Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Cuma Gününün Önemi

Caferi

Forum Þairi
Katılım
23 May 2007
Mesajlar
574
Tepkime puanı
59
Puanları
0
Yaş
43
Konum
istanbul
Web sitesi
www.websitetasarim.com
Peygamber efendimiz zamanında Cuma namazını bizzat kendisi kıldırıyordu.

Diğer islam şehirlerinde ise onun atadığı imamlar cuma namazını kıldırıyordu.

Cuma namazını diğerlerinden ayıran şey ise, devlet ile ilgili siyasi meselelerin konuşulması idi.

Biz islam devletimiyiz ?

Camide hutbe okuyanlar bu devletin herhangi bir makamında mı bulunuyor?

Bütün bu şartlar gerçekleşmediği için cuma namazı farz değildir.

--------

Yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermemesi için açıklıyayım, Cuma namazlarını kılarız.

Hz. İmâm Muhammed Bâkır (a.s) buyurdular; “Kim peşi peşine üç cumayı (sebepsiz, mazeretsiz, şartlar yerine geldiği halde) terkederse Allâh onun kalbini mühürler.”

Sebepsiz mazeretsiz ve şartların yerine gelmiş olması gerekiyor.http://www.caferilik.com/kutuphane/ahkam/aleviilmihali/215-255.htm#_ftn26
 

CCCCCC

New member
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
448
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Biriniz cumanın farzını kılınca, ardından dört rek`at namaz daha kılsın. "
Müslim, Cum`a 67-69. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 238; Tirmizî, Cum`a 24; Nesâî, Cum`a 42; İbni Mâce, İkâmet 95
 

CCCCCC

New member
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
448
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem cumanın farzından sonra evine gitmedikçe namaz kılmazdı. Sonra evinde iki rek`at namaz kılardı.
Müslim, Cum`a 71. Ayrıca bk. Buhârî, Cum`a 39; Nesâî, İmâmet 64; Cum`a 43
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
Kur'an ve sünnet yani nassın hükmünü kesin bildirdiği konuda kıyas yapılmaz.(Hasan el-benna)

Resulullah sav. kıldırmıyorsa da biz müminiz,hiçbir ibadetin siyasetle ilgisi yoktur,biz Allah rızası için kılıyoruz,inşallah.
 

Caferi

Forum Þairi
Katılım
23 May 2007
Mesajlar
574
Tepkime puanı
59
Puanları
0
Yaş
43
Konum
istanbul
Web sitesi
www.websitetasarim.com
Kur'an ve sünnet yani nassın hükmünü kesin bildirdiği konuda kıyas yapılmaz.(Hasan el-benna)

Resulullah sav. kıldırmıyorsa da biz müminiz,hiçbir ibadetin siyasetle ilgisi yoktur,biz Allah rızası için kılıyoruz,inşallah.

Cuma namazında okunan siyasi hutbelerde Allah Rızası için
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
Kore, Amerika gibi ülkelerde, Cuma namazı kılmanın şartları yoksa, Cuma namazına gitmek yine şart mı ?

bu sorunun cevabını göremedim, sizce kılınmalımı?
 

cüneytkaya

New member
Katılım
10 Tem 2007
Mesajlar
85
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
44
Kore, Amerika gibi ülkelerde, Cuma namazı kılmanın şartları yoksa, Cuma namazına gitmek yine şart mı ?

bu sorunun cevabını göremedim, sizce kılınmalımı?
Bir ülkede Cuma kılmanın şartları yoksa, yine de Cuma günü, cemaate gitmek lazımdır. Salih imamın bulunduğu camiye Cuma kılmak için sebepsiz gitmemek münafıklık alametidir. Bir çeşit bölücülük olur.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Bir ülkede Cuma kılmanın şartları yoksa, yine de Cuma günü, cemaate gitmek lazımdır. Salih imamın bulunduğu camiye Cuma kılmak için sebepsiz gitmemek münafıklık alametidir. Bir çeşit bölücülük olur.
bu ülkede cuma namazı kılmak FARZdır...


İslam alimlerine göre bir yerin harp diyarı olması için hangi şartların olması gerektiğini ve Türkiyen harp diyarı mı?

Ö. Nasuhî Bil*men Hukuk-u İslâmiye ve Istılâhat-ı Fıkhiyye Kamûsu'nda Darü'l-İslâm ve Da*rü'l-Harb'i şöyle tarif eder : «Darü'l-İslâm, Müslümanların hâkimiyeti al*tında bulunup Müslümanların emn ve eman içinde yaşayarak dinî vazifelerini ifa ettikleri yerlerdir. Müslümanlar ile aralarında müsalâha ve muvadecı bulunmayan gayr-i müslimlerin hâki*miyeti altında bulunan yerler de Darü'l-Harb'-tir» (Bilmen, Ö. Nasuhî; Hukuk-u İslâmiye ve Istılâhat-ı Fıkhiyye Kamusu, c. m, s. 394.).

Sadece bu tarifler dahi dikkatle mü*talâa edilirse Türkiye'nin diyar-ı islâm olduğu ve bu vatana darü'l-harb diyenle*rin bu iddialarında hiçbir hakikat payı bulunmadığı açıkça anlaşılır.

Zaten bu mevzuda ortaya atılan gö*rüşler mücerret iddia olmaktan ileri gi*dememiştir. Bir delile dayanmayan, hakikat payı olmayan mücerret iddialara ise itibar edilmez. Her ilimde olduğu gi*bi şer'î ilimlerde de mes'elelerin kesin delillere istinad etmesi asıldır. Ve yine her ilimde hüküm, o sahanın mütehas*sıs âlimlerine aittir. Şer'î ilimlerin mü*tehassısları başta dört büyük mezhebin imamları olmak üzere müctehidler ve fıkıh âlimleridirler. Bu sebeble kim olur*sa olsun din adına konuşan bir kimse müçtehidin-i izamın içtihadlarını, fıkıh âlimlerinin fetvalarını aynen intikal et*tirmek mecburiyetindedir. O zevat-ı ki*ramın fikirleri bütün zamanlara kâfi ve vâfidir. Tarihçe sabittir ki, bugüne ka*dar müçtehidin-i izam hazretlerini hiç*bir kimse aşamamıştır. Kendilerinden sonra gelen hiçbir müdakkik âlim, onlara müsavat iddiasında bulunmadığı gibi, bu asırdaki bir takım haddi müte*cavizler de ortaya mücerred iddiadan başka bir şey koyamamışlardır.

Bu kısa açıklamadan sonra Şafiî ve ve Hanefî mezheblerinin «Darü'l-Harb» ve «Darü'l-İslâm» hakkındaki hükümle rini izah edelim:

Şafiî mezhebine göre, bir diyar ya*hut bir memleket bir defa dahi olsun Müslümanlar tarafından zaptedilmis ise, o diyar ve o memleket artık kıyamete kadar «Darü'I-İslâm»dır. Böyle bir memle*ket sonradan kâfirlerin eline geçse bile, bu hüküm değişmez. Hatta Müslüman*larla barış halinde bulunan gayr-i müslimlerin ülkeleri de «Darü'l-Harb» değildir (Bilmen, Ö. N. a.g.e., c. III, s. 335.).

İmam-ı Şafiî'nin içtihadı açık ve te'vilsizdir. Demek ki Şafiî mezhebine göre değil Türkiye; Yugoslavya, Bulgaristan, Yunanistan, Buhara, Semerkant, Kırım bile «Darü'l-Harb» değil, «Darü'l-İslâm»dır. İmam-ı Şafiî'ye göre, bir diyarın «Darü'l-Harb» olması için, Müslümanla*rın idaresi altına hiç girmemiş olması ve Müslümanlarla sulh halinde olmaması lâzımdır.

Hanefî mezhebinde, bir «Darü'l-Harb», «ahkâm-ı İslâm'ın bazısının icrası ile «Darül-İslâm»a inkılâp eder (Kuhistanî, c. II, s. 311.).

Bu hususta ittifak vardır. Bir «Dar-ı İs*lamın, «Dar-ı Harb»e inkılâp etmesi hususunda ise, iki ayrı görüş mevcuttur. Bu görüşlerden birincisi îmamı A'zam Hazretleri'ne, diğeri ise İmameyn'e (İmam Muhammed ve İmam Yûsuf) ait*tir.

İmam-ı A'zam'a göre «Darü'l-İslâm»-ın «Darü'I-Harb»e inkılâp edebilmesi için aşağıdaki üç şartın birlikte tahakkuk etmesi lâzımdır. Eğer bu şartlardan birisi noksan olursa, yine o diyar, «Dar-ı îslâm»dır, «Darü'l-Harb» değildir.

İçerisinde küfür ahkâmı bitemamiha -yani yüzde yüz- tatbik edilecek. Küfür ahkâmının yüzde yüz tatbik edil*mediği meselâ, sadece cuma ve bayram namazlarının kılınabildiği bir diyara «darü'l-harb» denemez. Serahsî bu hususta şöyle buyurur

«Bu şartın tahakkuku için orada şirk ahkâmının tamamiyle açıktan açığa icra edilmesi ve İslâm ahkâmının kat'î surette kaldırılmış olması gerekmektedir. Burada İmam-ı A'zam hâkimiyet ve kuvvetin tamamiyle ehl-i küfürde olma*sına itibar eder'» (Serahsî, Mebsût, c. X, s. 114.).

Yani, bu şartın ta*hakkuku için bir îslâm memleketinde hâkimiyet ve galebenin noksansız bir şe*kilde kâfirlerde olması lâzımdır. Bazı arızalar sebebiyle ehl-i küfrün hâkimi*yetinde bir noksanlık olursa orası «darü'l-harb» olamaz. Nitekim sadece cuma ve bay*ram namazlarının ifa edilmesiyle orası «Darü'l-İslâm» olur. Ve yine fukahâdan İsticabî'nin içtihadına göre, «Bir diyar*da islâm'ın sadece bir tek hükmü dahi icra edilebiliyorsa o diyar «Darü'l-İs*lâm »dır.»

İbn-i Âbidin'e göre «Bir diyarda Müslümanların ahkâmı ile müşriklerin ahkâmı birlikte icra edilirse orası yine «Darü'l-İslâm»dır (İbn-i Âbidin, Dürrü'l-Muhtar Şerhi, c. IV, s. 175.).

Bezzaziye'de, «Pey*gamber Efendimiz (S.A.V.) Medine-i Münevvere'ye teşriflerinde orada Yahudiler ve müşriklerin hükmü cari olduğu halde Resûlüllah Efendimizin (S.A.V.) islâm icraatına başlamasıyla o beldenin «Darü'l-İslâm»a inkılâb ettiği» kaydedilir (Bezzaziye, c. VI, s. 312.).

O diyar «Darü'l-Harb»e muttasıl olacak, yani o diyarın sınırları ve komşu hudutları tamamen kâfirler tarafından kuşatılmış olacak. Eğer bir diyarın hu*dutlarından herhangi bir tarafı «Darü'l-İslâm»la muttasıl, yani bir Müslüman memleketine komşu olursa, o diyar «Da-rü'1-Harb» olamaz. Çünkü İmam-ı A'zama göre «Bir Müslüman memleketle komşu olan Müslümanlar tamamen mağ*lûp sayılmazlar. O Müslüman memleket ile imanî, ahlâkî, itikadî, içtimaî, siyasî, ticarî ve an'anevî ilişkilerini devam et*tirebilirler; İslâmî şeairi yaşatabilirler.»

Bu noktada bir hususun açıklanma*sında fayda vardır. Gayr-i müslimlerce ihata şartı, müstakil İslâm devletleri için değil, gayr-i müslim bir devletin hükmü altında bulunan ve kendini mü*dafaadan aciz vilâyet, köy ve kasabalar için söz konusudur. (Rusya ve Bulgaris*tan'daki Müslüman köyler gibi.) Nite*kim, fakîhlerin bu mevzuyla ilgili izahlarında «devlet» değil, «belde», «dar» ifa*deleri kullanılmıştır. Yoksa kendini mü*dafaaya muktedir ve müstakil bir îslâm devleti, her taraftan gayr-i muslim devletlerle kuşatılmış olsa da, yine «Darü'l-Harb» olmaz.

içinde eski eman ile emin bir Müslüman veya zımmî kalmamış olacak. Yani o beldede daha önce can ve mal gü*venlikleri mevcut olan Müslümanların veya zımmîlerin (gayr-i muslini azınlık*ların) bu güvenlikleri bir kâfir istilâsıy-la ortadan kalkmış olacak.

Bu üçüncü şart, ancak bir İslâm bel*desinin kâfirlerin istilâsına uğraması ha*linde geçerlidir.

Serahsî bu hususu şöyle beyan eder:

«Bir beldede emin bir müslim veya zımnimin kalmış olması müşriklerin hâ*kimiyetinin tam olmadığına delildir. Çünkü fukahâ-i İzam, sonradan arız olana değil de, asıl olana itibar ederler. Bu*rada asıl olan ise, oranın «Darü'l-İslâm» olmasıdır. Bir zımmî veya müslimin ora*da kalmış olması, asıldan bir emaredir. Bu emare var oldukça, asıldan bir iz kalmış demektir ve o diyar «Darü'l-îslâm» hükmünde devam eder (Serahsî, a.g.e., c. X, s. 114.).

Şimdi İmam-ı A'zam'ın öne sürdü*ğü bu üç şartı bir misal ile izah edilirse.

Daha önce bir îslâm memleketi olan Endülüs sonraları Hristiyanlar tarafın*dan işgal edilmiştir. Müslümanların hiç*bir cihetle mal ve can güvenliği kalma*mış, küfür ahkâmı yüzde yüz tatbik edil*miştir. Bu ülkenin hiçbir îslâm ülkesi ile de sınırı yoktur, îmam-ı A'zam'ın ile*ri sürdüğü üç şart Endülüs'te birlikte ta*hakkuk ettiği için orası «Darü'l-Harb»dir.

İmameyn ise, «Darü'l-lslâm»m «Da-rü'l-Harb»e inkılâp etmesini «Orada şirk ahkâmının yüzde yüz tatbik edilmesine ve gayr-i müslimlerin Müslümanlar üze*rinde mutlak galebesine» bağlamışlardır. Bu ise bir îslâm beldesinin gayr-i müslimlerce tamamen istilâ edilmesine bağ*lıdır. Meselâ, Batum yüzde yüz Rus hâ*kimiyeti altında bulunduğu ve içerisin*de küfür ahkâmı yüzde yüz tatbik edil*diği için, îmameyn'e göre «Darü'1-Harb»dir. Şayet Batum'da herhangi bir islâm ahkâmına müsaade edilirse, (Bayram ve Cuma namazlarının kılınması gibi) ora*sı yine îmameyn'e göre, «Darü'l-Harb» olmaktan çıkar.

Şimdi îmam-ı A'zam'm öne sürdü*ğü üç şartın memleketimiz için geçerli olup olmadığını inceleyelim :

Memleketimiz - lillâhilhamd -, asır*lardan beri «Diyar-ı îslâm»dır. Bu key*fiyetini bugün de muhafaza etmektedir. Muamelâta taallûk eden bazı kısımlar müstesna, itikad, ahlâk ve ibadete ait hükümler açıkça ve serbestçe ifa edil*mektedir. Kaldı ki muamelâta taallûk eden hükümlerin de büyük bir kısmını, isteyen fertlerin tatbik etmelerine kanu*nî bir engel yoktur. Devletimiz bir kısım dinî hizmetleri bizzat deruhte etmiş ve bu hizmetleri yürütmek üzere «Diyanet İşleri Başkanlığı»nı kurmuştur. Vaazlar kürsülerden dinî telkin etmekte, islâm'ı anlatmaktadır. Bütün vilâyet ve kaza*larda fetva mercii olan müftülükler, fiilen hizmet görmekte, yüzlerce Kur'an Kursu faal olarak çalışmaktadır. Ezan, cemaat, cuma, bayram ve hac gibi İslâmî şeâir canlı ve hayattar olarak var*lığını devam ettirmektedir. Binlerce cami ve mescidlerden, günde beş kere Ezan-ı Muhammedi okunmakta, cemaat namazları, cuma ve bayram namazları serbestçe kılınabilmektedir. İsteyen Müs*lümanlar hac ve umre ibadetini yapa*bilmektedirler. Kur'ân-ı Kerîm'in ve İslâmî eserlerin neşriyatı rahatlıkla yapıl*maktadır. Dinî bayramlar resmen tatil günü olarak kabul edilmiştir. Müslümanlar evlâtlarına istediği ismi koyabil*mekte, hatim duası, mevlit, sünnet dü*ğünü gibi örf ve âdetler varlığını devam ettirmektedir. Din derslerinin okutulma*sı mecbur tutulmuştur. Devletin açmış olduğu binlerce Îmam-Hatip Okulu ve dinî yüksek okullardan, din adamı yetiş*mektedir. İslâm ülkelerine gidiş geliş serbesttir. Devletin radyo ve televizyon*larında dinî programlar halka takdim edilmekte, özellikle mübarek gecelerde ve ramazan ayında bu programlar yoğunlaştırılmaktadır

Bu hale göre, îmam-ı A'zam'm zik*rettiği birinci şart, yani «Küfür ahkâmı*nın yüzde yüz tatbiki şartı» Türkiye için kesinlikle bahis konusu değildir. Yine bu hale göre, İmameyn'in ileri sürdükleri şartlar da memleketimiz için geçerli de*ğildir. Zaten İmameyn'in sözünü ettikle*ri birinci şart, İmam-ı A'zam'm birinci şartıyla aynıdır, îkinci şart olan «gayr-i müslimlerin Müslümanlara yüzde yüz galebesine» gelince, Müslüman milleti*miz, elhamdülillah, Rusya, Yunanistan yahut Bulgaristan'daki Müslümanlar gi*bi gayr-i müslim bir devlet tarafından idare edilmemektedir. Bu milletin idarecileri bu millettendir ve onun bağrından çıkmıştır. Kısacası, bu millet kendi kendini idare etmektedir.

İmam-ı A'zam'ın ileri sürdüğü ikin*ci şarta gelince, bu şart da Türkiye için mevzu bahis olamaz. Memleketimizin sı*nırlarının büyük bir kısmı İslâm devlet*leriyle muttasıldır. Kaldı ki, ikinci şart*la ilgili izahlarımızdan da kat'î anlaşı*lacağı üzere Türkiye'nin her tarafı, fa*raza, gayr-i müslim devletlerle de kuşa-tılsa Türkiye yine «Darü'l-Harb» olmaz. Zira, Türkiye müstakil bir devlettir, ken*dini müdafaa edecek güçtedir ve istiklâliyetini devam ettirmektedir.


Üçüncü şart da, memleketimiz için kesinlikle düşünülemez. Evvelâ milletimiz bir yabancı devletin idaresi altında değildir ki eman şartından yani mal ve can güvenliklerinden söz edilebilsin. Memleketimizde azınlıkların dahi mal ve can güvenlikleri ve ibadet hürriyetleri mevcuttur. Bir gayr-i müslim devlette eman ile yaşayan bir tek müslimin dahi mevcudiyeti, o beldede müşriklerin tam hâkim olmadıklarına delil sayılırken, el*li milyon Müslümamn emin olarak ya*şadığı bu memlekete «Dar-ı Harb» denilemiyeceği güneş gibi zahir ve bahir bir hakikattir.

Yukardaki izahlarımızdan anlaşıldığı gibi, İmam-ı A'zam Hazretle*rinin ileri sürdüğü üç şartın hiçbiri Tür*kiye için bahis konusu değildir. Zaten Şafiî mezhebine göre, daha önce Müslü*manların hükmettiği bir belde, (Rusya'*nın birçok kısımları, Kırım, Kafkasya, Buhara, Sernerkant, Endülüs, Bulgaris*tan) kıyamete kadar «Darü'l-İslâm»dır.

Dara'l-Harb mes'elesini ileri süren*lerin iddia ettikleri bir husus da, İslâm idaresi olmayan bir memlekette yapılan bütün ibadetlerin bâtıl olduğu fikridir.

Bu fikir ve iddianın, hiçbir ser'î de*lili, dinî mesnedi yoktur.

Müslüman, ister dar-ı İslâm'da ol*sun, ister dar-ı harbte, her hal ü kârda Allah'ın emirlerini yapmak, yasakların*dan da kaçmakla mükelleftir. İbadet, in*sanın yaratılış gayesi, varoluş hikmeti*dir. Hiçbir hal, onu, bu ulvî vazifeyi ifa*dan alıkoyamaz.

İslâmiyetin günümüzde tüm dünya*da çığ gibi büyüdüğü; Fransa, İngiltere, Almanya, Afrika ve Amerika'da İslâm'a girenlerin sayısının gittikçe arttığı bili*nen bir gerçektir. Bu yeni Müslümanlar, bulundukları gayr-i îslâmî muhitlerde, dinî vecibe ve ibadetlerini eksiksiz ifa etme şuur ve azmi içinde hareket ediyorlar. Mezkûr iddia geçerli olsaydı, bu yeni Müslümanların, inanç ve ibadetle*rinin bir mânâsı kalmazdı. Dinî gayret*leri boş bir çaba olmaktan öteye gide*mezdi. Bu ise, gayr-i müslim memleket*lerde İslâmiyet yaşanamaz, dindar olu*namaz neticesini doğururdu. Daha da ötesi, İslâm'a yeni giren bir kimse (Mukarrer bir kaidedir ki, dar-ı harbte kü*für; dar-ı islâm'da da iman hali esas alınır. Bu kaideye binaen, dar-ı harbte herhangi bir mahal*de, sahipsiz bir ölü bulunsa, o ölü tereddütsüz kü*für ehlinden kabul edilir. Götürüp gayr-i müslim mezarlığına defnedilir. O ölünün Müslüman oldu*ğuna hükmetmek ancak sağlığında dil ile ikrarı veya dinî ibadetleri ifası gibi bir alâmete bağlıdır. Halbuki dar-ı İslâm'da sahipsiz bir ölü bulunsa, ona, hiçbir alâmet aranmadan Müslüman muame*lesi yapılır. Cenaze namazı kılınarak, islâm me*zarlığına gömülür.)

Şu halde, dar-ı İslâm'da ibadetin hükümsüz olduğunu söylemek, Müslümanları gayr-i müslimlerden ayıracak mühim bir alâmetten mahrum koy*mak, onları gayr-i müslim muamelesine maruz kal*ma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmak demektir.

Yanlış değerlendirilen bir mes'ele de, dar-ı harbte günah işlemenin serbest olduğu, sanki caiz hale geldiği telâkki-sidir. Halbuki günahın hükmü, dar-ı İs*lâm'da da, dar-ı harbte de aynıdır. Günahın günahlığı baki; uhrevî azab ve me*suliyeti sabittir. Ancak günahların dün*yevî cezalarını, merci olmadığı için, dar-ı harbte tatbik etme imkânı yoktur.

Dar-ı harbte faiz almak gibi bazı haram muamelelerin caiz olması da, ha*ramların serbestiyetine delil olamaz. Zi*ra bu muameleler, dar-ı harbte, ancak gayr-i müslimlerle Müslümanlar arasın*da cereyan eder ve Müslümanların fay*dasına olduğu takdirde caiz olur. Bu ba*kımdan, bir Müslüman bir gayr-i müs-limden faiz alabilir, fakat ona faiz veremez. Müslümanların kendi aralarında ise, bu gibi muameleler tecviz edilemez.(Ahmed Şahin, Dinî Bilgiler, s. 187, 2. bas*kı, Cihan Yayınları, ist.).

Bahsimizi tamamlarken bir hususa dikkatleri çekmek isteriz :

Her devirde olduğu gibi bugün de insanlara yapılacak en büyük hizmet, on*lara iman hakikatlanm öğretmek, gönül*lerine Allah'ın marifet, muhabbet ve me-hafetini nakşetmektir; onlara İslâm'ın esaslarını ta'lim ettirmek, kalb ve dimağ*larına güzel ahlâkı, adaleti, istikameti yerleştirmektir. Aralarında birlik ve be*raberliği, itaat ve hürmeti, şefkat ve mer*hameti te'sis etmek; vicdanlarına vatan ve millet sevgisini, mukaddesata hürmet duygusunu aşılamaktır. Bu gibi hizmet*leri bırakıp, bilinmesi ve bildirilmesi ne farz, ne vacib olan «Darü'1-Harb» mes'elesini, İslâm'ın en büyük bir mes'elesi imiş gibi ortaya sürmek, milleti huzur*suz ve kalbleri müşevveş etmekten baş*ka bir şey değildir.
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
Şunu ifade etmek istiyoruz,farzlar yapılış sebebi maslahata bağlı değildir.Bakınız bu gün yolculuklar kısalmıştır,bir zorluğu kalmamıştır,öyleyse seferi kişi farz namazını tam kılmalıdır..işte cevap,hayırdır!çünkü ortadan tüm bu konular kalmış bile olsa,Allah cc namazın kısaltılmasını emr buyurmuştur,bizim görevimiz emri yerine getirmektir.Nitekim cuma konusunda da bazı faydalar sağlanamıyor,olabilir,fakihlerin tartıştığı bazı hususlar yerine gelmiyor olabilir,lakin nassın emri vardır,işin özünde cuma namazı kılmamız bu emri yerine getirebilmektir.hem fıkıh toplumlara göre değişir,zamana göre fetvalarda düzeltmeler olur.Ama nass sabittir,her devre şamildir.Onun için Üstad Hasan El-Benna demiş ki nassın hükmünü koyduğu konuda kıyasa gidilmez.
 

sena

New member
Katılım
1 Haz 2007
Mesajlar
32
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
cuma gününün önemi

cuma gününün önemi

Cuma gününün önemi.......

Cuma gününün önemi

1- Cuma, müminlerin bayramıdır. Bugün yapılan ibâdetlere en az, iki kat sevab verilir. Bugün işlenen günahlar da, iki kat yazılır.
Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Sevablar içinde Cuma günü ve gecesinde yapılandan daha kıymetlisi, günahlar içinde de, Cuma günü ve gecesinde işlenilenden daha kötüsü yoktur.) [Ramuz]
(Cuma günü selametle geçerse, diğer günler de selametle geçer.) [İ.Gazali]
(Cuma günü, kuşlar, vahşi hayvanlar birbirine, “Selam size, bugün Cumadır” derler.) [Deylemî]
(Cuma diğer Cumaya kadar ve fazladan üç gün içinde işlenen günahlara kefaret olur. Çünkü iyi bir amel işleyene on kat sevab verilir.) [Taberânî]
(Cuma günü veya gecesi ölen, şehit olur, kabir azabından kurtulur.) [Ebu Nuaym]
(Büyük günah işlenmediği müddetçe, beş vakit namaz ile Cuma namazı, öteki Cumaya kadar aralarda işlenen günahlara kefarettir.) [Müslim]
(Ana-babanın kabrini, Cuma günleri ziyaret eden kimsenin günahları affolur, haklarını ödemiş olur.) [Tirmizî]
(Cuma günü gusleden kimsenin günahları affolur.) [Taberânî]
(Cuma günü sabah namazından önce, “Estağfirullahelazim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh” okuyanın, deniz köpüğü kadar da olsa, bütün günahları affolur.) [İbni Sünni]
[Böyle büyük mükâfat verilebilmesi için, o kişinin, düzgün itikada sahip olması, kul hakkını, kazaya kalan farzlarını ödemesi ve haramlardan vazgeçmesi şarttır.]
(Cuma namazından sonra, yedi defa ihlas ve muavvizeteyn [yani iki Kul euzüyü] okuyan kimseyi, Allahü teâlâ, bir hafta, kazadan, belâdan, kötü işlerden korur.) [İbni Sünni]
(Cuma günü 80 salevat getirenin, 80 yıllık günahı affolur.) [Dare Kutni]
(Cuma gecesi Yasin suresini okuyanın günahları affedilir.) [İsfehani]
(Cuma namazını kılmayan kimsenin kalbi mühürlenir [iyilik yapamaz olur], gafil olur.) [Müslim]
(Allahü teâlâ, bugünden itibaren kıyamete kadar size Cuma namazını farz kıldı. Adil veya zâlim bir imam [başkan] zamanında küçümseyerek veya inkar ederek Cuma namazını terkedenin iki yakası bir araya gelmesin! Böyle bir kimse tevbe etmezse, onun namazı, zekâtı, haccı, orucu ve hiçbir ibâdeti kabul olmaz.) [İbni Mace]
(Allaha ve ahırete inanan, Cuma namazına gitsin!) [Taberânî]
(Cuma namazına giderken ayakları tozlanan kimseye Cehennem ateşi haramdır.) [Tirmizî]
2- Kendisine Cuma namazı farz olan her müslümanın alış-verişini bırakıp namaza gitmesi farzdır. Özürsüz Cumaya gitmemek haramdır. Ezan okunurken de, alış-veriş yapmak mekruhtur. Hâlbuki alış-verişin kendisi helaldir. Yani alınan mal mekruh değil, helaldir. Fakat ezan okunurken alış-veriş yapılması mekruhtur. (Dürer)
3- Seferi olana Cuma kılmak farz değildir, kılarsa farz sevabını alır. (Hindiyye)
4- Cuma namazı kılınmayan çok küçük köylerde ve kâfir ülkelerinde, cemaatle öğle namazı kılınır ve ikamet okunur.
Cumanın sahih olduğu yerlerde, öğleyi cemaatle kılmak ve ikamet okumak mekruh olur. (R.Muhtar, Fetava-i Abdurrahim)
5- Mahkumlara Cuma namazı farz değildir. Öğle namazını cemaatle kılabilirler.
6- Cuma namazı yalnız erkeklere farzdır. Bu husustaki hadis-i şeriflerden ikisi şöyle:
(Cuma namazı kılmak, köle, kadın, çocuk, hasta hariç, her müslümana farzdır.) [Hakim]
(Cumaya gelmeyen erkeklerin evlerini yıksam diye düşündüm.) [Buharî]
7- Kadınların Cuma günü, öğle namazını evlerinde kılmak için cemaatin camiden çıkmasını beklemeleri şart değildir. (Hidaye)
8- Cuma günü oruç tutmak müstehaptır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Cuma günü oruç tutana, on ahıret günü oruç sevabı verilir.) [Beyhekî]
Bazı âlimlere göre de yalnız Cuma günü oruç tutmak mekruhtur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Yalnız Cuma günü oruç tutmayın! Bir gün öncesi veya bir gün sonrası ile tutun.) [Buharî]
(Sünnet ve mekruh olduğu bildirilen bir işi yapmamalıdır! Bunun için Cuma günü orucu perşembe veya


alıntı...
 
E

ensar

Guest
selam Allah`a tabi olan müslümanların üzerine olsun.
Bu konu hakkında birçok yazı asılmış ancak t.c de cuma namazı kılınırmı meselesi hakkında kesin bir delil sunulmamış. Verdiğim linklerde bu konu hakkında yeterli deliller var. İnşallah dinini ciddiye alanlar için yeterli olur.
HİDAYET ALLAH`TAN

http://www.darultawhid.com/tr/forum/index.php?topic=1360.0
http://www.darultawhid.com/tr/forum/index.php?topic=501.0
http://www.darultawhid.com/tr/forum/index.php?topic=1293.0
http://www.darultawhid.com/tr/forum/index.php?topic=1394.0
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
selam Allah`a tabi olan müslümanların üzerine olsun.
Bu konu hakkında birçok yazı asılmış ancak t.c de cuma namazı kılınırmı meselesi hakkında kesin bir delil sunulmamış. Verdiğim linklerde bu konu hakkında yeterli deliller var. İnşallah dinini ciddiye alanlar için yeterli olur.
HİDAYET ALLAH`TAN

http://www.darultawhid.com/tr/forum/index.php?topic=1360.0
http://www.darultawhid.com/tr/forum/index.php?topic=501.0
http://www.darultawhid.com/tr/forum/index.php?topic=1293.0
http://www.darultawhid.com/tr/forum/index.php?topic=1394.0

verdiğiniz linkerli inceledim delilsizlik söz konusu ibni teymiyyenden aıntılar mevcut. birazda mantık hataları birde bizim mantığımızdan olaya bakın , buyrun size kesin delil;


İslam alimlerine göre bir yerin harp diyarı olması için hangi şartların olması gerektiğini ve Türkiyen harp diyarı mı?

Ö. Nasuhî Bil*men Hukuk-u İslâmiye ve Istılâhat-ı Fıkhiyye Kamûsu'nda Darü'l-İslâm ve Da*rü'l-Harb'i şöyle tarif eder : «Darü'l-İslâm, Müslümanların hâkimiyeti al*tında bulunup Müslümanların emn ve eman içinde yaşayarak dinî vazifelerini ifa ettikleri yerlerdir. Müslümanlar ile aralarında müsalâha ve muvadecı bulunmayan gayr-i müslimlerin hâki*miyeti altında bulunan yerler de Darü'l-Harb'-tir» (Bilmen, Ö. Nasuhî; Hukuk-u İslâmiye ve Istılâhat-ı Fıkhiyye Kamusu, c. m, s. 394.).

Sadece bu tarifler dahi dikkatle mü*talâa edilirse Türkiye'nin diyar-ı islâm olduğu ve bu vatana darü'l-harb diyenle*rin bu iddialarında hiçbir hakikat payı bulunmadığı açıkça anlaşılır.

Zaten bu mevzuda ortaya atılan gö*rüşler mücerret iddia olmaktan ileri gi*dememiştir. Bir delile dayanmayan, hakikat payı olmayan mücerret iddialara ise itibar edilmez. Her ilimde olduğu gi*bi şer'î ilimlerde de mes'elelerin kesin delillere istinad etmesi asıldır. Ve yine her ilimde hüküm, o sahanın mütehas*sıs âlimlerine aittir. Şer'î ilimlerin mü*tehassısları başta dört büyük mezhebin imamları olmak üzere müctehidler ve fıkıh âlimleridirler. Bu sebeble kim olur*sa olsun din adına konuşan bir kimse müçtehidin-i izamın içtihadlarını, fıkıh âlimlerinin fetvalarını aynen intikal et*tirmek mecburiyetindedir. O zevat-ı ki*ramın fikirleri bütün zamanlara kâfi ve vâfidir. Tarihçe sabittir ki, bugüne ka*dar müçtehidin-i izam hazretlerini hiç*bir kimse aşamamıştır. Kendilerinden sonra gelen hiçbir müdakkik âlim, onlara müsavat iddiasında bulunmadığı gibi, bu asırdaki bir takım haddi müte*cavizler de ortaya mücerred iddiadan başka bir şey koyamamışlardır.

Bu kısa açıklamadan sonra Şafiî ve ve Hanefî mezheblerinin «Darü'l-Harb» ve «Darü'l-İslâm» hakkındaki hükümle rini izah edelim:

Şafiî mezhebine göre, bir diyar ya*hut bir memleket bir defa dahi olsun Müslümanlar tarafından zaptedilmis ise, o diyar ve o memleket artık kıyamete kadar «Darü'I-İslâm»dır. Böyle bir memle*ket sonradan kâfirlerin eline geçse bile, bu hüküm değişmez. Hatta Müslüman*larla barış halinde bulunan gayr-i müslimlerin ülkeleri de «Darü'l-Harb» değildir (Bilmen, Ö. N. a.g.e., c. III, s. 335.).

İmam-ı Şafiî'nin içtihadı açık ve te'vilsizdir. Demek ki Şafiî mezhebine göre değil Türkiye; Yugoslavya, Bulgaristan, Yunanistan, Buhara, Semerkant, Kırım bile «Darü'l-Harb» değil, «Darü'l-İslâm»dır. İmam-ı Şafiî'ye göre, bir diyarın «Darü'l-Harb» olması için, Müslümanla*rın idaresi altına hiç girmemiş olması ve Müslümanlarla sulh halinde olmaması lâzımdır.

Hanefî mezhebinde, bir «Darü'l-Harb», «ahkâm-ı İslâm'ın bazısının icrası ile «Darül-İslâm»a inkılâp eder (Kuhistanî, c. II, s. 311.).

Bu hususta ittifak vardır. Bir «Dar-ı İs*lamın, «Dar-ı Harb»e inkılâp etmesi hususunda ise, iki ayrı görüş mevcuttur. Bu görüşlerden birincisi îmamı A'zam Hazretleri'ne, diğeri ise İmameyn'e (İmam Muhammed ve İmam Yûsuf) ait*tir.

İmam-ı A'zam'a göre «Darü'l-İslâm»-ın «Darü'I-Harb»e inkılâp edebilmesi için aşağıdaki üç şartın birlikte tahakkuk etmesi lâzımdır. Eğer bu şartlardan birisi noksan olursa, yine o diyar, «Dar-ı îslâm»dır, «Darü'l-Harb» değildir.

İçerisinde küfür ahkâmı bitemamiha -yani yüzde yüz- tatbik edilecek. Küfür ahkâmının yüzde yüz tatbik edil*mediği meselâ, sadece cuma ve bayram namazlarının kılınabildiği bir diyara «darü'l-harb» denemez. Serahsî bu hususta şöyle buyurur

«Bu şartın tahakkuku için orada şirk ahkâmının tamamiyle açıktan açığa icra edilmesi ve İslâm ahkâmının kat'î surette kaldırılmış olması gerekmektedir. Burada İmam-ı A'zam hâkimiyet ve kuvvetin tamamiyle ehl-i küfürde olma*sına itibar eder'» (Serahsî, Mebsût, c. X, s. 114.).

Yani, bu şartın ta*hakkuku için bir îslâm memleketinde hâkimiyet ve galebenin noksansız bir şe*kilde kâfirlerde olması lâzımdır. Bazı arızalar sebebiyle ehl-i küfrün hâkimi*yetinde bir noksanlık olursa orası «darü'l-harb» olamaz. Nitekim sadece cuma ve bay*ram namazlarının ifa edilmesiyle orası «Darü'l-İslâm» olur. Ve yine fukahâdan İsticabî'nin içtihadına göre, «Bir diyar*da islâm'ın sadece bir tek hükmü dahi icra edilebiliyorsa o diyar «Darü'l-İs*lâm »dır.»

İbn-i Âbidin'e göre «Bir diyarda Müslümanların ahkâmı ile müşriklerin ahkâmı birlikte icra edilirse orası yine «Darü'l-İslâm»dır (İbn-i Âbidin, Dürrü'l-Muhtar Şerhi, c. IV, s. 175.).

Bezzaziye'de, «Pey*gamber Efendimiz (S.A.V.) Medine-i Münevvere'ye teşriflerinde orada Yahudiler ve müşriklerin hükmü cari olduğu halde Resûlüllah Efendimizin (S.A.V.) islâm icraatına başlamasıyla o beldenin «Darü'l-İslâm»a inkılâb ettiği» kaydedilir (Bezzaziye, c. VI, s. 312.).

O diyar «Darü'l-Harb»e muttasıl olacak, yani o diyarın sınırları ve komşu hudutları tamamen kâfirler tarafından kuşatılmış olacak. Eğer bir diyarın hu*dutlarından herhangi bir tarafı «Darü'l-İslâm»la muttasıl, yani bir Müslüman memleketine komşu olursa, o diyar «Da-rü'1-Harb» olamaz. Çünkü İmam-ı A'zama göre «Bir Müslüman memleketle komşu olan Müslümanlar tamamen mağ*lûp sayılmazlar. O Müslüman memleket ile imanî, ahlâkî, itikadî, içtimaî, siyasî, ticarî ve an'anevî ilişkilerini devam et*tirebilirler; İslâmî şeairi yaşatabilirler.»

Bu noktada bir hususun açıklanma*sında fayda vardır. Gayr-i müslimlerce ihata şartı, müstakil İslâm devletleri için değil, gayr-i müslim bir devletin hükmü altında bulunan ve kendini mü*dafaadan aciz vilâyet, köy ve kasabalar için söz konusudur. (Rusya ve Bulgaris*tan'daki Müslüman köyler gibi.) Nite*kim, fakîhlerin bu mevzuyla ilgili izahlarında «devlet» değil, «belde», «dar» ifa*deleri kullanılmıştır. Yoksa kendini mü*dafaaya muktedir ve müstakil bir îslâm devleti, her taraftan gayr-i muslim devletlerle kuşatılmış olsa da, yine «Darü'l-Harb» olmaz.

içinde eski eman ile emin bir Müslüman veya zımmî kalmamış olacak. Yani o beldede daha önce can ve mal gü*venlikleri mevcut olan Müslümanların veya zımmîlerin (gayr-i muslini azınlık*ların) bu güvenlikleri bir kâfir istilâsıy-la ortadan kalkmış olacak.

Bu üçüncü şart, ancak bir İslâm bel*desinin kâfirlerin istilâsına uğraması ha*linde geçerlidir.

Serahsî bu hususu şöyle beyan eder:

«Bir beldede emin bir müslim veya zımnimin kalmış olması müşriklerin hâ*kimiyetinin tam olmadığına delildir. Çünkü fukahâ-i İzam, sonradan arız olana değil de, asıl olana itibar ederler. Bu*rada asıl olan ise, oranın «Darü'l-İslâm» olmasıdır. Bir zımmî veya müslimin ora*da kalmış olması, asıldan bir emaredir. Bu emare var oldukça, asıldan bir iz kalmış demektir ve o diyar «Darü'l-îslâm» hükmünde devam eder (Serahsî, a.g.e., c. X, s. 114.).

Şimdi İmam-ı A'zam'ın öne sürdü*ğü bu üç şartı bir misal ile izah edilirse.

Daha önce bir îslâm memleketi olan Endülüs sonraları Hristiyanlar tarafın*dan işgal edilmiştir. Müslümanların hiç*bir cihetle mal ve can güvenliği kalma*mış, küfür ahkâmı yüzde yüz tatbik edil*miştir. Bu ülkenin hiçbir îslâm ülkesi ile de sınırı yoktur, îmam-ı A'zam'ın ile*ri sürdüğü üç şart Endülüs'te birlikte ta*hakkuk ettiği için orası «Darü'l-Harb»dir.

İmameyn ise, «Darü'l-lslâm»m «Da-rü'l-Harb»e inkılâp etmesini «Orada şirk ahkâmının yüzde yüz tatbik edilmesine ve gayr-i müslimlerin Müslümanlar üze*rinde mutlak galebesine» bağlamışlardır. Bu ise bir îslâm beldesinin gayr-i müslimlerce tamamen istilâ edilmesine bağ*lıdır. Meselâ, Batum yüzde yüz Rus hâ*kimiyeti altında bulunduğu ve içerisin*de küfür ahkâmı yüzde yüz tatbik edil*diği için, îmameyn'e göre «Darü'1-Harb»dir. Şayet Batum'da herhangi bir islâm ahkâmına müsaade edilirse, (Bayram ve Cuma namazlarının kılınması gibi) ora*sı yine îmameyn'e göre, «Darü'l-Harb» olmaktan çıkar.

Şimdi îmam-ı A'zam'm öne sürdü*ğü üç şartın memleketimiz için geçerli olup olmadığını inceleyelim :

Memleketimiz - lillâhilhamd -, asır*lardan beri «Diyar-ı îslâm»dır. Bu key*fiyetini bugün de muhafaza etmektedir. Muamelâta taallûk eden bazı kısımlar müstesna, itikad, ahlâk ve ibadete ait hükümler açıkça ve serbestçe ifa edil*mektedir. Kaldı ki muamelâta taallûk eden hükümlerin de büyük bir kısmını, isteyen fertlerin tatbik etmelerine kanu*nî bir engel yoktur. Devletimiz bir kısım dinî hizmetleri bizzat deruhte etmiş ve bu hizmetleri yürütmek üzere «Diyanet İşleri Başkanlığı»nı kurmuştur. Vaazlar kürsülerden dinî telkin etmekte, islâm'ı anlatmaktadır. Bütün vilâyet ve kaza*larda fetva mercii olan müftülükler, fiilen hizmet görmekte, yüzlerce Kur'an Kursu faal olarak çalışmaktadır. Ezan, cemaat, cuma, bayram ve hac gibi İslâmî şeâir canlı ve hayattar olarak var*lığını devam ettirmektedir. Binlerce cami ve mescidlerden, günde beş kere Ezan-ı Muhammedi okunmakta, cemaat namazları, cuma ve bayram namazları serbestçe kılınabilmektedir. İsteyen Müs*lümanlar hac ve umre ibadetini yapa*bilmektedirler. Kur'ân-ı Kerîm'in ve İslâmî eserlerin neşriyatı rahatlıkla yapıl*maktadır. Dinî bayramlar resmen tatil günü olarak kabul edilmiştir. Müslümanlar evlâtlarına istediği ismi koyabil*mekte, hatim duası, mevlit, sünnet dü*ğünü gibi örf ve âdetler varlığını devam ettirmektedir. Din derslerinin okutulma*sı mecbur tutulmuştur. Devletin açmış olduğu binlerce Îmam-Hatip Okulu ve dinî yüksek okullardan, din adamı yetiş*mektedir. İslâm ülkelerine gidiş geliş serbesttir. Devletin radyo ve televizyon*larında dinî programlar halka takdim edilmekte, özellikle mübarek gecelerde ve ramazan ayında bu programlar yoğunlaştırılmaktadır

Bu hale göre, îmam-ı A'zam'm zik*rettiği birinci şart, yani «Küfür ahkâmı*nın yüzde yüz tatbiki şartı» Türkiye için kesinlikle bahis konusu değildir. Yine bu hale göre, İmameyn'in ileri sürdükleri şartlar da memleketimiz için geçerli de*ğildir. Zaten İmameyn'in sözünü ettikle*ri birinci şart, İmam-ı A'zam'm birinci şartıyla aynıdır, îkinci şart olan «gayr-i müslimlerin Müslümanlara yüzde yüz galebesine» gelince, Müslüman milleti*miz, elhamdülillah, Rusya, Yunanistan yahut Bulgaristan'daki Müslümanlar gi*bi gayr-i müslim bir devlet tarafından idare edilmemektedir. Bu milletin idarecileri bu millettendir ve onun bağrından çıkmıştır. Kısacası, bu millet kendi kendini idare etmektedir.

İmam-ı A'zam'ın ileri sürdüğü ikin*ci şarta gelince, bu şart da Türkiye için mevzu bahis olamaz. Memleketimizin sı*nırlarının büyük bir kısmı İslâm devlet*leriyle muttasıldır. Kaldı ki, ikinci şart*la ilgili izahlarımızdan da kat'î anlaşı*lacağı üzere Türkiye'nin her tarafı, fa*raza, gayr-i müslim devletlerle de kuşa-tılsa Türkiye yine «Darü'l-Harb» olmaz. Zira, Türkiye müstakil bir devlettir, ken*dini müdafaa edecek güçtedir ve istiklâliyetini devam ettirmektedir.


Üçüncü şart da, memleketimiz için kesinlikle düşünülemez. Evvelâ milletimiz bir yabancı devletin idaresi altında değildir ki eman şartından yani mal ve can güvenliklerinden söz edilebilsin. Memleketimizde azınlıkların dahi mal ve can güvenlikleri ve ibadet hürriyetleri mevcuttur. Bir gayr-i müslim devlette eman ile yaşayan bir tek müslimin dahi mevcudiyeti, o beldede müşriklerin tam hâkim olmadıklarına delil sayılırken, el*li milyon Müslümamn emin olarak ya*şadığı bu memlekete «Dar-ı Harb» denilemiyeceği güneş gibi zahir ve bahir bir hakikattir.

Yukardaki izahlarımızdan anlaşıldığı gibi, İmam-ı A'zam Hazretle*rinin ileri sürdüğü üç şartın hiçbiri Tür*kiye için bahis konusu değildir. Zaten Şafiî mezhebine göre, daha önce Müslü*manların hükmettiği bir belde, (Rusya'*nın birçok kısımları, Kırım, Kafkasya, Buhara, Sernerkant, Endülüs, Bulgaris*tan) kıyamete kadar «Darü'l-İslâm»dır.

Dara'l-Harb mes'elesini ileri süren*lerin iddia ettikleri bir husus da, İslâm idaresi olmayan bir memlekette yapılan bütün ibadetlerin bâtıl olduğu fikridir.

Bu fikir ve iddianın, hiçbir ser'î de*lili, dinî mesnedi yoktur.

Müslüman, ister dar-ı İslâm'da ol*sun, ister dar-ı harbte, her hal ü kârda Allah'ın emirlerini yapmak, yasakların*dan da kaçmakla mükelleftir. İbadet, in*sanın yaratılış gayesi, varoluş hikmeti*dir. Hiçbir hal, onu, bu ulvî vazifeyi ifa*dan alıkoyamaz.

İslâmiyetin günümüzde tüm dünya*da çığ gibi büyüdüğü; Fransa, İngiltere, Almanya, Afrika ve Amerika'da İslâm'a girenlerin sayısının gittikçe arttığı bili*nen bir gerçektir. Bu yeni Müslümanlar, bulundukları gayr-i îslâmî muhitlerde, dinî vecibe ve ibadetlerini eksiksiz ifa etme şuur ve azmi içinde hareket ediyorlar. Mezkûr iddia geçerli olsaydı, bu yeni Müslümanların, inanç ve ibadetle*rinin bir mânâsı kalmazdı. Dinî gayret*leri boş bir çaba olmaktan öteye gide*mezdi. Bu ise, gayr-i müslim memleket*lerde İslâmiyet yaşanamaz, dindar olu*namaz neticesini doğururdu. Daha da ötesi, İslâm'a yeni giren bir kimse (Mukarrer bir kaidedir ki, dar-ı harbte kü*für; dar-ı islâm'da da iman hali esas alınır. Bu kaideye binaen, dar-ı harbte herhangi bir mahal*de, sahipsiz bir ölü bulunsa, o ölü tereddütsüz kü*für ehlinden kabul edilir. Götürüp gayr-i müslim mezarlığına defnedilir. O ölünün Müslüman oldu*ğuna hükmetmek ancak sağlığında dil ile ikrarı veya dinî ibadetleri ifası gibi bir alâmete bağlıdır. Halbuki dar-ı İslâm'da sahipsiz bir ölü bulunsa, ona, hiçbir alâmet aranmadan Müslüman muame*lesi yapılır. Cenaze namazı kılınarak, islâm me*zarlığına gömülür.)

Şu halde, dar-ı İslâm'da ibadetin hükümsüz olduğunu söylemek, Müslümanları gayr-i müslimlerden ayıracak mühim bir alâmetten mahrum koy*mak, onları gayr-i müslim muamelesine maruz kal*ma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmak demektir.

Yanlış değerlendirilen bir mes'ele de, dar-ı harbte günah işlemenin serbest olduğu, sanki caiz hale geldiği telâkki-sidir. Halbuki günahın hükmü, dar-ı İs*lâm'da da, dar-ı harbte de aynıdır. Günahın günahlığı baki; uhrevî azab ve me*suliyeti sabittir. Ancak günahların dün*yevî cezalarını, merci olmadığı için, dar-ı harbte tatbik etme imkânı yoktur.

Dar-ı harbte faiz almak gibi bazı haram muamelelerin caiz olması da, ha*ramların serbestiyetine delil olamaz. Zi*ra bu muameleler, dar-ı harbte, ancak gayr-i müslimlerle Müslümanlar arasın*da cereyan eder ve Müslümanların fay*dasına olduğu takdirde caiz olur. Bu ba*kımdan, bir Müslüman bir gayr-i müs-limden faiz alabilir, fakat ona faiz veremez. Müslümanların kendi aralarında ise, bu gibi muameleler tecviz edilemez.(Ahmed Şahin, Dinî Bilgiler, s. 187, 2. bas*kı, Cihan Yayınları, ist.).

Bahsimizi tamamlarken bir hususa dikkatleri çekmek isteriz :

Her devirde olduğu gibi bugün de insanlara yapılacak en büyük hizmet, on*lara iman hakikatlanm öğretmek, gönül*lerine Allah'ın marifet, muhabbet ve me-hafetini nakşetmektir; onlara İslâm'ın esaslarını ta'lim ettirmek, kalb ve dimağ*larına güzel ahlâkı, adaleti, istikameti yerleştirmektir. Aralarında birlik ve be*raberliği, itaat ve hürmeti, şefkat ve mer*hameti te'sis etmek; vicdanlarına vatan ve millet sevgisini, mukaddesata hürmet duygusunu aşılamaktır. Bu gibi hizmet*leri bırakıp, bilinmesi ve bildirilmesi ne farz, ne vacib olan «Darü'1-Harb» mes'elesini, İslâm'ın en büyük bir mes'elesi imiş gibi ortaya sürmek, milleti huzur*suz ve kalbleri müşevveş etmekten baş*ka bir şey değildir.
 
E

ensar

Guest
Selam Allah`a iman edenlerin üstüne olsun.

seyfullah put........ Senin delillerin türkiyenin darul islam olması için geçerli deliller değildir kaldıki bazı alimlerin sözlerini kendinize yarıyacak şekilde yontmuş ve sunmuşşun. Bunu senin gibi birçok kişi yapıyor. yazılarında delil olarak sunduğun yazıların başlangıcı ve sonrasıda önemlidir.

Sana hiçbir cevap yazmıyacam bunun sebebi sakındığımdan değil sen ve yandaşların benim sunduğum delillere ilmi bir cevap veremediğiniz için hep sildiniz .Aynı bu sayfada yazdığım yazıları sildiğiniz gibi.

Sana şunu öneririm!!!!!
İlk önce benim daha önce yazdığım ve silinen yazılarımı bu sayfaya tekrar asın sonra o yazılara ilmi cevap verin ondan sonra benim vermiş olduğum link ve senin sunmuş olduğun deliller hakkında konuşalım.

Eğer ben admin filan değilim o yazıları ben silmedim dersen ; Senin bu sitede söz sahibi olduğunu ve bazı işine gelmeyen yazıları sildiğini çok iyi biliyorum(tagutu red etme meselesini sildiğin gibi). Dedim ya bu sitede sözsahibisin silinen yazıları kim sildi ise ona bizamet söylede assın.
 
Üst Alt