Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Allah`tan cc. baska sefaat edecekler kimlerdir ..!

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

tevhid.

New member
Katılım
6 Kas 2008
Mesajlar
62
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Web sitesi
www.tevhid.eu
41/5 Dediler ki: “Senin bizi çağırdığın şeye karşı sabit fikirliyiz, kulaklarımızda ağırlık ve bizimle sizin aranızda bir perde vardır. İstediğini yap, biz de yapacağız.
6/25 Onların bir kısmı seni dinler. Fakat, kalpleri üzerine anlamalarına engel olacak örtüler, kulaklarına da ağırlık koyarız. Her bir mucizeyi görseler de ona inanmazlar. Bundan ötürü sana geldiklerinde seninle tartışır ve inkarcılar, “Bu ancak bir efsanedir,” der.
43/40 Sen mi sağıra işittireceksin, yahut körü ve apaçık bir sapıklıkta olanı yola getireceksin?
30/52 Sen ne ölülere işittirebilirsin, ne de arkalarını dönüp giden sağırlara çağrıyı duyurabilirsin.
30/53 Körü de sapıklığından kurtarıp yola getiremezsin. Sen ancak ayetlerimize inananlara işittirebilirsin ki onlar hemen teslim olurlar.
17/45 Kuran okuduğun zaman, seninle ahirete inanmayanlar arasına görülmez bir engel yerleştiririz.
17/46 Ve onu anlamalarını engellemek için kalplerine kabuklar, kulaklarına da ağırlık koyarız. Rabbini yalnızca Kuran’da andığın zaman nefretle geriye dönerler.
18/57 Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatıldığı halde, yaptıklarını unutarak ondan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Kalplerine, onu (Kuran’ı) anlamalarına engel olacak bir örtü, kulaklarına da bir ağırlık koymuşuzdur. Onları hidayete ne kadar çağırırsan çağır, onlar asla doğruyu bulamaz.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Şefaatin Manası Bilinirse Murad Edilen Anlaşılır

Şefaatin Manası Bilinirse Murad Edilen Anlaşılır

Bir kimsenin bağışlanmasını istemek; bir kimseden, başka bir kimse için iyilik yapmasını ve zarardan vazgeçmesini rica etmek; yardım etmek; başkası hesabına yalvarmak, rica etmek; birinin önüne düşüp işinin görülmesi için dua ve niyazda bulunmak. Şefâat edene eş-şâfi', eş-şefi (başkası lehine taleb eden) denilir.


Bu ayette şefâat; aracı olmak, yardım etmek ve öncülük etmek anlamlarına gelir:



"Kim güzel bir şefâatla (hayır ve iyiliklere aracı, vasıta olmakla) şefâat ederse, bundan kendisine bir sevab (hisse) vardır. Kim de kötü bir şefâatle (kötülüğe delil olmak ve yardım etmekle veya kötülük çığırını açmakla) şefâatde bulunursa, ondan kendisine bir günah payı vardır. Allah her şeye kadirdir" (en-Nisâ, 4/85) .




Şefâat-ı hasene, iman edip Allah'ın ve kullarının haklarına riayetle beraber, mü'minlerin iyiliği için uğraşmak, onları kötülüklerden ve zararlardan korumaya çalışmaktır. Şefaat-ı seyyie, mü'minlerin ve insanların zarara uğramaları ve kötülüklere düşmeleri için çalışmak ve kötülük çığırları açmaktır. Hangi hususta olursa olsun, bir insan, menfaat sağlayıp zarara uğramasını engelleme yolunda sırf Allah rızası için şefâatta bulunana dünyada ve ahirette bundan nasib ve ecir vardır. Kötülüğe ve zararlara sebeb olanın da bu şefâat-ı seyyienin vebal ve günahından nasibi vardır.






Ahiretteki şefâate gelince, dünyada işlenen bazı günahların âhirette cezalandırılmasından vazgeçilmesi için talebte bulunmak, aracı olmak ve bunun için dua etmektir. Şu halde şefâat, bir mü'minin günahlarının bağışlanması için Allah'a dua edip yalvarmaktır.



Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), "Her Peygamberin bir duası vardır. Ben ise, inşaallah duamı kıyamet gününde ümmetime şefâat etmek için saklamak istiyorum" buyurmuştur (Buhârî, Daavât, I; Tevhid, 31; Müslim, Nşr. M. Fuâd Abdulbaki, İman, 86).


Ahirette, kendilerine şefâat izni verilen her şefi'in şefâatının sınırı, Allah katındaki yakınlığı ve derecesi nisbetinde nail olacağı izin ve imkânın şâmil olduğu günahkâr mü'minler ile mütenasibtir. Şefâat olunacak mü'minlerin de şefâat edilmeye lâyık olmaları şarttır.




Allah'ın, kullarından faziletli birisinin diğer bir mü'min için hayır isteğine icabet ederek bundan bir zararı gidermesi, yahut onun günahlarını affetmesi, insanlara sonsuz nimet ve lütuflarının bir kısmıdır. Mü'minin, mü'min kardeşinin günahlarının affı için duası Allah katında ona şefâatı türündendir. Allah katında hayırlı bir kulun bu duası ister dünyada iken sağ olan mü'min için olsun, ister ölmüş mü'min için olsun yahud âhirette meydana gelsin aynıdır. Dünyada iken Hz. Peygamber (s.a.s.)'in mü'minlere duası, onlara bir çeşit şefâatidir. O daha bu dünyada hayatta iken mü'minlere dua ederek şefâatta bulunmuştur. Nitekim Hz. Âişe (r.an)'nın naklettiğine göre, Rasûlüllah (s.a.s.) çok defa geceleri yatağından kalkar, mü'min ölülere Allah'tan mağfiret istemek için "Bakîu'l-Ğarkad" mezarlığına giderdi (Müslim, Cenaiz, 35).


Yüce Allah'ın kendi yanında mukarreb ve derecesi yüksek bir kulunun diğeri hakkında şefâatını -birine kendi katında itibarı olduğunu göstererek ikram için, ötekine zayıf ve muhtaç olduğundan rahmet olarak- kabul etmesine aklen hiçbir engel yoktur. Allah'ın âhirette, peygamberlerine ve râzı olduğu bir takım zatlara şefâat etmeleri için müsaade etmesi, kendisinin bileceği adalet ve lütuf kanununa dahil olan hikmetindendir. Uhdesinde kul hakları bulunanlar hariç, günahkâr mü'minleri Allah Teâlâ'nın, Lütuf ve fazlıyla affetmesi caiz olunca, peygamberler, mukareb ve iyi kimselerden birinin şefâatına mazhariyetleri halinde bunların Allah'ın mağfiretine nail olmaları da mümkündür.


Ahirette şefâatın olacağı Kitab ve sünnetle sabittir:


Peygamber, velî, şehid ve bildikleri ile amel eden imanlı âlimler ve kâmil mü'minler gibi Allah'ın müsaade ettiği, rızasına mazhar olmuş, nezdinde bir değer ve yakınlığa erişmiş kimselere şefâat etme izni verilebilecektir (el-Bakara, 2/255; Yûnus, 10/3; Meryem, 19/87; Tâhâ, 20/109; ez-Zuhruf, 43/86).
Peygamberler ve diğer şefâatçıların şefâatları, Allah'ın râzı olacağı ve haklarında şefâat edilmeğe izin verdiği kimseler hakkında olacaktır (el-Enbiyâ, 21/27-28; ed-Duhân, 44/41-42; Buharî, Cihad, 189; Müslim, İmare, 6).




Kâfirler için şefâat kapıları kapalıdır (el-Bakara, 2/48, 123, 254; en-Nisâ, 4/116; el-A'râf, 7/53; el-Mü'min, 40/18; es-Secde, 32/4; ez-Zümer, 39/44; el-Müddessir, 74/48; el-İnfitâr, 82/19). Peygamberler bile kâfirlere şefâat edemeyeceklerdir. Kâfirler layık oldukları cezâlarını çekeceklerdir. Hz. İbrahim'in -âhirette babası ile karşılaştığında- onun için hiçbir şefâatta bulunamaması, Allah'tan "Kâfirlere ben cenneti haram kıldım " cevabını alması da buna delâlet eder (Buharî, Tefsir, Sûre 26). Bu konuyla ilgili olarak (bkz. Buharî, Enbiya, 8; Tefsir, Sûre 6; Rikak, 45, 53; Müslim, Fadail, 9). Yalnız Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde, şefâatı sebebiyle amcası Ebû Talib'in ateş çukurunun topuğuna kadar gelen yerinde bulunacağını söylemiştir (Buharî, Meğazi, 73; Müslim, İman, 90). Bu da sadece Rasûlüllah'a tanınan bir şefâat hakkı olsa gerektir. Çünkü Ebû Talib, Rasûlüllah'a pek çok yardım ve iyiliklerde bulunmuştur.


Peygamberlerin şefâatı: Âhirette peygamberlerin hepsine mü'minlere şefâat etme hakkı tanınmıştır (Buhârî, Rikak, 45; Tevhid, 33; Müslim, İman, 81;Ebû Dâvûd, Cihâd, 26;Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 94 vd. 325, V, 43; Tirmizî, II, 66).




Her peygamber kendi ümmetine şefâat edecektir (Buhârî, Tefsir Sûre 18). İnsanlar muhakeme olunmak için mahşerde toplandıklarında, peygamberler, "Allah'ım selâmet ver, Allah'ım selâmet ver" diye duâ edeceklerdir (Buhârî, Rikak, 52; Müslim, İman, 81). Peygamberlerin ve Hz. Peygamberin şefâatı "Şübpesiz ki Allah, kendisine eş tanınmasının (şirk kosulmasının) günahını yargılamaz. Ondan başka dileyeceği kimsenin günahını mağfiret eder" (en-Nisâ, 4/116) âyetinin hükmünce, Allah'ın izniyle mü'minlere şamil olabilecektir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) hadislerinde büyük günah işleyenler de dahil, mü'minlerin şefâatına nail olacaklarını söylemiştir (Buhârî, Rikak, 51; Ebû Dâvûd, es-Sünne, 20; Tirmizi, II, 66).


Peygamberler içinde ilk defa şefâat edecek ve şefâatı kabul olunacak peygamber, Hz. Muhammed (s.a.s.)'dir. (Müslim, Fadâil, 2). Âhirette Hz. Muhammed (s.a.s.)'in bu ilk şefâatı, mahşer halkının muhakemeye başlanılması hakkındaki umûmî ve büyük şefâattır. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bir çok hadis kitaplarında zikredilen bu büyük şefâatının (eş-Şefâ'atü'l'uzmâ) ana hatları şöyledir: Allah, insanların hepsini düz ve geniş bir sahâda hüküm ve hesab için toplayacaktır. Orada insanların meşakkat ve gamı dayanılmayacak bir dereceye varacaktır. Bu sırada insanların bir kısmı, diğer bir kısmına, "Size erişen şu fâciayı görmüyor musunuz? Rabbinize size şefâat edecek birisine gidiniz" derler. Sırasıyla Âdem (a.s.), Nûh (a.s.), İbrahim (a.s.), Mûsâ (a.s.) ve İsâ (a.s.) peygamberlere gelirler. Bu peygamberlerden her biri onları diğerine gönderir. Nihayet Hz. İsâ, onları Hz. Muhammed (s.a.s.)'e gönderir. O vakit Hz. Peygamber (s.a.s.) Arş'ın altında secdeye kapanır. Allah ona secdesinde yapılacak hamdlerin en güzelini ilham eder. O Allah'a hamdettiği sırada "Başını kaldır, işte, verilir. Şefâat eyle şefâatın kabul olunur" cevabını alır. Muhakemeye başlanır. Bundan sonra Hz. Peygamber'in şefâatıyla imanlılardan bir miktar cehennemden çıkarılır. Rasûlüllah, bir kaç defa daha secdeye kapanarak Allah'a hamd ve dua eder. En nihayet onun şefâatıyla, Allah'ın izin ve takdiri dahilinde mü'minlerden büyük bir çoğunluk cehennemden çıkarılacaktır. İşte Hz. Peygamber (s.a.s.)'in haiz olduğu bu şefâat makamı "Makâm-ı Mahmûd"dur (el-İsrâ', 17/79; Buhârî, Tevhid, 24; Müslim, İman, 84).
Hz. Peygamber'in şefâatıyla hesaba ve sorguya çekilmeden Cennet'e girecekler de olacaktır (Buhârî, Tefsir, Sûre 18; Müslim, İman, 84).




Meseleye yukarıda izah edilen pencereden bakmak gerekir. Kimisi ise kendi ahkamının doğruluğunu savunur. Önemli olan, kavram karmaşası çıkarmamak , hakkı teslim etmek, doğruyu görmek ve inanmaktır. Ancak inançlara hükmedemeyiz. Kim nasıl istiyorsa öyle inansın, vesselam...















 

tevhid.

New member
Katılım
6 Kas 2008
Mesajlar
62
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Web sitesi
www.tevhid.eu
Hesap gunu sefaat edilmek uzere, sefaat izni henuz kimseye verilmemistir.

Hesap gunu sefaat edilmek uzere, sefaat izni henuz kimseye verilmemistir.

Allah. O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdirO'nu uyuklama ve uyku tutmazGöklerde de, yerde de ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir ? O, önlerindekini ve, arkalarındakini bilir. Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiç bir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. BAKARA-255

Şüphesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra da arşa istiva eden işleri de evirip-çeviren Allah'tır. Onun izni olmadıktan sonra, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur, öyleyse O'na kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz? YUNUS-3

Rahmanın katında ahid almışların dışında (onlar) şefaate malik olamayacaklardır.MERYEM-87

O gün, Rahman (olan Allah) 'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz.TAHA-109

O'nun dışında tapmakta oldukları şefaatte bulunmağa malik değildirler; ancak kendileri bilerek hakka şahidlik edenler başka.ZUHRUF-86



  • Yukaridaki ayetlerden `Peygamber, velî, şehid ve bildikleri ile amel eden imanlı âlimler ve kâmil mü'minler` e sefaat izni verildigine dair bir bilgi mevcut degildir.


  • Sefaat ,hesap gunu Ahirette Allah`in cc. izni ile gerceklesebilecektir.


  • Allah cc. Kur`an`da kimlerin veya kimin sefaat edecegini bildirmemistir.


  • Bu nedenlerden oturu Allah`in cc. henuz izin vermedigi bir konuda birilerini sefaatci edinmek, bilmedigini soylemektir, zan dir.


  • `Peygamber, velî, şehid ve bildikleri ile amel eden imanlı âlimler ve kâmil mü'minler` kesinlikle sefaat edecekler diye iman etmek zan dir. Allah cc. dilerse, dilediginie sefaat etmesi icin sefaatciye izin verebilir. Buradan hareketle bir mumin Allah`in cc. henuz izin vermedigi, bildirmedigi bir hususta zan ile hareket edemez.


  • Insallah Allah`in cc. izni ile Allah`in cc. sefaatine nail oluruz. Cunku sefaat edecek olana da sefaat edilecek olana da sefaat izni verecek olan Allah`tir cc.


  • Ahiret gunu sefaatin olacagina dair ayetler vardir ancak, bu ayetlerde kimlerin sefaat edecegi bildirilmemis olup, Allah`in cc. izin verecekleri olarak belirlenmistir. Mesele sefaatin olup olmadigi degil, su anda bu manada Allah cc disinda kimseden sefaat istenemeyecegidir. Gunumuzde bazi muslumanlarin yaptigi gibi `sefaat ya Resulallah` seklinde yapilan dualar Allah`tan cc. degil Peygamber (sav) dan dilemek, istemek ve Peygamber`e (sav) dua etmektir. Bu ise acikca SIRK` tir. Okudugumuz her Fatiha`da `yalniz sana ibadet eder, yalniz senden yardim dileriz` hukmune aykiri bir davranistir.


  • Birseyi iyice anlamak gerekiyor, sefaat yoktur diyemeyiz, ancak su anda hesap gunu icin olmuslerden sefaat dilemek, onlara dua etmek muslumanlarin yapacagi islerden degildir.


  • Bu dunyada hayatta iken bir muslumanin, diger muslumana duasi , sefaati, yardimi demektir. Bu muslumanlara tavsiye edilir.


  • Bu dunyada yapilan iyi ameller de muslumanin sefaatcisidir, yardimcisidir.


  • Peygamber efendimiz (sav) `in mucadelesi, hayati, sunneti tum muslumanlara bir sefaatidir.


  • Kur`an muslumanlarin en buyuk sefaatcisidir, yardimcisidir.


  • Ayrica;

Kimdir ? Bize sahdamarimizdan daha yakin ?
Kimdir ? Dualarimizi duyan ve icabet eden ?
Kimdir ? En merhametli en bagislayici olan ?
Kimdir ? Tum egemenligi elinde bulunduran ?
Kimdir ? Herseyi bilen , goren, sonsuz hikmet sahibi olan ?

O halde nasil oluyorda yaniltiliyorsunuz…
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Senin de; HAŞA VE KELLA Rabbül Alemin (cc) ile aynı zaman diliminde yaşarmış gibi yargılı konuşman KÜFR'dür, KÜFR'dür ve yine KÜFR'dür.

Zaman'ı Yaratan Rabbi Zülcelal (cc) yarattığına muhtaç olmaktan münezzehtir. Ne yapıp ne yapmayacağı konusunda hiç kimseye bilgi vermeyeceği gibi, bilgi verilmesini dahi beklemek yine KÜFR'dür. Bunu kabul ettiğini ima edip de aksi beklentide bulunmak dahi yine KÜFR'dür.

Allah'ın (cc) indirdiği ayetleri kendi hükümlerine göre kabullenmek, isabet etse dahi hakk ve hakikat ölçülerine uymaması nedeni ile yine KÜFR'dür. Ancak, Resulullah'ın (s.a.v.) ahkamına riayet ederek itikadi ölçüde aynı merhalede bulunmak ile kişi küfr'ünü tolere edebilir.

Duha suresini kendi aklın ile değilde, yine bir başka kişinin ahkamına göre yapılan yorumu ile alıp (bu ne perhiz, bu ne turşu dedirtse de) kabullenmen de, yine seni bağlar.

Sevgili Tevhid. kardeşim (yoksa, İslamcı kardeşim mi demeliydim ?) Sen bildin onu.
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Senin de; HAŞA VE KELLA Rabbül Alemin (cc) ile aynı zaman diliminde yaşarmış gibi yargılı konuşman KÜFR'dür, KÜFR'dür ve yine KÜFR'dür.

Zaman'ı Yaratan Rabbi Zülcelal (cc) yarattığına muhtaç olmaktan münezzehtir. Ne yapıp ne yapmayacağı konusunda hiç kimseye bilgi vermeyeceği gibi, bilgi verilmesini dahi beklemek yine KÜFR'dür. Bunu kabul ettiğini ima edip de aksi beklentide bulunmak dahi yine KÜFR'dür.

Allah'ın (cc) indirdiği ayetleri kendi hükümlerine göre kabullenmek, isabet etse dahi hakk ve hakikat ölçülerine uymaması nedeni ile yine KÜFR'dür. Ancak, Resulullah'ın (s.a.v.) ahkamına riayet ederek itikadi ölçüde aynı merhalede bulunmak ile kişi küfr'ünü tolere edebilir.

Duha suresini kendi aklın ile değilde, yine bir başka kişinin ahkamına göre yapılan yorumu ile alıp (bu ne perhiz, bu ne turşu dedirtse de) kabullenmen de, yine seni bağlar.

Sevgili Tevhid. kardeşim (yoksa, İslamcı kardeşim mi demeliydim ?) Sen bildin onu.



Yukaridaki yazinin nesi küfür?Biraz aciklarmisin Radikal....
 

tevhid.

New member
Katılım
6 Kas 2008
Mesajlar
62
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Web sitesi
www.tevhid.eu
Senin de; HAŞA VE KELLA Rabbül Alemin (cc) ile aynı zaman diliminde yaşarmış gibi yargılı konuşman KÜFR'dür,
KÜFR'dür ve yine KÜFR'dür.

Zaman'ı Yaratan Rabbi Zülcelal (cc) yarattığına muhtaç olmaktan münezzehtir. Ne yapıp ne yapmayacağı konusunda hiç kimseye bilgi vermeyeceği gibi, bilgi verilmesini dahi beklemek yine KÜFR'dür. Bunu kabul ettiğini ima edip de aksi beklentide bulunmak dahi yine KÜFR'dür.


sevgili radikal islam kardesim...

ey akil....

benim Allah`in cc. hakkinda ayet ile bildirmedigi bir hususta `ZAN ile hareket etmeyiniz` diyerek uyarmam KUFR oluyorsa...

senin Allah`in cc. hakkinda ayet ile bildirmedigi bir hususta `ZAN ILE IMAN ETMEN` ne sekilde yorumlanabilir..?

Allah cc. size merhamet eylesin... Akletmenizi nasip eylesin...
 
Son düzenleme:

tevhid.

New member
Katılım
6 Kas 2008
Mesajlar
62
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Web sitesi
www.tevhid.eu
sefaat konusunun baslangicindan , son mesajima kadar kaynak ve dayanak olarak Kur`an Me`al ve Tefsirinden baska bir bilgiye basvurmamakla birlikte , tum cavaplarimda Kur`an`da Allah cc. ayetlerle bildirdigi , Peygamber efendimiz (sav)`in sunnetine uygun dusunmeye davet etmeye calistim. Kaynak ve dayanagi Kur`an olan bir muslumani KUFR ile suclamak, bir muslumanin yapacagi islerden degildir... Lutfen tabirlerinizi ve goruslerinizi bu cercevede gozden geciriniz.

Allah cc. selami, rahmeti,bereketi tum muslumanlarin uzerine olsun. amin.
 

tevhid.

New member
Katılım
6 Kas 2008
Mesajlar
62
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Web sitesi
www.tevhid.eu
10.1. ŞEFAAT MESELESİ VE ÇEŞİTLİ YÖNLERİ

Şefaat meselesi, Kur'ân-ı Kerîm'de o kadar çok ve öylesine tafsilatlı şekilde geçmiştir ki, bir kişi için, şefaati kimin yapabileceği, kimin yapa*mayacağı, hangi durumlarda yapabileceği, hangi durumlarda yapamaya*cağı, kimin için yapabileceği, kimin için yapamayacağı, kimin için yararlı olduğu ve kimin için yararlı olmadığı gibi konulan öğrenmemiz hiç de zor olmayacaktır. Dünyada insanların kötü yola düşmelerinin sebepleri arasında, şefaat ile ilgili yanlış fikirleri de yer aldığı için, Kur'ân-ı Kerîm bu meseleyi öylesine etraflıca açıklamıştır ki, hiç bir tereddüt veya şüphe*ye mahal bırakmamıştır. Mesela, Bakara sûresinin 225. ayetine bakalım:
"Göklerde ve yerde olan şeyler O'nundur. İzni olmaksızın O'nun nez*dinde şefaat edecek yoktur. Yarattıklarının önünde ve arkasında olanı (geleceklerini ve geçmişlerini) bilir... İnsanlar O'nun ilminden, O'nun is*tediğinden başkalarını kavrayamazlar."
10.1.1. Allah Katında Kimsenin Sözü Geçmez
Yukarıdaki ayetin ilk bölümünde sözde ermiş, evliya, tanrı, melek ve diğer büyük kimselerin Allah nezdinde makbul olup, istedikleri kimseler için şefaatte bulundukları, O'na istedikleri şeyi yaptırdıkları yolundaki müşriklerin yanlış inançları toptan reddedilmiştir. Burada deniliyor ki Al*lah'a zorla bir şey yaptırmak şöyle dursun, en sevdiği peygamberler ve melekler O'nun yanında ağızlarını bile açmaya cesaret edemezler. Âyet-i kerimenin ikinci bölümünde bahsedilen hakikat, şirkin temeline bir darbe daha vurmaktadır. İlk bölümde Allah'ın sonsuz ve rakipsiz hakimiyetinin önemi belirtilmek suretiyle, hiçbir kimsenin O'nun kararını etkilemeyece*ğine işaret edilmiştir. İkinci bölümde de, meseleye başka bir açıdan yakla*şılıyor ve deniliyor ki, Allah'ın işlerine kimse karışamaz, çünkü, onlarda kâinat ve bunun hikmetini anlayacak bilgi kaynaklan yoktur. İster insan olsun, ister melek, cin veya başka yaratıklar olsun, hepsinin bilgisi kıt ve sınırlıdır. Bunlardan hiçbiri kâinatın sonsuz gerçeklerini anlayacak bilgiye ve güce sahip değildir. Ayrıca, en küçük meselelerde dahi kullar Allah'a müdahale etmeye başlar ve olur olmaz şeylerle ilgili olarak başkaları için tavsiye ve şefaatte bulunmayı sürdürürlerse bütün kainat'ın nizamı ve me*kanizması bozulmuş olacaktır. Bu tür müdahaleler büyük meselelere ka*dar sıçrayabilir ve tek Allah fikri ortadan kaybolur. Dünya ve kâinatın dü*zeni bir yana, kullar kendi kişisel ve ailevi sorunlarının üstesinden bile ge*lecek durumda değillerdir. Halbuki, Kâdir-i Mutlak hem onların hem bü*tün dünya ve kâinatın işlerini ve onların ardındaki hikmeti çok iyi bilmek*tedir. Bu itibarla kulların, ilmin ve marifetin en büyük ve yegâne kaynağı olan, Cenab-ı Allah'ın hidâyetine ve talimatına uymalarından başka çare*leri yoktur.
10.1.2. Azaba Lâyık Olanlar İçin Şefaat Yoktur
En'âm suresinin bir ayeti şöyledir:
"Ve şefaatlerini beklediğiniz şeyleri sizinle beraber görmüyoruz. An*dolsun onlarla aranızda münasebet kesilmiştir. Ma'but zannettiğiniz siz*den kayboldu." (Âyet; 94)
Aynı sûrede, bir başka yerde şöyle denilmiştir:
"Rabblerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'an ile inzar et. Onlara Allah'tan başka dost ve şefaatçi olmadığını söyle. Ta ki, ittika edip Allah'tan sakınalar." (Âyet; 51)
Demek oluyor ki, kendilerini dünyanın cazibesine ve diğer işlerine kaptıranlar, kıyamet gününün gelmeyeceğini ve Allah'ın huzuruna hiç çıkmayacaklarını zannedebilirler. Böyle kimselere ne denilirse boştur. Her*hangi bir nasihat faydalı olmaz. Aynı şekilde, dünyada istediklerini yapa*bileceklerini ahirette kendilerine hiçbir zarar gelmeyeceğini, zirâ, kendile*ri için Allah'a başkalarının aracı olacağını ve kendilerini cezalardan kurta*racaklarını sananlar da herhangi bir nasihate kulak asmazlar. A'raf sure*sinde şöyle buyurulmuştur:
"İllâ onun te'vîlini mi gözetiyorlar? Onun te'vîli geldiği (haber verdi*ği şeyler ortaya çıktığı) gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: 'Doğrusu Rabb'imizin elçileri gerçeği gelirmiş. Şimdi bizim şefaatçilerimiz var mı ki bize şefâat etsinler, yahut tekrar geri döndü*rülüp dünyâya gönderilmemiz mümkün mü ki, (orada eski) yaptıkları*mızdan başkasını yapalım?' Onlar, kendilerini ziyâna soktular ve uydur*dukları şeyler kendilerinden saptı. Kaybolup gitti." (Âyet; 53)
"Onun (Allah'ın) izni olmadan hiçbir kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'na ibadet edin. iyice düşünüp ibret almaz mısınız?" (Âyet; 3)
Aynı sûrenin 18. ayetinde şöyle buyurmuştur:
"Onlar Allah'tan başka, kendilerine ne zarar ne de faydası olmayan şeylere taparlar. Ve, 'Bunlar, Allah yanında bizim şefaatçılarımızdır' der*ler. De ki: 'Göklerde ve yerde Allah'a bilmeyeceği bir şey mi haber veri*yorsunuz? ' O, sizin şirk koştuklarınızdan münezzehtir, çok yücedir." (Âyet; 18)
Cenâb-ı Allah'ın bir şeyden habersiz olması, o şeyin varolmaması de*mektir. Çünkü varolan her şey Allah’ın bilgisi dahilindedir. Burada aslın*da ince ve zarif bir ifade kullanılmış ve şefaatçiler, "Allah'ın bilmeyeceği bir şey" olarak tarif edilmişlerdir. Yani, Allah "şefaatçi" diye bir şey tanı*mıyor ve bu sebeple, bunlardan bahsetmek gereksizdir.
"O gün zâlim için acıyacak ve şefaati kabul olunacak kimse yoktur." (Mü'min; 18)
Ayette, kâfirler'in şefaatle ilgili akide ve görüşü açıkça reddedilmiştir. Burada deniliyor ki, zalimlerin şefaati için kıyamette kimse bulunmaya*caktır. Gerçekte, mahşerde kâfir ve zalimlerin şefaatçisi hiç olmayacaktır. Ancak, burada sözün gelişi böyle bir ifade kullanılmıştır. Şefaat izni veril*se de ancak Allah'ın sevgili kullarına verilecek ve bu kullar hiçbir zaman kâfirler ile müşrikler ve zalimlerin dostları olamazlar. Çünkü, kâfir ve müşrikler, şefaatçilerinin çok kuvvetli ve nüfuzlu olduğuna inana gelmişlerdir ve ne olursa olsun mahşerde bu şefaatçiler sayesinde Allah'ın gaza*bından kurtulacaklarına emindirler.Onun için Cenab-ı Allah diyor ki ora*da sözü geçen herhangi bir şefaatçi bulunmayacaktır, hele kâfir, müşrik ve zalimleri kurtaracak kimse olmayacaktır.
10.1.3. Şefaat İçin İzin Gereklidir
Meryem sûresinde şöyle buyurulmuştur:
"Şefaat etmeye ancak Allah indinde söz almış olanlar malik olacak*tır." (Âyet; 87)
Bu ayetin bir anlamı şudur. Ancak müsaade almış olan hakkında şefa*at yapılabilir. İkinci anlamı da şudur. Ancak izin almış olan biri başkası için şefaatte bulunabilir. Ayetin ifadesi bu her iki anlam için müsaittir.
Yukarıdaki ayette geçen Allah kelimesi Arapça aslında "Rahman" ola*rak kaydedilmiştir. Rahman'dan izin almanın anlamı şu olabilir. Dünyada Allah'a iman edip O'nun yakın kulları arasına giren ve O'nun rahmetini kazanmış olan bir kişi şefaata lâyıktır ve ancak o'nun lehinde şefaat yapı*labilir. Demek ki, insanların kendilerine göre şefaatçi bulmaları hiç önem*li değildir. Önemli olan, Allah'ın birini şefaate lâyık görmesi ve şefaatçi olma izni vermesidir.
"O günde şefaat fayda vermez. Ancak kendisine Allah'ın izin verdiği ve şefaat edilmesine razı olduğu kimseninki müstesna. Allah, onların ön*lerinde ve arkalarında olanı bilir. Onların ilmi ise O'nu kavrayamaz." (Tâhâ; 109-110)
Yukarıdaki ayetlerin ilki, iki şekilde tercüme edilebilir. Birincisi yu*karıda tercüme edilen şekildir. İkincisi de şöyledir: "O gün de şefaat fayda vermez. Ancak kendisine Rahman (Allah)'ın izin verdiği ve (başkaları için) şefaat etmesine razı olduğu kimseye fayda verir." Burada kullanılan kelimeler özlü ve geniş anlamlı olup her iki şekilde de tercüme edilebilir. Demek kıyamette, Rahman ve Rahim olan Allah, izin vermezse ne kimse başkaları için şefaatçi olabilir ne de kendisi için şefaate talip olabilir. Mahşerde hiç kimse Allah'ın huzurunda ağzını açamaz ve ne kendisi ne başkaları için şefaate talip olabilir. Ancak Allah izin verdiği takdirde şefa*at gerçekleşebilir. Bu her iki husus Kur'ân'da açıkça anlatılmıştır. Allah bir yandan diyor ki:
"İzni olmaksızın O'nun (Allah'ın) nezdinde şefaat edecek yoktur." (Bakara; 225)
"Rûh ve meleklerin saf olarak huzur-u ilâhîde durdukları günde, on*ların hiçbiri konuşmaz. Ancak Rahman'ın müsaade etlikleri müstesna." (Nebe; 38)
Allah-u Teâlâ bir yandan da şunları bildiriyor:
"Allah onların önünde ve arkalarında olanı bilir. Onlar ancak Al*lah'ın razı olduğuna şefaat ederler. Ve O'nun azametinden korkarlar." (Enbiya; 28)
"Göklerde nice melekler vardır ki, Allah izin vermedikçe ve ona razı olmadıkça hiç kimseye şefaatları fayda vermez." (Necm; 26)
10.1.4. Şefaatin Yasaklanmasının Sebebi
Tâhâ suresinin yukarıdaki ayetinde şefaatin neden kısıtlandığı anlatıl*mıştır. İster melek olsun, ister peygamber ve ister evliya; kimlerin Al*lah'ın huzuruna ne gibi bir dosya ile geldiklerini bilemezler. Bu zâtlar, ki*min dünyada ne yaptığını, nasıl bir karaktere sahip olduğunu ve Allah'a nasıl bir hesap vereceğini kestiremezler. Çünkü onlarda Allah'ın sahip bu*lunduğu bilgi kaynakları yoktur. Bunun aksine, Allah-u Teâlâ, her insanın geçmişini ve geleceğini, karakterinin ne olduğunu, dürüstlük derecesinin ne olduğunu, suçlu olup olmadığını, suçluysa ne kadar cezaya lâyık oldu*ğunu, suçlu değilse nasıl ödüllendirileceğini en ince ayrıntılarına kadar bilmektedir. Böyle bir durumda melekler, peygamberler ve evliyalar, iste*dikleri kişiler için şefaat edemezler. Bilindiği gibi, bir daire veya iş yerin*de, alt seviyedeki bir müdür veya memur, istihdam veya başka konularla ilgili olarak bütün dost, arkadaş ve yakınları için torpil kullanmaya çalışır*sa bunun haddi hesabı olamaz ve iş yerinin bütün mekanizması ve çalışma düzeni bozulmuş olur. Böyle küçük bir düzeyde Kâinatın Sahibi'nin huzu*runda herkesin şefaat etmesi ve bunun kabul edilmesinin ne kadar tehlike*li ve zararlı olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Şefaat serbest bırakıldığı takdirde Allah'ın huzurundaki manzarayı gözünüzde bir canlandırın. Bin*lerce, on binlerce ve hatta milyonlarca kimsenin Arş-ı Alâ'da toplanıp hem kendi hem başkaları için yalvardıklarını düşünün. Bu kargaşada kimin ne olduğu, kimin nasıl şefaat edileceğini gözden geçirin. Orada şefaatçilerin, şefaat ettikleri kişilerin geçmişi ve karakterini pek iyi bilmediğinden emin olabilirsiniz. Dünyada yüksek bir mevkide bulunan bir amire emri altında*ki memur ve personel için tavsiye filan geldiği zaman, bu yetkilinin tavsiyeciye sorduğu sorular şu şekilde oluyor: Siz bu adamı iyi biliyor musu*nuz? Karakterini incelediniz mi? Yeterince güvenilir bir kişi midir? ondan bir zarar gelmeyeceğinden emin misiniz? Ayrıca, eğer bu âmir tavsiye edilen kişinin ne mal olduğunu biliyorsa onu derhal tavsiyeciye geri gön*deriyor ve diyor ki, "Bu adamın ne kadar yalancı nankör, tembel, hırsız, rüşvetçi ve ahlâksız olduğunu bilmiyor musunuz?" Amir işte bu bilgisine dayanarak, azarlayıcı bir tavırla, tavsiyeciye der ki, "Vallahi sizden böyle bir kişi için tavsiyede bulunmanızı beklemiyordum. Lütfen böyle kimseler için tavsiyede bulunmayın". Bu küçük misalden, söz konusu ayette şe*faat için ilgili zikredilen kaide ve kuralların ne kadar doğru ve yerinde ol*duğu anlaşılacaktır. Şefaatin kapısı tamamıyla kapatılmamıştır. Dünyada Allah'ın kullarına her zaman yardım elini uzatmış Allah'ın sevgili insanla*rı, âhirette başkaları için şefaatçi olabilirler. Ancak herhangi bir kimse için şefaatte bulunmadan önce Allah'tan izin almak zorundadırlar. Allah, kimin için konuşmalarına izin verirse ancak onlar hakkında tavsiyede bu*lunabileceklerdir. Ayrıca, şefaatin de haklı ve yerinde olması şarta bağlan*mıştır. Nitekim, "ve kâle Sevaben" (bu sözü iyi söylesin) şeklindeki İlâhî emir bu yöndedir. Yanlış, uygunsuz ve yerinde olmayan şefaate izin veril*meyecektir. Mesela, dünyada yüzlerce Allah'ın kulunun hakkını yemiş birisi için kıyamette herhangi bir peygamber, melek veya evliya çıkıp, Al*lah'a "Ya Rab bu adama acı, bunu mükâfatlandır" diyemez. Nebe' suresin*de şöyle buyurulmuştur.
"Rûh ve meleklerin saf olarak huzuru ilâhide durdukları günde on*lardan hiçbiri konuşmaz. Ancak Rahman'ın müsaade ettikleri müstesna. Ve doğru söylerler."
Burada "konuşamaz" kelimesi, "şefaat edemez" manasındadır. Cenab-ı Allah demek istiyor ki, kimse Allah nezdinde başkası için şefaat edemez ama iki şan müstesna. Bu şartlardan biri şudur. Bir suçlu veya hatalı kişi hakkında şefaat etmesine izin verilen şefaatçi, şefaati doğru ve haklı ola*rak yapmalıdır. Gereksiz ve haksız yere Allah'ın huzuruna çıkmamalıdır. Ayrıca, hakkında şefaat yapılan kişi sadece günahkâr olmalı, kâfir olma*malıdır.
 

tevhid.

New member
Katılım
6 Kas 2008
Mesajlar
62
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Web sitesi
www.tevhid.eu
10.1.5. Müşriklerin Güvendiği Sahte Şefaatçiler
"Allah onların önünde ve arkalarında olanı bilir. Onlar ancak Al*lah'ın razı olduğuna şefaat ederler. Ve O'nun azametinden korkarlar." (Enbiyâ; 28)
Müşrikler, melekleri iki sebepten tanrı olarak kabul ederlerdi. Birinci*si, melekler onların gözünde Allah'ın evlâtları gibiydiler. İkincisi, onlara tapmak suretiyle, onları Allah katında kendileri için şefaatçi haline getir*mek isliyorlardı. Halbuki Yunus sûresinin 18. ayeti ve "Zümer sûresinin 3. ayetiyle bu her iki inanç şiddetle reddedilmiştir.
Burada şu noktaya da dikkat etmeliyiz ki, Kur'ân-ı Kerîm şefaat ile il*gili müşriklerin batıl inancını reddederken onların şefaatçi olarak kabul ettikleri varlıkların ne gaipten ne de gelecekten haberdar olmadıklarını be*lirtir. Burada denilmek isleniyor ki, başkalarının geçmişi, geleceği veya mevcut durumu hakkında bilgi sahibi olmayanlar şefaat içi.) mutlak yetki*ye sahip olamazlar. Bu sebeple, ister peygamber olsun ister melek, Al*lah'ın izni olmaksızın şefaatçi olamazlar. Kendi başına kimse için şefaat edemezler. Şimdi şefaati dinleyip dinlememek, kabul edip etmemek tama*mıyla Allah'ın elinde olduğuna göre, bunca yetkisiz ve çaresiz şefaatçilere tapmak, onlara yalvarmak doğru olabilir mi? Sebe' sûresinde şöyle buyu*rulmuştur:
"O'nun (Allah'ın) katında kendisine izin verdiğinden başkasının şefaati fayda vermez." (Âyet; 23)
Yani, kâinatın mülkiyetinde ve idaresinde Allah'a ortak olmak şöyle dursun, hiçbir kimse başka bir kimse için Allah'ın huzurunda ağzını açma*ya cesaret edemez. Allah'ın sevgili kullarının, Kâinatın Efendisi’ne söz geçirebileceklerini ve hatta ondan istediklerini koparabileceklerini düşünen*ler yanlış yoldadırlar. Halbuki, Allah (cc.) genellikle şefaati sevmez ve ancak izin verdiği kişiler şefaatçi olabilir veya şefaat olunurlar.
"Onların (Mahşer halkının) kalplerinden korku giderildiğinde birbir*lerine: 'Rabbiniz ne söyledi?' diye sorarlar. (Şefaat edecek olanlar da): 'Hakkı söyledi' derler. O, çok yüce ve çok büyüktür." (Sebe; 23)
Burada, Kıyamet gününde, bir şefaatçinin bir kişi için şefaat edeceği zamanın tablosu çizilmiştir. Bu tabloda, Allah'tan izin alınmak üzere ken*disine müracaat edildikten sonra, şefaatçi ile şefaat olunanın, merakla, sa*bırsızlıkla ve korkudan titreyerek Allah'ın cevabını bekledikleri görül*mekledir. Nihayet, Allah'ın yüce katından izin çıkınca ve şefaat olunan şefaatçinin yüz ifadesinden durumun ümit verici olduğunu anlayınca, rahat bir nefes alıyor ve bir adım ileriye alarak şefaatçiye soruyor. 'Acaba, Al*lah'tan nasıl bir haber geldi'?' O zaman şefaatçi da kendisini teskin edici bir şekilde, "müsterih ol, Cenab-ı Allah'tan izin çıkmıştır" diyor.[4]
Burada vurgulanmak istenen şey şudur. Cenab-ı Allah gibi yüce bir Hâkimin huzurunda ağızlarını bile açmaya cesaret edemeyen kimselerin zorla ve ısrarla Allah'a bir şey yaptırmalarını düşünmek bile abestir. Duhân suresinde Allah şöyle buyurmuştur:
"O gün, bir dost bir dosttan hiçbir şeyi defedemez. Onlara yardım da olunmaz. Ancak, Allah'ın merhamet ettiği kimseler böyle değil. Çünkü O, Gâlib, Kâdir ve Rahîm'dir." (Duhân; 41-42)
Bu ayetlerde mahşerde, karar gününde İlahî Mahkeme'nin havası yan*sıtılmak istenmiştir. Allah'ın yüce mahkemesinde hiçbir kimsenin himaye*si, yalvarışı ve tavsiyesi, hiçbir suçluyu cezadan kurtaramayacaktır. En büyük yargıç Allah ve bütün yetkiler O'nun elindedir, O'nun kararlarını kimse etkilemez. Herhangi bir sanığı ağır bir şekilde cezalandırması, af*fetmesi ya da cezasında indirim yapması tamamıyla Onun iradesine bağ*lıdır, ilahî iradenin en bariz özelliği merhamettir. Ancak Allah kimin hak*kında ne karar verirse versin, eksiksiz uygulanacaktır. İlahî adaletin niteli*ğine değinildikten sonra devamında sanık ve suçluların akıbetinin ne ola*cağı anlatılmıştır. Asi ve inatçı suçlulara herhangi bir merhamet veya es*neklik gösterilmeyecektir. Ancak Allah'tan korkan ve dünyada her konuda O'nun talimatına göre hareket etmeye çalışanların bazı hataları affedile*cek, cezaları hafifletilecek ve hatta mükafatlandırılacaklardır.
10.1.6. Hazreti Nuh'un Oğlu İçin Allah'a Yalvarışı
Kur'ân-ı Kerîm'in Hûd Sûresinde Hz. İbrahim (a.s.)'in hikâyesi, Ku*reyşlilere anlatılmıştır (Ayet: 69-76). Kureyş'liler, kendilerini Hz. İbra*him'in soyundan saydıkları için Arabistan'ın bütün din adamları, tarikat sahipleri, Kâbe'nin mütevellileri v.s. Arap'ların dinî, ahlâkî, siyasi ve kültürel liderliğinin kendi malları olduğunu sanıyorlardı. Bunlar Allah'ın yü*ce mahkemesinde, kendilerinin hiçbir zarara uğramayacağı gibi yanlış bir düşüncede idiler. Kendilerinin, Hz. İbrahim gibi Allah’ın sevgili peygam*berinin evlatları ve mirasçıları olduğu düşüncesiyle, suçlu oldukları tak*dirde bile şefaat olunacaklarına inanıyorlardı. Kureyşli ve Mekke'lilerin bu yanlış fikrini reddetmek amacıyla Cenab-ı Allah kendilerine Hz. Nûh (a.s.)'un başına gelenleri hatırlatmıştır. Hz. Nûh, oğlunun suda boğulmak üzere olduğunu görüyor ve kurtulması için Allah'a yalvarıyor, ancak sade*ce yalvarışı ve şefaati geri çevrilmekle kalmıyor, üstelik azarlanıyor da. Bundan sonra Hz. İbrahim (a.s.)'in hikâyesi anlatılmıştır. Yani, bir yandan kendisinin Allah'ın Halili (sevgilisi) ve en yakın peygamberlerinden biri olduğundan söz ediliyor ve meziyetleri dile getiriliyor ve bir yandan da, aynı Hz. İbrahim, kendi milleti (Lût)'nin kurtulması için Allah'a yalvardı*ğı ve Allah'ın iradesine karıştığı zaman şefaati reddediliyor. Yine Hûd sûresinde biraz ilerde şu ayetlere rastlanıyor:
"O gün gelince herkes yalnız Allah'ın izni ile konuşur." (Hûd; 105)
Burada kendilerine göre hayaller kuranlar ve kendi kendilerini alda*tanlar tekrar ikaz ediliyor. Falanca peygamber ve evliyanın, Allah'ın katı*na çıkarak falan falan kişi ve gruplar için şefaatte bulunacağı ve zorla söz*lerini kabul ettirip onları affettireceği gibi düşünceler hayâldir. Allah kim*seye konuşma izni vermezse ağızlarından bir tek lâf bile çıkmayacaktır.
10.1.7. Dünyevî Yaşantıda Allah'tan Şefaat İle İlgili Müşriklerin Yanlış Anlayışı
Nahl suresinin bir ayeti şöyledir:
"Şimdi onlar, batıla iman edip, Allah’ın Himmetini inkâr mı ediyor*lar?" (Âyet; 72)
Mekke'li müşrikler bütün nimetlerin Allah tarafından geldiğini inkâr etmezlerdi. Hatta bu nimetleri kendilerine ihsan ettiği için Allah'a şükre*derlerdi. Fakat bu noktada bir hata işlerlerdi. Bu nimetlerin ihsan edilme*sinde hiç rolleri olmayan bir takım tanrı, tanrıça ve melerler v.s. ye de sözde ve fiilde minnettar olduklarını ifade ederlerdi. İşte Mekke'li müşrik*lerin bu davranışını Kur'ân-ı Kerîm, "Allah'ın nimetinin inkârı" olarak ta*rif etmektedir. Muhsin (ihsan eden)"in ihsanı için gayri muhsin (muhsin olmayan)'e teşekkür edilmesi, Kur'ân-ı Kerîm'de aslında, nimetin inkârı veya Muhsin'e saygısızlık olarak kabul edilmiştir. Ayrıca, Muhsin'in, ken*di irade ve fazlıyla ihsan etmesine rağmen, O'nun, başkalarının tavsiye ve şefaati üzerine böyle yaptığını sanmak da yanlıştır ve Kur'ân-ı Kerîm bu*nu da usulen tekzip etmiştir.
Aslına bakılırsa, bu ilâhî tutum ve davranış adalet ve hakkaniyet ku*rallarına tamamıyla uygundur. Bunu şöyle bir misalle anlatalım. Diyelim ki, muhtaç bir kimseye yardım elinizi uzattınız. Siz yardım eder etmez o kimse yerinden kalkıp, bu yardımda hiç payı olmayan başka bir adama te*şekkür ve minnetini bildirdi. Belki de siz alçak gönüllü ve efendi bir in*sansınız ve söz konusu kimsenin bu münasebetsizliğini görmezlikten gel*diniz. Fakat, kalbinizin bir köşesinde bu kimsenin münasebetsizliği ve nankörlüğü konusunda acı duyacaksınız. Sonra eğer bu adama bu ters davranışının sebebini sorduğunuz zaman sizin merhamet duygusuyla de*ğil, aksine aracı ve şefaatçi kişinin hatırı ve korkusuyla kendisine yardım ettiğinizi söylerse herhalde bunu kendinize bir hakaret kabul eder ve fazla tahammül edemezsiniz. Onun acayip açıklamasından, kendiniz hakkında iyi fikir taşımadığı, sizi merhametli ve yardımsever bir insan olarak görmediği, aksine dost ve ahbapların sözlerine değer verip onların hatırı için başkalarına yardım ettiğiniz görüşüne sahip olduğunu anlamakla fazla ge*cikmeyeceksiniz. Nahl suresinde şöyle buyuruluyor:
"Onlar Allah'ın nimetini bilirler ve sonra onu inkâr ederler. Onların ekserisi kâfirlerdir." (Âyet: 83)
Burada da "inkâr edenler" deyiminden, daha evvel bahsettiğimiz dav*ranış kastedilmiştir. Yani, Mekke'li kâfir ve müşriklerin, Allah'ın nimetle*rine başkalarını ortak koşmaları. Hacc sûresinde şöyle buyurulmuştur:
"Allah hem meleklerden, hem de insanlardan rasûller seçer. Allah işiticidir, görücüdür. Allah onların önlerinde ve arkalarında olanı bilir. Bütün isler Allah'a döndürülür." (Âyet; 75-76)
Burada denilmek isteniyor ki, müşriklerin kendilerine ma'bud olarak seçtikleri varlıklar arasında, melekler ve peygamberler en üst mevkiye sa*hiptirler, ama bunların durumu da haberci ve elçilerden farklı değildir ve bunlar da Allah'ın seçtiği görevlilerdir. Sadece bu husus kendilerine, Al*lah'ın işlerinde ortak olmalarına sebep olamaz. Dikkat ederseniz, "Allah onların önlerinde ve arkalarında olanı bilir" cümlesi Kur'ân-ı Kerîm'de çok sık yer almıştır ve her yerde şefaat ile ilgili müşriklerin batıl itikadı*nın reddi için kullanılmıştır. Bu cümlenin burada kullanılmasının anlamı da aynıdır. Allah demek isliyor ki, müşrikler tarafından sefaatçı ve kurta*rıcı olarak bilinen melekler ile peygamberler aslımla kendileri Allah'a muhtaçtırlar. Her şeyi gören, bilen ve dolayısıyla, kulların ihtiyaçlarını gi*deren ve şefaatlerini dinleyen ya da reddeden de odur. Bu hususla başka kimse O'nun ortağı olamaz. Nitekim, Zümer sûresinde şöyle denilmiştir.
"Yoksa onlar, Allah'tan başka şefaatçiler mı edindiler? De ki: Onla*rın hiçbir şeye güçleri yetmez ve hiçbir şeye akıl erdiremezlerse yine (on*lardan şefaat bekler misiniz?)! De ki: 'Bütün şefaat Allah'ın kudretinde*dir. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz." (Âyet; 43-44)
Cenab-ı Allah demek istiyor ki, kâfirler ve müşrikler kendi kendine bazı kimselerin Allah nezdinde nüfuz sahibi olduğuna ve bazı konularda Allah'a zorla ve tehdide bazı şeyler yaptırdıklarına inanıyorlar. Oysa, Allah nezdinde kimse bizzat kendisi için Allah'ın izni olmaksızın şefaate bulunamaz. Ne Allah kimseye şefaat konusunda yetki vermiştir ne de Allah'ın nezdinde şefaat edebilecek kimseler herhangi bir zaman böyle bir iddiada bulunmuşlardır. Necm Sûresinin şu âyetlerine de bakalım.
"Göklerde nice melekler vardır ki, Allah izin vermedikçe ve ona razı olmadıkça hiç kimseye şefaatleri fayda vermez." (Âyet; 26)
Demek ki, Allah katında melekler şefaatten dem vuramaz. Melekler zaten Allah'a tamamıyla bağlı ve emrine amade yaratıklardır. Onlar kendileri muhtaç ve çaresizdirler. Onlardan yardım ve şefaat beklemek cahilliktir. Doğrusu şu ki, bütün melekler bir olup Allah'ın istemediği bir kimse için şefaat dileseler dahi, hiçbir şey yapamazlar.
10.1.8. Allah'ın Kararını Kimse Değiştiremez, Tehir Edemez
Şu âyete bakın.
"Allah bir kavme fenalık murad ederse, onu çevirecek hiçbir çare yoktur. Onlar için, Ondan başka bir veli ve dost yoktur." (Ra'd; 11)
Burada denilmek isteniyor ki, Allah (cc.) herhangi bir kişi veya millet hakkında bir karar vermişse onu değiştirecek herhangi bir güç yoktur. Herhangi bir aracı, şefaatçi ve tavsiyeci, suçlu ve günahkârı Allah'ın gazabından kurtaramaz. Onun için şefaat ve kurtuluş umuduyla serbestçe günah işlemek doğru bir davranış değildir.
"Onlar için istiğfar etsen de etmesen de, eğer onlar lehinde yetmiş kerre istiğfar eylesen de, Allah onları mağfiret etmez. Çünkü onlar Allah ve Rasûlünü inkâr ile kâfir oldular. Allah, fasık olan kavme hidâyet et*mez." (Tevbe; 8fr)
"Onlar için istiğfar etsen de etmesen de müsavidir. Allah, onları mağfiret etmez. Şüphesiz Allah, fâsık olan kavmi hidâyet etmez." (Münafıkûn; 6)
İşbu mesele, Münafikûn sûresinden üç sene sonra nâzil olan Tevbe suresinde çok açık bir şekilde ele alınmıştır. Söz konusu âyette Cenab-ı Allah, Hazreti Peygamber (a.s.)'e hitap ederek diyor ki, "Sen bu sapıklar için 70 defa bile şefaatte bulunsan. Ben onları affetmeyeceğim. Zira, onlar Allah ile Rasûlünü inkâr ediyorlar ve en kötü günahları işliyorlar." Daha sonra şunları söylüyor.
"Onlardan ölen bir kimse üzerine katiyyen namaz kılma. Ve kabri üzerinde durma. Çünkü onlar, Allah ve Rasûlünü inkâr ettiler ve fasık ol*dukları halde öldüler." (Tevbe; 84)
Burada iki noktaya temas edilmiştir. Yani, şefaat ve mağfiret yalnızca hidayet bulmuş kişilere mahsustur. Hidayet almamış veya doğru yoldan saparak fısk-ü fücûra batmış olanlar için ise alelâde İnsanlar şöyle dursun, Allah'ın Rasûlü bile mağfiret duası yaparsa, Cenab-ı Allah tarafından ka*bul edilmez. Burada temas edilen ikinci nokta şudur. Allah'ın hidayetine talip olmayanları Allah bağışlamaz. Eğer bir kul, hidayeti kabul etmiyor ve hidayete çağrıldığı zaman omzunu silkip başka bir tarafa yöneliyorsa, Allah herhalde onu hidayet edecek değildir.

http://darulkitap.com/akaid/tevhidmucadelesi/010.htm#_ftnref1http://darulkitap.com/akaid/tevhidmucadelesi/010.htm#_ftnref1
 

casus021

New member
Katılım
30 Ocak 2007
Mesajlar
1,475
Tepkime puanı
380
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Web sitesi
www.islamportali.net
sen boş konusuyorsun tevhid kardeşim verdigin ayetleri bir kontorl et kimler şefaat edemez kimlere edilmez onu bir ögren ondam sonra gel konuslım çünkü inkara kalkıyorsun biz müşrik degiliz şefaat edilmeyecek olanlar müşriklerdir müminler degil kardeşim o konuda ayetler verilmiş zaten
 

casus021

New member
Katılım
30 Ocak 2007
Mesajlar
1,475
Tepkime puanı
380
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Web sitesi
www.islamportali.net
sefaat konusunun baslangicindan , son mesajima kadar kaynak ve dayanak olarak Kur`an Me`al ve Tefsirinden baska bir bilgiye basvurmamakla birlikte , tum cavaplarimda Kur`an`da Allah cc. ayetlerle bildirdigi , Peygamber efendimiz (sav)`in sunnetine uygun dusunmeye davet etmeye calistim. Kaynak ve dayanagi Kur`an olan bir muslumani KUFR ile suclamak, bir muslumanin yapacagi islerden degildir... Lutfen tabirlerinizi ve goruslerinizi bu cercevede gozden geciriniz.

Allah cc. selami, rahmeti,bereketi tum muslumanlarin uzerine olsun. amin.

bizlerde şefaat konusunda bir çok ayet ve dillerle geldik kardeşim ve kimler ve kimlere şefaat edilmeyecek husustan ayette belirttik kimler şefaat edecek diye ayetlerde verdik fakat ne hikmetse siz dogru söylüyorsunuz bizde yanlıs söylüyoruz bizim verdigimiz ayet ve delil olarak görükmüyor sizin verdiginiz ayet ve deliller sayılıyor siz okuduuzu anlamıyorsaunuz her halde onun için ilk olarak okuyun ve anlamaya çalısın bizler kuranda kimlere şefaat yetkisi verildigini ayet ve haidslerle biliyoruz sizler bir ayeti alıp ötekini inkar ediyorsunuz biz ise hem peygamberin söylediklerini hemde ALLAH ın söylediklerine iman ederiz din sadece kuranla bitmiyor birde peygamberin yasantısı ve sözleri ilede hareket edilir bu husuta nice ayetler vardır işte sizinle bizim aramızdaki fark bu
 

tevhid.

New member
Katılım
6 Kas 2008
Mesajlar
62
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Web sitesi
www.tevhid.eu
iste sizinsefaat icin delil gosterdiginiz ayetler.....

bu ayetleri bir daha okuyun ... sonr abu ayewtlere dayanarak neye iman ettiginizi bir daha dusunun...


Allah. O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdirO'nu uyuklama ve uyku tutmazGöklerde de, yerde de ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir ? O, önlerindekini ve, arkalarındakini bilir. Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiç bir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. BAKARA-255

Şüphesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra da arşa istiva eden işleri de evirip-çeviren Allah'tır. Onun izni olmadıktan sonra, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur, öyleyse O'na kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz? YUNUS-3


Rahmanın katında ahid almışların dışında (onlar) şefaate malik olamayacaklardır.MERYEM-87

O gün, Rahman (olan Allah) 'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz.TAHA-109

O'nun dışında tapmakta oldukları şefaatte bulunmağa malik değildirler; ancak kendileri bilerek hakka şahidlik edenler başka.ZUHRUF-86
 

tevhid.

New member
Katılım
6 Kas 2008
Mesajlar
62
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Web sitesi
www.tevhid.eu
casus021 den alinti
sen boş konusuyorsun tevhid kardeşim verdigin ayetleri bir kontorl et kimler şefaat edemez kimlere edilmez onu bir ögren ondam sonra gel konuslım çünkü inkara kalkıyorsun biz müşrik degiliz şefaat edilmeyecek olanlar müşriklerdir müminler degil kardeşim o konuda ayetler verilmiş zaten
__________________
En iyi nasihat; iyi örnek olmaktır. (Malcolm X)


artik terbiyesizlesmeye basladin casus021, istedigin gibi inanabilirsin, senin inancin seni baglar...

ancak ban `bos konusuyorsun` seklindeki sozlerin acikca hakarettir. senin dusunce dolu digerleri bos, senin sozlerin dolu digerleri bos , sen akillisindigerleri aptal, bunlari da soylemek istermisin devaminda ...


HAKK`tan sonra geriye ancak BATIL kalir.

HAKK`tan bir sozunuz kalmadi da BATIL`dan hakarete mi basladiniz ...!
 

tevhid.

New member
Katılım
6 Kas 2008
Mesajlar
62
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Web sitesi
www.tevhid.eu
Muslumanlarin da, muminlerinde,kafirlerinde,musriklerinde,fasiklarinda,munafiklarinda tanimlari Kur`an`da acikca belirtilmistir.

Musrikler, analarindan musrik dogduklari icn degil, Allah`a cc. bazi sifatlarinda ortak kostuklari icin musrik olmuslardir.

Hatirlayiniz ki Mekke musrikleri Allah`i cc. inkar etmiyorlar, Allah cc ile birlikte `kendilerini Allah cc. daha cok yaklastiracak, dualarinin kabul edlmesine vesile olacak` inanci ile ` `bunlar, bizim Allah cc .katindaki sefaatcilerimizdir, biz bunlara bizi Allah`a cc. daha cok yaklastirsinlar diye tapiyoruz` diye savunduklari ilahlar ediniyorlardi.

dua ancak Allah`a cc. yapilir.
Allah`tan cc. baskasindan dilemek, istemek, dua etmek, ahirette gunahlarinin affedilecegi umidiyle sefaat dilemek sirk`tir. bunlari yapan da ya kafirdir, yada musriktir.

bir muslumanin `Sefaat ya Rasulallah` diye nidasi Peygamber (sav) efendimizden istemektir. Bu sekilde dua edilen, Allah cc. degil Peygamber (sav) efendimizdir. Bu ise acik sirktir ve musrik olmustur.

hesap gunu, ahiret gunu sefaate nail olabilmek icin yapilabilecek dua ancak `Allah`im cc bizi hesap gunu sefaatinden, sefaatcilerinin sefaatinden mahrum etme` seklinde olmali bu cizgi asilmamalidir. Dua, istek ancak Allah`a yapilmalidir.

`ancak sana kulluk eder, ancak senden yardim dileriz`

bizim gorevimiz ancak acik bir tebligdir. yoksa Allah`in hidayet etmedigini kimse dogru yola ulastiramaz.
 

gercegi_arayan

New member
Katılım
13 Kas 2008
Mesajlar
12
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
41
Sefaat Allahin hakkidir ancak allahin dilemesiyle sefaat olabilir.Allahtan baskasindan sefaat istemek sirktir.kisi dinden cikar.

ne istenilecekse Allahtan istemeli ancak...
 

tevhid.

New member
Katılım
6 Kas 2008
Mesajlar
62
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Web sitesi
www.tevhid.eu
KAMER/17- Biz Kur'an'dan öğüt alınabilsin diye onu kolay anlaşılır kıldık. Yok mu öğüt alan?
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Şefeatin ne demek olduğu, hangi şartlarda ve nasıl şefaat talebinde bulunulabilineceği, konuyu açıklayan, destekleyan ayetler ve hadislerlerle apaçık bir şekilde anlatılmış, gerekse ilim ışığında izah edilmiş olmasına rağmen; görülmüştür ki, bu mevzuyu anlam ve ahkam zaviyesinde tahrif eden, kendilerine " hanif" adını takan güruh, speküle etmek, hatta bu yolla tekfire dahi uzanmak, iftiralarda bulunmak arzusundadır.

Konu her kesim ve her inanç tarafından tebarüz ettirilmiş, ancak bu andan itibaren ise edebi ölçüleri korumanın zorluğu açıkça görülmüştür.

Ehli Sünnet bu konuda hemfikirdir. Delalet görünmemektedir. Her şey sahihtir. Ancak bu bir kesim kişinin iddiası sadece kendi zatlarını bağlamaktadır. En doğrusunu ise o "din gününde" Allah Zülcelal Hazretleri herkesin önüne koyacaktır.

Bu keyfiyet ile, hadlerin daha fazlaca da aşılması bu formun mükelefiyeti değildir. Dolayısı ile konunun kapatılması da hayr olacaktır.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt