını) yerine getirmeyenlerin (bu sebeple
günah yüklenenlerin) günahlarını başkaları yüklenmez. Bir Resûl
göndermedikçe (hiçbir kavme, hiç kimseye) azap etmeyiz.
Öyleyse her devirde bir nezir (resûl) mutlaka vardır. Her devirdeki
insanların bir kısmı mutlaka cehenneme gireceğine göre her devirde bu
insanları uyaracak resûllerin yaşamış olması gerekir.
13/ RAD-7: Ve yekuûlülleziyne keferû lev lâ ünzile aleyhi âyetün min
rabbih, innemâ ente münzirün ve likülli kavmin hâd.
Ve kâfirler derler ki "Onun üzerine Rabbin'den bir mucize indirilmeli
değil miydi?" Sen sadece bir uyarıcısın ve bütün kavimler için
hidayetçi vardır (zamanın her parçasında ve bütün kavimlerde).
Görülüyor ki tarih boyunca yaşayacak her kavim için hidâyetçi mutlaka
vardır. Bütün kavimlere peygamber gönderilmediğine göre bunlar
peygamber değil mürşiddirler.
35/ FATIR-24 : İnnâ erselnâke bilhakkı beşiyren ve neziyrâ, ve in min
ümmetin illâ halâ fiyhâ neziyr.
Muhakkak ki Biz seni hakla müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
Hiçbir ümmet yoktur ki orada (içlerinde) nezir (hidayetçi, uyarıcı,
resul) bulunmasın.
Görülüyor ki ne kadar ümmet geçmişse tarih boyunca hepsinin
içerisinde kendilerinden bir uyarıcı mutlaka olmuştur. Her devirde
mutlaka var olan bu hidâyetçiler için Yüce Rabbimiz İmam-Mürşid-
Hidâyetçi-Nezir ve Resûl isimlerini kullanıyor.
Resûl ismi hem peygamber için, hem de peygamberler dışındaki bütün
kavimlerde her devirde mutlaka var olan resuller için
kullanılmaktadır.
..
HER DEVİRDE HİDÂYETÇİLER MUTLAKA VARDIR
Bütün insanlar nefslerini tezkiye edeceklerine dair Allah'a yemin
vermişlerdir.
74/ MÜDESSİR-38: Küllü nefsin bimâ kesebet rehiynetün .
Bütün nefsler iktisap ettikleri dereceler itibariyle rehinedirler.
74/ MÜDESSİR-39: İllâ ashâbel yemiyn .
Yemin sahipleri (yeminlerini yerine getiren nefsler) hariç.
74/ MÜDESSİR-40: Fiy cennât.
Onlar cennette olacaklar.
Allah'da bu görevi bütün insanlara farz kılmıştır.
5/ MAİDE-105: Yâ eyyühelleziyne âmenû aleyküm enfüseküm, lâ
yadurruküm men dalle izehtedeytüm, ilallâhi merci'uküm cemi'an
feyünebbiüküm bimâ küntüm ta'melûn.
Ey âmenû olanlar! (ilk 7 basamağı aşanlar, Allah'a ulaşmayı
dileyenler) nefslerinizin sorumluluğu, (nefslerinizi tezkiye etmek)
üzerinizedir (üzerinize borçtur) siz (nefsinizi tezkiye ederek)
hidayete erdiğiniz zaman dalâlette olanlar size bir zarar veremezler.
Hepiniz Allah'a döndürüleceksiniz. Böylece size yaptıklarınız
bildirilecektir.
Bu yemine ve farza rağmen insanların kendi kendilerine nefslerini
tezkiye etmeleri mümkün değildir.
4/ NİSA-49 : Elem tere ilelleziyne yüzekkûne enfüsehüm, belillâhü
yüzekkiy men yeşâü ve lâ yuzlemûne fetiylâ.
(Habibim) nefslerini tezkiye ettiklerini söyleyenleri görmedin mi?
Hayır öyle değil (nefsini tezkiye ettiğini söyledi diye kimsenin
nefsi tezkiye olmaz) ancak Allah dilediği kişinin nefsini tezkiye
eder. Ve onlara kıl kadar zulmedilmez
53/ NECM-32: Elleziyne yectenibûne kebâirelismi velfevâhışe
illellemem, inne rabbeke vâsi'ulmagfireh, hüve a'lemü biküm iz
enşe'eküm minel'ardı ve iz entüm ecinnetün fiy butûni ümmehâtiküm,
felâ tüzekkû enfüseküm, hüve a'lemü bimenittekaâ.
Onlar küçük hatalar hariç büyük günahlardan ve hayasızlıktan
kaçınırlar. Muhakkak ki senin Rabbinin mağfireti boldur. Sizi (Âdem
A.S) topraktan var ettiği zaman ve anne karnında size şekil verdiği
zaman O sizi biliyordu. (boşuna) nefslerinizi temize çıkarmayın
(nefslerinizi tezkiye ettiğinizi boşuna iddia etmeyin) (çünkü) Allah,
Takva sahibi olanı bilir.
24/NUR-21: Yâ eyyühelleziyne âmenû lâ tettebi'û hutuvâtişşeytân, ve
men yettebi' hutuvâtişşeytâni feinnehü ye'mürü bilfahşâi velmünker ve
lev lâ fadlullahi aleyküm ve rahmetühü mâ zekâ minküm min ehadin
ebeden ve lâkinnallahe yüzekkiy men yeşâ', vallahü semiy'un aliym.
Ey âmenû olanlar! Şeytanın adımlarına tâbî olmayın. Kim şeytanın
adımlarına tâbî olursa o muhakkakki (nefsi ve şeytan tarafından)
fuhuşla ve münkerle emredilmiştir. Eğer Allah'ın fazlı ve rahmeti
üzerinize olmazsa (nefsinizin kalbine giremezse) içinizden hiçbiriniz
ebediyyen nefsinizi tezkiye edemezsiniz. Ve lâkin Allah (nurlarını
kalbine göndererek) dilediği kişinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah
işitir ve bilir.
İnsanların nefslerini tezkiye etmekle görevli kılınanlar öncelikle
peygamberlerdir.
2/ BAKARA-151: Kemâ erselnâ fiküm resûlen minküm yetlü aleyküm
ayatina ve yüzekkiküm ve yü'allimükümülkitâbe velhıkmete ve
yüallimüküm mâ lemtekünü ta'lemun.
Nitekim size; içinizde (görev yapmak üzere) sizden bir Resûl
(Peygamber) gönderdik ki, âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup,
açıklasın) ve sizi (nefslerinizi) tezkiye etsin, size Kitap ve hikmet
öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin.
Fakat peygambersiz geçen devrelerde ne olacaktır? Peygamber Efendimiz
(SAV) Hz. İsa'dan 600 sene sonra yaşamıştır. O'ndan sonra da 1400
sene peygambersiz geçmiştir. Bu devrede yaşayanlar da Allah'a
nefslerini tezkiye yemini vermişlerdir. Yetmez, Allah bu devrede
yaşayanlara da nefs tezkiyesini farz kılmıştır.
Ayrıca nefs tezkiyesini yapmayanların felaha ulaşamayacakları da
(yani cennete giremeyecekleri) hükme bağlanmıştır, Kur'ân-ı
Kerimimiz'de.
91/ ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Andolsun ki nefsini tezkiye eden felâha erer (cennete girer).
Peygambersiz devrede yaşayan insanların, peygamber mevcut olmadığı
için peygambere tâbi olmaları ve nefs tezkiyesine ulaşmaları mümkün
olmayacaktı. Böylece bu insanlardan liyakat sahibi olanlar,
liyakatlerine rağmen felâha ulaşamayacaklar ve cennete
giremeyeceklerdi.
Elbette Yüce Rabbimizin böyle bir haksızlık yapması mümkün değildir.
Allahû Teâlâ Hz.nin bir ismi El Hakk, diğer bir ismi de El Adl'dir.
Hakkın ta kendisi olan ve Adaletin en yüce mercii olan Allahû
Zülcelal Hz. buyuruyor ki "Kimseye kıl kadar haksızlık yapılmaz".
Öyleyse peygambersiz devrelerde mutlaka hidâyetçiler mevcut olacaktır.
17/ İSRA-15 : Menihtedâ feinnemâ yehtediy linefsih, ve men dalle
feinnemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ tezirü vâziretün vizre uhrâ, ve mâ
künnâ mu'azzibiyne hattâ neb'ase resûlâ
Kim hidayete ererse kendi nefsi için hidayete erer, kim de dalâlette
ise dalâlette olmak onun aleyhinedir. Nezirin (ikaz edenin, resûlün)
nezrettiğini (ikazını, uyarısını) yerine getirmeyenlerin (bu sebeple
günah yüklenenlerin) günahlarını başkaları yüklenmez. Bir Resûl
göndermedikçe (hiçbir kavme, hiç kimseye) azap etmeyiz.
Öyleyse her devirde bir nezir (resûl) mutlaka vardır. Her devirdeki
insanların bir kısmı mutlaka cehenneme gireceğine göre her devirde bu
insanları uyaracak resûllerin yaşamış olması gerekir.
13/ RAD-7: Ve yekuûlülleziyne keferû lev lâ ünzile aleyhi âyetün min
rabbih, innemâ ente münzirün ve likülli kavmin hâd.
Ve kâfirler derler ki "Onun üzerine Rabbin'den bir mucize indirilmeli
değil miydi?" Sen sadece bir uyarıcısın ve bütün kavimler için
hidayetçi vardır (zamanın her parçasında ve bütün kavimlerde).
Görülüyor ki tarih boyunca yaşayacak her kavim için hidâyetçi mutlaka
vardır. Bütün kavimlere peygamber gönderilmediğine göre bunlar
peygamber değil mürşiddirler.
35/ FATIR-24 : İnnâ erselnâke bilhakkı beşiyren ve neziyrâ, ve in min
ümmetin illâ halâ fiyhâ neziyr.
Muhakkak ki Biz seni hakla müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
Hiçbir ümmet yoktur ki orada (içlerinde) nezir (hidayetçi, uyarıcı,
resul) bulunmasın.
Görülüyor ki ne kadar ümmet geçmişse tarih boyunca hepsinin
içerisinde kendilerinden bir uyarıcı mutlaka olmuştur. Her devirde
mutlaka var olan bu hidâyetçiler için Yüce Rabbimiz İmam-Mürşid-
Hidâyetçi-Nezir ve Resûl isimlerini kullanıyor.
Resûl ismi hem peygamber için, hem de peygamberler dışındaki bütün
kavimlerde her devirde mutlaka var olan resuller için
kullanılmaktadır.