21) Yukarıda anılan üç olay da, günahını itiraf eden bir suçludan kendisiyle zina ettiği kişinin sorulmayacağını açıkça göstermektedir. Çünkü, bu durumda bir yerine iki kişi recmedilecektir. İslâm hukuku kişileri cezalandırma heveslisi değildir. fakat, suçlu ortağının da adını verecek olursa, bu durumda bu ikinci kişiden de durum sorulur ve eğer itirafta bulunursa o da cezalandırılır. Yok bu kişi suçu kabul etmezse, yalnızca itirafta bulunan kişi cezalandırılacaktır. Ne var ki, bu durumda itirafta bulunan kişiye zina suçu cezası mı, yoksa iftira cezası mı verileceği konusunda görüş ayrılığı vardır. İmam Malik ve İmam Şafiî'ye göre, böyle bir kişi yalnızca bu suçu itiraf ettiğinden zina cezasıyla cezalandırılır. İmam Ebu Hanife ve İmam Evzai'ye göre, karşıdaki kişinin inkârı suçu şüpheli hale getirdiği ve iftira olayı kanıtlanmış olacağı için, böyle bir kişiye iftira cezası verilir. İmam Muhammed ve İmam Şafiî'nin bir görüşüne göre, hem zina hem de iftira cezasıyla cezalandırılır. Çünkü, bizzat zina suçunu itiraf etmiş, fakat karşıdakinin suçunu ıspatlayamamıştır. Buna benzer bir olay Hz. Peygamber (s.a) zamanında meydana gelmiştir. Müsned-i Ahmed ve Ebu Davud'da Sehl bin Sa'd'dan gelen bu konudaki rivayet şöyledir: "Bir kişi Hz. Peygamber'e gelerek falanca kadınla zina ettiğini itiraf etti." Hz. Peygamber (s.a) durumu kadına sordu, fakat kadının cevabı "hayır" oldu. Bunun üzerine erkeğe gerekli cezayı verip, kadını affetti. Fakat bu rivayet verilen cezanın ne olduğunu belirtmemektedir. Nesaî'de İbn Abbas'tan gelen bir diğer rivayette, adamın itirafı üzerine Hz. Peygamber'in (s.a) kendisine zina cezası verdiği ifade olunmaktadır. Fakat kadın inkârda bulununca, adam iftira suçunun cezası olarak kırbaçlanmıştır. Ne var ki, bu rivayet senedi yönüyle zayıftır. Çünkü ravilerinden Kasım bin Feyyaz çoğu hadis alimlerince güvenilir kabul edilmemiştir. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a) önce adama zina cezası verip, sonra da durumu kadına sorması beklenemeyeceğinden bu rivayet akla da aykırı görünmektedir. Hz. Peygamber'in (s.a) gözardı edemeyeceği sağduyu ve adalet, durum kadından sorulmadan hükmün verilmemesini gerektirir. Sehl bin Sa'd'dan gelen bir rivayet de bunu desteklemektedir. Bu nedenle, ikinci rivayeti güvenilir kabul etmek zordur.
22) Zina suçu işlediği kanıtlanmış kişilere nasıl bir ceza verileceği hakkında fakihler arasında görüş ayrılığı vardır. Bu konudaki çeşitli görüşler şu şekildedir:
Zina suçlusu evli kişilere verilecek ceza:
a. İmam Ahmed, Davud ez-Zahirî ve İshak bin Rahaveyh'e göre 100 kamçı vurulduktan sonra recmedilirler.
b. Tüm diğer fakihler yalnızca recmedilecekleri görüşünde ittifak halindedirler, recm ve celde-kamçılama aynı anda uygulanamaz.
Bekârlara verilecek ceza:
a. İmam Ahmed, İmam Şafii, Davud ez-Zahirî, Süfyan'üs-Sevrî, İbn Ebî Leyla ve Hasan bin Salih'e göre, ceza yüz kamçı ve hem erkek, hem de kadın için bir yıl süreli sürgündür.
b. İmam Malik ve İmam Evzai'ye göre, erkek yüz kamçı ve bir yıllık sürgünle cezalandırılırken, kadına yalnızca yüz kamçı vurulur. (Bu fakihlere göre, "sürgün", kişinin kendi ikâmetgahından alınıp, en azından namazını kısıtlamak durumunda kalacağı kadar uzakta bir yere gönderilmesi anlamına gelirken, Zeyd bin Ali ve İmam Cafer es-Sadık'a göre hapis de aynı sürgün amacını görür.)
c. İmam Ebu Hanife ve talebeleri, -İmam Ebu Yusuf, İmam Züfer ve İmam Muhammed- böyle durumlarda zina haddinin erkek için de kadın için de 100 kaçmı olduğu görüşündedirler. Sürgün veya hapis gibi herhangi bir ek ceza hadde değil, tazire girer. Eğer hakim, suçlu erkeğin karakterinin düşük veya suçlular arasındaki gayri meşru ilişkinin çok içten olduğunu hissederse, ikisini de durumun gereğine göre sürgün veya hapsedebilir. Haddle ta'zir arasındaki fark şudur: Hadd, suç İslâm hukukunun koyduğu şartlar çerçevesinde sabit olduğunda mutlaka verilmesi gerekir bir ceza iken, ta'zir, niteliği ve ağırlığı açısından hukukun belirlemediği, fakat duruma ve şartlara göre mahkemenin tesbit ettiği cezadır.
Tüm bu farklı görüşler, Hz. Peygamber'den nakledilen şu hadislere dayanmaktadır:
Müslim, Ebu Davud, İbn Mace, Tirmizi ve İmam Ahmed'in Ubade bin Samit'ten naklettiği bir rivayette Hz. Peygamber (s.a) şöyle demektedir: "Onu benden alın, onu benden alın. Allah zina suçlusu kadınlara nasıl davranılacağını belirlemiştir. Bekâr bir kadınla zina eden bekâr bir erkeğin cezası 100 kamçı ve bir yıllık sürgündür. Evli kadınla zina eden evli erkeğin cezası ise 100 kamçı ve recmedilmektir." Bu hadis her ne kadar senedi itibarıyle teknik açıdan sahihse de, çok sayıda daha fazla sahih rivayetlerden ne Hz. Peygamber (s.a) zamanında, ne de Raşid Halifeler döneminde bu hadisle amel edilmediğini ve herhangi bir fakihin tam bu hadise göre hüküm vermediğini öğreniyoruz.
Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesaî, İbn Mace ve Ahmed'in Ebu Hureyre ve Zeyd bin Halid el-Cüheni'den rivayet ettikleri bir hadise göre, Hz. Peygamber'e (s.a) iki bedevi tarafından bir dava getirilir. Onlardan biri şöyle der: "Bu adamın evinde işçi olarak çalışan oğlum onun karısıyla iş yapmış. Ben de bunu kendisine 100 keçi ve bir cariye vererek telafi ettim, fakat alimlerce bana bunun Allah'ın Kitabı'na aykırı olduğu söylendi. Lütfen aramızda Allah'ın Kitabı'na göre hükmet." İkinci adam da aynı şeyi söyleyip, kararın Allah'ın Kitabı'na göre verilmesini istedi. Cevap olarak Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdular: "Allah'ın Kitabı'na göre hükmedeceğim. Sen keçilerini ve cariyeni geri alacaksın. Oğluna ise 100 kamçı ve bir yıllık sürgün var."
Sonra Hz. Peygamber (s.a) Eslem kabilesinden bir adama şöyle dedi: "Ey Üneys, bu adamın karısına git ve durumu ondan soruştur. Eğer suçu itiraf ederse, kendisini recmet." Kadın suçu itiraf etti ve recmedildi. Bu hadiste, evli kadınla zina eden bekâr erkeğin kamçı ve sürgünle cezalandırıldığı belirtilirken, evli kadına recmden önce kamçı vurulduğundan söz edilmemektedir.
Ayrıca, çeşitli hadis kitaplarında nakledilen Maiz ve Gamidiyye olaylarında da, Hz. Peygamber'in (s.a) suçluların recmden önce kamçılanmalarını emrettiğine dair herhangi bir şey anılmamaktadır.
Hadis kitaplarında, Hz. Peygamber'in (s.a) kamçıyla recmi birleştirdiği hakkında herhangi bir rivayet bulmak mümkün değildir. Evli kişilerin zina etmeleri halinde o her zaman yalnızca recm cezası uygulamıştır.
Buhari, Müslim,Tirmizi ve Nesaî'nin çeşitli ravilere dayanarak naklettikleri ünlü hutbesinde Hz. Ömer, üzerine basa basa evlilikten sonraki zina cezasının recm olduğunu belirtmektedir. İmam Ahmed de bu konuyla ilgili pek çok rivayet nakletmiş, fakat hiçbirinde recmden önce kamçı cezasını anmamıştır.
Raşid Halifeler'den yalnızca Hz. Ali bir olayda kamçıyla recmi birleştirmiştir. İmam Ahmed ve Buhari'nin Amir Şa'bî'den naklettikleri bu olayda, Şuraha adlı bir kadın gayri meşru ilişki sonucu gebe kaldığını itiraf etmiş, Hz. Ali onu perşembe günü kamçılayıp, cuma günü recmetmiş ve şöyle demiştir: "Onu Allah'ın Kitabı'na göre kamçıladık ve Peygamber'in sünnetine göre cezalandırdık." Raşid Halifeler döneminde bu iki cezanın birleştirildiğine dair başka bir rivayet yoktur.
Ebu Davud ve Nesaî'nin Cabir bin Abdullah'tan naklettikleri bir hadiste, bir adam zina eder ve Hz. Peygamber (s.a) kendisini kamçıyla cezalandırır. Sonra, adamın evli olduğu anlaşılınca, recmedilmesini emreder. Bunun yanısıra, Hz. Peygamber'in (s.a) kamçı cezasını yalnızca zina suçlusu bekârlara uyguladığını gösteren pek çok hadise yer verdik. Sözgelimi, namaz için dışarı çıkan bir kadının ırzına geçen ve kadın itiraf etmediği halde, zina suçunu itiraf eden bir adama kamçı cezası verilmiştir.
Sürgün konusunda, yetki sahibi kendi akıl ve seçimini kullanır. Hz. Ömer (r.a) içki içtiği için Rabia bin Ümeyye bin Halef'i sürgün etti, Rabia ise kaçıp Romalılara katıldı. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) daha başka kötü durumlar çıkabileceği korkusuyla bundan böyle zina suçlularını sürgün etmeyeceğini söyledi." (Ahkâm'ül Kur'an, el-Cessas, III, 315.)
Bu rivayet ve olayların ışığında, İmam Ebu Hanife ve talebelerinin görüşünün doğru olduğu anlaşılır, yani, zina suçlusu evli erkek ve kadın yalnızca recmedilirken, bekârların cezası yalnızca 100 kamçıdır. Kamçı ve recm, Hz. Osman'ın (r.a) halifeliği zamanına kadar hiçbir zaman birleştirilmemiştir. Kamçı ve sürgün ise bazı durumlarda birleştirilmiş, bazılarında birleştirilmemiştir. Bu da, İmam Ebu Hanife'nin yolunun doğruluğunu açıkça ortaya koyar.
23) Kamçılamanın niteliğiyle ilgili ilk değini, Kur'an'ın "feclidü" emrindedir. "Celd" deri anlamında "cild"den türemedir. Bu yüzden, tüm dilciler ve müfessirler buradan, kamçılamanın etkisinin deriyle sınırlı kalıp, alttaki ete geçmeyecek şekilde olması gerektiği anlamını çıkarmışlardır. Ette derin yaralar açan veya onu yırtıp parçalayan kamçılamalar Kur'an'a aykırıdır.
Kamçılama için kullanılan kamçı veya değnek her bakımdan orta yollu olmalıdır, ne kalın ve sert, ne de ince ve yumuşak olmalıdır. İmam Malik'in Muvatta'da naklettiği bir hadiste, Hz. Peygamber (s.a) kamçılama için bir kamçı ister, fakat getirilen kamçının kullanıla kullanıla iyice eskimiş olduğunu görünce, "daha sert birini getirin" der. Bu kez, hiç kullanılmamış oldukça sert bir kamçı getirilir, o zaman da, "bu ikisi arasında birini getirin" buyurur. Bunun üzerine at veya deve için kullanılan yeni bir kamçı getirilir ve ceza onunla uygulanır. Ebu Osman en-Nehdî Hz. Ömer'in de her zaman orta yollu bir kamçı kullandığını bildirir. (Ahkâmü'l-Kur'an, el-Cessas, III: 322) . Düğümlü veya iki üç uçlu kamçıların kullanılması da yasaktır.
Kamçılama da orta şiddette olmalıdır. Hz. Ömer kamçıyı vurana, "Kamçılarken koltuk altın görünmeyecek şekilde vur" derdi. Yani, tam bir güçle vurmak için kol alabildiğine kaldırılmaz. (Ahkâmü'l-Kur'an, İbnü'l-Arabî, II: 84 ve Ahkâmü'l-Kur'an, el-Cessas, III: 322) .
Tüm fakihler şu noktalarda görüş birliği içindedirler:
a. Kamçı yara açacak şekilde olmayacaktır.
b. Vuruş tek bir noktaya olmayacak, tüm bedene dağılacaktır.
c. Yüz, mahrem yerler ve Hanefilere göre başa vurulmayacak, bunların dışında kalan tüm organlar vuruştan nasibini alacaktır. Bir defasında Hz. Ali kamçılayana şunu söylemişti "Yüz ve mahrem yerler dışında bedenin her azası gerekli payı alsın." Bir başka rivayete göre ise şöyle demiştir: "Baş ve mahrem yerler dışında..." (Ahkâmü'l-Kur'an, el-Cessas, III, 321) . Hz. Peygamber (s.a) de şöyle buyurmuşlardır: "İçinizden biri kamçıyı vururken, yüze vurmasın". (Ebu Davud) .
Kamçılama anında erkek ayakta tutulur, kadınsa oturtulur. İmam Ebu Hanife zamanında Kûfe kadısı İbn Ebî Leyla bir kadını ayakta kamçılattı. İmam şiddetle itiraz ederek, bunun yanlış olduğunu açıkça ilan etti. Bu olay, İmam Ebu Hanife'nin mahkemeyi tahkir yasası hakkındaki tutumuna da ışık tutmaktadır. Kamçılama anında kadın bütünüyle örtülü olmalı; bedeninin hiçbir parçası açıkta kalmayacak şekilde elbisesi bağlanmalıdır. Yalnızca üzerindeki kalın elbiseler çıkarılabilir.
Bu konuda erkekle ilgili olarak görüş ayrılığı vardır. Bazı fakihlere göre, erkeğe yalnızca pijamaları içinde olma izni tanınır, bazılarına göre ise gömlek çıkarılmaz. Hz. Ebu Ubeyde İbn el-Cerrah zina suçlusu birine kamçı cezası verdiğinde adam, "Bu günahkâr beden sertçe kamçılanmalı" diyerek gömleğini çıkarmaya başlar, bunun üzerine Ube Ubeyde "gömleğini çıkarma" der. (Ahkâmü'l, Kur'an, el-Cessas, III: 322) . Hz. Ali zamanında bir adam bir çarşafa sarılarak kamçılanmıştı.
Çok soğuk ve sıcakta da kamçı vurulmaz. Kışın hava nisbeten sıcakken, yazın da serinken kamçı vurulmalıdır.
Kaçmaya çalışmadığı sürece kimse kamçılanırken bağlanmaz. Abdullah İbn Mes'ud'a göre, İslâm toplumunda herhangi bir kimseyi soyduktan sonra veya bir sehpaya bağladıktan sonra kamçılama izni yoktur.
Fakihler günde en az yirmi kamçı vurularak kamçılama cezasının uygulanabileceğini belirtmişlerse de, cezanın tümünü aynı zamanda uygulamak daha iyidir.
Kamçılamak işi kaba, kültürsüz uygulayıcılara verilmemeli, Hukukun gerekliliklerini karşılamak için bu işi yapabilecek derin anlayış sahibi kimselerce yerine getirilmelidir. İbn Kayyım, Za'dül-Mead'da Hz. Peygamber'in (s.a) bu amaçla Hz. Ali, Hz. Zübeyr, Hz. Mikkad bin Amr, Hz. Muhammed bin Mesleme, Hz. Asım bin Sabit ve Hz. Dahhak bin Süfyan gibi takva sahibi ve saygıdeğer kişileri kullandığını belirtir.
Eğer suçlu hasta ise ve hastalıktan kurtulma ümidi yoksa ya da çok yaşlıysa, kendisine yüz küçük çubuğu olan bir dalla veya yüz dallı bir süpürgeyle vurmak yeterlidir. Hz. Peygamber (s.a) zamanında hasta ve yaşlı bir adam zina suçlusu bulununca, Hz. Peygamber (s.a) kendisine bu tür bir ceza uygulamıştır. (Ahmed, Ebu Davud, Nesaî, İbn Mace) . Eğer kadın hamileyse, kamçılama çocuğun doğumuna ve doğumun ardından kanın tümüyle akmasına değin tehir edilmelidir. Ama eğer recmedilecekse, bu durumda cezanın uygulanması çocuk sütten kesilinceye değin ertelenecektir.
Eğer zina şahitle sabit olursa, kamçılamaya şahitler başlar. Yok, ceza itirafa dayanıyorsa, bu kez hakim cezayı uygulamaya başlar. Şahitlere ve hakime meselenin ciddiyetini kavratmak içindir bu. Şuraha olayında Hz. Ali recme karar verince, "Bu suça herhangi bir şahit olsaydı ilk taşı o atacaktı, fakat itiraf üzere cezalandırıldığı için taşlamayı ben başlatacağım" demiştir. Hanefîler'e göre bu işlem vaciptir. Şafiîlere göre değilse de, tüm fakihlere göre tercih edilendir.
Bütün bu kamçılama yasası detaylarını inceledikten sonra, bu cezayı barbarca bulanların küstahlığı ortaya çıkmaz mı? Hele bu suçlamayı, zindanlarında daha sert ve acımasız cezalar uygulayanlar yapıyorsa, o zaman sadece gülünür. Mevcud yasalara göre, bırakın mahkemeyi, sıradan bir zindancı bile bir tutukluya itaatsızlık veya hakaret nedeniyle 30 kamçı vurabilmekte, hem de kamçılama işini bu konuda iyice uzmanlaşmış kişiler yerine getirmekte ve bıçak gibi bedende yaralar açsın diye kamçılar önceden iyice ıslatılmaktadır. Üstüne üstlük, mahkumun elbiseleri çıkarılıp, gizli yerlerini örtmesi için tendürtiyotlanmış bir bezden başka üzerinde bir şey bırakılmamaktadır. Sonra da, kamçılama anında kılımdamasın diye bir sehpaya bağlanmakta ve kamçılayan belli bir mesafeden koşarak gelip, bütün gücüyle vurmaktadır. Her defasında aynı yere (kabalara) vurulduğundan, deri, kıyma et haline gelmekte ve çok zaman kemikler dışarı çıkmaktadır. Yine, çok zaman öyle olmaktadır ki, en güçlü-kuvvetli bir adam bile otuz kamçıya dayanamayıp bayılmakta ve yaralarının iyileşmesi çok zaman almaktadır. Bu "medeni (!) " cezayı bugün zindanlarda uygulayanların, İslâm'ın öngördüğü cezaya "barbarca" deme yüzsüzlüğünde bulunmaları ne kadar tuhaftır! Bir de, yalnızca suçu sabit olanlara değil, aynı zamanda şüphelilere, siyasi suç şüphelilerine polisin uyguladığı korkunç işkenceler de gözönüne alındığında!...
Devam edecek