HZ. PEYGAMBERE SALAT VE SELAM GETİRMENİN ÖNEMİ
Sevgili Peygamberimize, mübarek adı anılınca her inanan kişi salat ve selam getirir. Ancak mırıldandığı bu kelimeler ruhunun derinliklerine ne kadar etki etmektedir? Bu kutsal ifadeler, o insanın iliklerine kadar işleyip, bütün canı-ruhu ile erişilmez anlamlar yakalayabilmesine sebep olmakta mıdır? Yoksa ağızdan çıkanı kulak duymamacasına hissetmeden, kalbi çarpmadan ruhsuz bir salat ve selam ediş mi bu?
İşte Sevgili Peygamberimiz Efendimize salat ve selam getirmenin anlamını yakalayabilmek için önce bu görevle sorumlu tutulan "insan"ın, Kur'an önündeki konumundan bir nebze bahsetmek istiyoruz.
İnsan adını alan varlık, çeşitli durumlar içinde yaşar. Bu durumlar, insanı hayatın realitesi ile karşı karşıya getirir, hatta onun içine sürükler. İnsan, yaşamını sürdürmek için bu durumları idealleştirmek, yani onlara bir anlam vermek, onlarda bir değer görmek zorundadır.
İnsan, içinde yaşadığı durumlara bir anlam veremediği, onlarda bir değer göremediği zaman onun yapıp-etmeleri sona erer; o artık yaşayamaz. Tek insan, yani fert bu tür durumların içine gireceği gibi, uluslar da bu tür durumların, çıkmazların içine girebilirler. İnsanın bu durumlardan sıyrılabilmesi, onlarla başa çıkması, ancak insanda kendisini yapıp-etmelerine verebilecek bir gücün bulunmasına bağlıdır.
Bu güç imandır. Eğer insan, inanan bir varlık olmasaydı, o zaman onun gerçek durumu nasıl olacaktı? İnanmayan bir varlık yapıp etmelerine nasıl anlam verebilir, nasıl bir değer görebilirdi? Nasıl kendisini yapıp-etmelerine verebilirdi; nasıl kendisini eğitebilirdi? Bu sebeple iman-inanma, insanın temel varlık şartıdır.
O halde Kur'an'ın insanı, şu üç ayrılmaz unsurun bütünüdür:
- İnanan varlık,
- İbadet eden varlık,
- Ahlakî değerleri kişiliğinde ve tarihte oluşturan varlık.
Kur'an'ın insanı, Kur'an'ın mü'mini olabilmek ve bu üç unsuru yaşama aktarabilmek için "bilgi"ye ihtiyaç vardır. Yaşamakta bulunduğumuz çağa bu açıdan, yani bilgi açısından baktığımızda "bilgi"nin gücünün ve ürünlerinin derinliğine hissedildiği görülecektir. Bir düşünürün dediği gibi: "Yüzyılımız, insanlık tarihinin tam ortasından geçen bir kuşak gibidir. Doğduğumuzdan bu yana olup bitenler, doğduğumuz güne kadar olup bitenlere neredeyse eşittir." Hızla gelişen ve değişen bilgi, "yaşam boyu eğitimi" bir zorunluluk haline getirmiştir.
Burada Kur'an'ın ilk inen ayetinin "Oku, yaradan rabbinin ismiyle oku!" (Alak 1) olduğunu hemen hatırlamalıyız. Tamamıyla insan'ı anlatan ve insanî olanı tespit eden bu ayet, müslümana, yaşam boyu eğitimi zorunlu kılmaktadır. Bu ayet-i kerimeye Kur'anî bütünlük bağlamında yaklaşınca "okumak"tan amacın olan varlık/olgun varlık olduğunu görmekteyiz. Yani Kur'an, günümüzdeki "bilmek, bilmek için" yaklaşımını kabul etmez. Çünkü bilmek, bilmek için olursa insanın gayesi önemli olan varlık olmak olur. Halbuki Kur'an, insanı, önemli varlık olarak değil, değerli olan varlık olarak görmek ister. Yani Kur'an'ın mü'mininin bilgisi hayata aktarılan, yaşama etki eden, hayata dönük olan ve beşikten-mezara sürecinde yaşam boyu eğitimle kazanılmış bilgidir. Yoksa teorik olan ve hayattan soyutlanmış bilgi, lüks için bilgi, bilgi değildir.
“Eğer takva sahibi olursanız mualliminiz Allah olur.” (Bakara 282)
“Rabbim! İlmimi artır, de.” (Taha 114) ayetleri ve bu konudaki diğer birçok ayet de bu bağlamda anlaşılmalıdır.
Yaşam boyu eğitimin günümüz açısından temel sorunu, "nitelikli bir öğretim-nitelikli bir eğitim" için "bilgi ve bunun aktarılması yöntemi"ni bulmakta yatmaktadır.
Nitelikli öğretim-eğitim, temelinde "anlama"nın olduğu bilginin kazandırılması ile mümkün olabilir. Bilginin aktarılmasında "anahtar kavramların ve temel yapıların kazandırılması" ön plana çıkarılmalıdır.
Bunun sonunda "anlama"ya (yani bilgiyi yapılaştırmayı ve bilgi parçalarının birbirine nasıl bağlanacağını gösteren bir araç olarak anlamaya) dayanarak kazanılan bilginin temellendirilmesi (ezberlenmesi değil), açıklanabilmesi, yeni bilgiler üretilmesi mümkün olabilir. Yani insanın bizzat îmâl-i fikir ederek ulaştığı, kendine mâlettiği, sorgulamayla kendinin kıldığı, kendine dayanarak kabul ettiği bilgi olacaktır.
İşte bir Kur'an ayetine, konumuza temel teşkil eden ve Peygamber Efendimize salat ve selam getirme içeren ayete bu öğretim-eğitim anlayışı bağlamında bakmamızın salat ve selamın anlamını yakalamağa götüreceğini düşünüyoruz.
Şimdi bu ayet-i kerimeyi inceleyelim. Cenab-ı Hak buyuruyor ki
"Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salat ile takrim ederler. Ey iman edenler! Haydin O’na teslimiyetle (cânu gönülden) salat ve selam getirin." (Ahzab, 56)
Öncelikle bu ayetteki anahtar kavramların üzerinde durmak gerekiyor. Bu anahtar kavramlar iyi kavranırsa ayetin mesajı anlaşılmış olur. Temelinde "anlama" olan bilgi pratiğe kolay aktarılır.
Sevgili Peygamberimize, mübarek adı anılınca her inanan kişi salat ve selam getirir. Ancak mırıldandığı bu kelimeler ruhunun derinliklerine ne kadar etki etmektedir? Bu kutsal ifadeler, o insanın iliklerine kadar işleyip, bütün canı-ruhu ile erişilmez anlamlar yakalayabilmesine sebep olmakta mıdır? Yoksa ağızdan çıkanı kulak duymamacasına hissetmeden, kalbi çarpmadan ruhsuz bir salat ve selam ediş mi bu?
İşte Sevgili Peygamberimiz Efendimize salat ve selam getirmenin anlamını yakalayabilmek için önce bu görevle sorumlu tutulan "insan"ın, Kur'an önündeki konumundan bir nebze bahsetmek istiyoruz.
İnsan adını alan varlık, çeşitli durumlar içinde yaşar. Bu durumlar, insanı hayatın realitesi ile karşı karşıya getirir, hatta onun içine sürükler. İnsan, yaşamını sürdürmek için bu durumları idealleştirmek, yani onlara bir anlam vermek, onlarda bir değer görmek zorundadır.
İnsan, içinde yaşadığı durumlara bir anlam veremediği, onlarda bir değer göremediği zaman onun yapıp-etmeleri sona erer; o artık yaşayamaz. Tek insan, yani fert bu tür durumların içine gireceği gibi, uluslar da bu tür durumların, çıkmazların içine girebilirler. İnsanın bu durumlardan sıyrılabilmesi, onlarla başa çıkması, ancak insanda kendisini yapıp-etmelerine verebilecek bir gücün bulunmasına bağlıdır.
Bu güç imandır. Eğer insan, inanan bir varlık olmasaydı, o zaman onun gerçek durumu nasıl olacaktı? İnanmayan bir varlık yapıp etmelerine nasıl anlam verebilir, nasıl bir değer görebilirdi? Nasıl kendisini yapıp-etmelerine verebilirdi; nasıl kendisini eğitebilirdi? Bu sebeple iman-inanma, insanın temel varlık şartıdır.
O halde Kur'an'ın insanı, şu üç ayrılmaz unsurun bütünüdür:
- İnanan varlık,
- İbadet eden varlık,
- Ahlakî değerleri kişiliğinde ve tarihte oluşturan varlık.
Kur'an'ın insanı, Kur'an'ın mü'mini olabilmek ve bu üç unsuru yaşama aktarabilmek için "bilgi"ye ihtiyaç vardır. Yaşamakta bulunduğumuz çağa bu açıdan, yani bilgi açısından baktığımızda "bilgi"nin gücünün ve ürünlerinin derinliğine hissedildiği görülecektir. Bir düşünürün dediği gibi: "Yüzyılımız, insanlık tarihinin tam ortasından geçen bir kuşak gibidir. Doğduğumuzdan bu yana olup bitenler, doğduğumuz güne kadar olup bitenlere neredeyse eşittir." Hızla gelişen ve değişen bilgi, "yaşam boyu eğitimi" bir zorunluluk haline getirmiştir.
Burada Kur'an'ın ilk inen ayetinin "Oku, yaradan rabbinin ismiyle oku!" (Alak 1) olduğunu hemen hatırlamalıyız. Tamamıyla insan'ı anlatan ve insanî olanı tespit eden bu ayet, müslümana, yaşam boyu eğitimi zorunlu kılmaktadır. Bu ayet-i kerimeye Kur'anî bütünlük bağlamında yaklaşınca "okumak"tan amacın olan varlık/olgun varlık olduğunu görmekteyiz. Yani Kur'an, günümüzdeki "bilmek, bilmek için" yaklaşımını kabul etmez. Çünkü bilmek, bilmek için olursa insanın gayesi önemli olan varlık olmak olur. Halbuki Kur'an, insanı, önemli varlık olarak değil, değerli olan varlık olarak görmek ister. Yani Kur'an'ın mü'mininin bilgisi hayata aktarılan, yaşama etki eden, hayata dönük olan ve beşikten-mezara sürecinde yaşam boyu eğitimle kazanılmış bilgidir. Yoksa teorik olan ve hayattan soyutlanmış bilgi, lüks için bilgi, bilgi değildir.
“Eğer takva sahibi olursanız mualliminiz Allah olur.” (Bakara 282)
“Rabbim! İlmimi artır, de.” (Taha 114) ayetleri ve bu konudaki diğer birçok ayet de bu bağlamda anlaşılmalıdır.
Yaşam boyu eğitimin günümüz açısından temel sorunu, "nitelikli bir öğretim-nitelikli bir eğitim" için "bilgi ve bunun aktarılması yöntemi"ni bulmakta yatmaktadır.
Nitelikli öğretim-eğitim, temelinde "anlama"nın olduğu bilginin kazandırılması ile mümkün olabilir. Bilginin aktarılmasında "anahtar kavramların ve temel yapıların kazandırılması" ön plana çıkarılmalıdır.
Bunun sonunda "anlama"ya (yani bilgiyi yapılaştırmayı ve bilgi parçalarının birbirine nasıl bağlanacağını gösteren bir araç olarak anlamaya) dayanarak kazanılan bilginin temellendirilmesi (ezberlenmesi değil), açıklanabilmesi, yeni bilgiler üretilmesi mümkün olabilir. Yani insanın bizzat îmâl-i fikir ederek ulaştığı, kendine mâlettiği, sorgulamayla kendinin kıldığı, kendine dayanarak kabul ettiği bilgi olacaktır.
İşte bir Kur'an ayetine, konumuza temel teşkil eden ve Peygamber Efendimize salat ve selam getirme içeren ayete bu öğretim-eğitim anlayışı bağlamında bakmamızın salat ve selamın anlamını yakalamağa götüreceğini düşünüyoruz.
Şimdi bu ayet-i kerimeyi inceleyelim. Cenab-ı Hak buyuruyor ki
"Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salat ile takrim ederler. Ey iman edenler! Haydin O’na teslimiyetle (cânu gönülden) salat ve selam getirin." (Ahzab, 56)
Öncelikle bu ayetteki anahtar kavramların üzerinde durmak gerekiyor. Bu anahtar kavramlar iyi kavranırsa ayetin mesajı anlaşılmış olur. Temelinde "anlama" olan bilgi pratiğe kolay aktarılır.