[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]HADİS İNKARCILARINA DUYRULUR!![/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Hadisin değeri:
Hadis, lugatta kadîmin/eskinin zıddı anlamına geldiği gibi, haber manasına da gelir ve bu kelimeden türeyen bazı fiiller, haber vermek ve nakletmek gibi manalarda kullanılır(1). Daha sonra bu kelime dinle ilgili özel manalar kazanmaya başlamıştır. İbni Mes'ud'tan nakledilen söz bunu göstermektedir. İbni Mes'ud şöyle demiştir: "Sözlerin en güzeli/ahsenu'l-hadis Allah'ın kitabı, yolların en güzeli ise Muhammed (s.a.v.)'in yoludur .(2)" Allah Teala da kitabını hadîs diye isimlendirmiştir: (3) "Doğrulardan iseniz bu sözün/ hadisin bir mislini getirin.(4)" Nihayet hadis lafzı, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sözlerine de kullanılır olmuş ve onunla ilgili bütün haberlere de hadis denilmiştir. Bu kelime, bu anlamıyla bizzat peygamberimiz tarafından da kullanıla gelen bir kelimedir(5). Bundan sonra da kelime bu anlamıyla yaygınlaşmış, alim-cahil herkes hadis denildiğinde peygamberimizin sözlerini algılar olmuştur.
Hadis ilmi, H. 3. asrın sonunda bütün konuları ile teşekkül etmiştir. Her ne kadar, bu konuları içine alan kitapların telifi bir müddet daha gecikmiş olsa bile, usul ve kaidelerin, tabir ve tariflerin H.1. asrın sonundan itibaren hadis imamları arasında kullanılması, H. 2. asırda ise hiçbir kayda tabi olmaksızın münakaşa edilmesi, bu ilmin bir hayli erken bir devirde teşekkül ettiğini gösterir. Zaten en mükemmel hadis mecmualarının 'altın çağ' diye anılan H.3. asırda tasnif edilmiş olması da, bunun bir başka delilini teşkil eder; zira bir ilmin usûl ve kaideleri belirlenmeden o usûl ve kaidelere uygun mükemmel eserler tasnif edilmesi mümkün değildir(6).
Hiçbir ilim terminolojisiz olamaz. Her ilmin kendine göre bir kavram bilgisi vardır. Bir bilimin terminolojisine vakıf değilseniz, ilim yapmanız ve üzerinde yorumlar yapmanız mümkün değildir. Terminolojide de karşımıza çıkan en önemli mesele dil meselesidir. İngilizler nasıl İngilizce, Fransızlar nasıl Fransızca konuşuyorsa, tıplılar tıpça, hukukçular hukukça ve hadisçiler de hadisçe konuşurlar. Şeklî yakınlık ve anlatım özdeşliği bulunsa bile, ifade ettikleri mana bakımından, aynı kavramın içi, farklı ilmî disiplinlerce değişik olarak doldurulur. Mesela bir "by-pass" ifadesi, kavram olarak tıpta, iktisatta ve politikada kullanılmasına rağmen, içinde bulunduğu ilmi disipline göre, farklı mana boyutlarına sahip olmuştur. Bu, suyun farklı renkteki bardaklarda, bardağın rengine uygun olarak farklı renklerde gözükmesine benzer. Yoksa su, sudur(7). Bu sebeple hadisle uğraşacak kimselerin bu ilmî disiplinin diline -hem Arapçaya ve hem de terminolojiye- hakim olmaları gerekir.
İslam dini üzerinde az bir bilgi birikimine sahip olan kimseler sünnetin dolayısıyla hadislerin dine kaynaklık etmedeki önemini bilirler. Bu dinin merkez noktası ve dinin etrafında gezindiği eksen, sünnettir. Sünnet Kur'an'dan sonra ikinci kaynak, hakikatin güneşi ve hidayetin kaynağıdır ve bu konuda bütün Müslümanlar ittifak halindedir(8 ).
Sünnet ve hadis kelimeleri, usulcüler arasında farklı tanımlar yapılmasına rağmen çoğunlukla birbirleri yerine kullanılırlar. Bir farkla ki hadis peygamberimizin peygamberlik dönemini kapsadığı gibi peygamberlikten önceki hayatıyla ilgili haberleri de kapsar(9). Bir başka deyişle sünnet, hadislerin, yani peygamber asrından nakledilegelen bilgilerin kanunlaşmış şeklidir.
Sünnetin konumu bu olunca, İslam düşmanları, hadisler üzerinde, hadislerin delil olarak kullanımında ve güvenilirliğinde bir takım şüphe tohumları ekmeye başladılar. Bunu -Allah korusun- başardıkları takdirde İslam binasını temelinden çökertmeleri ve neticede Müslümanları diledikleri yöne yönlendirmeleri kolaylaşacaktır (10).
Bir müsteşrik/oryantalist(11) olan Louis Massignon, Müslümanları ve içine düşürdükleri boşluğu şöyle dile getirmektedir: "Doğulu kendisi için var olabiliyordu ama kendisini anlamıyordu. Kısmen Avrupa'nın ona yaptıklarından olacak, dinini de felsefesini de kaybetmişti. Müslümanlar da muazzam bir boşluk vardı. Anarşiye ve intihara yakındılar.(12)" Yine bir diğer ünlü oryantalist William Robertson Simith peygamberi ve onun getirdiklerini insanların gözünden düşürmek ve böylece insanların kafasına şüphe tohumları ekebilmek için şöyle diyordu: "Ne yazık, peygamberin dini, ilk vaaz olunduğu yerdeki önyargılara yenik düşüyor! Bu bir kusurdur. Yine bu din, koruması altına barbarca fikirleri ve modası geçmiş olanları almıştır, bunların sayısı hayli de kabarıktır. Herhalde Muhammed de bunların faydasızlığından emin bulunuyordu, ne var ki dinin (reformun) yayılması için bu gerekli bir işti. Bir de şu var ki, bizim İslam'dır dediğimiz safsataların pek çoğunun Kur'an'la bir ilgisi yoktur.(13)" Aman Allah'ım! Şu cümleleri bu gün ne çok işitmeye başladık.
Sünnetin, tarihin sayfaları arasında yok olup kaybolan eski inkarcılarından sonra, çağdaş oryantalistler ve onların Müslüman görünen talebeleri bunların yerlerini doldurmaya ve İslam'a hücum etmeye başladılar. Esas üzücü olan ise Müslümanların hadislerle irtibatını kesmek için çaba sarf edenlerin sadece oryantalistler olmaması, Müslümanlardan batılılaşmış bir gurup insanın da bunlara katılması ve bu zalimce eyleme bulaşmış olmasıdır(14). Bu insanlar halkın cahil bırakılmış olmalarından faydalanmak suretiyle, kavram bilgisinden yoksun olan insanlara doğru yanlış birçok bilgi sunmuş, tartışmalı bir çok konuyu hakikat diyerek takdim etmişlerdir.
Hadislere karşı yürütülen savaş öyle birden bütün cephelerde başlatılmamış, önce mevzi çalışmalar yapılmıştır. Tarihi seyir içerisinde önce bir bir hadisler mevzu ilan edilmeğe, H.3. asırda ortaya konmuş teknik ve metodlarla tespit edilmiş sahih hadisler, yine aynı metodlarla tek tek yok edilmeğe başlanmıştır.
Daha sonra faaliyetler raviler üzerinde yoğunlaştırılmış, sahabeye varıncaya kadar dil uzatarak bir kısım ravilerin rivayet ettikleri hadislerin güvenilir olmadıkları işlenmiştir. Okuyucunun bu bilgileri tahlil edebilmesi mümkün olmadığından, iddia sahipleri, rical ve tabakat kitaplarında yan yana bulunan bilgilerden sadece bir kısmına yer vermek suretiyle okuyucunun yanlı yönlenmesine sebep olmuş ve böylece bir çok değerli insanı kendi şöhretleri uğruna tarihte mahkum etmişlerdir. En çok hadis rivayet eden değerli sahabe Ebu Hureyre (r.a.) bunlardan sadece birisidir. Bir hadis yok etmek için yıllarını harcayanlar işin kolayını bulmuşlar bir Ebu Hureyre'yi yok etmek suretiyle binlerce hadisi yok etmek istemişlerdir. (!)
En son olarak da günümüz de sahabenin tamamı ele alınmış, bu insanların cerh ve tadilden geçirilmediği üzerinde durulmak suretiyle hadislerde bir güvensizlik ortamı oluşturulma gayreti içerisine girilmiştir. Hangi mantığa hizmet ettiğinin bilinmemesi pek mümkün görünmeyen bu gayretin tek dayanak noktası da halkın içinde bulunduğu cehalettir. Çünkü yazımızın başında belirttiğimiz üzere hadis bir ilimdir ve bu ilmin temelleri H.1. asırda atılmış ve H.3. asra kadar da tescil edilmiştir. Tarihimizde bir şeref tablosu olarak andığımız alimlerimiz, üzerine düşen vazifeyi yaparak hadisleri ayıklamak için metodlar koymuşlar ve bu metodlara riayet ederek de neredeyse ümmetin ittifakını kazanmış olan değerli hadis mecmuaları oluşturmuşlardır. Aradan geçen bin yılı aşkın bir süre içerisinde, bu gün birileri çıkıyor ve ilim adına, sahabenin eleştirilmesi gerektiğini, onların da hadis aktarımında hata edebileceğini, hatta yalan söyleyebileceğini işliyor fakat sahabeyi mezardan çıkarıp cerh ve tadile tabi tutamayacağımıza göre ne yapabileceğimizi söylemiyor. Bu zatlara göre meselenin çözümü gayet basit olduğu için böyle bir şeye zaten ihtiyaç da görünmüyor. Hepimiz Allah'ın bize takdim ettiği akla sahip olduğumuza göre bize sunulan pirinç çuvalı içerisinden taşları ayıklayabiliriz. Böylece mesele çözülmüş bütün taşlar yerli yerine konulmuş oluyor. Ya da öyle görülüyor. Hayır bu bir ilme yapılabilecek en büyük kötülüktür. 1400 yıllık bir kültürü aklın ellerine, birbirinden farklı anlayışlara terk etmek demektir.
Ortaya koydukları ikinci şey ise hadislerin Kur'an'la kıyaslanmasıdır ki, masum görünse de bu da birincisinden çok farklı bir düşünce değildir. Buna mesned olarak gösterilen hadisi ve hadisle ilgili alimlerimizin yapmış oldukları değerlendirmeyi olduğu gibi kaydediyorum: "Muhakkak ki siz benden sonra ihtilafa düşerseniz, aranızda fikir ayrılıkları çıkar, öyle ise benden size bir hadis rivayet edildiğinde, onu Allah'ın kitabına arz ediniz, onunla karşılaştırınız, ona muvafık olan bendendir, muvafık olmayan benden değildir." Sevban'dan rivayet edilen bu hadis sahih kabul edilecek olursa Kur'an-ı Kerim'de açıkca bulunmayan bir hükmü ihtiva eden hadislerin hiçbiri peygamberden değildir, diye hükmetmek gerekir. Bu ise dini yıkmaktan başka bir şey değildir. Sevban'dan hadis diye aktarılan yukarıdaki söze gelince meşhur hadis tenkitçilerinden Yahya b. Main bu hadisin zındıklar tarafından uydurulmuş asılsız bir şey olduğunu söyler. İmam Şafii "Rivayet ettikleri hadisler kayıt ve tespit edilmiş olan hadisçilerden hiç biri, peygamberden böyle bir şey rivayet etmemiştir." diyor (15).
Bütün bunların ardından bizce söylenecek şey, çevremizde kendi değerlerimize karşı yönlendirilen açık saldırılar gün gibi ortadayken her bir Müslüman üzerine düşeni ciddiyetle yapmalı ve dinine gereken ciddiyeti göstermelidir. Bugün buna dünden daha çok ihtiyaç vardır. Çünkü bu gün peygamberimizin 1400 yılık yoldan bildirdiği "Koltuğuna yaslanıp, 'Allah'ın kitabı bana yeter' diyen insanlar" aramızda yaşamaktadır. "Kur'an Müslümanlığı" tabiri, ne anlama geldiği üzerinde düşünülmeden kutsal bir söz gibi ağızdan ağza taşınır olmuştur. Bu sebeple bu gün hadisler ve hadislerin sıhhatine dair sıhhatli bilgi daha değerlidir ve bu uğurda gösterilecek gayretler de o oranda değerlidir. Tarih en güzel yargılayıcıdır.
KAYNAKLAR
Hazırlayan: Özcan Tekgül
(1) Hadis Usûlü, Prof. Dr. Talat KOÇYİĞİT, s: 10, Ankara, 1997, T.D.V. yay.
(2) Buhari, K. Edeb H. no:5633
(3) el-Müfredat Fî Garîbi'l-Kur'an, Rağıb el-İsfehanî, Beyrut,
(4) Tûr: 34 5633
(5) Hadis Usûlü, Prof. Dr. Talat KOÇYİĞİT, s: 11, Ankara, 1997, T.D.V. yay.
(6) Hadis Tarihi, Prof. Dr. Talat KOÇYİĞİT, s: 3, Ankara, 1981, İlmî Yayınlar
(7) Alandışı/Layman'lerin Tasavvufu Anlayamamalarının Bazı Nedenleri Üzerine, Makale, Doç. Dr. Ethem CEBECİOĞLU,
(8 ) Fıkıh Usûlü, Prof. Dr. Abdulkerim ZEYDAN, Çev: Doç. Dr. Rûhi ÖZCAN, s: 140, İstanbul 1993, M.Ü. İlahiyat Fak. yay.
(9) Hadis Usûlü, Prof. Dr. Talat KOÇYİĞİT, s: 11, Ankara, 1997, T.D.V. yay.
(10) Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, Muhammed Tahir Hekim, Çev: Hüseyin Arslan, s: 11, İstanbul, 1985 Pınar yay.
(11) (Şark. dan) Doğu memleketlerinin din, dil ve tarihlerini ve diğer bâzı hususları araştırıp tespite çalışan batılı âlim. Garplı âlim. (Orientalist),
Osmanlıca-Türkçe Büyük Lugat, Türdav, s: 728, İstanbul, 1985
(12) Oryantalizm, Edward SAİD, Çev: Selahaddin AYAZ, s:421, İstanbul, 1982, Pınar yay.
(13) Oryantalizm, Edward SAİD, Çev: Selahaddin AYAZ, s: 370, İstanbul, 1982, Pınar yay.
(14) Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, Muhammed Tahir Hekim, Çev: Hüseyin Arslan, s: 11, İstanbul, 1985 Pınar yay.
(15) Riyazu's-Salihin c: I, s: XXI (Mukaddime), Ankara, 1981, D.İ.B. yay.
[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Hadisin değeri:
Hadis, lugatta kadîmin/eskinin zıddı anlamına geldiği gibi, haber manasına da gelir ve bu kelimeden türeyen bazı fiiller, haber vermek ve nakletmek gibi manalarda kullanılır(1). Daha sonra bu kelime dinle ilgili özel manalar kazanmaya başlamıştır. İbni Mes'ud'tan nakledilen söz bunu göstermektedir. İbni Mes'ud şöyle demiştir: "Sözlerin en güzeli/ahsenu'l-hadis Allah'ın kitabı, yolların en güzeli ise Muhammed (s.a.v.)'in yoludur .(2)" Allah Teala da kitabını hadîs diye isimlendirmiştir: (3) "Doğrulardan iseniz bu sözün/ hadisin bir mislini getirin.(4)" Nihayet hadis lafzı, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sözlerine de kullanılır olmuş ve onunla ilgili bütün haberlere de hadis denilmiştir. Bu kelime, bu anlamıyla bizzat peygamberimiz tarafından da kullanıla gelen bir kelimedir(5). Bundan sonra da kelime bu anlamıyla yaygınlaşmış, alim-cahil herkes hadis denildiğinde peygamberimizin sözlerini algılar olmuştur.
Hadis ilmi, H. 3. asrın sonunda bütün konuları ile teşekkül etmiştir. Her ne kadar, bu konuları içine alan kitapların telifi bir müddet daha gecikmiş olsa bile, usul ve kaidelerin, tabir ve tariflerin H.1. asrın sonundan itibaren hadis imamları arasında kullanılması, H. 2. asırda ise hiçbir kayda tabi olmaksızın münakaşa edilmesi, bu ilmin bir hayli erken bir devirde teşekkül ettiğini gösterir. Zaten en mükemmel hadis mecmualarının 'altın çağ' diye anılan H.3. asırda tasnif edilmiş olması da, bunun bir başka delilini teşkil eder; zira bir ilmin usûl ve kaideleri belirlenmeden o usûl ve kaidelere uygun mükemmel eserler tasnif edilmesi mümkün değildir(6).
Hiçbir ilim terminolojisiz olamaz. Her ilmin kendine göre bir kavram bilgisi vardır. Bir bilimin terminolojisine vakıf değilseniz, ilim yapmanız ve üzerinde yorumlar yapmanız mümkün değildir. Terminolojide de karşımıza çıkan en önemli mesele dil meselesidir. İngilizler nasıl İngilizce, Fransızlar nasıl Fransızca konuşuyorsa, tıplılar tıpça, hukukçular hukukça ve hadisçiler de hadisçe konuşurlar. Şeklî yakınlık ve anlatım özdeşliği bulunsa bile, ifade ettikleri mana bakımından, aynı kavramın içi, farklı ilmî disiplinlerce değişik olarak doldurulur. Mesela bir "by-pass" ifadesi, kavram olarak tıpta, iktisatta ve politikada kullanılmasına rağmen, içinde bulunduğu ilmi disipline göre, farklı mana boyutlarına sahip olmuştur. Bu, suyun farklı renkteki bardaklarda, bardağın rengine uygun olarak farklı renklerde gözükmesine benzer. Yoksa su, sudur(7). Bu sebeple hadisle uğraşacak kimselerin bu ilmî disiplinin diline -hem Arapçaya ve hem de terminolojiye- hakim olmaları gerekir.
İslam dini üzerinde az bir bilgi birikimine sahip olan kimseler sünnetin dolayısıyla hadislerin dine kaynaklık etmedeki önemini bilirler. Bu dinin merkez noktası ve dinin etrafında gezindiği eksen, sünnettir. Sünnet Kur'an'dan sonra ikinci kaynak, hakikatin güneşi ve hidayetin kaynağıdır ve bu konuda bütün Müslümanlar ittifak halindedir(8 ).
Sünnet ve hadis kelimeleri, usulcüler arasında farklı tanımlar yapılmasına rağmen çoğunlukla birbirleri yerine kullanılırlar. Bir farkla ki hadis peygamberimizin peygamberlik dönemini kapsadığı gibi peygamberlikten önceki hayatıyla ilgili haberleri de kapsar(9). Bir başka deyişle sünnet, hadislerin, yani peygamber asrından nakledilegelen bilgilerin kanunlaşmış şeklidir.
Sünnetin konumu bu olunca, İslam düşmanları, hadisler üzerinde, hadislerin delil olarak kullanımında ve güvenilirliğinde bir takım şüphe tohumları ekmeye başladılar. Bunu -Allah korusun- başardıkları takdirde İslam binasını temelinden çökertmeleri ve neticede Müslümanları diledikleri yöne yönlendirmeleri kolaylaşacaktır (10).
Bir müsteşrik/oryantalist(11) olan Louis Massignon, Müslümanları ve içine düşürdükleri boşluğu şöyle dile getirmektedir: "Doğulu kendisi için var olabiliyordu ama kendisini anlamıyordu. Kısmen Avrupa'nın ona yaptıklarından olacak, dinini de felsefesini de kaybetmişti. Müslümanlar da muazzam bir boşluk vardı. Anarşiye ve intihara yakındılar.(12)" Yine bir diğer ünlü oryantalist William Robertson Simith peygamberi ve onun getirdiklerini insanların gözünden düşürmek ve böylece insanların kafasına şüphe tohumları ekebilmek için şöyle diyordu: "Ne yazık, peygamberin dini, ilk vaaz olunduğu yerdeki önyargılara yenik düşüyor! Bu bir kusurdur. Yine bu din, koruması altına barbarca fikirleri ve modası geçmiş olanları almıştır, bunların sayısı hayli de kabarıktır. Herhalde Muhammed de bunların faydasızlığından emin bulunuyordu, ne var ki dinin (reformun) yayılması için bu gerekli bir işti. Bir de şu var ki, bizim İslam'dır dediğimiz safsataların pek çoğunun Kur'an'la bir ilgisi yoktur.(13)" Aman Allah'ım! Şu cümleleri bu gün ne çok işitmeye başladık.
Sünnetin, tarihin sayfaları arasında yok olup kaybolan eski inkarcılarından sonra, çağdaş oryantalistler ve onların Müslüman görünen talebeleri bunların yerlerini doldurmaya ve İslam'a hücum etmeye başladılar. Esas üzücü olan ise Müslümanların hadislerle irtibatını kesmek için çaba sarf edenlerin sadece oryantalistler olmaması, Müslümanlardan batılılaşmış bir gurup insanın da bunlara katılması ve bu zalimce eyleme bulaşmış olmasıdır(14). Bu insanlar halkın cahil bırakılmış olmalarından faydalanmak suretiyle, kavram bilgisinden yoksun olan insanlara doğru yanlış birçok bilgi sunmuş, tartışmalı bir çok konuyu hakikat diyerek takdim etmişlerdir.
Hadislere karşı yürütülen savaş öyle birden bütün cephelerde başlatılmamış, önce mevzi çalışmalar yapılmıştır. Tarihi seyir içerisinde önce bir bir hadisler mevzu ilan edilmeğe, H.3. asırda ortaya konmuş teknik ve metodlarla tespit edilmiş sahih hadisler, yine aynı metodlarla tek tek yok edilmeğe başlanmıştır.
Daha sonra faaliyetler raviler üzerinde yoğunlaştırılmış, sahabeye varıncaya kadar dil uzatarak bir kısım ravilerin rivayet ettikleri hadislerin güvenilir olmadıkları işlenmiştir. Okuyucunun bu bilgileri tahlil edebilmesi mümkün olmadığından, iddia sahipleri, rical ve tabakat kitaplarında yan yana bulunan bilgilerden sadece bir kısmına yer vermek suretiyle okuyucunun yanlı yönlenmesine sebep olmuş ve böylece bir çok değerli insanı kendi şöhretleri uğruna tarihte mahkum etmişlerdir. En çok hadis rivayet eden değerli sahabe Ebu Hureyre (r.a.) bunlardan sadece birisidir. Bir hadis yok etmek için yıllarını harcayanlar işin kolayını bulmuşlar bir Ebu Hureyre'yi yok etmek suretiyle binlerce hadisi yok etmek istemişlerdir. (!)
En son olarak da günümüz de sahabenin tamamı ele alınmış, bu insanların cerh ve tadilden geçirilmediği üzerinde durulmak suretiyle hadislerde bir güvensizlik ortamı oluşturulma gayreti içerisine girilmiştir. Hangi mantığa hizmet ettiğinin bilinmemesi pek mümkün görünmeyen bu gayretin tek dayanak noktası da halkın içinde bulunduğu cehalettir. Çünkü yazımızın başında belirttiğimiz üzere hadis bir ilimdir ve bu ilmin temelleri H.1. asırda atılmış ve H.3. asra kadar da tescil edilmiştir. Tarihimizde bir şeref tablosu olarak andığımız alimlerimiz, üzerine düşen vazifeyi yaparak hadisleri ayıklamak için metodlar koymuşlar ve bu metodlara riayet ederek de neredeyse ümmetin ittifakını kazanmış olan değerli hadis mecmuaları oluşturmuşlardır. Aradan geçen bin yılı aşkın bir süre içerisinde, bu gün birileri çıkıyor ve ilim adına, sahabenin eleştirilmesi gerektiğini, onların da hadis aktarımında hata edebileceğini, hatta yalan söyleyebileceğini işliyor fakat sahabeyi mezardan çıkarıp cerh ve tadile tabi tutamayacağımıza göre ne yapabileceğimizi söylemiyor. Bu zatlara göre meselenin çözümü gayet basit olduğu için böyle bir şeye zaten ihtiyaç da görünmüyor. Hepimiz Allah'ın bize takdim ettiği akla sahip olduğumuza göre bize sunulan pirinç çuvalı içerisinden taşları ayıklayabiliriz. Böylece mesele çözülmüş bütün taşlar yerli yerine konulmuş oluyor. Ya da öyle görülüyor. Hayır bu bir ilme yapılabilecek en büyük kötülüktür. 1400 yıllık bir kültürü aklın ellerine, birbirinden farklı anlayışlara terk etmek demektir.
Ortaya koydukları ikinci şey ise hadislerin Kur'an'la kıyaslanmasıdır ki, masum görünse de bu da birincisinden çok farklı bir düşünce değildir. Buna mesned olarak gösterilen hadisi ve hadisle ilgili alimlerimizin yapmış oldukları değerlendirmeyi olduğu gibi kaydediyorum: "Muhakkak ki siz benden sonra ihtilafa düşerseniz, aranızda fikir ayrılıkları çıkar, öyle ise benden size bir hadis rivayet edildiğinde, onu Allah'ın kitabına arz ediniz, onunla karşılaştırınız, ona muvafık olan bendendir, muvafık olmayan benden değildir." Sevban'dan rivayet edilen bu hadis sahih kabul edilecek olursa Kur'an-ı Kerim'de açıkca bulunmayan bir hükmü ihtiva eden hadislerin hiçbiri peygamberden değildir, diye hükmetmek gerekir. Bu ise dini yıkmaktan başka bir şey değildir. Sevban'dan hadis diye aktarılan yukarıdaki söze gelince meşhur hadis tenkitçilerinden Yahya b. Main bu hadisin zındıklar tarafından uydurulmuş asılsız bir şey olduğunu söyler. İmam Şafii "Rivayet ettikleri hadisler kayıt ve tespit edilmiş olan hadisçilerden hiç biri, peygamberden böyle bir şey rivayet etmemiştir." diyor (15).
Bütün bunların ardından bizce söylenecek şey, çevremizde kendi değerlerimize karşı yönlendirilen açık saldırılar gün gibi ortadayken her bir Müslüman üzerine düşeni ciddiyetle yapmalı ve dinine gereken ciddiyeti göstermelidir. Bugün buna dünden daha çok ihtiyaç vardır. Çünkü bu gün peygamberimizin 1400 yılık yoldan bildirdiği "Koltuğuna yaslanıp, 'Allah'ın kitabı bana yeter' diyen insanlar" aramızda yaşamaktadır. "Kur'an Müslümanlığı" tabiri, ne anlama geldiği üzerinde düşünülmeden kutsal bir söz gibi ağızdan ağza taşınır olmuştur. Bu sebeple bu gün hadisler ve hadislerin sıhhatine dair sıhhatli bilgi daha değerlidir ve bu uğurda gösterilecek gayretler de o oranda değerlidir. Tarih en güzel yargılayıcıdır.
KAYNAKLAR
Hazırlayan: Özcan Tekgül
(1) Hadis Usûlü, Prof. Dr. Talat KOÇYİĞİT, s: 10, Ankara, 1997, T.D.V. yay.
(2) Buhari, K. Edeb H. no:5633
(3) el-Müfredat Fî Garîbi'l-Kur'an, Rağıb el-İsfehanî, Beyrut,
(4) Tûr: 34 5633
(5) Hadis Usûlü, Prof. Dr. Talat KOÇYİĞİT, s: 11, Ankara, 1997, T.D.V. yay.
(6) Hadis Tarihi, Prof. Dr. Talat KOÇYİĞİT, s: 3, Ankara, 1981, İlmî Yayınlar
(7) Alandışı/Layman'lerin Tasavvufu Anlayamamalarının Bazı Nedenleri Üzerine, Makale, Doç. Dr. Ethem CEBECİOĞLU,
(8 ) Fıkıh Usûlü, Prof. Dr. Abdulkerim ZEYDAN, Çev: Doç. Dr. Rûhi ÖZCAN, s: 140, İstanbul 1993, M.Ü. İlahiyat Fak. yay.
(9) Hadis Usûlü, Prof. Dr. Talat KOÇYİĞİT, s: 11, Ankara, 1997, T.D.V. yay.
(10) Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, Muhammed Tahir Hekim, Çev: Hüseyin Arslan, s: 11, İstanbul, 1985 Pınar yay.
(11) (Şark. dan) Doğu memleketlerinin din, dil ve tarihlerini ve diğer bâzı hususları araştırıp tespite çalışan batılı âlim. Garplı âlim. (Orientalist),
Osmanlıca-Türkçe Büyük Lugat, Türdav, s: 728, İstanbul, 1985
(12) Oryantalizm, Edward SAİD, Çev: Selahaddin AYAZ, s:421, İstanbul, 1982, Pınar yay.
(13) Oryantalizm, Edward SAİD, Çev: Selahaddin AYAZ, s: 370, İstanbul, 1982, Pınar yay.
(14) Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, Muhammed Tahir Hekim, Çev: Hüseyin Arslan, s: 11, İstanbul, 1985 Pınar yay.
(15) Riyazu's-Salihin c: I, s: XXI (Mukaddime), Ankara, 1981, D.İ.B. yay.
[/FONT]