Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sakınılması Gereken Bir Akaid Kitabı - Vakit Gazetesine Reddiye

EHLÝ-SUNNET

New member
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
223
Tepkime puanı
45
Puanları
0
Yaş
46
Web sitesi
www.dinimislam.com
Vakit Gazetesine Yapılan Reddiye

Değerli Müslüman kardeşlerimiz;

Son yıllarda, Müslümanlar arasında fitne ve fesat yaymaya, İslam inancını bozmaya çalışan gruplar mevcuttur. Bu gruplardan biri kendilerini Selefi olarak tanıtan ve takdim eden bozuk inançlı kişilerdir. Müslümanların düşmanları olarak gözüken Yahudi, Hıristiyan ve diğer küfür ehli inançlardan bile daha tehlikeli olan bu bozuk inancın adı mucessime (İBNİ TEYMİYYE’nin TAKİPCİLERİ VEHHABİLER) fırkasıdır.

Günümüzde bunların uzantıları olan ve kendilerini selefi diye tanıtan İslam’ın temel inançlarına ters düşen, yüzlerce meselede Ehli-sünnet inancını tahrif ederek avam tabakasını kendi örmüş oldukları ağlara düşürmektedirler. Bugün Türkiye’de gerek görsel basında, gerekse yazılı basında ve internet ortamında sinsi çalışmalarını sürdürmektedirler. Bu insanlar din adına dinsizlik öğreterek binlerce müslümanın inancını tahrif etmeye çalışmaktadırlar. Ellerinde bulunan maddi gücü kullanarak, hazırlamış oldukları kitapları, dergileri, CD ve dijital çalışmaları bedava dağıtmaktadırlar.

Peygamber Efendimizin hadisi şerifi gereği; Din nasihattir, ilkesine bağlı kalarak ve Emri bil maaruf ve nehyi ânil münkeri yani, iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak için Ehlisünnet inancına tabi olan bütün kardeşlerimizi ,bu batıl inancı Türkiyede ve diğer Müslüman ülkelerde yaymaya çalışan mücessime firkasından ve diğer fırkaların fitnelerinden müslümanların uyarılması için mücadele etmeye ve çalışmaya davet ediyoruz.

Değerli Müslüman kardeşlerimiz; Son günlerde almış olduğumuz bir habere göre, İbni-Teymiyye takipcileri VEHHABİLER, Türkiyede yapmış oldukları çalışma neticesinde bozuk inançlarını bir akaid (iman) kitabı telif ederek piyasaya sürmüş ve binlerce müslümana ulaştırmayı hedeflemektedirler. Müslüman medya olarak bilinen VAKİT gazetesini kullanarak, bu gazeteyle beraber kendi kitaplarını bedava yayınlatmak için onlarla işbirliği yapmaktadırlar.

VAKİT gazetesi, bu batıl kitabı 2 hafta sonra bedava olarak okurlarına dağıtmayı hedeflemektedir. Bu gazete vasıtasıyla içi küfür, iftira ve hurafelerle dolu kitabın dağıtılmasını engellemek için ,Vakit gazetesine her türlü baskının yapılmasına ve engel olunmasına Allah rızası için davet ediyoruz.İnşaAllah kararlı ve azimli bir şekilde mücadele edersek, bu batıl içeriklerle dolu olan kitabın dağıtılmasını engelleyebiliriz.Bunun içinde VAKİT gazetesi bünyesınde çalışan yazarlara ve yetkililere mail atıp ,telefon açabiliriz.Elimizden geldiği kadar gazete abonelerinide uyarmalıyız.


Vakit Gazetesi İletişim: www.vakit.com.tr
Tel:02126592056-Yazi işleri:tel.02124474200-fax:02124474206
e-mail: [email protected] Ankara email: [email protected]
irtibat:ömer Faruk çakır:02124474200 –email: [email protected]
Abdurrahman dilipak: [email protected]
Hüseyinöztürk: [email protected]
Abdurrahim karakoc: [email protected]
Aİhsan karahasanoğlu: [email protected]
Atilla özdür: [email protected]
Hüseyin üzmez: [email protected]
Ayhan bilgin: ağ[email protected]

Öncelikle kitabı bir tanıyalım;
Kitabın ismi:
PRATİK AKAİD DERSLERİ
HAZIRLAYANLAR:
*Prof dr.İbrahim b.Muhammed Ebu Abad
*Prof Dr.Salih B.Abdullah es-Süheymi
*Prof.Dr Ali Nasir Fakihi
*Prof Dr. Muhammed B. Abdurrahman el Humeyyis
*Prof. Dr. Suleyman Salıh el Ğusun

Kitabı gözden geçiren :Allame Salih b. Fevzan el-Fevzan
Kitabı Türkçeye çeviren:::M.Beşir Eryarsoy
Yayınevi:Burhan Yayıncılık Turizm San.Tiç Ltd Şti ….Burhan İlmi Araştırmalar Merkezi
Yayınevi:Ummulkura birinci baskı Ağustos 2007 tel:+90 212 324 97 10 www.ummulkura.com

Kitapta geçen Kur’an’a Sünnet’e İcma’a aykırı örnekler:

*Sayfa 41ve 42’de diyorlarki;
Şöylede denilebilir; Onlar ,ya bu kainatın dışında bulunan ve kendilerini yaratan yüce bir yaratıcının yaratması ile yaratılmışlardırki beklenen bunu kabul etmeleridir.

cevap; Bu söz, Allah arşın üzerinde oturdu diyen İbni Teymiyye’nin ve onun bağlıları olan Vehhabilerin , Allah’a mekan isnat etmelerinin teyididir.Buda Allah’ı mahlukata benzetmenin yegane örneği olmuş olurki;
Bu inanç Allah Teala’yı tanımamaktır ve böylece Allah’ın mekandan münezzeh olduğunu kabul etmemektir.

Allâhu Teâlâ şöyle buyuruyor: الاَعْلى الْمَثَلُ وَلِلّهِ (En-nahl suresi, 60. âyet)
Manası: Allâh mahlukatın misalleri ile vasıflandırılmaz.

Resûlullâh sallallâhu âleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Allâh, kendisinden başka hiç bir şey yokken vardı...“
Bu demektir ki; ezelde (başlangıçsızlıkta) Allâh’tan başka hiç bir şey yoktu. Ne zaman, ne de mekân ne insan ne de melek ne hayvan ne de cin ne gök ne yeryüzü, ne kainatın dışı ne de içi var idi.

Rasûlullâh sallallâhu âleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Ya Allâh sen zahirsin senin üstünde bir şey yok ve sen bâtınsın senin altında bir şey yoktur“
Beyhakî demiştir ki; dostlarımız bu Hadisi delîl göstererek: “Üstünde ve altında bir şey bulunmayan mekansız olarak vardır“ demişlerdir.

Büyük imâm Âbdul-Kâhir bin Tahir Et-Temîmî El-bağdâdî “El-farku beynel-fırak“(Fırkalar arasındakı farklar) adlı kıtabında şöyle demiştir: “Onlar (âlimler) O’nu (Allâh’ı) mekân kuşatmadığına ve O’na zaman cereyân etmediğine dâir icmâ etmişlerdir.“

*Sayfa 49’da diyorlarki;

La ilaheillallah deyip bununla Allahın vechini (yüzünü) arzulayan kimseye ,Allah cehennemi haram kılmıştır.

cevap; Burada vecih kelimesinin anlaşılması noktasında, parantez içerisinde yüz kelimesi ile izah etmek Allah’ı insanların ve hayvanların organlarından olan yüze benzetmek olurki;
Bu inançta Allah’ı cisimleştirmek demektir. Bu sözde Kur’anı yalanlamaktır.

Allâhu Teâlâ şöyle buyuruyor: شَىْءٌ كَمِثْلِه لَيْسَ

(Eş-şurâ suresi, 11. âyet)
Manası: Allâh hiçbir şeye benzemez.

*Sayfa 51’de diyorlarki;
Ancak Allahın sıfatlarının keyfiyetlerine ve hakikatlerine gelince, bunları Allahtan başka kimse bilemez .Nitekim İmam Malike –Allah arşa istiva etti (taha süresi 20/5) ayetinde geçen istivanın keyfiyeti hakkında soru sorulduğunda ;İstiva bilinmektir.Keyfiyeti ise mechuldur.Ona İman etmek farz soru sormak ise Bidattır,şeklinde cevab vermiştir.İmam malikın istivanın keyfiyeti ve manasıyla ilgili cevabı,bütün sıfatlar için kaide olmaya elverişlidir.

cevap: Yukarıda olduğu gibi, İmam Malik’e bu şekilde soru sorulmamıştır. İmam Malik’inde cevabı yukarıda olduğu gibi değildir.

Doğrusu; istiva nasıl anlaşılmalıdır, diye soru sorulmuştur. İmam Malikte Allah’ın istivası Haktır ve iman edilmesi farzdır. Keyfiyeti (nasıllığı) hakkında soru sormak bid’attır diye cevab vermiştir.
İbni teymiyye ve bağlıları VEHHABİLER İstiva’yı Allah arş’ın üzerinde oturdu diye yorum getirerek Allah’a keyfiyet isnat etmişlerdir.İmam Malik’te Allah’a bu tarzda keyfiyet isnat etmeyi yasaklamış ve red etmiştir.İşte bid’at olarak anlaşılması gereken budur.

*Sayfa 54-55’de diyorlarki; Allah Tealanın bazı sıfatları:
*HAYAT
*İLİM
*KUDRET
*SEMİ –BASAR
*KELAM
*İRADE
*İSTİVA; Melan: RAHMAN ARŞA İSTİVA ETTİ.taha20/15)
*İKİ EL: (Melan: Allah iblise dediki;”Ey iblis! iki ELİMLE YARATTIĞIMA (insana)secde etmekten senı alıkoyan nedir?(Sad 38/75)
*ULUVV: Melan:Gökte olanın ,sizi batırı vermiyeceğinden eminmisiniz?(Mülk 67/16)
*VECH: Mealen: Ancak Rabbinin celal ve ikram sahibi vechi (yüzü) baki kalacaktır.(Rahman 55/27)
*NUZUL:Mealen:Rasulullah şöyle buyurmuştur;Rabbimiz tebereke ve teala her gecenin son üçte birlik bölümü kaldığı zaman dünya göğüne iner ve şöyle der:Yokmu bana dua eden?Duasını kabul edeyim?yokmu benden bir şey isteyen?istediğini ona vereyım yokmu benden bağışlanma dileyen onu bağışlayayım?.

cevap: İbni Teymiyye ve vehhabiler, istiva’yı Allah arşa oturdu diye inanırlar. İstivanın doğru anlaşılacak manası; “Allah arş’a hükmetmiştir, arş, O’nun tasarrufundadır.”demektir.

İki el; yukarıda ayet mealinde açıklandığı gibi (Eş-şurâ suresi, 11. âyet)
Mealan: Allâh hiçbir şeye benzemez Ayeti Kerimesine ters düşmektedir. Allah’a organ isnat etmektir. Doğrusu Allah’ın sıfatlarından olan İradesi ve Dilemesine uygun olarak yaratmasıdır.

Gökte olan ; Bu ifade ile Allah Teala’nın göklerde yaşadığı ve orada bulunduğu anlaşılıyor ki; Bu inanç Yahudi ve hıristiyanların inancına eştir.
Doğrusu bu ayette geçen gök ehli’nin manası, Allah’ın melekleridir.
Nuzul; Allah hakkında dünya semasına iner ifadesi, Allah’ın bir yerde bulunduğu veya yükseklerde olduğu anlaşılır ki; Allah’ın mekanı olduğu inancını vurgular. Böyle bir inanç Allah Tealayı yarattıklarına muhtaç olduğunu, yaratmış olduğu melekler, insanlar, cinler gibi varlıkların fiillerine benzetmek olur. Çünkü, meleklerin mekanı göklerdir, cinlerin ve insanların mekanı yerlerdir. Bu varlıklar Allah’ın yaratmış olduğu mekanlar arasında, Allah’ın dilediği kadar hareket etmektedirler.

Nüzûlün, bizzat Allâh’ın, zatıyla yukarıdan aşağıya indiği anlamına geldiği kabul edilemez. Çünkü Allâh cisim değildir, mekan ve yönden münezzehtir. Ayrıca bizzat Allâh’ın, zatıyla dünyanın semasına indiğini kabul etmek akla da ters gelir. Söz konusu olan nüzûl hadisi, meleklerin inmeleri manasında veya Allâh’ın rahmetinin inmesi manasında anlaşılmalıdır. Çünkü hadis-i şerifte geçen nüzûl, haşa Allâh’ın bizzat kendisi dünyanın semasına indiği anlamına geldiği kabul edilecek olursa o zaman haşa “Allâh’ın inmekten başka bir şey yapmadığı” inancı ortaya çıkarır. Çünkü hadis-i şerifte geçen nüzûlün gecenin son üçte bir bölümden itibaren sabaha kadar olduğu geçmektedir. Gece ve gündüz vaktinin dünyanın her ülkesinde bir olmadığı herkes tarafından malumdur. Bu hadis ise dünyanın her bölgesi için geçerlidir. Yani inen o melekler her bölgeye, o belirli vakitlerde inmektedirler.Bu nüzûl hadisinde geçen nüzûl’den, meleklerin indiği bir başka hadisten anlaşılır. Öyle ki; bir başka hadis-i şerifte: “Yunzilu Rebbuna ...” diye geçmektedir yani mealen: “Rabbimiz indirir..” diye geçmektedir.

Yer yüzünün bir tarafı gündüz iken diğer tarafı da gece olur, bu itibarla gece ve gündüzler nisbidir. Dünyanın bir ucunda gündüz ise diğer ucunda da gecedir. Yani 24 saat bazında (tüm vakitlerde) yer yüzünün gece ve gündüzden hali olmadığını bilmek lazım. durum böyle olunca Allah, fiili olarak arş üzerindedir diyenlere ne demeli..!?

Çünkü bu gruba göre Allah, gecenin bir bölümünde dünya gökyüzüne iner, yukarıda izah edildiği gibi, gecenin o vaktine tevafuk etmeyen hiç bir yer yüzü yoktur. Gecenin tayin edilen o vakti her an ve her zaman yer yüzünün bir tarafına isabet eder, dolayısıyla hem arş üzerinde hem de yerin gök yüzünde bulunmak, iki zıttın bir arada bulunması demektir. Bu safsatalığı da akli selim sahibi kimseler asla kabul etmezler.

Diğer taraftan bu çarpık inancı çürüten bir başka delilimiz ise, Arş’ın göklerden çok daha büyük olduğunu belirten, sıhhatinde şek ve şüphe olmayan kuvvetli Hadis-i Şerifler mevcuttur. Peygamber efendimizصلى الله عليه وسلم bu büyüklük orantılarını anlatırken gökler, kürsünün yanında çölde bir halka gibi, Kürsünün Arşa göre büyüklüğü ise aynı şekildedir. (yani çölde bir halka kadardır) göklerin bir diğerine olan büyüklükleri de sabittir. Birden yediye müthiş orantılarla büyüyerek yükseldiğine göre yukarıdan aşağıya inecek kişinin büyüklükten küçüklüğe şekilden şekle ve hacimden hacme, durmadan bir halden diğer hale değişip duran bir cisim midir? Böyleyse nasıl bir cisimdir? Diye bu şekilde ardı akası kesilmeyen istifham ve saçma sapan şeytani evhamların istilasına uğramaya mahkum kalınır.

Hadis hafızı el-Irâkî, hadis-i şeriflerin hangi şekilde en hayırlı bir şekilde tefsir edileceği hususunda şöyle demiştir: ”Ve hayru mâ fessertehû bi’l-varidi” Yani, “Hadis için yapabileceğin tefsirin en hayırlısı varit olanladır (geçen bir başka hadisledir).”
Şurası iyi bilnmesi gerekir ki Allâh’ın haşa bizzat yukarıdan aşağıya indiğine inanmak küfürdür. Dolayısıyla bu inanca sahip olan bir kimsenin küfür olan bir inanca saplandığının bilincinde olarak, Kelime-i şehadeti getirerek İslâm’a geri dönmesi lazım gelir.

*Sayfa 62 ve 70 arasında; Tevessul konusunu ele alarak Peygamberleri, evliyaları vesile ederek yapılan duaların caiz olmadığını söylemektedirler.

*Sayfa 62 Alimler ;yalnızca Allah’ın güç yetirebileceği bir şeyde, kalben yada dille başkasına seslenip dua edenin veya ondan başkasından yardım dileyenin “La ilahe illallah Muhammedun Resullullah/Allah’tan başka ilah yoktur,Muhammed Allah’ın resuludur” dese yahut namaz kılıp oruç tutsa ve hacca gitse bile,müşrik olduğu hususunda ittifak etmişlerdir

*Sayfa 63:Hatta duada koşulan şirk, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin kendilerine gönderilmiş olduğu müşriklerin koşmuş oldukları şirkin en büyüğüdür.Zira onlar peygamberlere,Salihlere ve meleklere dua ederlerdi.Onlara kendilerine Allah katında şefaat etsinler diye çalişıyorlardı.Sıkıntılı anlarda ,dara düştüklerinde ise ibadeti yalnız Allah’a has surette yerine getiriyorlar,şirk koştukları varlıkları unutuyorlardı.

*Sayfa:64. Kendileri yaratılmış olan ve hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri Allah’a ortak mı koşuyorlar? Halbu ki bunlar ne onlara bir yardım edebilirler nede kendilerine yardım edebilirler. (araf.7/191-192)
Bu ayette Allah’ın dışında meleklere, peygamberlere, Salihlere ve putlara dua eden müşrikler kınanmaktadır.

*Sayfa 65. Allah subhanehu,darda kalanın dualarını kabul edenin,sıkıntıları giderenin ve hayrı ulaştırmaya tek başına güç yetirenin sadece kendisi olduğunu bildirmiştir.Kim Allah’tan başka,Peygamberler ve evliyalar gibi makam ve mevkisi ne olursa olsun birilerinin sıkıntılarını giderme ve fayda elde etme hususlarında tesiri olduğuna inanırsa, putperest müşriklerin düşmüş olduğu şirke düşmüş olur.

*Sayfa 74:Sadece Allah’ın güc yetirebileceği işlerde tevekkül: Rızık korunma,yardım ve şefaat gibi isteklerini dileme hususunda ölülere ve tagutlara tevekkül edenler gibi. Bu büyük şirktir. Çünki bu ve benzeri işlere Allah’tan başkası güç yetiremez.

Kimileri vasıtaları, sebepleri kullanır ve bu sebeplere dayanıp güvenir.Bu tevhide ters düşen ve onu eksilten bir şirktir.

cevap; TEVESSUL VE TEBERRUK’UN CAİZ OLMASININ DELİLİ;
Rivayet edildiğine göre halife Ömer Bin Hattab zamanında kıtlık ve açlık oldu. Sahabelerden biri Peygamber efendimizin kabrine teberrük amacıyla giderek şöyle demiştir. “Ey Allah’ın Rasulü Allah’a dua et ümmetine yağmur yağdırsın, çünkü helak olmuş durumdalar” bu adam Peygamberimizi rüyasında görmüş ve Peygamberimiz O’na şöyle demiştir. “Ömer’e selam söyle ve Allah’ın onlara yağmur yağdıracağını haber ver.” adam Ömer’e gider ve olanları anlatır. Ömer ağlar bunu Beyhaki rivayet etmiştir. Olayda anlatılan sahabe peygamberimizin kabrine selam için değil teberrük maksadıyla gitmiştir. Seyyidimiz Ömer de buna itiraz etmemiş ve bu yaptığın şirktir dememiştir. Peygamberler ölümlerinden sonra bile Allah’ın izniyle fayda verirler.

Musa aleyhisselam mirac gecesinde peygamber efendimizle Beytul Makdiste ve altıncı semada bir araya geldi. Peygamberimiz yedinci semavatın üstündeki bir mekandan inerken Musa aleyhisselam O’na sordu “ümmetine ne farz kılındı?” peygamberimiz de “bize elli vakit namaz kılındı” diye cevapladı. Musa peygamber “dön ve Rabbine hafifletilmesi için dua et” dedi. “Ben İsrail kavmini tecrübe ettim onlara Allah’u Teala iki vakit farz kılmıştı onlar ise yerine getirmediler.” Peygamberimiz Rabbine dua ettiği yere geri döndü ve defalarca hafifletilmesi için dua etti. Her seferinde Musa aleyhisselam O’na “dön ve hafifletilmesi için dua et dedi”. Bu durum elli vakit namaz sevabına eşit olan beş vakit namaza düşürülünceye kadar devam etti. Hiçbir akıllı kimse Musa aleyhisselam’ın bu ümmete sağladığı yarar ve faydaya şüphe edemez. Musa aleyhisselam ise mirac hadisesinden bin yıldan daha fazla süre önce vefat etmiştir. Bu amelle Musa aleyhisselam kendi vefatından binlerce yıl sonra peygamber efendimizin ümmetine fayda vermiştir.

Allâh’tan başkasından yardım dilemenin bir beisi olmadığına dair rivayeti, ibni Abbas hakkında sabit olan Peygamber Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Muhakkak ki Allâh’ın hafaza (koruma melekleri) dışında öyle melekleri vardır ki yeryüzünde dolaşırlar, ağaçtan düşen yaprakları yazarlar şu halde sizden birinizin başına geniş bir yerde bir sıkıntı gelirse ’Allâh’ın kulları yardım edin’ diye nida etsin“ mealindeki hadis-i şerifi yeterlidir. Ayrıca şu da bir gerçektir ki istiane (yardım dileme) teveccüh ve tevessülün aynı anlama geldiği arabî lugatı iyi bilen Takiyyuddîn es-Subkî gibi bazı ehli sünnet alimlerimiz tarafından bildirilmiştir. Nitekim Suyutî onun hakkında lugatçiler’den olduğunu söylemiştir. Bu mesele ise bellidir.
Teberrük peygamber veya velinin kabrini ziyaretinden dolayı Allah’ın ziyaret edene bereket, hayır vermesidir. Peygamberler vefat ettikten sonra Allah’u Teala onları diriltecektir. kendilerini ziyaret edeni hisseder ve o kişiler için Allah’a dua ederler. İmam-Bayhaki’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte peygamber aleyhisselam mealen şöyle buyurmuştur.
“Peygamberler kabirlerinde diridirler, canlıdırlar, namaz kılarlar” bunu destekleyen Bezzar’in rivayetindeki hadiste de peygamber aleyhisselam, “hayatta olmam sizin için hayırlıdır. Ölümüm de sizin için hayırlıdır. öldüğümde amelleriniz bana gösterilir. Hayır gördüğümde hamd, şer gördüğümde de sizin için istiğfar ederim.” Buyurmuştur.

NETİCE OLARAK NASİHATİMİZ,

Yukarıda yayılması ve Müslümanların istifade etmesi için yazılan Kitaptan bazı örnekleri vermekle, bu kitabı gerek yazanların ve gerekse dağıtımına ve yayılmasına vesile olanların İslam inancı ile hiçbir bağı olmadıklarını görmekteyiz.

Kitapta yazılanlara yapılan reddiyelerin isabetliği noktasında, ben Müslümanım diyen her kulun oturup tefekkür etmesi, Hak ile batılın ayırt edilmesi kaçınılmazdır.

Bilerek, yazanları ve bozuk inancların peşinde gidenleri Hak’ka davet ederiz. Her türlü ortamda münazaraya çağırır, kurtuluşlarına vesile olmaya çalışırız. Hidayetin Allah’tan olduğuna inanırız.
Bilmeyerek, iyi niyetle batıl inançların peşinde gidenler ise, inadi olarak bilerek küfrün yayılmasına sebep olanlara yardım edenlere gelince; Elbette Din’de cehalet mazeret değildir. Hele hele, hakikatları duyduktan ve gözle gördükten sonra Hak’kın ve doğrunun yanında olmamak hiç mi hiç kabul edilemez.
Allah Teala Hak’kı Hak bilip Hak’ka boyun eğen, batılı batıl bilip ondan Hakkıyla kaçanlardan eylesin. Amin… Vesselam…



Ehl-i sunnet vel Cemaat Bağlıları ve Sevenleri

wol_error.gif
Bu resım kucultulmustur.Gercek boyuta donmek ıcın tıklayın.Orjınal boyut 992x1856
resim001cq3uo9.jpg
 
Son düzenleme:

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Teşekkür ederiz.

Tüm Ehli Sünnet bu gizli fitneye "dur" demek adına elinden geleni yapmalıdır.
 

kemi

New member
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
149
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
cevap

cevap

Bu konuyu daha önce başka bir bölümde açmıştım EHLİ-SÜNNET İSMİ ALMIŞIN AMA BU İSMİ DEĞİŞTİRSEN DAHA İYİ OLUR .BU AŞAĞIDAKİLERİ İNKARMI EDİYORSUN.İYİ OKU GÖZDEN İYİ GEÇİR.ALLAH MEKANDAN MÜNEZZEH DİYORSUN
PEKİ BENİM İBADET ETTİĞİM BİR İLAH VAR BİR RABB VAR ALLAH CC NERDE HANGİ AYET VE HADİSİNDE KENDİNİN MEKANDAN MÜNEZZEH OLDUĞUNU YADA ALLAH RASÜLÜ S A V HANGİ SAHİH HADİSİNDE ALLAH HER YERDEDİR YADA ALLAH MEKENDAN MÜNEZZEHTİR .DEMİŞ BUNU DELİL İLE ISPATLA KENDİ AKLINLA YADA BAŞKASININ GÖRÜŞLERİYLE DEĞİL KENDİ AKIL VE HEVANLA DEĞİL .

Allah (c.c)'a hamd olsun! O'na şükreder, O'ndan yardım diler. O'nun bağışlamasını isteriz. Nefislerimizin şerrinden. kötü amellerimizden O'na sığınırız. Allah (c.c) kime hidayet ederse onu saptıracak, kimi de saptırırsa ona hidayet edecek yoktur. Şehadet ederim ki; Allah (cc)'tan başka ibadete layık ilah yoktur. O tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki; Muhammed (a.s) O'nun kulu ve rasulüdür.
En doğru söz; Allah (c.c)'ın kitabı ve en hayırlı yolu gösteren Rasulünün sünnetidir. En şerli şey; bidat olan şeydir. Her bidat dalalettir. Her dalalet ateştedir.

ALLAH NEREDEDİR

Allah a hamdolsun.Şafii nin İnancı Allah ondan razı olsun Malik Servi
Avzai İbn Mübarek Ahmed İbn Hanbel ve İshak İbn Rahuye gibi selef imamlarının inançıdır. Yine Fudaly İbn Iyad Ebu Süleyman ed
Darani Sehl İbn Abdillah el Tüsteri ve başkaları gibi peşlerinden gidilen mutasavvıf imamların inançıdır Bu imamlar arasında dinde ve dinin esaslarında anlaşmazlık yoktur.

Ebü Hanife de böyledir.Tevhid kader ve benzeri konularda onun inancı bunların inancı gibidir Bunların inancı da ashab tabiin ve onları
İyilikle izleyenlerin inancıdır ki Kur an ve Sünnet in ifade ettiği inançtır.

Şafii –er Risale-nin mukaddimesinin başında şöyle demiştir.Allah a hamd olsun O kendini tasnif ettiği gibidir ve halkını tasnif ettiği şeylerin üstündedir.Şafii yüce Allah ın Kur an da ve Rasülullah ın dilinden kendini tavsif ettiği şeylerle muttasıf olduğunu açıklamıştır.

Ahmed İbn Hanbel de aynı şekilde şöyle demiştir.Allah ancak kendini
Nitelediği veya Rasülullah ın nitelediği şeylerle nitelenir.[Tahrif] ve[Ta-til etmeden [tekyif] ve [Temsile gitmeden bunlarla tavsif edilir.

Müslümanlar kendisinin sahip olduğunu söylediği güzel isimleri ve üstün sıfatlarını kabul ederler.O nun benzeri hiçbir şeyin bulunmadığını işiten ve gören olduğunu bilirler.Ne sıfatlarında ne zatında ve ne de fiillerinde hiçbir şey O na benzemez şöyle devam ediyor.
Gökleri yeri ve aralarındaki şeyleri altı günde yaratan sonra arşın üzerine istiva eden O dur. Musa ile kesin olarak konuşan hiçbirinde O na hiçbir şey benzemez.Hiçbir kimsenin ilmi kudreti-rahmeti-istivası-
İşitmesi-görmesi-konuşması-ve tecellisi O nun ilmi-kudreti-rahmeti-
İstivası-işitmesi-görmesi-konuşması- ve tecellisi gibi değildir.

Yüce Allah cennette et-süt-bal-su-ipek-ve altın bulunduğunu bize haber vermiştir.İbn Abbas –Allah ikisinden razı olsun ahretteki şeylerin dünyada isimlerinden başka bir şey yoktur demiştir.

Yüce Allah kendini Hayy [diri] Alim [bilen] Semi [işiten] Basir [gören] Rauf [şefkatli] Rahim [merhametli] diye isimlendirmiştir.
O nun diriliği –bilmesi-işitmesi-görmesi-şefkati- ve rahmeti başkasının diriliği-bilmesi-işitmesi-görmesi-şefkati- ve rahmeti gibi değildir.

Allah ın nerede sorusuna –gökte—cevabını veren meşhur cariye hadisi ile ilgili olarak da şöyle demiştir.Bu Allah ın göğün içinde olduğunu ve göklerin onu kuşatıp sarmaladığı anlamına gelmez.Bunu ümmetin
Selef ve imamlarından kimse söylememiştir.Aksine Yüce Allah ın göklerin üstünde arşı üzerinde ve yaratıklarından başka olduğunda görüş birliği etmişlerdir.Zatında mahluklardan hiçbir şey olmadığı gibi
Onlarda da zatında hiçbir şey yoktur.

Malik İbn Enes de şöyle demiştir.Allah göğün üstünde ve ilmi her yerdedir.Allah ın göğün içinde ve onunla kuşatılmış olduğuna arşa veya başka bir yaratığa muhtaş olduğuna arşının üzerine istiva etmesi
Mahlukun sandalyesi üzerine oturması gibi olduğuna inanan kimse sapıklık içinde olup cahil ve bid-at ehlindendir.

[Göklerin üstünde ibadet edilen bir ilahın bulunmadığına arşın üzerinde kendisine ibadet edilen ve namaz kılınan bir Rabbin bulunmadığına Hz Muhammed in Allah ın yanına Mirac a gitmediğine
Kur an ın Allah ın katından inmediğine inanan kimse sapık bidat-çı
Muattıladan bir Firavn dur.

KUR AN DAN DELİLLER.


ALLAH SEMADA» BÜTÜN DÜNYA İŞLERİNİ İDARE EDER". Sonra ameller, bir gUnde O'na yükselir ki, (o gUnün) mikdarı, sizin saydıklarınızdan (ya'ni dün­ya yılıyla) bin yıldır.

Secde 4/5


SEMÂDA OLAN^ALLAH^IN" , BİZİ yerin dibine geçirmesinden emin mi oldunuz ? O vakit bir de bakaramız ki , arz çalkalanıp duruyor.

MUlk 16

Yoksa "SEMADA OLAN(ALLAH')lN" Uze -rinize taş yağdıran bir rüzgar göndermesinden emin mi oldunuz ? O zaman anlarsınız, korkutmam nasıl olur -muş.

MUlk 17

firavn veziri olan Hâman'a şöyle dedi Ey Hâman Bana yüksek bir kule yap, belki bazı yollara muttali »olurum. Göklerin yollarına muttali o lurum da, "MUSA'NIN İLAHINI" görürüm. ÇUnkU ben mu sa'nın (söylediğinin ya'ni, davet ettiği "SEMÂDA Kİ İLAH" iddiasının] yalan olduğunu zannediyorum.

Mu'min 36/37

Her kim izzet isterse bilsinki bütün izzet Allah'ındır. Güzel kelimeler ancak "O'NA YÜKSELİR" salih amelide güzel kelimeleride yükseltir .

Fatır 10

O vakit Allah'u Azze re Celle şöyle buyurdu: Ey İsa Şübhe yok ki seni ecelin bitince öldUrecegim ve "SENi BANA YÜKSELTECEĞİM".

Al İmran 55

Doğrusu "ALLAH, ONU (ya'ni İsa as’ı) KENDiSiNE YÜKSELTMİŞTİR" .Allah Aziz ve Hakim'dir

Nisa 158 Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir.



HADİSLERDEN DELİLLER

Enes ibnu Malik R.A. dan, şöyle dedi: Zeyneb bintu Cahş R.A. Reaûlullah S.A.V. in şâir zevcelerinin yanlarında şöyle iftihar ederdi. Derdi ki Sizi Reaûlullah S.A.V. ile aileleriniz evlendirdi. Beni ise, "YEDİ KAT SEMANIN ÜSTÜNDEN ALLAH EVLENDİRDİ'

Bu Hadis'i Buhâri (7420) Tirmizi (3213) Ahmed (3/2 İbnu Sa'd (fl/I03) ve Neae (2/76) rivayet etmişlerdi

Ebu Hureyre R.A. dan, (şöyle dedi Nebiyyu Muhterem S.A.V. şöyle dedi: Allah'u Azze ve Celle mahlukâtı yarattıktan sonra, "YANINDA ARŞINI ÜSTÜNDE" şöyle yazdı. RAHMETİM GADABIMI geçti.

Bu Hadis'i Buhâri (7422) Ahmed (2/25H) rivayet etmislerdir.



Abdullah ibnu Amr R.A. dan, şöyle dedi: Resulullah S.A.V. buyurdu ki: Merhametli olanlara , "RAHMAN" olan Allah'u Azze ve Celle'de merhamet eder. Dünya ehline merhamet edin ki» "SEMADA Kİ RAHMAN OLAN ALLAH'DA" size merhamet etsin.

Bu Hadis'1 Ebu Dâvud (4941) Tirmizi (1924) Ahmed (2/160) Humeydi (591) Hâkim (4/159) re Hatib (2/260) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.



Sa'd ibnu Ebi Vakkaa R.A. dan, şöyle dedi! Resulullah S.A.V. Sa'd ibnu Muâz R.A. nün, Beni Kureyza hakkında vermiş olduğu hükme binaen söyle dedi»

"YEDi KAT SEMANIN ÜSTÜNDEN MELİK'lN VERDİĞÎ HÜKÜM İLE HÜKÜM VERDİN"

Bu Hadis'i Nesei ( ) Beyhaki Esma'da (420) sahih bir' senedle rivayet etmişlerdir.Zehebi'de el -Uluv'da (15) zikretmiştir.



Ebu Said el -Hudri R.A. dan, şöyle dedi: , Resûlullah S.A.V. buyurdular ki: .................... '

. Banâ'İ'timâd etmiyormusunuz ? ben, "SEMADA OLÂN ALLAH'IN EMİNİYİM" sabah ve akşam bana gökyüzünün haberi ' geliyor.

Bu Hadis'i Buhari (4351) ve Müslim (1064) rivayet etmişlerdir.

ZÂTI İLÂHlNlN SEMÂDA OLDUĞUNA DELÂLET EDEN SAHABE KAVİLLERİ

Ebu Bekr R.A. dan, vârid olan rivayet:

I) Abdullah^ibnu Umer R.A. dan, şöyle dedi Resulullah S.A.V. vefat ettiğinde, (münafıklardan bazıları müslümanların aralarını karıştırmak için nasıl olur böyle bir Resul ölürmü diye laflar konuşmaya başlamışlardı) Binâen aleyh Ebu Bekr R.A. Müslümanlara hitaben bir hutbe irad ederek şöyle dedi:

"EY lNSANLAR EĞER.İBÂDET ETTiĞiNiZ İLAH MUHAMMED İDİYSE O ÖLDÜ. EĞER İBADET ETTİĞİNİZ İLAH SEMÂDA Kİ ALLAH ÎDİYSE O ÖLMEMİŞTİR"

ve sonra şu Ayet'i Kerimeyi sonuna kadar okudu. (Muhammed A.S.V. ancak bir Resuldür. O: dan önce bir çok Resuller gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz dininizi terkmi ? edeceksiniz. ...................................Ali imran 144.

Bu Eseri Ebu Said ed -Darimi er -Reddu ale'l -cehmiye nam kitab'ın da (274) hasen bir senedle rivayet etmiştir.

Abdullah ibnu Mes'ud R.A. dan, şöyle dedi Dünya semâsı ile ondan sonra ki gelen semânın arası beşyüz senedir. Her iki semânın arası böylece beşyüz senedir. Kürsi ile suyun arasıda beşyüz senedir Arş ise suyun Üstündedir. "ARŞIN ÜSTÜNDE'DE ALLAH'U TEBAREKE VE TEALA VARDIR SiZiN MEŞKUL OLDUĞUNUZ AMELLERl ORADAN BiLiR".

Bu Eseri Ebu Said ed -Dârimi Reddu alel -Cehmiyye nam kitabın da (275) İbnu Huzeyme Tevhid de (105/106) ve Beyhaki Esma (401) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

Aişe R.A. nın kapıcısı Zekvan dan,

(şöyle dedi Abdullah ibnu Abbas R.A. Âişe R.A. vefat edeceğinde yanına geldi. Aişe'ye hitaben şöyle dedi» Sen Resûlullah S.A.V. in kadınlarından kendisine en sevgili olanı idin. Allah Resulü S.A.V. ise temiz olandan başka bir şeyi de sevmez. " HEM SUBHA NEHU VE TEALA YEDi KAT SEMÂNIN ÜSTÜNDEN SENiN BE -RAATINI iNDlRDl» Ve Allah'u Azze ve Celle'nin zikredildiği hiç bir mescid yok ki senin beraatını bil­diren Ayet gece ve gündüz orada okunmasın.

Bu Eseri Ebu Said ed -Dari-mi er -Reddu Alel -Cehmiyyeti'de (275) sahih bir se­nedle rivayet etmiştir

Hamd Allah a mahsustur salat ve selam Muhammed s a v üzerine olsun.Amin.]
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
Vakit Gazetesi yine harika bir çalışmaya imza atmış...
Gazetemi tebrik ediyorum, teşekkür ediyorum...
1995'lerden beri vakit gazetesini bilirim...
2000-2005 arası 5yıl günü gününe abonesiydim...

Ümmetin vahdeti için çalışan bir gazetedir...
İçinde nurcu, süleymancı, nakşi, ve benzeri bir çok kardeşe söz hakkı vermiştir...
Yıllarca nakşibendilerin propagandasını yapmışlardır...

Vakit Gazetesine teşekkürler...
 

kemi

New member
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
149
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
cevap 2

cevap 2

ALLAH TEÂLÂ'NIN ARŞA İSTİVÂ ETMESİ

Hamd, yalnızca Allah'adır.

Kur'an, sünnet ve İslâm ümmetinin ilk müslümanlarının oybirliğiyle sâbittr ki, Allah Teâlâ yedi kat semâsının üzerinde Arş'ının üzerine kurulmuştur. O, en yücedir ve O, her şeyin üzerindedir. O'nun üzerinde hiçbir şey yoktur.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Allah, gökleri, yeri ve her ikisinin arasındakileri altı günde yaratmış, sonra da Arş'ın üzerine istivâ etmiştir. (Ey insanlar!) O'nun dışında sizin (işinizi görecek) ne bir dostunuz, ne de (Allah'ın azabından kurtulmanız için size O'nun katında şefaat edecek) bir şefaatçınız vardır. O halde (ey insanlar!) düşünüp öğüt almaz mısınız?"[1]

Yine Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur

"Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da Arş'ın üzerine istivâ eden, işleri (kullarının işlerini) yerli yerince idâre eden Allah'tır. O'nun izni olmadan hiç kimse (O'nun yanında) şefaatçı olamaz. İşte bu sıfatlara sahip olan Rabbinize yalnızca ibâdet edin (ibâdeti O'na hâlis kılın). (Bu âyetlere rağmen) hala düşünmüyor musunuz?"[2]

Yine, bu konuda şöyle buyurmuştur

"Kim, (dünya ve âhirette) izzet ve şeref istiyorsa, (izzet ve şerefi, O'ndan istesin). Bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır. Güzel sözler, yalnızca O'na çıkar ve salih amel O'na yükselir. Kötülükleri işlemek için tuzak kuranlara çetin bir azap vardır ve onların tuzağı mutlaka bozulacaktır."[3]

Allah Teâlâ, yine şöyle buyurmuştur

"O, İlk'tir (O'ndan önce hiçbir şey yoktur), Son'dur (O'ndan sonra hiçbir şey yoktur), Zâhir'dir (O'nun üzerinde hiçbir şey yoktur), Bâtın'dır (O'nun dışında hiçbir şey yoktur). O her şeyi hakkıyla bilendir (yerde ve gökte olan hiçbir şey O'na gizli-saklı kalmaz.)"[4]

Bu anlamda âyetler ve hadisler çoktur. Bununla birlikte Allah Teâlâ, nerede olurlarsa olsunlar, ilmiyle kullarıyla beraber olduğunu haber vermiştir.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Allah'ın, göklerde ve yerde olan her şeyi bildiğini bilmez misin? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde, (ilmi ve kuşatmasıyla) dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde (ilmi ve kuşatmasıyla) altıncısı mutlaka O'dur. İster bundan (bu sayıdan) az olsunlar, isterse çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar, O (ilmi ve kuşatmasıyla) mutlaka onlarla beraberdir. Sonra da kıyâmet günü (bütün) yaptıklarını onlara haber verecektir. Şüphesiz ki Allah, her şeyi hakkıyla bilendir."[5]

Hatta Allah Teâlâ, Arş'ının üzerine istivâ etmesi ve ilmiyle kullarıyla beraber olmasını bir âyette toplayarak şöyle buyurmuştur:

"Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'ın üzerine istivâ eden, (tohum ve yağmur suyu gibi) yere gireni ve (bitki ve meyveler gibi) yerden çıkanı, (yağmur gibi) gökten ineni ve (melekler ve ameller gibi) göğe çıkanı bilen O'dur. Nerede olursanız olun, O (ilmiyle) sizinle beraberdir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir."[6]

Allah Teâlâ'nın bizimle beraber olması, O'nun yaratılanlarla içiçe olduğu ve onlarla birlikte olduğu anlamına gelmez.Aksine ilmiyle kullarıyla beraberdir.O, Arş'nın üzerindedir. Kullarının yaptıkları hiçbir şey O'na gizli-saklı kalmaz.

Allah Teâlâ'nın:

"Andolsun ki insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Çünkü biz, ona şahdamarından daha yakınız."[7]

Sözüne gelince, müfessirlerin çoğunluğu, âyette geçen Allah Teâlâ'nın yakın olmasından kastın; "O'nun, kullarının amellerini kaydetmekle görevli melekleri vasıtasıyla yakın olmasıdır," şeklinde tefsir etmişlerdir.

Bazı âlimler de Allah Teâlâ'nın yakın olmasından kastın; "-maiyyet/birlikte olma konusunda olduğu gibi- ilmiyle yakın olmasıdır," şeklinde tefsir etmişlerdir.

İşte bu, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'in, Allah Teâlâ'nın kullarının üzerinde ve ilmiyle onlarla beraber olduğu konusundaki izlediği yoldur.Onlar,Allah Teâlâ'yı yarattığı şeylerde tezahür ettiği söylemekten tenzih ederler.Cehmiyye ve onlara uyan sapık fırkalara gelince, onlar Allah Teâlâ'nın zâtıyla yarattıklarından yücelmesini ve Arş'ının üzerine istivâ etmesini reddetmiş ve: "Allah Teâlâ her yerdedir," demişlerdir.

Allah Teâlâ'dan müslümanlar için hidâyet dileriz.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Secde Sûresi: 4

[2] Yunus Sûresi: 3

[3] Fâtır Sûresi: 10

[4] Hadîd Sûresi: 3

[5] Mücâdele Sûresi: 7

[6] Hadîd Sûresi: 4

[7] Kâf Sûresi: 16
 

EHLÝ-SUNNET

New member
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
223
Tepkime puanı
45
Puanları
0
Yaş
46
Web sitesi
www.dinimislam.com
Vakit Gazetesi yine harika bir çalışmaya imza atmış...
Gazetemi tebrik ediyorum, teşekkür ediyorum...
1995'lerden beri vakit gazetesini bilirim...
2000-2005 arası 5yıl günü gününe abonesiydim...

Ümmetin vahdeti için çalışan bir gazetedir...
İçinde nurcu, süleymancı, nakşi, ve benzeri bir çok kardeşe söz hakkı vermiştir...
Yıllarca nakşibendilerin propagandasını yapmışlardır...

Vakit Gazetesine teşekkürler...

Allâh’a mekan tayin eden veya cisim olduğunu söyleyen kimse

muteber alimlere göre müslüman değildir







Hadis hafızı ibni Hacer el-Askalânî “Edduraru’l kâmine fî e’yâni'l-mi'etissamine” isimli kitabının 4. cildinin 197. sayfasında İbni Muallim el-Kuraşî’nin hal tercümesini yaparak şöyle demiştir: Muhammed b. Muhammed b. Osman b. Ömer b. Abdu’l-Hâlik b. Hasan el-Kuraşî el-Mısrî Fahruddîn b. Muhyiddîn ibni Muallim el-Kuraşî olarak tanınmaktadır. O, h. 660 senesinde doğmuş, ibni Allâk, ibnu Ennahhâs ve daha başkalarından ilim almış ve anlatmıştır. Halilullâh’ın (İbrahîm aleyhisselâm’ın) beldesinde ve Ezriatta kadılığı üstlenmesi sağlanmıştır. Ayrıca kitapları ve manzumesi olan cömert birisiydi ve 725 senesinde cumade’l ahira ayında Dimeşkte ölmüştür.

Aşağadaki görüntüler İbni Muallim el-Kuraşî’nin “Necmu’l-muhtedî” kitabının ilk ve sonraki bahiskonusu olan sayfalarının görüntüleridir.

attachment.php
M-1.gif


attachment.php
M-2.gif


M-3.gif

attachment.php



İbni Muallim el-Kuraşîye ait “Necmu’l-muhtedî”[1] kitabının 551. sayfasında (yukarıdaki görüntüde görüldüğü gibi) şöyle geçmektedir: “Kur’anın[2] mahluk (yaratık) olduğunu, Allâh’ın yoklukta olanları var oluşlarından önce bilmediğini söyleyenler ve Kader’e iman etmeyenler gibi ehl-i kıbleden olup (kendilerini müslümanlardan sayıp) da tekfir ettiklerimiz icma ile küfrüne hükmedilmiş kimselerdir. Aynı şekilde Allâh’ın arşın üzerinde oturduğuna inanan da küfre girmiş birisidir. Nitekim bunu Kadı Hüseyin imam Şafiînin sözü olarak bildirmiştir”

M-4.gif


Ayrıca İbni Muallim el-Kuraşî’nin “Necmu’l-muhtedî” kitabının 588. sayfasında şöyle geçmektedir: “Alî radıyallâhu anhu şöyle demiştir: ‘Bir topluluk kıyametin yakınlaştığı bir devirde kafir olarak (doğru yoldan) döneceklerdir’ Bunun üzerine bir adam: ‘Onların küfre girmeleri hangi şekilde olacaktır, kötü olan bidatı ortaya getirerek mi yoksa inkar etmekle mi?’ diye sorunca, Efendimiz Alî radıyallahu anhu: ‘İnkar etmekle, onlar Yaratıcılarını inkar ederek O’nu cisim ve uzuvlarla vasıflandıracaklardır (nitelendireceklerdir)’diye cevap vermiştir.”

Kadı Hüseyin İmam Şafiînin ashabının en büyüklerinden birisiydi. İmam Abdu’l-Kerim er-Rafiî onun hakkında şöyle demiştir: “Ona ümmetin habri (âlimi) lakabını verirlerdi”

Ayrıca imam Ebu Hanîfe radıyallâhu şöyle demiştir: “Hiç kimse Allâh’ı bilmemekle özürlü kabul edilmez”.

İmam Ebu Hanîfeye göre İslâm çağrısını yani Allâh’tan başka bir İlâh’ın bulunmadığını ve Muhammed’in Allâh’ın Resulü olduğunu duymamış putperest bir insan dahi Allâh’ı bilmeyerek öldüğü takdirde özürlü kabul edilmiyorken kendini müslüman sanarak Allâh’ın bir mekanda olduğuna inanan bir kimse nasıl olur da özürlü olarak kabul edilir!?. Oysa ki böyle inanan bir kimse de Allâh’ı bilememiştir.

Bütün bu bilgilerden sonra mücessimeyi (Allâh’ın cisim olduğuna inananları) tekfir etmeyenlerden yana olarak şafiî olarak tanınan ve daha başkalarından olan bazılarının sözlerine aldırılamaz. Dolayısıyla mücessimenin küfre girdiklerinin tespiti için şu ayet delildir:

[FONT=&quot]{لَيْسَ كَمِثْلٍهِ شَئٌ}[/FONT]
Manası: “Hiç bir şey O’na (Allâh’a) benzemez”

Ayrıca kendini şafiî olarak sayan birisi, icmaî (müçtehid olan alimlerin sözbirliği ile kararlaştırılmış) olan bir meselede, nasıl olur da Allâh’ı cisim olarak vasıflandıran kimseyi tekfir eden imamına (imam Şafiî'ye) muhalefet eder !?.

[1] Bu el yazma kitap; Fransa’daki Paris şehrinin Milli Kütüphanesinde bulunmaktadır.
[2] Kur’an iki anlamda kullanılır, bir anlamı vahiy yoluyla indirilen lafızdır, diğer anlamı ise Allâh’ın Zatının kelamıdır ki bu harf ve ses ile değildir yaratık da değildir. İşte burada bu ikinci anlam kastedilmektedir.

cariye hadisi..

Cariye_hadisi
 
Son düzenleme:

kemi

New member
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
149
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
cevap 3

cevap 3

BAZI İMAMLARIN SÖZLERİNİDE BURADA ZİKRETMEK İSTERİM SİZE

EBU HANİFE:

O'nun Kur'ân'da zikrettiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır. Allah'ın Kur'ân'da zikrettiği gibi el, yüz ve nefs gibi şeyler, keyfiyetsiz sıfatlardır. O'nun eli, kudreti veya nimetidir denilemez. Zîra bu takdirde sıfat iptal edilmiş olur. Bu, Kaderiyye ve Mutezile'nin görüşüdür. O'nun elinin, keyfiyetsiz sıfat olması gibi, gazabı ve rızası da keyfiyetsiz sıfatlarından iki sıfattır.


Biz, Yüce Allah'ı kendisini kitabında tavsif ettiği bütün sıfatlarıyla gerçek olarak biliriz (Fukhul-ekber)

Hiç kimsenin Allah'ın zatı hakkında bir şey söy­lemeye hakkı yoktur. Aksine kişi Allah’ı O, kendisini nasıl vasıflandırmışsa, öyle vasıflandırmalıdır. Allah Tebareke ve Teala hakkında bilmediğini söylememelidir.

el-Akidetu't-Tahaviye, c: 2, sh: 427Dr. et-Turki tahkiki celau'l-Ayneyn, sh: 368


Ebu Hanife'ye “nüzul” hakkında sorulduğunda: “Allah keyfiyetsiz olarak nüzul eder.” cevabını verdi.

Akidetu's-Selef ve Ashabi'l-Hadis sh: 42 el-Esma ve's şifa (el-Beyhaki), sh: 456 el-Kevseri bu konuda sukut etmiştir. el-Akidetu't-Tahaviye sh: 245, Thk. El-Elbani. Şerh Fıkhu’l Ekber (Aliyyu’l Kari) sh:60.


Her kim: 'Rabbim gökte midir bilmiyorum' derse kafir olmuştum Aynı şekilde: 'O, arşının üzerin-dedir. Fakat arş gökte midir, yerde midir bilmiyorum'diyen kimse de kafir olmuştur.

el-Fıkhu'l-Ekber, sh: 46. El-Esma ve's-sıfat, sh: 426


“Allah Teala göktedir, yerde değil.” O’na “O, si­zinle beraberdir” (el-Hadîd: 4) ayetini hatırlatan adama: “Bu senin bir adama mektup yazıp onunla beraber oldu­ğunu söylemen gibidir. Halbuki sen onun yanında de­ğilsin.” dedi.

el-Esma ve's-sıfat, c: 2, sh: 170


Bir kimsenin Allah’a onun isimlerinden başka isimle dua etmesi caiz değildir. Caiz olup emredilen dua Allahu Teala’nın şu ayetiyle sabittir:

En güzel isimler Allah’ındır. Allah’a bu isimlerle dua edin. Allah’ın isimlerinde aşırı gidenler işlediklerinin cezasını göreceklerdir. (el-A’raf:180)


Dua edenin “falancanın hakkı için” veya “peygamberler ve nebilerin hakkı için” ya da “Kabe’nin Meş’arı Haramın hakkı için”, gibi sözlerle yalvarması mekruhtur.

el-Akidetu’t Tahaviyye şerhi sh: 234. Fıkh-ı Ekber Şerhi sh: 198, İthaf sade’l-Muttekin c:2 sh:285


İmam’ı Malik’in İtikadından Bazı Cümleler:


(1)- “Allah göktedir ve ilmi her yerdedir(Haravî, Zemmu’l Kelam: sh. 63.)
Bidatten ve bidat ehlinden şiddetle kaçınınız ki onlar Allah’ın sıfatları, kelamı, ilmi ve kudreti hakkında konuşurlar da sahabe ve tabiinin sükut ettiği bu konularda sükut etmezler(İbn Abdilberr, Camiiu Beyanu’l İlm ve Fadlihi: sh. 415.)

İmamı Şafii’nin İtikadı:

(1)- İmam Şafii (radiyallahu anh) şöyle dedi: “Allah’a hamd olsun ...Ki o kendisini tanımladığı gibidir ve halkın tanımlamalarının üzerindedir.”
Benim de benimsediğim, Süfyan ve Malik gibi gördüğüm ve ilim aldığım ehli hadisin, sünnet konusundaki görüşleri şudur: Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Allah’ın elçisi olduğuna şehadet etmek ve Cenabı Hakk’ın gökte arşında olduğuna ve kullarına dilediği gibi yaklaştığına ve yine dilediği gibi dünya semasına indiğine inanırız(er-Risale: sh.7-8.)

(2)- Kur’an’ın ve sünnet’in isbat ettiği bu sıfatları biz de ispat ediyor ve Allah kendi zatından uzak tuttuğu gibi, biz de teşbihi ondan uzak tutuyoruz. Allah’ın bir benzeri yoktur.( İctimau’l Cuyuşu’l İslamiye, sh: 165.)

(3)- “Allah’ın kitap ve sünnet’te bildirilen isim ve sıfatları vardır. Bu isim ve sıfatlar kendisine, kitab ve sünnet hüccetleriyle sabit olduğu halde kim bunlardan birisini inkar ederse kafir olur. Ancak haber cihetiyle hüccet sabit olmamış ise, bu durumda cehaleti nedeniyle mazurdur. Çünkü bu gibi şeylerin akıl, fikir yürütmekle bilinmesi mümkün değildir. Cenabı Hakkın işitici olduğu, veya iki eli olduğu haberleri de böyledir. Hakk Teala şöyle buyurdu:
“ Bilâkis, Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi verir.” (Maide, 5/64).
Ve şu kavli ile Allah’ın sağı vardır:
“Gökler O’nun sağ eliyle dürülmüş olacaktır.” (Zümer, 39/67).
Ve vechi vardır:
“O’nun vechinden başka her şey yok olacaktır.” (Kasas, 28/88).
“Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin vechi bâki kalacak”. (Rahman, 55/27)....”( Siyer E’lamu’n Nübela: 20/341.)


İsim ve Sıfatların Tevhidi:

Bu, en güzel isimlerin ve en yüce sıfatların yüce Allah’a ait olduğuna kesin olarak inanmak demektir. O bütün kemal sıfatlarına sahib ve bütün eksik sıfatlardan münezzehtir. O bu özelliği ile bütün varlıklardan ayrı ve eşsizdir.
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat Rablerini Kur’ân ve Sünnette gelmiş sıfatlar ile bilip, tanırlar. O’nu, O’nun kendi zatını ve Rasûlünün O’nu nitelendirdiği sıfatlarla nitelerler. Lafızları kullanıldıkları gerçek anlamlarından saptırma yoluna gitmezler. O’nun isim ve âyetlerinde ilhâda[19] sapmazlar. Yüce Allah’ın kendisi hakkında öyle olduğunu ortaya koyduğu ne varsa, herhangi bir temsil, keyfiyetlendirme, ta’til ve tahrife sapmaksızın aynen kabul ederler. Bütün bunlarda uydukları kaide de yüce Allah’ın:”O’nun benzeri hiçbir şey yoktur ve O herşeyi işitendir, görendir.” (eş-Şura, 42/11) buyruğu ile:”En güzel isimler Allah’ındır. O halde ona bunlarla dua edin, O’nun isimlerinde ilhâda (eğriliğe) sapanları terkedin. Onlar yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.” (el-A’raf, 7/108) buyruklarıdır.
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat yüce Allah’ın sıfatlarının keyfiyetine dair sınırlandırmalara kalkışmazlar. Çünkü o keyfiyete dair bize bir haber vermiş değildir. Zira yüce Allah hakkında hangi sıfatların sözkonusu edilip, hangilerinin sözkonusu edilemeyeceğini yüce Allah’tan başka hiçbir kimse bilemez. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”De ki: Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı?” (el-Bakara, 2/140) Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”Artık Allah hakkında örnekler bulmaya kalkışmayın. Çünkü Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (en-Nahl, 16/74)
Yüce Allah’tan sonra da Allah’ı Onun Rasûlünden daha iyi kimse bilemez. O Rasûlü hakkında da yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”O kendi hevâsından bir söz söylemez. O bildirilen bir vahiyden başkası değildir.” (en-Necm, 53/3-4)
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat şanı yüce Allah’ın kendisinden önce hiçbir şeyin var olmadığı ilk, kendisinden sonra hiçbir şeyin olmadığı âhir, kendisinden üstün hiçbir şeyin olmadığı zâhir, kendisinden öte hiçbir şeyin olmadığı bâtın olduğuna inanırlar. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”O hem ilktir, hem âhirdir, hem zâhirdir, hem bâtındır. O herşeyi en iyi bilendir.” (el-Hadid, 57/3)
Yine şuna inanırlar ki; şanı yüce Allah’ın zatı diğer zatlara, varlıklara benzemez. Sıfatları da aynı şekilde diğer sıfatlara benzemez. Çünkü şanı yüce Allah’a benzer, O’na denk, O’na eş olabilecek hiçbir varlık yoktur. O yarattığı varlıklarla kıyas edilmez. Bu bakımdan yüce Allah’ın kendi zatı hakkında tesbit ettiklerini onlar da temsilsiz olarak tesbit ve kabul ederler, ta’til sözkonusu olmaksızın tenzih ederler. Yüce Allah’ın kendi zatı hakkında tesbit ettiğini kabul ettiklerinde, O’nu temsile (başkasına benzetmeye) kalkışmazlar. O’nu tenzih ettikleri vakit de kendi zatını nitelendirdiği vasıfları ta’til etmeye (onları yok gibi kılmaya) da kalkışmazlar.[20]
Yüce Allah’ın herşeyin kuşatıcısı, herşeyin yaratıcısı, hayatta olan herbir varlığın rızık vericisi olduğuna inanırlar. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”Yaratan bilmez mi hiç? O, latiftir, herşeyden haberdârdır.” (el-Mülk, 67/14);”Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan Allah’tır” (ez-Zâriyât, 51/58)
Yüce Allah’ın yedi semâvât’ın üstünde ve yarattıklarından ayrı olarak Arşın üzerinde istivâ ettiğine[21], ilmiyle herşeyi kuşattığına -kitab-ı kerîm’inde yedi ayrı âyet-i kerîme’de kendi zatı ile ilgili olarak haber verdiği şekilde- ve keyfiyet nisbeti sözkonusu olmaksızın[22] inanırlar.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”Rahman arşa istiva etti.” (Tâ-hâ, 20/5);”Sonra arşa istiva etti.” (el-Hadid, 57/4)
Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”Göktekinin sizi yere geçirmesinden emin mi oldunuz? O zaman onun durmadan çalkalanmakta olduğunu göreceksiniz. Yahut göktekinin üzerinize taş yağdıran bir rüzgar göndermesinden emin mi oldunuz? Hem benim korkutmamın nasıl olduğunu bileceksiniz.” (el-Mülk, 67/16-17)
Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”Güzel söz O’na çıkar; salih amel O’na yükselir.” (Fâtır, 35/10)
“Üstlerindeki Rablerinden korkarlar.” (en-Nahl, 16/50)
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur: “Ben semadaki’nin emini olduğum halde, siz bana nasıl olur da güvenmezsiniz?(Buharî ve Müslim) demiştir.[23]
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat kürsi ile arş’ın hak olduğuna da inanırlar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”...O’nun kürsîsi gökleri ve yeri kuşatmıştır. Onları koruması O’na ağır gelmez. O çok yücedir, çok büyüktür.” (el-Bakara, 2/255)
Arşın büyüklüğünü Yüce Allah’tan başka kimse bilemez. Kürsi’nin arş’a nisbeti ise büyük bir düzlükte bırakılmış bir halka gibidir. Gökleri ve yeri kuşatmıştır. Allah’ın arş’a da, kürsi’ye de ihtiyacı yoktur. Ona ihtiyacı olduğundan dolayı arş’a istiva etmiş değildir. Aksine bu kendisinin tesbit ettiği sonsuz bir hikmetin bir gereğidir. O arş’a da, arş’ın dışındaki diğer varlıklara da muhtaç olmaktan münezzehtir. Şanı yüce Allah bundan çok daha büyüktür. Aksine arş da, kürsi de, O’nun kudret ve egemenliği ile taşınan iki varlıktır.
Yüce Allah’ın Adem’i iki eli ile yarattığına -ki O’nun her iki eli de yemin (sağ)dir -ve O’nun iki elinin- kendi zatını nitelendirdiği gibi- dilediği şekilde infak ederek açık olduğuna inanırlar.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”Yahudiler: Allah’ın eli bağlıdır dediler. Söylediklerinden ötürü kendi elleri bağlandı ve onlara lanet edildi. Hayır, Allah’ın iki eli de açıktır. O nasıl dilerse, öyle infak eder.” (el-Maide, 5/64);”Kendi ellerimle yarattığıma secdeden seni ne alıkoydu?” (Sâd, 38/75)
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat yüce Allah’ın işitme, görme, yüz, ilim, kudret, kuvvet, izzet, kelam, hayat, kadem (ayak), el, beraber oluş (maiyyet) ve buna benzer gerek kendi kitabında, kendi zatını vasfettiği, gerekse de peygamberi -sallallahu aleyhi ve sellem- vasıtası ile belirttiği sıfatları kabul ederler. Bunların keyfiyetini ancak Allah bilir, biz bilemeyiz. Çünkü O, bize bunların keyfiyetine dair haber vermemiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Muhakkak ben sizinle birlikteyim. İşitirim ve görürüm.” (Ta’ha, 20/46)
“O alîmdir, hakîmdir.” (et-Tahrîm, 66/2);”Allah, Musa ile de konuştu.” (en-Nisâ, 4/164)
“Celâl ve ikram sahibi Rabbinin vechi (yüzü) ise kalıcıdır.” (er-Rahmân, 55/27)
“Allah, onlardan razı olmuştur. Onlar da O’ndan hoşnut olmuşlardır.” (el-Maide, 5/119)
“O, onları sever, onlar da O’nu severler.” (el-Mâide, 5/54)
“Nihayet onlar bizi öfkelendirince, kendilerinden intikam aldık.” (ez-Zuhruf, 43/55)
“Allah... O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. Diridir ve kayyûm’dur.” (Al-i İmran, 3/2)
“Allah’ın kendilerine gazab ettiği bir topluluğu...” (el-Mümtehine, 60/13) ve bunlardan başka diğer sıfat âyetleri...
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat mü’minlerin âhirette gözleriyle Rablerini göreceklerine, onu ziyaret edip, kendisinin onlarla, onların da kendisiyle konuşacaklarına da iman ederler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“O günde yüzler var ki apaydınlıktır, Rablerine bakıcıdırlar.” (el-Kıyame, 75/22-23)
Onlar ondördündeki ay’ı görüp, onu görmekte sıkıntı çekmedikleri gibi Rablerini göreceklerdir. Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz sizler görmekte sıkıntı çekmediğiniz ondördündeki ay’ı gördüğünüz gibi Rabbinizi göreceksinizdir...” (Buharî ve Müslim)
Yüce Allah’ın gecenin son üçte birinde Celal ve Azametine yakışır bir şekilde gerçek bir nüzul ile dünya semasına indiğine de inanırlar. Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: “Rabbimiz gecenin son üçte biri kaldığı zamanda her gece dünya semasına iner ve: Kim bana dua eder, duasını kabul edeyim. Kim benden ister, ona istediğini vereyim. Kim benden mağfiret diler, ona mağfiret edeyim der.” (Buharî ve Müslim)
Yüce Allah’ın kıyamet gününde kulların arasında hüküm vermek üzere Celaline yakışır bir şekilde gerçek manasıyla geleceğine de inanırlar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Hayır, yer dağılıp zerreler gibi parça parça edildiğinde, Rabbin gelip melekler de saf saf dizildiğinde.” (el-Fecr, 89/21-22);”Onlar buluttan gölgeler içinde Allah’ın ve meleklerin kendilerine gelivermesinden ve işin bitiriliverilmesinden başkasını mı bekliyorlar?” (el-Bakara, 2/210)
Bütün bu hususlar hakkında ehl-i sünnet ve’l-cemaat’in yöntemi yüce Allah’ın ve Rasûlünün haber verdiği şeylere tam bir teslimiyetle inanmaktır. Tıpkı İmam Zührî’nin -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- dediği gibi: “Risalet göndermek Allah’tan, tebliğ etmek Rasûlullah’ın görevi, bize düşen de teslimiyet göstermektir.”[24]
Ve tıpkı İmam Süfyan b. Uyeyne’nin -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- dediği gibi: “Şanı yüce Allah’ın Kur’ân’da kendi nefsini vasfettiği şeylerin tefsiri okunduğu gibidir. Bunların keyfiyetsiz ve benzetmeye gitmeksizin tefsir edilmesi gerekir.”[25]
İmam Şafîi -yüce Allah’ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demektedir: “Ben Allah’a ve Allah’ın muradı üzere Allah’tan gelenlere, Rasûlullah’a ve Rasûlullah’ın muradı üzere Rasûlullah’tan gelenlere iman ettim.”[26]
Velid b. Müslim dedi ki: el-Evzai’ye, Süfyan b. Uyeyne’ye ve Malik b. Enes’e sıfat ve ru’yet ile ilgili bu hadisler hakkında sordum, hepsi de şöyle dediler: “Bunları geldikleri gibi alınız, onlarla ilgili bir keyfiyet düşünmeyiniz.”[27]
Hicret yurdunun imamı Malik b. Enes -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- der ki: “Bid’atlerden çokça sakınınız.” Ona bid’atler nelerdir? diye sorulunca, şu cevabı vermiştir:
“Bid’at ehli Allah’ın isimleri, sıfatları, kelâmı, ameli ve kudreti hakkında konuşup duran, ashabın ve güzel bir şekilde onlara tabi olanların sustuğu hususlar hakkında susmayan kimselerdir.”[28]
Bir adam kendisine yüce Allah’ın:”Rahman arşın üzerine istivâ etmiştir.” buyruğu hakkında: Nasıl istiva etti, diye sorunca, şu cevabı vermişti: “İstivâ bilinmeyen bir şey değildir. Fakat keyfiyeti akıl ile bilinemez. Ona iman etmek vacibtir, onun hakkında soru sormak bid’attir. Ben senin sapık bir kimse olduğunu görüyorum” dedikten sonra meclisinden dışarıya çıkartılmasını emretmiştir.[29]
İmam Ebu Hanife -yüce Allah’ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demiştir: “Yüce Allah’ın zatı hakkında hiçbir kimsenin bir şey söylememesi gerekir. Aksine Allah kendi zatını ne ile nitelendirmiş ise, onu öylece nitelendirir. Bu hususta kendi görüşüne dayanarak hiçbir şey söylemez. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı ne yücedir!”[30]
Ona yüce Allah’ın nüzulu (inmesi) hakkında soru sorulunca da: “O keyfiyetsiz olarak iner” diye cevab vermiştir.[31]
Hafız İmam Nuaym b. Hammad el-Huzaî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demiştir: “Allah’ın kendi nefsini nitelendirdiği şeyleri inkâr eden de kâfir olur. Ne Allah’ın kendisini nitelendirdiği, ne de Rasûlü’nün O’nu nitelendirdiği hiçbir şey teşbih değildir.”[32]
Selef’ten bir çoğu şöyle demiştir: “İslam ayağı ancak teslimiyet köprüsü üzerinde sebat gösterebilir.”[33]
İşte zat-ı uluhiyet hakkında ve sıfatları ile ilgili olarak söz söylediğinde -selef’in yolunu izleyen bir kimse -bundan dolayı yüce Allah’ın isim ve sıfatları hususunda Kur’ân-ı Kerîm’in yöntemine bağlanmış olur. Bu yolu izleyen kişi ister selef çağında yaşamış olsun, ister sonraki çağlarda yaşamış olsun.
İzledikleri yol hususunda selef’in yoluna muhalefet eden herkes ise Kur’ân’ın yöntemine bağlanmamış olur. İsterse o selef’in yaşadığı çağda ve ashab ile tabiîn arasında bulunmuş olsun.

(19)- İlhâd: Haktan meyletmek ve sapmak demektir. Ta’tîl, tahrif, tekyif (keyfiyetlendirme), temsîl (örneklendirme) ve teşbîh (benzetme) de bunun kapsamına girer.
Ta’tîl, Allah’ın sıfatlarını kabul etmemek yahut bazılarını kabul edip geri kalanlarını kabul etmemek demektir.
Tahrîf, nassı lafzen ya da mana itibariyle değişikliğe uğratıp onu zahir (kuvvetli) anlamından uzaklaştırıp, ancak zayıf bir ihtimal ile lafzın delâlet ettiği bir manaya göre açıklamaktır. Buna göre her tahrif bir ta’tildir, fakat her ta’til bir tahrif değildir.
Tekyif: Allah’ın sıfatlarının, yaratılmışlar tarafından bilinmeyen nasıllığı hakkında yorum yürütmek.
Temsîl ise, bir şey’in diğeri ile her yönden benzer oluşunu söz konusu ederek aynılığını ortaya koymak demektir.
Teşbîh: Bir şeye bazı yönleriyle benzeyen bir başka şeyin varlığını kabul etmek demektir.
(20)- Allah’ın zatının yahut sıfatlarının nasıl olduğunun tahayyül edilmesi asla caiz değildir. Çünkü hatıra gelen yahut zihinde canlanan herbir şeyden yüce Allah daha büyük ve daha azametlidir.

(21)- Arşın üzerine istiva ve uluvv (yücelik) iki ayrı sıfattır. Şanı yüce Allah hakkında O’nun celaline yakışır bir şekilde bu sıfatları kabul ederiz. Selef’e göre istiva lafzının açıklaması “karar bulmak, üstte olmak, yükselmek ve çıkmak” demektir. Selef bunu bu kelimelerle açıklarlar, fakat bundan ileriye gitmez ve buna bir şey ilave etmezler. Selef’in bu kelimeye getirdiği yorumlar arasında “istila etti yahut malik oldu yahut galib geldi ve kahretti” anlamları yoktur.
İstiva’nın Arab dilinde ne demek olduğu bilinen bir şeydir. Bu da yüksek oluş ve yükseğe çıkmak demektir. Sahih-i Buharî’de olduğu gibi.
Keyfiyet ise meçhuldür, onu Allah’tan başkası bilemez. Buna iman etmek ise vacibtir, çünkü bu konuda deliller sabittir. Bu hususta soru sormak bid’attir, çünkü istiva’nın keyfiyetini yüce Allah’tan başkası bilemez.

(22)- Bu âyet-i kerîmeler sırasıyla şunlardır: el-A’raf, 7/54; Yunus, 10/3; er-Râd, 13/2; Tâ-hâ, 20/5; el-Furkan, 25/59; es-Secde, 32/4; el-Hadid, 57/4.

(23)- İmam İshak b. Rahaveyh -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- bu âyet hakkında şunları söylemektedir: “İlim ehlinin icmaına göre O arşa istiva etmiştir. Yedinci yerin en dibindeki herşeyi de bilir.” Bunu İmam ez-Zehebî, el-Uluvv li’l-Aliyyi’l-Gaffar adlı eserinde rivayet etmiştir.

(24)- İmam Beğavi, Şerhü’s-Sünne’de rivayet etmiştir

(25)- İmam Lalekai, Şerhu Usuli İtikadi Ehli Sünneti ve’l-Cemaat’da rivayet etmiştir.
(26)- Bk. İbn Kudame el-Makdısî, Lumatu’l-İ’tikadi’l-Hadi ile Sebili’r-Reşad.
[27] İmam Begavî, Şerhu’s-Sunne’de rivâyet etmiştir.
[28] Beğavî, Şerhu’s-Sünne’de rivayet etmiştir.
[29] Bunu Beğavî, Şerhu’s-Sünne’de rivayet etmiştir.
[30] Bk. Şerhu’l-Akideti’t-Tahaviye.
[31] Bk. Şerhu’l-Akideti’t-Tahaviyye.
[32] İmam ez-Zehebî, el-Uluvv li’l-Aliyyi’l-⁄affâr’da rivayet etmiştir.
[33] İmam Beğavi, Şerhu’s-Sünne’de rivayet etmiştir.


http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref1

http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref2

http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref3

http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref4

http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref5

http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref6

http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref7

http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref8

http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref9

http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref10

http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref11

http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref12

http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref13

http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref14

http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref15

http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref16

http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref17

http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref18

http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref19

http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref20

http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref21

http://www.islamforum.net/newreply.php?do=newreply&noquote=1&p=179759#_ftnref22
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
SAHTEKAR nasreddinhoca, sen burda ne arıyon. misakonline

Forum aleminde beni tanıyanlar, adımı dahi bilirler, ahi evran, nasreddinhoca, ebu zerr nicklerini kullandığımı bilirler, sahhtekar olmadığımı da çok iyi bilirler, mesela bu forumda metin mete ağabey'e beni zor, ya da mekselina'ya, ya da mücahid'e, ya da radikal islam'a, ya da bekir'e, hepsi de sahtekar olmadığımı bilirler, açık sözlü olduğumu bilirler...Ümmetin ittihadını, vahdetini aradığımı bilirler...Asıl sen ne arıyorsun???Hangi fitnenin peşindesin...

bak kemi kardeşim sana çarşaf çarşaf cevap veriyor...
 

kemi

New member
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
149
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
cevap

cevap

GELELİM TEVESSÜL VE VESİLE KONUSUNA İNŞAALLAH BU KONUYA KİTAP VE SÜNNET IŞIĞINDA BAKALIM BİRDE:

TEVESSÜL VE VESİLE

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ


Değerli Müslümanlar ! Unutmayalım ki hangi konu veya hangi mevzu olursa olsun, o konu sağlıklı değerler ölçüsünde ele alınıp doğru düzgün anlaşılmadığı sürece,her insanın o mes’elede hataya düşmesi kaçınılmazdır…… Buna,kaleme aldığımız veya dile getirdiğimiz bir çok sohbetlerimizde şahid olmuşunuzdur.

Bu tip mes’elelerden bir tanesi de, kısa bir zaman önce işlediğimiz şefaat konusu idi. O konuda da gördüğünüz gibi,inananlar sağlıklı değerler çerçevesinde meseleyi ele alamadıklarından dolayı çok çirkin sonuçlarla karşılaşmışlardır.Hatta şirk ve küfür diyebileceğimiz tehlikeli noktalara gelmişlerdir……..

Ne yazık ki,bu gün üzerinde durmaya çalışacağımız tevessül ve vesile konusu da aynı şekilde inananların bir çoğunun içerisinde bulunduğu problemli konulardan birisidir. Çünkü bu meselede de sağlıklı ölçüler çerçevesinde hareket edilmemiş ve batıl bir takım kıyaslamalarla yola çıkılmıştır. Neticede,diğer konularda olduğu gibi bu konuda da çok vahim tablolar ortaya çıkmıştır.

İşte bundan dolayıdır ki bu sohbetimizde, din’de önemli bir yeri olan tevessül konusunu ele alıp onun meşru ve gayri meşru kısımlarını izah etmeye çalışacağız.

Her şeyden önce – mevzunun daha güzel anlaşılmasına vesile olacak - tevessül ve vesile kelimelerinin lugavi ve ıstılahi tariflerinin yapılması gerekir.

TEVESSÜL : İstenene yaklaşmak ve ona bir arzu ile ulaşmak,manasınadır.

VESİLE : Vesile sözcüğü,arap dilinde yakınlık,yakınlaşma aracı ve bir şeye ulaşmak ve yakınlaşmak için kendisinden yararlanılan şey demektir.

Bu kelimelerin ıstılahi manaları ise şöyledir :

TEVESSÜL : Allah’a yaklaşmak için O’na bir vesile ile yönelmek demektir.

VESİLE : Kendisi ile Allah’a yaklaşılan şey demektir.

Şimdi, lugavi ve ıstılahi manalarını öğrendiğimiz tevessül ve vesile hususunda İslam’ın inananlardan neler istediğini,onlardan bu konuda nasıl hareket etmeleri gerektiğini anlatan konunun izah bölümüne geçebiliriz ….

ALLAH’A YAKINLAŞMAK İÇİN VESİLE ARAMA

Allah’u Azze ve Celle bu hususta kullarına,kendisine yakınlık kazanabilmeleri için vesileler aramalarını emretmiştir .
Rabbimiz kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ ………………

“ Ey iman edenler ! Allah’tan sakının ve O’na – yakınlaşmak için – vesile arayın……. “
MAİDE . 35.AY.

Bu Ayet’i kerime Allah’a yaklaşmak,O’nu razı etmek ve O’nun cennetine nail olmak için vesileler aranmasının İslam dininde meşru olduğunu açıkça isbat etmek-tedir.
Ki, zaten konunun bu kısmı ile alakalı inananlar arasında bir ayrılık söz konusu değildir. Yani,istisnasız her inanan,Allah’a yaklaşmak için mutlaka vesileler aranması gerektiğine inanmaktadır.

İşin problemli kısmı ise ; nelerin Allah’a yaklaşmak için vesile kılınacağı kısmıdır. İşte bunun sağlıklı bir şekilde bilinmemesinden dolayıdır ki, bugün Müslümanlar bu konuda İslam’ın ruhuna ve Resulullah s.a.v in yoluna ters düşen bir takım gayrı islami itikat ve ameller içerisine girmişlerdir.
Bu insanlardan – bu konuda - o kadar haddi aşanlar olmuşturki, bunlar,haklarında hiçbir delilin bulunmadığı, adına veli veya evliya dedikleri bir takım insanları….. onların kabir ve türbelerini …… o kimselere ait olan giyecekleri ….. veya …. Onlara ait olan kab ve kacakları Allah’a yakınlaşmak için vesile edinmişlerdir.

Bununla beraber, yine bu batıl inançları yüzündendir ki,bir çok inananın ağız-larında bu konuda garip garip ifadeler dolaşmaktadır.
Bu gün,güya Allah’a meşru bir şekilde dua ettiğini zanneden binlerce inananın ağzında;

Allah’ım ! Peygamberinin yüzü suyu hurmetine senden şunu istiyorum …… Allah’ım ! Meleklerinin hatırı için senden şunu bekliyorum ……
Allah’ım ! Abdul kadir geylaninin hatırı için sana yalvarıyorum ….. veya …..
Allah’ım ! Falan kabirde filan türbede yatan zatın hakkı için senden şunu,şunu istiyorum ….. şeklindeki şirk ve küfür ifadeler dolaşmaktadır.

Bu cahiller, Allah’a yaklaşmak için veya O’ndan bir şeyler istemek için bu kim-selerin vesile edinilmesinin meşru olduğunu zannetmektedirler.

Halbu ki, Kur’an’ın ve Sünnet’in mesajlarına az da olsa vukufiyeti olanlar şunu çok iyi bilirlerki,İslam, bu türden batıl inançların yok edilmesi için indirilmiştir. Ve yine Resulullah s.a.v’in senelerce mücadelesi de aynı şekilde bunların ortadan kalkması için olmuştur.
Öyleyse,Allah’ı razı etmek isteyen veya O’na yakınlaşmayı arzu eden herkes,O’nun meşru kıldığı vesileleri arama mecburiyetindedir.

Yani, Allah Allah’u Azze ve Celle nelerden hoşlanıyor, nelerin yapılmasını istiyor veya nelerle kendisine yakınlaşılacağını zikrertmiştir,bir Müslümanın bunları mutlaka arayıp bulması ve bunlara uygun hareket etmesi gerekir.

Unutmayalım ki,Allah’a yakınlaşma ve O’nu razı etme yolunda atılması gereken ilk adım,şüphesiz ki peygamber yoluyla olmalıdır.
PEYGAMBER YOLUYLA TEVESSÜL

Bu konuda Allah’a yönelme ( yani tevessül ) Resulullah s.a.v’e iman etmekle,onu sevmekle,ona itaat etmekle ve ona salat ve selam getirmekle mümkündür.
Çünkü bunlar,Allah’u Taala’nın bizzat emrettiği ve Müslümanlarında bu vesileleri kullanarak cenneti kazandığı şeylerdir.

Rabbimiz kerim kitabında,kendisini sevmenin ve O’na yakın olmanın isbatını, Resulüne itaat etme vesilesiyle ortaya koymalarını kullarından istemektedir.

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

{ De ki : eğer Allah’ı seviyorsanız,bana tabi olunuz.Ki,Allah’ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.Allah,Gafur’dur Rahim’dir. }
ALİ İMRAN . 31.AY.


وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللّهِ ……………………
{ Biz hiçbir resulü,Allah’ın izniyle itaat edilmekten başka bir amaçla gönder-medik ……………… }

NİSA . 64.AY.

مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ ……………………..

{ Kim resule itaat ederse,muhakkak ki o Allah’a itaat etmiştir ……… }
NİSA.80.AY.


لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيراً
{ Andolsun ki Allah’ın resulünde sizin için,Allah’ı ve ahiret gününü umar olanlar ve Allah’ı çok zikredenler için pek güzel bir örnek vardır. }
AHZAB . 21.AY.

{ ……… Allah’ın davetçisine icabet edin ve ona iman edin ki Allah,sizin için günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi o acı azabtan korusun. }

AHKAF . 31.AY.


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَآمِنُوا بِرَسُولِهِ يُؤْتِكُمْ كِفْلَيْنِ مِن رَّحْمَتِهِ وَيَجْعَل لَّكُمْ نُوراً تَمْشُونَ بِهِ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

{ Ey iman edenler ! Allah’tan korkun ve peygamberine iman edin ki,size rahme-tinden iki kat versin ; sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve günahlarınızı bağışlasın.Allah çok bağışlayıcıdır,çok merhametlidir. }
HADİD . 28.AY.

Bu Ayet’i kerimelerde de anlatıldığı gibi,kim Allah’ı razı etmeği ve O’na yakın-laşmayı arzu ediyor ise,Resulullah s.a.v e itaat etmesi gerekir.
Diğer bir ifadeyle ;kulun Allah’a yakınlaşmak için kullanacağı en güzel vesilesi, Resulullah s.a.v e itaat etmesidir.

Allah’u Azze ve Celle yine kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيماً
{ Muhakkak ki Allah ve Melekleri Peygambere salat ederler.Ey iman edenler ! siz de ona salat edin. }
AHZAB . 56.AY.

{ ................. Resulullah s.a.v de bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadırlar : “ Müezzinin ezan okuduğunu işittiğiniz vakit onun söylediklerini tekrar edin,sonra da bana salavat getirin. Muhakkakki bana bir kez salavat getirene Cenabu Hak on kez salavat getirir …….. }
MÜSLİM : 2.C.384.N


İZAH : Allah’ın salatı,meleklerinin yanında onu medhu sena etmesidir.Meleklerin ve insanların salatı ise,ona dua etmesidir.
BUHARİ : 10.C.4681.S


Bu deliller de gösteriyor ki,bir müslümanın Resulullah s.a.v’e salavat getirmesi, Allah’a yakınlaşması için bir vesiledir.

PEYGAMBER S.A.V’İN DUASI İLE TEVESSÜL

Allah’a yakınlaşma veya O’ndan bir şeyler isteme konusunda peygamber yolu ile tevessül çeşitlerinden birisi de, onun duasıdır.
Allah’u Taala kitabında buyuruyor ki :

{ …….. Onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde şayet sana gelip Allah’tan bağışlanma dileseler ve elçi de onlar için bağışlanma dileseydi,elbetteki Allah’ı tevbeleri kabul eden ve esirgeyen olarak bulurlardı. }
NİSA . 64.AY.


İşte bundan dolayıdır ki Sahabe, Resulullah s.a.v den ihtiyaçlarının giderilmesi için Allah’a yalvarmasını istemişler ve Resulullah s.a.v de onlar için dua etmiştir. Allah’u Azze ve Celle’de nebisinin bir çok duasını kabul ederek kullarına merhamet etmiştir.

{ ….. Osman bin Huneyf r.a dan. O şöyle dedi : Gözü görmeyen bir adam Peygamber s.a.v’e geldi ve :
- Beni iyileştirmesi için Allah’a dua et,dedi. Resulullah s.a.v de :
- İstersen sana dua edeyim,istersen sen buna sabret çünkü bu senin için daha hayırlı olur,buyurdu. Adam :
- Allah’a dua et, dedi. Bunun üzerine resulullah s.a.v o kimseye güzelce abdest almasını ve şu şekilde dua etmesini emretti :
- Allah’ım ! rahmet peygamberin Muhammed ile sana yöneliyor ve şu ihtiya-cımın görülmesi için onunla beraber senden istiyorum. Allah’ım ! onu bana şefaatçi kıl. }
TİRMİZİ : 6.C.3811.N

Ahmed İbn Hanbel’in Müsned’inde rivayet edilen hadisin ziyadeli şeklinde ise şöyle buyrulmaktadır :

{ …….. Osman bin Huneyf dedi ki : A’ma bir adam Peygamber s.a.v’in yanına gelerek şöyle dedi :
- Ey Allah’ın peygamberi ! bana şifa vermesi için Allah’a dua et. Resulullah s.a.v ise şöyle buyurdular :
- İstiyorsan bunu tehir edeyim,çünkü bu ahiret için daha hayırlıdır. Ama illa da istiyorsan sana dua edeyim. Adam :
- Sen bana dua et ey Allah’ın resulü,deyince,Peygamber s.a.v ona, Abdest alıp iki rekat namaz kılmasını ve şöyle dua etmesini emretti :

“ Allah’ım ! senden istiyor ve rahmet peygamberi olan Muhammed’le sana yöneliyorum. - yani tevessül ediyorum – Allah’ım ! beni onun hakkında,onu da benim hakkımda şefaatçi kıl “

Adam böyle yaptı ve şifa buldu. }
AHMED : 4.138.16790.N

{ ….. Enes İbni Malik r.a dan. Bir Cuma günü resulullah s.a.v ayakta hutbe irad ederken Daru’l Kaza tarafında vaktiyle mevcut olan kapıdan bir kimse mescide girdi ve Resulullah’ın karşısına dikildi. Sonra :
- Ya Rasulallah ! Mallar helak oldu,yollar kapandı.Allah’u Taala’ya dua et de imda-dımıza yetişsin,dedi. Resulullah s.a.v hemen ellerini kaldırdı,sonra şöyle dua etti :
- Ya Allah bize yağmur ver,ya Allah bize yağmur ver,ya Allah bize yağmur ver.
Enes der ki : Vallahi o sırada biz gökyüzünde ne kalın ne de ince hiçbir bulut görmü-yorduk.Bizim ile Seli dağı arasında o zaman ev,bina hiçbir şey yoktu.Derken Resulul-lah’ın ardından kalkan şeklinde bir bulut parçası çıkageldi.Semanın ortasına varınca yayıldı,sonra yağmur yağmaya başladı.Güneşin yüzünü vallahi bir hafta göremedik.
Sonra yine bir Cuma günü Resulullah s.a.v ayakta hutbe verirken aynı kapıdan birisi girip Peygamberin karşısında dikildi ve :
- Ya Rasulallah ! mallar helak oldu,yollar kesildi.Allah’a dua et de artık bu yağmurları bizden dindirsin,dedi.
Enes der ki : Bunun üzerine Resulullah s.a.v ellerini kaldırdı ve :

- Ya Allah ! etrafımıza,üzerimize değil.Ya Allah ! tepelere,bayırlara,dere içlerine ve otlaklara yağdır , diye dua etti. Bunun üzerine hemen yağmur kesildi. Biz namaz-dan çıktığımızda güneşte yürüdük. }
MÜSLİM : 3.C.897.N

Müslümanlar,Resulullah s.a.v’in vefatından sonra da, onun şefaatına mahzar ola-cak amellerde bulunarak bunu, Allah’a yakınlaşmak için vesile kılmışlardır.

{ …. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Kim ezanı işittiği zaman şöyle dua ederse kıyamet günü şefaatim ona vacip olur : Ey şu mükemmel nidanın ve kaim nama-zın sahibi Allah’ım ! Muhammed’e vesileyi,fazileti ve üstün dereceyi ver. Ve onu va’d ettiğin - Makam’ı Mahmud’a – kavuştur. }
BUHARİ : 2.C.665.S.

ً
عَن عَبْد الرَّحْمَن بْن عَبْد اللّه، عَن أبِيه أَن الْنَّبِيّ صَلى اللّه عَلَيْهِ وَسَلَّمْ قَالَ: نضر اللّه امرأ سمع منا حديثا فبلغه..........

{ ….. Abdullah İbn Mes’ud r.a dan. Resulullah s.a.v buyurdularki :Bizden bir hadis işitipte onu başkalarına aktaranın Allah yüzünü ak etsin ………….. }

İBNİ MACE : 1.C. 232.N
EBU DAVUD : 4.C.3660.N
İşte bu ve benzeri deliller, Resulullah s.a.v’in vefatından sonra dahi kendisinin dua-sına mahzar olunacağının bir isbatıdır…..
Yani,kim Allah Resulü s.a.v’in tarif ettiği bu şeylerle meşkul olursa,onun duasını almaya ve dolayısiyle de Allah’ın rızasına ve yakınlığına mahzar olmuş olur.
SALİH KİMSELERİN DUASIYLA TEVESSÜL

Meşru tevessül çeşitlerinden birisi de,İslam’ını güzel yaşadığına inandığımız Salih kimselere başvurarak, onların bizim için dua etmelerini istememizdir. Çünkü Salih-lerin duası,hacetimizin yerine gelmesi için meşru bir vesiledir….
Yalnız burada dikkat edilmesi gereken husus,onların zatları ile değilde,duaları ile tevessül edilmelidir. Çünkü bu konuda bir çok insan meseleyi karıştırmakta ve onların makam ve mevkileri ile Allah’tan istemektedirler.
Halbuki onların makam ve mevkileri - Bu Allah’ın resulü dahi olsa – dualarımızın kabul edilmesini gerektiren bir sebeb değildir.
Bundan dolayıdır ki böyle bir uygulama,ne peygamber s.a.v’in sağlığında yapıl-mıştır ve ne de selefi salihinden bu şekilde bir uygulama sahih olarak nakledilmiştir.

Bunun meşru uygulama şeklini biraz önceki delillerde açıkça gördük. Yani, Müs-lümanlar Allah resulü s.a.v’in zatıyla değilde, onun dualarına başvurarak onunla tevessülde bulunmuşlardır.

İbni Teymiye r.h’ın da ifade ettiği gibi ; Eğer Salih insanların makam ve mevkileri ile tevessül caiz olmuş olsaydı,Sahabeler Resulullah s.a.v’in yanına gelerek kendileri için dua etmesini istemezler,bulundukları yer de onun zatıyla tevessül ederek ;

Ey Allah’ım ! Peygamberinin hatırı için bize şunu ver, veya ;
Ey Allah’ım ! peygamberinin hürmeti için bizden şunu kaldır, derlerdi.

Ama böyle yapmamışlardır.

Salih kimselerin makam ve mevkileri ile tevessülde bulunulması gerektiğini iddia edenlerin yanlış anladıkları delillerden bir tanesi de şu rivayettir :

{ ….. Enes İbni Malik r.a dan.Dedi ki : Halk yağmursuz kalıp kıtlığa uğradığı zaman, Ömer İbnu’l Hattab –peygamberin amucası- Abbas İbnu Abdulmuttalib’i vesile edinerek yağmur duası yapar ve duasında şöyle derdi : Ey Allah’ım ! biz peygam-berimizle tevessülde bulunurduk da sen bize yağmur ihsan ederdin.Şimdi ise Peygamberimizin amucası ile tevessülde bulunuyoruz,bize yağmur ihsan eyle.
Enes der ki : Bu duanın ardından kendilerine yağmur ihsan olunurdu. }

BUHARİ : 2.C.964.S


Bu rivayetten, – biraz önce de ifade ettiğimiz gibi – Salih kimselerin makam ve mev-kileri ile tevessülde bulunulacağını iddia etmişlerdir….
Halbu ki bu,bir çok yönden yanlış ve batıl bir istidlaldir. Çünkü mesele ile alakalı sair deliller, bunun böyle olmadığını ve Ömer r.a nun bu duasının mahiyetinin şöyle olduğunu bize anlatmaktadır :

“ Ey Allah’ım ! bir zamanlar peygamberimizle beraber dua ederek senden yağmur isterdik de sen bize yağmur ihsan ederdin.Şimdi ise o aramızda yok, onun amucası Abbas’la sana dua ediyoruz,bize yağmur ihsan eyle “

Zikredilen rivayetin bu manada anlaşılmasının birinci sebebi,Resulullah s.a.v’in sağlığında yapılan yağmur isteme şeklidir.
Hatta biraz önceki zikretmiş olduğumuz Arabi’ hadisi, Peygamber yolu ile Allah’tan nasıl yağmur istendiğini isbat etmektedir…. O hadis de anlatıldığı gibi :

{ ….. Bir Cuma günü resulullah s.a.v ayakta hutbe irad ederken Daru’l Kaza tarafında vaktiyle mevcut olan kapıdan bir kimse mescide girdi ve Resulullah’ın karşısına dikilerek :
- Ya Rasulallah ! Mallar helak oldu,yollar kapandı.Allah’u Taala’ya dua et de imda-dımıza yetişsin,dedi.
Resulullah s.a.v hemen ellerini kaldırdı,sonra şöyle dua etti : Ya Allah bize yağmur ver, ya Allah bize yağmur ver, ya Allah bize yağmur ver…………….. }

Şeklindedir. Ve yine başka bir hadisi şerif de :

{ …. Aişe r.a’dan.O şöyle dedi : Halk Allah resulü s.a.v’e yağmurun yağmayışından şikayette bulundular.Resulullah s.a.v bir minber hazırlanmasını emretti. Onun için musallaya minber kondu. İnsanlara çıkacakları günü de tayin etti.

Aişe r.a devamla şöyle dedi : Resulullah s.a.v tayin ettiği gün sabah güneşinin ucu göründüğü anda musallaya çıktı ve minber üzerine oturarak Aziz ve Celil olan Allah’a hamd edip tekbir getirdi.Sonra şöyle buyurdu :

Siz beldenizin kuraklığından ve yağmurun yağma vaktinin gecikmesinden şikayet ettiniz. Halbuki Aziz ve Celil olan Allah, size kendisinden istemenizi emretti. Bunu yaptığınızda da isteklerinizi kabul edeceğine söz verdi. Sonra da :

Alemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun,O Rahman’dır,Rahim’dir.Din gününün sahibidir.Ey Allah’ım ! sen Allah’sın,senden başka ilah yoktur.Sen zenginsin biz muhtacız,üzerimize rahmetini saç.İndireceyin rahmetini bize kuvvet,bir zamana kadar da yetişir kıl, dedi.
Sonra ellerini kaldırdı.O kadar kaldırdı ki koltuklarının beyazı bile görünür oldu. Sonra sırtını halka çevirip,elleri kalkık olarak cübbesini ters çevirdi.Daha sonra da yüzünü cemaate çevirip minberden inerek iki rekat namaz kıldı.Allah bir bulut meydana getirdi ve gök gürleyip şimşek çaktı.Arkasından Allah’ın izni ile yağmur yağdı.Resulullah s.a.v daha mescidine gelmeden seller aktı.Bu arada halkın yağmurdan saklanmak için koşuştuklarını gören Resulullah,azı dişleri görününceye kadar gülmeye başladı ve : Allah’ın her şeye muktedir olduğuna ve benim de Allah’ın kulu ve resulü olduğuma şahitlik ederim, dedi. }
EBU DAVUD : 2.C.1173.N

Konunun daha güzel netleşmesi hususunda ikinci dikkat edilmesi gereken nokta ise,Ömer r.a nun Peygamberimizin amucası ile olan tevessülünde, Abbas r.a’nun duasıdır….Çünkü burada, onun makam ve mevkisiyle değil de,duasıyla tevessülde bulundukları anlaşılmaktadır. Bunu,onun yapmış olduğu şu duasından açıkça anla-maktayız.
Haceru’l Askalani Fethu’l Bari de şunu zikreder : Ez-Zübeyr b.Bekkar, “el-Ensab “ adlı eserinde şöyle der : Ömer r.a Abbas’a tevessül edince, Abbas r.a şöyle dua etti :

“ Allah’ım hiçbir bela olmasın ki,günahtan dolayı gelmesin.Bu belalar da ancak tevbeyle kaldırılır.Bu insanlar,senin Peygamberine yakınlığımdan dolayı bana tevessülde bulunup sana yöneldiler.Günahkar ellerimizi sana uzatıyor ve alınlarımızı senin için secdeye koyuyoruz.Bize yağmur gönder ! ……… “

FETHU’L BARİ : 3.150

Bu delillerde de açıkça görüldüğü gibi, - bir takım cahil kimselerin zannettikleri şekilde – Sahabe,Resulullah’ın olmadığı bir yerde tek başlarına veye toplu olarak yan yana gelip ;

“ Allah’ım ! Peygamberin Muhammed hakkı için bize yağmur ver.Veya,onun amucasının senin katındaki makamı hurmetine bizi bağışla,bize şunu ver “ demiyorlardı……… Aksine onlar,tevessülde bulunacağı kimseye veya Salih insana gelerek,ona durumlarını arzeder ve ihtiyaçları için kendilerine dua etmesini ister-lerdi…………O kimselerde onlara dua ederdi.

İşte bu konudaki kural budur. “ Kişi,tevessülde bulunacağı kimseye veya Salih bir insana gelir,ona durumunu arzeder ve kendisine dua etmesini ister.O kimse de,dua isteyen kişi için dua eder “ Çünkü bundan başka hiçbir şeye gücü yetmez o kimsenin. Onun yapacağı tek şey dua etmektir.Sonra da Allah’u Azze ve Celle isterse o kulunun duasını kabul eder,isterse etmez.


Hulasa,konunun bu yönü tartışma kabul etmeyecek derecede açık ve nettir. Öyleyse sözü daha fazla uzatmadan şunu açıkça ifade edebiliriz ki ; makamı ve mevkisi ne olursa olsun,hiç kimsenin şahsı ile tevessülde bulunulmaz.

SALİH AMELLE TEVESSÜL

Gerek Allah’u Azze ve Celle’ye yakınlaşma hususunda olsun ve gerekse günah-ların bağışlanması konusunda olsun,meşru vesilelerden birisi de, Salih ameldir.

Dolayısiyle,bir kimsenin Salih amellerini vesile edinerek,Allah’tan bağışlanma dilemesi, ihtiyacının giderilmesi için O’ndan istekte bulunması, meşru olan tevessül çeşididir…..
Bunun,Kur’an ve Sünnet’te bir çok delilini bulabilirsiniz. Allah’u Azze ve Celle kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :

فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَداً

“ …Kim Rabb’iyle – O’nun razı olacağı şekilde – karşılaşmayı arzu ediyor ise, Salih amel işlesin. Ve ibadetlerinde de Rabb’ine hiçbir şeyi ortak koşmasın.”

KEHF.110.AY.

İşte bu Ayet’i kerimede, Allah’a yakınlaşma vesilesi olarak Salih amelden bahse-dilmektedir.
Ayet’i celileye eğer dikkat ettiyseniz, Allah’u Azze ve Celle burada amel işlemekten değil,Salih amel işlemekten bahsetmektedir….. Çünkü insanı Allah’a yakınlaştıracak olan sadece salih ameldir….. Salih amel ise ; kendisiyle sadece ve sadece Allah’ın rızası düşünülen ve sünnete uygun olarak yapılan ameldir.

Dolayısiyle, insanın bu kıvamdaki amelleri, kendisini Allah’a yakınlaştıran ameller olduğu gibi, ihtiyaçlarının karşılanması için de kendisiyle tevessülde bulunulacak amellerdir.
Rabbimiz yine kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
{ Ey iman edenler ! Allah’tan korkun,O’na – yakınlaşmaya - vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki,kurtuluşa eresiniz }
MAİDE : 35.AY.

Bu Ayet’i kerimede Allah’a yakınlaşma vesilesi olarak, O’nun yolunda cihad edil-mesinden bahsedilmektedir…


وَمَا أَمْوَالُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُم بِالَّتِي تُقَرِّبُكُمْ عِندَنَا زُلْفَى إِلَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَأُوْلَئِكَ لَهُمْ جَزَاء الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِي الْغُرُفَاتِ آمِنُونَ
{ - Ey insanlar ! – Sizi bize yaklaştıracak olan ne mallarınız ve ne de evlat-larınızdır. Ancak iman eden ve Salih amel işleyen kimseler için durum böyle değildir.Onlar için,yaptıklarına karşılık kat kat mukafat vardır.Onlar cennet odalarında güven içindedirler. }
SEBE . 37.AY.
Burada da görüldüğü gibi, Allah’a yakınlaşma vesilesi olarak iman’dan ve Salih amellerden bahsedilmektedir.

وَمِنَ الأَعْرَابِ مَن يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَيَتَّخِذُ مَا يُنفِقُ قُرُبَاتٍ عِندَ اللّهِ وَصَلَوَاتِ الرَّسُولِ أَلا إِنَّهَا قُرْبَةٌ لَّهُمْ سَيُدْخِلُهُمُ اللّهُ فِي رَحْمَتِهِ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

{ Bedevilerden öyleleri de vardır ki,Allah’a ve Ahiret gününe inanır, harcaya-cağını Allah katında yakınlığa ve peygamberin duasını almaya vesile edinir.Bile-siniz ki o – harcadıkları mallar,Allah katında – onlar için bir vesiledir. Allah onları rahmetine sokacaktır.Çünkü Allah çok bağışlayan,çok esirgeyendir. }

TEVBE . 99.AY.

Bu Ayet’i kerimede de anlatıldığı gibi,Allah’a yakınlaşma vesilelerinden birisi de O’nun yolunda yapılan harcamalardır. Yani Allah yolunda infaktır.

Kulun Salih amellerini vesile edinerek Allah’tan istekte bulunmasına gelince, buda Kur’an’ın ve Sünnet’in ortaya koyduğu meşru bir tevessül çeşididir…… Bu konudaki delillerden bazıları Kur’an’ı kerimin şu Ayet’i kerimeleridir :

الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا إِنَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

{ Onlar ; “ Rabbimiz ! şüphesiz biz iman ettik.Artık günahlarımızı bağışla ve bizi cehennem azabından koru “ diyenlerdir. }
ALİ İMRAN . 16.AY.

إِنَّهُ كَانَ فَرِيقٌ مِّنْ عِبَادِي يَقُولُونَ رَبَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَأَنتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ

{ Kullarımdan bazıları diyorlardı ki : Rabbimiz biz iman ettik,onun için bizi bağışla,bize acı.Şüphesiz ki sen acıyanların en hayırlısısın. }
MU’MİNUN . 109.AY.

Konuyla ilgili sünnet’i seniyede zikredilen delillere gelince,onlardan birisi ve en meş-hur olanı şudur.

{ …… İbni Ömer r.a’dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Üç kişi yürüyüp gider-lerken kendilerini yağmur yakaladı.Bunlar hemen dağdaki bir mağaraya sığındı-lar.Bunlar mağaraya girince mağaranın ağzı üzerine dağdan büyük bir taş düşüp kendileri içeride iken mağaranın kapısını kapattı.
Bunun üzerine birbirlerine : Hayatınızda sadece Allah rızası için işlediğiniz bir takım Salih amelleri düşünüp bakınızda onları zikrederek Allah’a dua edelim. Umulur ki Allah’u Azze ve Celle – bu Salih amellerimiz vesilesi ile - üzerimizdeki o kayayı kaldırır,dediler. Bunlardan birisi :

- Ey Allah’ım ! bilirsin ki benim yaşlı ihtiyar annemle babam,bir karım ve birkaç küçük çocuğum vardı.Ben her gün onlar için koyunları otlatırdım.Koyunları onların yanına sürüp getirdiğim zaman da sütlerini sağar,evvela annem ve babamdan başlayarak çoluk çocuğumdan önce onlara süt içirirdim. Şu da muhakkak ki,günlerden bir gün ağaçlar beni uzağa götürmüştü de akşama kadar gelememiştim. Geldiğimde de annem ile babamı uyumuş halde bulmuş-tum. Her gün sağmakta olduğum gibi sütleri sağdım ve süt bakracını getirdim. Onları uykularından uyandırmayı istemiyerek baş uclarında durdum.Annem ve babamdan önce çoluk çocuğuma içirmeği de istemiyordum.Halbuki çocuklarım ayağımın dibinde açlıktan ağlaşıyorlardı.Taa fecir doğuncaya kadar benim halim böyle süt bakracı ile dikilmek,çocukların hali de ağlamak olmuştu.
Ey Allah’ım ! Hiç şüphesiz sen bilmektesin ki benim anneme ve babama yaptığım bu derin hizmet, yalnız senin rızan içindi.Eğer bu böyle ise lütfen şu kayayı birazcık arala da oradan gökyüzünü görelim, diye dua etti.
Bunun üzerine Allah c.c taştan bir delik açtı ve kendileri o delikten gökyüzünü gördüler. Onlardan bir diğeri ise :

- Ey Allah’ım ! Şu muhakkak ki benim bir amucamın kızı vardı.Ben onu, erkek-lerin kadınları sevmekte oldukları sevginin en şiddetlisi ile sevmiştim.Bir gün ondan nefsini taleb ettim. O,ben kendisine yüz dinar getirinceye kadar benim bu muhabbetimi kabul etmedi.Ben bu parayı kazanmak için yoruldum.Nihayet yüz dinarı toplayıp amucamın kızına getirdim. İki bacağının arasına oturduğum zaman kız bana : “ Ey Allah’ın kulu ! Allah’tan kork. Allah’ın koyduğu bekaret mührünü yalnız haklı yol olan nikah yolu ile olmadan sakın açma ! “ dedi. Bunun üzerine ben kızın üstünden kalkıp geriye çekildim.

Ey Allah’ım ! sen çok iyi bilmektesin ki,benim o haram işi terk edip yapma-yışım sadece ve sadece senin rızanı ve muhabbetini kazanmak içindi. Eğer benim bu amelim senin katında geçerli ise, lutfet de bizim için kayayı üzerimiz-den aç, dedi. Bunun üzerine Allah,onlar için kayayı biraz daha açtı.

Bunlardan üçüncüsü de :
- Ey Allah’ım ! ben bir ölçek pirinç mukabilinde bir işçi tutmuştum. İşçi işini bitirdi ve : “ bana hakkımı ver dedi “ Ben de ona üç sa’ olan ölçeğini takdim ettim.Fakat o adam bunu istemeyip bırakıp gitti. Ben o ücretpirincini ekip ziraat etmekte devam ettim.Nihayet ondan bir çok sığırlar ve çobanını satın alıp topladım. Bir müddet sonra o işçi çıka geldi ve : “ Allah’tan kork,benim hakkım hususunda bana zulmetme “ dedi. Ben : “ şu sığırların ve çobanların yanına git ve onları al “ dedim.Bunun üzerine işçi : “ Allah’tan kork,benimle alay etme “ dedi. Ben : “ Hayır ! seninle alay etmiyorum,şu sığırlarını ve çobanlarını al, çünkü bunlar senindir “ dedim.Bunun üzerine onları alıp götürdü.

Ey Allah’ım ! Şüphesiz sen biliyorsun ki ben bu malı işçiye ancak senin rızan için verdim.Eğer benim bu amelim senin rızana muvafık ise,lutfet de kayanın tamamını üzerimizden aç, diye dua etti. Allah c.c onların üzerinden kayanın tamamını açtı. }
BUHARİ : 13.C.5977.S
MÜSLİM : 8.C.2743.N

İşte Kur’an’ın ve Sünnet’in bu açık delilleri gösteriyor ki,kul salih amellerini vesile edinerek Rabbisine yönelip,O’ndan bir şeyler taleb edebilir.




ALLAH’IN İSİM VE SIFATLARI İLE TEVESSÜL


Değerli kardeşlerim ! şüphesiz ki en güzel tevessül çeşitlerinden birisi de,Allah’u Azze ve Celle’nin isim ve sıfatları ile tevessüldür.
Rabbimiz bu konuda kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :
وَلِلّهِ الأَسْمَاء الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا

{ Allah’ın güzel isimleri vardır ; O’na bu isimlerle dua edin ………… }
A’RAF . 180.AY

Bundan dolayıdır ki, gerek Allah Resulü s.a.v ve gerekse onun sahabesi, Allah’ın isim ve sıfatları ile bol bol tevessülde bulunmuşlardır…… İşte bu delillerden bazıları :

{ ….. Allah Resulü s.a.v bir duasında şöyle buyurmaktadır : “ Allah’ım ! senden başka ilah yoktur.Senin izzetinle, sana sığınarak, beni şaşırtmamanı senden istiyorum “ }
MÜSLİM : 8.C.2717.N

{ …. Enes İbni Malik r.a’dan.O şöyle dedi :Her hangi bir iş Resulullah s.a.v’e sıkıntı verdi mi,şöyle dua ederdi : Ey Hayy,ey Kayyum ! senin rahmetinle senden yardım diliyorum. }
TİRMİZİ : 6.C.3755.N

{ …. Abdullah İbni Mes’ud r.a’dan gelen bir başka hadislerinde ise Allah Resulü s.a.v şöyle buyurmaktadır : Kimin sıkıntısı artarda ;

اَللَّهُمَّ إِنِّي عَبْدُكَ، ابْنُ عَبْدِكَ، ابْنُ أَمَتِكَ، نَاصِيَتيِ بِيَدِكَ، مَاض فيَّ حُكْمُكَ، عَدْلٌ فِيَّ قَضَاؤُكَ، أَسْأَلُكَ بِكُلِّ اسْمٍ هُوَ لَكَ، سَمَّيْتَ بِهِ نَفْسَكَ، أَوْ أَنْزَلْتَهُ فيِ كِتَابِكَ، أَوْ عَلَّمْتَهُ أَحَداً مِنْ خَلْقِكَ، أَوْ إِسْتَأْثَرْتَ بِهِ فيِ عِلْمِ الْغَيْبِ عِنْدَكَ، أَنْ تَجْعَلَ الْقُرْآنَ رَبِيعَ قَلْبيِ، وَنُورَصَدْرِي، وَجَلاَءَ حُزْنيِ، وَذَهَابَ هَمِّي

“ Ey Allah’ım! Ben ancak senin kulun ve kulların olan ana ve babanın evladı-yım. Her şeyim senin elindedir. Benim için geçerli olan ancak senin hükmün-dür. Şüphesiz hükmün de adalettir. Bütün isimlerini vesile kılarak senden isterim. Talebimi sana arz ederim. Evet kendini isimlendirdiğin, Kitabında bildirdiğin, yaratıklarından herhangi bir kimseye öğrettiğin veya gayb aleminde kalmasını tercih ettiğin isimlerinle Kur'an’ı gönlümün baharı, göğsümün nuru, hüzün ve kederimin kalkmasına vesile kılmanı dilerim ” derse, Allah onun kederini ve hüzününü giderir. }
AHMED : 1.391.3704.N
HAKİM : 1. 509.S
S.SAHİHA : 119.

{ …… Bureyde r.a dan.Resulullah s.a.v bir adamın:“ Allah’ım ! ben senin zatında, sıfatlarında ve fiillerinde tek olup benzeri ve ortağı olmayan,her şeyden müs-tağni olup tüm varlıkların kendisine muhtaç olduğu,doğurmayan, doğurumla-yan ve hiçbir şey kendisine denk olmayan Allah olduğunu itiraf ederek senden istiyorum “ diye, dua ettiğini işitti.
Bunun üzerine Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : “ Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki,bu adam Allah’tan İsmi Azam’ı ile istedi. O ismi Azam ki,onunla Allah’tan istenince verir ve onunla dua edildiği zaman duaya icabet eder. }

İBNİ MACE : 10.C.3857.N
TİRMİZİ : 6.C.3704.N

İşte bu ve emsali deliller,kulun ihtiyaç anında Allah’ın isim ve sıfatlarını vesile edinerek kendisinden bir şeyler isteyeceğinin açık kanıtlarıdır.

Hulasa ……. Kitap’tan ve Sünnet’ten derleyerek sunduğumuz bu kadar açık ve net deliller, gerek Allah’a yakınlaşma hususunda ve gerekse O’ndan ihtiyaçların taleb edilmesi hususunda nelerin vesile kılınacağını açıkça anlatmıştır.

Öyleyse bu konuda basiretli bir Müslümana düşen şey, bu meşru tevessül çeşitleriyle Allah’a yönelmesi ve diğer batıl tevessül çeşitlerinden de uzak durma-sıdır.
Ey Müslüman ! sana son nasihatim Rabbimin şu sözleri olsun :

أُولَـئِكَ الَّذِينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ إِلَى رَبِّهِمُ الْوَسِيلَةَ أَيُّهُمْ أَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُ إِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُوراً
“ Onların yalvardıkları varya,Rablerine – hangisi daha yakın olacak diye – vesile ararlar; O’nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar.Çünkü rabbinin azabı,sakınılacak bir azabtır. “
İSRA .57.AY.
İşte bu hak sözler bize şunu anlatmaktadır : Allah’a yaklaşmak için vesile arayan bir kimse, diğer biri için nasıl vesile olabilir ki ?




İLAHİ YARDIMA MAZHAR OLANA, AZIN FAYDASI ÇOKTUR.

ONDAN MAHRUM KALANA DA, ÇOKUN FAYDASI YOKTUR .......






TACUDDİN EL- BAYBURDİ

 

kemi

New member
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
149
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
cevap

cevap

بســـم الله الرحمن الرحيم

ALLAH (C.C.)'TAN BAŞKASINDAN YARDIM İSTEMEK


Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"Allah'ı bırakıp ta sana fayda da zarar da veremeyecek şeylere dua etme! Eğer böyle yaparsan, şüphesiz zalimlerden olursun. Allah seni bir zarara uğratırsa, onu senden kaldıracak ancak O'dur. Sana bir hayır dilediği takdirde O'nun ihsanını geri çevirecek de yoktur." (Yunus: 10/106)
"Siz rızkı ancak Allah katında arayın, O'na ibadet edin..."(Ankebut: 29/17)
"Allah'ı bırakıp ta kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek olan, kendisine yapılan dualardan habersiz kalan şeylere ibadet edenlerden daha sapık kim olabilir? Kıyamet Günü insanlar haşrolununca, onlar kendilerine yalvarıp yakaranlara düşman olurlar ve kendilerine yapılmış olan ibadetleri reddederler." (Ahkaf: 46/5)
"Yoksa, dua ettiği zaman sıkıntıya düşen kimsenin duasını kabul edip fenalığı gideren, sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı?" (Neml: 27/62)
Rasulullah (s.a.v.) zamanında mü'minlere eziyet eden bir münafık vardı. Bazı mü'minler:
"Şu münafığın şerrinden korunmak için Allah'ın Rasulü'nden yardım isteyelim." dediler. Durumdan haberdar olan Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Benden yardım istenmez, yardım yalnızca Allah'tan istenir." (Taberani, Heysemi Mecmeuz-zevaid: 10/159, Ahmed: 5/317.)

İSTİFADELER

1 - Dua sıkıntılı veya ferah her durumda, yardıma çağırmak ise sıkıntılı bir durumla karşılaşıldığında yapılır.
"Dua" kelimesi daha genel olup yardım istemeyi de kapsadığından ayetlerde "yardım istemek" yerine "dua" kelimesi kullanılmıştır.
2 - Yunus suresinin 106. ayeti zikredilen hadis ve ayetlerin ışığında netliğe kavuşmaktadır. Buna göre dua ve yardıma çağırmak yalnız Allah'a yapılması gereken amellerdir. Zira herhangi bir mahluğa fayda sağlayacak veya ondan bir fenalığı giderecek olan ancak ve ancak Allah (c.c.)'tır.
3 - Allah'tan başkasına dua etmek veya yalnız Allah'ın yapabileceği bir konuda ondan yardım istemek büyük şirktir.
4 - Allah katında insanların en kıymetlisi dahi, başkalarının gönlünü hoş etmek için Allah'tan başkasına dua eder ve ondan yardım isterse "kendisine zulmedenlerden" olur. Allah katında insanların en kıymetlisi Rasulullah (s.a.v.)'dır. Ayetteki "Böyle yaptığın taktirde" sözüyle hitap olunan da Rasulullah (s.a.v.)'dır.
5 - Allah'tan başkasına dua etmek, başkasından yardım istemek şirk olduğu gibi, bunlar dünyada bir fayda da vermezler. Zira Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa, onu senden kaldıracak ancak O'dur."
6 - Nasıl ki büyük bir nimet olan Cennetin yalnızca Allah'tan istenmesi gerekiyorsa, rızkın da yalnız Allah'tan istenmesi gerekir.
7 - Ankebut ve Ahkaf surelerindeki ayetlerin açıklaması yapılmıştır.
8 - Allah'tan başkasına dua edenlerden daha sapık kimse yoktur.
9 - Kendilerine dua edilen şeyler, dua edenlerden ve onların dualarından habersizdirler.
10 - Allah'tan başkasına dua eden kimseler, bu davranışlarıyla, dua ettikleri kimselerin kendilerine kızmalarına ve düşman olmalarına sebep olurlar. Ve bunlar:
"Kendilerine yapılmış olan ibadetleri reddederler."
11 - Allah'tan başkasına dua edenlerin bu yaptıkları onlara ibadet etmektir. Onlar her ne kadar bunun böyle olduğunu kabul etmeseler de durum değişmez.
12 - Dua etmek ibadet olduğu için, kendilerine dua edilen salih kimseler kendilerine yapılan duaları reddederler.
13 - Bu hususlar, Allah'tan başkasına dua edeni insanların en sapığı durumuna düşürür.
14 - Hayretle karşılanacak bir husus ta puta tapanların ve Allah'tan başkasından medet umanların; sıkıntıya düşenin duasını kabul edip fenalığı giderenin Allah olduğunu inkar etmemeleridir. Zaten bu yüzden başları sıkıştığında hemen dönüp ihlas ile Allah'a dua ederler.
15 - "Benden yardım istenmez, yalnızca Allah'tan yardım istenir" hadisinden; Rasulullah (s.a.v.)'ın Allah'a olan derin saygısı sebebiyle şirkten hassasiyetle sakındığını anlıyoruz.


بســـم الله الرحمن الرحيم

SALİH KİMSELER HAKKINDA AŞIRI GİTMEK


Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Ev kitap ehli! Dininizde aşırı gidip ölçüyü aşmayın."(Nisa: 4/171)
"Dediler ki: 'Sakın ilahlarınızı bırakmayın. Hele Vedd, Suva, Yeğus, Yeuk ve Nasr'ı asla terketmeyin." (Nuh: 71/23)
Bu ayeti kerime ile ilgili olarak İbn Abbas (r.a.) diyor ki:
"Vedd, Suva, Yeğus, Yeuk ve Nasr, Nuh kavminde yaşıyan salih kişilerin adları idi. Bunlar ölünce şeytan, insanlara bunların hatıralarını devam ettirmek için yaşadıkları yerlere heykellerini dikmelerini ilham etti. Onlar da bunu yaptılar ve diktikleri heykellere onların isimlerini verdiler. Önceleri bunlara tapan yoktu; fakat onları dikenler öldükten sonra zamanla haklarındaki bilgiler ve heykellerin dikiliş gayeleri unutuldu ve insanlar bunlara tapmaya başladılar." (Buhari Tefsir: 71/3)
İbni Kayyım sahabenin pek çoğunun bunlar hakkında:
"Bu salih kişiler öldükten sonra insanlar bunların kabirlerinde ibadet etmeye başladılar. Sonra unutulmasın diye heykellerini diktiler, resimlerini yaptılar. Bir süre sonra bunlara tapmaya başladılar." dediklerini naklediyor. Ömer (r.a.)'den Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Hristiyanların İbni Meryem'i batıl üzere övdükleri gibi siz de beni övmekte aşırı gitmeyin. Şüphesiz ki ben bir kulum. Öyleyse benim için Allah'ın kulu ve Rasulü deyin." (Buhari Enbiya: 48. Darımi Rıkak: 6S. Ahmed: 1/21-24. 47.)
İbni Mesud'un rivayet ettiği hadiste Rasulullah (s.a.v.):
"Aşırı gidenler mahvoldular" buyurmuş ve bunu üç defa tekrar etmiştir. (Nesai Menasık: 217. İbn Mace Menasik: 63. Ahmed Müsned: 1/215. 347. İbn Hıbban Mevarid. 1011. Hakim Müstedrek: 1/466. Elbani Ahadisussahiha: 1283.)
İbni Abbas'ın rivayet ettiği hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sakın aşırı gitmeyin. Sizden öncekilerin helak olmalarının sebebi aşırı gitmeleri olmuştur." (Müslim İlim: 7. Ahmed: 1 386. Ebu Davud Sünnet: 5.)

İSTİFADELER

1 - Bu ve bundan sonraki bölümleri anlayan kimseler bugün insanların İslam'ın esaslarına yabancı kalmalarının sebebini anlarlar. Kalplerinin İslamdan nasıl yüz çevirmiş olduğunu rahatlıkla görebilirler.
2 - Yeryüzünde meydana gelen ilk şirk, salih kişiler hakkında aşırı davranışlar sebebiyle ortaya çıkmıştır.
3 - İnsanlar kendilerine gönderilen rasullerin getirdiği dini, Allah'tan olduğunu bildikleri halde ya inkar ederek ya bazı şeyleri değiştirip ilk hali üzere bırakmayarak ya da rasullerini ilahlaştırarak tahrif etmişlerdir.
4 - İlahi emirlere ve fıtrata ters olmasına rağmen insanlar arasında yanlış inanışlar yerleşebilir.
5 - İnsanların yanlış işler yapmalarının sebebi, hakkı batıldan ayıramamaları, bunları birbirine karıştırmalarıdır. Bunun ilk nedeni de, salih kişilere duydukları temiz; fakat aşırı sevgidir. Sonrakiler, kendilerinden önceki kimselerin yaptıklarını anlayamadıkları için, onların amaçlarından saparak batıla sürüklenmişlerdir. Bunu bize İbni Abbas'ın rivayet ettiği, Nuh (a.s.) zamanındaki insanların şirke düşme sebepleri çok açık bir şekilde göstermektedir.
6 - Nuh süresindeki ayet sahabelerin sözleriyle açıklığa kavuşmuştur.
7 - Haktan uzaklaştıkça kalbin batıla daha çok sürüklenmesi insanın fıtratında var olan bir özelliktir.
8 - Alimlerin söyledikleri "Her bid'atte küfre giden bir yol vardır." sözü çok doğru bir sözdür.
9 - Şeytan iyi niyetle yapılan bid'atın bile küfre yol açabileceğini bilir.
10 - Genel kaide olarak şunu bilmek gerekir ki; İslam'da aşırı davranışlar menedilmiştir. Çünkü bunlar insanı mutlaka kötü bir sona götürür.
11 - Onlardan şefaat istemek gayesiyle olmayıp, sırf sevap olduğu düşüncesiyle bile olsa, salih kimselerin kabirlerini ziyaret etmek asla doğru değildir. (Belli bir kabir seçmemek şartıyla ölümü hatırlamak için şeriata uygun bir şekilde kabirleri ziyaret etmek ise caizdir.)
12 - Şirke sebep olabileceği için İslam'da heykel yapmak yasaklanmıştır.
13 - Nuh süresindeki ayet ve bu ayetle ilgili hadisler çok önemli olmasına rağmen günümüzdeki insanlar tarafından hala bilinmemektedir.
14 - Bu konu hadis ve tefsir kitablarında incelendiğinde; Allah'ın, salih kimselere ibadet etmeyi yasakladığı gibi, buna sebebiyet verebilecek şeyleri de yasakladığı görülür. Günümüzde de insanlar bazı kimselerin resimlerini yapıp heykellerini dikerek Nuh (a.s.) kavminin benzeri bir davranış sergilemektedirler. Oysa faziletli kabul ettikleri bu ameller onları ebedi cehennem ateşinden kurtaramayacaktır.
15 - Salih kimselerin kabirlerini ziyaret eden kimseler onların Allah katında şefaat etme yetkisine sahip olduğunu zannetmektedirler.
16 - İnsanlar, alimlerin resimlerini yapıp heykellerini dikerken, onların kendileri için şefaatçi olmalarını ummaktadırlar.
17 - Rasulullah (s.a.v.)'ın; "Hristiyanların İbni Meryem'i övdükleri gibi, siz de beni övmekte aşırı gitmeyin." ifadesi çok yüce bir tebliğdir.
18 - Rasulullah (s.a.v.) ümmetine aşırı gittikleri için mahvolanların durumuna düşmemeleri için nasihatte bulunmuştur.
19 - İbni Abbas'ın "Zamanla haklarındaki bilgiler ve dikiliş gayeleri unutuldu ve insanlar bunlara tapmaya başladılar." sözünden ilmin kıymeti ve yokluğunun getirdiği zararlar ortaya çıkıyor.
20 - İlmin yok oluşunun sebebi alimlerin ölümüdür.


بســـم الله الرحمن الرحيم

SALİH KİMSELERE TAPMAK, KABİRLERİ YANINDA ALLAH (C.C.)'A İBADET ETMEK


Aişe (r.a.)'den şöyle rivayet edilmiştir:

"Ümmü Seleme (r.a.) Rasulullah (s.a.v.)'a Habeşistan'da gördüğü bir kiliseden ve içindeki resimlerden bahsetti. Rasulullah (s.a.v.) da:
"Habeşliler öyle kimselerdir ki, bunlardan salih bir kişi öldüğü vakit hemen onun kabri üzerine bir mescid inşa eder ve o salih kimsenin resmini o mescide koyarlar. Bunlar Allah katında mahlukatın en şerlileridir." buyurdu. (Buhari Salavat: 48-54. Cenaiz: 70. Müslim Mesacid: 16. Fiten: 110 Nesai Mesacid:13, Ahmed: 6/51.)
Bu insanlar Tevhid akidesini bozan iki zararlı ameli bir arada yapmışlardır; kabirleri mescid edinmek ve buralara salih kimselerin resim ve heykellerini koymak.
Yine Aişe (r.a.) şu hadisi rivayet ediyor:
"Rasulullah (s.a.v.) ahiretine göçmesine sebep olan hastalığı sırasında siyah bir şal ile mübarek yüzünü örtüyor, bunalınca zaman zaman açıyordu. Bu halde iken:
"Allah Yahudi ve hristiyanlara lanet etsin. Çünkü onlar peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler." buyurdu.
Bununla Rasulullah (s.a.v.) onların yaptıklarından bizi sakındırıyordu. Böyle bir endişe olmasaydı, kabri açık bir yerde olurdu. Ancak mescid edinilmesinden korkuldu." (Buhari Enbiya 50, Müslim Mesacid: 22. Nesai Mesacid: 13, Darimi Salat 120. Ahmed: 6/229 275.)
Cundup b. Abdullah diyor ki:
"Rasulullah (s.a.v.)'ın vefatından önce şöyle dediğini duydum:
"Sizden bir halilim (çok fazla sevidiğim) olmasından Allah'a sığınırım. Allah İbrahim'i halil edindiği gibi beni de kendisine halil edindi. Şayet ümmetimden birini halil edinecek olsaydım Ebu Bekir'i halil edinirdim. Dikkat edin! Sizden önceki kavimler nebilerin ve salih kimselerin kabirlerini mescid ediniyorlardı. Sakın kabirleri mescid edinmeyin, sizi böyle yapmaktan menederim." (Müslim Mesacid: 23.)
Rasulullah (s.a.v.) hayatının son zamanlarında, kabirlerin mescid edinilmesini yasakladı. Vefatı esnasında da böyle yapanları lanetledi.
Kabir üzerinde mescid inşa edilmese bile orada namaz kılmak kabri mescid edinmek demektir.
Aişe (r.a.)'nin:
"Kabrinin mescid edinilmesinden korkuldu." sözü bunu ifade eder. Zaten sahabeler Rasulullah'ın kabri üzerine mescid inşa edecek değillerdi, (hem böyle bir teşebbüs kolay önlenirdi) korkulan husus orada namaz kılınması idi. Çünkü her namaz kılınan yer mescid sayılır ve temiz kabul edilir. Rasulullah (s.a.v.) bu hususta:
"Yeryüzü benim için tümüyle mescid ve temiz kılındı." buyurmuştur. (Buhari Teyemmüm. Müslim Mesacid: 521, Ahmed: 2/222)
İbni Mesud (r.a.)'dan Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"İnsanların en şerli olanları, kıyamet koptuğu zaman hayatta bulunanlar ve kabirleri mescid haline getirenlerdir." (Ahmed: 1/435. İbn Hibban Mesacid: 340. Ebu Hatim sahihinde.)

İSTİFADELER

1 - Rasulullah (s.a.v.). sadece Allah (c.c.)'a ibadet etme niyetiyle bile olsa, salih bir kimsenin kabri yanında ibadet etmeyi yasaklamıştır.
2 - Salih kimselerin öldükten sonra heykellerini dikmek şiddetle yasaklanmıştır.
3 - Rasulullah (s.a.v.), kabirlerin mescid haline getirilmesini önlemek için, bu mesele üzerinde ısrarla durmuştur. Ümmetinin bu konuda hataya düşmemesi için, gerek sağlığında, gerekse hayatının son günlerinde, hatta ölüm döşeğinde iken bile ümmetini bundan sakındırmıştır.
4 - Rasulullah (s.a.v.), ümmetinin kendisine olan sevgisinden dolayı kabrini mescid haline getirebileceklerini tahmin ettiği için, daha kabri ortada yokken ümmetini bundan sakındırmıştır.
5 - Kabirlerin mescid haline getirilmesi, yahudi ve hris-tiyanların adetlerindendir; zira, rasullerin kabirlerini mescid haline getirenler onlardır.
6 - Rasulullah (s.a.v.), nebilerinin kabirlerini mescid edindiklerinden dolayı yahudi ve hristiyanları lanetlemiştir.
7 - Rasulullah (s.a.v.)'ın onları bu şekilde lanetlemesinin sebebi ümmetinin de kendi kabrini mescid haline getirmelerini önlemek içindir.
8 - Mescid haline getirilmesinden korkulduğu için Rasulullah (s.a.v.)'ın kabri açık bir yerde yapılmamıştır.
9 - Kabirlerin mescid haline getirilmesi insanların İslam'dan sapmalarına sebep olabilir.
10 - Kabirleri mescid haline getiren kimseler kıyamet koptuğu zaman hayatta olan kimselerle bir tutularak "en kötü insanlar" olarak vasıflandırılmıştır. Bu da şirke sebep olan şeyleri yapanların Allah katındaki durumunu açıklamaktadır.
11 - Rasulullah (s.a.v.)'ın, vefatından beş gün önce irad ettiği hutbede, bid'at ehline ve bunların en şirretleri olan Rafıda ve Cehmiyye'ye reddiye vardır. Bir kısım alimler bu iki fırkayı yetmiş iki sapık fırkanın arasından dahi çıkarmışlardır. Bilhassa Rafıda fırkası yüzünden şirk ve kabirlere ibadet vuku bulmuştur. Kabirlere ilk mescid inşa edenler de onlardır.
12 - Aişe (r.a.)'den rivayet edilen hadisten anladığımıza göre Rasulullah (s.a.v.) vefatı esnasında çok şiddetli sıkıntılar çekmiştir. Allah'ın en sevgili kulu ve rasulü ölüm anında böyle sıkıntılara maruz kaldıysa, diğer insanların halinin ne olacağını ibretle düşünmek gerekir.
13 - Rasulullah (s.a.v.), Allah'ın halili olmakla şereflendirilmiştir.
14 - "Halil" dostluğun ve bağlılığın en yüksek mertebesidir.
15 - Rasulullah (s.a.v.)'ın "Şayet ümmetimden birini halil edinecek olsaydım Ebu Bekir'i halil edinirdim." sözünden, Ebu Bekir'in sahabelerin en faziletlisi olduğunu anlıyoruz.
16 - Bu sözde Ebu Bekir (r.a.)'in hilafetine işaret edilmiştir.

بســـم الله الرحمن الرحيم

ALLAH-U TEALA MAHLUKATINA ARACI GÖSTERİLEMEZ


Cubeyr b. Mut'im (r.a.) diyor ki:

"Bir köylü Rasulullah (s.a.v.)'e gelerek:
"Ey Allah'ın Rasulü! Kuraklıktan nefesler kesildi. Çoluk çocuğu açlık kavurdu. Hayvanlar helak oldular. Rabbinden bize yağmur yağdırmasını iste, bunu yapman için sana Allah'ı aracı kılıyoruz, seni de Allah'a aracı kılıyoruz" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):
"Haşa! Allah'ı tenzih ederim. Allah'ı tenzih ederim (Subhanallah, subhanallah)!" diye Allah'ı tenzih etmeye başladı. O kadar çok tekrar etti ki, sahabelerin endişeden yüzleri sarardı. Sonra Rasulullah (s.a.v.) köylüye:
"Yazık sana! Allah-u Teala'yı biliyor musun? Allah-u Teala'nın şanı böyle şeyler için çok yücedir. Allah-u Teala hiç bir mahluka aracı kılınmaz." dedi. (Ebu Davud Sünnet: 18, Elbani Daifu'l-cami: 6150.)

İSTİFADELER

1 - Rasulullah (s.a.v.) köylünün sarfettiği bu söz üzerine sahabelerin onun için endişelenmesine sebep olacak kadar çok kızmıştır. Bunu Rasulullah (s.a.v.)'in "Subhanallah"ı tekrar tekrar söylemesinden anlıyoruz.
2 - Rasulullah (s.a.v.), "Sana Allah'ı aracı kılıyoruz" diyen köylüye karşı çıkarak bu davranışını reddetmiş ve onu böyle yapmaması için ikaz etmiştir.
3 - Rasulullah (s.a.v.)'ın, köylünün "Seni Allah'a aracı kılıyoruz" sözüne karşı çıkmaması, sağlığındayken Rasulullah'tan bu şekilde istekte bulunmanın caiz olduğunu gösterir.
4 - Rasulullah (s.a.v.)'ın, hadisede "Subhanallah" sözünü kullanması, böyle durumlarda Allah'ı her türlü noksan sıfattan uzak tutmak gerektiğini göstermektedir.
5 - Sahabeler Rasulullah (s.a.v.)'dan, yağmur yağması için Allah'a dua etmesini istemişlerdir.

HAMD ALLAH A MAHSUSTUR SALAT VE SELAM MUHAMMED S A V ÜZERİNE OLSUN AMİN:
 

KuTeYBe

New member
Katılım
23 Haz 2007
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Ehl-i Dalle: Ehl-i sunnet vel Cemaat Bağlıları ve Sevenleri

Kim bunlar? Fırka-i Muhibbân-ı İngiliz gibi bir şey mi ? :4_1_72:

"İnancı bozuk kişiler"denmiş. Allah'ın arşa istiva ettiğine inanmak ve tefvizde bulunmak inancı bozuk olmak, ama istivayı bir takım hevâ ile tahrif etmek doğru inanç ! Vay be ! :rolleyes:

Bu başlık ve içeriği sakınılması gereken inancı çürütecek bir başlık ve yazıdır. Şiddetle uzak durulmalıdır. :4_1_72:
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
Bu başlık altında, milligorusforum.biz/forum'dan kovuldum, kovulmama neden olan makalem:

İBN TEYMİYYE KİMDİR?

İbnu Abdilhadi, İbnu Teymiyye hakkında şöyle der: "Rabbani bir imam, ümmetin müftüsü, ilim denizi, hafızların seyyidi, asrının eşsiz bir âlimi. Şeyhu'l-İslâm, Kur'an'ın tercümanı, zahidlerin önderi, abidler içinde sessiz, bid'atçıların düşmanı ve müçtehid imamların sonuncusu."

Hafız Zemlekani: "Beşyüz seneden beri hıfzı ondan daha kuvvetli olan görülmemiştir."

Hafız el-Mizzi: "İbnu Teymiyye'den daha iyi Kur'an'ı ve sünneti bilen ve en güzel şekilde onların yolundan giden görmedim."

Hafız Berzali: "O kendisine toz kondurulmaması gereken içtihad seviyesine ulaşmış ve müçtehidliğin şartlarını kendisinde toplamış bir imamdır."

İbn Hacer el-Askalânî: "O bir beşerdir hata da eder isabet de. İsabet ettiği konular daha fazladır, onlardan istifade etmek gerekir. Bu isabet ettiklerinden dolayı Allah'ın merhametine kavuşacağı ümit edilir. Hata ettiği yerlerde taklit edilmez, ancak mazurdur. Çünkü onun dönemindeki âlimler onun içtihad şartlarına sahip olduğunu kabul etmişlerdir." (İbnu Hacer el-Askalani hadis ilminin en büyük âlimlerindendir. Sahih-i Buhari için yazılan şerhlerin en etkilisi ve en yaygını olan Fethu'l-Bari onun eseridir. Rical ilminde bütün hadisçilerin başvuru kaynağı olan Tezhibu't-Tezhib de onun önemli eserlerinden biridir. Rical ilmindeki derin ilmi sebebiyle onun verdiği bilgiler kişiler hakkında delil sayılır. Dolayısıyla İbnu Teymiyye hakkındaki şehadeti hadisler açısından delildir.)

İmam Zehebi: "İbnu Teymiyye sahabe ve tabiinin mezhep ve görüşlerini çok iyi bilirdi. Bir meseleyi anlattığında o konuda dört mezhebin görüşlerini de bildirirdi. Ancak belirli bazı konularda onlara muhalefet etmiş ve bu konularda da kitap ve sünnetten delil getirmiştir."

Yine Zehebi'nin bir başka sözü: "Onun cesareti darb-ı mesel olmuştur. O bu cesaretiyle büyük kahramanlara benzerdi."

(İmam Zehebi de Askalani gibi hadis ilminin en büyük âlimlerindendir. Zehebi'nin bu sözlerin dışında da İbnu Teymiyye'yi öven birçok sözü bulunmaktadır.)

Hafız Bezzar: "İbnu Teymiyye'nin güzel hanıma, tatlı bir cariyeye, iyi eve, bir hamiye, bostan ve bahçelere rağbet ettiği duyulmamış; para pul için gayret etmemiş, bineklere hayvanlara, nimetlere ve güzel elbiselere meyletmemiş; makam elde etmek için boğuşmamış; mubah olan birtakım kazançlar elde etmek için de aşırı bir gayret göstermemiştir. Biz onu dünya lezzetleri ve nimetlerinden bahsederken, dünyalık sözlerle meşgul olurken ve maişeti için insanlardan bir şeyler isterken hiç görmedik. Bilakis bütün himmetini âhiret için ve Allah'a yaklaştıracak şeyler için sarf ederdi."

İmam Salih bin Ömer el-Buhitkini: "Ben İbnu Teymiyye'nin bu zamana kadar okuduğum kitaplarında onun küfrünü, zındıklığını gerektirecek bir sözüne rastlamadım. Onun kitaplarında kişiyi ilim ve dinde yükseltecek bid'atçılar ve sapıklarla mücadele gibi meziyetlere rastladım."

Hanefi mezhebinin meşhur âlimlerinden Bedruddin el-Ayni: "Kim onun kâfir olduğunu söylerse o kâfir olur. Kim onu zındıklıkla itham ederse o zındıktır. Bu sözler ona nasıl nisbet edilebilir? Onun kitapları her tarafta yayılmıştır ve onun kitaplarında sapıklık ve tefrikaya işaret eden hiç bir şey yoktur."

Yine Hanefi âlimlerinden Abdurrahman bin Ali: "İbnu Teymiyye'den onun küfrünü, fıskını ve dinde çirkinliğini gerektirecek bir şey nakledilmemiştir."

(Ahmet Varol’un sitesindeki İbn Teymiyye müdafası başlıklı makaleden alıntıdır.)

İBN TEYMİYYE MÜCESSİME MİDİR?

İbn Teymiyye mücessime midir sorusunu doğrudan cevaplamak yerine, üzerinde düşünmenizi isteyeceğim örnekler vereceğim, İbn Teymiyye’nin mücessime olup-olmadığına siz karar vereceksiniz.

İmam-ı Azam Ebu Hanife hakkında meşhur görüşler:

İmam Buhari, Et-Târîhu'l-Kebîr'inde İmam-ı Azam’ın mürcie olduğunu söyler. (Buhari, et-Tarihu'l-Kebir, VIII, 81.)

Gavsul Azam Abdulkadir Geylani, el ğaniyye adlı kitabında kurtuluşa eremeyen fırkalar arasında hanefileride sayar. Şeyhin el ğaniyye adlı kitabında bu ibare eynen mevcuttur.(Cilt 1, sh 80) Ancak, kitabın "gunyetut talibin" adıyla yapılan tercümesinde, bu ibare tercüme edilmemiştir. (daha detaylı bilgi için, Fıkhı ekber Aliyyul Kari şerhi, tercüme Yunus Vehbi Yavuz, çağrı yayınları, ilaveli üçüncü baskı, ist 1981)

İbn Hibban, "Kitabu'l-Mecrûhîn" de İmam-ı Azam’ın mürcie olduğunu söyler. (Kıtabu'l-Mecruh'in. III, 61-73.)

İmam Eşari, Makalat’ında İmam-ı Azam’ın mürcie olduğunu söyler. (Makalat, 138.)

İbn Kuteybe, El-Maarif’inde İmam-ı Azam’ın mürcie olduğunu söyler. (el-Maarif, 625.)

Bunlarla birlikte koca koca muhaddislerin ya da koca koca mezhep alimlerinin taassub ile İmam-ı Azam hakkında en adi iftiralara dahi sahiplenip, İmam-ı Azam’ı karaladıkları muhakkiklerince malumdur. Aynı habis taassubun mağdurlarından biri de Şeyhul İslam İbn Teymiyye’dir, hakeza o da mutaassıpların iftiralarına uğramış, İmam-ı Azam gibi ağır ithamlara maruz kalmıştır. Aslında dün İmam-ı Azam’a mürcie diyenler ile bugün İbn Teymiyye’ye mücessime diyenler arasında hiçbir fark yoktur, mezhep taassubu, fırka asabiyeti ile hareket eden, akl-ı selim’den nasibi olmayan kimselerdir…Eğer, İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye gönül rahatlığı ile mürcie diyebiliyorsanız, İbn Teymiyye’de mücessime demenizde bir mahzur yoktur, Allah dediklerinizden haberdardır, ve hesabını soracaktır!!!

(Maalesef yakın zamanımızın meşhur alimlerinden Şeyhul İslam Mustafa Sabri efendide nedenini anlamadığımız bir şekilde (ki kendisi müfrid bir eşaridir) Maturidilere hücum etmiş, bidatçı, zındık ve sapık addettiği mutezileden daha eşedd olduğunu söylemiştir. –“Maturidi mezhebi fesatta Mutezileden daha aşağı değildir”, Tahte Sultani’l- Kader s.42-)

(Bizim maturidiler’den ünlü imam Pezdevi ise “Mücessime mezhebinde Kerramiye, Hanbeliler ve Yahudiler yer alır” demiştir. (Pezdevi, s.248) Pezdevi ayrıca İmam Eşari’yi ‘bidatçı’ olarak isimlendirir. (Pezdevi, s.370-371) Yine, İmam Nesefi’nin, İmam Eşari’yi ehl-i sünnet haricinde saydığı bilinmektedir. (Yazıcıoğlu, s.93)

Şimdi sizleri bir başka tartışma noktası üzerinde düşünmeye davet ediyorum:

Gavsul Azam! ve Kuran Mahluk mudur meselesi:

Ehl-i Sünnet velcemaat ve mutezile arasında olduğu iddia edilen bu kavga, aslında bizzat ehl-i sünnet velcemaat alimleri arasında şiddetle tartışılmıştır, ve öyle ilginç fetvalar da ortaya çıkmıştır ki bir kısmını iktibas ediyorum:

İmam Eşari ve İmam Maturidi, "Kuranın lafzı ve sözü mahluktur ama manası kadimdir" demektedirler...

İmam Buhari de "kuranın lafzı mahluktur" demektedir.

İmam Ahmed İbn Hanbel ise "kuranın lafzı mahluktur" denilmesini caiz görmezdi.
Hatta bazı hanbeliler bu sözü küfür sayarlardı.

İmam-ı Azam Ebu Hanife, "kuran okurken söylediğimiz sözler mahluktur", dediği için,
hanefiler hanbelilere ters düşmüşlerdir.

Abdulkadir Geylani (el gunye, sh 52, beyrut) diyor ki,
["bir kimse kuranın lafzı mahluktur derse, Allah'ı inkar etmiş olur.
Böylesi ile sohbet edilmez,
birlikte yemek yenilmez, evlenilmez,
komşu bile olunmaz.
Aksine bu gibi kişiler terk edilir, küçümsenir,
ARDINDA NAMAZ BİLE KILINMAZ,
şahitlikleri kabul edilmez.
Nikahta velayetleri muteber tutulmaz,
öldüklerinde cenaze namazları kılınmaz.
Böyle birisi yakalanırsa, tıpkı irtidad eden bir kimse gibi üç kere tevbeye davet edilir.
Tevbe etmezse katledilir.
İmam Ahmed'e, "bir kimse kuranın lafzı mahluktur", derse, ne lazım gelir diye soruldu.
"Kafir olur diye cevap verdi." Yine imam Ahmed,
"Allah'ın kelamı olan kuran mahluk değildir ama onun okunması mahluktur diyen kafir olur demiştir"]

İşte, Gavsul Azam’ın fetvası!!!

Dolayısıyla İmam-ı Azam Ebu Hanife "kuran okurken söylediğimiz sözler mahluktur" dediği için kafir olmuştur!
Böyle bir düşüncenin iktidar olduğunu düşünürsek hanefilerin halinin ne olacağı da ortadadır...
İlginçtir, İmam Buhari’de et tarihul kebirinde İmam ı Azam Ebu Hanife'yi mürciî olarak nitelemiştir!
Kendisi de "kuranın lafzı mahluktur" diyerek, radikal hanbeliler nezdinde kafirler listesine eklenmiştir!

Gavsul Azam Abdülkadir Geylani, radikal bir hanbelidir ve bir çok eserinde "hanefi"düşmanlığı yapmaktadır.*


Kaynak: Süleyman Uludağ, İslam Düşüncesinin Yapısı, dergah yayınları...

*Şeyh Abdükladir Geylani, el ğaniyye adlı kitabında kurtuluşa eremeyen fırkalar arasında hanefileride sayar. Şeyhin el ğaniyye adlı kitabında bu ibare eynen mevcuttur.(Cilt 1, sh 80)
Ancak, kitabın "gunyetut talibin" adıyla yapılan tercümesinde, bu ibare tercüme edilmemiştir. (daha detaylı bilgi için, Fıkhı ekber Aliyyul kari şerhi, tercüme Yunus Vehbi Yavuz, çağrı yayaınları, ilaveli üçüncü baskı, ist 1981)
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Bir şey sormak istiyorum Ebu Zerr

Yukarıda ki yazının kaynakları malum, evet, yazmışsın.
Sen bu iddiaları inceleyip te doğruladın mı, yoksa bu kişilerin yalancısı mısın?

Yani bu iddialar da bulunmak, bulunan insan için ağır meseledir. Kaynakları doğru incelemek, doğru anlamak, yada anlamak istediğin gibi anlamak, aradan tırnaklamak...

Tabii ki ard arda süregelen bu mesajlar silsilesine cevaplar gelecektir ama eğer bu ağır iddialara aracı oluyorsak, bize de bir şeyler bulaşır mazallah...
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
Bir şey sormak istiyorum Ebu Zerr
Yukarıda ki yazının kaynakları malum, evet, yazmışsın.
Sen bu iddiaları inceleyip te doğruladın mı, yoksa bu kişilerin yalancısı mısın?
Yani bu iddialar da bulunmak, bulunan insan için ağır meseledir. Kaynakları doğru incelemek, doğru anlamak, yada anlamak istediğin gibi anlamak, aradan tırnaklamak...
Tabii ki ard arda süregelen bu mesajlar silsilesine cevaplar gelecektir ama eğer bu ağır iddialara aracı oluyorsak, bize de bir şeyler bulaşır mazallah...

Yukardaki metinlerin ravileri nezdimde sikadır.
Sadece üç tanesini tashih ettirme fırsatım oldu.

Şeyh Abdükladir Geylani, el ğaniyye adlı kitabında kurtuluşa eremeyen fırkalar arasında hanefileride sayar. Şeyhin el ğaniyye adlı kitabında bu ibare eynen mevcuttur.(Cilt 1, sh 80)
Ancak, kitabın "gunyetut talibin" adıyla yapılan tercümesinde, bu ibare tercüme edilmemiştir. (daha detaylı bilgi için, Fıkhı ekber Aliyyul kari şerhi, tercüme Yunus Vehbi Yavuz, çağrı yayaınları, ilaveli üçüncü baskı, ist 1981)

–“Maturidi mezhebi fesatta Mutezileden daha aşağı değildir”, Tahte Sultani’l- Kader s.42-

İmam Buhari, Et-Târîhu'l-Kebîr'inde İmam-ı Azam’ın mürcie olduğunu söyler. (Buhari, et-Tarihu'l-Kebir, VIII, 81.)

Gerisini siz araştırın...

Not: Üçünüde gelenekçi alimlere sordum, hiç biri itiraz etmedi...
 

usud

New member
Katılım
16 Nis 2008
Mesajlar
13
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
ehli sunnetim diyenler genelde musriktir.gercek ehli sunnet bu kitabi savunanlardir/
tasavvufa inanan ehli sunnet degil ehli dalalettir/
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
İbni Teymiyye'ye Dair

İbni Teymiyye'ye Dair

Hindistan'ın büyük alimlerinden allâme Muhammed Abdurrahman Silhetî, 1882 senesinde basılan kitabında şöyle diyor:

İbni Teymiyye, Vehhabîlerin büyüğü ve öncüsüdür. O şeyh-ül-islam değil, bid'at ve âsâm, yani sapıklık ve günahlar şeyhidir, önderidir. Vehhabîlerin bozuk itikadlarından ilk konuşan odur. Ve aslında, bu bozuk, sapık fırkayı ortaya çıkaran odur. Zamanından Sultan ikinci Mahmud Han zamanına kadar, zikri ve akideleri gizli kaldı. Sultan ikinci Mahmud Han zamanında, Yemen tarafından [Necd'den] Muhammed bin Abdülvehhab isminde biri zuhur etti. İbni Teymiyye'nin ölümü ile yok olan, üzeri örtülen ve İslam memleketlerinde eli kolu bağlı olan bozuk itikadları körükleyip ortaya çıkardı. Yeni bir din yolu tuttu. Ehl-i sünnet vel-Cema'at mezhebine uymayan bir bid'at kampı teşkil etti. (Seyf'ül Ebrar, s.26)

Hindistanlı Ehl-i sünnet alimlerinden Mevlana Muhammed Fadlurresul 1849 senesinde telif ettiği eserinde şöyle diyor:

Biliniz ki bu İbni Teymiyye bed mezheb [yolu kötü], nefsine mağlup, Ehl-i sünnetten hariç bir kimsedir. Allahü teala için cihet [yön] söylenir dedi. İmam-ı Sübkî ona reddiye yazdı. Tabakat-ı Sübkî'de bunlar anlatılmaktadır. Sonradan çıkan bu fırkanın [Vehhabilerin] onunla çok uygunlukları ve ilgileri vardır. (Tashih'ül Mesail, s.44)

İbni Teymiyye'nin Mü'min suresinin 36-37. ayetlerinde geçen Fir'avn'a ait bir sözü delil olarak öne sürerek Allahü teâlâ için cihet isnad ettiği anlaşılıyor: (Fir'avn, Ey Haman, bana yüksek bir kule yap; belki göklerin yollarına erişirim de Musa’nın Tanrısı’nı görürüm! Doğrusu ben onu, yalancı sanıyorum, dedi. Böylece Fir'avn’a, yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve yoldan saptırıldı. Fir'avn’un tuzağı tamamen boşa çıktı.) [Mümin 36/37]

İbni Teymiyye'nin çağdaşı olan Ahmed b. Yahya el-Küllabî diyor ki:

"Keşke bilseydim, İbni Teymiyye Fir'avn'un bu sözünden Allahü teâlânın göklerin ve Arşın üzerinde olduğunu nasıl anlamıştır? Fir'avn (Musa'nın Allah'ı göklerdedir) dememiştir. Haydi Fir'avn'un dediğinden böyle anlaşıldığını farzedelim. Peki İbni Teymiyye, nasıl Fir'avn'un zannıyla istidlal eder? ...Demek ki İbni Teymiyye'nin, bu ayetten anladığı mana ve Allah'a cihet olduğuna dair itimad eylediği delil, Fir'avn'un görüşüne göredir. Akidesinde itimad ettiği delil Fir'avn'un zannettiği şey olup o Fir'avn inancının kurucusudur." (Bera’atü’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin, s.120-121.)

Büyük alim Yusuf-i Nebhanî diyor ki:

"Fir'avniye ismine hak kazanan, Allah'a cisim nisbet etmekte, benzetme yapmakda ve yön isnad etmekte Fir'avn'a muvafık kanaate sahip bulunan Haşviye taifesidir. Yoksa, noksan sıfatlardan münezzeh bulunan Allahü teâlâyı bu gibi şeylerin tamamından tenzih eden Ehl-i sünnet vel-cemaat topluluğu değildir." (Şevahidü'l-Hakk, s.223)

Kâdızade Ahmed Efendi, İmam-ı Birgivî’nin kitabının şerhinde şöyle diyor:

“[Allahü teâlâ] Gökte ve yerde değildir, mekândan münezzehdir. ..Mekân ve zaman O’nun şanına muhaldir. ..Sağda, solda, önde, arkada, üstte ve altta değildir....Allahü teâlâ cisim ve cismanî olmakdan münezzehdir. Bir tarafda [cihette] olmaktan da münezzehdir. ..İbni Teymiyye ve yolundakiler, Allahü teâlâ üst taraftadır dediler.” (Birgivî Vasiyetnamesi Şerhi, s.24).

Hafız İbni Hacer el-Askalânî, Ed-duraru’l-kâmine isimli kitabında, İbni Teymiyye'nin sahabenin büyükleriyle ilgili sözleri hakkında alimlerden bazı nakiller yapmaktadır:

“İbni Teymiyye Ömer ibnu’l-Hattab’a üç talak meselesinde ve Hazret-i Ali'ye de on yedi meselede Kur'anın nassına muhalefet etti diye isnadda bulunmuştur. Hazret-i Ebu Bekir ne dediğini bilen yaşlı birisi olarak müslümanlığı kabul etti, ama Hazret-i Ali çocukken İslamiyeti kabul edip bir kavle göre çocuğun İslamiyeti sahih değildir, demesi ve yine Hazret-i Ali hakkında, kendisi Ebu Cehil'in kızını istemiş ve ölünceye kadar onu severek unutmamıştır, demesi üzerine alimler ona münafıklığı isnad etmişlerdir. İbni Teymiyye Hazret-i Osman hakkında (Osman malı severdi) demiş ve (Peygamberden -aleyhisselam- istigasede bulunmazdı) dediği için ona zındıklık isnad etmişlerdir.” (Bera’atü’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin, s.410.)

İbn Hacer el-Askalânî (v. 852/1448) İbn Teymiyye’nin, İmâmiyye Şîası’nın otoritelerinden olan İbnü’l-Mutahher el-Hıllî’nin (v. 726/1325) Minhâcü’l-kerâme fî ma’rifeti’l-imâme (Tebriz 1286, Tahran 1298, Kahire 1962) adlı eserine reddiye olarak yazdığı Minhâcü’s-sünne en-nebeviyye fî nakzı kelâmi’ş-şîa ve’l-kaderiyye isimli kitabı üzerine yaptığı değerlendirmede diyor ki:

Telif esnasında kaynağını hatırlayamadığı bazı makbül/sahih hadisleri veya senedi zayıf da olsa bazı mevcut/sabit rivâyetleri mevzu olduğu gerekçesiyle reddetmiştir. İbn Teymiyye, İbnü’l-Mutahher el-Hıllî’nin kullandığı hadislerin büyük bir kısmı mevzu ve çok zayıf olmakla birlikte, onun sözünü çürüteyim (tevhîn) derken bazan Hz. Ali’yi küçük düşürmüş, ifrat ve teşeddüde düşmüştür. (İbn Hacer, Lisân, VI, 319-320; a.mlf., Dürer, I, 71; Leknevî, Ecvibe, s. 174-176.)

Leknevî diyor ki:

İbn Teymiyye, İbnü’l-Cevzî (v. 597/1200) gibi hasen hadisleri mekzûb, birçok zayıf haberi de mevzû kılmış, hatta zayıf veya mevzû oluşu ihtilaf konusu olan birçok haberin, mevzû olmasında ittifak olduğunu iddia etmiştir. (Leknevî, Ecvibe, s. 174)

Ehl-i sünnet alimlerinden Yusuf Nebhanî, Şevahidü'l-Hakk'da diyor ki:

"İbni Teymiyye, dalgaları kıyıyı döven gürültülü bir deniz gibidir. Bazen sahile inci ve mercan bırakır; bazı zamanlarda da taşları ve midye kabuklarını attığı, pislikleri ve hayvan leşlerini bıraktığı olur." (s.46)

İbni Teymiyye'nin yaptığı naklin sahih olmadığını İbni Hacer-i Heytemi, ona karşı yazdığı reddiyelerinde dile getirmiştir. Bu, alimde bulunabilecek ayıpların en kuvvetlisidir. Güveni zayıflatan ve itibarı düşüren huyların en şenii, başkalarından sahih olmayan nakil yapmaktır. İsterse en kuvvetli hadis hafızlarından ve en ileri alimlerden olsun. Hafız Iraki el-Kebir'in onun hakkında söylediği "İbni Teymiyye'nin yaptığı nakillerin bir kısmına itibar olunmaz" sözüne kuvvet kazandırmaktadır. (s. 191)

"Aliyy'ül-kaari Şifa şerhinde diyor ki: Hanbelîlerden İbni Teymiyye, ifrata kaçmış bulunmaktadır. Zira Resulullah aleyhisselam efendimizi ziyaret için yolculuk yapmayı haram saymıştır. Halbuki ziyaretin yakınlık sebebi olduğu bilinmektedir. Onu inkara kalkan üzerine küfür ile hükmolunmuştur. Zira müstehab olduğunda ulemanın icmaı bulunan bir şeyi haram kılmak küfür olur. Bu, mübah olduğunda icma bulunan bir şeyi haram kılmanın da ötesinde bulunmaktadır." (s.188) (*)

"İbni Teymiyye'nin bozucu aklı ile muhalefette bulunduğu her şey, kendi uydurmasıdır. Kendi fasid inanışına göre, def edecek boş bir şüphe bulamadığı zaman "O yalandır" diye başka bir davaya geçer. Onun hakkında "İlmi aklından büyüktür" diyen, insaflı davranmıştır." (s.189)

"Ben, İbni Teymiyye'nin Minhacü's-sünnet kitabında Allahü tealaya cihet [yön] isnadını tafsilatı ile görmüş bulunuyorum... Selef-i salihinden böyle bir söz varid olmamıştır...Bilakis [İbni Teymiyye] onu kendi nefsinden çıkarıp ortaya atmış ve birçok yerde tekrarlayıp durmuştur." (s.203)

"İbni Teymiyye'nin kitapları basılmış bulunduğundan ve onların içinde Ehl-i sünnet inançlarına aykırı meseleler mevcut olduğundan dolayı, alimlere bu meseleleri açıklamaya yönelmek ve bu hususta halkı uyarmak lazımdır" (s.203)

"İbni Teymiyye'nin kelamındaki çekişme ve çelişmeye delalet eden şeylerden birisi de, kitaplarından bir kısmında söylediğinin, diğer eserlerinde ifade ettiğini nakzeder mahıyette olmasıdır. Bu, ya inançlarında hata edip dönüş yapmasından veya ilminin geniş ve eserlerinin çok olup fetvalarını ve ibarelerini yayıp dağıtması sebebiyle, daha evvelki kitaplarında yazdığını unutmasından meydana gelmektedir." (s.222)

(*) Not: İmam-ı Kastalânî, Mevâhib kitabında, "Rasulullahın Kabri Şerifini Ziyaret" kısmında diyor ki: "Kainatın efendisi Muhammed aleyhisselamın mübarek mezarını ziyaret etmek en yüce taat ve en şerefli ibadetlerdendir. Bunun aksine inanan kimse, Hak teala hazretlerine ve Rasulune ve müslüman ümmetine aykırı davranmış ve bu yüzden İslamiyet bağından kopmuş olur. Allah'a sığınırız." (Mevâhibü Ledünniye, c.2, s. 473)

İmam-ı Ebül-Hasen Sübkî buyuruyor ki:

"Resûlullah ile tevessül etmek, yani istigase etmek, ondan şefaat istemekdir. Bu ise güzel bir şeydir. Önceki ve sonraki İslam alimlerinden hiçbiri buna karşı birşey dememişdir. Yalnız İbni Teymiyye bunu inkar etdi. Böylece doğru yoldan ayrıldı. Kendinden önce gelen alimlerden hiçbirinin söylemediği bir bid’at çıkardı. Bu bid’ati ile müslümanların diline düştü."

Büyük âlim İbni Hacer-i Mekkî Fetâvel-hadîsiyye kitabında diyor ki:

"Allahü teâlâ, İbni Teymiyyeyi dalâlete, felakete düşürdü. Gözlerini kör, kulaklarını sağır etdi. Birçok alim, bunun işlerinin bozuk, sözlerinin yalan olduğunu bildirmişler ve vesikalarla ispat etmişlerdir. Büyük İslam alimi Ebül Hasen-il-Sübkinin ve oğlu Tacüddin-i Sübkinin ve İmam-ül’iz bin-cema’anın kitaplarını okuyanlar ve onun zamanında bulunan Şafi’î, Malikî ve Hanefî alimlerinin, kendisine karşı sözlerini ve yazılarını inceliyenler, sözümüzün doğruluğunu iyi anlar."

Mehazlar:

1. Muhammed Abdurrahman Silhetî, Seyf'ül Ebrar, Berekat Yay., İst. 1978.
2. Mevlana Muhammed Fadlurresul, Tashih'ül Mesail, Berekat Yay., İst 1976.
3. Ebu Hamid bin Merzuk, Bera’atü’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin, Bedir Yay., İst 1994.
4. Yusuf-i Nebhanî, Şevahidü'l-Hakk, Fazilet Neşr., İst.
5. Kâdızade Ahmed Efendi, Birgivî Vasiyetnamesi Şerhi, Bedir Yay., İst.
6. İmam-ı Kastalânî, Mevâhibü Ledünniye, Hisar Yay., İst.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
İbni Teymiyye'ye Dair

İbni Teymiyye'ye Dair

İbni Teymiye (1263-1328)


Ahmed, 1263 yılında Harran'da doğdu. Bölgenin önemli ailelerinden olan Teymiyye'nin bir mensubu olarak dünyaya geldi. Amcası ve dedesi bölgede Hanbeli mezhebinin âlimleri olarak görev yapmış ve bu mezhebin gelişmesine önemli katkılarda bulunmuştu.

Babası Abdülhâlim de aynı mezhebin âlimi olarak geleneği devam ettirmiştir.

İbni Teymiyye'nin babası, Bağdat'ın Moğollar tarafından işgal ve istilasından sonra ailesini alarak Dımaşk'a (Şam) göç etmiş ve burada müderrislik yapmaya başlamıştır. Giderek gelişmeye başlayan Şam, zamanla Hanbeli mezhebinin önemli merkezleri arasına girmiştir. Bu dönemde Şam'ın gelişmesinin önemli sebeplerinden bir tanesi, Bağdat'ın işgali sonrasında bölgeden çevreye cereyan eden göçlerdir.

Ahmed, ilk eğitimini müderris olan babasından aldı. Böylece eğitimine Şam'da başlamış oldu. Babasının da müderrisleri arasında bulunduğu Sükkeriye Darülhadis medresesinin hocalarından ders aldı. Çok sayıda âlimden direk ders aldığı gibi, bazılarından hadis dinlerken, bazılarının da ilmi sohbetlerinde hazır bulundu. Küçük yaşta başladığı eğitimini tamamlayarak icazet aldı.

1284 yılında babası vefat eden Ahmed, bu tarihten itibaren babasından boşalan kürsüde hocalığa başladı. Şam'da bulunan Emeviye Camisi'nde tefsir derslerini okuttu. Hac görevini ifa etmek üzere 1292 yılında Hicaz'a gitti. Peygamber Efendimize küfreden Assaf isimli Hıristiyan'ın cezalandırılması için Emir İzzeddin Aybeg'e müracaatta bulundu. Ancak, mahkeme cereyan ettiği sırada, taşkınlık yaptıkları gerekçesiyle kendisi ile birlikte şikâyette bulunan hocası Zeynüddin el-Fariki kırbaç yeme cezasına çarptırıldı. Assaf ise Müslüman olunca affedildi.

İbni Teymiyye, hocasının yerine, 1296 yılında Hanbeliyye Medresesi'nde ders vermeye başladı. Zamanla halk ve yöneticiler üzerinde önemli etkiye sahip bir şahsiyet haline geldi. Bu faaliyetine paralel olarak, dinî ve siyasî tartışmaların içine girmeye başladığı görüldü. Eş'ari kelâmcılarına karşı ağır eleştirilerde bulundu. Bu eleştirileri karşısında rahatsız olan Hanefî fıkıh âlimleri kendisini ilmî müzakereye dâvet ettiyse de buna icabet etmedi. Zamanın idarecisi kendisinden yana tavır takındığı, bazı kişileri tutuklattığı için, aleyhindeki faaliyetin herhangi bir etkisi görülmedi.

Moğol saldırılarının devam etmesinden dolayı, birçok kimse Dımaşk'ı da terk edip giderken, İbni Teymiyye burada kalmaya devam etti. Bazı âlimlerle birlikte Moğol hükümdarına giderek müracaatta bulundu. Bu müracaatıyla meydana gelebilecek daha büyük bir can kaybının önüne geçmiş oldu. Daha sonraki dönemde Memlük sultanına giderek Moğollara karşı savaşmasını istedi. Kendisi de Moğollara karşı hazırlanan orduya katıldı. Taraflar arasında yapılan savaşta, Moğollar ağır bir yenilgiye uğratıldı (1303).

İbni Teymiyye'nin yaptığı dikkat çekici eylemlerinden bir tanesi bir kayayı ortadan kaldırmasıdır. Nehir kıyısında bulunan bir kaya bazı insanlar tarafından ziyaret edilmekte ve buraya adaklar yapılmaktaydı. Durumu öğrenince bazı talebeleriyle birlikte söz konu kayanın bulunduğu yere giderek söz konusu kayayı ortadan kaldırdı. Hurafe ve bid'alara karşı aşırı sert davranışı pek çok kesimin tepkisine sebep oldu. Hakkında değişik dedikodular yayılmaya başladı. Yazmış bulunduğu eseri ayıkırı ifadeler ihtiva ettiği iddiasıyla eleştirildi. Ancak, Şam naibinin başkanlığında toplanan heyetin incelemesi sonrasında herhangi bir aykırılık görülmediği ifade edildi. Daha sonra, eser sebebiyle Şafii âlimleriyle de arası açıldı. Bu olaylardan sonra Kahire'ye gönderildi. Kahire'de bir süre tutuklu kalan İbni Teymiyye, hapisten kurtulduktan sonra, Şam'a dönmesine izin verilmedi. Kahire'de kalmaya devam ederek, fikirlerini savunmaya devam etti. 1309 yılında bir kez daha tutuklanarak gözetim altına alındı. Göz hapsine alındığı süre zarfında eser yazmasına ve ziyaretçi kabul etmesine izin verildi. İktidarın el değiştirmesiyle serbest kaldı. Serbest kaldıktan sonra Kahire'de ders verdiği gibi, fetva verme faaliyetinde de bulundu. 1313 yılında Şam'a gitmek üzere tekrar yola çıktı. Yolculuk sırasında Kudüs'e uğrayıp burada bir süre kaldı. Şam'da beş yıl boyunca ders verip eser yazmaya devam etti. Mücadeleci kişiliğinin de etkisiyle, çevresindeki halka giderek büyüdü. Şafii ve Eş'ari âlimlerin karşı çıkmalarına rağmen, halk ve idareciler üzerindeki etkisine engel olunamadı.

İbni Teymiyye, yazdığı eser ve görüşlerinden dolayı 1320 yılında tekrar hapsedildi. Beş aydan fazla bir süre hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı. Ancak, Peygamber mezarları ve mukaddes beldelerin ziyareti hakkında verdiği fetva ve yazdığı risâlelerden dolayı tekrar tutuklandı. Bundan sonra fetva vermesine yasak kondu. İki yıl daha hapis yatarken, eser yazmayı sürdürdü. Mezarların ziyareti hususundaki sert eleştirilerinden sonra, yazı yazmasına da izin verilmedi. Bundan sonra kendisini ibadete verdi. 1328 yılında hapishanede vefat etti.

Tartışmacı, yanlış bildiğini sert bir şekilde eleştirmekten ve fiili hareket dahil tepki göstermekten çekinmeyen kişiliğiyle, İslâm düşünce geleneğinde önemli bir etki bıraktı. Selefiyye görüşünün yılmaz savucusu olup, mevcut uygulama ve anlayışlara çok sert eleştiriler getirdi. Görüşlerini çekinmeden açıklayan ve her türlü sıkıntıyı göze alan kişiliğiyle bir çok âlimin takdirini kazandığı gibi, özellikle ağır eleştirilerinden dolayı çok sayıda tenkitçisi de olmuştur. Osmanlı idaresi ile birlikte Hanefi fıkhı gerileme devresine girmesine rağmen, İbni Teymiyye'nin etkisi devam etmiştir. Bu etkinin günümüze kadar gelen bir yansıması, Vehhabilik cereyanının doğması olmuştur. Bu cereyan, âlimin görüşlerinden büyük ölçüde etkilenmiş, önce fikirle başlayan hareket daha sonra siyasi bir nitelik kazanıp Suudî Krallığının kurulmasında önemli bir rol oynamıştır.

Risâle-i Nur'da İbni Teymiyye'nin ismi zikredilmiş, "Şimdi Haremeyn-i Şerîfeyne hükmeden Vehhâbîler ve meşhur, dehşetli dâhîlerden İbni-i Teymiye…" (Tarihçe-i Hayat, 1996, s. 434; Emirdağ Lahikası, 1997, s. 178-179) ifadelerine yer verilmiştir. Yirminci yüzyılın başlarında, gizli münafıkların, Vehhabiliği perde yapıp, İslâmiyet ve Kur'ân hakikatlerini muhafazaya çalışanlara zarar vermek için, bazı hocaları elde ettikleri ve bazı insanları Alevîlikle itham ettiklerine işaret edilmiştir. Buna karşılık, asırlardan beri devam ede gelen Sünni geleneğin, sahabeler arasında cereyan eden hadiseleri kurcalamamayı ve amelleriyle baş başa kalan şahsiyetleri tartışma konusu yapmamayı esas aldıkları hatırlatılmıştır.

İbni Teymiyye ve takipçileri için; "lbni Teymiye ve lbni Kayıme'l-Cevzî gibi zâtlar Muhyiddîn-i Arab (k.s.) gibi azîm evliyâya karşı fazla hücum ettikleri ve güyâ mezheb-i Ehl-i Sünneti Şîalara karşı Hz. Ebû Bekir'in (r.a.) Hz. Ali'den (r.a.) efdaliyetini müdâfaa ediyorum diyerek, Hz. Ali'nin (r.a.) kıymetini çok düşürüyorlar. Hârika fazîletlerini âdileştiriyorlar…" (Mektubat, s. 1997, s. 353) tesbiti yapılmış ve Risâle-i Nur'da önemli açıklamalara yer verilmiştir.

İbni Teymiyye; akaid, kelâm, kıraat, tefsir, fıkıh, hadis, fıkıh usulü, din ve mezhepler tarihi, felsefe, mantık gibi değişik ilim dallarında sayısız esere imza atmış, muhtelif konulardaki fikir ve düşüncelerini yazıya dökmüştür. Kendisi çok sayıda eser yazdığı gibi, şahsı itibariyle çok sayıda esere de konu olmuştur.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
İbni Teymiyye / Teşbihin Tanıkları

İbni Teymiyye / Teşbihin Tanıkları

İbn Teymiyye’nin, tecsim akidesini zaman zaman konuşmalarına taşıdığı, minber ve kürsülerde savunduğu bilinmektedir. Çağının tanıklarından İbn Battuta, Ebu Hayyan ve İbn Cehbel’in şahadetleri bu noktada önem arz etmektedir. İbn Battuta’nın seyahat ettiği ülkelerdeki gözlem ve hatıralarını anlattığı “Tuhfetu’n-nuzzar fî ğaraibi’l-emsar” adlı eseri, İbn Teymiyye ve Onun tecsim akidesi ile alakalı ilginç bilgiler vermektedir:

Dımaşk şehrinde çeşitli konularda konuşan fakat aklından zoru olduğu anlaşılan Hanbeli fakihlerinin ileri gelenlerinden Takıyyuddin İbn Teymiyye adında biri vardı. Halka vaaz verir, insanlarda Ona karşı ileri derecede saygı gösterirlerdi. İbn Teymiyye, yaptığı bir konuşmadan dolayı fakihlerin tepkisini çekmişti. el-Meliku’n-Nasır’ın huzuruna çıkarılıp, kadılar tarafından sorgulandı ve hapse atıldı. Yıllarca hapiste kaldı. Bu müddet içerisinde 40 ciltten oluşan ve adını “el-Bahru’l-muhit” koyduğu bir tefsir kaleme aldı. Annesinin ricası üzerine sultan Onu serbest bıraktı. İbn Teymiyye, Dımaşk de bulunduğum sırada –önceden- tutuklanmasına sebep olan ifadeleri tekrar etti: Cuma günü cemaat olarak hazır bulunduğum camide, insanlara vaaz ve nasihatta bulunurken minberin merdiveninden bir basamak aşağıya inerek “muhakkak ki Allah Teala benim buradan indiğim gibi dünya semasına inmektedir.” şeklinde bir cümle sarfetti. Maliki fakihi İbn Zehra söylediklerine karşı çıktı. Cemaatte ayağa kalkıp sarığı başından düşünceye kadar ona dayak attı. Neticede bir daha tutuklandı ve hapsedildiği kalede ölünceye kadar tutuklu kaldı. [44]

İbn Teymiyye’yi ta’dil eden biyografi yazarlarının reddettiği bu ifadeyi, farklı vurgularla müfessir Ebu Hayyan “el-Bahru’l-Muhît” ve “en-Nehru’l-mâd” adlı tefsirlerinde nakletmektedir. Ebu Hayyan bir çok yerde Onun tecsimi çağrıştıran ifadelerini tenkit etmektedir. Ne var ki elimizdeki matbu nüshalarda bu tenkitlerin bir çoğundan tek bir harf bulmak mümkün değildir. Çünkü baskı sürecinde her iki eserden de İbn Teymiyye’nin tecsimle alakalı görüşleri çıkartılmıştır. İbn Teymiyye’nin açıkça Allahü Tealaya cisim isnat ettiğini söyleyen Zahid Kevseri[45] bu noktada şunları söylemektedir: “Ebu Hayyan, ‘O’nun kürsüsü bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır.’[46] ayetini tefsir ederken muasırı olan İbn Teymiyye’nin “Kitabu’l-Arş” adlı -kendi el yazısıyla kaleme aldığı- eserinde şu ifadeleri okuduğunu nakletmektedir: ‘Allahü Teala kürsüde oturmaktadır. Yanı başında boşalttığı yerde ise Onunla birlikte Hz. Peygamber oturmaktadır.” Elyazması nüshalarda var olan bu ifadeler kitabın musahhihi tarafından matbu nüshalara alınmamıştır. Musahhih, Kevseri’ye, din düşmanlarının hadiseden nemalanmamaları için böyle bir tercihte bulunduğunu söylemiştir. [47]

Ebu Hayyan “el-Bahru’l-Muhît”in muhtasarı olan “en-Nehru’l-mâd” adlı tefsirinde de İbn Teymiyye’nin tecsimle alakalı görüşlerini tenkit etmektedir. Kitabı tahkik eden Bûran ed-Dannavî ve Hidyan ed-Dannâvî İbn Teymiyye’ye isnat edilen tecsimle alakalı bölümü tefsirden çıkartmışlardır.[48]

İmam es-Sübki (v. 756) “es-Seyfu’s-sakîl fî’r-reddi alâ İbn-i zefîl” adlı eserinde, Ebû Hayyan’ın belli bir dönem kendisinden övgüyle bahsettiği İbn Teymiyye’yi “Kitabu’l-Arş” adlı eserini okuduktan sonra ölünceye kadar lanetlediğini yazmaktadır.[49]

Şafii ulemasından Şihabuddin İbn Cehbel de İbn Teymiyye’nin tecsimle alakalı görüşlerini reddeden bir risale kaleme almıştır.[50] İbn Cehbel eserinin sonunda “İbn Teymiyye’nin sapıklık ve inadının derecelerini açıklamak için tahrif ve fesadından kaynaklanan açıklamalarını bekliyoruz.”[51] demesine rağmen İbn Teymiyye Onun bu meydan okumasına cevap ver(e)memiştir.

[44] Muhammed b. Abdillah b. Muhammed İbn Battuta, Tuhfetu’n-Nuzzar fî Ğaraibi’l-Emsar (Rıhlet-u İbn Battuta), Beyrut, 2004, s. 88. [45] Kevseri, el-Esma ve’s-Sıfat, (d. not: 2), s. 286. [46] Kur’an, Bakara(2): 255. [47] Muhammed Zahid el-Kevseri, es-Seyfu’s-Sakîl fî’r-Rreddi alâ İbn-i Zefîl, (el-Akidet-u ve ilm’l-kelam min a’mali’l-imam Muhammed Zahid el-Kevseri içerisinde), (d. not: 1), Beyrut, 2004. [48] Bkz. Abdulhamid, a.g.e., (d. not: 1), s. 125. [49] Takıyyuddin es-Sübki, a.g.e., s. 477-478. [50] Bkz. Tacüddin Abdulvahhab b. Ali es-Subki, Tabakatu’ş-Şafiiyyeti’l-Kübra, t.y., IX, 35-91. [51] Tacüddin es-Sübki, a.g.e., IX, 91.

İhsan Şenocak, İnkişaf dergisi, No:7




"The above account given by Ibn Battuta has been discounted by certain people; especially by Ibn Taymiyya's supporters, simply because they believe that Ibn Taymiyya would never have made the anthropomorphic statement, 'Allah comes down to the sky of this world just as I came down now', and then he allegedly took a step down the pulpit to demonstrate how Allah descends (nuzul). Even if one was to denounce Ibn Battuta's account as being a false and fabricated statement, one may wish to know that the greatest scholar of Hadith in his time, Shaykh al-Islam al-Hafiz Ahmad ibn Hajar al-Asqalani (Rahimahullah) has reported an incident in al-Durar al-kamina (1, 164) where again ibn Taymiyyah descended the steps of the minbar in order to illustrate his understanding of how Allah descends (nuzul) as early as the year 705/1305 AH (some 21 years before Ibn Battuta's account). Hafiz Ibn Hajar's source for this incident was one of Ibn Taymiyya's own disciples by the name of Sulayman Najm al-Din al-Tufi al-Hanbali (d.716/1316)."


Kaynak: Ta'wil

Bunun tercümesi:


"İbn Battuta'nın anlattığı hadise bazı kişiler tarafından inkar edilmiştir; bilhassa İbni Teymiyye'nin destekçileri tarafından. Çünkü İbni Teymiyye'nin “muhakkak ki Allahü teâlâ benim buradan indiğim gibi dünya semasına inmektedir” şeklinde bir cümle söyleyip Allahü teâlânın nüzulünü göstermek için minberden bir basamak inmiş olabileceğine inanmıyorlar. Ancak, İbni Battuta'nın anlattığını uydurma ve yanlış olarak kabul etsek bile, şunun bilinmesinde fayda var ki asrının en büyük hadis alimi Hâfız İbni Hacer el-Askalânî Ed-duraru’l-kâmine isimli kitabında (I, 164) benzer bir olayı rapor etmektedir. h.705/m.1305 yılında (İbni Battuta'nın anlattığından 21 sene önce) meydana gelen bu olayda, İbni Teymiyye yine Allahü teâlânın nüzulünü nasıl tahayyül ettiğini anlatmak için minberin basamaklarından inmiştir. Hâfız İbni Hacer'in bu olay için kaynağı İbni Teymiyye'nin kendi talebelerinden Süleyman Necmeddin el-Tufi el-Hanbeli'dir (vefatı h.716/m.1316)."
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Necip Fazıl'dan Teymiyye

Necip Fazıl'dan Teymiyye

"..."

İkinci devre, temas ettiğimiz gibi, hezeyan aklından sonra akıl hezeyanı çığrıdır ve İbn-i Teymiyye isimli kişiden başlar.

«Hezeyan aklı» tabirinde ağırlık hezeyanda, «akıl hezeyanı»nda ise akılda... Birinde asıl, akıl taslayan hezeyan, öbüründe de hezeyana varan akıl... A-B çizgisi veya B-A hattı... Aynı şey... Fakat küçük bir (nüans-incelik)farkiyle ikincisi çok mühim ve nazik... Zira bu devrenin kapı açanı, günümüze kadar gelen ve günümüzde yeniden uyandırılmak istenen, İslam'a materyalist bakışın son derece tahripçi ve ilerideki ihtilatlariyle gayet tehditçi ilk örneğidir.

Hicri 5. ve 6. Asırlarda Hasan Sabbah'a kadar gelen ve sonra bir müddet durdurulan hezeyan aklı,7. Asrın sonunda ve 8. Asrın başında İbn-i Teymiyye eliyle ve dış idrak perdesinde mantıki hissini verici bir şeytaniyet dehasiyle, arada devletini kurmuş ve günümüzün iman iddiasındaki sefil idraklerine kadar nüfuz etmiş olarak sürüp geldi.

Ne gariptir ki, bazı muteber İslam ansiklopedilerinde, kıymet hükmü eserlerinde ve çağımızın birtakım karabaş beyaz sarıklılarında ve fetva hokkabazlarında İbn-i Teymiyye, akıl ermez bir itibar merkezi ve ihtiram hedefidir. 7.Asırdan beridir de, büyük bir velinin «dini içinden yıkan kafir» diye andığı bu itikat akrebini ateşle halkalayıcı bir davranış yapılamamış daha doğrusu, onun ilerideki ihtilatlarına karşı bir panzehir tertiplenememiş, bu mevzu küçümsenmiştir.

Büyük bir alim olduğu, hele Hadis ilminde parmakla sayılacak İnsanlar içinde bulunduğu bir hakikattir. Fakat İmam-ı Gazali gibi bir hikmet dehasına saldıran ve onu hadis ilminde cahillikle suçlayan bu adam «kitap yüklü merkep» ölçüsünü yüzde yüz canlandırıcı haliyle cehaletin ta kendisidir.

«Makul ve menkul (akıl ve nakil yoliyle gelen) ilimler arasında uygunluk» isimli 6 ciltlik eseri etrafında yüzlerce eser sahibi... Kimi felsefeye, kimi bid'atlere, kimi Hıristiyanlık hayal ve masallarına, kelam ilmine, Rafizilere, Şiilere ve Kaderiyyecilere çatan bu eserlerin yalnız başlıklarını okuyanlar, içinde bomba saklı bir çukulata kutusu gibi onu, en tatlı manada bir Sünnet Ehli mütefekkiri sanabilirler... Fakat kutuyu açıhnca bomba patlar ve «Kitab-ül-İman» isimli eserin sahibi bu sapığın, akli metoda hezeyan kusturan ve maverai idraki katleden «suret-i hak» peçeli bir imansız olduğu meydana çıkar.

Davası, şu maddelerin çerçevesi içinde hulasa edilebilir: «Kur'an ayniyle, noktası noktasına zahirine göre anlaşılmalı ve ele alınmalıdır. Allah, Kur'anında Arş üstünde istiva ettiğini, zatiyle mekan ifade ettiğini mi bildiriyor, aynen böyledir ve onu şekil ve mekandan tenzih edici hiçbir mecazi idrake sebep yoktur. Allah (benim elim her elin üstündedir!) buyururken bu ifade mecazi değil, aynen vakidir. Bahis mevzuu el de bildiğimiz insan elidir.»
Ve işin en korkunç tarafı şu hükümde:

«Allah, ayniyle insan şekil ve suretindedir.»

Nitekim bir gün Şam'da zehrini ürettiği demlerde minberden bir iki basamak iner ve şöyle der:

- «İşte Allah, benim bu minberden indiğim gibi yere iner! »

Serapa küfür belirten bu görüşten sonra talak (boşanma) ve zekat bahsinde şeriate tam zıt nice iddialar... Din ölçülerinin üçüncü temeli «icma-ümmetin toplu hükmü» usulüne aykırılık ve bu aykırılığın caiz olduğu hükmü... Hazret-i Ömer ve Ali'ye hücumlar ve onların güya yanıldıkları noktaları sayıya vurmalar... İmam-ı Gazali ve Muhiddin Arabi'yi küfürle itham etmeye kadar gitmeler.

Ve en hassas tehlike noktası ve nasipsizlik ifadesi olarak, tasavvufu, batın temelini, topyekun evliyayı, ruhu, ruhaniyeti inkar etmesi ve onlara yönelmeyi küfür sayması, türbe ve mezarları ziyarete şirk göziyle bakması, hatta Allah Resulünün Kabe'den üstün bilinen mukaddes Ravzasına kadar ruhaniyet yollarını tıkamaya kalkması...

Bu adam, apaçıktır ki, dış dünyayı dışların dışından beş hasseden başka hiçbir anlayış ve seziş melekesine sahip değildir ve İlahi idrakten yana kör ve topaldır.

İbn-i Teymiyye, aklı çıkmaz sokaklara sürücü ve güya mantık zırhı içinde yürütücü ve topyekün insan ve kainatı kaybettirici nazariyelerinin, kendisinden 4 asır sonra da batı materyalizmasına akraba bir mahiyet kazanmasına ve arınmasını bekleyen İslamı temelinden çürütme istidadının doğmasına vesile olmasaydı ele alınmaya değmezdi. Fakat belirttiğimiz hususiyetleri bakımından, İslamı arınma davasının en büyük düşmanları arasında yer alıyor ve kozasında ölen bir böcek gibi eserlerinin ölü muhafazası içinde bırakılmaya gelmez bir mahiyet arzediyor.

Bugünkü Vehhabiliğin, başıboş içtihad davranışlarının, her türlü reformcuların, her türlü ruh ve mana zedeleyicilerinin, doğrudan doğruya, yahut dolayısiyle babası İbn-i Teymiyyedir ve onu «İslam materyalisti» diye yaftalamak yerinde bir teşhistir. Zira o'nun sistemi Allah ve Resulüne inanmanın değil, inanmamanın ve ancak böyle olursa tersinden mantıkı bir tertibe girmesi kaabil bir görüş belirtmektedir ve güneşi kabul edip ışığını kabul etmemek gibi bir akıl hezeyanı içine düştüğü tezat kuyusunu sadece herşeyi inkar etmek suretiyle kapatabilir ve tezadsız bir küfür olarak kalır. Oysa, en büyük tezad içinde küfür... Allaha, yani gaibe inanan, böylece gaibler ve sırlar alemine bel bağlayan bir anlayış nasıl olur da ruhu, ruhaniyeti reddeder, Kur'andan başlayarak herşeyi beş hasse planına bağlar ve Yaratıcıya insanı vasıflar verir?...

Bütün bu verdiğimiz bilgiler gerçeğe öylesine uygundur ki. Batı kaynaklı ve Cumhuriyet mamülü bir eser olmasına rağmen sanki Sünnet Ehli diliyle konuşuyormuşçasına, Maarif Vekaletinin yayınladığı «İslam Ansiklopedisi»nde bile kayıtlıdır.

İbn-i Teymiyye devri Osmanlı Devletinin kuruluş zamanlarına tesadüf eder. Merkezini kurduğu yer, Mısır... Mısır Sultanının huzurunda bazı din adamlarıyla tartışmalara girişir ve neticede Kahire kalesinde hapse atılır. Bir müddet sonra kurtulur. Mısır'dan çıkar ve aynı yolda devam ettiği için Şam zindanına atılır.

İslam alimleri İbn-i Teymiyye mevzuunda değişik fikirlere yer vermiş ve bir kısmı onu rafizilik ve küfürle suçlandırırken bir kısmı da ilmine hayran ve iddialarına taraftarımsı veya sükuti bir tavır takınmışlardır. İbn-i Batuta ve İbn-i Hacer gibi büyükler o'nun sapıklığına inananlar arasındadır. Buna mukabil, birkaç asır sonra gelecek ve en tehlikeli yolu açacak olan Mısırlı Şeyh M. Abduh tarafından kurulan «Mısır Islahat Fırkası» onun eserlerine kucak açmış ve yerinde görüleceği gibi, İslamı asliyetinden inhiraf ettirmekten başka manaya çekilemez reformculuk cereyanının ilk destekçisi saymıştır.

Kur'an ve Hadisin zahirine göre itikat ve amel etmek ve bu iki emir kutbunun hakikatine erme yolunda ne «İcma», ne de «Kıyas» gibi hiçbir vasıta tanımamak, maverai her anlayış ve görüşü dibinden kazımak ve böylece başta Kur'an ve Hadis bulunmak üzere topyekün kainatı elden çıkarmak ve ebedi helake yol açmak metodundaki bu adam, birkaç cilt içinde serptiği zehirli tohumların, nihayet bir devlet ve maddecilik dünyasına uygun bir zihniyet ağacı haline gelmesinden başlıca sorumludur.

«Arınma Çağında İslam»ın da, içten başlıca bozguncusu olarak tam bir teşrih ve tahlile tabi tutulması gereken habaset merkezi...
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Yine Bir Teymiyye Vakası

Yine Bir Teymiyye Vakası

Aşağıdaki yazı, Dr. E. Sifil'in "İbni Teymiyye ve Selefilik" başlıklı makalesinden alınmıştır:



Söz gelimi "Rahman Arş'ı istiva etti" (9) ayetinde geçen "istiva"yı "hükümranlığı altına almak" vb. şeklinde tevil etmek [İbni Teymiyye'ye göre] doğru değildir.

Bu konuda şöyle der:

"Ehl-i Sünnet'e gelince, -İbn Teymiyye'nin de kendisini Ehl-i Sünnet'e nisbet ettiği malumdur (E.Sifil)- onlar şöyle derler: "Arş'ı istiva, keyfiyetsiz bir şekilde Allahü teâlânın bir sıfatıdır. Kişinin, buna iman etmesi ve bunun (nasıl olduğunun, E.Sifil) bilgisini Allah'a havale etmesi gerekir." (10)

İbn Teymiyye sözü bu noktada bırakmış ve tevile sapmamış olsaydı hem kendisiyle çelişmemiş olur, hem de itiraza muhatap olmaktan kurtulurdu. Ne var ki böyle yapmamış ve aşağıda zikredeceğim tarzda tevile bizzat kendisi başvurmuştur.

"İstiva" konusunu işlediği yerlerden birisinde, bu kelimenin ("istevâ alâ" ifadesinin) bir tek anlamı bulunduğunu söyler ve şöyle der:

"Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), üzerine binmek için hayvanının yanına geldi; ayağını üzengiye koyduğu zaman "Bismillah" dedi. Hayvanın sırtına oturduğu (istevâ alâ zahrihâ) zaman "Elhamdülillah" dedi. İbn Ömer de şöyle demiştir: "Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bineğine bindiği zaman (istevâ alâ ba'îrihî) ... Bu anlam, iki hususu ihtiva eder: İstiva edenin, istiva ettiği şeyden yüksekte olması ve onunla aynı seviyede olması. Bir şeyden aşağı seviyede olanın durumu hakkında "istevâ aleyhi" denmez." (11)

Allahü teâlânın Arş'ı istiva etmesi İbn Teymiyye'ye göre onun "üzerinde" bulunması anlamında olduğuna göre burada şöyle bir problem ortaya çıkmaktadır: Allahü teâlânın varlığı ezelî olduğuna göre, Arş'ı yaratmadan önce Allahü teâlâ nerede idi?

İmam Ebu Hanife bu konuda şöyle der: "Allahü teâlâ, kendisi için ihtiyaç ve (Arş'ın üzerine) istikrar (yerleşme) söz konusu olmaksızın Arş'ı istiva etmiştir. O, Arş'ı da, Arş'tan başkasını (diğer yarattıklarını) da korumaktadır. Eğer (Allahü teâlâ Arş'a ve bir yerde yerleşmeye) muhtaç olsaydı, tıpkı mahluklar gibi alemi yoktan var etmeye ve idareye muktedir olmazdı. (Bir mekânda) oturmaya ve karar kılmaya muhtaç olsaydı, Arş'ın yaratılmasından önce Allahü teâlâ nerede idi? Yüce Allah bundan (bir yere yerleşmek ve orayı mekân tutmaktan) münezzehtir" (12)

"İstiva" meselesinde İbn Teymiyye'nin çözmesi gereken problemlerden özellikle ikisi dikkat çekicidir:

ı. Önce sıfatlar konusundaki nassları, zahir ifadelerini esas alarak anlamak ve tevile sapmamak gerektiğini söylemekte, ancak daha sonra yine bizzat kendisi, "istiva" kelimesinin "oturmak, yerleşmek" anlamında kullanıldığı rivayetleri ileri sürerek, daha önce de gördüğümüz gibi fiilen tevil yapmış olmaktadır.

2. İmam Ebu Hanife'nin sorduğu, "Arş'ı yaratmadan önce nerede idi?" şeklindeki hayatî soruya İbn Teymiyye'nin verdiği cevap, Arş'ın da "kadîm" olduğu şeklindedir ki bu, ilkinden daha çetin bir problemi doğurmaktadır: Eğer Arş kadîm ise, bu durumda zorunlu olarak şu iki durumdan birisi söz konusu olacaktır:

A. Arş da tıpkı Allahü teâlâ gibi -haşa- "vacibu'l-vücud" (varlığı zorunlu)dur. Oysa bu özelliğin ancak Allahü teâlâda bulunabileceği izahtan varestedir.
B. Arş'ı da Allahü teâlâ yaratmıştır. Ancak Allahü teâlâ ezelden beri Arş'ı istiva etmekte olduğu için Arş'ın hem ezelî, hem de mahluk (hâdis, sonradan var olmuş) olması gerekir.

İbn Teymiyye bu problemi, "havâdis"in (ezelî olmayan, sonradan var olan varlıkların) ve cisimlerin "cins/nev" olarak kadîm (öncesiz) olabileceğini söyleyerek çözmeye çalışmaktadır. Onun bu konudaki görüşü Minhacu's-Sünne'nin kenarında Muvafakatu'l-Ma'kul adıyla (13) ve müstakil olarak da Der'u Te'arudi'l-Akli ve'n-Nakl adıyla basılan eserinde (14) tafsilatlı olarak görülebilir.

Dolayısıyla İbn Teymiyye'ye göre Arş'ın da nev'î olarak kadîm olması icabeder ki, Celâluddîn ed-Devvânî, Şerhu'l-Adudiyye'de İbn Teymiyye'nin, bir eserinde Arş'ın nev'î olarak kadîm olduğunu söylediğini belirtir.

Muhammed Abduh da bu ifade üzerine yazdığı ta'likte şunları söyler: "Bunun sebebi İbn Teymiyye'nin, ayet ve hadislerin zahirî ifadelerini esas alan ve Allahü teâlânın Arş'a, oturmak suretiyle istiva ettiğini söyleyen Hanbelîler'den olmasıdır. Kendisine, Allahü teâlâ ezelî olduğu için O'nun mekânının da ezelî olması gerektiği için bu görüşün Arş'ın ezelî olmasını icabettirdiği, Arş'ın ezelî olmasının ise onun görüşüne aykırı olduğu söylenerek itiraz edilince, "Arş nev' olarak kadîmdir" demiştir. Bu şu demektir: Allahü teâlâ, ezelden ebede kadar bir Arş'ı yok ederken diğerini yaratır ki, Allahü teâlânın istivası ezelî ve ebedî olsun ...."

Buna bağlı olarak İbn Teymiyye'de problemli olarak görülen bir diğer husus, Allahü teâlânın bir "yön"(cihet)de olduğunu söylemesidir.(15)

Ona göre Arş, ya dairesel bir şekilde felekleri ihata etmekte veya dairesel bir şekilde olmaksızın feleklerin üzerinde yer almaktadır. (16) Bu ihtimallerden ikincisi konumuz bakımından İbn Teymiyye'nin bakış açısına göre herhangi bir problem arz etmemektedir. Çünkü Allahü teâlâ Arş'ın üzerinde bulunduğuna ve Arş da dairesel olmaksızın feleklerin (göklerin) üzerinde bulunduğuna göre Allahü teâlânın o yönde olması anlaşılabilir bir husustur.

Ancak Arş'ın felekleri ihatasını anlatan ilk ihtimal kabul edildiğinde ortaya şöyle bir soru çıkmaktadır: Allahü teâlâ Arş'ı istiva ettiğine ve Arş da dairesel olduğuna göre, Allahü teâlânın bir "yön"de bulunduğunu nasıl söyleyebiliriz?

Bu soruyu İbn Teymiyye de sormakta ve şöyle demektedir: "Birisi şöyle diyebilir: Arş dairesel bir şekilde olduğuna ve Allahü teâlâ da onun ötesinde ve ondan ayrı olarak onu ihata ettiğine göre, kulun, dua ve ibadeti esnasında Allahü teâlâya yönelmek maksadıyla alt tarafı değil de yukarıyı esas almasının faydası nedir?. Ona şöyle denir: Bu, feleğin (göğün) yarısının yeryüzünün alt kısmına geldiğini düşünenlerin vehminden ileri gelen bir sorudur. ( ... ) Bu büyük bir hatadır. Zira eğer feleğin yarısı belli bir yönde yeryüzünün alt kısmında bulunmuş olsaydı, onun, her yönden yeryüzünün altında olması gerekirdi. Bu ise feleğin mutlak olarak yeryüzünün altında olmasını gerektirir ki, böyle düşünmek, hakikatleri tersine çevirmek demektir. Zira felek mutlak olarak yeryüzünün üstündedir. .. Dua ve ibadet esnasında kişinin matlubu, diğer yönlerdense yükseklik tarafından kendisine daha yakındır. Bir kimse veya bir melek göğe veya yukarıya çıktığı takdirde, onun bu yükselişi, başının bulunduğu yönde (yukarıya doğru) olursa daha kestirme olur."(17)

Bu yazının başlarında da belirttiğim gibi, İbn Teymiyye, meseleleri Selefin yaptığı gibi belli bir noktadan ileriye götürmemiş olsaydı, söyledikleri etrafında kopan onca gürültüye fırsat vermemiş olurdu. Ancak ne yazık ki böyle yapmamıştır. Mesela bir münazarasında şöyle demiştir: "Allahü teâlâya (O'nun bulunduğu yöne) parmaklarla hissî (maddî/fiilî) bir şekilde işaret edilemez" sözü bana ait değildir. Aksine benim sözlerim arasında, nefy erbabı bid'atçilerin, "Allahü teâlâya işaret edilmez" türünden bid'at sözlerinin kınanması vardır. Allahü teâlâya işaret edilemeyeceğini söylemek bid'attir." (18)

Bu tavrın bir yansıması olarak yukarıda bir kısmını aktardığım sözleri esnasında şöyle der:

"Ebu Hureyre ve Ebu Zerr'den (radıyallahü anhümâ) nakledilen "ip sarkıtma" hadisine gelince, onu et-Tirmizi ve başkaları, el-Hasanu'l-Basri'nin Ebu Hureyre'den rivayeti olarak nakletmişlerdir ki münkatıdır. Zira el-Hasanu'l-Basri, Ebu Hureyre'den hadis işitmemiştir. Bununla birlikte merfu Ebu Zerr rivayeti onu takviye eder. Eğer bu hadis sabit ise, mânâsı bu söylediğimize uygundur. Bu hadiste geçen, "Eğer biriniz (yerin en aşağı tabakasına) bir ip sarkıtsa, Allah'ın üzerine düşer" ifadesi, takdiri bir faraziyedir. Yani "eğer böyle bir ip sarkıtma hadisesi mümkün olsaydı, sarkıtılan ip Allah'ın üzerine düşerdi. Ancak herhangi bir kimsenin Allah'ın üzerine bir şey sarkıtması mümkün değildir. Çünkü O, bizzat yücedir ve yeryüzünün alt tarafına doğru bir şey sarkıtıldığı zaman, sarkıtılan o şey, yeryüzünün merkezinde durur; diğer yöne yükselmez. Ancak faraza eğer böyle bir sarkıtma hadisesi mümkün olsaydı, hadiste zikredilen durum meydana gelirdi." (19)

İbn Teymiyye'nin, el-Hasanu'l-Basri rivayetini (20) takviye edici özellikte olduğunu söylediği Ebu Zerr (radıyallahü anh) rivayetinin senedinde de problemler mevcuttur. Zira bu rivayet de münkatıdır (senedinde kopukluk vardır) ve ravilerinden Ahmed b. Abdilcebbar, hadis tenkitçileri tarafından aleyhinde konuşulmuş birisidir.(21) Üstelik bu rivayet, İbn Teymiyye'nin "Feleğin bir kısmının yeryüzünün alt tarafına gelmediği" tarzındaki açıklamasıyla çelişki arz etmektedir. Arş, felekleri ihata ettiğine göre, bu hadise göre onun da bir kısmı yeryüzünün alt tarafına gelecektir. .. (22)

Yine Arş'ı istiva meselesini ele aldığı birçok yerde, Allahü teâlânın, Arş'tan da diğer mahlukattan da müstağni olduğunu, Arş'ı istivasının, ona muhtaç olduğu anlamına gelmediğini, Arş'tan ayrı olduğunu (ona temas etmediğini), O'nun Arş'ı istivasının, mahlukatın istivası gibi olmadığını söyler. (23)

Ancak "Etît" veya "Etîtu'l-Arş" hadisi diye bilinen hadis üzerinde dururken sergilediği tavır son derece dikkat çekicidir. Söz konusu hadisin birçok varyantında, Allahü teâlânın Arş'ı istivasından sonra Arş'ın "dört parmaklık" bir yerinin fazla geldiği (bir anlamda "boş kaldığı") ifadesi mevcuttur.
İbn Teymiyye Allahü teâlânın istivası neticesinde Arş'ın dört parmak bile fazlalığının kalmadığını söylemenin doğru görüş olduğunu vurgular ve şöyle der: "Burada Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Allahü teâlânın Arş'ı istivası sonucunda Arş'ta, ölçü olarak zikredilen şeylerin en basiti olan bu miktar, yani dört parmak kadar dahi fazla (boş) yer kalmadığını beyan etmiştir."(24) (*)

Rivayetin bünyesindeki zaafları görmezden gelerek yapılan bu izahın Allahü teâlânın azametini vurgulamaya mı, yoksa sınırlamaya mı hizmet ettiği, üzerinde düşünmeye değer bir husustur. ..

Ayrıca Arş'ın, Allahü teâlânın ağırlığı sebebiyle "yeni yapılmış bir hayvan palanının, binicinin ağırlığı sebebiyle gıcırdaması gibi" gıcırdadığı da bu rivayette zikredilmiştir. İbn Teymiyye'nin, söz konusu hadis üzerinde yaptığı geniş değerlendirmeler esnasında işbu "gıcırdama" meselesini nefyeden herhangi bir ifade kullanmamaya adeta özel bir itina gösterdiği dikkatten kaçmamaktadır. (25)

Ancak bir taraftan Allahü teâlânın Arş'a istivasının, onunla temas etmek veya onun üzerine oturmak anlamına gelmediğini söylerken, diğer yandan Allahü teâlânın Arş'ın üzerine oturduğunu ve ağırlığı sebebiyle Arş'ın gıcırdadığını zımnen kabul etmek ciddi bir çelişki teşkil etmektedir.

İbn Teymiyye, bütün bu konularda Kur'an ve Sünnet'te mevcut ifadelerin tevil edilmeksizin zahirî anlamlarıyla kabul edilmesi gerektiğini ileri sürerken adeta tenzih içinde teşbih/tecsim veya teşbih/tecsim içinde tenzih gibi çelişkili bir durum sergilemekte ve yukarıda örneklerini sunduğum tarzda zaman zaman kendisi de tevile başvurmaktadır.

Allahü teâlânın, bazı zamanlarda ve bazı kullarına "bizzat" yaklaştığını söylemesi de(26) bunun bir diğer örneğidir. Bununla birlikte o, zahiriyle Allahü teâlânın "gökte" olduğunu ifade eden ayet ve hadisleri tevil eder (27), "Nereye dönerseniz Allah'ın vechi oradadır" mealindeki ayette geçen "vech" kelimesinin ise müteşabih olmadığını söyleyerek yine bir anlamda tevil yapar. Keza "O'nun iki eli de açıktır" mealindeki ayette geçen "el" kelimesini olduğu gibi kabul ederken, elin "açık" olmasını ise Allahü teâlânın cömert olması, nimet ve ihsanının bol olması şeklinde tevil eder. (28)

İbn Teymiyye'nin Akidevî görüşleri arasında ulema tarafından eleştiri konusu edilmiş bulunan ve günümüzde de tartışma konusu olan hususlar bu yazıda zikredilenlerden ibaret değildir. Cehennem'in ebedî olmadığı(**), tevessül meselesindeki menfî tavrı (***) gibi hususlar da onun Akide sahasında şiddetli tenkitlere maruz kaldığı noktalardır.

(8) İbn Teymiyye'nin itikadi görüşlerinin yer aldığı eserlerinden el-Fetvâ'l-Hameviyye'sine, çağdaşlarından "İbn Cehbel" diye bilinen Şihabuddin Ahmed b. Yahya'nın el-Hakâiku'l-Celiyye adıyla kaleme aldığı reddiyede bu tutumundaki sapmalar ortaya konmuştur.
(9) 7/el-A'raf, 54; 20/Tâ-hâ, 5 ...
(10) Mecmu'u'l-Fetava, XVI, 400.
(11) Mecmu'u'l-Fetava, XVII, 375.
(12) Bkz. el-Vasıyye, 73.
Bazı matbu nüshalarda bu ifadede önemli bir hata mevcuttur. Bkz. Çağdaş Dünyada İslami Duruş, 168 vd.
(13) Bu baskı eksiktir.
(14) Özellikle Fahruddin er-Razi'ye yaptığı eleştiriler meyanında, I, 399 vd.
(15) Minhacu's-Sünne, I, 264.
(16) Bkz. Mecmu'u'l-Fetava, VI, 545 vd.
(17) er-Risaletu'l-Arşiyye, (Mecmu'u'l-Fetava içinde), VI, 567 vd.; Arşu'r-Rahmân içinde,91.
(18) Bkz. Mecmu'u'l-Fetava, V, 265.
(19) Bkz. Mecmü'u'l-Fetava, VI, 571 vd., Arşu'r-Rahmân, 91.
(20) Bu rivayetin senedinde bulunan el-Hakem b. Abdilmelik zayıf bir ravidir. Yine bu senetteki Katade, müdellis (bu kavram için Usul-i Hadis kitaplarına bakılmalıdır) bir ravidir ve İbn Teymiyye bunlara değinmemektedir.
(21) Hadis için bkz. et-Tirmizi, "Tefsiru Süreti'l-Hadid"; Ahmed b.Hanbel, II, 370; el-Beyhaki, el-Esmâ ve's-Sıfât, 401.
(22) Yukarıda geçen " ... yeryüzünün alt tarafına doğru bir şey sarkıtıldığı zaman, sarkıtılan o şey, yeryüzünün merkezinde durur ve diğer yöne yükselmez ... " ifadesi, İbn Teymiyye'nin, dünyanın şekli ve uzaydaki konumu konusunda da oldukça farklı bir tasavvura sahip bulunduğunu göstermektedir.
(23) Bkz: Mecmu'u'l-Fetava, V, 262-3.
(24) Mecmu'u'l-Fetava, XVI, 438.
(25) Bkz. Mecmu'u'l-Fetava, XVI, 435, 437 vd. "Etîtu'l-Arş" hadisinin durumu hakkında ulemanın söylediklerini, sözü uzatmış olmamak için buraya almıyorum.
(26) Bkz. Mecmu'u'l-Fetava, V, 240 vd.
(27) Bkz. Mecmu'u'l-Fetava, XVI, 101.
(28) Bkz. Mecmu'u'l-Fetava, VI, 363.

Kaynak: Dr. Ebubekir Sifil, İslam ve Modern Çağ, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 2004; c.1, s.74-81.

NOTLAR:

(*) Hâfız İbni Hacer-i Mekkî (Heytemî) diyor ki: "İbn Teymiyye'nin, "Allah'ın cismi ve ciheti [yönü] ve intikal etmesi [yer değiştirmesi] var olup, boyutu Arş'ın boyutu kadardır, ondan ne daha az, ne de ondan daha büyüktür" demesinden, onun çirkin sözünün açıkca küfür olan bu yalanından Allahü teâlâ uzaktır. Allah onu ve kendisine tabi olanları utandırıp onun itikadında olan zümrenin topunu dağıtıversin." (Fetâvel-hadîsiyye)

(**) Bir başka makalesinde Ebubekir Sifil diyor ki: "Net olarak anlaşılmaktadır ki İbn Teymiyye, kâfir ve müşrikler için Cehennem azabının sonsuz olmayacağı, azapta çok uzun zaman kalsalar da oradan çıkacakları bir günün mutlaka geleceği görüşünü benimsemiş ve hiçbir yoruma mahal bırakmayacak tarzda savunmuştur." (İnkişaf Dergisi, No:7)

(***) İmam-ı Ebül-Hasen Sübkî diyor ki: "Resûlullah ile tevessül etmek, yani istigase etmek, ondan şefaat istemekdir. Bu ise güzel bir şeydir. Önceki ve sonraki İslam alimlerinden hiçbiri buna karşı birşey dememişdir. Yalnız İbni Teymiyye bunu inkar etdi. Böylece doğru yoldan ayrıldı. Kendinden önce gelen alimlerden hiçbirinin söylemediği bir bid’at çıkardı. Bu bid’ati ile müslümanların diline düştü."
__________________
 
Üst Alt