Ortaya koydukları ikinci şey ise hadislerin Kur'an'la kıyaslanmasıdır ki, masum görünse de bu da birincisinden çok farklı bir düşünce değildir. Buna mesned olarak gösterilen hadisi ve hadisle ilgili alimlerimizin yapmış oldukları değerlendirmeyi olduğu gibi kaydediyorum: "Muhakkak ki siz benden sonra ihtilafa düşerseniz, aranızda fikir ayrılıkları çıkar, öyle ise benden size bir hadis rivayet edildiğinde, onu Allah'ın kitabına arz ediniz, onunla karşılaştırınız, ona muvafık olan bendendir, muvafık olmayan benden değildir." Sevban'dan rivayet edilen bu hadis sahih kabul edilecek olursa Kur'an-ı Kerim'de açıkca bulunmayan bir hükmü ihtiva eden hadislerin hiçbiri peygamberden değildir, diye hükmetmek gerekir. Bu ise dini yıkmaktan başka bir şey değildir. Sevban'dan hadis diye aktarılan yukarıdaki söze gelince meşhur hadis tenkitçilerinden Yahya b. Main bu hadisin zındıklar tarafından uydurulmuş asılsız bir şey olduğunu söyler. İmam Şafii "Rivayet ettikleri hadisler kayıt ve tespit edilmiş olan hadisçilerden hiç biri, peygamberden böyle bir şey rivayet etmemiştir." diyor (15).
YUKARDA ELEŞTİRİLEN HADİS HANEFİ KAYNAKLARINDA BİZZAT SAHİH OLAN BİR HADİSTİR, İMAM ŞAFİ'NİN SÖZÜ BİZE ZARAR VERMEZ...KALDI Kİ HADİSLERİN KURAN'A ARZI BİZZAT HZ.AİŞE'NİN UYGULADIĞI, İMAM-I AZAM'IN UYGULADIĞI BİR YÖNTEMDİR...
Kur’an’a uygunluk ya da Kur’an’a arz:
İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Prof.Dr. İsmail Hakkı Ünal, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları 327, ilmi eserler 60, 2 baskı, Ankara 2001)
Ebu Hanife: “Eğer bir kimse, ‘Peygamber (sav)in her söylediğine inanıyorum, ancak Nebi (sav) haksız (cevren) konuşmaz ve Kur’an’a muhalefet etmez’ derse, bu, onun, Peygamber (sav)’i tasdik ettiğini ve Peygamberi Kur’an’a muhalefetten tenzih ettiğini gösterir. Şeyet Peygamber (sav) Kur’an’a muhalefet etse ve Allah’a karşı haktan başka bir şey söyleseydi, Allah Teala, “Eğer Muhammed, bize karşı ona (Kur’an’a) bazı sözler katmış olsaydı, biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık, hiç biriniz de onu koruyamazdınız” (Hakka 44-47), kavline uygun olarak, onu kuvvetle yakalar ve şahdamarını koparırdı. Allah’ın Resûlü (sav), Allah’ın kitabına muhalefet etmez. Allah’ın kitabına muhalefet eden de Allah’ın Resûlü olamaz... Nebi (sav)’den Kur’an’a aykırı olarak hadis rivayet eden kimseyi red, Peygamber (sav)’i red ve onu yalanlama değildir. Bu, ancak, Peygamber (sav)’den batıl rivayette bulunan kimseyi reddir. Töhmet bu kimseyedir, Peygamber (sav)’e değil. Onun için Peygamber (sav)’in söylediği her şey, işitelim, işitmeyelim, başımız gözümüz üstünedir. Buna iman eder, ve Allah’ın Resûlünün söylediğine, olduğu gibi şehadet ederiz. Ve yine şehadet ederiz ki O (sav), Allah’ın nehyettiği bir şeyi emretmez. Allah’ın bağladığı bir şeyi koparmaz. Allah’ın tavsif ettiği bir şeyi ona aykırı bir şekilde tavsif etmez. Şehadet ederiz ki O (sav) bütün işlerde Allah’la muvafıktır. Bidat olabilecek hiç bir şey yapmamış, Allah azze ve celle’nin söylediği söze hiç bir şey katmamış ve zorlayıcılardan olmamıştır. Onun için Allah Teala; “Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur” (Nisa 80), buyurmuştur. ( el-Alim 26-27)
Ebu Yusuf: “Rivayetler çoğaldıkça bunlar arasından, bilinmeyen, fıkıh ehlinin bilmediği, Kitab’a ve Sünnete uygun olmayan rivayetler ortaya çıkar. Şaz hadislerden sakın, hadisçilerin ve fukahanın bildikleri (kabul ettikleri) ile, Kitap ve Sünnete uygun olanları al, diğerlerini buna göre değerlendir. Çünkü Kur’an’a muhalif olan, Hz.Peygamber (sav)’den rivayet edilmiş dahi olsa ondan değildir.” (Ebu Yusuf, er-Redd,31)
Ebu Yusuf bu görüşünü, Hz..Peygamber (sav)’e isned ettiği şu hadisle de teyid eder: “Rasulullah (sav) ölüm döşeğinde şöyle dedi: “Ben yalnızca Kur’an’ın haram kıldıklarını haram kılarım. Allah’a yemin ederim ki benim adıma bir şeye (beni bahane ederek) sarılmasınlar.” (Ebu Yusuf er-Redd, 31), devamla şöyle der: Kur’an ve bildiğin (senin için maruf olan) sünneti kendine önder ve rehber yap. Buna tabi ol. Kur’an ve Sünnetten sana manası açık gelmeyen meseleleri buna kıyas et.
Ebu Yusuf bu konuda daha açık bir rivayeti, Evzâî’ye yönelttiği bir itiraz vesilesiyle yaptığı şu tavsiyeden sonra zikretmektedir: “herkesin bildiği (kabul ettiği) hadisi al, şazz olandan sakın. Bize İbn Ebi Kerime, Ebu Cafer’den, o da Rasulullah (sav)’tan şöyle rivayet etti: “Rasulullah (sav) yahudileri çağırarak onlara bazı şeyler sordu. Onlarda anlattılar ve Hz.İsa (as) konusunda yalan söylediler. Bunun üzerine Nebi (sav) minbere çıktı ve insanlara hitaben şöyle dedi: “Benden hadisler yayılacak, size gelenlerden Kur’an’a uygun olanlar bendendir. Kur’an’a aykırı olanlar benden değildir.” ( Ebu Yusuf er-Redd, 24-25)
HZ.ÖMER (RA)’İN TAVSİYESİ :“Hz.Ömer (ra), Kûfe’ye giden Ensardan bir grubu uğurlarken onlara şöyle der:... siz arı vızıltısı gibi Kur’an okuyan (çok olduklarından kinaye) bir kavme gidiyorsunuz. Peygamber (sav)’den rivayeti azaltın. Bu konuda bende sizinle beraberim. Bunun üzerine Karaza şöyle dedi: “Bundan sonra, Rasulullah (sav)’dan hadis rivayet etmeyeceğim.” (er-Redd, 30)
[ek: Sahabe’den Munakka’ b. Husayn: “ Kur’an ile örtüşen, sünnete uygun olan hadislerden başka hiç hadis rivayet etmedim. Çünkü Peygamber adına hayatında yalan isnad ediliyordu. Ölümümden sonra neler yapılmaz ki? (İbn Hacer, el-ısabe)]
Rasulullah (sav): “Benden sonra hadisler çoğalacak, benden bir hadis rivayet edilirse onu Allah’ın kitabına arzedin, uyuyorsa kabul edin, bilin ki o bendendir. Allah’ın kitabına uymuyorsa reddedin, bilin ki ben ondan berîim” (Serahsi, usul 1-365. Şafi’ı bu rivayeti er-risale’sinde tenkit eder,225-226)
Rasulullah (sav): “Allah’ın kitabında olmayan her şart batıldır ve Allah’ın kitabı en haklı olandır” (Serahsi, usul 1-364) Hz.Aişe’nin rivayet ettiği hadisin ilgili kısmı şöyledir:“ Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “İnsanlara ne oluyorda Allah’ın kitabında olmayan şartları, şart olarak ileri sürüyorlar. Kim Allah’ın kitabında olmayan bir şartı şart koşarsa bu batıldır. Böyle yüz şart ileri sürülse bile Allah’ın şartı en haklı ve en güvenilir olanıdır.” (Buharî, büyu,67) Serahsi, “Buradaki şarttan murad, Allah’ın kitabına muhalif olan her şarttır, yoksa şartın kendisinin Kur’an’da yer almaması değildir. Çünkü bu hadisin kendisi de kitapta yer almıyor... Bundan anlıyoruz ki, Allah’ın kitabına muhalif olan her hadis merduttur.” (Serahsi, usul I-365-364)
SÜNNET:
Serahsı'nin belirttiğine göre, Hanefilerde sünnet, "Rasulullah (s.a.v.)'ın ve ondan sonra sahabenin takip ettikleri yoldur". Şafii' ise sünnetten, sadece Hz. Peygamber'in yolunu ve sünnetini kasdeder (Serahsî, usul, I-113,114). Serahsî, sünnet teriminin sadece Hz. Peygamber'e hasredilemiyeceğini izah ederken, "men senne sünneten haseneten..." hadisini (Müslim, Darimi) delil getirir ve selefin, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in takip ettikleri yola da sünnet ismini verdiklerini ve bey'atı, "sünnetü'l-umareyn" (Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in sünneti) üzere aldıklarını kaydeder. Daha sonra, "size, benim ve benden sonraki raşid halifelerin sünnetine uymak düşer. Buna sımsıkı sarılın." (Darimi) hadisini zikrederek, "şayet bu sabit ise deriz ki, sünnetin hükmü, ittibadır. Delille sabit olmuştur ki Peygamber (s.a.v.), kavlen ve fiilen, din yolunda süluk ettiği hususlarda tabi olunandır. Kendisinden sonra sahabe de böyledir" demiştir (Serahsî, usul, I-114).
Serahsî mutlak manada, sünnete tabi olmanın, farz ve vacip manasını taşımadığını, ancak Bayram Namazı, ezan, kamet, cemaatle namaz gibi dinin alametlerinden sayılan sünnetlerin vacip derecesinde olduklarını belirtir (Serahsî, usul, I-114). Ona göre Teravih namazı, sahabenin sünnetidir. Çünkü bunu Peygamber (sav) sürekli kılmamış, fakat sahabe aksatmadan devam etmiştir. Dolayısıyla bunu kılan, mendup işlemiş olur, terkeden de kınanır. Fakat bu kınama, Peygamber (sav)'in devam ettiği bir ameli terkedene yapılan kınamadan daha hafiftir. Çünkü Peygamber (sav)'in sünneti, sahabenin sünnetinden daha kuvvetlidir (Serahsî, usul I-114). "Bu, bize göredir" diyen Serahsı, Şafii ashabının ise sünnet deyince, Peygamber (sav)'in devam ettiği nafıleyi kasdettiklerini, sahabenin devam ettiği nafılenin ise onlara göre sünnet olmadığını, çünkü onların sahabe kavlinini hüccet sayımadıkları gibi fiillerini de sünnet olarak kabul etmediklerini kaydeder ve şöyle devam eder: "Bize göre sahabe kavli hüccettir ve fiilleri de sünnettir. Çünkü bu, Cenab-ı Hakk'ın, "Andolsun ki Allah'ın Resulü sizin için güzel bir örnektir" (Ahzab,21) kavline göre, ihyasıyla emrolunduğumuz bir yoldur" (Serahsî, usul, I-114)
SÜNNETİN KISIMLARI VE İTTİBAIN HÜKMÜ
Hanefi usulcülere göre sünnet, iki çeşittir: 1. Uyulması hidayet, terki dalalet olan sünnet (Sünnetü'l-Hüda), 2. Uyulması güzel, terki mübah olan sünnet (Sünnetü'z-Zevaid) (Serahsî, usul, I-114).
Birincisi, Bayram namazı, ezan, kamet, cemaatle namaz gibi sünnetlerdir. Şayet bir kısım insanlar bunları terkederlerse itab ve levme hak kazanırlar. Eğer bir belde ahalisi terkeder ve bu konuda ısrar ederlerse, bunlan eda etmeleri için onlarla savaşılır. İkinci kısım sünnet ise, Peygamber (s.a.v.)'in oturuşu, kalkışı, giyinişi, hayvana binişi gibi hususlarda benimsediği tarzı nakleden rivayetlerdir. Hz. Peygamber'in ibadetlerdeki sünneti de tabi olunacak sünnetlerdendir. Bunlardan bir kısmının terki mekruhtur. Bir kısmını terkeden ise günahkar olur. Diğer bir kısmı daha vardır ki, uyan, güzel bir iş yapmış olur, ancak terkeden de günahkar olmaz. Sahabenin "şöyle şöyle emrolunduk", .. şu şekilde nehyolunduk" şeklindeki mutlak ifadeleri bize göre bunların, Resulullah (s.a.v.)'ın emri olmasını gerektirmez. Şafii'ye göre bu şekildeki mutlak ifadeler, bunların Peygamber (s.a.v.)'in emri olduğunu ifade eder. (Serahsi, Usul, I-115)
Serahsı, Peygamber'e ittiba konusunda bir açıklama getirerek, bilhassa dini ahkamda sünnete ittibanın farz olduğunu belirtmekte ve şöyle demektedir: "Tevbe suresinin 43 ve Enfal sunesinin 67. ayetlerinden anladığımıza göre, Hz. Peygamber reyiyle yaptığı bazı işlerinde zaman zaman hataya düşmüştür. Böylece onun, reyinde hatadan emin olmadığını öğrenmiş oluyoruz. Biz diyoruz ki, Resulullah (sav) özellikle dinı hükümleri ortaya koymada hataya düşmekten masun idi. Dolayısıyla bu konulardaki sözü İlm-i yakın ifade etmekte ve bu söze ittiba ümmet üzerine farz olmaktadır. Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi yasakladıysa ondan sakının" (Haşr. 7; Serahsî Usul, I, 318.)
Hadis ve sünnetin delil olma değeri üzerine geçmiş Hanefi usulcü1erinden Serahsı ve Pezdevî’nin görüşlerine kısaca yer verdiğimiz burada, Hanefi mezhebinin hadis usulü konusunda önemli bir eser telif eden son devir alimlerinden Zafer Ahmed Tehanevi'nin, hadislerin delil olma keyfiyeti üzerine, zaman itibariyle yaptığı bir değerlendirmeyi zikretmek istiyoruz, O şöyle diyor: "Hulefa-i Raşidın döneminde bilinmeyen, hatta Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer döneminde maruf olmayan fakat uzak diyarlara rıhleler düzenleyip, Hicaz, Medine ve Irak ehli arasında eseri bulunmayan hadisleri toplayanların bu rivayetleri hüccet olamaz. Böyle bir hadis zaruriyat-ı diniyyeden değildir. Çünkü, İslam en yüksek noktasına Hz.Ömer zamanında ulaşmış, bu, ondan sonraki raşid halifeler döneminde de devam etmiştir. Dinin zaruretlerinden olan bir hususun, mutlaka bunların zamanında ve beldelerinde zuhur etmiş olması gerekirdi. Bunlardan ve beldelerinden gizli kalıp çok uzak bir beldede ortaya çıkan rivayet şazzdır, sahih olması halinde de zaruriyyat-ı diniyyeden değildir. Bu ancak zevâid olabilir. Bu yüzden Muaviye, “Size Ömer zamanında olan hadis gerekir. Çünkü o, Hz.Peygamber’in hadisi konusunda insanların en çok korkanı idi” demiştir.” (Tehanevî, Kavaid, 279-280)
MÜTEVATİR HABER
Mütevatir haber, Hz.Peygamber’den, şüphe bulunmayan bit ittisalle, aynen onu görüp işitenin aldığı şekilde ulaşan haberlerdir. Böylece onu, miktarı sayılmıyan, çoklukları, adaletleri ve ayrı yerlerden oluşları sebebiyle, yalan üzerinde birleşmeleri düşünülemiyen ve her dönemde bu özellikleri taşıyan gruplar rivayet etmiş olmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in nakli, beş vakit namaz, rekatların sayıları, zekat miktarları, mütevatir haberlerin bazılarıdır (Serahsı, Usul, I, 282). Mütevatir haber, gözle görülen gibi ilm-i yakini ve ilm-i zaruriyi icabettirir. Bir kimse haber tarikiyle gelen böyle bir ilmi inkar ederse, gördüğü şeyi inkar eden kimse gibi, dinini dünyasını, anasını, babasını tanımayan sefih bir insandır (Serahsı, Usul, I, 283). Serahsı şöyle der: "Hanefilere göre, tevatüren sabit olan, görülerek sabit olan gibi ilm-i zaruri ifade eder. Şafiiler, tevatürün ilm-i yakin ifade ettiğini fakat bunun ilm-i zaruri değil, müktesep bir ilim olduğunu söylerler. Mesela mucizeleri öğrendiğimizde, nübüvveti bilmemiz böyledir. Bu, ilm-i yakındir, fakat zaruri değil kesbıdir.Çünkü zaruri ilimde ihtilaf vaki olmaz. Mütevatir haberle ilm-i yakin'in sübutunda insanlar ihtilaf ettikleri için bu ilmin mükteseb olduğunu anlıyoruz. (Serahsı, Usul,I, 291). Serahsi buna şöyle cevap verir: "Bu görüş fasiddir. Çünkü bu ilim, iktisab yoluyla olsaydı, sadece onu elde edenlere mahsus olurdu. Halbuki görüyoruz ki bu ilim, sadece onu iktisab edenlere mahsus değildir. Mesela herbirimiz, küçüklüğünde, anne ve babassını, büluğdan sonra da bildiği gibi haberle biliyordu. Şayet bunu iktisab yoluyla bilseydi kişinin bunu terketmesi mümkün olurdu ve ilim de hasıl olmazdı" (Serahsı, Usul,I, 291).
Bazılarına göre mütevatir haber, ilm-i yakın değil, ilm-i tuma'nine (tatmin edici ilim) ifade eder. Yani yalan ve galat ihtimali mevcuttur. Çünkü mütevatir haber, ahad haberlerin toplamından ibarettir. İnsanlar yalan üzerinde de ittifak edebilirler. Mesela Hıristiyan ve Yahudiler Hz. İsa'nın katli ve çarmıha gerilmesi üzerinde ittifak ettiler. Bu, onlar arasında tevatüren rivayet edildi. Halbuki bu yalandı. Mecusiler de Zerdüşt'ün mucizelerini ittifaken naklettiler. Bunun da aslı yoktu (Serahsı, Usul,I, 284).
Cassas’ın belirttiğine göre ahad yolla gelmiş olmasına rağmen, insanlar tarafından genel kabul görmüş haberler de hanefilerce manen mütevatir sayılırlar. Mesela, "cariyenin talakı iki boşama, iddeti de iki hayız süresi kadardır." (E:davut, İ.Mace) hadisi ahad yoldan gelmiş olmasına rağmen, ümmetin ameli sayesinde mütevatir makamına geçmiştir. (Cassas, Ahkamu'l-Kur'an, I, 386
İlm-i zaruri ifade ettiği için mütevatir hadisi inkar eden, tekfir olunur (Serahsi, Usul, I-292.)
MEŞHUR HABER
Hanefilere has olduğu belirtilen "meşhur hadis" terimi, sahabe tabakasında ahad olarak riivayete dilip, tabiin ve tebe-i tabiin tabakalarında tevatür derecesine ulaşan haberlerdir (Serahsi, Usul, I, 292). Dolayısıyla meşhur hadis asıl itibariyle ahad, fer' olarak mütevatirdir (Serahsi, Usul, I, 292.). Bu yüzden Cassas, meşhur hadisi, mütevatirin kısımlarından saymıştır (Serahsi, Usul, I, 292). Ancak meşhur hadisi Hz. Peygamber'den nakledenlerin, yalan üzerine ittifak edebilecekleri vehmi (nazari olarak) mevcuttur (Serahsi, Usul, I, 292). Mest üzerine mesh verme hadisi (Buhari), müt'anın haram kılınışı ile ilgili hadis (Buhari, Müslim), kadının halası ve teyzesi üzerine nikahının ha¬ramlığını bildiren hadis (Buhari, Müslim), altı şeyin değişiminde fazlalığın haram olduğunu bildiren hadis (Müslim), meşhur hadislerin örneklerindendir (Serahsi, Usul, I, 292).
Hanefi imamlarından İsa b. Eban (ö.220)'ın belirttiğine göre, meşhur haberin delil olma derecesi mütevatirin delil olma derecesine ulaşnmaz. Çünkü tevatüren sabit olan ilim zaruridir ve ilmi yakîni gerektirir. Ayrıca inkar eden kafir olur. Halbuki meşhur böyle değildir. İnkar eden ittifakla tekfir olunmaz. Meşhur hadisle sabit olan kesin (yakin) ilmi değil, tatminî ilmi ifade eder. Çünkü o, ancak ikinci ve üçüncü tabakalarda tevatüre ulaşmıştır ve esas itibariyle ahad olduğu için adeten yalan olabilme şüphesini üzerinde taşımaktadır (Serahsi, Usul, I, 292.)
İsa b. Eban, meşhur haberi üç kısımda değerlendirmiştir:
a) İnkarcısını küfre sokmayan, fakat dalalete düşüren meşhur. Mesela birinci ve ikinci nesilde ulemanın üzerinde ittifak ettiği "recm" haberi böyledir. Buna sadece hariciler muhalefet etmişlerdir ki, onların muhalefeti icmaya bir zarar vermez ( Serahsi, usul I-293).
b) İnkar edeni sapık yapmayan fakat hataya düşürerek günahkar yapmasından korkulan meşhur. Mesela mest üzerine mesh haberi böyledir. Çünkü ulema, birinci tabakada bu konuda ihtilaf ettiler. Hz. Aişe ve İbn Abbas, her ne kadar daha sonra bundan rücu ettikleri nakledilmişse de, şöyle demişlerdi: "Mest üzerine meshi caiz görenlere sorun bakalım. Allah'ın Resulü (s.a.v.) Maide suresinden sonra meshetti mi? Vallahi Resulullah (sav) Maide suresinden sonra meshetmedi" (Serahsi, usul I-293). Sarf konusunda gelen haber de böyledir. İbn Abbas'ın, "Peygamber (sav)'in, riba ancak veresiye (nesîe) de olur" (Buhari) hadisine istinaden, peşin alışverişlerde fazlalığı caiz gördüğü, sonra bu görüşten döndüğü nakledilir (Serahsi, usul I-294).
c) İnkar edeni, hataya düşürmekle beraber, günaha sokmayan meşhurdur. Fakihlerin, ahkam konusunda ihtilaf ettikleri haberler böyledir. Çünkü bununla amel eden, o konudaki içtihatla amel etmiştir. Müçtehit hata etse bile günahkar olmaz, aynı şekilde bu içtihadı inkar eden de günaha girmez (Serahsi, usul I-294).
Haberi Vahid
Bir, iki veya daha çok ravinin rivayet ettiği, fakat meşhur ve mütevatir mertebesine ulaşamayan her haber ahad haberdir.(Pezdevi, usul II 320)
Serahsî, haber-i vahidleri Kur’an’a arzetmeyenleri tenkid ederken, bu görüşünü daha da berraklaştırarak şöyle der: “Bidat ve hevâların aslı, haber-i vahidi Kitab’a ve meşhur Sünnete arz etmeyenlerden zuhur etmiştir. Öyle bir kavim ki Peygamber (sav)’e ittisalinde şüphe olan ve ilm-i yakîn (kesin ilim) gerektirmeyen şeyi, asıl yapıyorlar sonra Kitap ve meşhur Sünneti onlara göre tevil ederek, tabiyi metbu, esas olanı kesin olmayan (zannî olan) şey kılıyorlar. Böylece hevâ ve bidatlere düşmüş oluyorlar.” (Serahsi, usul I-367) Hanefiler Kur’an’a muhalif olan haber-i vahidleri manevi inkıta gerekçesiyle reddetmişlerdir. (Serahsi, usul I-364) Haber-i vâhid, hanefilere göre ameli gerektirir, fakat ilm-i yakîn ifade etmez. (Cassas ve Ahkâmü’l-Kur’an’ı 117) Bazıları ilmi gerektirmeyen şey amelide gerektirmez, amel ancak ilimle olur, Cenab-ı hakk “Bilmediğin şeyin ardına düşme” (İsra, 36) buyurmuştur dediler. (Serahsî, usul I-321)
Haber-i vahidin ravi açısından galat ihtimali taşıdığı için ilm-i yakîn gerektirmediğini belirten Serahsî, “ravi hakkında beslenen hüsnü zan ve adaletin zahir olmasıyla, doğruluk yönünün tercihi sebebiyle de ameli mucib olduğunu” kaydetmiştir. Haber-i vahidi inkar eden kafir olmaz. Ancak onunla amel gerekli olduğu için reddeden sapıklığa düşer. Eğer haber-i vahidle amelin vücubunu kabul ediyor, fakat tevil ediyorsa bu takdirde sapıklığa düşmüş olmaz. Onunla amel eden itaatkar, tevil etmeden terk edense âsi olur. (Serahsi, usul I-112)
Pezdevî: “Kim haber-i vahidi reddederse kötü bir yola sapmış olur, kim de onu Kitap ve mütevatir Sünnetle bir tutarsa, derecesini yükseltmekle hata etmiş olur. Doğru yol sadece bizim söylediğimizdir” (Pezdevî , usul II-304)
AHAD HABERLERİN KABULÜNÜN ŞARTLARI:
Imam-ı Azam Ebu Hanife, fitnenin yaygın olduğu bir dönemde, "Resul-i Ek¬rem (sav) şöyle buyurdu" diyerek hadis nakleden herkesin rivayetini kabul etmemiştir. Ancak, fakih raviler kanalı ile gelen mürsel hadisleri bile kıyasa tercih ettiği sabittir.(İbn Hazm, el ihkam fi usulil ahkam) Haber-i vahidi (tek ravınin rivayet ettiği hadisi), "ravinin güvenilir (sika), fakih ve adaletli olmasının yanında, rivayet ettiği şeye aykırı bir amelde bulunmaması şartıyla" kabul etmiştir. Mesela: Ebu Hüreyre' den (ra) rivayet edilen "Birinizin kabını köpek yalarsa, birisi temiz toprakla olmak üzere onu yedi defa yıkasın "(Buhari, Müslim) hadisini usule uygun bulmamıştır. Zira, Ebu Hüreyre'nin (ra) köpeğin yaladığı kabı üç kere yıkamakla yetindiği sabittir. Imam-ı Azam'ın (rh.a) ahad haberleri kabul için ileri sürdüğü genel prensipleri: Birincisi: Ahad haber, Kur'an-ı Kerim'in genel ifadesine ve lafzına (zahir anlamına) aykırı düşerse, haber terkedilerek Kitab'ın hükmü ile amel edilir. Burada da iki delilden daha kuvvetli olanı tercih vardır. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in sübutu kat'idir, zahiri hükümleri ve genel ifadeleri kesindir. Ahad haber, Kur'an'ın umumi (amm) ve zahiri hükümlerine aykırı olmaksızın, onun mücmelini açıklıyorsa., bu haber kabul edilir. Ikincisi: Ahad haberin meşhur sünnet ile çatışması halinde, kuvvetli olan meşhur sünnet esas alınır. Üçüncüsü: Ahad haber, kendisi gibi tek ravili diğer bir haber ile çelişirse, ravisi daha bilgili ve fakih olan tercih edilir. Dördüncüsü: Iki haberden birisinde, sened veya metin bakımından fazlalık varsa, ihtiyata riayet edilerek bu fazlalık kabul edilmez. Ortak olan ifade dikkate alınır. Beşincisi: Ahad haberle, kaçınılması imkansız olan “umumi belva" gibi hususlarda amel edilemez. Bu gibi durumlarda haberin mütevatir veya meşhur olması gerekir. Altıncısı: Ahad haberlerin, seleften hiç kimse tarafından tenkide uğramaması; ravinin onu işittiği andan rivayet ettiği ana kadar ezberinde tuttuğunun sabit olması gerekir.(Kevseri, Te’nibul Hatib) (Yusuf Kerimoğlu’nun Fıkıh Köşesinden)
Hz. Ebu Humeyd hadisi:
Ebu Humeyd es-Sâidî rivayet eder:
Rasulullah (sav) şöyle dedi: “Benden rivayet edilen bir hadisi duyduğunuz zaman,
kalpleriniz onu tanır,
içiniz ona yumuşadığı,
ruhunuz onu içine sindirdiği,
onun size çok yakın olduğunu hissederseniz,
yani onun akla yakın olduğunu görürseniz,
ondan şüphe etmeyin.
Fakat hadisi duyduğunuz zaman,
kalpleriniz ondan nefret eder,
içiniz ondan ürperir,
havsalanız onu kabul etmez,
onu aklınızdan uzak görürseniz,
o söz benden değildir.” (İbn Hanbel 5/224)
Ahmed İbn Hanbel: “Hz. Ebu Humeyd’in rivayet ettiği bu hadis son derece dikkate şayandır. Ehadisi şerifeyi tanımak ve anlamak için bundan daha güzel, bundan daha mükemmel bir ölçü olamaz. Çünkü şari aleyhisselam’ın her sözü ya İslam’ın meselelerini izah eder, yahut kamu yararını irad eder, yahut insanların salah ve ıslahını temin etmek ister. Bu evsaftan hâli olan bir hadis musanna’ (yapay) veya mevzu (uydurma) bir hadistir.”
Ebu Hureyre Hadisi:
Ahmed ve Bezzâr, Ebu Hureyra (ra)’den leyyin bir isnadla...
“Size benden gelen, söylediğim veya söylemediğim hayırlı bir şey intikal ederse, anlayın ki ben onu söylemişimdir. Size benden bir şer (kötü söz) nakledilirse anlayın ki, ben onu dememişimdir. Çünkü ben kötü bir şey söylemem”
Büyük Hadis Külliyatı, Rudani, cilt 1, sh-44, 130 no’lu hadis...
İMAM-AZAM EBU HANİFE’NİN HADİSİ KUR’AN’A ARZINA ÖRNEK:
İmam-ı Azam Ebu Hanife, “Mü’min zina ederse, imanı, başından gömleğinin çıkarıldığı gibi çıkarılır, sonra tevbe edince iman kendisine iade edilir” (E.davut, İ.Mace) hadisi hakkında görüşünü soran birisine, “bu haber Kur’an’a muhaliftir” diyerek şçyle devam eder: “Allah Teala Kur’an’da, ‘zina eden kadın ve erkek’ (Nur,2) şeklinde hitap etmiş, onlardan iman ismini kaldırmamıştır. Yine Allah Teala; ‘içinizden kötülük yapan (zina eden) iki kişiye eziyet edin (cezalandırın)’ (Nisa,16) buyurmuştur. Buradaki ‘sizden’ (minkum) kavli ile yahudileri veya hristiyanaları değil sadece müslümanları kastetmiştir” (E.Hanife, el-Alim,27)
Ebu Hanife, imanı, dil ile ikrar, kalb ile tasdik gödüğü için, ameli ondan bir parça saymamış ve bir müslümanın, şirk dışında işlediği amel ne kadar kötü olursa olsun, mü’min sıfatının devam edeceğini belirtmiştir. (Risale ilâ Osman el-Betti,69)
Kadın aleyhtarı bir hadis ve kritiği...
“...Havva’da olmasaydı bir kadın kocasına ihent etmezdi.” (Buhari, Müslim, Ahmed)
İbn Hacer bu hadisi şerh eder: “Burada, Havva’nın, Ademe yedirinceye kadar ağacın meyvesinden yemesini güzel gösterdiğine işaret vardır. Onun ihanetinin manası, İblisin onu kandırmasını kabullenip Adem’i de bu suça teşvik etmiş olmasıdır. Havva bütün kadın çizginin anası olunca, bütün kadınlar doğum ve soya çekimle ona benzemişlerdir. Hemen hemen hiç bir kadın kocasına fiiilen veya sözlü olarak ihanet etmekten kurtulamaz. Buradaki ihanetten maksat elbette fuhuş irtikabı şeklinde değildir.” (Fethu’l-Beri’den)
Kur’an, Adem ve Havva’nın yeryüzüne indirilişine yol açan cennetteki yasak meyveyi yeme suçunu işleyenin Adem’in kendisi olduğunu açıkca ifade etmektedir. Taha 121: “Adem, Rabbine asi oldu ve yolunu şaşırdı”. (Havva Rabbine asi oldu denilmemektedir)
Bakara 36: “...Şeytan onları kandırıp ayarttı...”
Sonuç olarak Kur’an’ın hiç bir yerinde Ademi ayartanın Havva olduğuna dair en küçük bir işarete dahi rastlamak mümkün değildir.
Yukardaki söz, önceki dinlerin kültürlerinden, bilhassa yahudi kültüründen (Tevrat, tekvin 3/1-21) gelen bir telakkinin, hadis haline sokulmuş şeklidir.
Hemmam b. Münebbih’in sahifesi gibi oldukça erken bir döneme ait bir hadis derlemesinde yer alsa da, Buhari ve Müslim buna sahih dese de, İbn Hacer bu konuyu desteklese de, Kur’an’ın açık beyanları bütün bunların geçersiz olduğunu, dolayısıyla HzçPeygamberin sözü olmayacağını acıkça gösterir.
-Havva hiç bir zaman kocasına ihanet etmemiştir.
-Kadınların kocasına ihanetleri, Havva’nın ömrü boyunca Adem’e yapmadığı türden bir şeydir.
-Allah’ın Rasulünün Havva’yı ihanetle ve bütün hain kadınlara bu hainliğiyle öncülük etmekle nitelendirildiği, ona nasıl nisbet ediliyor.
“Bu gerçeği Rasulullah Kur’an’dan öğrenmiş olmayacağına göre, nereden öğrenmiştir? İşin doğrusu ne böyle bir gerçek vardır, ne de Rasulullah böyle bir söz söylemiştir. Çünkü o, en nezih bir dil kullanan bir kimsedir. Bu hadis ise onun ve dinin düşmanı olanların İsrailiyet’larıdır. Bize düşen bunları reddetmektir.”
İbrahim Sarmış, Hz.Peygamberi Doğru Anlamak, Cilt 1, sh, 413-414)