Groll arkadaşım, hocam ile yaptığım sohbetlerden derleme ile size cevap veriyorum. Samimi iseniz yeterli, değilseniz sırları dökülmüş aynaya bakmaya devam etmeniz gerekir (miş).
1-İslam ülkeleri neden geri kalmış?
İslam ülkeleri; en başta İslam'dan geri kaldıkları için, diğer konularda da geri kaldılar. İslam bulunduğu yere medeniyeti götürmüştür. Çünkü inen ayetler, gerek ahlaki, gerek toplumsal ve gerekse de örfi değerleri de gözeterek insanları düşünmeye, araştırmaya ve dolayısı ile ilime sevk etmiştir. Bu konuda Türkler tarihteki misyonlarına uygun nizamlar içeren İslam'ı kabul etmesi ile bayraktarlık bu millete geçmiştir. Fakat bu dönem Osmanlı'nın son dönemlerindn itibaren batılı hayranlığının zirveleşmesi ile son bulmaya yüz tutmuş, 1914 yılındaki birinci dünya savaşından sonra sönmüş, 1934 tarihinden itibaren de yok olmuştur. hayran olunan batı, İslamı yaşayan veya yaşandığı sanan insanın ilmi katili olmuştur. 1945 yılındaki 2. dünya savaşının sonu ile de İslam alemi zaten başı düşmüştü, tamamen vucudu da düşen bir canlı gibi ne ilmi yönde, ne sanat yönünde ne fen biliminde hiç bir değer çıkaramamıştır. Ahlaksızlık, fuhuç, içki gibi kötü ve zararlı alışkanlıklar gündelik olağan yaşantılar arasına alınmış, öyle ki artık bunları yapmayanlar ayıplanır hale getirilmiştir. Yani, ahlaki yaşantısı gereği saydığımız bu ahlaksızlıklardan uzak olan bir insanın, çalışma alanları daraltılmış ve tamamen teslimiyet içerisinde, hazır bul hazır ye felsefesi ile uyuşturulmuş ve günümüzdeki senin dediğin geri kalmışlığa uğramıştır. Yani yobazlaşmıştır. Hani sizler Din'i bütün insanlara "yobaz" diyerek aklınız sıra aşaılama yoluna gidersiniz ya, işte o yobazlık ilimsizliğin ta kendisidir de farkında olmuyorsunuz. Çünkü, hazıra alıştırıldınız ve dolayısı ile bir şey üretemeyerek; yobazlaştınız. Yobaz bir toplum da takdir edilirki, her konuda geri kalmak zorundadır. Sebebi de; ilimsizliktir. Bu da ilk ayeti "oku" olan bir Din'in zıddına hareket etmenin adıdır!
2-Sınav için bu dünyaya gönderildiysek doğarken ölenler nereye gidiyor?(cennet-cehennem?)
Hiç şüphesiz direk cennete gidiyor.
3-İlk kopyalanan koyun(dolly)yerine bir insan kopyalansa bunun dindeki yeri ne olur?Onu insanlarmı dünyaya getirmiş yoksa Allahmı dünyaya getirmiş olur ?
İnsanlar, ana rahminden doğduğu günden beri kopyalanıyor. Bu kopyada milyarlarca gen var ve hepsi de bir sonraki canlıda meydana geliyor. Ve her türlü yaratmayı bilen Allah (Celle Celaluhu) ilk insanların normal yoldan dünyaya getirdiği Şit (a.s.) ile bu yaratma şeklini devam ettiriyor. Dünyaya yeni bir şey gibi sunulan bu kopyalama Allah'ın (Azze ve Celle) ezeli ilmi ile zaten binlerce yıldır devam ediyor. İnsanlık bu ilimden bir zerre elde etti ve başardı. Oysa, bu ezeli ilmin bu kopyalamayı yaparken, bu kopyaya aynı zamanda ruh gibi bir cevheri de yerleştiriyor. Aynı zamanda karakter gibi bir olguyu da yerleştiriyor. İddia ediyorum; bu kopyalamayı yapan bilim adamları dolly kuzusuna mee yerine hav dedirttirsin ! Hodri meydan ! Hodriiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii ! Ama yapamaz. Sebep, bilim sadce gen kopyalayabiliyor. Karakter ve ruh veremiyor.
Her ne şekilde bir canlı dünyaya gelirse gelsin, muhakkak Allah'ın (Celle celauhu) ilmi dahilinde gelir. O (Celle celauhu) izin verdiği kadarını biz ortaya çıkarabiliyoruz.
4-Tanrı evreni yaratmadan önce neredeydi? Ne yapıyordu?
Tanrı diye bir şey yoktur, Allah (Celle Celauhu) vardır. Tanrı, kafirlerin ve putperestlerin uydurduğu bir sıfattır. Ki, günümüzde bir çok şeye isnad ediliyor. Futbul tanrısı, pop tanrıçası gibi vs...Bunu düzeltme cevabından sonra deriz ki, bu soruda zaman işareti vardır. Yani "yaratmadan önce" gibi bir ifade. Bu zamanı işaret eder. Oysa zaman mahluktur. Yaratılmıştır. Yaratılan bir şey de O Yüceler Yücesine zınır çizemez. O (Celle Celaluhu) öyle bir varlıktır ki; hiç bir şey O'nu ve Zat'ı Zülcelalini kuşatamaz. Çünkü zamanı O yaratmıştır. Günümüzde bilgisayar hayatımızda önemli bir yer kaplar. Muhakkak bir program bilgimizde vardır. Ama ticari bir program ama çizim programı ama herhangi başka bir program. Sonuçta hepimiz bir programın başında günlük işlerimizi yaparız. Bu programa herhangi bir veri girmezseniz, ilerleyen günlerde aklınıza takılan bir şeyi programı açıp da sorgulama yapamazsınız. Neden ? çünkü daha önce veri girmediniz. Bu program kendi kendine sizin daha önce girmediğiniz bir veriyi ortaya koyabilir mi ? Örneğin Bekir kardeşim benden 10 TL'lik bir kumaş aldı. Ben de muhasebe programında Bekir kardeşimin cari hesabına 10 TL giriş yaptım. Başka da alışveriş olmadı, ödeme de yapmadı. Bir ay sonra geldi ve benim hesaba bir bak bakalım dedi. Ben de açtım 10 TL borç bvar dedim. Şimdi, benim programda neden 10 TL borç görünüyor. Neden 20 TL görünmüyor ? Çünkü ben 10 Tl girdim de ndan. Yani, bu programa ne girdiysem bana onu veriyor. Programlanmış bir zaman da benim ve senin içindir. Eğer o programı sen yazdıysan C+++ ilmin varsa, o yazdığın program sana muhtaçtır. Onu ben kullanıyorsam, ben de o programa muhtacım. Teşbihte hata olmasın, program zamandır, C+++ ilmi olup da o programı yazan Allah (Celle celauhu), o programı kulanan da kul'dur. Allah'ın programa ihtiyacı yok, ilmi bütün keşfedilen ve ileride edilecek olan programların dahi yazılımını sonsuz ilmi ile yaratan, İlah'dır. Böyle bir Yaratıcının da herhangi bir şey yapmasına gerek yoktur, OL der ! oluverir. Ol demeye çünkü ilmi vardır.
5-Tanrı, herhangi bir sıfatına (Tanrı'nın 99 ismi olan esma-ül hüsnada geçen tüm isimleri birer sıfatına karşılık olduğuna göre) aykırı şekilde davranabilir mi? Davranabilirse, ve davranırsa, o zaman bu sıfatı nasıl hakeder?
Allah en güzel isimlerin sahibidir. Bütün güzel isimler O'nun Zatına ayna olmaya çalışmıştır. Ancak bu kadarını aksettirebilmişlerdir. Bu sıfatlara sahib olan Rabbimiz, haddi zatında bütün bu isimlerin de kaynağıdır. İsimler kaynak değil, O (Celle Celaluhu) kaynaktır. İsimler imkan nispetinde O sonsuz kaynaktan bir şule (parça) açıklamak içindir. Bütün güzel isimler, O'nun (Celle celauhu) taşıdığı değerlere verilmiştir. Bu kaynağa sahib olan Rabbimiz, aslı kendi Zatı'nda bulunan bu kaynakların birbirine zıddı bir halde bulunmaktan da münezzehtir (uzaktır). Merhamet sahibi iken, aynı zamanda zalimlik yapmaz. Veya Settar (örten) ismi ile varken aynı zamanda senin bir sırrını insanların önünde yüzüne vurmaz. Yapanları hoş görmez. Yani, isimleri, Varlığının kaynaklarını açıklarken birbirine zıddı anlamlara düşmez. Bu tür yanlışlıklar biz kullar içindir. O nedenle insan iyi kötü bütün sıfatları bazen bir arada taşır. Çok merhametlidir mesela, ama aynı zamanda çocukken yumurta çaldığı için amel defterinde de hırsız yazmaktadır. Samed (duyan) ismi taşıyan kişi, bir bakarsınız ahrazdır (duymaz ve konuşamaz). Yani bu sıfatlar içerisinde ters düşme durumu biz kullar için geçerlidir. Eksiklik de bizdendir. Allah (Celle Celaluhu) hiç bvir işinde ters düşmez, O her terslikten de münezzehtir. O; Allahu Zülcelal'dir.
6-Tanrı geleceği hem bilir, hem de değiştirebilir mi? (Değiştirirse eski bilgisi yanlış olur).
Allah (Celle Celaluhu), geleceği de geçmişi de gelmesi akıl ve hayallerin dahi uzağında olan her şeyi bilir. Her ne olursa, O'nun (Celle celauhu) ilmi ve bilgisi dahilinde olur. Bu ilmi ile kaderi yaratmış ve bizleri de bu kader doğrultusunda dünyaya göndermiştir. Kaderimizde ne varsa yaşayacağız ve bize sunduğu cüzzi irade ile de bu yaşadığımıza bir tutum ve davranış belirleyeceğiz. Bize bu konuda, yani takınacağımnız tavır hakkında bir müdahelede bulunmaz. Bizim irademize bırakır. Bu O'nun Adetullahıdır. Biz dünya hayatında kaderimizi yaşarken bazen doğrularda bazen yanlışlarda buluşuruz. Doğru Allah'tan (Celle celauhu), yanlış da bizdendir. Devamlı doğru olana yönlendirir, ama bizler; bize verilen cüzzi iradenin sahibi olmaktan kaynaklanan şımarıklıkla yanlışlara bazen meyl ederiz. İradenin külli (tamamı) O'nundur ve bize o iradeden cüzzi miktar vermiştir. Bu irade o kadar müthiş bir şeydir ki; herşeyin belki başı ve sonudur desek yeridir. Ama konu çok uzuyacağı için kısa kesiyorum. Sonuç; Allah geleceği bilir. Dilerse müdahele eder, ama bu gücüne rağmen, etmez! Peygamberlerine ara sıra mucize göstermelerine izin vermiştir, ki bu mucizleri de O (Celle Celaluhu) yaratmıştır ve O meydana getirir fakat Peygamber üzerinden gösterdiği için, bu mucize peygambere isnad edilse de; bütün peygamberler ve inananlar bilir ki; bu dahi O'nun (Celle Celaluhu) dilemesi ile olan bir şeydir.
7-Tanrı her şeyi biliyorsa (geçmis, gelecek, vs), o zaman geçmiş de, gelecek de daha yaratiliş anında belli demektir. Belli olan birşeyi değiştirmek için, kitap, peygamber, vs göndermenin mantığı ne o zaman?
8-Kaderimiz çiziliyse kararlarımızdan niye sorumlu tutuluyoruz?Yok eğer hür irademiz varsa, niye bazı şeyleri seçtiğimizde cehenneme atılıyoruz?
Kader yazılıdır, çizili kader olmaz. Her insan kaderinden sorumludur. Örneğin sen, felçli bir insansın. Hemde doğarken felçli doğmuşsun. Felçli halde seni yaratan O'dur. Seni ömrünün sonuna kadar da felçli yaşatacak ve o şekilde ölmene izin verecektir. Şimdi, bu senin için bir imtihandır. Yabi bu durum senin imtihanındır. Bununla beraber, sana bazı kolaylıklar vermiştir. Örneğin, sen şimdi bu halde nasıl namaz kılacaksın. Çünkü namaz sana da farz. E sen şimdi doğal olarak isyan edersin hemen: iyi ama ben felçli olmasaydım namazımı kılardım ve diğer müslümanlar gibi dinini yaşayanlardan geri kalmazdım. Oysa felçliyim ve yerimden kalkamıyorum bunda benim bir günahım yok, diyemezsin. Yattığın yerden boynuna kadar felçli de olsan gözlerin ile namazını kılacaksın. Diğer insanların kalkarak ve soğuk havada buz gibi su ile abdest alarak bir nevi zorluklarla yaptıkları ibadeti sen yattığın yerden ve bu zorluklara gerek duymadan yerine getireceksin. Ecrin (sevabın) de ona göre olacak. Ahirette ise, seni bütünü ile tam ve eksiksiz tekrar yaratacak. Çünkü felçli olma hali bu dünyada imtihan için geçerliydi. Diğer tarafta felçli olma hali yok. Veya bu örneği başka bir şeye de benzeterek çoğaltabilirsin. Dünyada felçli haldeyken, işlemediğin günahları bir düşün. İçki içmeye gitmedin, fuhuşa yönelmedin, gıybet (ki çok kötü bir şeydir) yapmadın, annen yada ablan veya bakıcın sana gelip yemeğini yedirdi, günlük temizliğini yaptı, sana kitap okudu, tv açtı sevdiğin programı buldu, sen sadece yattığın yerden ima yolu ile namaz kılmakla cenneti kazandın. Ama haline isyan etmeden...Felçli olmak mı önemli şimdi, yksa sağlıklı olup da her türlü naneyi 70-80 yıllık bir zamanda yapıp kah sevap kah günah ile ahirete gitmek mi önemli. Sen felçli haldeyken, bu imtihana eğer sabr etmeyip bir de isyankar olursan, hem bu dünyan helak oldu hemde sen; hür iraden ile yaşadığın bu imtihanında kendi ahiretini helak etmiş oldun. Çünkü, bütün kullar imtihana tabidir. Önemli olan, hangi halde olursak olalım, imtihanı geçmek olmalı gaye. Zengin de olabiliriz, fakirde, hasta da olabiliriz ayyaş da. Önemli olan imtihan karşıosında tutunacağımız tavırdır. İmtihan, bu olaylar karşısında takındığımız tavrımızdır. Seçerken de, meşruu olanları seçmek ile mükellefiz. İyi ve kötüyü bize öğretti çünkü. Öğrendiğimiz ile amel etmemizi istiyor. Yani matemetik dersinin imtihanına giren bir öğrenciye coğrafya sorusu çıkmıyor.
9-Kurana gore Tanrı bazılarının kalplerini mühürlemiş, onlardan imanı esirgemiştir.Peki bu durumda Tanrı haksızlık yapmış olmuyor mu? Bu Tanrı'nın adil sıfatıyla çelişmiyor mu?
Allah (Celle celaluhu) hiç bir kulundan imanı esirgemez. İman etmeyi zaten O (Celle celaluhu) emr etmiştir bizlere. Emr ettiğini bizlerden neden esirgesin. Kişi, kendi kendini mühürler. Nasıl yapar, nankörlükle. İnsanoğlu nankördür. Yetinmez elindeki ile. İlla daha çok olanını da ister. Al sana 1 lira, kardeşine de 1 lira, hadi okula diyen annene öfke duyarsın. Çünkü kardeşin senden 1 yaş küçüktür ve o bu hali ile 50 kuruşu haketmektedir. 1 lira sadece senin hakkındır. Çünkü ağabeyisin o'nun. Ablana 5 lira verilmesi de seni kızdırır. Kız kıza geziyorlar zaten napacak o kadar parayı ? dersin. Sen çünkü erkeksin. Verilecekse o 5 lirada sana verilmelidir. Doğrusu, kardeşine 50 kuruş, ablana 1 lira sana 5 lira şeklinde olmalıdır. Nankörsün! Elindekinden ziyade diğer eldekine göz dikmişsin, oysa o kızgın halin ile giderken farkında olmadan o beğenmediğin 1 lirayıda düşüreceksin ve okul kantininin önünde ceblerini yoklarken biraz önceki öfkeni unutup daha büyük ızdıraba yuvarlanacağının farkında değilsin. Oysa, annen senden kul harçlığını esirgemedi ve adil olarak verdi. Ama sen hasislik yaptın, elindekine şükr etmedin. Allah (Celle Celaluhu) da Adl'dir. Kuluna verir, şayet kul şükr ederse daha da verir. Kul şükrünü devam ettirirse, daha da verir. Bir an imtihan için verdiklerini geri çeker. Kul, eski halinde verilenleri hatırlayarak "bana veren Sen'din, şimdi alan da Sen'sin, eğer halime razı olursam benden hoşnut olup eskisinden daha fazla verecek olan da yine Sen'sin. Çünkü bu bir imtihan ve Sen beni deniyorsun" derse, işte o kurtuldu bu imtihandan. Umduğundan daha da fazlasına kavuşur. Eyyüb (a.s.) aynen böyle olmuştur. Ama, elindekiler bir imtihan neticesinde kaybolduğunda, zaten zorla vermiştin şimdi alırken de çok kolay aldın, zaten bana garezin olduğunu uzun zamandır hissediyordum demek ki doğruymuş dersen, ve bu alma geri verme işinin bir imtihandan ibaret olduğunu göremeyecek kadar körsen, sen mührünü kendi kendine vurmaya başladın. Seni tekrar imtihan için zengin kılan Rabbine bu sefer dönüp, sen vermiştin sonra geri almıştın ben de hırs yaptım şuan sahip olduklarımın hepsini senden beklemeden kendim kazandım, dersen zaten yandı gülüm keten helva. Bu maddesel örneği manevi alana da uyarlayabilirsin. İmanını denemek için seni çeşitli imtihanlara tabi tutan Rabbinin her verdiğinde şükr, her aldığında sabr teslimiyeti gösterirsen, kurtuluşa erersin. Ama bu olaylarda bir an nankörlük ile karşılık verirsen, zamanla inancın kaybolmaya, tek başına (toplum içinde dahi), ilgisizlikten uzak, kendinden dahi uzak bir yaşantı sürmeye başlarsın. Sana öğretilen değerler tazelenmediği için yavaş yavaş iman noktasından koparsın. İstemeye de ne iştahın vardır, ne de mecalin kalmıştır. O halde maneviyattan uzaklaşan insanlar zamanla inanç konusunda nefs ve şeytanların da telkinleri ile iyice yoldan çıkar ve ne nasihat, ne ibret, hiç bir şeyden ders almaz hale gelir. Bu kişiler başlarına gelen imtihanda sabr etmedikleri için bir nevi kendi kendilerini cezalandırmıştır. Allah (celle celaluhu) bir zaman sonra karşısına tekrar iman etme noktasında güzellikler çıkarır, ama kul artık tamamen nefsine yenilmişse bu güzelliğin farkına varmadan yanından geçer gider. Bu örnekteki kişi hepimiz olabiliriz. Önemli olan, verildiğinde şükr, alındığında sabr teslimiyeti içinde olup olmadığımızdır. Çünkü; bütün imtişhanın sırrı alma ve verme üzerine kuruludur.
Her kulunu da bu gibi örnekleri çoğaltarak imtihana tutan Allah (Celle Celaluhu) Adl'dir. Her kulunun meşrebine (yaratılışına) göre imtihan çeşitlerini yaratır. Kazananları da Adl ismi şerifi ile ödüllendirir. Kayb edenleri de cezalandırır. Bu da, adaletine yakışan bir haldir. İstersen ceza almaya meyilli ol, istersen ödül almaya. Seçimi sana bırakır.
10-Peki ya ömrü boyunca islamla tanışmamış kişilerin ne sucu vardır? Afrikanın ilkel bir kabilesinde doğmuş birinden Tanrı nasıl kendisine iman bekler?
İslam ile tanışmayan bir kulun suçu yoktur. Onlar, ya ibret alınsın diye yaratılmıştır, yada bir başka mahiyeti vardır da ondan dolayı yaratılmıştır. Yaratılan hiç bir şey boşuna yaratılmamıştır. Ve Allah (Celle Celaluhu) peygamber göndermediği hiç bir kulunu imtihan etmeyeceğini ve sorumlu tutmayacağını Kur'an da belirtmiştir. Bu soru Din'i içeriğinde ahkam olduğu için Kur'an dan örnek verdik. Böyle bir kulundan Allah (Celle Celaluhu) iman ve amel beklemez.
(Devam ediyor...24.112 karakter olduğu için uyarı verdi de)