radikal
New member
Yanlışsa düzeltin lütfen demişsin; samimiyetine binaen düzeltmek istiyorum o zaman:
Üstad Bediüzzaman Said'i Nursi, zahiren şafii ile amel etse de, şeri anlamda her namazda dört mezhebi birden uygulardı. Yani namaz içerisinde 4 mezhebin de uygulamasını görürdün. Çünkü, makamı yüksek zatların bu dört temel mezhebleri aynı anda uygulamalarının tek nedeni; sünnete ittibaadır.
Dar'ül harb meselesi önce itikadi daha sonra ameli bir konudur. Yani, itikad ettiğiniz (inandığınız) bir ictihadı, bu görüşe uyarak, yapmadığınız bir ameli bu ictihada dayandırdığınız takdirde "niyetiniz" nedeni ile geçerlidir. Yoksa, cuma namazının farziyeti konusunda bütün İslam alimlerinin şek ve şüphe duymadan kabullendiği bir düşünceyi Üstad'ın (k.s.) red etmesi düşünülemez bile.
Fakat; bu da bir ictihaddır. Ama, ictihad sahibi bununla amel edilmesini murat etmediği takdirde, avamı bağlamaz. Mesela seni ve beni bağlamaz, biz ikimizde cuma'ya gitmek ile mükellefiz. Çünkü, bu ictihadın açıklama yönü bize yapılmamıştır. Bir müctehid hiç bir zaman kendi ictihadını dayatmaz. Daha iyisini bulursan onunla amel etmek boynumuzun borcudur. Kaldı ki; Üstad (k.s.) bu ictihadının açıklama bölümünü boş bırakmış ve başka insanlar ile paylaşmamıştır. Nedenlerini bilmediğimiz bir şeyin peşine de zımmen düşmemiz bizim hatamızdır.
Bakın burada ne anlatmak istedim. Hakk olan bir ictihad dahi, müctehid kişi tarafından uygulanma safhası açıklanmayıp umumun istifadesine sunmuyor ise, biz eski ictihad üzere amel de zorunluyuz. Bu nokta kişiselleşmiş ve öyle kalmıştır. Uyma zorunluluğu ortadan kalkmıştır.
Ama bu arkadaşlar olayın bu tarafından hareket ederek üstad'a laf söylemek için açık kapı sandıkları için böylesi bir konuya balıklama atlıyorlar. Biraz samimi ve ciddi olsalar her birinin şer'an da açıklaması yapılır. Fakat işi sulandırdıkları için, cevap bulamıyorlar. Hiç kimse de bu tür usluba cevap vermeye tenezzül etmez. Çünkü; ehli olamıyor. Eğer cevap verilirse bu sefer ilimin vakarı zillete düşer.
Altın çok değerlidir. Ama bu değer sadece senin ve benim açımdan biliniyorsa, üçüncü bir şahıs buna vakıf değilse, eline geçen altını çamura atması altınının zillete düştüğünün zahiri görüntüsüdür. Ama ikimizde o altını çamura attığını görsek, altın bizim için değerinden bir şey eksiltmez, değil mi ? İşte bunun gibi, altını ehli olana sunacaksın ki, değerini kayb etmesin.
Biz bu açıklamalara fazla girmeden bazen uslubu aynı oranda kişiye göre ayarladığımız zaman "kibirli" cevap vermiş oluyoruz. Oysa; kibriya sahibi yalnızca Rabbül Alemin'dir ve O (Celle celaluhu) dahi kuluna kibr yapmaz. Ben kim oluyorum da kibr yapayım. Sen, en sert tartıştığım arkadaşımsın, ama samimice sordun aynı samimi uslubda ve muhabbet içinde cevap aldın.
Üstad Bediüzzaman Said'i Nursi, zahiren şafii ile amel etse de, şeri anlamda her namazda dört mezhebi birden uygulardı. Yani namaz içerisinde 4 mezhebin de uygulamasını görürdün. Çünkü, makamı yüksek zatların bu dört temel mezhebleri aynı anda uygulamalarının tek nedeni; sünnete ittibaadır.
Dar'ül harb meselesi önce itikadi daha sonra ameli bir konudur. Yani, itikad ettiğiniz (inandığınız) bir ictihadı, bu görüşe uyarak, yapmadığınız bir ameli bu ictihada dayandırdığınız takdirde "niyetiniz" nedeni ile geçerlidir. Yoksa, cuma namazının farziyeti konusunda bütün İslam alimlerinin şek ve şüphe duymadan kabullendiği bir düşünceyi Üstad'ın (k.s.) red etmesi düşünülemez bile.
Fakat; bu da bir ictihaddır. Ama, ictihad sahibi bununla amel edilmesini murat etmediği takdirde, avamı bağlamaz. Mesela seni ve beni bağlamaz, biz ikimizde cuma'ya gitmek ile mükellefiz. Çünkü, bu ictihadın açıklama yönü bize yapılmamıştır. Bir müctehid hiç bir zaman kendi ictihadını dayatmaz. Daha iyisini bulursan onunla amel etmek boynumuzun borcudur. Kaldı ki; Üstad (k.s.) bu ictihadının açıklama bölümünü boş bırakmış ve başka insanlar ile paylaşmamıştır. Nedenlerini bilmediğimiz bir şeyin peşine de zımmen düşmemiz bizim hatamızdır.
Bakın burada ne anlatmak istedim. Hakk olan bir ictihad dahi, müctehid kişi tarafından uygulanma safhası açıklanmayıp umumun istifadesine sunmuyor ise, biz eski ictihad üzere amel de zorunluyuz. Bu nokta kişiselleşmiş ve öyle kalmıştır. Uyma zorunluluğu ortadan kalkmıştır.
Ama bu arkadaşlar olayın bu tarafından hareket ederek üstad'a laf söylemek için açık kapı sandıkları için böylesi bir konuya balıklama atlıyorlar. Biraz samimi ve ciddi olsalar her birinin şer'an da açıklaması yapılır. Fakat işi sulandırdıkları için, cevap bulamıyorlar. Hiç kimse de bu tür usluba cevap vermeye tenezzül etmez. Çünkü; ehli olamıyor. Eğer cevap verilirse bu sefer ilimin vakarı zillete düşer.
Altın çok değerlidir. Ama bu değer sadece senin ve benim açımdan biliniyorsa, üçüncü bir şahıs buna vakıf değilse, eline geçen altını çamura atması altınının zillete düştüğünün zahiri görüntüsüdür. Ama ikimizde o altını çamura attığını görsek, altın bizim için değerinden bir şey eksiltmez, değil mi ? İşte bunun gibi, altını ehli olana sunacaksın ki, değerini kayb etmesin.
Biz bu açıklamalara fazla girmeden bazen uslubu aynı oranda kişiye göre ayarladığımız zaman "kibirli" cevap vermiş oluyoruz. Oysa; kibriya sahibi yalnızca Rabbül Alemin'dir ve O (Celle celaluhu) dahi kuluna kibr yapmaz. Ben kim oluyorum da kibr yapayım. Sen, en sert tartıştığım arkadaşımsın, ama samimice sordun aynı samimi uslubda ve muhabbet içinde cevap aldın.