sayın kompleks,
sizin gibi insanların olması çok güzel. herkes sorgulamalı, kimse ''alimlerin, hocaların, hacıların vsvs..'' kendi düşüncesiyle yazdıklarına inanmamalı, bu bize bahşedilen akıl ve mantığı kullanmamak anlamına geliyor bence. Allah hep bundan kaçınmamızı ister.
geçirdiğiniz o çetrefilli düşünce yolculuğu nedir çok iyi bilirim. yıpratır insanı, başka hiçbir şeyin yıpratamayacağı kadar yıpratır hem de, ne uyku girer gözünüze ne yediğinizden içtiğinizden tat alırsınız değil mi? bu yolculuğu yapmayan ne çok insan var dünyada...
madem beraber düşünüp sohbet edelim demişsiniz, ben de kendimden biraz anlatayım. önceden anlattığım gibi, küçükken pek dini eğitim almadım, hiçbir zaman doğru düzgün ibadet etmedim, inandığım da söylenemezdi, öyle yaşayıp gidiyordum işte, sonra ateist olmam izledi bunu...sonra nedendir bilinmez, düşünmeye başladım. somut şeyler, gündelik zevkler iyiydi güzeldi de, başka birşeyler vardı eksik olan. ''neden'' sorusuydu bu, ve bu sorunun cevabıydı. ateistlerin hayatında ''neden'' diye bir soru yoktur, sormazlar ve ilgilenmezler. Richard Dawkins'in şöyle belirttiği gibi; ''there's probably no God, so stop worrying and enjoy your life''... enjoy your life kısmı güzeldi de, ben kendime bu soruyu hep sordum aslında, çocukluğumu ve ateist olduğum yılları düşündüğümde, aslında hep bu sorudan kaçmıştım ben, ertelemiştim bunu. fakat akıl öyle bir şey ki, ertelemenize izin vermiyor bir yerden sonra, kabusunuz oluyor, her saniye, her an, hayatınızın her anında, tuvalette, okulda, yemekte, her yerde. arkadaşlarımın da çoğu ateistti, halimi iyi görmediler son zamanlarda, hayırdır neyin var dediler, ben de söyledim, bu minik sorunun hayatımı mahvettiğini söyledim. ''oğlum harbi ağır malsın lan, şakirt mi olcan sen de, ortaçağ bitti olum kendine gel'' gibi cümlelere maruz kaldım bi bunu söyledim diye, o an arkadaşlarımın hayvandan farkı olmadığını anladım. yani bir hayvan nasıl yaşar, yer, içer, uyur, boşaltım yapar ve çiftleşir. bu arkadaşlarımın da zerre kadar farkı yoktu hayvandan, tabii o zamana kadar benim de...
fizikte etki-tepki kanunu vardır, ben bunun insan zihninde olduğuna da inanırım. bu yüzden o metafiziksel sorgulama yolculuğuma çıkmadan önce vazgeçmek istedim, ateist olarak kalmak istedim, sebepsiz yere ateizm düşüncemi korumak istedim. ama dediğim gibi, düşünme arzusuna daha fazla karşı koyamadım ve yolculuğuma başladım. şunu düşündüm önce, ''eğer ben aklımı kullanarak, neden diye sorabiliyor isem, biyerlerde bu neden in cevabı vardı''. olmalıydı bu, çünkü ben düşünüyordum bunu, düşünebiliyordum. ateizm düşüncesine göre evren hep vardı, daima da olacaktı, biz sebepsiz ve rastlantısal olarak tek hücreli bir canlıdan evrilerek insan olmuştuk, genlerimizi bir sonraki nesle aktarıyor ve ölüyorduk, ve bu kadar. ötesi yoktu. yani hiçlikti. ben birkaç onyıl öncesine kadar hiçtim, birkaç onyıl sonra da hiçliğe geri dönecektim. peki o zaman herşeyin anlamı neydi? sevinmenin, üzülmenin, ağlamanın, merhamet etmenin, hayal kurmanın, gözlerini kapattığında sonsuz bir ortamda istediğin her hayali kurabiliyor olmanın anlamı neydi? daha doğrusu anlam neydi? ben hiç idiysem ve hiç olacaksam niye vardım, sebebin, anlamın ve herhangi bir gücün olmadığı bir ortamda niçin bu duyguları yaşayabiliyordum? insanlar karıncalar gibi çalışıyor, herkes bir okula girmeye çalışıyor, geçim derdine düşüyor, yaşlanıyor ve ölüyordu, neden? annesini kaybetmiş ağlayan yavru bir kedi gördüğümde çok üzülüyordum, ağlıyordum hatta kimseye göstermeden, cebimde kendi karnımı doyurmaya yetecek üç kuruş paramla gidip hayvanlara süt alıyordum,neden? madem hiçbir şey yok, güç yok, anlam yok, amaç yok, tüm bunlar neden vardı öyleyse?
emin olduğum tek şey vardı, o da hayatın olduğuydu. herkes, herşey, insanlar, kuşlar, sürüngenler, balıklar, bakteriler, virüsler hepsi doğuyor ve ölüyordu. peki bunun sonsuza dek sürmesinin ne anlamı vardı, fizikteki eylemsizlik yasasına aykırıydı bikere, maddeye kuvvet uygulanmazsa madde hareket etmez, değişim geçirmezdi. ama herşey hareket halindeydi, galaksiler, yıldızlar, sistemler, bizim minik dünyamız ve onun içindekiler ve daha niceleri... bir start veren olmalıydı buna. madem big bang teorisi, kabul edilenin aksine enerjinin sebepsiz olarak 0 yada 0 a yakın bir hacme ve sonsuz yoğunluğa sıkışıp infilak etmesiyle de mümkün olabilirdi, peki enerjinin kaynağı neydi ve madem sonsuz bir boşluk var, enerji niçin çok küçük hacme sıkışıp infilak etmek zorundaydı? bu ve bunun gibi sayısız soru birbirini getirdi, evren, madde, gök cisimleri, canlılar, hücre ve dna yapıları gibi somut kavramların yanında bir de üzüntü, sevinç, akıl, ayırdetme, merhamet, hayal kurabilme gibi bissürü metafiziksel kavramı da beraberinde getiriyordu bu minik, tek kelimelik soru, ''neden'' sorusu...ondan sonra gerek maddenin ve enerjinin başlangıcı, gerek hayatımıza yön veren bu soyut kavramları, hiçliğin meydana getiremeyceğine karar verdim. mantıksal olarak adı üstünde hiç zaten hiç idi, hiç olan bir şey neden bir şey olsundu ki? o günden sonra yaratıcının olduğunu anladım, öyle büyük, öyle güçlü, öyle akıllı bir yaratıcıydı ki bu, bizim zekamızla kavrayamadığımız ''hiçlik'' ortamından, ''varlığı'' meydana getirmişti. bunun kanıtını evrenin ücra köşelerinde aramaya da gerek yoktu, ben birkaç yıl önce yoktum, bedenim yoktu, aklım yoktu, düşüncelerim yoktu. oysa şu an vardım ben, düşünüyordum ve sorguluyordum çünkü, seviyor ve ağlıyordum. anlamsız maddeler bütünü, anlamlı, mantıklı ve düzenli, sistematik bir sorgulama yapabilen bir canlıyı nasıl meydana getirebilirdi ki? güldüm bir an, ve ne kadar salak olduğumu farkettim ateizm yıllarım boyunca. düşünebiliyor musunuz, dün yoktuk, bugün varız, yarın olmayacağız ve bitecek, nasıl bir mantık bunu alabilirdi ki?
artık yaratıcının var olduğunu biliyordum ve her hücremde hissediyordum bunu, beni o yaratmıştı, onun sayesinde vardım. bir nebze rahatladım, çünkü üzerinde düşünülen bir soruya kendi aklınızla cevap bulmak gibisi yoktur, dünyanın en mutlu insanı oluverirsiniz bir anda. velhasılkelam, bitti sandım ama bitmemiş, çünkü bizim o minik,insanın içini kurt gibi kemiren ''neden'' sorusu yine durmuyordu.şimdi bu aşamadan sonra iki seçenek vardı zaten, bunlardan birincisi bu yaratıcının bizi yaratıp, sadece izliyor olduğuydu, neden bilmiyorum, eğlenmek için ya da başka bir şey için olabilirdi. peki biz ne olacaktık? kısacık ömrümüz yitip gittikten sonra, devamı yok muydu? bu çok korkunçtu, sonsuz karanlık, tıpkı ateizmdeki gibi. tekrar doğaya baktığımda, bir ayrıcalık hissettim. diğer canlılarla biz insanlar arasında. onlar sadece hayatta kalmak için yaşıyorlardı, tek amaçları yemek bulmak ve hayatta kalmaktı. ama biz farklıydık, açıklanamayan özelliklerimiz vardı, ruhumuz vardı. yani düşünsenize, sadece mantıken bakarsanız, birinin son parasıyla karnını doyurmak varken bir hayvanı beslemesini, bir annenin çocuğu için gözünü kırpmadan ölümü göze alabilmesini, yaşlı bir adamın mırıldandığı şarkıyı dinleyen birinin ağlayabilmesini, gökyüzüne, ufkun ötesine bakıp güzel düşler kurabilmeyi nasıl açıklayabilirdiniz ki? hayvanlar ağlamaz, konuşmaz, merhamet etmezler, karınları acıktığında asla affetmezler çünkü tek düşünceleri hayatta kalmaktır. biz hayvan değildik, biz başka bişeydik, ruhu olan bişey. ve yaratıcı, bu kadar maddenin, bitkinin ve hayvanın arasında böylesine özel nitelikleri olan, muhteşem bir varlığı neden var etsin? eğer tek amacı eğlenmek ise sonsuz sayıdaki galaksilerle, kimbilir, oradaki başka canlılarla, bitkilerle ve hayvanlarla da yetinebilirdi. ama öyle olmadı, o öyle bir varlık yarattı ki, bu varlık aklını kullanarak kendisinin varlığını anlayabiliyordu, anladıkça seviniyor, sevindikçe huzur buluyordu, yaşamak istiyordu. aslında insana yaşama isteği veren şey karnını doyurması değil, onu, yaratıcısını, ve diğerlerini düşünebilmesi, sevebilmesiydi. sevgiydi bu, ilk sırada yer alıyordu. ve sadece yaratıcısnı düşünen, ona inanan insan gerçekten mutlu oluyordu şu kısacık hayatında, diğerleri gündelik geçici zevklerdi sadece. işte bu yüzden, düşünebildiği için, sevebildiği için insanın tek amacı doğup ölmekle sınırlı olamazdı, fazlası gerekiyordu...
evet, yaratıcı insanı yaratmıştı ve bunda bir amacı olduğu kesindi. bundan sonra dinleri araştırmaya başladım. kutsal kitapları okudum. incil, yaratıcının sözleri değildi, daha çok tarih romanı havası vardı, tevrat ise yahudiler hariç herkesi lanetliyordu, insanı yaratan yaratıcı bunu yapmazdı, sebepsiz yere lanetlemezdi insanları. Kuran'ı okumaya başladım, bu kesinlikle diğerlerinden farklıydı, okuduğumda kesinlikle benden daha üstün bir gücün bana hitap ettiğini anlıyordum, bu incil ve tevratta yoktu. Kuranı uzun bir süre elimden bırakmadım,her boş vaktimde okudum onu. güzeldi, kudretliydi, sorularıma cevap buluyordum. ve bu kitapta, yaratıcı sadece inanmamızı istiyordu,ve ibadet etmemizi. eğer bunu yaparsak, bizi sonsuz huzur ve mutlulukla ödüllendirecekti, diğer kitaplardaki gibi kötülüğü ya da kötü şeyleri istemiyordu.
peki o zaman neden ayrı kitaplar vardı, ayrı dinler vardı? Kuran, farklı dinlerin olmadığını, geçmişte gönderilen tüm vahiyleri kendisinin farklı zamanlarda gönderdiğini, ama kötü niyetli insanların bunu kendi keyiflerine ve çıkarlarına göre değiştirdiğini söylüyordu. peki yaratıcı buna niçin müsade etmişti? Kuran değiştirilmiş olabilir miydi? ama o farklıydı, çok farklıydı. ya da niçin bu şekilde vahiy göndermişti farklı zamanlarda, kimsenin değiştiremeyeceği şekilde, herkesin her an duyacağı şekilde seslense, ya da kendini gösterse insanlar inanacaktı zaten hep birden. aklımı en fazla kurcalayan soru bu oldu. düşündüm. bir süre düşündüm. ve mantığımla Kuran ın aslında zaten kesiştiğini farkettim. Kuran, insanın ayrıcalıklı olduğunu, yaratıcının ona kendi ruhundan verdiğini, bu yüzden ayrıcalıklı olduğunu söylüyordu. bu bize vermiş olduğu şeyin ne olduğu da zaten besbelliydi, ''akıl ve ruh''. ve bizden ısrarla bunları kullanmamızı istiyordu, düşünün diyordu, kalbinizle hissedin diyordu. işte yavaş yavaş anlıyordum herşeyi, anladığım da şu idi;
''yaratıcı bize akıl ve ruhu vermişti ve bunu kullanmamızı istiyordu, boşuna değildi bu verilenler. ve bunları kullandığımızda, aklımızla düşünüp ruhumuzla hissettiğimizde, işte yaratıcı oradaydı. bizi yaratıp bizi şereflendirmişti, hatta irade bile vermişti, bizi her şeyde ama her şeyde serbest bırakmıştı. çünkü bizler O'nun bir parçasını taşıyorduk, ve bizden istediği de buydu zaten, bunu açıkça söylüyordu. bizden istediği, onu apaçık görüp inanmamız değildi, bize bahşettiklerini kullanarak bilmemizdi onu, ve ona teşekkür etmemizdi, kısa bir zaman önce hiçken şimdi var olduğumuz için. bizden istediği sadece buydu işte tam olarak, onu sevmemiz ve teşekkür etmemiz. bunu yaparsak o da bizi sevecekti, öylesine bir sonsuzlukla sevecekti ki, sonsuz bir mutluluğun, sonsuz bir huzurun olduğu sonsuz bir hayat verecekti bizlere. fakat tüm bunlara rağmen onu sevmezsek, teşekkür etmezsek, varlığını tanımazsak, bu elbette nankörlük olacaktı ve gücüne gidecekti onun, nasıl gitmesin ki? yok iken var ettiği, kendi suretinden bahşettiği, irade ve güç verdiği bu sevgili yaratığı, şimdi ona küfrediyordu, onu tanımıyordu, adını duymaktan bile iğreniyordu. nasıl gücüne gitmesin ki? ve doğal olarak da böyle davrananları cezalandıracağını söylüyordu. ama yine de bunu asla istemiyor ve bizi öyle çok seviyordu ki, bize rehberlik etmesi için öğütlerini ve uyarılarını gönderiyordu, yine insanlar aracılığı ile, böylece aklımızı ve ruhumuzu kullanmamızı sağlıyordu, bizi yalnız bırakmıyordu, kesin öğütlerde ve uyarılarda bulunuyordu. tüm bunlara rağmen hala nankörce davrananları ise cezalandıracağını söylüyordu. ama insanın tek yapmasını istediği şey, birazcık düşünüp inanması, ve ona teşekkür etmesiydi, işte sadece bunu yaparsa o sonsuz ve mutlu hayatı verecekti insana. yaptığı kötülükler, işlediği günahlar, kırdığı kalpler önemli değildi. yeter ki onu bilelim, ona inanalım, ve onu sevelim istiyordu. işte mutluluğumu bulmuştum sonunda, hayatımda ilk kez ruhumun ferahladığını hissediyordum, adeta içimdeki ruh, yaratıcısıyla buluştuğu için sonsuz bir sevinç içindeydi. artık mutluydum,o gün mutluydum, ve hep mutlu oldum. ve ne olursa olsun, başıma ne gelirse gelsin umrumda bile değildi. ne geleceğimi planlayarak güç bela biriktirdiğim paramı kaybetmem, ne aylarca hapis yatmam, ne geleceğe yönelik düşüncelerimi gerçekleştirememiş olmam, hiçbiri umrumda olmadı. çünkü benim ruhum vardı artık, hissediyordum...