Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sakınılması Gereken Bir Akaid Kitabı - Vakit Gazetesine Reddiye

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
İbni Teymiyye’nin Selef-i sâlihînden ayrıldığını gösteren meseleleri, Tâcüddîn-üs-Sübkî şöyle bildirmektedir:

1- Talâk vaki olmaz. Yemin kefareti vermek lâzımdır diyor. Kendisinden evvel gelen İslâm âlimlerinden hiçbiri kefaret verileceğini bildirmedi.

2- Hâid kadına verilen talâk vaki olmaz diyor.
3- Amden, kasden terk edilen namazı kaza etmek lâzım değildir diyor.

4- Hâid kadının Kâbeyi tavaf etmesi mubahtır. Kefaret vermez diyor.

5- Üç olarak verilen talâk, bir talâk olur diyor. Hâlbuki bunu bildirmeden önce, icmâul-müslimînin böyle olmadığını kendisi senelerce söylemiştir.

6- İslâmiyet’e uygun olmayan vergiler, bunu isteyene helâldir diyor.

7- Bunlar tüccardan alınınca, niyet edilmese bile, zekât yerine geçer diyor.

8- Suda fare gibi hayvan ölünce necis olmaz diyor.

9- Cünüp olanın, gece gusül etmeden nafile namaz kılması caizdir diyor.

10- Vâkıfın yaptığı şarta itibar olunmaz, diyor.

11-İcmâ-ı ümmete uymayan kimse, kâfir olmaz ve fâsık olmaz diyor.

12- Allah-u Tealâ mahall-i havâdisdir ve zerrelerden yapılmıştır diyor!

13- Kurân-ı kerîm, Allah-u teâlânın zâtında yaratılmıştır diyor.

14- Âlem, yani her mahlûk, nevi ile kadimdir diyor.

15- Allah (Azze ve Celle), iyi şeyleri yaratmağa mecburdur diyor.

16- Allah-u Tealânın cismi ve ciheti vardır ve yer değiştirir diyor.

17- Peygamberlerin masum olduklarını inkâr ediyor.

18- Resûlullahın sallallah-u tealâ aleyhi ve sellem diğer insanlardan farkı yoktur. Onu vasıta kılarak dua etmek caiz olmaz diyor.

19- Resûlullahı sallallah-u tealâaleyhi ve sellem ziyaret etmeğe niyet ederek Medîne şehrine gitmek günahtır diyor.

20- Şefaat istemek için gitmek de haramdır diyor.

21- Tevrat ve İncilin kelimeleri değil, manaları değişmiştir diyor.

Bazı âlimler, yukarıda bildirilenlerin çoğu İbni Teymiyye’nin sözü değildir dedi ise de, Allah-u Tealânın ciheti olduğunu ve parçaların birleşmesinden meydana geldiğini söylediğini inkâr eden yoktur.

Bununla beraber, ilminin, celâletinin ve diyanetinin çok olduğu söz birliği ile bildirildi.

Fıkh, ilm, adl ve insaf sahibi olanın, bir şeyi incelemesi, ondan sonra ve ihtiyatlı olarak karar vermesi lâzımdır. Hele bir müslümanın küfrüne, irtidâdına, dalâletine ve öldürülmesine karar verirken çok incelemek ve ihtiyatlı davranmak lâzımdır.

GÜNÜMÜZ SAPTIRICILARININ, İbni Teymiyye’yi taklit etmek ya da savunmak gibi saplantıları vardır! Onun sapık fikirlerini savunuyor ve kitaplarını, bilhassa (Vâsıta) kitâbını kaynak alıyorlar.

Bu kitap baştanbaşa onun (İbn Teymiyye) Kuran-ı Kerime ve hâdis-i şeriflere ve İcmâı Müslimîne uymayan fikirleri ile doludur. Okuyanlar arasında büyük fitne ve bölücülük uyandırmakda, kardeşi kardeşe düşman etmekdedir!

Hindistan’da bulunan vehhâbîler ve başka İslâm memleketlerinde, bunların tuzaklarına düşmüş olan cahil din adamları, İbni Teymiyye’yi kendilerine bayrak yapmışlar, ona (Büyük müctehid), (Şeyh-ul-İslâm) gibi isimler takmışlardır. Onun sapık fikirlerine, bozuk yazılarına din ve îmân diye sarılıyorlar.

Müslümanları parçalayan, İslâmiyyeti içerden yıkan bu feci akıntıyı durdurmak için Ehl-i sünnet âlimlerinin onu ret eden, vesikalarla çürüten kıymetli kitaplarını okumalıdır.

Bu kıymetli kitaplar arasında, büyük İmam, derin Alim Takıyyüddîn-üs-Sübkînin -rahmetullahi teâlâ aleyh-, (Şifâ-üs-sikâm fî-ziyâreti-hayril-enâm) kitâbı, İbni Teymiyyenin bozuk fikrlerini mahv etmekde, fesâdlarını yok etmekde, inatçılığını ortaya koymaktadır. Kötü niyetlerinin, bozuk inanışlarının yayılmasını önlemektedir.

Kaynak; İbn Hacer Heytemi - Bera’atü’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin, s.435-438.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Yine İbni Teymiyye İçin

Yine İbni Teymiyye İçin

İbni Teymiye



Hanbeli fıkıh ve hadis âlimi iken mezhepsiz oldu. Ehl-i sünnete uymayan yazılarından dolayı Mısır’da iki defa hapsedildi. 1263 senesinde Harran’da doğup, 1328 de Şam’da kalede hapiste iken vefat etti.



İbni Teymiye, Ehl-i sünnet âlimlerinin büyüklüğünü anlamamış, tasavvufu inkâr etmiş, Ehl-i sünnetten ayrılmıştır. Kitapları, kendilerine Selefiyyeci diyen mezhepsizlere kaynak olmaktadır. Mezhepsizler, onu övmekte, İslam müceddidlerinin piri demektedirler. İbni Teymiye’nin şaki ve dalalette olduğu Seyf-ül-Cebbar ve farisi Tâlim-üs-sübyanda da yazılıdır.



Camiul-ezherdeki hanefi âlimlerinden Muhammed Bahitin (Tathir-ül-füad min-denisil itikad) kitabı, (Et-tevessüli bin-Nebi ve bis-Salihin), (Şevahid-ül-hak), (Cevahir-ül-bihar), (Seyf-ül-Cebbar) ve (Tâlim-üs-sübyan) kitapları, İbni Teymiye’nin dalalete düştüğünü vesikalarla ispat etmektedir.



İbni Battuta, ibni Hacer-i Mekki, imam-ı Sübki, kendi oğlu Abdulvehhab, izzeddin bin Cema'a, Ebu Hayyan Zahiri, Zahid-ül Kevseri, Yusuf-i Nebhani, imam-ı Şarani, Ahmed bin Seyyid Zeyni Dahlan, Şeyh-ül-İslam Mustafa Sabri Efendi gibi nice âlimler İbni Teymiye’ye reddiyeler yazmışlar, dalalet ve küfürlerini açıklamışlardır. Üstad Necip Fazıl da, (14. asrın irşad kutbu seyyid Abdülhakim Arvasi, “İbni Teymiye dini içinden zedeleyen mülhiddir” buyurdu) diyor. (Türkiye’nin manzarası)



Dal ve mudil olduğu, Savi tefsiri 107. sayfasında da yazılıdır.



İslam âlimleri buyuruyor ki:

(Allahü teâlânın, sapıtmasına ilmini sebep ettiği kimsedir.) [İbni Hacer-i Mekki - Fetava-yı hadisiyye]



(İbni Teymiye öyle bir kimsedir ki, bozuk sözlerine ve çürük vesikalarına, büyük âlimler cevap vermişler ve düşüncelerinin çirkinliğini ortaya koymuşlardır. [Şam, Mısır ve Kudüs’de kadılık yapmış olan şafii fıkıh ve hadis âlimlerinden Muhammed] İzzibni Cemaa, onun için, Allahü teâlânın dalalete sürüklediği, azdırdığı ve zillet gömleği giydirdiği kimsedir. İslam âlimlerine ve bilhassa Hulefa-i raşidine karşı ahmakça itirazlarda bulunmuştur demiştir.) [İbni Hacer-i Mekki - El-cevher-ül-munzam]



(İbni Teymiye’nin sözlerinin kıymeti yoktur. O, dalalettedir ve Müslümanları dalalete sürüklemektedir. Müslümanların icmasından ayrılmış, bid’at yolunu tutmuştur. İslam âlimleri, onun dalalette [sapık] olduğunu, sözbirliği ile bildirdi. Kutbüd-Berdiri, Şerhi Muhtasarda, bunu uzun yazmaktadır.) [Tahir Muhammed Süleyman - Zahiretül-fıkhil-kübra]



(Kitab-ül Arş onun en çirkin kitaplarındandır. Ona Şeyh-ül-İslam diyenin kâfir olacağını söyleyen âlimler vardır.) [İmam-ı Sübki] (Nebras haşiyesinde bildiriliyor.)



(İbni Teymiye’ye uyanın malı ve canı helaldir.) [Miratül-cenan, Nebras haşiyesi]



İbni Teymiye, Kitab-ül Arş isimli eserinde, “Allah Arş'ın üzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması için Resulullaha da yer bırakır” diyor. Essırat-ul-müstekim kitabında da, ibni Abbas gibi büyük sahabilere kâfir demiştir. (Keşfüzzunun)



El-ubudiyyet kitabında ise, Allahü teâlânın ismini zikretmenin bid’at ve dalalet olduğunu bildirmekte ve tasavvuf âlimlerine çirkin iftiralar yapmaktadır.



(Arş kadimdir) diyor. (Akaid-i Adudiyye şerhi)



(Şam camiinin minberinden inerken “Allah gökten yere, benim indiğim gibi iner” dedi.) [İbni Battuta -Tuhfetünnüzzar tarihi]



Abduh’un yetiştirdiklerinden olup, onun yolunda giden Abdürrazık paşa bile diyor ki:

(Vehhabilik, bir bakımdan ibni Teymiye’ye bağlı olduğu gibi, son asrın müceddidi denilen Abduh’daki dinde reform fikirleri de, ibni Teymiye’ye bağlıdır.)



(Kaza namazı kılmak lazım değildir) derdi. Halbuki dört mezhepte de farzdır.

Cehennem azabı sonsuz olmadığını söylerdi. Kâfirlerin Cehennemde sonsuz kalacaklarına dair bir çok âyet-i kerime vardır. (Bekara 81, Ahzab 65, Fussilet 28, Zuhruf 74)



(Ömer çok yanılmıştır) diyerek, imam-ı Ahmed’in bildirdiği (Allahü teâlâ, doğru sözü, Ömer’in dili üzerine koymuştur. hadis-i şerifine karşı gelmiştir. Eshab-ı kiramın çoğu, ictihad ile anlaşılacak işlerde yanılmış olsa da, onların yanılmaları, ictihadi mesele idi. İctihadda müctehidin yanıldığı bilinemez. Çünkü ictihad ictihad ile nakzedilmez. Bunun için, müctehid olan o büyükler tenkit edilemez. Dört mezhebin ictihadları farklı olduğu halde, benimki doğru diyerek biri ötekini tenkit etmemiştir.



Sadreddin-i Konevi, İbni Arabi hazretleri gibi tasavvuf büyüklerine de saldırmıştır. “Gazali’nin kitapları uydurma hadis ile dolu” derdi. (Hadika)



İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:

(İbni Teymiye, tasavvufu inkâr eder, evliyaya, ariflere dil uzatırdı. Kitaplarını okumaktan, yırtıcı hayvandan kaçar gibi kaçmalıdır.) [Tabakat-ül-kübra]



İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki:

(İbni Teymiye kibirliydi. Kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek, büyüklerle alay etmek âdeti idi.) [Kam-ul Muarıd]



Muhammed Ali Bey; Hitat-uş-Şam kitabında diyor ki:

(İbni Teymiye’nin hedefi, Luther adındaki papazın hedefine benzer. Fakat, Hıristiyanlığın reformcusu muvaffak oldu. İslamınki olamadı.)



İbni Hacer-i Askalani hazretleri buyuruyor ki:

(İbni Teymiye; “Kabri Nebeviyi ziyaret için sefere çıkmak haramdır. [Hz.] Ali iman ettiği zaman çocuk olduğu için Müslümanlığı sahih olmadı. [Hz.] Osman malı çok severdi” diyerek eshab-ı kiramın büyüklerine dil uzattı.) [Ed-Dürer-ül-Kamine]



İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki:

(İbni Teymiye, Peygamberlerin masumiyetini (günahtan korunmuş olduklarını) reddetmiştir. Halbuki, masumiyet Peygamberlerin sıfatlarındandır.

Başta Peygamber efendimizin kabri şerifleri olmak üzere eshab-ı kiramın, velilerin, âlimlerin ve salih Müslümanların kabirlerinin ziyaret edilmesine karşı çıkmış, bunları şefaate vesile kılmayı da haram saymıştır.) [Fetava-i Hadisiyye]




İbni Teymiye, Furkan isimli kitabında dini üç kısma ayırmaktadır. Selefilere göre bu üç prensip vazgeçilmez esaslardır. İslamiyet ancak bu üç kaide gereğince, aslına uygun olarak bilinebilirmiş. Yoksa İslam pınarını, etraftan karışmış bulanık sulardan yani mezhep imamlarının ictihadlarından arındırmak mümkün değilmiş. Çünkü fıkıhçılar, kelamcılar ve tasavvuf ehli, dinin aslına ilaveler yapmışlar, bu bakımdan din çok genişletilmiş ve içinden çıkılmaz bir hâl almışmış. Dine yapılan bu ilaveleri çıkarmak gerekirmiş.

Selefilerin sımsıkı bağlandıkları üç prensip şöyle:

1- Münezzel din: Kur’an-ı Kerimden ve sahih kabul ettiği hadis-i şeriflerden kendi anladıkları.

2- Müevvel din: Mezhep imamlarının Kitap ve sünnetten çıkardıkları hükümler.

3- Mübeddel din: Geçmiş dinlerin hükümleri ve uydurma saydığı hadis-i şerifler.



İbni Teymiye’ye göre, Münezzel dine uymak bütün müslümanlara farzdır. Çünkü Allahü teâlâ bir müctehidin Kitap ve Sünnetten neyi anladığını bir başka mükellefe sormaz. Hatta onu mükellef de tutmaz. Herkesi Kitap ve Sünneti anladığı ölçüde sorumlu tutar. Bu bakımdan herkes, Münezzel din ile amel etmelidir.



Müevvel dine, tevil edilmiş olana, ictihaddan aciz olan mukallitlere caizdir. Ama müctehid olanlara bu caiz değildir.



İbni Teymiye’nin selefiye yolunu savunan bütün mezhepsizler, kendilerini birer müctehid zannettikleri için, mezhep hükümleri onlar için muteber değildir, Kitap ve Sünnetten anladıklarına tâbi olurlar. Kendilerine selefiyiz diyen bugünkü mezhepsizler, kraldan çok kralcı olup, İbni Teymiye mukallit halk için müevvel din ile [mezhep imamlarının hükümleriyle] amel etmeyi caiz görürken, onlar cahillerin de, mezhep hükümleriyle amel etmesini caiz görmezler, herkesi Kitap ve Sünnete el atmaya iterler.



İbni Teymiye’nin Mübeddel din diyerek eski dinleri bir kalemde silip atması caiz olmaz. Çünkü geçmiş dinlerin iman yani inanılacak hususları (yani amentüdeki esaslar, insanlar tarafından bozulmadan önce) bütün dinlerde aynı idi. İslamiyet bozulan bu hususların doğrusunu bildirmiş, amele ait hükümlerin de, hepsini değil bazılarını nesh etmiştir.



Uydurma hadislerle amel edilen bir din yoktur. Uydurma hadis meselesi de ayrı bir konudur. Bir müctehidin usulüne göre, uydurma sayılan bir hadis, başka bir müctehidlerin usulüne göre sahih olabilir. İbni Teymiye, aklının almadığı hadis-i şeriflere hemen uydurma damgasını basmıştır. Fıkıh, kelam ve tasavvufun ortaya koyduğu hükümleri, usulleri, uydurma hadislerden çıkarıldığı havasını uyandırmak istemiştir. Onun bu mugalatasına İslam âlimleri gerekli cevaplar vermiştir.



Mezhepsizler, imamları olan İbni Teymiye’nin görüşlerine uyar ve onun usulüne uyup Kitap ve Sünnetten ahkam çıkarmaya çalışırlar. Bunu da gayet normal sayarlar ve buna münezzel din derler.



Biz de mezhep imamımız olan imam-ı a'zam hazretlerinin hükümleriyle amel edince, onun usullerine uyunca, Allah’ın gönderdiği din ile değil, mezhep imamlarının çıkardığı din ile amel ettiğimizi söylerler.

 

kemi

New member
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
149
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
cevap

cevap

Konu ne idi nerelere glmiş:Ayet ve hadisler ışığında bunlara cevap verilmiştir
önemli olan ilk başta naslardır.gerisi görüşler bunlarda dinde delil değildir görüşlerde hatalarda olabili doğrularda alim içtihad eder hata eder 1 ecir alır doğru isabet eder 2 ecir alır.Buna bakarsanız bana bir tane alim gösterin reddiye yazılmamış .Doğru Kur an ve sünnete uyandır yanlışlar bizdendir.

ÖTEKİ KONULAR DELİLLERLE AÇIKLANMIŞTIR AYET VE HADİSLER İLE .
GELELİM ŞU SORUYA:

Allahü teâlânın varlığı ezelî olduğuna göre, Arş'ı yaratmadan önce Allahü teâlâ nerede idi?



İmran İbnu Husayn (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Mescidde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzuruna girmiştim. (O sırada) Benî Temim kabilesinden bir grup insan geldi. Onlara:
"Ey Benî Temim, size müjde olsun!" diyerek söze başlamıştı. Onlar hemen:
"Bize müjde verdin. Öyle ise (beytü'lmâlden) iki kere bağış yap!" diye talepde bulundular. Onların bu cevabı karşısında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yüzünden rengi attı. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzuruna (Hayber'in fethi sırasında) Yemen halkından bir grup (Eş'ârî) girmişti. Onlara:
"Ey Yemenliler! Benî Temim'in kabul etmediği müjdeyi siz bari kabul edin!" dedi. Onlar:
"Kabul ettik ey Allah'ın Resûlü!" dediler ve arkadan ilâve ettiler:
"Biz dinimizi öğrenmeye ve bu (yaratılış) işinin başı ne idi, onu senden sormaya geldik!" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), mahlûkatın ve Arş'ın başlangıcını anlatmaya başladı:
"Bidayette Allah vardı, O'ndan önce başka bir şey yoktu. O'nun Arş'ı suyun üzerinde bulunuyordu. Sonra gökleri ve yeri yarattı. Sonra zikr (denen kader defterinde ebede kadar cereyan edecek) her şeyi yazdı." [Buhârî, Megâzî, 67, 74, Bed'u'l-Halk 1, Tevhid 22; Tirmizî, Menâkıb, 3946.]
Ebu Rezîn el-Ukeylî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, dedim, mahlukatını yaratmazdan önce Rabbimiz nerede idi?" Bana şu cevabı verdi:
"Amâ'da idi. Ne altında hava, ne de üstünde hava vardı. Arşını su üzerinde yarattı."
Ahmed İbnu Hanbel dedi ki: "Yezid şunu söyledi: el-Amâ, yani "Allah'la birlikte başka bir şey yoktu" demektir." [Tirmizî, Tefsir, Hud (3108).]

Târık İbnu Şihâb (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattâb dedi ki: "(Birgün) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) aramızdan doğrularak mahlûkatın ilk yaratılışından başlayarak (geçmiş olan ve gelecek olan bütün safhaları) cennet ehlinin cennete, cehennem ehlinin cehenneme girmesine kadar anlattı. Bunu bir kısmı öğrendi, bir kısmı unuttu." [Buhârî, Bed'ul-Halk 1

Bu üç rivayet, yaratılışın başlangıcı ile alâkalı açıklamalar ihtiva etmektedir. Bunlarda âlemin yaratılışının başlangıcı hakkında bazı özet bilgiler mevcut olmakla beraber, idrak ve anlayışımızın ihâta edemediği bazı ifadeler de mevcuttur. Anlaşılan temel fikirler şunlardır:

· Hiçbir mahluk yok iken Allah mevcut idi.
· Önce suyu ve su üzerinde Arş'ı yarattı
· Sonra gökleri ve arzı yarattı.
· Cereyan edecek yaratılış fiillerini kader kitabında önceden yazdı. Vukuat bu yazıya göre cereyan etmektedir, hâdiselerin hiçbirinde tesadüf yoktur.

DOĞRULAR ANÇAK NASLARLA SABİT OLANDIR KİŞİLERİN GÖRÜŞLERİ KENDİNİ BAĞLAR KİTAP VE SAHİH SÜNNETE UYANLARI ALIR YANLIŞLARI DUVARA ÇALARIZ

HAMD ALLAH A MAHSUSTUR SALAT VE SELAM MUHAMMED S A V ÜZERİNE OLSUN AMİN
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Evet, konu uygun olmayan tür yaklaşımlar ile buralara gelir ve hatta nerelere nerelere gider.

İbni Teymiyye'nin fikir yapısı ve bazı içtihadi görüşleri bizler tarafından kabul görmemekte kısacası ama bunu kimse içinde, bu platform da tekfir meselesi haline getirmemek gerekir.

Eğer bu tür yollara baş vurulursa, Ehli Sünnet için 10 reddiye yazılmışsa, biline ki İbni Teymiyye ye 100 tane yazılmıştır.

Ehli Sünnet itikatına 1 yazı çıkarsa, 10 tane cevap çıkacak.

Herkeste kimin ne olduğunu ve ne dediğini biliyor, ve bu mesele de bu platformda böyle çözülemez.

Bu sebeple ağır ve edeb ile durmakta fayda var!
 

Abdullah el-Necdi

New member
Katılım
20 Eki 2007
Mesajlar
41
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
Konum
Almanya
"Vakit Gazetesi"nin kitap dagitacagini duymamistim. Böyle bir kitabin varligindan dahi haberim yoktu. Arkadasimiz sayesinde ögrenmis oldum. Gazeteye abone olayim da, baskalari gibi bu eserden ben de istifade edip, Ehl-i Sünnet yolunu, Selef-i Salihin'in akidesini tam olarak ögreneyim insaallah...

Güzel bir hizmet...
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
Bekir Kardeşim biz bunları çok şiddetli bir şekilde Radikal İslam kardeşimle zamanında tartıştık, hiç bir sonuç çıkmaz.

Bazı âlimler, yukarıda bildirilenlerin çoğu İbni Teymiyye’nin sözü değildir dedi ise de, Allah-u Tealânın ciheti olduğunu ve parçaların birleşmesinden meydana geldiğini söylediğini inkâr eden yoktur.

Bunu aldatanlar org'dan aldınız...Aynı site'de Muhammed Salih Ekinci Hoca için Ehl-i Sünnet alimidir deniliyor ki el hakk doğrudur, peki bu güzide alim ibn teymiyye hakkında ne diyor, iftiralar mı diziyor, sorun bakalım Ekinci Hocaya ibn teymiyye mücessime midir diye...

(Kitab-ül Arş onun en çirkin kitaplarındandır. Ona Şeyh-ül-İslam diyenin kâfir olacağını söyleyen âlimler vardır.) [İmam-ı Sübki] (Nebras haşiyesinde bildiriliyor.)

Şeyhul İslam İbn teymiyye ve ben de KAFİRİM, KAFİR...Allah'dan gayrı her şeyin kafiriyim...
Şimdi ben de buraya Ebu hanife hakkında sıralanan o kadar şeyi sıralasam ne kazanırım, biliyorum ki İbn Teymiyye'ye yapılanların aynısı Ebu Hanife'ye yapıldı...Lütfen gerçekçi olalım...İbn Teymiyye'yi tahkir etmek ile İmam-ı Azam Ebu Hanifeyi tahkir etmek aynı şeydir...
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Evet, aynı kanaatteyim Ebu Zerr. Buna örnek içinde o yazıları astım. Ve bu sebeple, bu tür konularda " kaşınmak" yerine " itidal" i tavsiye ettim
 

casus021

New member
Katılım
30 Ocak 2007
Mesajlar
1,475
Tepkime puanı
380
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Web sitesi
www.islamportali.net
anlamadıgım vakit gazetesini niye bukadar kötülüyorlar adam sadece dogruları söyledeigi için bazı kesimin zoruna gidiyor artık müslümanlar üzerinde fitne fesat yapmayı bırakın
 

kullu_nefsin

New member
Katılım
9 May 2008
Mesajlar
2
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
tevhid

tevhid

Allah (c.c)'a hamd olsun! O'na şükreder, O'ndan yardım diler. O'nun bağışlamasını isteriz. Nefislerimizin şerrinden. kötü amellerimizden O'na sığınırız. Allah (c.c) kime hidayet ederse onu saptıracak, kimi de saptırırsa ona hidayet edecek yoktur. Şehadet ederim ki; Allah (cc)'tan başka ibadete layık ilah yoktur. O tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki; Muhammed (a.s) O'nun kulu ve rasulüdür.
En doğru söz; Allah (c.c)'ın kitabı ve en hayırlı yolu gösteren Rasulünün sünnetidir. En şerli şey; bidat olan şeydir. Her bidat dalalettir. Her dalalet ateştedir.
esselamu aleykum. kardeşlerime destek olmak için bu yazılarımı sizlerle paylaşmak istiyorum.şüphesiz hakkın üzerinde bir nur vardır. ALLAH (c.c) 'nin dinene yardım edenlere Allah (c.c) 'nin onları mükafatlandıracağını biliyoruz. inşallah Rabbimiz bizleri doğru yolundan ayırmaz ve bu işlerimizi bizlere muvaffak kılar kardeşlerim.

Allah ’u Teala ’nın uluvvu O’ nun zati sıfatlarından olup iki kısma ayrılır:
  • Sıfatlarının uluvvu
  • Zatının uluvvu
  • Sıfatlarının uluvvu: Bu, var olan her olgunluk (kemal) sıfatının, her bakımdan en yücesinin ve en mükemmelinin sadece Allah’ a ait olması demektir. İster bu sıfat mecd (ihtişam, şeref) ve kahr (kahretme) sıfatlarından, isterse cemal (güzellik) ve kadr (şan, şeref, hürmet) sıfatlarından olsun hiç fark etmez.
  • Zatının uluvvu: Bu ise Allah’ ın zatıyla bütün yarattıklarının üstünde olması demektir.[FONT=&quot][1][/FONT] Bunu, Kitap, Sünnet, icma, akıl ve fıtrat(yaradılış kanunu) kanıtlamaktadır:
ü[FONT=&quot] [/FONT]Kitap ve Sünnet, Allah’ u Teala’ nın zatıyla yarattıklarının üstünde olduğuna dair açıklamalar dile getirdiği veya genelde açık kanıtlarla doludur. Bu durumu da farklı biçimlerde ortaya koyarak bir çeşitlilik arz etmiştir. Şöyle ki, Allah’ ın zati uluvvu:
    • Bazen yüksek (yukarı) olmak (el-uluvv), üstte olmak (el-fevkıyye), Arş’a istiva etmek ve gökte olmak gibi sözlerle anlatılmıştır. Allah’ın şu buyruklarında olduğu gibi:
“ Ve O, zatıyla yüksekte olandır, çok büyüktür.” (Bakara:255)
“ Zatıyla yüksekte olan Rabbinin adını tesbih et.” (el-A’la:1)
“ Onlar, üstlerindeki Rablerinden korkarlar.” (Nahl:50)
“ Rahman arşa istiva etti.” (Taha:5)
“ Gökte olanın sizi yere batırmayacağından emin misiniz?” (Mülk:16)
Ve Peygamber [FONT=&quot]– Sallallahu aleyhi ve selem- [/FONT]‘in şu sözleri gibi:
“ Ben gökte olanın emini (güvendiği) olduğum halde, hala siz bana güvenmiyor musunuz? ![FONT=&quot][2][/FONT]
    • Bazen eşyanın O’na yükselmesi, çıkması ve yükseltilmesi (kaldırılması) gibi sözlerle anlatılmıştır. Allah’ u Teala’ nın şu buyruklarında:
“Güzel söz ancak O’ na yükselir.” (Fatır, 10)
“Melekler ve Ruh(Cebrail) O’na çıkar.” (Mearic, 4)
“Tam tersine Allah onu (İsa’yı) kendisine yükseltmiştir (kaldırmıştır).” (Nisa, 158)[FONT=&quot][3][/FONT]
ve Peygamber[FONT=&quot]– Sallallahu aleyhi ve selem-[/FONT]‘in de şu sözlerinde olduğu gibi:
“Allah’ a ancak güzel şey yükselir (çıkar).”[FONT=&quot][4][/FONT]

[FONT=&quot][1][/FONT] Başka bir ifadeyle Allah’ın zatıyla yüksekte, yukarıda, gökte olması, arşına istiva etmiş olması.
İmam Ebu Hanife’nin, Allah’ın zatıyla uluvvu hakkında pek çok sözü vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
“Her kim: ‘ Rabbim gökte mi yoksa yerde midir? Bilmiyorum ‘ derse kafir olmuştur. Yine aynı şekilde: ‘O, arş(ının) üzerindedir, fakat arş gökte midir yoksa yerde midir? Bilmiyorum diyen kimse de kafir olmuştur.” (el-Fıkhu’l Ebsat, sh:45.)
“Allah ‘ u Teala ’ dan bir şey istenirken, yukarıdan istenir, aşağıdan değil. Çünkü aşağı hiçbir şeyde Rububiyet ve Uluhiyet’in sıfatlarından değildir. Nitekim hadiste de şöyle rivayet edilmiştir: “ Bir adam siyah cariyesini Hz. Peygamber’e getirerek şöyle dedi: ‘ Bir mü’ mine cariyeyi azat etmek üzerime vacib oldu. Bunu bana yeterli görür müsün?’ Hz. Peygamberde cariyeye: ‘Sen mü’ mine misin?’ diye sordu. O da ‘evet’ deyince bu defa Hz. Peygamber: ‘Peki Allah nerede? diye sordu. O da göğe işaret etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber adama: ‘Onu azat et çünkü o mü’ minedir.’ buyurdu.” (el-Fıkhu’l Ebsat, sh: 47-48)

[FONT=&quot][2][/FONT] (SAHİH HADİS): Buhari (No:3344, 3610, 4351, 4667, 5058,6163, 6931, 6933, 7432, 7562); Müslim (No:1063); Ebu Davud (No: 4764) Nesai (5/87)

[FONT=&quot][3][/FONT] Ayrıca bk.( Al-i İmran 55; Secde 5; Ğafir (Mu’min) 36-37)

[FONT=&quot][4][/FONT] (SAHİH HADİS): Ahmed (3/33, 418, 431, 538, 541) Buhari (No: 7340 muallak olarak fakat cezim sigasıyla); Zehebi , el-Uluvv (Muhtasar No:11) ve diğerleri “Hiç kimse iyi (helal) bir şeyden sadaka vermiş olmasın ki Allah onu sağ eliyle alıp kabul etmesin. Zaten Allah’ a iyi şeyden (helalden) başkası da yükselmez (çıkmaz) . Aynen sizden birinizin tayını özenle büyüttüğü (yetiştirdiği) gibi, sahibi için onu büyütür de dağ gibi olur.” lafzıyla Ebu Hureyre radıyallahu anh’den. Hadis bu lafızla sahihtir.




“Geceyi sizin aranızda geçiren melekler Rablerine çıkarlar.”[FONT=&quot][5][/FONT]

“Gündüzün amelinden önce gecenin ameli, gecenin amelinden önce de gündüzün ameli O’ na (Allah’ a) yükseltilir (kaldırılır).[FONT=&quot][6][/FONT]
    • Bazen de eşyanın O’ndan aşağı indirilmesi sözüyle anlatılmıştır. Şu iki ayet ve hadiste olduğu gibi:
“O (Kur’an), alemlerin Rabbinden indirilmiştir.” (Vakıa, 80) (Hakka, 43)
“De ki: Onu (Kur’an’ı), Mukaddes (kutsal) Ruh (Cebrail), Rabbinden indirdi.” (Nahl, 102)[FONT=&quot][7][/FONT]
“Rabbimiz, (her) gecenin son üçte biri (son üçte birlik bölümü) kaldığı zaman dünya göğüne iner ve şöyle der: ‘Yok mu bana dua eden? Duasını kabul edeyim. Yok mu benden bir şey isteyen? İstediğini ona vereyim. Yok mu benden bağışlanma dileyen? Onu bağışlayayım.’”[FONT=&quot][8][/FONT]
Yukarıdaki hadisin açıklaması: Hz. Peygamber[FONT=&quot]– Sallallahu aleyhi ve selem- [/FONT]‘den yaklaşık 28 sahabi’ nin rivayet ettiği bu hadisi Ehl-i sünnet ittifakla kabul etmiştir. Allah’ u Tebareke ve Teala’ nın dünya göğüne inmesi, O’ nun dilemesine ve hikmetine bağlı fiili sıfatlarından olup yüceliğine ve büyüklüğüne yaraşır gerçek bir inmedir[FONT=&quot][9][/FONT]
Bunun anlamını, emrinin veya rahmetinin veya da meleklerinden birisinin inmesi şeklinde tahrif etmek (değiştirmek) , birkaç bakımdan doğru değildir.
1-[FONT=&quot] [/FONT]Bu tahrif, hadisin açık anlamına aykırıdır. Çünkü Peygamber [FONT=&quot]– Sallallahu aleyhi ve selem- [/FONT]inmeyi, Allah’ a izafe (nispet) etmiştir ki, asıl olan işin, onu yapana ya da ondan kaynaklanana nispet edilmesidir. İşin bundan başkasına nispet edilmesi asla (açık anlama) aykırı bir tahriftir.
2-[FONT=&quot] [/FONT]İnmenin bu şekilde açıklanması, cümlede bazı kelimelerin kaldırılmış olmasını gerektirir ki, asıl olan cümleden bir şeyin kaldırılmamasıdır.
3-[FONT=&quot] [/FONT]Allah’ ın emrinin ya da rahmetinin inmesi, gecenin üçte birine özgü bir şey değildir. Tersine O’ nun emri ve rahmeti her zaman iner.

Eğer “bundan maksat özel bir emrin ve özel bir rahmetin inmesidir ki, bunun da her zaman olması gerekmez” denirse, buna şöyle cevap verilir:
Bu takdir ve te’vilin doğruluğu varsayılsa bile hadisi bu özel emir ve rahmetin indiğini en son yerin dünya göğü olduğunu göstermektedir. O halde bu özel rahmetin dünya göğüne inmesinin bizim için ne yararı vardır ki Peygamber[FONT=&quot]– Sallallahu aleyhi ve selem- [/FONT]bunu bize haber versin?
[FONT=&quot]Hadis dünya göğüne inenin: “Yok mu bana dua eden? Duasını kabul edeyim. Yok mu benden bir şey isteyen? İstediğini ona vereyim. Yok mu benden[/FONT] [FONT=&quot][/FONT]bağışlanma dileyen? Onu bağışlayayım” dediğini göstermektedir. Allah’ u Teala’ dan başkasının böyle söylemesi olanaksızdır.
Daha bunlara benzer ayetler ve Peygamber[FONT=&quot]– Sallallahu aleyhi ve selem-[/FONT]‘den mütevatir olarak aktarılan, Allah’ u Teala’ nın yarattıklarının üstünde olduğunu anlatan hadisler, Hz. Peygamber[FONT=&quot]– Sallallahu aleyhi ve selem- [/FONT]‘in bütün bunları, Rabbinden alarak söylediğini, ümmetinin de kendisinden aldığını kesin olarak göstermektedir.

İcmaya gelince, sahabiler ve onlara ihsanla (güzelce) uyan tabiin ve ehl-i sünnet imamları, Allah’ u Teala’ nın göklerinin üstünde, arşının üzerinde olduğu inancında birleşmişlerdir. Sözleri bu anlamı açıkça ifade eden şeylerle doludur. Evza’ i şöyle demiştir:
“Biz şöyle derdik -ki aramızda tabiinden pek çok kimse vardı-: Zikri (anılması) çok yüksek (yüce) olan Allah, muhakkak ki arşının üstündedir ve biz sünnetin getirdiği bütün sıfatlara inanırız.”
Evza’ i bu sözü, Allah’ ın sıfatlarını ve yüksekte olduğunu inkar eden Cehm’in mezhebinin (Cehmiyye) ortaya çıkışından sonra söylemiştir ki, insanlar ehl-i sünnetin görüşünün, Cehm’in görüşlerine aykırı olduğunu bilsinler.

Akla gelince, her sağlıklı akıl, Allah’ ın zatıyla yarattıklarının üstünde olması gerektiğini iki bakımdan gösterir.
1- Yükseklik bir olgunluk (kemal) sıfatıdır. Zatıyla yüksekte olan Allah, her bakımdan mutlak anlamda olgun olmayı kendisine farz kılmıştır. Öyleyse çok kutsal ve yüksek olan Allah’ ın yüksekte olması gerekir.
2- Yükseklik, alçaklığın zıttı dır. Alçaklık da bir eksiklik sıfatıdır. Zatıyla yüksekte olan Allah ise bütün eksik sıfatlardan münezzehtir. Öyleyse Allah’ ın alçaklıktan tenzihi ve onun karşıtı olan yükseklikle nitelendirilmesi gerekir.
Fıtrata (Yaratılış Kanunu) gelince, Allah, arabıyla acemiyle bütün insanları ve hatta hayvanları dahi, hem kendisine, hem de kendisinin onların üzerinde olduğuna iman etmek üzere yaratmıştır.
Dua ve ibadetle Rabbine yönelen hiçbir kul yoktur ki, yüksekleri arzuladığına ve kalbinin sağa ve sola bakmadan sadece göğe yöneldiğine dair bu kaçınılmaz duyguyu içinden geçirmesin, onu kalbinin derinliklerinde duymasın. Şeytanların ve hevasının ayartmış olduğu kimselerden başka hiç kimse bu fıtrat gereğinden vazgeçemez.

İşte bu beş kanıtın hepsi, Allah’ ın zatıyla yüksekte, yaratıklarının üstünde olduğu hususuyla uygunluk göstermektedir.
! Fakat, “O, göklerde de yerde de Allah’ tır. Gizlinizi ve açığınızı bilir.” (En’am,3)
“Gökteki ilah da, yerdeki ilah da O’ dur.” (Zuhruf, 84)
Ayetleri, Allah’ ın (zatıyla) gökte olduğu gibi yerde de olduğu anlamına gelmezler. Bu ayetlerin anlamının bu olduğunu sanan ya da bunu ehl-i sünnetten herhangi birinden nakleden kimse, sanısında hatalı, naklinde ise yalancıdır.

Birinci ayetin anlamı: Şüphesiz Allah göklerde de yerde de kendisine tapılan ilahtır. Göklerde ve yerde bulunan her şey ilah olarak Allah ‘a taparlar ve O’ na kulluk ederler. Bir tefsire göre ise şöyle denmiştir: bu ayetin ilk bölümü: “O, göklerde olan Allah’ tır.” Cümlesiyle bitmekte, daha sonra “ve yerde sizin gizlinizi ve açığınızı bilir” cümlesiyle yeni bir cümle başlamaktadır. Bu ayetin ilk bölümü “Allah göklerdedir” anlamında olup daha sonra Allah, “ve yerde sizin gizlinizi ve açığınızı bilir” diyerek yeni bir cümleye başlamıştır. Buna göre bu yeni cümle “Muhakkak Allah yeryüzünde sizin gizlinizi de açığınızı da bilir” demektir. Öyleyse Allah’ ‘ın göklerin üstünde olması, O’ nun sizin yeryüzündeki gizlinizi ve açığınızı bilmesine engel değildir.

İkinci ayetin anlamı da şudur: Allah gökte de ilahtır, yerde de ilahtır. Her ne kadar kendisi (zatıyla) gökte ise de ilahlığı (Tanrılığı) her ikisindedir.
Bunun benzeri tıpkı şu sözdür: “Falanca adam Mekke’ de de emirdir, Medine’de de.” Yani o, her ne kadar bunlardan birinde bulunuyorsa da emirliği her iki şehirde de geçerlidir. Dil ve örf bakımından bu doğru bir tabirdir (anlatım şeklidir). Allah en doğrusunu bilir.
[FONT=&quot][5][/FONT] (SAHİH HADİS): Malik (1/155, No:82); Ahmed (2/257, 312, 486); Buhari (No: 555, 3223, 7429, 7486) Müslim (No: 632); Nesai (1/240-241) ve diğerleri

[FONT=&quot][6][/FONT] (SAHİH HADİS): Ahmed (4/395, 401, 405); Müslim (No: 179); İbn Mace (No:195, 196); Darimi, er-Redd ale’l-Merisi (sh:173); Beyhaki, el-Esma (sh: 402, diğer baskıda 1/295) ve diğerleri

[FONT=&quot][7][/FONT] Ayrıca bk. (Taha 4; Secde 2; Zümer 1; Ğafir (Mü’min) 2; Fussilet 2, 42; Duhan 1- 5; Casiye 2; Ahkaf 2)

[FONT=&quot][8][/FONT] (SAHİH MÜTEVATİR HADİS): Malik (1/187, No:30); Ahmed (2/264, 265, 267, 282, 419, 487, 504); Buhari (No: 1145, 6321, 7494) Müslim (No: 758) Ebu Davud (No: 1315, 4733); Tirmizi (No: 446, 3498) ve diğerleri.

[FONT=&quot][9][/FONT] Nitekim Ebu Hanife’ ye, Allah’ ın dünya göğüne nasıl indiği hakkında soru sorulduğunda: “Allah niteliği bilinmeksizin nüzul eder (iner)” cevabını vermiştir. Es-Sabuni, Akidetü’s-Selef ve Ashabi’l Hadis (sh: 42, 59); Beyhaki, el-Esma ve’s-Sıfat (sh: 456, 572, diğer baskıda 2/200, el-Esma’nın muhakkıkı Kevseri bu konuda susmuştur.)




Cihet(Yön)

Bu bölümde Allah’ u Teala için cihetin (yönün) olup olmadığını açıklamak istiyoruz. Doğrusu ne olumsuz ne de olumlu anlamda Allah’ u Teala’ ya yön tayininde bulunmak mutlak suretle doğru olmaz. Bunun için şu ayrıntılı açıklamanın bilinmesi gerekir:
- Eğer yön ile alçaklık yönü kastedilmişse, bu Allah için hem kabullenemez hem de imkansızdır. Çünkü Allah ‘ u Teala zatıyla ve sıfatlarıyla, mutlak uluvvu (yüksekliği) kendine gerekli (farz) kılmıştır.
- Eğer yön ile Allah ‘ı kuşatan yükseklik yönü kastedilmişse, bu Allah için kabullenemez olduğu gibi imkansızdır da. Çünkü Allah, yaratıklarından hiçbir şey kendisini kuşatamayacak kadar büyüktür, yücedir. Kürsüsü gökleri ve yeri kaplamış iken yaratıkları onu nasıl kuşatabilir ki? !
“ Kıyamet günü yeryüzü bütünüyle O’nun avucundadır, göklerde sağında ( sağ elinde) dürülmüş olacaktır. Allah, onların şirk koştukları şeylerden münezzeh ve çok yücedir.” (Zümer 67)
- Yok eğer yön ile, Allah ‘ı kuşatma söz konusu olmadan, O’nun büyüklüğüne ve yüceliğine yaraşır yükseklik yönü kastedilmişse, bu hem Allah ‘u Teala için var olan bir gerçektir hem de gerekliliktir.
Şeyh Albülkadir el-Ceylani, “el-Günye” adlı kitabında şöyle demiştir: “Her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzeh olan Allah, yükseklik yönünde (yukarı tarafta) arşına istiva edendir, mülkü kapsayandır.”[FONT=&quot][10][/FONT]
“Mülkü kapsayandır” sözü, çok kutsal ve yüksek olan Allah mülkü kuşatmış, çepeçevre sarmıştır, demektir.
    • Eğer, “siz Allah ‘ın yaratıklarından bir şeyin O’nu kuşatmış olabileceğini reddettiğinize göre, Allah’ın gerek kitabında, gerekse Peygamberi [FONT=&quot]– Sallallahu aleyhi ve selem- [/FONT]‘in diliyle kendisi hakkında saptadığı ve sahabenin de üzerinde birleştikleri ‘Allah’ın gökte olduğu’ hususundaki cevabınız nedir?” denilirse, buna cevap olarak deriz ki:
Allah’ın gökte olması, göğün O’nu kuşatmasını gerektirmez. Allah ‘ın gökte olması göğün O’nu kuşatmasını gerektirir sözünü söyleyen kimse, eğer bunu kendinden söylemişse sapık, yok başkasına nispet ederek söylemişse o takdirde de yalancı veya hatalı olmuştur. Allah ‘u Teala’nın büyüklüğünü[FONT=&quot][11][/FONT], O’nun her şeyi kuşatmış olduğu[FONT=&quot][12][/FONT], kıyamet gününde yeryüzünün O’nun avucunda olacağını[FONT=&quot][13][/FONT], göğü de kitap sayfasını (yazılı kağıt tomarını) dürer gibi düreceğini[FONT=&quot][14][/FONT] bilen hiç kimse, asla yaratıklarından herhangi bir şeyin O’nu kuşatabileceğini aklına bile getirmez.
Buna göre “Allah’ın gökte olması”, şu iki anlamdan birini taşır:
1-Burada gök ile yükseklik kastedilmiştir. Buna göre anlam: “Allah yüksektedir, yan, yükseklik yönündedir” olur.
Gök, Kur’an’ da sabit olan yükseklik anlamındadır. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Ve üzerinize gökten su (yağmur) indirir.” (Enfal 11)[FONT=&quot][15][/FONT]
Yani, göğün kendisinden değil, yüksekten su indirir. Çünkü yağmur buluttan iner (yağar).
2-Ya da ayette geçen[FONT=&quot][16][/FONT] gökte lafzındaki “fi” , “ala” anlamındadır ki bu durumda da anlam “Allah göğün üstündedir.” Olur.
Kur’an’ ın pek çok yerinde ve başka yerlerde fi (de, da, içinde), ala (üstte, üzerinde) anlamına gelmektedir.[FONT=&quot][17][/FONT] Nitekim Allah’u Teala şöyle buyurmuştur:
“Yeryüzünde dolaşın” (Tevbe 2). Yani yerin üzerinde dolaşın, içinde değil.[FONT=&quot][18][/FONT]

[FONT=&quot][10][/FONT] El-Günye (sh: 56)
Şeyh Abdülkadir el-Ceylani ’nin sözünün konuyla ilgili bölümü şöyledir: “Yaratıcıyı ayet ve delillerle bilmeye gelince, kişi bilmeli ve kesin olarak inanmalı ki Allah; birdir, yeganedir (tekdir)… Allah, yükseklik yönünde (yukarı tarafta) arşına istiva edendir, mülkü kapsayandır. İlmi, eşyayı (çepeçevre) kuşatandır: “O’na ancak güzel söz yükselir (çıkar). Onu da Salih amel yükseltir” (Fatır, 10), “Allah, gökten yere kadar her işi (yaratma işini) düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin saya geldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O’na çıkar” (Secde, 5). Allah’ı her yerde olmakla nitelemek caiz değildir. Aksine Allah; gökte, arşa istiva etmiştir, denmesi gerekir. Nitekim Allah ’u Teala şöyle buyurmuştur: “Rahman arşa istiva etti.” (Taha, 5)…” Daha sonra su konuda birtakım ayet ve hadisleri zikrettikten sonra da şunları söyler: “İstiva sıfatını herhangi bir te’vile kaçmaksızın (olduğu gibi) kullanmak gerekir. Öyle ki bu istiva, arşa yapılan zat istivasıdır. Ne Mücessime ve keramiyye’nin dediği gibi (arşın üzerine) oturrnak ve (onunla doğrudan) temas etmek yani (ona doğrudan) değmek anlamındadır, ne Eş’ariyye’nin dediği gibi kadrinin sıfatlarının yüceliği ve yüksekliği anlamındadır ne de Mu’tezile’nin dediği gibi (arşı) istila etmek ve (ona) galebe çalmak anlamındadır. Çünkü Kur’an ve Sünnet nasları, istiva sözüyle bunları kasdetmemiştir. Aksine onlardan aktarılan istiva sıfatının doğrudan kendi anlamına hamledilmesidir. Peygamber [FONT=&quot]– Sallallahu aleyhi ve selem- [/FONT]‘in eşi Ümmü Seleme radiyallahu anha’nın Allah ‘ın “Rahman arşa istiva etti” buyruğu hakkında şöyle dediği rivayet edilmiştir: ‘İstivanın niteliği akıl ile bilinemez. (Anlamı ise) bir bilinmez değildir. Ona inanmak gerekli (farz), onu inkar etmek ise küfürdür’… O’nun niteliği bilinmeksizin Arş’ın üzerinde olması Allah ‘ın her peygambere indirdiği her kitapta söylenegelmiştir.” Sh: 56-57

[FONT=&quot][11][/FONT] Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:
“O, zatıyla yüksek olandır, çok büyüktür (uludur).” (Bakara 255; Şura 4)
“Öyleyse büyük (ulu) Rabbinin adını tesbih et.” (Vakıa 74, 96; Hakka 52)
“Çünkü o, büyük (ulu) Allah’a iman etmezdi.” (Hakka 33)

[FONT=&quot][12][/FONT] Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:
“Oysa ki Allah, kafirleri çepeçevre kuşatandır.” (Bakara 19)
“Muhakkak ki Allah, her şeyi ilmiyle çepeçevre kuşatmıştır.” (Talak 12)
Allah’ın “Muhit=kuşatıcı, kuşatan” ismi için ayrıca bk. (Al-i İmran120; Nisa108, 126; Enfal 47; Hud 92; Fussilet 54; Buruc 20)
Allah’ın kuşatma sıfatı için de ayrıca bk. (İsra 60, 91; Fetih 21; Cin28)

[FONT=&quot][13][/FONT] Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet günü yeryüzü bütünüyle O’nun avucundadır, gökler de sağında (sağ elinde) dürülmüş olacaktır.” (Zümer 67)

[FONT=&quot][14][/FONT] Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:
“İşte o gün (kıyamet günü) göğü, kitap sayfasını (yazılı kağıt tomarını) dürer düreriz.” (Enbiya 104)

[FONT=&quot][15][/FONT]Ayrıca bk. (Bakara 22, 164; En’am 99; Enfal 11; R’ad 17; İbrahim 32; Hicr 22; Nahl 10, 65; Kehf 45; Taha 53; Hacc 5, 63) ve pek çok ayet.

[FONT=&quot][16][/FONT] Sekizinci bölümün sonlarında geçen (En’am 3) ve (Zuhruf 84) ayetlerini kastediyor.

[FONT=&quot][17][/FONT] Arapçada “fi” harf-i cerri, “ala” anlamında kullanılabilmektedir. Zira dil bilimcilerine göre “fi” harf-i cerri’nin altı anlamı olup bunlardan biri de “üstte olmak, yukarıda olmak” anlamına gelen “el-İsti’la’” anlamıdır.

[FONT=&quot][18][/FONT] Bir başka yerde de Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “(Firavun şöyle dedi): Sizi hurma dallarına asacağım” (Taha 71), yani hurma dallarının üzerine asacağım, içine değil.





ALLAH-u Teala’nın yüzü


Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in görüşüne göre Allah’ ın kendisine yaraşır, celal ve ikram ile niteli gerçek bir yüzü vardır.[FONT=&quot][19][/FONT]
Allah ‘ın celal ve ikram ile niteli bir yüzünün olduğunu Kitap ve Sünnet kesin olarak göstermektedir:
Kitabın kanıtlarından biri Allah-u Teala ‘nın şu buyruğudur:
“…Ancak celal ve ikram sahibi Rabbi’nin yüzü baki kalacaktır.” (Rahman 27)[FONT=&quot][20][/FONT]
Allah-u Teala ‘nın yüzü, O’nun sabit zati sıfatlarından olup kendisine yaraşır gerçek bir yüzü vardır. Bunun anlamını sevap olarak tahrif etmek birkaç bakımdan doğru değildir:
1-[FONT=&quot] [/FONT]Bu tahrif nassın açık anlamına aykırıdır. Nassın açık anlamına aykırı olan tahrif kanıtına ihtiyaç duyar. Oysa bunu gösteren herhangi bir kanıt yoktur.
2-[FONT=&quot] [/FONT]Bu yüz, naslarda Allah-u Teala ‘ya izafe (nispet) edilmiş olarak geçmektedir. Allah ‘a izafe edilmiş bu yüz:
-[FONT=&quot] [/FONT]Ya kendi başına varlığa sahip olan bir şeydir.
-[FONT=&quot] [/FONT]Ya da kendi başına varlığa sahip olmayan bir şeydir.
·[FONT=&quot] [/FONT]Eğer kendi başına varlığa sahipse yaratılmıştır ve Allah-ın sıfatlarından değildir.
“Allah-ın evi”[FONT=&quot][21][/FONT] ve “Allah-ın devesi”[FONT=&quot][22][/FONT] örneklerinde olduğu gibi. Bu iki kelime (ev ve deve) Allah ‘a, sadece ya bir şeyi şereflendirmek ya da mülkün ve yaratığın, mal sahibine ve yaradanına izafesi kabilinden izafe (nispet) edilmiştir.

    • Yok eğer kendi başına varlığa sahip değilse, Allah-ın sıfatlarındandır ve yaratılmamıştır. Allah-ın ilmi, kudreti, izzeti, kelamı, eli, gözü ve benzeri örneklerde olduğu gibi. Şüphesiz yüz de bu türden olup Allah-a izafesi, sıfatın mevsufa (niteliğin nitelenene) izafesi (tamlaması) kabilindendir.
3-[FONT=&quot] [/FONT]Sevap yaratılmış olup Allah-u Teala ‘dan ayrıdır. Yüz ise Allah-ın sıfatlarından olup yaratılmamıştır ve O’ndan ayrı değildir. Öyleyse nasıl oluyor da yüz, sevap anlamında tefsir edilebiliyor?

[FONT=&quot]4- Bu yüz, naslarda celal ve ikram[FONT=&quot][23][/FONT] ile Allah-ın yaratıklarından gözünün erdiği her şeyi yakan nurları bulunmakla[FONT=&quot][24][/FONT] nitelendirilmiştir. Bütün bu nitelikler, yüz kelimesiyle sevabın kastedilmesine engeldir. Allah en doğrusunu bilir.[/FONT]
[FONT=&quot][19][/FONT] Nitekim Ebu Hanife şöyle demiştir:
“O’nun Kur’an’ da zikrettiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır. Allah-ın kitabında zikretmiş olduğu yüz, el ve nefis O’nun niteliği bilinmeyen sıfatlarındandır.” El-Fıkhu’l-Ekber, sh: 59
“O’nun nefsi yarattıklarının nefsi gibi değildir. Bütün nefislerin yaratıcısı O’dur. ‘O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.’ (Şura, 11)” el-Fıkhu’l-Ebsat, sh: 53

[FONT=&quot][20][/FONT] Ayrıca bk. (Bakara 115, 272; En’am 52; Ra’d 22; Kehf 28; Kasas 88; Rum 38, 39; İnsan 9; Leyl 20)

[FONT=&quot][21][/FONT] Bk. (İbrahim, 37)

[FONT=&quot][22][/FONT] Bk. (A’raf 73; Hud 64; Şems 13)

[FONT=&quot][23][/FONT] Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Ancak celal ve ikram sahibi Rabbinin yüzü baki kalacaktır.” (Rahman, 27)

[FONT=&quot][24][/FONT] (SAHİH HADİS): Hadisin tam metni şöyledir: “Kuşkusuz Allah Azze ve Celle uyumaz. Zaten uyuması da gerekmez. Mizanı (diğer bir rivayette adaleti) indirir ve kaldırır. Gündüzün amelinden önce gecenin ameli, gecenin amelinden önce de gündüzün ameli O’na yükseltilir (kaldırılır). O’nun örtüsü (perdesi) nurdur (Ebu Bekr radiyallahu anh’ın rivayetinde perdesi ateştir). Onu bir açıverse yüzünün nurları, yaratıklarından gözünün erdiği (iliştiği) her şeyi yakar kavurur.” Ahmed (4/395, 401, 405); Müslim (No: 179); İbn Mace (No: 195, 196); Darimi, er-Redd ale’l-Merisi (sh: 173); Beyhaki, el-Esma (sh: 402, diğer baskıda 1/295) ve diğerlerinden Hadis sahihtir.




Allah Azze ve Celle’ nin İki Eli

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in görüşüne göre Allah-u Teala’nın bahşetme ve nimetle açılmış iki eli vardır. Allah-ın iki eli, O’nun sabit zati sıfatlarından olup kendisine yaraşır gerçek iki eldir.[FONT=&quot][25][/FONT]
Allah-ın iki elinin olduğunu Kitap ve Sünnet kesin olarak göstermektedir.
Kitabın kanıtlarından biri Allah-u Teala’nın şu buyruğudur:
“Allah iblise şöyle dedi: Ey İblis! İki elimle yarattığıma (insana) secde etmekten seni alıkoyan nedir?” (Sad, 75)
Peygamber [FONT=&quot]– Sallallahu aleyhi ve selem-[/FONT] ‘in şu sözü ise sünnetin kanıtlarından sadece biridir:
“Allah-ın eli öyle doludur ki gece ve gündüz ondan (bağışlar ve nimetler) devamlı akar. Siz, Allah-ın gökleri ve yeri yarattığından bari (eliyle) infak ettiği (verdiği) şeyleri gördünüz mü? (düşündünüz mü?). Çünkü bütün bu verdikleri bile O’nun sağ elindekileri hiçbir şekilde eksiltmemiştir.”[FONT=&quot][26][/FONT]
Ehl-i Sünnet Allah-ın, yaratıkların ellerine benzemeyen gerçek iki eli olduğu inancında icma etmiştir. Bunların anlamını kuvvet, nimet veya benzer şeylerle tahrif etmek (değiştirmek)[FONT=&quot][27][/FONT] birkaç bakımdan doğru değildir.
1- Bu tahrif, sözü hiçbir kanıt olmadan gerçek anlamından mecazi anlamına çevirmektir.
2- Bu, Allah-u Teala’ya izafe edilerek kullanıldığı böyle bir siyakta (söz gelişinden) dilin kesinlikle kabul etmediği bir anlamdır. Çünkü Allah “İki elimle yarattığıma” buyurmuştur. Buna göre bu cümlenin “nimetimle veya kuvvetimle yarattığıma” anlamına gelmesi doğru olmaz.
3- Ellerin Allah-a izafesi ikil bir kiple (sigayla) geçmiştir. Oysa ne kitap ve sünnette ne de herhangi bir yerde nimet kuvvet ikil bir kiple Allah-a izafe (nispet) edilmiş olarak geçmektedir. Öyleyse el, nasıl olurda nimet veya kuvvet ile açıklanır.
4- Eğer iki el ile, kuvvet kastedilmiş olsaydı o zaman “Allah İblis’i eliyle yarattı” ve benzeri şeyler söylemek doğru olurdu ki, bunları Allah hakkında söylemek olanaksızdır. Eğer böyle söylemek caiz olsaydı, Allah “İki elimle yarattığıma secde etmene engel olan nedir?” (Sad, 75) dediği zaman iblis bunu delil olarak “beni de iki elinle yarattın” diye ileri sürebilirdi.
5- Allah-ın, kendisine izafe ettiği el, bundan nimet veya kuvvetin kastedilmiş olmasını engelleyen değişik şekillerde geçmektedir. Öyle ki bazen el ve avuç[FONT=&quot][28][/FONT] lafzıyla, bazen Allah-u Teala’nın kendine yaraşır parmakları[FONT=&quot][29][/FONT] olduğunun belirtilmesi şeklinde, bazen de Peygamber [FONT=&quot]– Sallallahu aleyhi ve selem-[/FONT] ‘in şu sözünde olduğu gibi gökleri ve yeri eliyle tutup silkelediği şeklinde geçmektedir: “Allah bir eliyle gökleri, diğer bir eliyle de yeri avuçlar sonra da onları silkeler ve ‘mülkün sahibi melik (hükümdar) benim’ der.[FONT=&quot][30][/FONT]

[FONT=&quot][25][/FONT] Nitekim Ebu Hanife şöyle demiştir:
“O’nun Kur’an’ da zikrettiği gibi eli, yüzü, ve nefsi vardır. Allah-ın kitabında zikretmiş olduğu yüz, el ve nefis O’nun niteliği bilinmeyen sıfatlarındandır.” El-Fıkhu’l-Ekber, sh: 59
“Allah-ın eli onların elleri üzerindedir, ancak bu yaratıklarının elleri gibi değildir, bir uzuv (organ) da değildir. O ellerin yaratıcısıdır… “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir.” (Şura, 11)”. el-Fukhu’l-Ebsat, sh: 52-53.

[FONT=&quot][26][/FONT] (SAHİH HADİS): Ahmed (2/242, 283, 313, 500); Buhari (No:4684, 5352, 7411, 7419, 7496); Müslim (No: 993); Tirmizi (No: 3045); İbn Mace (No: 197) Beyhaki, el-Esma ve’s-Sıfat (sh: 329, diğer baskıda 2/60-61) ve diğerleri Ebu Hureyre radiyallahu anh’den. Hadis sahihtir.

[FONT=&quot][27][/FONT] İmam Ebu Hanife’de bu noktaya özellikle dikkat çekmiştir. O şöyle demiştir: “Allah-ın elinden maksat kudretidir veya nimetidir, denilemez. Çünkü bu durumda Allah-ın sıfatlarını iptal etme söz konusu olur. Bu ise Mu’tezile ve Kaderiyye’nin görüşüdür. Ancak Allah-ın eli O’nun niteliği bilinmeyen sıfatıdır.” el-Fıkhu’l-Ekber, sh: 59

[FONT=&quot][28][/FONT] Avuç (keff) lafzı sahih hadislerden geçmektedir. Bunlardan birkaçı şunlardır:
1-[FONT=&quot] [/FONT]“Hiç kimse iyi (helal) bir şeyden sadaka vermiş olmasın ki Allah onu sağ eliyle alıp kabul etmesin. Bu bir hurma bile olsa. Zaten Allah iyiden (helalden) başkasını da kabul etmez. Aynen sizden birinizin tayını veya deve yavrusunu özenle büyüttüğü (yetiştirdiği) gibi sadaka Rahman-ın avucunda büyür (çoğalır). Nihayet dağ gibi veya dağdan daha büyük olur.” Buhari (No: 1410) Müslim (No:1014) ve diğerleri Ebu Hureyre’ den. Bu Müslim’in lafzıdır. Hadis sahihtir.
2-[FONT=&quot] [/FONT]“ Rabbim-i (uykuda) en güzel surette gördüm… Ve Rabbimin avucunu, iki omzumun (kürek kemiğimin) arasına koyduğunu gördüm. Öyle ki gönlümde (kalbimde) O’nun parmak uçlarının (diğer bir rivayette elinin) soğukluğunu hissettim.” Ahmed (5/243); Tirmizi (No: 3235); İbn Ebi Asım, es-Sünne (No:465-471) ve diğerleri Muaz b. Cebel ve bir grup sahabeden rivayet etmişlerdir. Hadis sahihtir.

[FONT=&quot][29][/FONT] Parmak (İsba’ çoğulu Esabi’) lafzı sahih hadislerde geçmektedir. Bazıları şunlardır:
1-[FONT=&quot] [/FONT]“Ademoğullarının kalplerinin hepsi Rahman’ın parmaklarından iki parmak arasında tek bir kalp gibidir. Onları dilediği gibi çevirir.” Ahmed (2/168, 173); Müslim (No: 2654); İbn Ebi Asım, es-Sünne (No: 222) ve diğerleri Abdullah Amr b. el-As’tan. Hadis bu lafızla sahihtir.
2-[FONT=&quot] [/FONT]“Yahudi bir adam Peygamber Sallallahu aleyhi ve sellem’ e gelir ve şöyle der: “ Ey Muhammed! (Başka bir rivayetle Ey Eba’- Kasım!) Kuşkusuz Allah kıyamet günü gökleri bir parmağında, yedi kat yeri bir parmağına, dağları bir parmağına, ağaçları bir parmağına ve yaratıkları bir parmağına alır, sonra şöyle der: ‘Bugün melik (padişah) benim’. Bunun üzerine Rasullullah (bir rivayette Yahudi’nin bu sözünü beğendiği ve tasdik ettiği için) ön dişleri görünecek şekilde gülümsemiş sonra da: “Onlar Allah-ı hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yeryüzü bütünüyle O’nun avucundadır, göklerde sağ elinde dürülmüş olaraktır.” (Zümer, 67) ayetini okumuştur.” Ahmed (1/457) Buhari (No: 4811, 7414 7415, 7451, 7513); Müslim (No: 2786, 2788); Tirmizi (No: 3238, 3239); İbn Ebi Asım, es-Sünne (No: 541-544) ve diğerleri Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh’den. Hadis sahihtir.

[FONT=&quot][30][/FONT] (SAHİH HADİS): Hadis kaynaklarında şöyle yer almaktadır:” Kıyamet günü Allah yeri avucuna alır, gökleri de sağ elinde dürer (katlar) sonra da şöyle der: ‘Mülkün sahibi melik (hükümdar) benim! Hani yeryüzünün hükümdarları nerede?’” Ahmed (2/374); Buhari (No: 4812, 6519, 7382, 7413); Müslim (No: 2787); İbni Mace (No: 192); Beyhaki, el-Esma ve’s-Sıfat (sh: 323- 324, diğer baskıda 2/54) ve diğerleri Ebu Hureyre radıyallahu anh’den. Hadis sahihtir.
 

kullu_nefsin

New member
Katılım
9 May 2008
Mesajlar
2
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
AÇIKLAMA ve YANIT

Her dönemde yaptığı kültür hizmetleriyle okurlarının takdir ve teşekkürlerini hak eden Vakit gazetesi, son olarak okurlarına bir promosyonla armağan ettiği PRATİK AKÂİD DERSLERİ kitabı ile yine tüm okurları nezdinde sonsuz takdir ve teşekkürü hak etmiş bulunmaktadır. Bu vesileyle kendilerini kutluyor ayrıca takdir ve şükranlarımızı sunuyoruz.

Ümmülkura Yayınevi tarafından Türkçeye kazandırılan ve Ehl-i Sünnet’in inanç esaslarını Kur’ân-ı Kerîm ve sahih sünnetten naslara bağlı kalmak suretiyle özlü bir şekilde anlatan kitap, okuyucu kitlesinin büyük bölümünün beğeni ve takdirini kazanmıştır. Öte yandan üzüntüyle belirtmek gerekir ki kitap, ilmihal kitaplarından elde edilebilecek düzeyde basit bilgilere dahi sahip olmayan kimseler tarafından kaleme alındığı belli olan bir yazıyla internet ortamında, belki samimi ancak câhilâne ve ciddiye alınmayacak derecede seviyesiz, ilmî üslûp bir tarafa, edep sınırlarını aşan bir biçimde tenkitten öte bir saldırıya maruz kalmıştır. Cehaletin son derece yaygın bir hal aldığı günümüzde, bu tür bir tavrın Müslümanlar tarafından sergileniyor olması elbette üzücüdür.

Söz konusu yazıda, kitabın içerik olarak değindiği bazı meselelere atfen kitaptan bir takım alıntılarla birlikte sözüm ona reddiye denilen ve aynı saldırganlıkla kaleme alınan bazı çarpıtmalara yer verilmiştir. Reddiyecilerin! itikatla ilgili asgari ilmihal bilgilerinden dahi yoksun ve bilinçsiz olmalarından kastımız, söz konusu yazıda fütursuzca kafir, dinsiz, Hıristiyan ve Yahudilerden daha zararlı diye teşhir etmiş oldukları itikadın gerçekte en başta Ehl-i Sünnet’in dört mezhep imamının sahip olduğu itikat olduğu bilgisinden yoksun olup, sözlerinin nereye vardığının bilincinde olmamalarıdır.

Reddiyeciler! ilmî edebi hiçe sayarak, kitapta olmayan şeyleri varmışçasına söz konusu etmişlerdir. Örneğin ilerleyen satırlarda görüleceği üzere, yazdıkları reddiyede “Tevessül ve teberrük’ün caiz olmasının delilleri” başlığı altında kitabın şer’î tevessül ve teberrükü inkar ettiğini ima ederek sözde birtakım delillere yer vermişlerdir. Halbuki kitap hiçbir surette ne tevessülü ne teberrrükü ne şefaati ne de kabir ziyaretini inkar etmemekte, aksine kitap meşru tevessül ve teberrükün ne olduğunu, şefaatin doğru bir biçimde Allah’tan isteneceğini, meşru ve sünnete uygun kabir ziyaretinin nasıl yapılacağını, oralarda çaput bağlayıp kurban kesmek gibi bugün toplumda sağduyulu birçok kimsenin hoş görmediği davranışları gerçekte İslâm’ın da yasaklamış olduğunu gözler önüne sermektedir. İlerleyen bölümlerde görüleceği gibi kaleme aldıkları yazıda, tevhid dini mensubu olduklarını iddia eden bu kimselerin, yalnızca Allah’ın güç yetirebileceği bir şeyde O’ndan başkasından yardım istemenin şirk olacağına dahi karşı çıkmaları, içine düşmüş oldukları halin ne kadar vahim olduğunu göstermeye yeter.

Ayrıca batıl akîdeleri uğruna Kur’ân ayetlerini bozuk tevillerle tahrif eden, işlerine gelmeyen sahih hadisleri kabul etmeyen, uydurma hadis kitaplarının baş köşelerinde yer alan rivayetlere dört elle sarılan, yüce alimlere iftira atmaktan geri durmayan bir anlayışın reddiye adı altında yazdıkları cehalet vesikası mahiyetindeki karalamalarının başına koymayı uygun gördükleri Kitapta Geçen Kur’an ve Sünnet’e, İcmâ’a Aykırı Örnekler başlığı gayet ilginçtir!! Taşıdıkları akîde bütünü ile Kur’ân ve Sünnet dışı, munharif bir akîde olan bir anlayışın Kur’an ve Sünnet’e aykırılılıktan söz etmesine sevinmeli miyiz, üzülmeli miyiz doğrusu şaşırmaktayız. Kitapta Kur’an’a, Sünnet’e, icma’a aykırı bir şey bulunmak şöyle dursun, kitabın içinde ayet ve hadise dayanmayan, nassa dayalı olmayan hiçbir satır yoktur.

Sağduyu sahibi çoğu kimselerin bu tür şeylere kulak asmayacaklarının bilincindeyiz. İşin doğrusu bu tür kimseler tarafından yapılan ve sözüm ona ister reddiye diye, ister başka türlü isimlendirdikleri hiçbir seviyesizliğe cevap vermek belki ilim adına da yakışık almayacaktır. Ancak bu saldırı bilinçsiz bir surette Ehl-i Sünnet’in iman ettiği esaslara yönelik olunca, bu tür çarpıtmalardan aklı karışabilecek ve olumsuz yönde etkilenebilecek kimselerin bulunabileceği ihtimali olması bakımından bir açıklamayla bunlara yanıt vermek zorunluluğu doğmuştur.

REDDİYECİLERİN! İDDİALARINA YANIT
1- Reddiyeciler kitabın 35. sayfasında yer alan “Onlar, ya bu kainatın dışında bulunan ve kendilerini yaratan yüce bir yaratıcının yaratması ile yaratılmışlardır. Ki beklenen bunu kabul etmeleridir.” ifadeleri hakkında, bu söz Allah arşın üzerinde oturdu diyen! İbn Teymiyye’nin ve onun bağlıları olan! Vehhabilerin! Allah’a mekan isnad etmelerinin! teyididir! demişlerdir.

Karşı çıktıkları bu cümle kitapta Allah’ın Varlığını İnkar Eden Dinsizlere Cevap başlığı altında yer almaktadır. Başlıktan da anlaşılacağı üzere sözün sadedi bellidir. Ne var ki taassub ve önyargılı olmak her surette bir zaaftır. Bu zaafın reddiyecileri okuduğunu dahi anlamamaya sevk ettiği aşikardır. Şöyle ki; ilgili bölüm kitaptan okunduğunda, konunun Allah’ın Arş’ına istivâsı ile uzaktan yakından ilgili olmadığı herkes tarafından kolayca anlaşılacakken, reddiyeciler! tarafından aynı zaafla (sû-i niyet dememek için) çarpıtılmıştır. Anılan bölüm tamamen Allah’ın varlığını (zatını) inkar eden dinsizlere cevap mahiyetinde kaleme alınmıştır. “Kainatın dışında bulunan” cümlesi, Allah’ın varlığını inkar eden dinsizlere cevap sadedinde kullanılmıştır. Bununla Allah’ın Arş’ına istivâsına delil getirilmediği gibi, bu hususa uzaktan işaret bile edilmemiştir.

Reddiyede yer alan “bu söz Allah arşın üzerinde oturdu diyen! İbn Teymiyye’nin ve onun bağlıları olan! Vehhabilerin! Allah’a mekan isnad etmelerinin! teyididir!”sözlerine gelince bu ifade bizlere, Zekeriyâ’nın minareden düşen keçisi hikayesini anlatmak isteyen adam meselini hatırlattı. Bunu duyan, o, Zekeriyâ değil İsmâil, keçi değil koyun, minareden düşmedi gökten indi demiştir. Onların bu ifadeleri de meselde olduğu gibi baştan sona düzeltmeye muhtaçtır. Bu söz; Allah arş’ın üzerinde oturdu değil Kur’ân’da yer aldığı şekli ile Allah arş’a istivâ etti, İbn Teymiyye’nin sözü değil başta Ebû Hanîfe olmak üzere söz birliği etmişçesine bütün alimlerin sözü ve Vehhabiler değil Ehl-i Sünnet olmalıdır. İbn Teymiyye’ye yakıştırılmaya çalışılan bu büyük iftira ve ümmet içinde her millet ve görüşten onu sevenlere çirkin bir şekilde yöneltilen Vehhabiler lakap (yakıştırma) ve karalaması cahillik ve cüretkârlığın bileşiminden başka bir şey değildir. Ne İbn Teymiyye ne onun talebeleri olan büyük alimler, İbn Kesîr, ez-Zehebî, İbn Kayyım ve diğerleri ve ne de bugüne kadar bu alimlerin eserlerini okuyup istifade eden Ümmet-i Muhammed’in hiçbir ferdi bu sefil sözleri hak etmiş değildir. Onlar adına bu sözleri sarf eden kendini bilmezleri kınıyor ve sözlerini şiddetle reddediyoruz. Kaldı ki, tarih boyunca ilme ve bilgiye kıymet veren, yalnız Kur’an ve Sünnet bağlısı Müslümanların tek başına hiçbir alimin bağlısı olmakla yetinmedikleri izahtan varestedir. İlme ve bilgiye muhtaç olmayla, alimlerin bazılarından istiğna birbiriyle bağdaşır şeyler değildir. Kendilerine gelince bu reddiye benzeri garabet, bunu yayınlayan anlayışın ilme ve bilgiye düşman olduklarının, bir kişiye tutunup bağlanarak kurtulacaklarını zanneden sömürülmüş zavallılardan başkası olmadıklarının en açık göstergesidir.

Ehl-i Sünnet’e mensup hiçbir alim Allah’ın arşa oturduğunu, kurulduğunu ya da yerleştiğini söylememiştir. Bu aslı astarı olmayan iftiradan başka bir şey değildir. Dört mezhep İmamı da dahil olmak üzere selef alimlerinden hiçbiri istivânın anlamı hususunda Arap dilinde istivânın bilinen anlamları ‘alâ/yukarıda oldu, irtefe‘a/yükseldi, sa‘ade/yükseğe çıktı dışında bir şey söylememiştir.(Bk. Sahîh-i Buhârî, 98-Kitâbu’t-Tevhîd/ 22. Bab) Sonra reddiyecilerin! iddia ettikleri gibi Arap dilinde istivânın bilinen bu anlamları dışında, arşı istilâ etti ya da arşı hükmü, tasarrufu altına aldı şeklinde te’vîl edilebileceğini gösteren hiçbir sahih nakil yoktur. Ehl-i Sünnet alimleri, Allah’ın Arş’ına istivâ ettiği, Arş’ının üstünde olduğu inancında icmâ etmiştir. Hiç kimsenin onlardan bunun dışında, ne bir nas ne de bir söz nakletmesi mümkün değildir. Bu alimler içinde İmam Ebu Hanife rahimehullah da yer almaktadır. Zira İmam Ebû Hanîfe’nin, Allah’ın zatı ile uluvvu/yedi kat semânın üstünde oluşu ve Arş’ına istivâsı hakkında pek çok sözü vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

Ebû Hanîfe dedi ki: “Her kim: ‘Rabbim gökte mi yoksa yerde midir? bilmiyorum’ derse kâfir olmuştur. Yine aynı şekilde: ‘O, arş(ının) üzerindedir, fakat arş gökte midir, yoksa yerde midir? bilmiyorum’ diyen kimse de kâfir olmuştur.” el-Fıkhu’l-Ebsat, (s. 45.) Bu sözün diğer bir rivâyeti de şöyledir: “Her kim: ‘Rabbim gökte mi yoksa yerde midir? bilmiyorum’ derse kâfir olmuştur. Çünkü Allah “Rahmân arşa istivâ etti” (Tâhâ, 5) buyuruyor. Allah’ın arşı da yedi kat semânın üstündedir. Yine aynı şekilde: ‘O, arşın üzerindedir, fakat arş gökte midir yoksa yerde midir? bilmiyorum’ diyen kimse de kâfir olmuştur. Çünkü o Allah’ın gökte olduğunu inkar etmiştir. Allah’ın gökte olduğunu inkar eden de kâfir olmuştur: “Çünkü Allah illiyyîn’in en üstündedir, en yukarısındadır. O’ndan yukarıdan istenir, aşağıdan değil.” Zehebî, el-Uluvv (Muhtasar s. 136, No: 118);İbn Ebi’l-’İzz el-Hanefî, Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye (s. 288).

İbn Ebî’l-‘İzz de İmam’ın bu sözünü naklettikten sonra şunları söyler. “Ebû Hanîfe’nin yoluna (mezhebine) intisap edenlerden bunu inkar edenlere aldırılmaz. İnandıkları şeylerin çoğunda Ebû Hanîfe’ye muhâlif olan Mu’tezile ve başka gruplar, kendilerini O’na nispet etmişlerdir. İnandıkları şeylerin bir kısmında Mâlik, Şâfiî ve Ahmed’e muhalefet edenler de, kendilerini bazen bu İmamlara nispet edebilmişlerdir. Ebû Yûsuf’un, Allah’ın arşın üzerinde olduğunu inkar eden Bişr el-Merîsî’den tevbe etmesini istemesine yönelik kıssası meşhurdur. Bunu Abdurrahmân b. Ebî Hâtim ve diğerleri rivâyet etmiştir.” Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye (thk. el-Elbânî, s. 288).

Ebû Hanîfe dedi ki: “Allah’a dua ederken, yukarıya yönelinir, aşağıya değil. Çünkü aşağının Rubûbiyyet ve Ulûhiyyet vasfı ile ilgisi yoktur. Nitekim hadiste de şöyle rivâyet edilmiştir: “Bir adam siyah câriyesini Hz. Peygamber’e getirerek şöyle dedi: ‘Bir mü’mine câriyeyi âzat etmek üzerime vâcib oldu. Bunu bana yeterli görür müsün?’ Hz. Peygamber de câriyeye: ‘Sen mü’mine misin?’ diye sordu. O da ‘evet’ deyince bu defa Hz. Peygamber: ‘Peki Allah nerede?’ diye sordu. O da göğe işâret etti. (Müslim rivayetinde ‘semadadır dedi’ şeklindedir. No: 33/537). Bunun üzerine Hz. Peygamber adama: ‘Onu âzat et, çünkü o, mü’minedir, buyurdu.” Ebû Hanîfe, el-Müsned, (No: 3); el-Fıkhu’l-Ebsat,( s. 47-48)

“Ebû Hanîfe kendisine ‘kulluk ettiğin ilahın nerededir?’ diye soran kadına: ‘Allah Subhânehu ve Teâlâ göktedir, yerde değil’ cevabını verdi. Bunun üzerine adamın biri: ‘Peki, Allah’ın: “O sizinle beraberdir” (Hadîd, 4) buyruğuna ne dersin?’ deyince Ebû Hanîfe ‘Bu, senin bir kimseye mektup yazıp ‘ben seninle beraberim’ demen gibidir. Halbuki sen onun yanında değilsin’ yanıtını verdi.” Beyhakî, el-Esmâ ve’s-Sıfât (sh: 429), (2/170); Zehebî, el-Uluvv (Muhtasar, sh: 135, No: 177)

Ebû Hanîfe dedi ki: “Biz Allah’ın ihtiyaç olmaksızın arş üzerine istivâ ve istikrar ettiğini ikrar ederiz. O ihtiyaç olmaksızın arşı da başkalarını da muhafaza eder.” el-Vasıyye, (s. 73.)

Ebû Hanîfe dedi ki: “Her kim Allah Azze ve Celle’nin (zâtıyla) gökte olduğunu inkar ederse muhakkak kâfir olmuştur.” el-Uluvv (Muhtasar s. 137, No: 119).

Diğer imamlardan ve başta İmam Buhârî olmak üzere hadis ve fıkıh ehli yüzlerce alimden yapılabilecek nakillerden sarfı nazarla İmam Ebû Hanîfe’den yaptığımız bu nakillerde hâşâ İmam reddiyecilerin deyimiyle Allah’a mekan isnad etmenin teyidini mi dile getirmiş olmaktadır!? Zira hiç kimse arş’a istivâ için Allah’ın bir mekana ihtiyaç duyduğunu, yahut bir mekanın onu kuşattığını söylemiş değildir. Bu anlamda Allah elbette bir mekana ihtiyaç duymak ve bir mekan içerisinde kuşatılmaktan münezzeh ve uzaktır. Ancak O, Kur’ân’da açıkça bildirildiği gibi arş’ına istivâ etmiş ve yüzlerce ayetin delaleti ile yukarıda, yükseklik yönünde zatıyla semâvâtın üstündedir. Kur’ân-ı Kerîm ve Sahih Sünnet bu gerçeği dile getiren, istivâ ve üstte olmanın, Arş’ı istilâ etmek ya da onu hükmü, tasarrufu altına almak şeklinde te’vîl edilmesinin batıl olduğunu gösteren delillerle doludur. Bu delillerden birkaçı şöyledir: “Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istivâ eden … Allah’tır.” (A’râf, 7/54), “Rahmân Arş’a istivâ etti.” (Tâhâ, 20/5), “O Allah ki, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istivâ edendir.” (Hadîd, 57/4). Ay. bk. (Yûnus, 10/3), (Ra’d, 13/2), (Furkân, 25/59), (Secde, 32/4). “O, kullarının üstünde kâhir olandır.” (En’âm, 6/18), “Onlar, üstlerinde olan Rablerinden korkarlar.” (Nahl, 16/50). Ay. bk. (En’âm, 6/61, 65), (Fetih, 48/10), (Hâkka, 69/17). Ebû Hureyre radiyallâhu anh’in bildirdiğine göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah mahlukatı yaratmayı hükmettiği zaman, arşının üstünde , kendi yanında bulunan bir kitapta tesbit edip: Şüphesiz benim rahmetim, gazabımın önüne geçmiştir, diye yazdı.”(Buhârî, No: 7453); Enes b. Mâlik radiyallâhu anh dedi ki: Zeynep bnt. Cahş radiyallâhu anhâ, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in diğer hanımlarına karşı öğünerek şöyle derdi: “Sizleri Peygamber ile kendi aileleriniz evlendirdi. Halbuki beni onunla yedi kat göklerin üstünden Yüce Allah evlendirdi.” (Buhârî, No: 7420). Bu hususu ayrıca icmâ, akıl ve fıtrat (yaratılış kanunu) da hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde kanıtlamaktadır.

İmam Evzâ‘î’den şöyle rivayet edilmiştir. “Biz ve bütün tâbiîler, Allah-u Tâlâ’nın arş üzerinde olduğunu söyler ve sıfatlar hakkında Hz. Peygamber’den gelen haberlere inanırdık.” el-Esmâ ve’s-Sıfât (s. 408)

Görüldüğü üzere naslar açık bir şekilde bize Allah Teâlâ’nın zatıyla yedi kat semanın üzerinde olduğunu göstermektedir. Burada manidar olacağını düşündüğümüz için sözü, Şeyh Abdülkadir el-Geylâni’ye bırakıyoruz. O dedi ki: “Allah, yükseklik yönünde (yukarı tarafta) arşına istivâ edendir, mülkü kapsayandır. İlmi, eşyayı (çepeçevre) kuşatandır: “O’na ancak güzel söz yükselir (çıkar). Onu da sâlih amel yükseltir” (Fâtır, 10), “Allah, gökten yere (kadar) her işi (yaratma işini) düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O’na çıkar” (Secde, 5). Allah’ı her yerde olmakla nitelemek câiz değildir. Aksine Allah; gökte, arşa istivâ etmiştir, denmesi gerekir. Nitekim Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Rahmân arşa istivâ etti.” (Tâhâ, 5)... İstivâ sıfatını herhangi bir te’vîle kaçmaksızın (olduğu gibi) kullanmak gerekir. Öyle ki bu istivâ, arşa yapılan zât istivâsıdır. Ne Mücessime ve Kerrâmiyye’nin dediği gibi (arşın üzerine) oturmak ve (onunla doğrudan) temas etmek, ne Eş’ariyye’nin dediği gibi kadrinin ve sıfatlarının yüceliği ve yüksekliği anlamındadır ne de Mu’tezile’nin dediği gibi (arşı) istilâ etmek ve (ona) galebe çalmak anlamındadır. Çünkü Kur’ân ve Sünnet nasları, istivâ sözüyle bunları kastetmemiştir. Aksine onlardan aktarılan istivâ sıfâtının doğrudan kendi anlamına hamledilmesidir. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in eşi Ümmü Seleme radiyallâhu anhâ’nın Allah’ın “Rahmân arşa istivâ etti” buyruğu hakkında şöyle dediği rivâyet edilmiştir: ‘İstivânın niteliği akıl ile bilinemez. (Anlamı ise) bir bilinmez değildir. Ona inanmak gerekli (farz), onu inkar etmek ise küfürdür’... O’nun niteliği bilinmeksizin Arş’ın üzerinde olması Allah’ın her peygambere indirdiği her kitapta söylenegelmiştir.” Abdülkadir el-Geylânî, el-Günye (s. 56). Ayrıca bk. Zehebî, el-Uluvv (Muhtasar, sh: 284, No: 348).

2- Reddiyeciler! kitabın 44. sayfasında yer alan, İmam Mâlik’in kendisine ‘Rahman arşa istivâ etti’ ayeti hakkında istivânın nasıl olduğunu soran adama vermiş olduğu ‘İstivâ bilinmektedir. Keyfiyeti ise meçhuldür. Ona iman etmek farz, hakkında soru sormak ise bid’attir” şeklindeki cevabın kitapta yer aldığı şekilde olmadığını söylemişler daha sonra da kitaptakine benzer fakat aradaki farkı okuyucunun anlayamayacağı başka bir lafız getirmişlerdir.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki reddiyecilerin bu sözü kitapta yer aldığı şekli ile kabul etmemelerinin sebebi, istivâ sıfatının manasını ispat etmenin teşbih (benzetmek) ve tecsim (cisimlendirmek) içerdiğine dair olan inançlarıdır. Bu yüzden İmam Mâlik’in sözünü kendi munharif görüşlerine yorabilecekleri bir şekilde tahrif etmeye çalışmışlardır. Burada, görüşlerine uymayan sahih rivayetler karşısında takındıkları tavra paralel olarak yine çarpıtma yoluna gittiklerini görüyoruz. Zira İmam Mâlik’in sahih olmaktan öte ulema nazarında Allah’ın isim ve sıfatları konusunda kâide olarak benimsenmiş olan bu meşhur sözünü kelime oyunu yapmak suretiyle söylediğinin tam tersine çevirmeye çalışmışlardır. Güneş balçıkla sıvanmaz misali, reddiyecilerin İmam Mâlik’in sözünü inkar etme ya da kendi bâtıl görüşlerine uygun olarak çarpıtma çabaları, bu sözün kitaptaki haliyle yüzlerce kaynakta yer aldığı gerçeğini değiştiremeyecek beyhûde bir çabadır. Üstelik kaynaklarda bu söz Ümmü Seleme radiyallâhu anhâ ile İmam Mâlik’in hocası Rebî‘a b. Ebî Abdirrahman’dan da rivayet edilmiştir. Ayrıca Hanefi mezhebinde alimlerin sultanı lakabıyla anılan Molla Aliyyu’l-Kârî İmam Mâlik’in bu sözünü naklettikten sonra şöyle demiştir: “Bunu büyük İmamımız Ebû Hanîfe de tercih etmiştir.” Mirkâtü’l-Mefâtih (8/251). Gerçekte bu tenkit kitaba çamur atmaktan başka bir gayeye matuf değildir.

3- Reddiyecilerin! kitabın 41, 44, 45 ve 46. sayfalarında geçen Allah-u Teâlâ’nın hayat, ilim, kudret, semî, basar, kelam, irâde, istivâ, iki el, uluvv, vech ve nüzul sıfatları hakkında bu sıfatları ispat/kabul etmeyi -hâşâ- Allah’a uzuv isnad etmek, O’nu mahlukatına benzetmek, Yahûdi ve Hıristiyanların inancına eşit olmak gibi ağza alınmayacak derecede ağır ifadelerle nitelemişlerdir.

Allah hakkında, “Allah şeyhlerin alnında tecelli eder”, “Cübbemin altında Allah’tan başkası yoktur”, “Ben Allah’ım”, “Mahlukatın varlığı, Allah’ın varlığının aynıdır.” gibi ve daha nakletmeye dahi cesaret edemediğimiz nice küfür ve şirk sözleri söyleyenleri yere göğe sığdıramayan malum anlayışın tutup da Allah Azze ve Celle’nin yüce sıfatlarını naslarda varid olduğu şekilde ispat edip kabul edenlere olmadık hakaretlerde bulunmaların hak ve hakikatle ne kadar bağdaştığını sağduyu sahiplerinin takdirine bırakıyoruz. Allah’ı tenzih etmekten konuşulacaksa bu anlayışın bırakın konuşmayı ağızlarını bile açmaya hakları yoktur.

Acaba reddiyeciler bu ölçüsüz ve ağır ithamların söz konusu sıfatları manaları ile ispat eden başta dört mezhep İmamı olmak üzere tüm Ehl-i Sünnet ulemasını kapsadığının farkında mıdırlar!? Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in Allah-u Teâlâ’nın burada belirtilen ve belirtilmeyen bütün yüce sıfatları hakkındaki inancı iptalsiz tenzih, teşbihsiz ispattır. Yani Ehl-i Sünnet Allah-u Teâlâ’yı tenzih adına naslarda yer alan yüce sıfatlarını iptal etmemiş, yine bu yüce sıfatları ispat adına da mahlukatın sıfatlarına benzetmemiştir. Müşebbihe ve Mücessime gibi isbatta aşırıya gidip Allah’ı mahlukatına benzetenlerle, Muattıla gibi tenzihte aşırıya gidip Allah’ın isim ve sıfatlarını iptal eden sapkın fırkaların arasında hak yol üzeredir. Ehl-i Sünnet bu sıfatların Allah-u Teâlâ’nın zatına ve azametine yakışır yücelik ve kemal sıfatları olduğuna inanmıştır. Bu sıfatların, tevile yeltenmeden naslarda geldiği gibi kabul edileceği ve keyfiyetlerinin ise akıl ile bilinemeyeceği yine İmam Ebû Hanîfe dahil sayısız âlimin dile getirdikleri bir husustur.

Meşhur tefsîr âlimi ve Bağdât’taki Hanefîlerin imamı Âlûsî, İmam Ebû Hanîfe’nin ve diğer imamların te’vîl hakkındaki görüşlerini açıklarken şunları söylemektedir: “Senin de bildiğin gibi, büyük âlimlerin ve İslâm’ın ileri gelenlerinin çoğunun yolu teşbîh (benzetme) ve tecsîmi (cisimlendirmeyi) reddetmeyle birlikte mutlak olarak te’vîlden kaçınmaktır. İmam Ebû Hanîfe, İmam Mâlik, İmam Ahmed, İmam Şâfiî, Muhammed b. el-Hasen, Sa’d b. Muâz el-Mervezî, Abdullah b. el-Mübârek, Süfyân es-Sevrî’nin arkadaşı Ebu Muâz b. Süleyman, İshâk b. Râhûye, Muhammed b. İsmâil el-Buhârî, Tirmizî ve Ebû Dâvûd... bu büyük âlimlerdendir.” Rûhu’l-Meânî (6/156).

Hanefi mezhebinde alimlerin sultanı lakabıyla anılan Molla Aliyyu’l-Kârî şöyle demiştir: “Yine bunun gibi büyük İmamımız Ebû Hanîfe el, göz, yüz ve benzeri ilâhî sıfatlarla ilgili gelen müteşâbih âyet ve hadisleri de bu şekilde alıp kabul etmiştir. Buna göre bütün (ilâhî) sıfatların anlamları bilinmekte, keyfiyeti ise akıl ile bilinememektedir.” Mirkâtü’l-Mefâtîh Şerhu Mişkâti’l-Mesâbîh (el-Mektebetü’l-İmdâdiyye baskısı 8/251)

Ebû Hanîfe yine şöyle demiştir: “O’nun Kur’ân’da zikrettiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır. Allah’ın kitabında zikretmiş olduğu yüz, el ve nefis O’nun keyfiyeti bilinmeyen sıfatlarındandır.” el-Fıkhu’l-Ekber (s. 59)

Reddiyecilerin! Allah’ın sıfatlarının zahirine uygun bir şekilde anlamları ile ispat edilmesinin teşbih ve tecsimi gerektirdiği iddiası yine İmam’ın şu sözünden de anlaşılacağı şekilde yersiz ve batıldır.

“Allah’ın eli onların elleri üzerindedir, ancak bu, yarattıklarının elleri gibi değildir, bir uzuv da değildir. O ellerin yaratıcısıdır. O’nun yüzü yarattıklarının yüzü gibi değildir. O bütün yüzlerin yaratıcısıdır. O’nun nefsi yarattıklarının nefsi gibi değildir. Bütün nefislerin yaratıcısı O’dur. “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.” (Şûrâ, 42/11)el-Fıkhu’l-Ebsat (s. 52-53)

Yukarıda görüldüğü gibi İmam Ebû Hanîfe rahimehullah reddiyecilerin! Allah’ın sıfatlarını tahrif ederken delil olarak kullandıkları bu ayetin gerçekte onların aleyhine bir delil olduğunu gösteren çok güzel bir açıklamada bulunmuştur. İmam burada el, yüz ve nefis sıfatlarını herhangi bir tevil yapmaksızın olduğu gibi ispat etmekle birlikte, bu sıfatların mahlukatın elleri, yüzleri ve nefisleri gibi olmadığını belirttikten sonra bu ayeti getirmesi Allah-u Teâlâ hakkında el, yüz ve nefis sıfatlarını ispat etmenin onların iddia ettikleri gibi bu ayetle çelişmediğini göstermektedir.

Ayrıca İmam sıfata, ifade ettiği anlamın dışında bir mana yüklemenin sıfatı iptal etmek olduğunu şu sözleri ile belirtmiştir. “Allah’ın elinden maksat kudretidir veya nimetidir, denilemez. Çünkü bu durumda Allah’ın sıfatlarını iptal etmek söz konusu olur. Bu ise Mu’tezile ve Kaderiyye’nin görüşüdür. Ancak Allah’ın eli O’nun keyfiyeti bilinmeyen sıfatıdır.” el-Fıkhu’l-Ekber (s. 59)

Yine İmâm Allah’ın rıza ve gazap sıfatları hakkındaki şu sözü de bunun teyididir: “Allah yaratılmışların sıfatlarıyla nitelenemez. Gazabı (öfkesi) ve rızası (sevip razı oluşu), O’nun keyfiyeti bilinmeyen sıfatlarından (diğerleri gibi) iki sıfattır. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’in görüşü budur. Allah gazap da eder, razı da olur. ‘O’nun gazabı (öfkesi) cezalandırmasıdır, rızası (sevip razı oluşu) da sevap ve mükâfatıdır’ denilemez. Biz O’nu kendisini nitelendirdiği gibi nitelendiririz.” el-Fıkhu’l- Ebsat (s. 52-53)

4- Malum anlayış! kitabın 53. sayfasında geçen “Alimler; yalnızca Allah’ın güç yetirebileceği bir şeyde, kalben ya da dille başkasına seslenip dua edenin veya ondan başkasından yardım dileyenin ‘Lâ İlâhe İllallah Muhammedun Rasûlullah/Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhammed Allah’ın rasûlüdür’ dese yahut namaz kılıp oruç tutsa ve hacca gitse bile, müşrik olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.” bölümünü,
54. sayfada geçen “Hatta duada koşulan şirk, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in kendilerine gönderilmiş olduğu müşriklerin koşmuş oldukları şirkin en büyüğüdür. Zira onlar peygamberlere, sâlihlere ve meleklere dua ederlerdi. Onlara kendilerine Allah katında şefaat etsinler diye yaklaşmaya çalışıyorlardı. Sıkıntılı anlarda dara düştüklerinde ise ibadeti yalnız Allah’a has surette yerine getiriyorlar, şirk koştukları varlıkları unutuyorlardı.” bölümünü,
63. sayfada geçen “Sadece Allah’ın güç yetirebileceği işlerde tevekkül: Rızık, korunma, yardım ve şefaat gibi isteklerini dileme hususunda ölülere ve tağutlara tevekkül edenler gibi. Bu büyük şirktir. Çünkü bu ve benzeri işlere Allah-u Teâla’dan başkası güç yetiremez.” bölümlerini kabul etmeyip itiraz etmişlerdir.
İşte malum anlayışın! bu kitaba hücumunu tetikleyen asıl konu burasıdır. Onların kitapta yer alan satırlara karşı çıkma sebepleri; Allah’tan başka kendilerine seslenip, darda kaldıklarında yardımlarına koştuklarına ve kainatta tasarruf sahibi olduklarına inandıkları, gavs, kutup ve benzeri isimler taktıkları bir takım kimselerin varlığına inanmalarıdır.

İslâm dini Allah’ı birlemek, ibadeti yalnızca O’na has kılmak esası üzere ayakta durur. Zaten peygamberlerin gönderilme sebebi de budur. Her Peygamber kavmine yalnızca Allah’a ibadet edin diye emretmesi için gönderilmiştir. İbadet çeşitlerinden birisinin özellikle de ibadetin özü konumunda olan dua ibadetinin Allah’tan başkasına yapılması dini temelinden yıkıp iptal eder. “Allah’tan başka, kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek olan kimseleri çağırıp durandan daha sapık kim vardır?” (Ahkâf, 46/5-6)

Allah-u Teâlâ Kur’ân-i Kerîm’de müşrikleri vasfederken onların bolluk ve genişlik zamanlarında Allah’la birlikte birçok şeye putlara, sâlih ruhlara, peygamberlere, meleklere, cinlere, hasılı pek çok varlığa dua edip yakardıklarını; ancak sıkıntı ve şiddet anlarında yani; kendilerinin yardımına Allah’tan başkasının güç yetiremeyeceklerini idrak ettikleri anlarda dini Allah’a has kılarak bir tek O’na dua edip yakardıklarını haber vermiştir. “Sizi karada ve denizde gezdiren O’dur. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, o gemiler de içindekileri tatlı bir rüzgârla alıp götürdükleri ve (yolcular) bu yüzden neşelendikleri zaman, o gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yerden onlara dalgalar hücum eder ve onlar çepeçevre kuşatıldıklarını anlarlar da dini yalnız Allah’a halis kılarak: ‘Andolsun eğer bizi buradan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız’ diye Allah’a yalvarırlar.” (Yûnus, 10/22); “Denizde başınıza bir musibet geldiğinde, O’ndan başka bütün yalvardıklarınız kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında, (yine eski halinize) dönersiniz.” (İsrâ, 17/67)

Müşrikin dahi darda kalınca idrak edebildiği bir şeyi idrak edemeyen bir Müslüman herhalde tasavvur edilemez sanırsınız. Ne yazık ki, üzülerek evet demek zorundayız. Ve yine ne yazık ki bizler bugün Müslümanım diyen malum anlayışa! Allah’tan başkasına ibadet edilmeyeceğini anlatamayıp, kendilerini Allah’tan başkasına dua edip yalvarmanın şirk olduğuna iknaya çalışıyoruz. Dua ve yalvarmak bütün ibadetlerin üstünde olan en büyük bir ibadettir. Onlara bunu Allah’tan başkasına sarf etmenin ne kadar ağır bir şuç olduğunu anlatabilmek için ayet hadis okuyup dil döküyoruz. Bahsettiğimiz bu kimselerin Kur’ân ve hadisten uzak, namaz, zekat, oruç, hac bilmeyen kimseler oldukları sanılabilir. Yine üzülerek okuyucuları şaşırtacağız. Bu kimseler Kur’ân okuyan, namaz kılan, zekat veren, oruç tutan, hacca giden ve İslâm’ın şiârları üzerlerinde zâhiren gözüken kimselerdir. Zaten durumun vahametini kavrayamayanların itiraz noktası da burası oluyor. Onlar namaz kılıyorlar deniliyor. Bir Müslümanın şirk gibi korkunç bir suçu işlemesi mi daha büyük bir musibettir. Yoksa aynı kimselerin bir de namaz kılan kimseler olması mı? Namaz burada hafifletici bir unsur değil, tersine daha büyük bir musibetle karşı karşıya olduğumuzun alametidir.

5- Malum reddiyenin son bölümünde “tevessül ve teberrükün câiz olmasının delili” başlığı altında kitabın tevessül ve teberrükü inkar ettiğini ima ederek, zayıf, uydurma ve ilgisiz birtakım delillere yer vermişlerdir.

Kitabımızın hiçbir yerinde meşru, sünnete uygun tevessül ve teberrükün inkar edilmesi söz konusu değildir. Aksine kitabımız bunları “şer’î (şerîate uygun olan) tevessül” başlığı altında açıklamıştır. Reddiyecileri bu kısmın ardından gelen “bid‘at olan tevessül” bölümünde yer alan hakikatler rahatsız etmiş olmalı ki, sözde birtakım delillerle bid‘at olan tevessül kapsamına giren bazı şeyleri ispat çabasına girmişlerdir.

●Reddiyecilerin delil olarak öne sürdükleri; sahâbelerden birinin peygamberimizin kabrine gidip ondan yağmur yağdırılması için dua talebinde bulunduğunu söyledikleri kıssa senedi ve metni münker bir rivayettir. Kabre gidenin sahabelerden birisi olduğu bilgisi doğru değildir. Kim olduğu bilinmeyen şahsın Bilal b. Hâris el-Müzenî olduğunu söyleyen rivayet Seyf b. Ömer et-Temîmî yoluyla gelmektedir. Seyf b. Ömer ise hadis uyduruculuğu ve zındıklıkla itham edilen zayıf bir ravidir. Hiç kimse sahâbeden birinin Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabri başına gidip yağmur yağması için o’ndan dua talep ettiğini söyleyemez. Zira böyle bir rivayet yoktur. Eğer bu meşru olsaydı sahâbeden diğer kimseler de bir kez de olsa bunu yaparlardı. Bunu yapmadıklarından dolayı, rivayette sözü edilen olayın meşru olmadığı anlaşılır.

●Reddiyecilerin delil olarak öne sürdükleri miraç hadisinin de konuyla herhangi bir alakası yoktur. Reddiyeciler Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in miraçta Musa aleyhisselam ile görüşmesini, burada namazın elli vakitten beş vakte indirilmesinde Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e yaptığı nasihatle ölümünden bin yıl sonra ümmet-i Muhammed’e fayda sağladığını söylemişlerdir.

Böyle bir kıyasın geçerliliği, ancak bugün Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem gibi teşri makamında bulunan birinin var olması ve yine bu kişinin ancak, miraçta gayb aleminde bilmediğimiz bir suretle gerçekleşmiş bulunan Musa aleyhissselâm ile karşılaşması gibi bir ihtimal bulunması halinde söz konusu olabilir. Ancak böyle bir şeyi faraza varsaymak bile kişiyi dinden çıkaracaktır. Bu kıyasa dense dense herhalde, kıyas meal fârıktan çok öte bir garabet denir. Kaldı ki bu hadisede dünyada ölülerden yardım talep etmek gibi bir durum söz konusu değildir. Çünkü hadise Mîraçta teşrî ile ilgili olarak cereyan eden bir vakıanın anlatımıdır. Miraçtaki, teşrî ile alakalı olarak vukû bulmuş bir olayın, dünya hayatında ölülerin fayda sağlayabileceğine kıyas edilmesi safsatanın ta kendisidir.

●Reddiyeciler Allah’tan başkasından yardım istemede bir beis olmadığına dair İbn Abbâs radiyallâhu anhumâ’dan gelen “...yeryüzünde Allah’ın birtakım melekleri vardır. Ağaç yaprağından yere düşenleri yazarlar. Dolayısıyla biriniz ıssız bir yerde yolunu kaybederse ey Allah’ın kulları, bana yardım ediniz! diye seslensin” rivayetini delil olarak öne sürmüşlerdir.

Bezzâr’ın merfu, diğer muharriclerin İbn Abbâs’tan mevkuf olarak rivayet ettikleri bu hadisin isnadı bütün tariklerinde yer alan Usâme b. Zeyd el-Leysî sebebiyle zayıftır. Ayrıca hadisin metni kendi içinde çelişik birçok lafız içermesi nedeniyle münker, İslâm’ın bilinen esaslarına açık muhalefeti nedeniyle de batıldır. Hiçbir akâid kitabında, meleklerin sınıf ve görevlerinden bahseden bölümlerinde böyle bir melekten söz edilmediği gibi, herhangi bir meleğe seslenileceğine dair bir bilgi de yoktur.

Reddiyeciler Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabrinde de dünyadaki gibi canlı bulunduğunu ve kendisinden istiğâsede bulunulabileceğini ispat için Beyhaki’nin rivayet ettiği “Peygamberler kabirlerinde diridirler, canlıdırlar, namaz kılarlar” hadisini ve Bezzâr’ın “Hayatta olmam sizin için hayırlıdır. Ölümüm de sizin için hayırlıdır. Öldüğümde amelleriniz bana gösterilir. Hayır gördüğümde hamd, şer gördüğümde de sizin için istiğfar ederim.” hadisini getirmişlerdir.

Reddiyecilerin delil olarak ileri sürdükleri “Peygamberler kabirlerinde diridirler, canlıdırlar, namaz kılarlar” hadisi sahih bir hadistir. Ancak hadisten çıkartmış oldukları mana tamamen bozuk ve batıldır. Bu hadisin anlaşılması gereken şekli şöyledir:

1) Rasûlullah’ın, kabrinde bilinen mânâda canlı ve diri olduğu iddiası şu âyet-i kerîmelerle çelişmekte ve aykırılık arzetmektedir: “Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler.” (Zümer, 39/30), “Biz, senden önce de hiçbir beşere ebedilik vermedik. Şimdi sen ölürsen, sanki onlar ebedi mi kalacaklar?” (Enbiyâ, 21/34), “Her canlı ölümü tadacaktır.” (Âl-i İmrân, 3/185; Enbiyâ, 21/35; Ankebût, 29/57)

2) Bilinmektedir ki, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem kabrinde, ruhun bedende bulunması, bedeni idâre etmesi, ruhla beraberken bedenin yemeye, içmeye, giyinmeye, evlenmeye vb. şeylere ihtiyaç duyması şeklinde alışılagelmiş biçimde dünyevî diriliğe sâhip değildir. Bilâkis kabirde berzah hayatına sahiptir. Ruhu da Refîk-i A’lâ’dadır. Diğer peygamberlerin ruhları da aynı durumdadır. Ruhlar berzahta bulundukları yer bakımından çok farklı derecelere sahiptir. Ana karnında bulunan ceninin hayatı ile dünya hayatı ve âhiret hayatı birbiriyle kıyaslanamadığı gibi aynı şekilde dünya hayatı ile berzah hayatı arasında da kıyas yapılamaz. Öyleyse bir hayat türünün diğer bir hayat türüyle kıyaslanması geçersiz ve bâtıldır.

3) Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem dilekte bulunanın isteğini duyabilecek ve duasına karşılık verebilecek şekilde diri olmuş olsaydı, imânî kurallar çerçevesinde ashâbına fetvâ verir ve ashâbını sıkıntıya sokan birçok meselede ümmetini rahatlatırdı. Nasıl olur da ashâbının görüş ayrılıklarını, savaşa varan anlaşmazlıklarını görür de cevapsız ve çözümsüz bırakır?! Nasıl olur da anlaşmazlıklar ve çekişmeler meydana gelirken hiç kimse Peygamberin kabrine gitmez de ondan yardım etmesini ve yol göstermesini istemez?! İddia ettikleri gibi Rasûlullah kabrinde diri değil mi?! Ömer radiyallâhu anh Buhârî’nin rivâyet ettiğine göre şöyle demiştir: “Dedenin ve kelâlenin mirası ile faizle ilgili bazı hususları Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e sormuş olmayı temenni ederdim.” Ashâb-ı kirâma ne oluyor ki, Peygamber yanı başlarında canlı (!) dururken gidip Abbâs radiyallâhu anh’ın duasını vesile kılarak yağmur dileğinde bulunuyorlar?! Niçin Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e gidip ondan yağmur yağması için yardım dilemiyorlar?! Tüm bunlar ileri sürülen iddianın bâtıl ve asılsız olduğunun apaçık delilidir.

Reddiyecilerin! yine aynı konuda delil olarak gösterdiği “Hayatta olmam sizin için hayırlıdır. Ölümüm de sizin için hayırlıdır. Öldüğümde amelleriniz bana gösterilir. Hayır gördüğümde hamd, şer gördüğümde de sizin için istiğfar ederim.” hadisi Bezzâr tarafından rivayet edilmiştir. Hadis isnadındaki Abdülmecîd b. Abdülazîz b. Ebî Revvâd nedeniyle zayıftır.

SONUÇ

Ölüden kemikten, mezardan, kabirden, taştan, türbeden medet uman bu anlayışın ölülerin fayda verebileceğini ispat edebilmek için sarf ettikleri şu gayret ve çırpınışa bir bakınız. Bunu ispat için sahih bir tek delil bile getiremeyeceklerinden, yapabilecekleri ancak reddiyede! yaptıkları gibi, ya birtakım batıl kıssa ve hikayeleri toplamak, ya Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e isnad edilen uydurma ve delil olamayacak derecede zayıf rivayetlere sarılmak, ya da miraç hadisinde yaptıklarına benzer surette sahih ancak, ilgisiz naslar hakkında batıl fikirler ileri sürmekten ibarettir. Bu kadar çırpınma ve çabayı başka bir konuda sarf etselerdi belki takdire şayan bile olabilirdi! Ancak ille de Allah’tan başkasından yardım dilemeyi ispat edeceğiz diye sarf ettikleri beyhude çabanın, kimsenin takdirini kazanmak şöyle dursun, saptırılan onca insanın sorumluluğunu getireceği aşikardır. Kaldı ki, Allah katındaki sorumluluk hepsinden ötedir. Müslüman kardeşlerimizi bu gibilerinden uzak durmaya çağırıyoruz. Çünkü bu gibi kimseler kendileri ile birlikte pek çoklarını da saptırabilmektedir. Allah’tan başkasına ibadetin reddi biz Müslümanları diğer bütün din sahiplerinden ayıran, bizi muvahhid (Allah’ı birleyen) ümmet yapan en temel vasfımızdır. Bunu kaybetmemiz dinimizin de dünyamızın da başımıza yıkılması demektir. Bu nedenle ne yaptığını bilmeyen bu kimseleri akîdelerini gözden geçirmeye, kitabımızdan ve yine başka Ehl-i Sünnet alimlerinin akâid kitaplarından istifadeye çağırıyoruz.

Son olarak, farklı hiçbir sesi duymaya karşı tahammül geliştirememiş, doğruyu ve bilgiyi kendi dünyasından ibaret sanan bu kimselere nasihatimiz öncelikle bu kitabın yalnızca Kur’ân-ı Kerîm ve sahih sünnetten naslara dayanılarak, her biri alanında uzman alimlerden oluşan ilmî bir heyet tarafından kaleme alındığını bilmeleri, bilip bilmeden başta alimler olmak üzere Müslümanlar hakkında kişiselleşmiş çirkin bir takım yakıştırmalarla yargıda bulunmak yerine, itiraz etmiş oldukları noktaları dönüp kaynaklarından okuyup öğrenmeleridir.


Vakit okurlarına saygı ile duyurulur.

ümmülkura
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
bismillahirrahmanirrahim..

Değerli dostlar..Bir mesele var ki amel imandan bir cüz müdür?değildir...
Değilse ameli salihin hükmü ne olur?hiç midir?
İşte ehli sünneti tehtid eden dava budur.
Biri bizi bu kanaldan eleştirse o dostumuzdur.Yani diyor ki:Sen ashabı güzin gibi yaşamıyorsun,sonrada benim mücerret meselelerim hak diyorsun.
İbni teymiyye anladığımız o ki öze dönüşü savunan bir mütefekkir idi.Tabi vahhabi taifesinden evvel idi.Hanbeli ulemasından idi.20 yy daki islami hareketlere tabi bizede eserleri bir nevi kaynak oldu,istifade edildi.Çünkü dost eleştirisidir..Öz eleştirdir,muhasebe-i nefs sebebiyle bir anlamda islam dünyasının bu alime ihtiyacı vardı.
Vahhabilik ve selefiliğede kaynak oldu,arap memalikinde tesir vücuda getirdi.
Ehli sünnet vel cemaat herşeye rağmen azametini yitirmedi.
Ekseri müslüman evet itikadını ve amelini bu azim imamlardan(rh.a) tevatür ede ede belledi.O büyükler ise tabiini muhteremlerden onlar ise ashabı güzin efendilerimizden ,meclislerinden yetişti,öğrendi.
Şimdi mücerred,soyut bilgi ile pratik hep uyum gösterse idi bizde ,taife-i ifrat (vahhabilik-selefilik,yeni hanbelilik...)bunları yapmaz,onlarda bu umuma duhul ederdi,erirdi belki..
Evet gericilik,bir yönüyle öze dönüş davasına bizde katılmıştık ki..İlericilik davasından gelen şiddetli dinsizlikten kurtulalım.
Ama biz şiddetle öze dönüşü isterken hırs ile hasaret ettik.Biz istesek (özelde merhum üstadım S.KUTUB ..)dünya istemiyor,öylede arada cazibe(çekim )değil dafia (iticilik)kuvve-i oluşuyor..
Mezhebi itidali de ve sırati müstakimde huzuru gördük,istikamet erlerinin yolundan yürümekliği münacat ederiz..
Çok karışık olmuşsa kusur bizden,inşaallah istifade edersiniz.
 

kemi

New member
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
149
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
***Cevap***

***Cevap***

Naslar ile sadece İlk başta Allah u azze ve cellenin el sıfatı üzerinde duracağım daha sonra Istıva hakkında inş

Bu konuda söylenecek en kapsamlı söz:
"Allah'ı (c.c.) kendi nefsini vasıflandırdığı gibi veya Rasulünün (s.a.v.) O'nu vasıflandırdığı gibi yada muteber büyük imamların Kur'an ve hadise karşı gelmeden vasıflandırdıkları gibi vasıflandırmaktır."
Selefin mezhebi, iki batıl arasında bir haktır, bu batıllardan biri temsil, diğeri ta'tildir (tevil).
Bunlardan her ikisi de batıldır. Temsil eden (benzeten) puta tapıyor, ta'til eden yok olan şeye tapmakta, muvahhid ise yerin ve göğün ilahına kulluk etmektedir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"...Zatına benzer hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir."(Şura: 42/11)
Ayetin baş kısmı, Allah'u Teala'yı yaratıklara benzemekten tenzih edip, müşebbihe mezhebini (Allah'ı insana benzeten sapık bir mezhep), son kısmı ise Allah'ın (c.c.) işitme ve görme sıfatlarıyla vasıflanmış olduğunu ispat ederek muattılaları (tevilcileri) reddediyor.
Selef-i Salihin Allah'ın (c.c.) zatını, yaratıklarının zatına benzetmezler. Allah'u Tealanın mukaddes zatı nasıl diğer yaratıkların zatlarına benzemiyorsa, O'nun sıfatları da diğer yaratıkların zatlarına benzemez.
Biz, Allah'ın (c.c.) ve mahlukun ilmi olduğuna inanırız. Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerimde kendisinin alim (bilgin) olduğunu haber veriyor:
"...O, her şeyi bilendir."(Enam: 6/101)
"Yaratan bilmez mi? O latiftir, her şeyden haberdardır" (Mülk: 67/14)
Yaratıkların ilminden haber verirken de şöyle buyuruyor:
"...Biz onu (İbrahim'i) alim bir erkek evlatla müjdeledik."(Zariyat: 51/28)
Yusuf'tan (a.s.) haber verirken de şöyle buyuruyor:
"Beni ülkenin hazineleri üzerinde memur yap, ben hakikaten korur ve bilirim."(Yusuf: 12/55)
Hiç şüphe yok ki, Allahu Teala'nın ilmi Yusuf ve İshak'ın (a.s.) ilimleri gibi değildir.
Allahu Teala kendi nefsini şefkat ve merhamet ile vasıflandırmıştır:
"...O, onlara karşı çok şefkatli, çok merhametlidir." (Tevbe: 9/117)
"....Çok merhamet edendir."(Ahzab: 33/43)
Rasûlullah (s.a.v.) hakkında da şöyle buyurmuştur:
"Andolsun, içinizden size öyle bir peygamber geldi ki, sarsıntıya uğramanız ona ağır gelir. Size düşkün, müminlere şefkatli, merhametlidir."(Tevbe: 9/128)
Allah'ın (c.c.) şefkati, kulların şefkati gibi rahmeti de kulların rahmeti gibi değildir.
Allah (c.c.) Kitabında kendi nefsini Semi (işitir), Basir (görür) sıfatlarıyla vasıflandırmıştır.
"Şüphesiz Allah, işitendir, görendir." (Lokman: 31/28)
"...Zatına benzer hiçbir şey yoktur. O, işitendir görendir."(Şura: 42/11)
Kulları hakkında da şöyle buyurmuştur:
"Biz insanı halden hale geçirdiğimiz karışık bir nutfeden yarattık da onu işitici, görücü yaptık." (İnsan: 76/2)
Biz, Kur'an-ı Kerim'in haber verdiği şeyin hak olduğuna şüphe etmeden inanırız.
Allahu Teala'nın işitme ve görme sıfatları O'nun Cemaline ve Kemaline layık bir şekildedir. İnsanın görmesi ve işitmesi ise sınırlı ve fanidir. Yaratanla, yaratılanın işitme ve görmeleri arasındaki fark, yaratanla yaratılanın zatları arasındaki fark gibidir.
Allah (c.c), kendi nefsini hayat sıfatıyla vasıflandırmıştır:
"Allah ki, O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur, daima diri ve yarattıklarını koruyup yönetendir." (Al-i İmran: 3/2)
"O diridir, O'ndan başka ilah yoktur ." (Mümin: 40/65)
Cenab-ı Hak, kulunun hayat sıfatından haber verirken de şöyle buyurmuştur:
"Her canlı şeyi sudan yarattık." (Enbiya: 21/30)
"Onun (Yahya'nın) doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak kaldırılacağı gün ona selam olsun." (Meryem: 19/15)
Muhakkak ki, yaratanın hayatı, yaratılmışın hayatı gibi olmayacaktır.
Allah (c.c):
"Rahman Arş üzerine istiva etti." (Ta-Ha: 20/5)
Yaratılanlar hakkında da:
"Gemi Cudi üzerine oturdu..."(Hud: 11/44)
buyurmak suretiyle Nuh'un (a.s.) gemisinin oturduğunu Cudi dağı üzerinde istiva ettiğini haber vermiştir.
Tabii ki, Allah'ın (c.c) Arş üzerindeki istivası ile geminin Cudi dağı üzerindeki istivası birbirine benzer değildir.
Sonuç olarak:
Biz, Kur'an ve Sünnetin hududunun dışına çıkamayız. Allah'ın (c.c.) vahiy yoluyla gelen sıfatlarını Cehmiyye ve Mutezilenin (bidatçi mezheler) yaptıklara gibi de tevil etmeyiz. Cehmiye ve Mutezile Allah'ın sıfatlarını şöyle tevil ederler:
"Yed (el), nimet manasına, istiva, istila manasına, vech, zat manasına, rahmet fazilet göstermek manasınadır. Ve Allah'ın nüzulü (inişi) O'nun emrinin veya rahmetinin veya meleklerinin inişidir."
Bizim için ise bunların sapık filozofların felsefelerinden kaynağını alan bu sözleriyle yaptıkları fasid tevilleri kabul etmek mümkün değildir.



Rabbı ona şöyle demişti: "Ey İblîs! Ellerimle yarattığım insana secde etmekten seni alıkoyan nedir? Büyüklük mü tasladın, yoksa yücelerden mi oldun"? (Sad/75)

«Hayır, Allah'ın, iki eli de açıktır (Mâide, 64)

Meselâ; şefaatle ilgili hadiste: «Ey Âdem, sen insanlığın atasısın; Allah kendi eliyle seni yarattı»( Buhari, Enbiya, 3; Müslim, Kader, 15 ) buyurmaktadır )


Müttefekun aleyh olan bir hadiste: «Ey Mûsâ, Allah kendisine, hitap edip konuşmak için seni seçti ve sana eliyle levhaları yazdı». Bir rivayette ise: «Tevrat'ı sana kendi eliyle yazdı (Buhari, Kader, 11; Müslim, Kader 13; îbn Mâce, Mukaddime. Buyrulmaktadır )

Müslim'in Sahih'inde ise şöyle denilmektedir: «Allah velilerinin kerametini kendi eliyle Adn cennetine dikti (Beyhaki'nin naklettiği hadisler ve görüşler için bk. el-Esmâ ve's Sıfât, Beyrut (tarihsiz), s. 399-421. )

Yine bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: «Kıyamet günü yeryüzü bir somun ekmek gibi olur. Allah cennet ehline ikram etmek üzere onu avucunda evirip çevirir. Tıpkı sizden birinizin bazlamasını (tandıra koyup pişinceye kadar) evirip çevirdiği gibi (Buharı, Rikak, 44; Müslim, Sıfatü'l-Münâfikin, 30 )

Beyhakî bu arada şu aşağıdaki hadisleri de zikreder: «İş, benim elimdedir (Ebû Dâvûd, Edeb, 169 )

«İyilik senin ellerinindir (Buhâri, Enbiya, 7; Müslim, İman, 379)

Muhammed'in canı elinde olana yemin ederim ki Allah, gündüz günah işleyenin tevbesini kabul etmek için gece elini açıp uzatır. Gece günah işleyenin tevbesini kabul etmek için de gündüz elini açıp uzatır (İbn Hanbel, IV/395 )

«Adalet sahibi kimseler, Allah'ın yanında, nurdan minberler üzerinde Rahman'ın sağındadırlar. Allah'ın her iki eli de sağdır (Müslim, İmare, 18)

Kıyamet günü Allah gökleri katlar ve onları sağ eline aldıktan sonra şöyle der: Hükümdar benim, hanı o zalim hükümdarlar? Hani böbürlenenler? Sonra da yerleri sol eline katlar ve şöyle der: Hükümdar benim, hani o zalim hükümdarlar? Hani o böbürlenenler (Müslim, Mûnâfikûn, 24; Ebû Dâvûd, Sünnet, 19)

Gökleri ve yeri yarattığından bu yana neler infak ettiğini görmediniz mi? Ama bütün bunlar sağ elindekinden bir şey eksiltmiş değildir. Arş'ı da su üzeredir. Diğer elinde ise mizan vardır ve bir aşağı iner, bir yukarı çıkar(Tirmizî, Tefsir sûre, 5/3; İbn Mâce, Mukaddime, 13)

Allah u Teala ilk olarak kalemi yaratmış ve onu sağ eliyle alıp tutmuştur Onun her iki elide sağdır (İbn Ebi Asım es süne (No :106 ) Acurri eş Şeria (sh 175) ve diğerleri İbn Ömer r a hadis sahihtir : el Elbani Silsiletül Ehadis Sahiha : ( 3136 ) Zilalu-l-Cenne (1/49 no 106 )

Allah ademi yaratıp ona kendi ruhundan üfürdüğü zaman her iki eli de kapalı olduğu halde Adem-e Hangisini dilersen seç al Ey Adem : dedi : Adem de Rabbımın sağ alini seçtim Zaten O nun her iki elide mübarek sağ elidir dedi :
Daha sonra onun açınca içinde Adem ve zürriyeti olduğunu ve onlardan her bir:
İnsanın ömrünün orada yazılı olduğu ortaya çıktı : (İbn Ebi Asım es süne no : 206 ) (İbn Hibban ( el ihsan no : 6167 ) ( Hakim no : 214-215 ) (Beyhaki el esma ve-s Sıfat ( 2/56-veya-324 ) ve diğerleri Ebu hüreyre r a dan Hadis sahihtir
Hakim hadis sahih olup Müslim in şartına göredir demiş Zehebide ona katılmış
El Müstedrek (1/132-133 ) (El El bani de hadisin isnadının hasen olduğunu söylemiştir Zılalu-l – Cenne (1/91 )


Allah ın sağ eli dopdoludur Onu hiçbir şey eksiltemez Gece gündüz ondan (bağışlar ve nimetler )devamla akar.Siz Allah ın gökleri ve yeri yarattığından :
Beri infak ettiği (verdiği) şeyleri gördünüz mü? Çünkü bu verdikleri bile Onun
Sağ elindekileri hiçbir şekilde eksiltememiştir. ( Müslim ( 993 ) el elbani Muhtasarı Sahiha Müslim ( no 525 )

Ehli Sünnet Allah ın yaratıkların ellerine benzemeyen gerçek iki eli olduğu inancında icma etmiştir.Bunların anlamını (kuvvet nimet veya benzeri şeylerle tahrif etmek (değiştirmek ) birkaç bakımdan doğru değildir .

İmam Ebu Hanife de bu noktaya özellikle dikkat cekmiştir. O şöyle demiştir .
Allah-ın elinden maksat kudretidir veya nimetidir-denilemez .Çünkü bu durumda Allah sıfatları iptal etme söz konusu olur Bu ise Mu-tezile ve Kaderiye-nin görüşüdür.Ancak Allah ın eli O nun niteliği bilinmeyen sıfatıdır .
( el-Fıkhu-l Ekber sh-59)

(1)-Bu tahrif sözü hiçbir kanıt olmadan gerçek anlamından mecazi anlamına çevirmektir .

(2)-Bu Allah-u Teala-ya izafe edilerek kullanıldığı böyle bir siyakta (söz gelişinde) dilin kesinlikle kabul etmediği bir anlamdır. Çünkü Allah –iki alimle
Yarattığıma buyurmuştur.Buna göre bu cümlenin –nimetimle veya kudretimle
Yarattığıma anlamına gelmesi doğru olmaz.

(3)-Ellerin Allah-a izafesi ikil bir kiple (sigayla) geçmiştir. Oysa ne kitap ve sünnette ne de herhangi bir yerde nimet ve kuvvet ikil bir kiple Allah a nispet
Edilmiş olarak geçmektedir.Öyleyse el nasıl olurda nimet veya kuvvet ile açıklanır ?
(4)-Eğer iki el ile kuvvet kasdedilmiş olsaydı o zaman Allah iblis-i eliyle yarattı ve benzeri şeyler söylemek doğru olurdu ki bunları Allah hakkında söylemek olanaksızdır. Eğer böyle söylemek caiz olsaydı.Allah –iki elimle yarattığıma secde etmene engel olan nedir ? (Sad 75 ) dediği zaman iblis bunu delil olarak
Beni de iki elimle yarattın diye ileri sürebilirdi.


(5)-Allah kendisine izafe ettiği el bundan nimet veya kuvvetin kasdedilmiş olmasını engelleyen değişik şekillerde geçmektedir.Öyleki bazen el ve avuç .
Lafzıyla :

Ve Rabbimin avucunu iki omzumun (kürek kemiğimin )arasına koyduğunu gördüm .Öyle ki gönlümde (kalbimde) Onun parmak uçlarının (diğer bir rivayette elinin ) soğukluğunu hissettim. ( Ahmed (5/243) (Tirmizi (/3235)
İbn Ebi Asım es Süne (465-471) ( ve diğerleri Muaz b Cebel r a ve bir gurup sahabeden rivayet etmişlerdir.Hadis Sahihtir Bk el Elbani Zılalu-l-Cenne (1/203-205)

Bazen Allah-u Teala-nın kendine yaraşır parmakları olduğunun belirtmesi şeklinde .) ( Edemoğullarının kalplerinin hepsi Rahman-ın parmaklarından iki parmak arasında tek kalp gibidir. Onları dilediği gibi çevirir. (Ahmed (2/168-173) (Müslim no :2654) ve diğerleri Abdullah b Amr el –As-tan hadis bu lafzı ile sahihtir : Bk el-Elbani Silsiletül-Ehadis Sahiha no: 1689) Muhtasarı sahiha Müslim no:1851)

Bazen de Peygamber s a v in şu sözün de olduğu gibi: (Gökleri ve yeri eliyle silkelediği şeklinde geçmektedir) Allah bir eliyle de yeri avuçlar sonra da onları silkeler ve mülkün sahibi melik (Hükümdar) benim der ) (Hadis Sahihtir :Buhari –Müslim İbn Mace –Darimi-İbn Ebi Asım es –Sünnesinde-Ebu Yala el-Müsnedinde –Acurri eş şeriada –İbn Huzeyme et-Tevhidin de-Beyhaki el Esma ve-s Sıfatında-El Elbani-Zılalu-l-Cenne de- (1/241-242-548-549-da tahriç etmiştir)

İşte bütün bu değişik kullanımlar el ile nimet veya kuvvetin kastedilmiş olmasına engeldir)……………………………………………………..




بســـم الله الرحمن الرحيم






İstivanın İstila Manasına Geldiği İddiasının Çürütülmesi




Onlar, istivanın istila manasına geldiğine, aşağıdaki şiiri delil getirirler:
Büşr, Irak'ı istiva etti.
Kılıçsız ve kan akıtmadan
Buna şu şekilde cevap veririz:
Öncelikle bu şiir insan yapısıdır, bu yüzden onunla delil getirilmez. Sonra da; 'Allah'ın (c.c.) istilası, Büşr'ün Irak'ı istilası gibidir' demek bizatihi teşbihin kendisidir. Halbuki Allah'ın istilası kendisine layık bir şekilde ve özel olarak gerçekleşmektedir. Büşr'ün istilası da böyledir.
İbn Kayyım şiirinde şöyle diyor:
"Kim azamet sahibi Allah'ı yaratıklarına benzetirse
O, Müşrik Hristiyanlara nispet edilir.
Ya da kim Rahman'ı O'nun sıfatlarından ta'til ederse
O da, imanı olmayan kafir kimsedir."
Şimdi istivanın hakikatini belirtmeye çalışalım:
Tevilciler istiva kelimesinin istevla manasına geldiğini iddia etmektedirler. Buna delil olarak da, istivanın istevla manasına geldiğini ifade eden bir şiiri getirirler.
Şair şöyle diyor:
Büşr, Irak'ı istila etti (istiva).
Kılıçsız ve kan akıtmadan.
Bu münasebetle bizde tevillerinde delillerin takibinde yanlışlığa düştüklerini, yani isitvanın istevla manasında olmadığını tesbit etmeye çalışalım.
1. Hafız İbn Kayyım, bu şiirin tahrif edildiğini iddia etmektedir. Çünkü şiirdeki ifade "istiva" değil de "istevla" şekIindedir. Ayrıca şairin kim olduğuda belli değildir. Bu şiirin Şairi belli de olsa durum aynıdır. Halbuki bu şiir, Arapların şiir divanlarının hiç birinde bulunmamaktadır. Ayıca bu, Arapça hususunda delil olabilecek şiirlerin hiç birisinden değildir.
2. Şayet bu şiir doğru olsa yani istiva kelimesi kullanılmış ve tahrif edilmemiş olsa bile yine de delil olmaz. Belki tevilcilerin aleyhine bir delil olur. Şöyle ki istiva burada şiirde gerçek manasında kullanılmıştır. Çünkü bu şiirin konusu olan "Büşr" Abdulmelik b. Mervan'ın kardeşidir, kendisi Irak'ın emiri idi. Saltanat tahtında oturmak kral ve kral vekillerinin adetidir. İşte bu, lafzın lügat manasına uygun olarak yapılmış bir tevildir.
Nitekim Cenab-ı Hak:
"Onların sırtlarında istiva edesiniz diye" ve başka bir ayette "...ekim kökünün üzerinde istiva etti" buyuruyor.
3 - Eğer şiirde kastedilen, cebren ve saltanat yoluyla istila etmek ise, o zaman Irak'ı istila eden Abdulmelik b. Mervan'dır, onun kardeşi Büşr değildir. Çünkü Büşr hiçbir zaman krallık hususunda kardeşiyle mücadele etmemiş ve kral olmamıştır. Ancak Irak'ta onun vekili ve onun tayin ettiği bir vali idi. Bu sebeple, Irak'ı istila eden Büşr değil de Abdulmelik'tir. Ama hakiki istiva onun aksinedir. Bu Irak'ta yerleşmesi ve Irak'ın saltanat tahtına oturmasıdır.
4 - Bir memleketi istila edip de o memlekete giremeyen, oraya yerleşmeyen kendisiyle o memleket arasında uzun bir mesafe bulunan bir hükümdar veya bir kimse için bu zat, falan memleketi istiva etti denilmez. Mesela Ebu Bekir-i Sıddık için 'Ebu Bekir Şam'ı istiva etti.' Ömer için 'Ömer Mısır'ı istiva etti, Irak'ı istiva etti' denilmez. Rasulü Ekrem (s.a.v.) Yemeni istila ettiği halde onun için hiç kimse "Yemeni istiva etti" dememiştir. Ondan sonra halifeleri Şam'ı, Mısır'ı ve Irak'ı istila etmişlerdir. Şairler şiirlerinde, istiarelerinde kral ve halifeleri fetihlerle övüp dururlar; bunlara geniş geniş yer verirler. Fakat ister cahiliye dönemindeki, ister İslami dönemdeki, isterse sonradan İslam'a giren şairlerden olsun, hiç birinin herhangi bir kral yada halifenin fethettiği bir memleket için 'falan memleketi istiva etti' dediğini göremezsin. Buna mevcut divanlarında rastlamak mümkün değildir.
5 - İstila ile istiva zıt anlamlı iki kelimedir .Onları eşanlamlı kabul etmek vaz yoluyla mümkündür. Araplar, istiva lafzını hiçbir zaman istila manasında kullanmamışlardır. Eğer 'pratik kullanımda böyledir' denilirse, bu da yalandır. Buna onların nazım ve nesirleri delildir. Ayrıca Kur'an ve Sünnette istiva kelimesinin geçtiği yerlere bakıldığında, istila manasına kullanılmadığı görülür. Bu kelimelerin anlamca aynı değerlendirilerek kullanımları sadece bu şiir de söz konusudur. Eğer istivayı mecazi kıyas yoluyla istila manasına alacak olursak, bu sadece bunu yapana has bir kullanım olur ve başkasına genellenemez. Bu yapılamayacağına göre Allah'ın Rasulüne ait olan kelamın buna hamledilmesi hiç mümkün değildir.
6 - Onlar: "Allah mahlukatı yarattıktan sonra ister Arş'a olsun ister başkasına olsun, bütün mahlukatına istiva etmektedir" diyorlar. O zaman istivayı istila (mal edinme, kahretme, galebe çalma) ya tevil etmelerinin hiçbir anlamı yoktur. İstivanın hakiki manası üzerinde bulunduğu "söz bakımından Allah'tan daha doğru kim olabilir?" ayetiyle açıklamaktadır.
Hakikat şudur ki: yüce Allah, zatıyla Arşının üzerindedir; ancak Arşın üzerinde olması keyfiyetsizdir Cenab-ı Hak, bütün yaratıklardan ayrıdır ve Allah (c.c.), yarattığı bütün mekanlarda zatıyla değil ilmiyle hazırdır. Çünkü sınırlı olan mekanlar, O'nun sınırsız zatını kapsayamazlar. Ayrıca O'nun zatı, bütün mekanlardan daha büyüktür.
Cenab-ı Hakkın:
"Siz nerede olursanız olun o sizinle beraberdir" ayetindeki beraberlikten maksat ilmi beraberliktir.
"Şüphesiz Allah, takva sahipleri ve ihsanda bulunanlarla beraberdir" ayetindeki beraberlikten maksat ise; onlara yardım etmesi, onları desteklemesidir ve onları takviye edmesidir.
Özetle;
Gerek Kur'an nasları, gerek Sünnetteki hadisler gerekse selefi salihinin konuşmaları, yüce Allah'ın göklerde, Arş üzerinde celal ve kemaline yaraşır şekilde istiva ettiğinde ittifak halindedir.
Yine Kur'an, Sünnet ve selefi salihinin konuşmaları, bu sıfatı inkar etmenin çok açık ve çirkin bir bid'at ve sapıklık olduğunda birleşmişlerdir. Böyle bir sıfatı inkar etmenin İslam diniyle bağdaşmayacağını, İslam'ın zaruri meselelerine ve bir çok nasslarına ters düştüğünü de ittifakla belirtmişlerdir.
Kitap, Sünnet ve selefi salihinin sözlerinde bu sıfatın inkarını gerekli kılacak tek bir delil yoktur. Araştıran böyle bir delile rastlayamaz. Ne Allah'ın Kitabında, ne de Peygamberinin Sünnetinde bu sıfatın yokluğuna delalet edebilecek bir tek lafız yoktur ki, Cenab-ı Hakkın bu sıfatla sıfatlanmasının doğru olmadığını açıklasın ve yine hiçbir zaman, ne selefin kelamında, ne de Kur'an ve Sünnetin durduğu noktada duran, meşhur imamların kelamından bir tek kelime yoktur ki, Yüce Allah'ın semada olmadığına ve Arş üzerinde istiva etmediğine delalet etsin.
Bu sıfatı Allah'a (c.c.) izafe etmenin teşbih ve tecsim (cisimlendirmek) olduğunu söyleyende olmamıştır. Bu imamların hiç birisinden, bu hususta varit olan nassları, te'vil etmek ve zahirinin hilafıyla tefsir etmek gibi bir durum vaki olmadığı gibi, fasih insanların kelamında da böyle bir şey yoktur.
Kitap, Sahih Sünnet veya sahabe, tabiin, tebei tabiin yada selef kelamından, sıfatı tevil ettiklerine veya bu ispatı noksanlığa veya Allah'ın (c.c.) teşbih veya tecsimine (cisimleştirilmesine) delalet eden bir tek harf delil getirsinler. Yüce Allah onların söylediklerinden yüce ve büyüktür.
Allah'a yemin ederim ki, onlar göklere yükselip, yedi kat yerin dibine inseler de kendilerini destekleyecek bir delil bulamazlar. Ancak bozuk teviller, Cehmiyye ve Mutezile'nin batıl sözleri hariçtir. Ve ben anlayamıyorum, onlar nasıl düşünemiyorlar ki Kur'an ve Sünnet; abdest, taharet, hayız, hela adabı ve haram çeşitlerini açık seçik hükme bağlarken, nasıl olurda onlarda Allah'ın (c.c.)semada olmadığına işaret eden bir tek lafız zikredilmez ve onların tevilinin doğruluğuna delalet edecek bir delil bulunmasın.
İşte ben hitabımı İmam Ebu'l-Hasan el-Eş'ari'ye tabi olduklarını iddia edenlere yöneltiyorum; eğer gerçekten ve hakkıyla Eş'ari iseler, İmam Eş'ari El-Mücez, Makalatu'l-İslamiyyin ve selefi salih akidesi üzerine yazılmış son eseri El-İbane de kesinlikle istiva, vech, yedeyn gibi sıfatları ispat ettiğini bilirler. O, bu eserlerinde Kitap ve Sünnetle gelen sıfatları, keyfiyetsiz ve temsilsiz olarak nassan belirtmekte ve kendisinin İmam Ahmed b. Hanbel akidesi üzerine olduğunu bildirmektedir.
Vakıf olanlara ve okuyanlara İmam Ebu'l-Hasan'in istiva hakkında İbane adlı kitabında söylediklerini tebliğ ediyorum.





بســـم الله الرحمن الرحيم






Eş'ariye Göre İstiva




Allah'u Teala Arş üzerine istiva etmiştir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Rahman Arş üzerine istiva etti."
İmam Eş'ari bu konudaki delilleri sıraladıktan sonra şöyle dedi:
"Mutezile, Cehmiyye ve Haruriyye'nin görüşlerine katılanlardan bazılarına göre, bu ayetin manası; istila etti, malik oldu, egemen oldu, kesinlikle kendi tasarrufu altına aldı demektir. Bu gruplar, Allah'ın (c.c.) Arş üzenine istiva ettiğini inkar ederek, istiva'nın kudret anlamına geldiğini iddia ettiler. Eğer istiva, onların dediği gibi kudret anlamına gelseydi, Arş ile yedi katlı süfli yer arasında fark olmazdı. Çünkü yüce Allah her şeye kadirdir; yer yüzü, gökler ve alemde olan her şey Allah'ın kudreti altındadır. Eğer Allah (c.c.) Arş'a istila ve kudret anlamında istiva etmiş olsaydı, bu mana ile yeryüzünün üstünde de istivası vardır. Hatta bu anlamda (Allah'ı tenzih ediyoruz) pis koku veren nesnelere, kazurata da istivası söz konusu olurdu. Çünkü Allah (c.c.) bütün eşya üzerine kadirdir. Bunlar da eşya'dan sayılır. Oysa biz, 'Allah pisliklere istiva etmiştir' diyen bir müslüman görmedik. Binaenaleyh, Arş üzerine istiva ayetinin manasını, bütün eşyada genel olan bir mana olarak almak caiz değildir. İstiva'yı, sadece arş'a mahsus bir mana olarak almak vaciptir."
Bu konuda Zehebi'nin El-İstiva fî'i-Uluvv, İbn Kay-yım'ın El-Cüyuşu'l-İslamiyye isimli eserleriyle, El Akaidu's-Selefiy" adlı kitabımdan yararlanılabilir. Bu kitapta istiva konusunda hiçbir kitapta bulunmayan bazı araştırmaları derleyerek karşı görüş taşıyanların akli ve nakli delillerini çürüttüm. Bundan dolayı hamd, sadece ve sadece Allah'a (c.c.) mahsustur.
Bu çeşit teviller insanı küfre götürür, bu batıl yıkıcıların elinde şeriatı de oyuncak haline getirir, akideyi veya şeriatı yıkmak istemeseler ve öyle bir niyetleri olmasa bile, tevil kapısından girmek suretiyle bu korkunç tehlikeye yol açmış olmaları söz konusudur.
Rasûlullah'ın (s.a.v.) asr-ı saadeti öyle geçmiş, sahabeler, tabiinler ve onlara tabi olan büyük imamlardan, İmam-ı Ebu Hanife, İmam-ı Şafii, İmam-ı Malik, İmam-ı Ahmed b. Hanbel ve Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai, Ebu Davud, Sevri, İbn-i Uyeyne ve diğer muhaddisler, büyük fakihler, muhakkik (şeriata uygun) mutavasavvıflar Cüneyd, Geylani ve Ebu Naim gibi, Halil b. Ahmed ve Sa'leb gibi kuvvetli lü'gatçiler ve başkaları. (Allah cümlesinden razı olsun.)
Allahu Tealanın, Kur'an'ı Kerim'de kendisinin vasfettiği ve Rasûlullah'ın (s.a.v.) sahih hadislerinde sabit olan sıfatlarını, temsil, tekyif (keyfiyet vermek) veya ta'til etmeden, olduğu gibi alarak itikad etmişlerdir.
Bütün bunlar aynı itikadı muhafaza etmiş ve bu itikad üzere vefat etmişlerdir.
Bizim son duamız alemlerin Rabbi olan Allahu Teala'yadır.
Allahu Teala'dan bu risalemizi, Allah (c.c.) katında bizim için faydalı ve müslüman kardeşlerimizin de faydalanacağı bir hayra vesile kılmasını diliyorum. O, yakındır işiten ve cevap verendir.
Salat ve selam efendimiz Muhammed'e (s.a.v.), onun al-i ashabına ve tabiileri üzerine olsun...
 

MOLLA

New member
Katılım
24 Haz 2008
Mesajlar
111
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Yaş
46
imamı zehebinin el uluvvden ki nakillerinden ötürü tövbe etdiği de söylenir.ikincisi nakillerinizde hep tahrifat var hangisini düzeltsek acaba. ? inşallah bir yerden başlayalım.

emma bad.

selef-i salihinin yolu şudur.

''bu nevi' nassları kabul ve tasdik etmek ve iç mânâlarını ALLAH'a havale eylemek, bir de yüce ALLAH'ı zâtına lâyık olmıyacak şeylerden tenzih etmek.''

sizler ise haşa hak tealaya cisim isnad ediyorsunuz.

size cevab fahreddini razi k.s hazretlerinin tefsiririn yanılmıyorsam araf 54 ayetinin tefsirindedir tekar bakalım iletelim.
 

Zadul_Mead

New member
Katılım
28 Haz 2008
Mesajlar
74
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
41
Cevap

Cevap

Kemi kardeşimiz delilleriyle güzel bir risale sunmuştur imam zehebinin el uluvdaki nakillerinden Tövbe ettiği söylenir diyorsun bunun delilinin alabilirmiyiz

Burda Allah cc kullarına benzeten de yok bunuda nerden çıkardın bununda delilini alabilirmiyiz..

Allah ancak kendini
Nitelediği veya Rasülullah ın nitelediği şeylerle nitelenir Tahrif ve Ta-til etmeden tekyif ve Temsile gitmeden bunlarla tavsif edilir.



Allah cc sıfatları kabul edilir....

Bu sıfatların keyfiyeti ise nasıllığı ise Allah a havale edilir Allah cc kur anda El sıfatını zikretmiştir Allah rasülü s a v sahih hadislerinde Allah cc el sıfatını zikretmiştir Allah kur anda Elim var diyor Sen kalkarda bunu Kendi elinmiş gibim anlarsan Yada Allah cc Kur ada Rasülullah s a v Sahih hadislerinde Allah cc göz sıfatını zikrediyor sen bunu Alırda kendi gözün gibim anlarsan İlk önce kendin bir müşebbihe olursun sonada sıfatı inkar eder bu seferde sıfatları inkar eden biri olursun Evet Allah cc Kur anda Rasülullah s a v sahih hadislerinde Allah cc sıfatlarını zikretmiştir Allah cc Eli Yüzü Nefsi parmakları yüzü vardır ama bu sıfatlar mahlukatının sıfatları gibim değildir ...Allah Yarattığı şeylere benzemez Halık ayrıdır Mahluk ayrıdır ...Allah cc kullarına hulul etmemiştir Allah cc bundan tenzih ederiz.. Bu gibim sıfatlar Allah cc olduğu gibim alınır keyfiyeti ni biz bilemeyiz nasıllığını bilemeyiz nasıl Allah cc zatının nasıllığını bilemiyor isek buna iman ediyor isek Allah cc sıfatlarıda böylece iman edilir Allah cc zatını görmedik ki şöle diyelim Allah cc sıfatlarını görmedikki böle diyelim Onun mislisi gibim bir şey yoktur O işitendir Görendir şura 11 Ona benzerhiç bir şey yoktur sözünde teşbih ve benzerliği reddetme O işitendir görendir sözünde ise ilhad ve tatili reddetme vardır.. Allah cc elim var gözüm var nefsim parmaklarım var yüzüm var diyor ise vardır nasıl biz zatının var olduğuna inanıyor isek ve zatının nasıllığını bilemiyor isek aynen bu sıfatlarında nasıllığını bilemeyiz Keyfiyetini bilemeyiz bunlara olduğu gibi iman ederiz ....Kalkıpta bunları tevilde etmeyiz Kalkıp sen burda Allah ın elinden maksat kudretidir yada nimetidir dersen bu sefer sıfatı iptal etmiş olursun ....

Aynen Ebu hanifenin dediği gibim Ebû Hanîfe dedi ki:
"Yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de de belirttiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır. Yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de söz konusu ettiği yüz, el ve nefis ona ait nasıllığı bizce bilinemeyen sıfatlardır. Onun eli, kudreti ya da nimetidir denilmez. Çünkü o takdirde bu sıfatın iptali söz konusudur. Bu ise (sıfatların iptali) kaderiyyecilerin ve mutezile mensuplarının görüşüdür." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)

Ebû Hanife dedi ki:
"O mahlukatından hiçbir şeye benzemediği gibi mahlukatından hiçbir şey de ona benzemez. O ezelden beri isim ve sıfatlarına sahip olduğu gibi ebediyyen de böyledir." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 301)
Dedi ki:
"Onun sıfatları yaratılmışların sıfatlarına benzemez. O bilir fakat onun bilmesi bizim bilmemiz gibi değildir. O muktedirdir fakat bizim kudretimiz gibi değil. O görür fakat bizim görmemiz gibi değil. O işitir fakat bizim işitmemiz gibi değil. O konuşur fakat bizim konuşmamız gibi değil." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302 )

Dedi ki:
"Yüce Allah asla yaratılmışların nitelikleriyle nitelendirilmez." (el-Fıkhu'l-Ebsat, s. 56)

Dedi ki:
"Allah'ı insanlara ait herhangi bir özellikle nitelendiren bir kimse kâfir olur." (el-Akidetu't-Tahaviyye, Talik: el-Elbânî, s. 25)
Hamd Allah a mahsustur salat ve selam Muhammed s a v in üzerine olsun ................
 

MOLLA

New member
Katılım
24 Haz 2008
Mesajlar
111
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Yaş
46
hak tealanın eli yüzü gözü vardır mahlukların gibi değil demek bidatdır.

selef hak tealanın zatına yakışmayacak şeylerden tenzih ederek itikad edinmişdir.selef bunları sıfat kabul edip mana vermemişdir.siz ise mana veriyorsunuz.bundan sakının ki yarın azaba düçar olmayasınız .
 

EHLÝ-SUNNET

New member
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
223
Tepkime puanı
45
Puanları
0
Yaş
46
Web sitesi
www.dinimislam.com
Allâh hakkında misaller vermeyiniz yani O’nu yaratılmışlara benzetmeyininz.

Allâh hakkında misaller vermeyiniz yani O’nu yaratılmışlara benzetmeyininz.

hak tealanın eli yüzü gözü vardır mahlukların gibi değil demek bidatdır.

selef hak tealanın zatına yakışmayacak şeylerden tenzih ederek itikad edinmişdir.selef bunları sıfat kabul edip mana vermemişdir.siz ise mana veriyorsunuz.bundan sakının ki yarın azaba düçar olmayasınız .


Allâhu Teâlâ’yı mekândan münezzeh olarak bilmek Ehl-i Sünnet’ Vel-Cemaat’in akidesidir

Allâhu Teâlâ şöyle buyuruyor:


لَيْسَ كَمِثْلِه شَىْءٌ وَهُوَ السَّميعُ الْبَصيرُ

(Eş-şurâ suresi, 11. âyet)
Manası: Allâh’ın benzeri hiç bir şey yoktur

Allâhu Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ

(El-İhlas suresi, 4 âyet)
Manası: Allâh’ın hiç bir yönden benzeri yoktur

Allâhu Teâlâ şöyle buyuruyor:

فَلاَ تَضْرِبُوا للهِ الأمْثَال

(En-nahl suresi, 74. âyet)
Manası: Allâh hakkında misaller vermeyiniz yani O’nu yaratılmışlara benzetmeyininz.

Allâhu Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَلِلّهِ الْمَثَلُ الاَعْلى

(En-nahl suresi, 60. âyet)
Manası: Allâh’ın vasıflanması diğerlerinin vasıflanması gibi değildir.

Rasûlullâh sallallâhu âleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Allâh, kendisinden başka bir şey yokken vardı...“
Bu demektir ki ezelde (başlangıçsızlıkta) Allâh’tan başka hiç bir şey yoktu. Ne zaman, ne de mekân ne insan ne de melek ne hayvan ne de cin ne gök ne de yeryüzü.

Rasûlullâh sallallâhu âleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Ya Allâh sen zahirsin senin üstünde bir şey yok ve sen bâtınsın senin altında bir şey yoktur“
Beyhakî demiştir ki, dostlarımız bu Hadisi delîl göstererek: “Üstünde ve altında bir şey bulunmayan mekansız olarak vardır“ demişlerdir.

Büyük imâm Âbdul-Kâhir bin Tahir Et-Temîmî El-bağdâdî “El-farku beynel-fırak“(Fırkalar arasındakı farklar) adlı kıtabında şöyle demiştir: “Onlar (âlimler) O’nu (Allâh’ı) mekân kuşatmadığına ve O’na zaman cereyân etmediğine dâir icmâ etmişlerdir.“

Rasûlullâh’ı amcasının oğlu Alî radıyallâhu anhu Allâh hakkında şöyle der:

كَانَ اللَّه وَلاَ مَكَان وَهُوَ الآنَ عَلَى مَا عَلَيْهِ كَانَ
( رَوَاهُ أَبُو مَنْصُورٍ الْبَغْدَادِي)

“Allâh mekân yokken vardı, O şimdi de olduğu gibidir.“ Bunu Ebû Mansûr El-Bağdâdî rivayet etmiştir.

Yine Alî radıyallâhu anhu Allâh hakkında şöyle diyor:

إِنَّ اللَّه خَلَقَ الْعَرْشَ إِظْهَاراً لِقُدْرَتِهِ وَلَمْ يَتَّخِذْهُ مَكَاناً لِذَاتِهِ
( رَوَاهُ أَبُو مَنْصُورٍ الْبَغْدَادِي)

“Muhakkak ki Allâh arşı kudretinin büyüklüğünü göstermek için yaratmıştır ve onu kendi zâtı için mekân edinmemiştir.“ Bunu Ebû Mansûr El-Bağdâdî rivâyet etmıştır.

El-kuşayrî, risâlesinde hazret-i Cafer Es-Sâdığın şöyle dediğini rivâyet eder:

"مَنْ زَعَمَ أَنَّ اللَّهَ فِي شَيْءٍ أَوْ عَلَى شَيْءٍ أَوْ مِنْ شَيْءٍ فَقَدْ أَشْرَكَ إِذْ لَوْ كَانَ فِي شَيْءٍ لَكَانَ مَحَصُورًا وَلَوْ كَانَ عَلَى شَيْءٍ لَكَانَ مَحْمُولاً وَلَوْ كَانَ مِنْ شَيْءٍ لَكَانَ مًحْدَثًا أَيْ مَخْلُوقًا
(رَوَاهَ الْقُشَيْرِي )

“Kim Allâh’ın bir şeyde veya bir şeyin üzerinde bulunduğunu veya bir şeyden olduğunu iddia ederse müşrik olmuş olur. Çünkü bir şeyde bulunsaydı kuşatılmış olurdu. Şayet bir şeyin üzerinde bulunsaydı taşınmış olurdu ve şayet bir şeyden olsaydı sonradan olmuş olurdu.“ yani yaratılmış olurdu.

Kendisine İmâmus-seccâd (çok secde eden imâm) diye lakap verilen hazret-i Alî’nin oğlu Huseyn’in oğlu Alî Zeynul-âbîdîn Sahife-i seccadiyyesinde Allâh hakkında şöyle diyor:

أَنْتَ اللَّه سُبْحَانَكَ لاَيَحْوِيكَ مَكَانٌ
( رَوَاهُ الإِمَام الزَّبِيدِي فيِ الإِتْحَاف)

“Seni noksan sıfatlardan tenzîh ederim seni mekân kuşatmaz.“ Bunu Ez-Zebîdî İthâf adlı kitabında rivayet etmiştir.

Yine Zeynul-âbîdîn Allâh hakkında şöyle diyor:

"لَسْتَ بِمَحْدُودٍ فَتُحَدُّ
رَوَاهُ الإِمَام الزَّبِيدِي فِي الإِتْحَاف

“Sen sınırlı değilsin ki sınırlandırılasın.“
Bunu Ez-Zebîdî İthâf adlı kitabında rivayet etmiştir

Yine Zeynul-abîdîn Allâh hakkında şöyle diyor:

"لاَ تُحَسُّ وَلاَ تُمَسُّ وَلاَ تُجَسُّ
( رَوَاهُ الإِمَام الزَّبِيدِي فِي الإِتْحَاف)

“His edilmessin, ellenmessin ve dokunulmassın.“
Bunu Ez-Zebîdî İthâf adlı kitabında rivayet etmiştir.

Şeyh Ahmed Er-Rifâî radıyallâhu anhu tenzîh hususunda şöyle der: “Allâh’ı tanımanın son derecesi O’nun Mekânsız ve keyfiyetsiz olarak var olduğunu kesin bilmektir.“

Hanbelî alimlerinden olan İmâm İbnil-Cevzî “Müdhiş“ adlı kıtabında şöyle der: Misaller ancak benzerleri olana verilir. Nasıl O’nun (Allâh’ın) hakkında nasıldır denilebilir onun hakkında keyfiyet muhâl (imkânsız) olduğu hâlde. Vehimler O’nu hayâl edemez ve akıllar O’nu kavrayamaz.

Bundan başka şunları da der: “ O’na (Allâh’a) keyfiyet veren O’nu tanımamıştır, O’nun hakkında misaller veren O’nu tevhîd etmiş değildir ve O’nu (yaratılmışlara) benzeten O’na ibadet etmiş değildir. Benzetici a’şâdır ateist ise kördür. “

Fetava-i Hindiyye adlı kitabta aynen şöyle geçer: “Allâhu Teâlâ’ya mekân’ı isnat eden kâfir olur.“

Ehli Sünnet Vel Cemaat’inin İnançta iki imâmlarından biri olan Ebul-Hasen El-Eşârî radıyallâhu anhu “En-Nevâdir“ adlı kitabında şöyle demiştir:
Kim Allâh’ın cisim olduğuna inanırsa o Rabbini tanımış değil ve muhakkak ki O’na inanmış da değildir.“

Şeyh Abdul-Ğanî En-Nablusî “Elfethur-rabbânî“ adlı kıtabında şöyle der: “Kim Allâh’ın gökleri veya yeryüzünü doldurduğuna veya arşın üstünde oturan bir cisim olduğuna inanırsa o kendisinin müslüman olduğunu iddia etse bile, kâfirdir.“

Selef ile halef alimleri Allâh hakkında O’nun bir yönde bulunduğuna inananın kâfir olduğuna dâir ittifâk etmişlerdir El-Hâfız El-Irâkî’nin bildirdiği gibi. Bunu Ebû Hânîfe, Mâlik, Şafiî, Ebul-Hasen El-Eşârî ve Ebû Bekir El-Bâkillânî de söylemiştir. Bu Alimlerin bunu söylediklerini Molla Alî El-Kârî “El-Muşkat“ adlı kıtabın açıklamasında zikretmiştir.

Bu inanç milyonlarca muslümanın yani Hicâz, Endonesya, Malezya, Hindistan, Bangladeş, Pakistan, Türkiye, arap Fas, şâm diyârları (Filistin, Süriye, Lübnan, Ürdün ) Mısır, Irak Sudan, Afrika, Dağistan, Şişan, Buhâra, Cürcan, Semerkant, ve bundan başka ülkelerdeki müslümanların inancıdır.

Selef: İlk üç asırlarda olanlardır. Yani Rasûlullâh sallallâhu âleyhi ve sellem’ın, ondan sonra gelenlerin ve onlardan sonra gelenlerin bulundukları asırlarda yaşayanlardır.
 

Zadul_Mead

New member
Katılım
28 Haz 2008
Mesajlar
74
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
41
Er-Rahmânu ale'l-arşi'stevâ" “Rahman Arş’a istivâ etti/.” (20/Tâhâ, 5)

"Ve huve'l-kaahiru fevka ıbâdihî" “O, kulları üzerinde kahredici (hâkim) olandır.” (6/En’âm, 61)

"Ve câe rabbuke ve'lmelekü saffen saffâ" “Rabbin geldi(ği zaman) ve melekler de saf saf olarak.” (89/Fecr, 22)

"Ve yebkaa vechu rabbike zü'l-celâli ve'l-ikrâm" “(Yalnız) Celâl ve ikram sahibi Rabbinin vechi/yüzü bâki kalacaktır.” (55/Rahmân, 27)

"Ve li tusnea alâ aynî" “Gözümün önünde (Benim nezâretimde) yetiştirilmen için.” (20/Tâhâ, 39)

"Yedullahi fevka eydîhim" “Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir.” (48/Fetih, 10)

"Ve yuhazzirukümullahu nefseh" “Allah size kendi nefsinden korkmanızı emrediyor.” (3Âl-i İmrân, 28)

"Fe innallahe kad harrame ale'n-nâri men kaale lâ ilâhe illâllahu yenbeğî bizâlike vech'allah" "Allah, 'lâ ilâhe illâllah' diyen ve bununla Allah'ın vechini (yüzünü) talep eden kimseyi cehenneme haram kılmıştır." (Buhârî, Salât 46)

"Zükira'ddeccâlu ınde'n-nebî (s.a.s.) fekaale innallahe lâ yahfâ aleykum innallahe leyse bia'vera ve eşâra biyedihî ilâ aynihî ve innelmesîha'ddeccâle a'veru ayni'l-yümnâ."

"...Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yanında Deccâl zikredildiği zaman O, şöyle demiştir: 'Siz bilirsiniz ki, Allah'ın gözü şaşı değildir (Eliyle gözünü işaret ederek), fakat Mesih Deccal'ın sağ gözü şaşıdır." (Buhârî, Tevhid 17; Müslim, Fiten 20)

"... halegake'llahu bi-yedihî..." "Kıyâmet günü mü'minler toplanırlar. Bulundukları yerde rahat etmeleri için, 'Rabbimizden şefaat dileyelim' diyerek Âdem'e (a.s.) gelirler ve ona: 'Ey Âdem! Sen insanların babasısın, Allah seni eliyle yarattı' derler... " Buhârî, Tevhid 19)

"İnnallahe yakbidu yevme'l-kıyâmeti'l-arza ve tekûnu's-semâvâtu bi-yemînihî sümme yekuulü ene'l-melikü." "Allah, kıyâmet günü arzı tutar, gökler sağ elindedir ve der ki:'Melik Benim Buhârî, tevhid 19

"Kaale'llahu azze ve celle yu'zînî ibn âdeme yekuulü: Yâ haybete'd-dehri fe innî ene'd-dehru ukullibu leylete ve nehâruhû." "Yüce Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur: 'Dehr/zaman Ben olduğum halde, Âdemoğlunun dehre sövmesi Bana ezâ verir. (Her) İş Benim elimdedir. Gece ve gündüzü Ben değiştiririm." (Müslim, Elfâz 1)

"... Ve tekuulü hel min mezîdin hattâ yasnea fîhâ rabbu'l-âlemîne kademehû feyenzevî ba'duhâ ilâ ba'dın sümme tekuulü kaddun kaddun."

"...Âlemlerin Rabbi, ayağını üzerine koyuncaya kadar cehennem: 'Daha başka atılacak yok mu?' diye soracak. Allah ayağını üzerine koyunca, 'yeter, yeter' der." (Buhârî, Tevhid 19; Müslim, Cennet 13)

Uzunca bir hadiste Peygamber (s.a.s.) ile bir câriye arasında şu konuşma geçmektedir: "...Fe kaale lehâ 'eyne'llah? Kaalet: Fi'ssemâ'. Kaale: Men ene? Kaalet: ente Rasûlullah. Kaale: A'tıkhâ, feinnehâ mü'minetun" "Hz. Peygamber ona şöyle sordu: 'Allah nerededir?' Câriye, şöyle cevap verdi: 'Allah semadadır.' Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.) ona tekrar şöyle sordu: 'Ben kimim?' Câriye bu soruya: 'Sen Allah'ın Rasûlüsün' diye cevap verince Nebî (s.a.s.) onun için şöyle dedi: 'Bu câriyeyi âzâd edin, çünkü o bir mü'minedir." (Müslim, Mesâcid 7)

"Yenzilu rabbunâ tebârake ve teâlâ külle leyletin ile's-semâi'd-dünyâ..." "Allah her gece en yakın semâya iner..." (Buhârî, Teheccüd 14; Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 24)

İmam Tirmizî (öl. 279h.)

İlim ehlinden pek çok kimse bu hadis ve sıfatlarla ilgili buna benzeyen diğer rivâyetler hakkında ve Allah-u Telâlâ’nın her gece dünya göğüne inmesi hususunda gelen rivâyetler hakkında şöyle demişlerdir: ‘Bu sıfatlar hakkında gelen rivâyetler kesinlikle sâbittir. Bunlara olduğu gibi inanılır ve haklarında hiçbir vehme düşülmez. Bunların nasıl olduğu konusunda da hiçbir şey söylenilemez. Bunun gibi Mâlik, Süfyân b. ‘Uyeyne (öl. 198h.) ve Abdullah b. Mübârek’in (öl. 181h.) bu hadisler hakkında: ‘Onları nitelendirmeden (olduğu gibi) alıp kabul ediniz’ dedikleri, rivâyet edilmiştir.

İşte Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’in ilim ehlinin görüşü de böyledir. Cehmiyye ise bu rivâyetleri inkar ederek ‘bunlar birer teşbîhtir’ demişlerdir.” ( Camiu,t-Tirmizi (3/50-51) Ayrıca bk (5/234,377)

Damre b. Rebi,a Sadaka,dan rivayet etti diyor ki: Süleyman et Teymi,den şöyle dediğini işittim : Şayet, Allah nerededir ? diye sorulursa. GÖKTEDİR DERİM.Şayet semadan evvel Arş,ı nerede idi ? diye sorulursa,SU ÜZERİNDE İDİ DERİM.Şayet ,sudan evvel O nun ARŞ,I nerede idi? Sorulursa bilmiyorum derim : Ebu Abdillah (El Buhari) dedi ki: Bu (son sözün) dayanağı şu ayettir
Dilediğinden başka O nun ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar, (Bakara 255 yani ancak O nun beyan ettikleri kadarını anlayabilirler : Süleyman et-Teymi nin bu sözünü İbn-e Hayseme,nin Ta,rih,inden tahriçetmiş olduğunu İbnü-l Kayyım bildirmektedir (İctimaul- Cuyüşi,l-İslamiyye s 42) Ayrıca el Laleka,i de kitabında (93) İbn e Hayseme tarikiyle sahih senedle bunu rivayet etmiştir .

SELEF : Alimleri bu sıfatları zâhirleri üzere kabul eder, te'vil etmezlerdi. Onlara göre bu sıfatları te'vil etmek, meselâ "istivâ"ya "istilâ" demek "vech"e Allah'ın zâtı; "yed"e Allah'ın kudreti gibi anlamlar vermek, bu sıfatları ta’tîl (işlevsiz kılma) ve onları yok saymaktır.

SELEF : Alimleri bunu söylerken, Allah'ın elinin bizim elimize benzediğini ya da Allah'ın cisim olduğunu kasdetmezler. “Nasıl Allah'ın zat ve sıfatlarını bilmiyorsak, sıfatlarının da keyfiyetini bilemeyiz” derler. İmam Mâlik'in, "istivâ"nın ne olduğunu soran birine; "İstivânın keyfiyeti akıl ile bilinemez. İstivâ'nın dildeki anlamı ise meçhul değildir. Ayrıca buna iman etmek vâcip, hakkında soru sormak ise bid'attir" şeklindeki cevabı meşhurdur (Beyhakî, Kitabu'l-Esmâ ve's-Sıfât, Mısır 1358, s. 408).

MUTEZİLE :Bu sıfatları ilk te'vil eden fırka, olmuştur.Allah ın Zamandan ve Mekadan Münezzeh olduğunu İlk Söyleyen Taife Müteziledir …..Şialar Hz ali hakkında ve diğerleri Hakkında bir sürü yalan uydurmuştur ……Şialardan Hadis alınmaz …..Rivayetleride Yalandır çoğu uydurmadır………….

Milel ven'Nihal adlı kitapta şöyle geçer : Ebu Hanife şöyle diyor :

Sen düşünceleri adil olan kişilerden hadis dinle :

Şiiler bundan müstesnadır.

Şüphesiz Şiilerin inançlarının aslı; Rasûlullah (s.a.s)'in ashabını (r.a) delalette olduklarını kabul etmektedir."

Selef Mezhebi:Allah’ın isim ve sıfatlarını teşbih, te’vil, ta’tiyl, tekyif ve temsil etmeden, olduğu gibi iman ederler. Bu konuda hiçbir yorum yapmazlar. Allah’ın isim ve sıfatları zâtına bağlıdır. Allah’ın zâtının mâhiyetini bilemeyeceğimiz için bu isim ve sıfatların mâhiyetini de bilemeyiz. İmam Mâlik b. Enes’e istivâ hakkında sorulduğunda şöyle demiştir: “İstivâ mâlumdur, keyfiyeti meçhuldür, ondan sual etmek bid’attir. Senin kötü bir insan olduğunu zannediyorum, onu benden uzaklaştırın.”



* * * * * * *



Sallallahu Teâla alâ Muhammedin ve alâ A'lihi ve Sahbihi ecmaîn.



VE'L- HAMDÜ Lİ'LLAHİ RABBİ'L ALEMİN
 

Zadul_Mead

New member
Katılım
28 Haz 2008
Mesajlar
74
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
41
Muhammed b.Yusuf dedi ki: ALLAH,IN ARŞ,I ÜZERİNDE olmadığını söyleyen kafirdir :Ayrıca Allah ın Musa ile konuşmadığını öne siren de kafirdir Muhammed b. Yusuf İbnü ebi Vakid b.Osman el - Friyabi Buhar inin şeyhlerindendir . Halku ef,ali,l-İbad ve,r-Redd ale,l Cehmiyye Buhari s.25)

İbnü-l-Mübarek dedi ki :Biz Cehmiyye,nin O,nun burada yeryüzünde olduğunu söylemelerinin aksine bilakis İSTİVA ETMİŞ OLARAK ARŞ ÜZERİNDE OLDUĞUNU SÖYLÜYORUZ : Bunu Abdullah (Sünne s.7,35,72) ve Beyhaki (Esma,s.427) Sahih bir isnad ile rivayet ettiler :

İbnü-l Mübarek,e ) Rabbimizi nasıl tanıyabiliriz ? diye sorulunca :GÖKLERİN FEVKİNDE ARŞ,ININ ÜZERİNDE cevabını verdi : Ebu Sa,id ed Darimi,en-Nakd ale,l-Merisi .s 103)

Ebû Dâvûd, Abdullah b. Nafi'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Malik dedi ki:
"Allah göktedir. İlmi ise her yerdedir." (Ebû Dâvûd, Mesailu'l-İmam Ahmed, s. 263; Abdullah b. Ahmed, es-Sunne, s. 11 -eski baskı-; İbn Abdi'l-Berr, et-Temhid, VII, 138)

İbnu'l-Kayyım, İctimâu'l-Cuyuşi'l-lslamiyye adlı eserinde Şafiî'den şöyle dediğini zikretmektedir:
"Benim izlediğim sünnet ile arkadaşlarım olan hadis ehlinden görüp Sufyan, Malik ve benzeri kendilerinden ilim öğrendiğim kimselerin izledikleri sünnet;
Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilahın olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadeti ikrar etmek,
Allah'ın, gökte ve Arşı üzerinde olduğuna ve dilediği şekilde yarattıklarına yaklaştığına, Yüce Allah'ın dünya göğüne dilediği şekilde indiğine inanmaktır."
(İctimau'l-Cuyuşi'l-İslamiyye, s. 165; İsbatu Sıfati'l-Uluvv, s. 124; Ayrıca bk. Mecmuu'I-Fetava, IV, 181-183; Zehebi, el-Uluvv, s. 120; Elbani, Muhtasa-ru'l-Uluvv, s. 176)

İmamlara İftira atmayalım 4 İmam ın görüşleri bellidir.Tabiin imamlarının görüşü bellidir ....Tebeit Tabiin görüşleri bellidir.........Allah tan korkun.....
 

Zadul_Mead

New member
Katılım
28 Haz 2008
Mesajlar
74
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
41
Abdullah ibnu Mes'ud r.a dan, şöyle dedi : Dünya semâsı ile ondan sonra ki gelen semânın arası beşyüz senedir. Her iki semânın arası böylece beşyüz senedir. Kürsi ile suyun arasıda beşyüz senedir Arş ise suyun Üstündedir. " Arşın üstünde de Allah’u Teala vardır. Sizin meşkul olduğunuz amelleri taa oradan bilir.}

EBU SAİD ED-DARİMİ ER-REDDU ALEL CEHMİYYE : 275 - İBNİ HUZEYME TEVHİD : 105 – 106 – BEYHAKİ ESMA : 401 DE SAHİH BİR SENEDLE.

Bakın arkadaşlar bu konuda Kur,anda Ayetler Allah Rasülünden Gelen Sahih Hadisler Sahabeden gelen rivayetler.Tabiinden Gelen Tebeit Tabiinden Gelen Rivayetler ondan sonra Kitap ve sünnet cizgisinde Haraket eden alimler Allah Azze ve Cellenin 7 kat semaların yukarısında arş,ının üzerine istiva ettiğine iman etmişlerdir.Sema deyince bütün semalar kast edilmiyor 7 kat semaların üstünde ki arş kast ediliyor Allah azze ve cellede arş üzerine istiva etmiştir.bu konuda ayet hadisler sahabeden gelen rivayetler sahih tir bellidir.

Bakın Allah ın zamandan ve mekandan Münezzeh olduğunu söyleyen ilk Taife Muteziledir.

Bunlar Allah sıfatlarını ya Tevil etmişlerdir yada Tatil etmişlerdir .

Ehli sünnet ise Hadisçiler ve Ehli sünnet alimleri bu sıfatları Tevil Tatil Tekyif tahrif etmeden

Allah azze ve celle nin Arş üzerine istiva ettiğini fakat istivanın ,bilakeyf, olduğunu söylemişler ve kelimenin tevili cihetine gitmemişlerdir.Makalatu,l Eş,ari- 1-201-277,


Bakınız Sıfatlar hakkında El-Evzai şöyle diyor.Biz ve bütün tabi,iler.Allah,u Ta,alanın Arş üzerinde olduğunu söyler ve sıfatlar Hakkında Hazreti Peygamberden s a v den gelen haberlere inanırdık.El-Esma ve,s Sıfat s.408.Tezkira.I.158./

Bu konuda çok nakiller vardır bu alimler edip insanlardı Zaten İlk önce bu alimleri Tenkit etmeden önce Allah azze ve celleyi tenkit etmeniz gerekir Arşın üzerine İstiva ettiğini Allah azze ve celle söylüyor………Ondan sonra Rasülü s a v söylüyor ………Sahabede bunu tasdik ediyor ….. Tabiin imamlarıda sıfatlara olduğu gibi inanıp zahiri üzere alıp bu Allah azze ve cellenin sıfatlarını yarattığı mahlukata benzetmeden imam etmişlerdir.Allah azze ve cellenin sıfatları kendi şanına layık kulun sıfatlarıda kendi şanına layıktır nasıl bizler Allah azze ve cellenin zatının nasıl bir şey olduğunu bilemiyor isek onun sıfatlarınında bizler nasıl bir şey olduğunu bilmiyoruz Allah azze ve celle Kur anda Rasülü s a v sahih sünnetinde bu sıfatları İspat etmiştir. Allah cc ve rasülünün s a v ıspat ettiğini biz tahrif edemeyiz tevil edemeyiz tatil edemeyiz.tekyif edemeyiz .Nasıl zatının keyfiyetini bilemiyor isek sıfatlarınında keyfiyetini bilemeyiz…..

Bakınız Cehmiyye Allah azze ve celleyi nasıl Tenkit ediyor …birkaç örnek vereyim……..

Ve bana Ebu Ca,fer Muhammed b.Abdillah bildirdi ve dedi ki bana Yahya b.Eyyüb bildirdi ve dedi.ki : Ebu Nu,aym el-Belhi,yi işittim dedi.ki :

Merv halkından Cehm b Saffan ın önceleri dostu iken daha sonra ondan ayrılarak bırakmış olan bir adam vardır .

-----Ona niye onu bıraktın sormuşlar oda şunları anlatmıştır :

-----Onda tahammül olunamayacak şeylerle karşılaştım.
-----Bir gün ona şu ve şu---yahya b.Eyyüb adamın zikrettiği ayetleri unutmuş ayetleri okuyunca--- Muhammed----hiç de zeki değilmiş dedi,,bu söze tahammül ettim .

-----Daha sonra Taha süresini okudu ,,Rahman ARŞ,A İSTİVA ETTİ,taha ayetine gelince :

-----VALLAH İ ŞAYET BİR YOLUNU BULSAYDIM BU AYETİ MUSHAFTAN KAZIRDIM : dedi bu sözüne tahammül ettim .


-----Daha sonra kasas süresini okudu Musa nın zikredildiği yere gelince dedi ki nebicim şey bu Bir kıssa bir yerde zikrediliyor tamamlanmıyor başka bir yerde zikrediliyor.yine tamamlanmıyor.:

-----Daha sonra mushafı tekmeliyerek odanın dışına fırlattı ve sonra üzerine basarak çiğnedi …Bu kıssanın isnadı sahih tir Abdullah b Ahmed sünne.30 ve İbn E Hatim Redd Uluv Zehebi s.114 /

Bakınız Kur an hakkında neler diyorlar Allah azze ve cellenin Arş üzerine istivasını kabul etmemek için Allah ın zamandan ve mekandan Münezzeh olduğunu söyleyen taife Cehmiyye Muteziledir….bu görüş onlarındır…….

Ehli Sünnet in inançı bellidir........delilleri sundum :
 
E

Enes.

Guest
BAZI İMAMLARIN SÖZLERİNİDE BURADA ZİKRETMEK İSTERİM SİZE

EBU HANİFE:

O'nun Kur'ân'da zikrettiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır. Allah'ın Kur'ân'da zikrettiği gibi el, yüz ve nefs gibi şeyler, keyfiyetsiz sıfatlardır. O'nun eli, kudreti veya nimetidir denilemez. Zîra bu takdirde sıfat iptal edilmiş olur. Bu, Kaderiyye ve Mutezile'nin görüşüdür. O'nun elinin, keyfiyetsiz sıfat olması gibi, gazabı ve rızası da keyfiyetsiz sıfatlarından iki sıfattır.


Biz, Yüce Allah'ı kendisini kitabında tavsif ettiği bütün sıfatlarıyla gerçek olarak biliriz (Fukhul-ekber)

Hiç kimsenin Allah'ın zatı hakkında bir şey söy*lemeye hakkı yoktur. Aksine kişi Allah’ı O, kendisini nasıl vasıflandırmışsa, öyle vasıflandırmalıdır. Allah Tebareke ve Teala hakkında bilmediğini söylememelidir.

el-Akidetu't-Tahaviye, c: 2, sh: 427Dr. et-Turki tahkiki celau'l-Ayneyn, sh: 368


Ebu Hanife'ye “nüzul” hakkında sorulduğunda: “Allah keyfiyetsiz olarak nüzul eder.” cevabını verdi.

Akidetu's-Selef ve Ashabi'l-Hadis sh: 42 el-Esma ve's şifa (el-Beyhaki), sh: 456 el-Kevseri bu konuda sukut etmiştir. el-Akidetu't-Tahaviye sh: 245, Thk. El-Elbani. Şerh Fıkhu’l Ekber (Aliyyu’l Kari) sh:60.


Her kim: 'Rabbim gökte midir bilmiyorum' derse kafir olmuştum Aynı şekilde: 'O, arşının üzerin-dedir. Fakat arş gökte midir, yerde midir bilmiyorum'diyen kimse de kafir olmuştur.

el-Fıkhu'l-Ekber, sh: 46. El-Esma ve's-sıfat, sh: 426


“Allah Teala göktedir, yerde değil.” O’na “O, si*zinle beraberdir” (el-Hadîd: 4) ayetini hatırlatan adama: “Bu senin bir adama mektup yazıp onunla beraber oldu*ğunu söylemen gibidir. Halbuki sen onun yanında de*ğilsin.” dedi.

el-Esma ve's-sıfat, c: 2, sh: 170


Bir kimsenin Allah’a onun isimlerinden başka isimle dua etmesi caiz değildir. Caiz olup emredilen dua Allahu Teala’nın şu ayetiyle sabittir:

En güzel isimler Allah’ındır. Allah’a bu isimlerle dua edin. Allah’ın isimlerinde aşırı gidenler işlediklerinin cezasını göreceklerdir. (el-A’raf:180)


Dua edenin “falancanın hakkı için” veya “peygamberler ve nebilerin hakkı için” ya da “Kabe’nin Meş’arı Haramın hakkı için”, gibi sözlerle yalvarması mekruhtur.

el-Akidetu’t Tahaviyye şerhi sh: 234. Fıkh-ı Ekber Şerhi sh: 198, İthaf sade’l-Muttekin c:2 sh:285


İmam’ı Malik’in İtikadından Bazı Cümleler:


(1)- “Allah göktedir ve ilmi her yerdedir(Haravî, Zemmu’l Kelam: sh. 63.)
Bidatten ve bidat ehlinden şiddetle kaçınınız ki onlar Allah’ın sıfatları, kelamı, ilmi ve kudreti hakkında konuşurlar da sahabe ve tabiinin sükut ettiği bu konularda sükut etmezler(İbn Abdilberr, Camiiu Beyanu’l İlm ve Fadlihi: sh. 415.)




Sunu bilmemis lazimki vehebiler Ittikat Kitaplari kendi görüslerine göre yanlis veya uydurmus yayinliyorlar. Bunun Örnegini benim sitemde veya bizim eski sitemizde yayinlamisdik. Yeni Design yüzünden bu yayinlari arkadaslar gözden gecirriyorlar ve düzeltilmis bir halinde insallah yakinda yine yayinlanacaktir.

Bir Örnek ama bizim bir sitede var. Imam Safii ve Tasavvuf hakkinda:

Marifah [Tikla]



Neyse gelelim Imamlarin güya söyledikleri sözlerine:

Imam Ebu Hanife:
Mevdu ve bir Yalandir Imam Ebu Hanifiye bir iftiradir. Imam el Zahabi kendisi bunu bile söylüyor [Imam el Zahabi Ibn-i teymiyye talebsidir] Yukaridaki version ebu Muti el Hakem bin abdullah al balkiden rivayet edilmisdir. Ama bu zat Imam Ahmed bin hanbele göre güvenilir biris degil ve Ibn Adi ye görede. hatta Imam Ebu davud ve ebu hatim bir yalanci olduguna net bir sekilde söylüyorlar. Imam el Zehabi göre bu kisi bir uydurmaci birsidir. Imam Ibn hacer el askalani`de.

Bakiniz Muhtasar S. 136 Nr.118; el-`Uluv S. 391 Nr.327 ve Lizan el Mizan ibni Hacer

Imam Maturidi de benzerini fikhul ekber serinde söylüyor.


Imam Safi:

Imam el Zahabi bu bir Yalan oldugunu isbatlamisdir. bakiniz: Siyar a'lam el-Nabula (16:457)


Imam Malikin güya sözlerine gelince buda bir yalandir. Delili yarin insallah simdi zamanim kalmadi.

Allah insanlari ve yeryüzünü vehabi fitnesinden kurtarsin.

Allahu alem
 
Üst Alt