NAMAZIN KAPSADIKLARI
Namaz Allah'ı zikretmek (hatırlamak) için yapılan bir ibadettir (20Taha Suresi 14). Fakat Allah'ı zikretmekten farklı olarak namaz belli vakitlerde farz kılınmıştır, abdestli olarak yerine getirilmelidir ve belli hareketleri de kapsar. Namaz öyle bir ibadettir ki savaş sırasında bile yerine getirilir. 4Nisa Suresi 102. ayette savaş durumunda bir grubun namaz kıldığını, diğer grubun ise nöbet tuttuğunu görüyoruz. Secde edildikten sonra diğer grup ilk grubun yerini alıp namazını kılmaktadır. Burada savaş tehlikesinin olduğu bir durumda bile namazın secde de dahil olmak üzere (secde kişinin en savunmasız halidir) yerine getirildiğini, fakat nöbetleşe, silahları bırakmadan, düşmana fırsat verilmeden bunun yapıldığını görüyoruz. Eğer savaşta dahi vakitli farz olunan namaz böyle yerine getiriliyorsa, normal zamanında namazın kıyamı, rükusu ve secdesi ile yerine getirilmesinin önemi daha iyi anlaşılır.
Kuran’dan (14İbrahim Suresi 40) namazın Hz. İbrahim'den beri varolan bir ibadet olduğunu anlıyoruz. Hz. İbrahim'in ibadet evi Kabe'yi ele geçiren, Allah'a ortak koşucu putperestler bile namazı sapkın bir şekilde olsa da uygularlardı (8Enfal Suresi 35). Kuran evvelki nesillerin de uyguladıkları namaz alışkanlıklarını şehvetlerine uyma sonucu bıraktıklarını söyler (19Meryem Suresi 59).Yani Peygamberimiz zamanında, namaz "salat" denildiğinde namazın ne olduğu ve hareketleri kişiler tarafından anlaşılırdı. Aynen günümüzde de namaz denilince, namaz kılmayan kişilerin bile namazın hareketlerini, Allah'a yönelmeyi ve ibadet etmeyi anladıkları gibi. Kuran'da hareketli ibadet manasında üç kelime geçer. Bunlar "kıyam(ayakta durma)", "rüku(eğilme)", "secde(yüz üstü yere kapanma)"dir. Kuran'da İbrahim Peygamber'in makamının namaz yeri edinilmesi, evin temiz tutulması geçer (2Bakara Suresi 125). 22Hac Suresi 26. ayette ise evin kıyam, rüku ve secde edenler için temiz tutulması emredilerek namazın üç hareketinin ne olduğu bir arada gösterilmiş olur.
Namazın en önemli bölümü ve özelliği ise namazda Allah'ın hatırlanmasıdır(zikredilmesidir). Nitekim 20Taha Suresi 14. ayetten namazın kılınmasındaki gayenin, Allah'ın hatırlanması olduğunu anlarız. Kuran'da, namazda Kuran okunmasına dair bir ifade geçmez. Fakat Kuran bize tanıtılırken, Kuran'ın "zikir" yani hatırlatma olduğu söylenir. Böylece biz namaz kılarken, edeceğimiz duada, Allah'a yakarışta, rehberimizin Kuran olduğunu anlarız. örneğin Allah'ın bağışlayıcılığı, merhameti, her şeyi yaratması, cenneti, cehennemi, bilgisinin sonsuzluğu hep Kuran'dan öğrenilir. Namazda da merhametli, bağışlayıcı... bir Allah'ın karşısında olduğumuzu bilir, ona göre Allah'ı zikreder(hatırlar), ona göre Allah'a yöneliriz. Yani namazda illa ki Arapça Kuran okumak zorunda değiliz. çünkü namazda Kuran okuyun diye bir emir bile yokken, Arapça Kuran okumak gerektiği nereden anlaşılacaktır? Fakat namazda Allah'ı zikrederken Kuran'daki bilgileri kullanırız. örneğin Arapça "Kul huvallahu ahad" dememize illa ki gerek yoktur. Bunun yerine "De ki Allah birdir" şeklinde tercümesini okuyabiliriz. Veya "De ki" diye seslenişe gerek yoktur diye düşünüp "Allah birdir" diyebiliriz. Veya edeceğimiz duanın akışına göre "Allah'ım sen birsin..." şeklinde dua edersek, zikir olan Kuran'ın rehberliğinde zikir yapmış, yani Allah'ı hatırlamış oluruz. Kuran'ın bize verdiği mesaja, öğrettiği hatırlama şekline göre Allah'a yönelirsek, böylece Kuran'a göre namaz kılmış oluruz. Bu şekilde namaz kılmanın, Arapça bilmeden, Arapça ayetleri ezberden tekrarlayarak kılmaktan daha iyi olduğu kanaatindeyiz. Çünkü kişi ezberlediklerini tekrarladığında çoğunlukla söylediği kelimelerin farkına varmaz. Beyinde kodlu olan sözler otomatik olarak ağızdan çıkar ve çoğu zaman kişi ne söylediğinin farkında değildir. Hele kişi bilmediği bir dildeki metinleri ezberleyip tekrarlıyorsa durum tam bir felaket olur. Arapça bilmeyip, her harekette aynı sözleri tekrarlayarak namaz kılanlara, kıldıkları namazların kaçında, söylediklerinin ne kadarının farkında olduklarını bir sorun, bir araştırın, bu şekilde kılınan namazın sakıncalarını anlayacaksınız. İnsan, yaratılışı gereği ezberden okuduğu sözleri düşünmeden tekrarlayabilir. Her gün, hep aynı ayetler bilinmeyen bir dilde tekrarlanınca, Allah'ı zikretme(hatırlama) yerine bilinçsizce tekrarlar yapılmış olur. Birçok kişinin namaz kılarken akıllarına başka şeyler geldiğini söylediklerine tanık olursunuz. Tabi ki ezber bir namazda akla namazla alakası olmayan çok şey gelebilir. Çünkü beyin ezberde olan bir şeyi söylerken düşünmek zorunda olmadığı için başka şeyler düşünebilir. Allah içkili kişilerin bile namaz kılmalarını istemiş fakat onlara bir şart koşmuştur: "Ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın" (4Nisa Suresi 43). Böylece Allah sarhoşların ne söylediklerinden habersiz oldukları için namaz kılmalarını istemediğini bildirmiştir. Peki ayık kafalıyken hem bilmediği bir dilde, hem de ezbere Arapça Kuran okuyup ne dediğini bilmeyenlerin durumunun bu sarhoşlardan farkı nedir? Bunların namazlarında yerine getirmedikleri unsur olan "Ne söylediklerini bilmek", sarhoşların yerine getirmediği unsurla aynı değil midir?
Kuran'da (2Bakara Suresi 45) sabırla, namazla Allah'tan yardım dilemek geçer. Peki ana dilinde namaz kılmayan kişi kendi özel derdiyle ilgili özel duygularını nasıl dile getirip de Allah'tan yardım dileyecektir. Ana dilde ibadete karşı çıkanlar, bu ayetin hükmünün yerine gelmesini engellemiş olmuyorlar mı? Kişiler sayılara, törenlere, açılara, teferruatlara boğulmuştur. Fakat Allah'ın en çok istediği unsur uygulanmamaktadır. Allah namazın gayesinin kendisinin hatırlanması olduğunu söyler. Mezheplerin anlattığı namaz şekliyle ayaktayken ellerin bilekten tutulması, rükuda sırtın açısı, secdede önce alnın, sonra burnun yere konuşu, oturuşta bir ayağın dik, diğerinin yatık oluşu gibi Kuran'da olmayan nice teferruatlar harfiyen yerine getirilir. Ama Allah'ın hatırlanması; bu Arapçaperestlik, ezbercilik, teferruatçılık yüzünden gölgelenir, engellenir. Eğer "Hayır böyle bir şey yok" diyorsanız, etrafta bahsettiğimiz şekilde namaz kılan birçok kişiyi sorgulayıp söylediklerimizin doğruluğunu tartın. Bu satırları yazanların bir çoğu da daha evvel mezheplerin anlattığı şekilde dini öğrenmeye başladıkları, o şekilde namaz kıldıkları için kılınan namazın nasıl olduğundan haberdardırlar. Düzgün kılınan namazla:
1 Allah hatırlanmakta, kişi ne söylediğinin farkında olmaktadır (20Taha Suresi 14).
2 Namazda huşu olmaktadır. Huşu kelimesine kalpsel ürperti, derin saygı manaları verilmektedir (23Müminun Suresi 2).
3 Namaz kişiyi çirkin davranışlardan ve fiillerden alıkoymaktadır (29Ankebut Suresi 45).
Düzgün kılınmayan bir namaz birçok kişi tarafından iyi bir niyetle yapılmış olabilir. Fakat sonuç yine de papağanvari bir tekrarlama ve sarhoşvari bir şekilde ne söylediğini bilmeden bir namaz olmaktadır. Bu yüzden kişinin ana dilinde ne söylediğini bilerek ibadet etmesi, papağanlıktan ve sarhoşvarilikten kurtulup, Allah'ın muradını yerine getirmesi için çok önemlidir. Ana dilde ibadet kişinin söylediğinin farkında olması demektir. Bu ise gerçek manada hatırlamanın(zikir) oluşması için zaruridir. Ana dilde ibadet, bir ruhsat, bir kolaylık olarak görülmemelidir. Ana dilde ibadet, kişinin yaratıcısı ile gerekli olan bağı kurması için olmazsa olmaz şarttır. Siz kitlelerin hepsinin ana dili gibi Arapça öğrenemeyeceği veya İslam'ın Arap ırkının dini olmadığı kanaatindeyseniz, bu fikri kabullenmekte zorlanmayacaksınız demektir.
Ayrıca Cin Suresi 18. ayete göre namaz kılınan yerlerde Allah dışında kimseye yakarılmamalıdır. Peygamberlerden, evliyalardan, ölmüşlerden yardım istemek Müslümana yakışmaz. Müslüman bir tek Allah'a yalvarır, gücün bir tek Allah'ta olduğunu bilir.
NAMAZDA REKAT VE SAYISI VAR MI?
Kuran'ı okuduğumuz zaman Kuran'da rekat diye bir kavramın geçmediğini görürüz. Allah istese Kuran'da namazların rekat sayılarını belirtirdi. Namazda Allah'ın anılması, kıyam, rüku, secde gibi şartları gördük. Rekattan kastedilen kıyam, rüku ve secdeden oluşan düzenin kaçar defa tekrarlandığıdır. Günümüzdeki uygulamaya bakarsak sabah iki, öğlen dört, akşam üç şeklinde, namazlara ayrı rekatlar biçildiğini görürüz. Oysa rekatların bu şekilde ayrı sayılarda olması, "namaz kaç rekat istenirse o kadar kılınır, isteyen iki, isteyen sekiz, isteyen yirmi rekat kılar" şeklinde de anlaşılabilir (İsteyen istediği kadar rekat kılınca, yani istediği sayıda kıyam, rüku ve secde yapınca rekat sayısı önemsiz olmuş olur). Demek ki bu ayrı rekatların farzlaştırılma süreçleri de mezheplerin bir yorumu sonucudur. Sahabeler, hatta Peygamber namazlarda bir düzen olsun diye kıyam, rüku, secde şu kadar olsun şeklinde bir düzenle namaz kılmış olabilirler. Namazlarda şaşırılmamasını sağlayan, toplu ibadetlerde kolaylık getiren bu tip uygulamalar yapılmış olabilir. Nitekim namaza başlarken elleri kaldırıp namaza başladığını göstermek, namaz bitince sağa, sola selam vererek veya bazı mezheplerde elleri dizlere vurarak namazın bittiğini göstermek gibi uygulamalar da böyledir. Bu uygulamalar belli amaçlara yönelik yapılabilir. Kuran'da bu uygulamaları yasaklayıcı bir ifade yoktur. Fakat Kuran'da geçmeyen bu tür uygulamaları farzlaştırmak kabul edilemez. Kişi on rekatlı namazı üç dakikada kılabilir, fakat bir rekatlı bir namazda saatlerce kalıp Allah'ı daha çok anabilir. Yani namazda rekat sayısının önemli olması için bir sebep gözükmemektedir. Allah da insanları namazda bu şekilde bir sayıma mecbur etmemiştir. Abdestte su bulunmayınca ne yapılması gerektiğini açıklayan Allah, eğer namazda rekat sayısı şeklinde bir farz olsaydı, onu da açıklardı.
Bazıları Nisa Suresi 101,102,103. ayetlerdeki savaş zamanı kılınan namazda namaz kısaltılmasında bir günah olmaması ifadesinden, namazın iki rekat olduğunu çıkarmaktadır. "Eğer ki kısaltılmış namaz bir rekat kılınıyorsa, tam kılınması iki rekattır" demektedirler. Peygamber'in burada iki gruba namaz kıldırdığı için iki rekat olarak kıldırmasını da delil olarak göstermektedirler. Bizce namazı kısaltmaktan kasıt, rekat olarak kısaltmak değil, zaman olarak kısaltmaktır. çünkü daha evvel dediğimiz gibi, bir rekatlık namaz saatlerce sürebilir. İki rekat namaz yarım dakikadan kısa bir sürede bitirilebilir. Savaşta düşmanın vereceği zarar kaç secde, kaç rüku yapıldığıyla değil, namazın vakit olarak ne kadar sürdüğüyle alakalıdır. üstelik daha evvel değindiğimiz gibi Kuran'da rekat diye bir kavram yoktur. Birçok konuyu rekatlara endeksli düşünmemiz sanırız geleneksel alışkanlıklarımızdan kaynaklanmaktadır. 4Nisa Suresi 103. ayetteki "üzerinize bir günah yoktur" diye tercüme edilen "La cünahun" ifadesi; Kuran'da, kimi yerlerde Müslümanlar'ın endişelerini yok etmek için kullanılır. örneğin 2Bakara Suresi 198. ayette hac veya umreye gidenlerin Safa ve Merve'yi tavaf edebileceğinin belirtilmesi için "La cünahun" ifadesi kullanılır.
Eğer bu ayet olmasaydı da Müslümanlar'ın bu bölgeyi tavaf etmesine engel bulunmazdı. Fakat belli ki Müslümanlar'ın zihnindeki endişelerin yok edilmesi için "La cünahun" ifadesi kullanılmıştır. Aynı şekilde Müslümanlar'ın namazı kısa kılmasında bir sakınca olmadığı ifadesi namazın belli bir uzunlukta olmasından dolayı değildir. Uzunluğu belirten böyle bir ayet yoktur. Fakat tahminimiz savaştaki tehlike durumunda namazı çabucak kılan Müslümanların "Namazı baştan mı savdık?" gibi endişeye kapılmalarından dolayı, savaş halinde namazı kısa kılmalarında bir sakınca olmadığı söylenmiştir. Aynı şekilde Bakara Suresi 198. ayette de "La cünahun" ifadesi Hacda lütuf ve bereket aranmasında bir sakınca olmadığını belirterek bir endişeyi yok etmek için kullanılmıştır. Bu ifade olmasa yine de Hacda lütuf ve bereket aramak sakıncalı olmayacaktı.
Zaten mantıklı düşününce rekat sayısının namazın özüne ne kadar katkısı olabilir ki? Rekat sayısı kişinin Allah'ı daha fazla anmasını sağlayan bir unsur değildir ki! Kişi namazı daha uzun süre kılarak Allah'ı daha çok anabilir. Sürenin ise rekatla bir alakası yoktur. üstelik rekat sayısıyla namazı kalıba sokanlar, aynı namazın birkaç defa kılınmasını sakıncalı görerek, kişilerin Allah'ı hatırlamalarını (zikretmelerini) kısıtlamışlardır. Namazda Allah'ın hatırlanması (zikredilmesi), kıyam, rüku ve secde edilmesi gerektiği anlaşılıyor da rekat adeti niye anlaşılmıyor? çünkü Allah bunu kullarının insiyatifine bırakmıştır, bu konuda sınırlamalar yapmak istememiştir. İstese saydığımız tüm diğer detayları veren Allah, bir ayette hem rekat kavramını oluşturabilir, hem de rekatı sayılandırabilirdi. Nasıl ki Allah dua etmemiz için dakikalar, sayılar belirtmemişse; aynı şekilde namazı da adetlere, sayılara boğmamıştır. Geleneklerle gelen alışkanlıklar yüzünden hiçbir anlamı, değeri ve fonksiyonu olmayan rekatlara akıllar takılmaktadır. Zihnimizi bütün önyargı ve alışkanlıklarından arındırırsak ve Kuran'ı elimize alıp geleneklerden bağımsız bir şekilde dini anlamaya çalışırsak, sorunlar Allah'ın izniyle hallolacaktır.