Kuran Kitab olarak Resulden sonra korunmustur Rivayetlerle degil kendine gel Allahin Kitabina iftira etme?Bizim Mürsidimiz Alemlerin Rabbi olan Sahibimiz ve Efendimiz Allahtir biz kendimize tagut(Bakiyorum Tagutluga soyunmussun) aramiyoruz bu size aid bir meziyettir bizi karistirmayin..Kuranni nasil geldigini yine Kurandan ögrendik egip bükenlerden degil,Sallayan benmiyim saniyorsun eger bunlar sallama ise Furkana direk dediginin farkindasin herhalde?
c) Kur'ân tevatür yoluyla nakledilmiştir. Tevatür, normalde yalan üzerinde birleşmesi aklen mümkün olmayan bir topluluğun aynı Özellikteki bir topluluktan yaptığı rivayettir. Kur'ân, Cebrail Aleyhisselâm vasıtasıyla Hz. Peygamber'e indirildiği andan itibaren günümüze kadar geçen bütün devirlerde hem yazılı hem sözlü olarak tevâtüren sabit olmuştur. Şöyle ki: Kur'ân'ı Hz. Peygamber'den bir vahiy kâtipleri gurubu yazmış ve bu yazılanı Sahabeden yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluk ezberlemiş, böylece her devirde aynı Özellikteki topluluklar birbirlerinden naklede ede, hiçbir tahrif ve değişikliğe uğratılmadan, hiçbir ilâve ve eksiltme yapılmadan mushaflarda yazılı ve hafızalarda kayıtlı olarak bize kadar ulaşmıştır.Tevatür yoluyla nakil, nakledilenin doğruluğu konusunda kesin bilgi sağlar. Bu sebeple Kur'ân nasslarının sübûtu kesindir, bu konuda müslümanlar arasında hiçbir ihtilâf yoktur. (İslam Hukuk İlminin Esasları, Prof.Zekiyyuddin Şaban)
§: 20- Kur'ân'ın Nüzulü, Tedvini ve Cem'i:
Burada, Kur'ân'ın nasıl nazil olduğu ve bize ulaşmadan önce nasıl tedvin ve cem'edildiği hakkında birkaç söz söylememiz uygun olur.İlâhi hikmet, Kur'ân-ı Kerîmdin önceki kitaplar gibi topluca indirilmeyip, yirmiüç yıllık peygamberlik süresi içinde olaylara göre ve yeri geldikçe kısım kısım indirilmesini gerekli kılmıştır.
[12]
§: 21- Kur'ân'ın Kısım Kısım İndirilmesinin Hikmeti:
Kur'ân-ı Kerîm'in vak'alara, olaylara göre parça parça indİrilmesindeki hikmet, onu müslümanlann gönüllerine iyice yerleştirmek, ezberlemelerini kolaylaştırmak ve daha önceleri yazı yazmayı çok az bilen Araplar tarafından yazılabilmesinde kolaylık sağlamaktır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: '-'İnkâr edenler: Kur'ân, ona topluca indirilmeli değil miydi, dediler. Biz onu senin gönlüne iyice yerleştirmek için böyle (parça parça indirdik) ve onu tane tane okuduk.
[13]
§: 22- Kur'ân Nasıl Cem'edildi?
Cebrail Aleyhisselâm bir âyet veya sûre getirip onu Rasûlüllah'a tebliğe başladığında, Hz Peygamber bir taraftan vahyedileni ezberleyebüme aşkı, diğer taraftan bir kısmını kaçırma endişesiyle Cebrail ile birlikte hızlı hızlı okumaya koyulurdu. Allah Teâlâ şu âyetle ona böyle acele etmeyi yasakladı ve Kur'ân'ı nasıl alacağını öğretti: "Sana vahyedilmesi henüz tamamlanmadan Kur'ân'ı (okumakta) acele etme: "Rabbim ilmimi artır" de.
[14]Şu âyetle de Allah, kendisine indirilen Kur'ân'ın hep ilâhî koruma altında bulunacağını ve kendisi tarafından anlaşılmasının sağlanacağını va'detmiş oluyordu: "(Rasülüm!) Onu çarçabuk almak için (vahiy henüz tamamlanmadan) dilini kımıldatma. Onu (senin kalbinde) toplamak ve okutmak bize aittir. O halde onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et. Sonra bilmelisin ki onu açıklamak da bize aittir.
[15]Artık Hz. Peygamber kendisine Cebrail geldiğinde onu dinliyor, vahiy bittiğinde onu kendi öğrettiği şekliyle Cebrâile okuyor, sonra yanında bulunan mü'minlere tebliğ ediyor ve onlardan bunu ezberlemelerini istiyordu. Onlar da hemen ezberleyip onu titizlikle koruyorlardı. BHâhere, Hz. Peygamber'den dinlediklerine uygunluğunu kontrol etmek üzere ezberlediklerini onun huzurunda okuyorlardı. Hz. Peygamber, bununla yetinmiyor, Allah'ın Kitabının kayda geçmesi ve muhafazası konusunda fevkalâde ihtimam ve ihtiyat göstererek, vahyin nüzulü vaktinde birkaç vahiy kâtibi çağırıyor ve gelen vahyi yazmalarını istiyordu. Cebrail Aleyhisselâm, Kur'ân'ın, sırasına göre ezberlenmesi için, indirilen sûrenin yerini Hz. Peygamber'e açıklıyordu. Hz. Peygamber de kâtipleri uyarıyor, indirilen âyetlerin hangi sûrede yer alacağını onlara gösteriyordu.Vahiy kâtipleri Sahabenin ileri gelenleriydi. Hz. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Mes'ud ve Übey b. Kâ'b bunlardandır. Bu kâtipler kendilerine dikte edilen ibareyi o zamanlar yazıda kullanılan malzemelerin üzerine yazıyorlardı. Bunlar özel olarak işlenip yaprak şekline getirilen hurma dallan, kürek ve eğe kemikleri, düz ve ince taşlar ve diğer deri veya kâğıt parçaları idi. Sonra bu yazılanlar Hz. Peygamber'in evine konuyor ve emin bir yerde muhafaza ediliyordu.Ramazan ayında Cebrail her gece Hz. Peygamber'e gelir, o da kendisine o zamana kadar indirilmiş olan Kur'ân âyetlerini arzederdi. "Arz" metodu, önce Cebrail'in okuması, sonra Cebrail'in okuduğunu Hz. Peygamber'in okuması şeklinde cereyan ediyordu. Rasûlûllah'ın hayatının son senesinde Kur'ân tamamlandıktan sonra iki defa Cebrail'e arzedildi. Ve Hz. Peygamber Kur'ân'ın son şeklini aldığı bu "arz"a göre onu bir de mü minlere okudu. Sahabeden birçokları bu son arzın tertibine göre Kur'ân'i ezberledi. Zeyd b. Sabit, Übey b. Kâ'b, Muâz b. Cebel, Osman b. Affân, Ali b. Ebî Tâlib ve Abdullah b. Mes'ud bunlar arasında bulunuyordu. İşte henüz Hz. Peygamber hayatî iken, Kur'ân-ı Kerîm'in tamamı bu şekilde, sûreleri ve âyetleri Rasûlûllah'ın gösterdiği tertibe göre hafızalarda kayıtlı, gönüllerde mahfuz ve yukarıda sözünü ettiğimiz hurma dalı, kemik, taş ve benzeri malzemeler üzerinde yazılı idi. Hz. Peygamber ancak bu noktaya gelindikten sonra Rabb'ine kavuştu. Şu var ki Kur'ân âyetleri Hz. Peygamber'in vefatı sırasında tek bir mushaf içinde toplanmış değildi. Cem' (toplama) işi Hz. Ebubekir'in halifeliği zamanında gerçekleşti. Şöyle ki: Hz. Ömer müslümanlarla Müseylemetü'l-Kezzâb'm dinden dönmüş adamları arasında cereyan eden ve bazılarının tahminine göre beşyüz kadar Kür'ân hafız ve kâri'inin şehâdetine yolaçan Yemame Savaşından
[16]sonra (H. 12 yılında) Hz. Ebubekir'in yanına çıktı ve ona şöyle dedi:
- Rasûlûllah'ın ashabı ateşe doğru uçuşan kelebekler gibi savaşta ardarda yok olup gitmekteler. Korkarım ki, onlar nereye varsalar hep böyle olacak. Sonunda Kur'ân hâmili olan bu insanlar öldürülecekler ve böylece Kur'ân zayi olup unutulacak. Kur'ân'ı toplasan herhalde müslümanlarm hayrına ve menfaatine olur.
Hz. Ebubekir ilk önce tereddüt etti ve şöyle dedi:
- Rasûlûllah'ın yapmadığı bir işi ben nasıl yapabilirim?Bu konuda bir süre tartıştılar. Nihayet Allah bu iş için Hz. Ebubekirin gönlüne bir ferahlık verdi. Hz. Ebubekir Zeyd b. Sâbit'i çağırttı ve ona dedi ki:
- Sen hiç birimizin itham edemeyeceği akıllı bir gençsin. Hz. Peygamber'in vahiy kâtibi idin ve Kur'ân'm son "arz"ında hazır bulundun. Kur'ân'la ilgili tetkikatmı yap ve onu cem' et.
Daha sonra Hz. Ebubekir, hafızasının güçlü olduğu herkesçe bilinen hafızlan topladı. Aralarında Ali b. Ebî Tâlib, Übey b. Kâ'b ve Osman b. Affân da bulunuyordu. Bunlar peşpeşe toplantılar yapmaya ve Hz. Peygamber'in dikte ettiğine göre yazdıklarını getirmeye başladılar. Sonra Kur'ân'ı okumaya ve okudukları ile önlerinde yazılı olarak bulduklarını karşılaştırmaya çalıştılar. Nihayet Hz. Peygamber'den aldıkları şekil ve tertibe göre Kur'ân'ı yazdılar. Bu, Yüce Allah'ın mü'minlere nasip ettiği ve hiçbir başarı ile denk tutulamayacak ölçüde büyük bir sonuç idi. Çünkü bununla Kur'ân korunmuş ve Kur'ân'm asılları tek bir yerde birleştirilmiş oluyordu. Hz. Ebubekir devrinde yazılan bu sahifeler Hz. Peygamber'in önünde yazılan sahifelerden alınmış olmakla-hâfızlardan hafızlara intikalden sözlü mütevâtir sened nasıl muttasıl İse- yazılı senedin ittisali (kesintisizliği) de sağlanmış oluyordu. Böylece Kur'ân hem ezber hem yazı yoluyla mütevâtir olmuş bulunuyordu.Cem' (toplama) işi tamamlandıktan sonra bu sahifeler Hz. Ebubekir'in, onun vefatından sonra Hz. Ömer'in ve daha sonra da Hz. Ömer'in vasiyeti üzerine kızı ÜmmüM-mü'minin Hz. Hafsa'nin yanında kaldı. Hicri 45 yılında Hz. Hafsa vefat edince bunları Abdullah b. Ömer aldı. Bir süre onun yanında kaldı ve nihayet Muaviye b. Ebî Süfyân'dan önce Medine valisi olan Mervân b. el-Hakem bunları aldı ve imha etti. Mervân, görüşünü müdafaa için şöyle demiştir: "Bunu ancak şu sebeple yaptım: Bu sahifelerdekiler artık "İmâm Mushaf'a yazılmış ve kaydedilmiştir. Eğer daha bir süre geçerse, bazıları bu sahifelerle iigili itham ve şüpheler ileri sürebilir diye endişe ettim."
[17]
§: 23- Mushaf-i Osmânî:
Hz. Osman zamanında, mushaflar yazıp bunları o sırada mevcut İslâm şehirlerine gönderme ve müslümanları tek bir mushafta birleştirmek için bu yazılacak mushaflardan başka sahifelerin yakılmasını emretme gereği ortaya çıkmıştı. Böylece Kur'ân'da herhangi bir değiştirme, eksiltme veya İlâve yapılmasına ve Kur'ân'm tertibinin bozulmasına da engel olunmuş olacaktı. Bu zaruret Ermenistan ve Azerbeycan fetihleri sırasında iyice belirmişti.
Şöyle kî: Iraklılar ile Şam'lılar Ermenistan ve Azerbeycân'ın fethi için biraraya gelmişlerdi. Şamlılar Übey b. Kâ'b'm kıraatine göre, Iraklılar ise Abdullah b. Mes'ud ve Ebû Musa'l Eş'arî'nin kıraatine göre okuyorlardı. Yani heriki taraf, diğer tarafın işitmediği bir kıraate göre okuyordu ve okuyuşlar arasında harflerin mahreç ve sıfatlan ve kıraat vecihleri bakımından farklılıklar vardı. Bu durum, aralarında çekişmeye yol açtı. İhtilâf ve çekişme şiddetlendi.Taraflarbirbirini hatalı gösteriyordu. Huzeyfe b. el-Yemân bu durumu görünce endişelendi.Medine'ye vardığında, daha evine ayak basmadan doğruca Hz. Osman'a gitti ve ona şöyle dedi:
- Yahudi ve hınstiyanların ihtilâfları gibi bir ihtilafa düşmeden ümmetin imdadına yetiş!
- Hangi konuda?
- Allah'ın Kitabı konusunda. Sonra durumu ona anlattı.Bunun üzerine Hz. Osman Sahabeyi topladı ve konuyu onlarla müzakere etti. Sonunda onun görüşünü sordular:
- Sen ne düşünüyorsun? Şu cevabı verdi:
- İnsanları tek bir mushafta toplamayı ve onun dışında kalanların yakılmasını!oanabe Hz. Osman'ın görüşüne iştirak etti. Hz. Osman hemen Hz. Hafsa'ya "Mushafibize yolla, onu istinsah edip sonra sana iade edeceğiz" dîye haber gönderdi. Hz. Hafsa da yanındaki mushafı Hz. Osman'a ulaştırdı.Hz. Osman, Kur'ân'ın, istinsah (mushaflar hafinde yazılıp çoğaltma) işini en sağlam hafızlardan ve Sahabenin ileri gelenlerinden dört kişiye verdi. Bu dört-kışi şunlar idi: Hz. Ebubekir zamanında Kur'ân'ın toplanması işinde de görev almış olan Zeyd b. Sâbİt ve Kureyş'li üç sahabi Abdullah b. ez-Zübeyr, Saîd b. el-Âs, Abdurrahman b. el-Hâris b. Hişâm. Hz. Osman bu üç Kureyşli komisyon üyesine şöyle dedi:Siz Kur'ân'la ilgili bir hususta Zeyd b. Sabit ile ihtilâfa düşerseniz, onu Kureyş diline göre yazınız. Zira Kur'ân Kureyşlilerin diline göre inmiştir.Komisyon üyeleri "tâbut" kelimesinin yazılışı dışında hiç İhtilâf etmediler. Zeyd kapalı "tâ" ile diğerleri ise açık "tâ" ile yazılması gerektiği kanaatindeydi. Durumu Hz. Osman'a arzettiklerinde o, açık "tâ" ile yazmalarını emretti. Yazma işi bitince Hz. Osman sahifeleri Hz. Hafsa'ya iade etti. Birkaç nüsha mushaf yazılmasını emretti ve bunlardan her şehire birer tane gönderdi. Mekke'ye, Kûfe'ye, Basra'ya ve Dımaşk'a birer mushaf yolladı, bir mushaf Medine'de bıraktı, diğer mushaflarm yakılmasını emretti ve herkesin istinsah edilen bu mushaflara göre okumasını istedi. Hz. Osman'ın yakılmasını emrettiği bu mushaflar, ashabdan bazılarının kendileri için yazdıkları ferdî mushaflar idi. Bunlarda, sûrelerin tertibine ve peşpeşe yazılmasına dikkat edilmemişti. Çünkübunlardan kimi Hz. Peygamber'e inen bir sûre veya birkaç âyeti yazıyor, sonra meselâ bir seriyyede görevli olarak Medine dışına çıkıyordu. Onun bulunmadığı sırada bir sûre iniyor, dönünce ise döndükten sonra nazil olanları ezberlemeye ve yazmaya çalışıyor, daha sonra kendi yokluğunda iken kaçırdıklarını zaptediyor, böylece bunları kolayına geldiği şekilde toplayıp sıraya koymuş oluyor,dolayısıyla yazdıklarında takdim ve te'hirler bulunuyordu. Kimi de nesih haberi kendisine ulaşmadığından tilâveti mensuh âyetleri yazıyordu. Bazıları ise haber-i vâhid ile sabit nakilleri kaydediyordu. Diğer bazıları, mushafında, Hz. Peygamber'den duyduğu bir mana açıklaması veya nâsih ve mensuh hakkındaki beyân vb.'den İbaret olan tefsir ve te'villere âyetlerle birlikte yer veriyordu. Bu mushaflardan bir kısmı bütün Kur'ân'ı ihtiva etmediği gibi, bazısında bulunan diğer bazısında bulunmayabiliyordu. Bu yüzden, yukarıda işaret edildiği üzere muhtelif şehirlerin ahalileri arasında kıraat ihtilâfları ortaya çıktı. Übey b. Kâ'b, Abdullah b. Mes'ûd, Ebû Musâ'l-Eş'arî ve el-Mikdâd b. el-Esved'in mushaflan. bu ferdî mushaflannm en meşhurları arasında bulunuyordu.Artık bu tarihten itibaren insanlar Kur'ân'ı Hz. Osman zamanında yazılan bu mushaflara göre okumaya ve mushaflannı da bunlara göre yazmaya başladılar ve öylece devam edegeldİler. Hz. Osman'ın emri üzerine yazılan mushaf, "el-İmâm" ve "el-Mushaf el-Osmânî" diye meşhur oldu.Hz. Ebubekir zamında yapılan cem' çalışması ile Hz. Osman zamanında yapılan istinsah çalışması arasındaki fark şu idi: Birincisi, hafızların gitgide azalmas sebebiyle ortaya çıkan Kur'ân'dan bazı kısımların vok olması endişesi üzerine yapılmıştı. Çünkübir tertip ile sahifeler halinde toplanmış oldu. İkincisi ise, Alt h'ın Kitabı'nm, son "arz"da Rasûlûllah'tan işitilen şekli dışında okunması endişesine h'naen yapıldı. Çünkü kıraatvecihlerinde farklılıklar çoğalmıştı ki, imkân bulunabildiği "lcüde her çevre kendi diline (lehçesine) göre okuyordu. Bu da birbirlerini hata ile itham etmelerine yol açıyordu. İşte Hz. Osman tehlikenin büyüyüp çığrmdan çıkmasından endişe etti ve Hz. Ebubekir devrinde biraraya getirilmiş bulunan sahifelerin tek mushaf halinde istinsahını emretti. Bu nüsha esas alınarak bir kaç mushaf daha yazılıp İslâm şehirlerine dağıtıldı.
[18]
§: 24- Mushaf-ı Osmânî'nin Yazılışında İzlenen Yol:
Hz. Osman'ın emri ile yazılan mushaf, harekesiz ve noktasız idi. Sûre isimleri ve fasıl işaretleri taşımıyordu. Şerhler ve tefsirlerden mücerret idi. Hz. Peygamber'İn huzurunda, daha Önce sözünü ettiğimiz deri parçası gibi malzemeler üzerine yazılmış olan şekle ve Hz. Ebubekir zamanında yazılmış bulunan sahifelere uygun idi. Bu şekliyle Kur'ân'ın, Hz. Peygamber'den işitilen ve sahih haberle sabit vecihlere göre zorlukla karşilaşmaksızın okunması mümkün bulunuyordu. Ki bunlar, bugün kâri'lerden dinlemekte olduğumuz kıraatlerin aynısıdır.Mushaf-ı Osmanî nüshalarının yazılışında izlenen yol şu idi:Kıraat vecihleri değişiklik arzetmeyen lâfzı tek şekilde yazıyorlardı. Kıraat vecihlerinin değişiklik göstermesi halinde ise, eğer bu lâfzın bütün vecihlere ihtimal verebileceği tek şekilde yazılması mümkün değilse, bir mushafta bazı vecihlere uygun düşecek bir tarzda, başka bir mushafta da başka vecihlere uygun düşecek bir tarzda yazıyorlardı. Meselâ
[19] ayetindeki fiilin okunuşu ve şeklinde iki ayrı kıraattir. Yine
[20] âyetinde kıraatinin yanisira, Mekkî mushafta ilâvesiyle kıraati de tesbit edilmiştir. Kıraatleri değişiklik göstermekle birlikte, harekesiz ve noktasız yazılması halinde bu değişiklik ihtimalini tek şekille göstermek mümkün olduğu durumlarda, bunu tek şekilde yazıyorlardı. Meselâ,
[21]âyetindeki sonkelime noktasız olduğunda hem hem okunabilmektedir. Bu kıraatlerin her ikisi sahih kıraattir, Rasûlûllahtan işitilmiştir. Yine
[22]ayetındeki son kelime noktasız yazıldığında şeklinde okunabildiği gibi diye okunabilir. Birincisi "dirilteceğiz" manasına ikincisi de "topraktaki yerlerinden kaldıracağız ve vücuttaki yerlerine iade edeceğiz" manasındadır. Bu kıraatlerin her ikisi sahihtir. Aynı şekilde
[23]âyetindeki lâfzı harekesiz yazıldığında harfi cer olarak ja şeklinde ve ism-i mevsûl olarak şeklinde okunabilir. kelimesi de birinci halde şeklinde kesreli, ikinci halde şeklinde fethalı okunur. İşte bütün bu kıraatler Hz. peygamber'den işitildiği sabit okunuş şekilleridir. Şayet "Mushaf-i Osmanî" noktalı ve harekeli yazılmış olsaydı, bunda tek kıraat tesbit edilmiş olacaktı.Hz. Osman zamanında mushaflarm yazılışında kullanılan yazı, hernekadar yazının şu anda ulaştığı duruma aykırı görünüyorsa da, "Mushaf-ı Osmanî"nin hattını değiştirmek doğru olmaz; ta ki Kur'ân'da tahrife yol açılmış olmasın. Çünkü yazılar değişik şekillerde olabilmektedir ve bunda değiştirme, yenilikler yapma kapısı açık bulunmaktadır. Şayet Kur'ân'ın hatt-ı Osmânî'den başkası ile yazılmasına müsaade edilirse, mushaflarm yazılışları farklı farklı olur ve o zaman tahrif kolaylaşır. Nitekim Mâlik b. Enes'e: "Mushaf, insanların sonradan çıkardıkları hicâ harflerine göre yazılabilir mi?" diye sorulmuş, o da: "Hayır! Sadece ilk yazılışına göre" cevabını vermiştir.
[24]
§: 25- Mushaf'ın Noktalanması ve Harekeleiımesi:
Harflerin şekillerini tanıma ve onları birbirinden ayırma konusunda sahip oldukları meleke sebebiyle, Araplar hareke ve noktaya ihtiyaç duymuyorlardı. Bu ihtiyacı duymamanın diğer bir sebebi de şuydu: Onlar Kur'ân okurken, hafızlardan şifahî olarak duyduklarına dayanıyorlardı. Onlar nasıl okuyorsa, onlardan nasıl almışlarsa öylece okuyorlardı. Fakat Arapların dışındaki kavimler, meselâ İranlılar ve Bizanslılar vb.'nin de İslâmiyete girmesinden sonra dilde yanlışlıklar yaygınlaştı ve bu kişiler harflerin okunuşunu birbirine karıştırır oldular. Bu durum karşısında Kur'ân'ın yanlış okunmasından endişe edilmeye başlandı. Emevîler devrinde Irak Emiri olan Ziyâd b. Ebîh, Tabiînin büyüklerinden olan ve kıraatte ehil olduğu bilinen Ebü'l-Esved ed-Düelî'ye (v. 69/688) halk için Kur'ân'ın okunuşunu kurala bağlayacak işaretler koymasını emretti. Bunun üzerine Ebu'I-Esved ed-Düelî, Mushaftaki kelimelerin sonlarını harekeledi. "Fetha" işaretini harfin üzerinde bir nokta ile, "kesre" işaretini harfin altında bir nokta ile, "zamme" işaretini harfin ortasına bir nokta ile ve "sükûn" işaretini iki nokta ile gösteriyordu.Sonra onun koyduğu bu işaretler yaygınlaştı, halk onun yaptığı gibi yaptı. Fakat bu, insanların okuyuşlarını yanlışlıklardan tamamıyla koruyamadı. Bazılarının okuyuşunda tahrif ve tashîf
[25]vaki oluyordu. Bu durum, harflerin noktalanmasını ve kelimelerin h m baş ve ortasının hem sonunun harekelenmesin! gerekli kıldı.Birinci işi (harflerin noktalanmasını), Haccac b. Yûsuf es-Sekâfî'nin emri üzere Nasr h Âsim el-Leysî (v. 90/708) yaptı. İkincisini ise, H. 170/786 yılında vefat eden Halîl b Ahmed gerçekleştirdi. O, Ebü'l-Esved'in koyduğu harekeleme sistemini değiştirdi. "Fetha" işareti olarak harfin üzerine yatay bir elif , "kesre" işareti olarak harfin altına bir yâ ve "zamme" işareti olarak harfin üst tarafına bir vâv yaptı; "medd" ve "şedde" işaretleri koydu. Böylece Halîl b. Ahmed'in koyduğu harekeleme sistemi gelişerek bugünkü şekline ulaştı. Artık kârî'ler ve hafızlar da "vasi" (birleştirme) ve "fasl" (ayırma) işaretleri ile Kur'ân tilâvetinin kurala bağlı okunmasına yardımcı olan işaretler koyuyorlardı. Bu konuya gösterilen ilgi gitgide arttı, bilginler tecvid ve kıraat kurallarını ortaya koydular..Başta devlet adamları olmak üzere müslümanlar, her devirde, Kur'ân yazımının değişik hat çeşitleri ile güzelleştirilmesi ve nesilden nesile aktarılan okunuşunun en iyi şekilde gerçekleşmesi için yarış etmişlerdir. Nihayet matbaanın ortaya çıkması ile milyonlarca muhsafın önemli ve titiz bazımları yapılmıştır. Gösterilen bu ilgi ve titizlik sayesinde Kur'ân her türlü tahrif ve değişiklikten korunmuş ve Yüce Allah'ın ' 'Kur'ân '1 biz indirdik, onu koruyacak olan da biziz"
[26]) şeklindeki va'di yerine gelmiştir.
[27]
[12] Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
[13] el-Furkan 25/32
Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
[14] Tahâ, 20/114
[15] el-K,yâme 75/16-19:
[16] Müseyleme, peypmber olduğunu iddia etmiş ve onun çağrısına yüzbİn kadar insan uymuştu. Bunun üzerine Hz. Ebubekir, onunla savaş için Haüd b. Velid'in komutasında takriben onüçbin kişilik bir ordu hazırladı. Müseyleme'nin ordusu ile müslümanlar karşı karşıya gelince İslâm ordusunda bir çözülme oldu. Çünkü bu orduda çok sayıda bedevi bulunuyordu. Sahabenin ileri gelen kaari'lerı Halİd b. Velid'den "Ey Haüd! Bizi bu bedevilerden temizle!" diye taleple bulundular. Sonra olardan ayrılıp üçbin kişi kadarlik bir ordu oluşturdular. Daha sonra Müseyleme ve adamlarının üzerine esaslı bir hamle yaptılar ve onlara karşı çetin bir savaş çıkarttılar. "Ey Bakara Sûresi ashabı!" dîye bağınşıyorlardı. Çok geçmedi ki, Allah onları muzaffer kıldı. Müseyteme'nin ordusu gerisin geriye kaçlı. Müslümanların kılıçlan onların peşini bırakmadı: Kimilerini öldürdüler, kimilerini esir aldılar. Allah müseyleme'nin canını aldı ve etrafındaki birliği dağıttı. Ondan ayrılanlar tekrar İslâm > döndüler. Ne var ki, o gün müslümanlar beşyüz civarında kurrâyı kaybetmiş oldular. İbn Kesir, Fezâilü'I-Kur'ân.
[17] Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları::
[18] Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları::
[19] el-Bakara 2/132.
[20] e]-Tevbe 9/100.
[21] el-Hucurât 49/6.
[22] el-Bakara 2/259.
[23] Meryem 19/24.
[24] Mısır, 1957, I, 379-380 Imam Malik'İn bu sözlerini ve benzen bazı sözleri naklettikten sonra, Zerkeşî, bunun ilmin canlılığını
koruduğu ilk devirlere has bir hüküm olduğunu, sonraları ise İltibas endişesinin ortaya çıktığım belirtmekte;
Izzuddîn b. Abdisselâm'a atıfta bulunarak mushafın artık İlk devirlerdeki şekle göre yazılmasının caiz
olmadığı görüşünü nakletmekledir. Bu yönde diğer bazı açıklamalarla birlikte, bkz. Zerkeşî, el-Burhân,. (mütercim)
Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları::
[25] Tahrif” harflerin harekelerini değiştirmek demektir. Zammeli harfi fethalı veya kesreli okumak, fethalı arfi zammeli veya fethah okumak gibi. "Tasnif ise, harflerin telâffuzunda değişiklik yapmaktır. Bir harü başka harfle değiştirmek gibi.
[26] el-hıcr, 15/9
[27] Prof. Dr. Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulü’l-Fıkh), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: