Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Peygamberimize Salat Ve Selam Getirmenin önemi...

hemsirem

New member
Katılım
14 Haz 2007
Mesajlar
23
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Konum
KARAMAN
HZ. PEYGAMBERE SALAT VE SELAM GETİRMENİN ÖNEMİ

Sevgili Peygamberimize, mübarek adı anılınca her inanan kişi salat ve selam getirir. Ancak mırıldandığı bu kelimeler ruhunun derinliklerine ne kadar etki etmektedir? Bu kutsal ifadeler, o insanın iliklerine kadar işleyip, bütün canı-ruhu ile erişilmez anlamlar yakalayabilmesine sebep olmakta mıdır? Yoksa ağızdan çıkanı kulak duymamacasına hissetmeden, kalbi çarpmadan ruhsuz bir salat ve selam ediş mi bu?

İşte Sevgili Peygamberimiz Efendimize salat ve selam getirmenin anlamını yakalayabilmek için önce bu görevle sorumlu tutulan "insan"ın, Kur'an önündeki konumundan bir nebze bahsetmek istiyoruz.

İnsan adını alan varlık, çeşitli durumlar içinde yaşar. Bu durumlar, insanı hayatın realitesi ile karşı karşıya getirir, hatta onun içine sürükler. İnsan, yaşamını sürdürmek için bu durumları idealleştirmek, yani onlara bir anlam vermek, onlarda bir değer görmek zorundadır.

İnsan, içinde yaşadığı durumlara bir anlam veremediği, onlarda bir değer göremediği zaman onun yapıp-etmeleri sona erer; o artık yaşayamaz. Tek insan, yani fert bu tür durumların içine gireceği gibi, uluslar da bu tür durumların, çıkmazların içine girebilirler. İnsanın bu durumlardan sıyrılabilmesi, onlarla başa çıkması, ancak insanda kendisini yapıp-etmelerine verebilecek bir gücün bulunmasına bağlıdır.

Bu güç imandır. Eğer insan, inanan bir varlık olmasaydı, o zaman onun gerçek durumu nasıl olacaktı? İnanmayan bir varlık yapıp etmelerine nasıl anlam verebilir, nasıl bir değer görebilirdi? Nasıl kendisini yapıp-etmelerine verebilirdi; nasıl kendisini eğitebilirdi? Bu sebeple iman-inanma, insanın temel varlık şartıdır.

O halde Kur'an'ın insanı, şu üç ayrılmaz unsurun bütünüdür:

- İnanan varlık,

- İbadet eden varlık,

- Ahlakî değerleri kişiliğinde ve tarihte oluşturan varlık.

Kur'an'ın insanı, Kur'an'ın mü'mini olabilmek ve bu üç unsuru yaşama aktarabilmek için "bilgi"ye ihtiyaç vardır. Yaşamakta bulunduğumuz çağa bu açıdan, yani bilgi açısından baktığımızda "bilgi"nin gücünün ve ürünlerinin derinliğine hissedildiği görülecektir. Bir düşünürün dediği gibi: "Yüzyılımız, insanlık tarihinin tam ortasından geçen bir kuşak gibidir. Doğduğumuzdan bu yana olup bitenler, doğduğumuz güne kadar olup bitenlere neredeyse eşittir." Hızla gelişen ve değişen bilgi, "yaşam boyu eğitimi" bir zorunluluk haline getirmiştir.

Burada Kur'an'ın ilk inen ayetinin "Oku, yaradan rabbinin ismiyle oku!" (Alak 1) olduğunu hemen hatırlamalıyız. Tamamıyla insan'ı anlatan ve insanî olanı tespit eden bu ayet, müslümana, yaşam boyu eğitimi zorunlu kılmaktadır. Bu ayet-i kerimeye Kur'anî bütünlük bağlamında yaklaşınca "okumak"tan amacın olan varlık/olgun varlık olduğunu görmekteyiz. Yani Kur'an, günümüzdeki "bilmek, bilmek için" yaklaşımını kabul etmez. Çünkü bilmek, bilmek için olursa insanın gayesi önemli olan varlık olmak olur. Halbuki Kur'an, insanı, önemli varlık olarak değil, değerli olan varlık olarak görmek ister. Yani Kur'an'ın mü'mininin bilgisi hayata aktarılan, yaşama etki eden, hayata dönük olan ve beşikten-mezara sürecinde yaşam boyu eğitimle kazanılmış bilgidir. Yoksa teorik olan ve hayattan soyutlanmış bilgi, lüks için bilgi, bilgi değildir.

“Eğer takva sahibi olursanız mualliminiz Allah olur.” (Bakara 282)

“Rabbim! İlmimi artır, de.” (Taha 114) ayetleri ve bu konudaki diğer birçok ayet de bu bağlamda anlaşılmalıdır.

Yaşam boyu eğitimin günümüz açısından temel sorunu, "nitelikli bir öğretim-nitelikli bir eğitim" için "bilgi ve bunun aktarılması yöntemi"ni bulmakta yatmaktadır.

Nitelikli öğretim-eğitim, temelinde "anlama"nın olduğu bilginin kazandırılması ile mümkün olabilir. Bilginin aktarılmasında "anahtar kavramların ve temel yapıların kazandırılması" ön plana çıkarılmalıdır.

Bunun sonunda "anlama"ya (yani bilgiyi yapılaştırmayı ve bilgi parçalarının birbirine nasıl bağlanacağını gösteren bir araç olarak anlamaya) dayanarak kazanılan bilginin temellendirilmesi (ezberlenmesi değil), açıklanabilmesi, yeni bilgiler üretilmesi mümkün olabilir. Yani insanın bizzat îmâl-i fikir ederek ulaştığı, kendine mâlettiği, sorgulamayla kendinin kıldığı, kendine dayanarak kabul ettiği bilgi olacaktır.

İşte bir Kur'an ayetine, konumuza temel teşkil eden ve Peygamber Efendimize salat ve selam getirme içeren ayete bu öğretim-eğitim anlayışı bağlamında bakmamızın salat ve selamın anlamını yakalamağa götüreceğini düşünüyoruz.

Şimdi bu ayet-i kerimeyi inceleyelim. Cenab-ı Hak buyuruyor ki

"Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salat ile takrim ederler. Ey iman edenler! Haydin O’na teslimiyetle (cânu gönülden) salat ve selam getirin." (Ahzab, 56)

Öncelikle bu ayetteki anahtar kavramların üzerinde durmak gerekiyor. Bu anahtar kavramlar iyi kavranırsa ayetin mesajı anlaşılmış olur. Temelinde "anlama" olan bilgi pratiğe kolay aktarılır.
 

zahide

New member
Katılım
15 Haz 2007
Mesajlar
11
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Ýstanbul
Web sitesi
zahidan.blogcu.com
Peygamberimize salatu selam getirmenin faydaları

Peygamberimize salatu selam getirmenin faydaları

SALÂT, SALAVÂT

Tebrik, tezkiye, duâ, Peygamberimiz (s.a.s)'e yapılan duâ, istiğfar, rahmet gibi anlamlara gelen bir terim, salavât. "Belirli vakitlerde, Kur'an'da emredildiği tarzda ve Hz. Peygamberin tarif ettiği şekilde yapılan ibadettir. Salât'ın çoğulu salavât gelir. Türkçede daha çok Hz. Peygamber'e yapılan duâ mânâsında kullanılır.

Kur'ân-ı Kerim'de bu anlamda şöyle buyurulur: Âllâh ve O'nun melekleri Peygamber'e hep salât ederler. Ey mü'minler, siz de Ona salât (ve dua) ediniz ve samimiyetle selam veriniz" (el-Ahzab, 33/56).

Bu âyeti kerimeyle, Peygamberimize salât ve selamlarımızla hürmetlerimizi sunmak farzdır; her müslüman için yerine getirilmesi gerekli bir görevdir. Her müslüman en kısa şekilde: Âllâhümme salli alâ Muhammed Allâhım Muhammedi rahmetinle tebrik et ve esen kıl" diye salât getirir.

Rasûlü Ekrem Efendimiz de, "Yanında benim adım anılıp da bana salât getirmeyen kişinin burnu sürtünsün, hakarete uğrasın " buyurmuştur (et-Tâc, V, 145).

Namazlarda oturduğumuz zaman tahiyyât * tan sonra okuduğumuz "Allahumma Salli, Bârik..." duâları da, Hz. Peygambere salât getirmeyi ifâde eder. Hz. Peygambere salât getirmenin fazileti hakkında Rasûlüllah şöyle buyurmuştur: Kim bana bir salât getirirse, Allah ona on salât (mağfiret) eder" (et-Tâc, Vı 145).

Hz. Peygamber'in ismi her işitildiğinde veya anıldığında salat getirilip getirilemeyeceği hususunda bazı alimler; bir yerde, Hz. Peygamber'in adı ne kadar anılırsa anılsın bir defa salât edilmesi yeterlidir derken, bilginlerin çoğunluğu ise, Hz. Peygamber'in adı her anıldığında salât getirilmesi gereklidir demiştir. Nitekim hadis ilmiyle uğraşanlar, Hz. Peygamberin hadislerini rivayet ederken, sözleriyle, halleriyle en büyük saygıyı göstermişler; öğretimi sırasında da Hz. Peygamber'in adı ne kadar çok anılırsa anılsın, her anıldıkça, "Sallallahü aleyhi ve sellem" diyerek saygılarını göstermişlerdir (Tecrid-i Sarih Tercümesi, XI,164; Geniş bilgi için bk. Salvale).

Şamil İSLAM ANSİKLOPEDİSİ


SALVELE

Hz. Peygamber (s.a.s)'e salavât okuma; Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra Hz. Peygamber (s.a.s) hakkında "... Ve's-Salatü ve's-selâmu alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmain" şeklinde yapılan dua.

Peygamberimiz (s.a.s)'e imanın ve muhabbetin bir ifâdesi olan bu duayı mü'minlere Allah Teâlâ emretmiştir. Allah Teâlâ Ahzab süresinde şöyle buyurmaktadır: Hiç şüphesiz, Allah ve melekleri peygambere salat etmektedirler. Ey İman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin" (el-Ahzab, 33/56). Bu âyette Allah Teâlâ kendisinin ve meleklerinin Hz. Muhammed'e (s.a.s) salât getirdiğini bildirmekte, mü'minlerin de salât getirmesini emretmektedir. Ayrıca O'na selam vermemizi de vazife kılmaktadır. Bu âyet-i kerimede Allah Teâlâ, Peygamberinin (s.a.s) hayatını ve mematını şerefli kıldığını, mevkiini yücelttiğini açıklamaktadır.

Ebul-Alâ el-Mevdudî bu âyetle ilgili olarak şunları söyler: "Konunun akışından bu hususa neden deyinildiği kolayca anlaşılabilir. Bu dönem, bütün İslâm düşmanlarının İslâm'ın başarısını kıskandıkları bir dönemdi. Onu lekeleyerek, onun İslâm ve müslümanların her gün daha da güçlenmesine sebep teşkil eden ahlakî mükemmelliğine gölge düşürmeyi planlıyorlardı. Allah bu âyeti gönderdiğinde şartlar böyleydi. Bu âyetle şöyle denilmek isteniyor: Kâfirler, münâfıklar ve müşrikler, Hz. Peygamber'in görevinin başarısızlığa uğraması için ona ne kadar iftira atsalar ve gözden düşürmeye çalışsalar da, sonuçta başarısızlık ve rezaletle karşılaşacaklardır. Çünkü ben, Peygamberime karşı merhametliyim ve bütün kainatı idare eden melekler de onun destekleyicileridirler. Onun düşmanları onu suçlayıp aşağılayarak hiç bir şey elde edemezler, çünkü ben onun ismini yüceltiyorum ve melekler de sürekli ona saygı ve sevgi göstermektedirler. Benim rahmetim ve bereketim onunla birlikte iken ve meleklerim "Ey Alemlerin Rabbi, Muhammed'i daha yüce makamlara çıkar, onun dinini yay ve geliştir" diye gece gündüz sürekli dua ederken, kâfirler, fitne ve tuzaklarıyla Peygamberime hiç bir zarar veremezler" (Mevdudî, Tefhîmul-Kur'an, İstanbul 1991, IV, 450-451).

İmam Kurtubî de bu âyetin tefsirinde "rivayet olunduğuna göre" diyerek şöyle bir hadis zikretmektedir: Ashab-ı Kiram, Rasûlüllah (s.a.s)'e: - Ya Rasulallah! Ahzab süresinin "Şüphesiz Allah ve Melekleri Peygamber'e salât eder..." ifadeleri ile başlayan âyetinin manasını açıklar mısınız? Diye sormuşlar.

Hz. Peygamber (s.a.s) buyurdu ki:" - Bu sorduğunuz ilm-i meknûndur (Yani insanlara açıklanmamış bilgilerdendir). Eğer bu konuda bana sormasaydınız, onu size açıklamazdım.

Allah benim için iki melek vazifelendirdi. Bir müminin yanında anıldığımda bana salat getirirse bu iki melek (ona) Âllah seni bağışlaşsın" diye dua ederler. Allah'ın (diğer) melekleri bu iki meleğin duasını pekiştirerek "amîn"derler, Allah da (bu duayı kabul eder)".

Bir müminin yanında anıldığımda bana salat getirmezse bu iki melek "Âllah seni bağışlamasın" diyerek beddua ederler. (Diğer) melekler de bu iki meleğin beddualarına "âmîn" derler. Allah da (bu bedduayı kabul eder) (Kurtubî, el-Câmi' Li Ahkâmil-Kur'an, Beyrut 1985, XIV, 233).

Türkçemizde salavât veya salavât-ı şerîfe dediğimiz kelime bu âyette geçen salât kelimesinin çoğuludur. Âyetten de anlaşıldığı gibi salat: Allah'ın salatı, Meleklerin salatı ve müminlerin salatı olmak üzere üç kısma ayrılır.

a. Allah'ın Peygamberi'ne salat etmesi: O'na rahmeti ve ondan hoşnut olması, O'na yardım etmesi, tebliğ ettiği İslâm dinini yayarak O'nun şanını artırması, O'nun işlerini bereketli kılması, ismini yüceltmesi, ona ahiret mükafatlarını vermesi ve getirilen salatı kabul etmesi anlamına gelir.

b. Meleklerin salatı şu anlama gelir: Melekler Hz. Peygamber'i çok severler; O'na en yüce makamları vermesi, dininin ve şerîatının gelişmesi ve O'nu yüksek derecelere ulaştırması için Allah'a dua ederler, istiğfar ederler; O'na salat getirenlere Allah'ın rahmetini dilerler.

c. Müminlerin salatı: O'na saygı ve tazimde bulunmaları, O'nunla ilgili duada bulunmalarıdır. Allah'tan, tebliğ ettiği dinin güçlenmesini, şanının artmasını dilemek ve Cennetteki Makam-ı Mahmud'u ve ümmetine şefaat etme hakkını ona vermesini istemektir.

Müminlerin Allah'ın Rasûlü (s.a.s)'ne salat etmelerinin gereğini anlatan âyetin şu anlama geldiği kaydedilmektedir: "Ey Allah'ın Rasûlü Muhammed vasıtasıyla doğru yola ulaşanlar! O'nun gerçek değerini takdir etmeli ve size olan büyük nimetleri sebebiyle ona şükran duymalısınız. Siz cahiliye karanlıklarında kaybolmuştunuz; size bilgi ışığını ulaştırdı. Ahlâken çökmüştünüz; sizi ahlâkın yüceliklerine ulaştırdı da bu gün çevrenizdekiler bu yüzden sizi kıskanıyor. Barbarlık ve vahşete dalmıştınız; o sizi yüksek bir medeniyete ulaştırdı. Kâfirler, size bu nimetleri verdi diye ona düşman oldular; yoksa şahsen o hiç birine zarar vermemiştir. Bu nedenle, ona şükran ve minnetinin ifadesi olarak siz ona bu insanların düşmanlık ve kinlerine eşit veya ondan daha ateşli bir şekilde onu yüceltmeli ve ona saygı duymalısınız; onların kötülük isteklerine karşılık siz daha içten bir şekilde onun iyiliğini istemeli ve meleklerin gece gündüz ona dua ettikleri gibi siz de dua etmelisiniz: "Ey Alemlerin Rabbi! Senin Peygamberin nasıl bize sayısız nimet ve lütuflarda bulunmuşsa, sen de ona sınırsız ve sonsuz rahmetini göster, onu bu dünyada en yüksek makamlara ulaştır ve ahirette de sana en yakın olma şerefini bahşet" (Mevdudî, a.g.e., IV, s. 451).

Ayette geçen "selâm" kelimesi, eksikliklerden ve her türlü musibetlerden korunmuş olmayı Allah'tan niyaz etme anlamını taşır. Hz. Peygamber'e selam vermek, müminlerin birbirine verdiği gibi kabr-i şerifini ziyaret ettiğimizde O'na selam vermek, ayrıca zaman zaman ve özellikle ismi anıldığında manevi şahsiyetini selamlamaktır. Salat, selam manasını ihtiva ediyorsa da, selamda insanların O'na itaat etmeleri ve O'nun şeriatını yaşamalarını dilemek gibi özel manalar vardır.

Namazların ikinci ve dördüncü rekatlarında okuduğumuz "Et-Tehiyyâtü" diye başlayan duada geçenn "Eyyühennibiyyu ve rahmetullahi ve berekâtüh" cümlesi Hz. Peygamber (s.a.s)'e selamdır. Bu duayı okuyan mümin, Allah'ın Rasûlü'ne selam vazifesini ifa etmiş olur.

Salavat konusundaki âyet, Hz. Peygamber'e salavât getirmenin farz olduğunu göstermektedir. Ancak âyette bunun tekrarına deyinilmemektedir. Hz. Peygamber'e salat ve selam getirmenin hükmü konusunda bir kaç görüş bulunmaktadır. Hz. Peygamber'e salat ve selam getirmenin şekli miktarı, hükmü, anlamı vesair konuları, İslâm alimleri bu mevzuda yazmış oldukları özel kitaplara konu yapmışlardır. Bu tür kitaplara iki örnek vermemiz mümkündür. Bunlardan birisi hicrî 751 yılında vefat etmiş olan Allâme İbn Kayyim el-Cevziyye'nin "Cilâul-Efhâm fi's-Salati ve's Selami ala hayril-Enam " adlı eseri, diğeri de hicrî 902'de vefat etmiş olan Şemseddin Muhammed b. Abdirrahman es-Sehâvî'nin "el-Kavlu'l-Bedî' fı's-Salati alel-Habîbiş-Şefı"' (Kahire 1988) isimli eseridir. Hz. Peygamber'e salat ve selam getirmenin hükmü konusundaki görüşleri şöylece özetlemek mümkündür:

1. Sahih olan görüşe göre Hz. Peygamber'in ismi anıldıkça salat getirmek farzdır. Bu hususta bir çok hadis rivayet olunmuştur. Az evvel sözünü ettiğimiz eserlerde bu tür hadisleri bir arada görebilmek mümkündür. Bu hadislerden bir kısmı şöyledir: Hz. Peygamber buyuruyor: "Kıyamet gününde bana halkın en yakın olanları ve şefaatime hak kazananları, bana en çok salâvât getirenleridir" (Tirmizi, Vitir, 21); "Yanında ben anıldığım halde bana salavat getirmeyenin yüzü yere sürülsün, hakarete uğrasın" (Tirmizi, Deavât, 100; Müsned, II, 254); Kim bana bir salavat getirirse Allah Teâlâ bu yüzden o kimseye on misli mağfiret eder" (Müslim, Salat, 70); En cimri (bahîl) olan yanında anıldığım halde bana salat-u selam getirmeyendir" (Tirmizî, Deavât, 100; Müsned I, 201); "Günlerinizin en faziletlisi Cum'a günüdür. O günde bana çok salavat getirin; zira sizin salat ve selamlarınız (melekler vasıtasıyla) bana arzolunur". Âshab-ı Kiram sordu: "Ya Rasulallah! Getirdiğimiz salavat size nasıl arz olunur; halbuki siz çürümüş bulunacaksınız?". Rasûl-i Ekrem (s.a.s) Efendimiz: "Allah Teâlâ Peygamberlerin cesetlerini yer yüzüne haram kılmıştır" cevabını verdi (Ebu Davud, Salat, 201; Vitr, 26; Nesâî, Cum'a, 5; İbn Mace, İkame, 79, Cenâiz, 65; Darimî, Salat, 306; Müsned, IV, 8 );

"Şüphesiz ki, benim üzerime salavat getiren kimsenin selamını almak için Allah bana ruhumu iade eder" (Ebu Davud, Menâsik, 96).

İbn Ebî Leylâ şöyle demiştir: Ka'b b. Ucre ile bir defasında karşılaştım, bana şöyle dedi: Sana Peygamber (s.a.s)'den işittiğim bir hediye vereyim mi? Peygamber (s.a.s) bizim yanımıza çıktı. Biz O'na:

- Ya Rasulallah! Bizler Sana nasıl selam okuyacağımızı öğrendik. Fakat Sana nasıl salat okuyacağız? Dedik. Rasûlüllah (s.a.s) bize:

Âllahümme sallî alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin. Kema salleyte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrahime inneke Hamîdun Mecîdun.

Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin. Kemâ bârekte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrahime inneke Hamidun Mecîdun ".

(Allahım! Muhammed'e ve Muhammed'in âli üzerine, İbrahim'in âli üzerine salât ettiğin gibi salât et: Şüphe yok ki, Sen Hamîd'sin, Mecîd'sin. Allahım! Muhammed'e ve Muhammed'in âline, İbrahîmin âline bereket ihsan ettiğin gibi bereket ihsan eyle! Şüphesiz ki, Sen Hamîd'sin Mecîd'sin) (Buharî, Enbiyâ,10; Daavât, 31, 32; Müslim, Salat, 65, 66, 69).

Namazda okunan teşehhüd duası bu hadiste açıklanan lafızlardan daha farklı lafızlarla da rivayet olunmuştur. Bütün bu salavatlar, lafızları farklı olmakla birlikte aynı anlamı taşımaktadır. Bu salavatlarla ilgili şu bir kaç noktanın çok iyi anlaşılması gerekmektedir:

Birincisi, salavatların hepsinde Hz. Peygamber (s.a.s) müslümanlara, kendisine selam ve salat göndermenin en iyi yolunun, Allah'a "Allahım Muhammed'e salat eyle" diye dua etmek istediğini söylemektedir. "Allahümme salli alâ Muhammedin" diye dua eden bir kimse aslında Allah karşısında kendi acizliğini kabul ediyor ve "Allah'ım, ben Rasûlüne gerektiği gibi salat gönderemem. Bu yüzden sana yalvarıyorum; benim yerime sen ona salât et ve bu hususta benden dilediğin hizmeti al" (Mevdudî, Tefhîmul-Kurân, IV, 453).

İkincisi, Hz. Peygamber (s.a.s) bu duayı sadece kendisine hasretmemiş; ashabını, hanımlarını ve soyundan gelenleri de buna dahil etmiştir. Hanımları ve soyundan gelenlerle ne kastedildiği bellidir. "Âl" kelimesi ise sadece Hz. Peygamber'in ev halkını değil, onu takib eden ve onun sünnetine uyan herkesi içine alır (Mevdûdî, a.g.e., IV, 453).

Üçüncüsü, Hz. Peygamber (s.a.s) tarafından öğretilen tüm bu (dua ve selamlar) ile, ona Hz. İbrahim ve onun Âline salât, rahmet ve bereketin aynısını indirmesi için Allah'a dua edilmektedir. Allah, Hz. İbrahim'e (a.s) yer yüzünde başka hiç kimseye ihsan etmediği bir nimet vermiştir. Peygamberliği, vahyi ve Kitab'ı hidayet kaynağı olarak kabul eden Müslüman, Yahudi yahut Hıristiyan olsun, bütün insanlar Hz. İbrahim'in önderliğini kabul etmiştir. O halde Hz. Peygamber'in (s.a.s) söylemek istediği şudur: "Allah'ım! Hz. İbrahim'i bütün peygamberlere inananların sığınağı yaptığın gibi, beni de bütün peygamberlerin sığınağı yap ki; risalete inanan hiç kimse benim peygamberliğime inanma nimetinden mahrum olmasın" (Mevdudî, a.g.e., IV, 454-455).

Rasûl-i Ekrem (s.a.s)'e salat ve selam getirmenin hükmü ile diğer görüşler de şöyledir:

Ömürde bir defa salât getirmek farzdır. İsmi her anıldığında salat getirmek vacibtir. Ancak bir mecliste ismi çok defa anılsa da bir defa salat getirmek yeterlidir.

Namazda salat getirmek gereklidir. Namazda salat getirmek Hanefi, Malikî ve Cumhur'a göre sünnet; İmam Şafi ve Ahmed b. Hanbel'e göre ise farzdır. Onlara göre salat terkedilirse namaz bozulur.

Duanın başında ve sonunda salat getirmek vacib olup, duanın kabulü için şarttır.

Burada, "Allah'ın Rasûlü (s.a.s) bizim salat ve selâmımıza muhtaç mıdır" şeklinde bir soru akla gelebilir. Elbette ki bunun cevabı "hayır!" olacaktır. Ancak bazı sebeplerden ötürü insanlar O'na salat ve selam getirmeye muhtaçtırlar.

Allah O'na salat ve selam getirmemizi emrediyor. Bizim için gerekli olmasaydı emretmezdi.

Bize Kur'an'ı tebliğ eden, dünya ve âhirette mutlu olmanın yollarını gösteren Yüce Peygamberimiz salat ve selam O'na bir teşekkürdür.

Her Peygamberin kabul olunan bir duası vardır. O bu duasını ümmetine şefaat etme hakkını elde etmede kullanacağım bildirdiği ve ümmetinin yarısından fazlasının şefaati ile Cennet'e gireceğini açıkladığı için, O'na salat ve selam, bu hakkı elde etmesinde O'na manevî bir yardımdır; aslında nefsimiz için şefâat talebinde bulunmaktır. O'na salat ve selam, O'nunla gönül râbıtasını kuvvetlendirmek ve feyzimizi arttırmaktır ki, buna bir kulların ihtiyacı vardır.

Allah'ın Rasûlü Hz. Muhammed'e salat ve selam getirmek Allah'ın emri olduğu için, özellikle ismi anıldığında ona salat ve selam getirmemek günahtır. Peygamberimiz (s.a.s) kendisi ile ilgili bu gerçeği bir hadislerinde şöyle açıklamaktadır: "Yanında ben anıldığımda bana salat getirmeyenin yüzü yere sürülsün, hakarete uğrasın " (Tirmizi, Daavât, 100, Müsned, II, 254).

Ebu Hureyre'nin rivayet ettiğine göre Allah'ın Rasûlü (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Bana salat getirdiğiniz zaman benim için Allah'dan "vesîle'yi" isteyiniz. "Sahabiler tarafından soruldu:

Ya Rasulallah! Vesîle nedir?

"Vesîle, Cennet'in en yüksek derecesidir. Oraya ancak bir kişi yükselecektir. O kişinin de ben olacağını ümit ediyorum" (Müsned, II, 265).

Peygamberimiz (s.a.s) için Vesîle'yi istemek O'nun şefaatine ermemize vesîledir. Nitekim ezan okunduğu zaman ezandan sonra kendisine salat getirip Vesile'yi isteyene Allah'ın izni ile şefaat edeceğini peygamberimiz müjdelemektedir ve sallallahu alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi va sahbihi ve sellim.

Sabahaddin YILDIRIM

Kaynak: Şamil İslam Ansiklopedisi
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net

          Ortalanmis Mesaj         

SALÂT KAVRAMI

Bu kelime sözlükte dua ve tazim (büyütme, hürmet ve ikram etme) anlamlarındadır.

Terim olarak namaz ibadetini ifade eder.

Ahzab suresinde 43. ayette "
Hem Allah'ın hem meleklerinin mü'minler üzerine salat yağdırdığından
" söz edilmektedir.


Buradaki anlam yukarıdaki, ayette gelen anlam ile aynıdır. Dolayısıyla bu iki ayette salat kelimesi şu anlamları ifade etmektedir:

Allah’tan: Rahmet, övgü, yüceltme;

Meleklerden: İstiğfar, övgü ve yüceltme nimetini kulları için niyaz etmeleri;

Mü'minlerden: Dua, sevgi, övgü. Burada aynı fiil, yani salat etme eylemi Allah ve meleklerine isnad edilmiştir. Bu sebeple bu kelime rahmet ve istiğfarı kapsayan bir hususi inayet (Allah'ın insan için hayır getirici, kurtarıcı, esirgeyici lütfu) anlamını ifade eder.

Hz. Peygamber'e salat etmek ise biz inananlar açısından şu manaları içerir:

- Onu sevmek ,

- Onu övmek

- Onun için dua etmek.






          Ortalanmis Mesaj         

SELÂM KAVRAMI

Bu kelime sözlükte selam, selamlama, selamet, kurtuluş anlamlarındadır.

Kur'an'da "selam" dünyevî kurtuluş ve selamete (barışa, barışıklığa) olduğu gibi ebedî kurtuluş ve selamete de delalet eder. Bunun için Cennete "Daru's-Selam" = "Selamet evi, barış konağı, barışıklık yeri" denilmiştir. Bununla beraber, selam kelimesi, Kur'an'da ekseriya selamlama ibaresi olarak kullanılmıştır.

"Orada ne bir boş laf ve ne de günaha sokacak bir şey işitmezler. Ancak "selam, selam"dan ibaret bir söz işitirler." (Vakıa 25-26) (Mutluluğa ermiş olanlara Cennette veya buraya girerken söylenilen kelime.)

Müslümanlar arasında "selam" kelimesi ile selamlama, İslamî bir kurum olarak İslamiyetin ilk günlerinden bugüne kadar gelmiştir.

En'am 54'te Hz. Peygamber'e şu şekilde hitab edilir:

"Ayetlerimize inananlar sana gelince onlara de ki: Selamün aleyküm(selam size)!"

Nisa 88'de:

"Size selam verilince, buna daha güzel bir karşılık ile selam veriniz veya onu tekrar ediniz. "
buyurulmuştur ve selam getirmenin anlamını iyice bilmek, öğrenmek çok önemli bir meseledir. Yoksa alışkanlık yapar ve yapmıştır da. Olağanüstü olan, sıradanlığa indirgenmiştir.

l. Meşrutiyet yıllarından sonra, Avrupa'da bazı müzakerelerde bulunmakta olan bir Türk heyetine bir Avrupalı; "Sizin istiklal marşınız var mı?" diye sormuş. O zaman Fransa, Almanya gibi bazı Avrupa devletinin marşları mevcut. Türk delegasyonundan biri "Bizim de istiklal marşımız var" demiş. "Söyleyin de dinleyelim" teklifi üzerine heyet üyeleri hep birlikte ltri'nin ünlü bestesini söylemişler. Bittiğinde Avrupalı ev sahipleri, "En güzel istiklal marşı sizinki imiş..." demişler.

Cuma günleri güzel sesli müezzinlerce, kalbinin ve ruhunun ta içlerinden gelen bir nâme ile minarelerden okuyacakları salat ve selam elbette akıl almaz dünya sarhoşluğuna dalmış insanı, bizleri uyandıracaktır, uyandırmalıdır. Salat ve selamın anlamı bizi kendimize getirmelidir.

Netice itibariyle selam sözcüğü Hz. Peygamber Efendimizle ilgili olarak şu anlamı ifade eder: O’na dua edin. Tüm kalbiniz ve ruhunuzla O’nunla işbirliği içinde olun, O’nun örnek-önder kişiliğine teslim olun. Tebliğ ettiklerine karşı çıkmaktan sakının ve bu ilkelere samimiyetle uyun.

Kavramları tartıştıktan ve ne anlamlar ifade ettiklerini sunduktan sonra tekrar ayet-i kerimeye dönüyoruz. Bu ayet bir bilgi, bir de emir içermektedir.

 

türkmani

New member
Katılım
1 Ara 2006
Mesajlar
228
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
45
Ruhum sana aşık, sana hayrandır efendim

Bir ben değil alem sana hayrandır efendim...


Salat-ı selam Peygamber efendimize O nun Ehl-i Beyti nin üzerine olsun...

Allah sizden razı olsun.Çok güzel bir yazı ...
 

gizemli

New member
Katılım
1 Nis 2007
Mesajlar
652
Tepkime puanı
61
Puanları
0
Yaş
38
"Şüphesiz ki, benim üzerime salavat getiren kimsenin selamını almak için Allah bana ruhumu iade eder" (Ebu Davud, Menâsik, 96).

Resullerin efendisi salat ve selam sana!
Müttakilerin imamı salat ve selam sana!
Nebilerin hatemi salat ve selam sana!
Alemlere rahmet salat ve selam sana!
Günahkarların şefaatçisi salat ve selam sana!
Alemlerin rabbinin resulü salat ve selam sana!
Allah’ın, meleklerinin, peygamberlerinin, resullerinin, arşı taşıyan (meleklerin) ve tüm yaratılmışların salatları Hazreti Muhammed’in, Ali'nin ve ashabının üzerine olsun!


Rabbim razı olsun..
 

mehmet_16

New member
Katılım
31 Ağu 2006
Mesajlar
367
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Salat ve Salavat türkçe edilirse çok daha iyi olur bana göre.
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
"Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salat ile takrim ederler. Ey iman edenler! Haydin O’na teslimiyetle (cânu gönülden) salat ve selam getirin." (Ahzab, 56)
Allah Kur'an'da Hz. Peygamberi (salat ve selam üzerine olsun!)hemen yanı başında andırarak O'na verdiği değeri gün gibi ortaya koyuyor.Demek Allah ve Resulü kelimeyi kudsiyesini ilelebet hiç bir güç ayıramayacaktır.
 

kafkaskartali

New member
Katılım
10 Haz 2007
Mesajlar
106
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
54
Konum
Almanya
Salat ve selam O insanlarin en hayirlisi ve hepimizin örnegi sultanil embiya nebi-i kibriya Habibullah H.z Muhammed (sallAllahu Teala aleyhi vesellem) Efendimizin ali ashabinin ve ehli beytinin üstüne olsun.
 

zahide

New member
Katılım
15 Haz 2007
Mesajlar
11
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Ýstanbul
Web sitesi
zahidan.blogcu.com
Peygamberimize Salavat Getirmenin Faydaları

Peygamberimize Salavat Getirmenin Faydaları

SALÂT, SALAVÂT

Tebrik, tezkiye, duâ, Peygamberimiz (s.a.s)'e yapılan duâ, istiğfar, rahmet gibi anlamlara gelen bir terim, salavât. "Belirli vakitlerde, Kur'an'da emredildiği tarzda ve Hz. Peygamberin tarif ettiği şekilde yapılan ibadettir. Salât'ın çoğulu salavât gelir. Türkçede daha çok Hz. Peygamber'e yapılan duâ mânâsında kullanılır.

Kur'ân-ı Kerim'de bu anlamda şöyle buyurulur: Âllâh ve O'nun melekleri Peygamber'e hep salât ederler. Ey mü'minler, siz de Ona salât (ve dua) ediniz ve samimiyetle selam veriniz" (el-Ahzab, 33/56).

Bu âyeti kerimeyle, Peygamberimize salât ve selamlarımızla hürmetlerimizi sunmak farzdır; her müslüman için yerine getirilmesi gerekli bir görevdir. Her müslüman en kısa şekilde: Âllâhümme salli alâ Muhammed Allâhım Muhammedi rahmetinle tebrik et ve esen kıl" diye salât getirir.

Rasûlü Ekrem Efendimiz de, "Yanında benim adım anılıp da bana salât getirmeyen kişinin burnu sürtünsün, hakarete uğrasın " buyurmuştur (et-Tâc, V, 145).

Namazlarda oturduğumuz zaman tahiyyât * tan sonra okuduğumuz "Allahumma Salli, Bârik..." duâları da, Hz. Peygambere salât getirmeyi ifâde eder. Hz. Peygambere salât getirmenin fazileti hakkında Rasûlüllah şöyle buyurmuştur: Kim bana bir salât getirirse, Allah ona on salât (mağfiret) eder" (et-Tâc, Vı 145).

Hz. Peygamber'in ismi her işitildiğinde veya anıldığında salat getirilip getirilemeyeceği hususunda bazı alimler; bir yerde, Hz. Peygamber'in adı ne kadar anılırsa anılsın bir defa salât edilmesi yeterlidir derken, bilginlerin çoğunluğu ise, Hz. Peygamber'in adı her anıldığında salât getirilmesi gereklidir demiştir. Nitekim hadis ilmiyle uğraşanlar, Hz. Peygamberin hadislerini rivayet ederken, sözleriyle, halleriyle en büyük saygıyı göstermişler; öğretimi sırasında da Hz. Peygamber'in adı ne kadar çok anılırsa anılsın, her anıldıkça, "Sallallahü aleyhi ve sellem" diyerek saygılarını göstermişlerdir (Tecrid-i Sarih Tercümesi, XI,164; Geniş bilgi için bk. Salvale).

Şamil İSLAM ANSİKLOPEDİSİ


SALVELE

Hz. Peygamber (s.a.s)'e salavât okuma; Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra Hz. Peygamber (s.a.s) hakkında "... Ve's-Salatü ve's-selâmu alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmain" şeklinde yapılan dua.

Peygamberimiz (s.a.s)'e imanın ve muhabbetin bir ifâdesi olan bu duayı mü'minlere Allah Teâlâ emretmiştir. Allah Teâlâ Ahzab süresinde şöyle buyurmaktadır: Hiç şüphesiz, Allah ve melekleri peygambere salat etmektedirler. Ey İman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin" (el-Ahzab, 33/56). Bu âyette Allah Teâlâ kendisinin ve meleklerinin Hz. Muhammed'e (s.a.s) salât getirdiğini bildirmekte, mü'minlerin de salât getirmesini emretmektedir. Ayrıca O'na selam vermemizi de vazife kılmaktadır. Bu âyet-i kerimede Allah Teâlâ, Peygamberinin (s.a.s) hayatını ve mematını şerefli kıldığını, mevkiini yücelttiğini açıklamaktadır.

Ebul-Alâ el-Mevdudî bu âyetle ilgili olarak şunları söyler: "Konunun akışından bu hususa neden deyinildiği kolayca anlaşılabilir. Bu dönem, bütün İslâm düşmanlarının İslâm'ın başarısını kıskandıkları bir dönemdi. Onu lekeleyerek, onun İslâm ve müslümanların her gün daha da güçlenmesine sebep teşkil eden ahlakî mükemmelliğine gölge düşürmeyi planlıyorlardı. Allah bu âyeti gönderdiğinde şartlar böyleydi. Bu âyetle şöyle denilmek isteniyor: Kâfirler, münâfıklar ve müşrikler, Hz. Peygamber'in görevinin başarısızlığa uğraması için ona ne kadar iftira atsalar ve gözden düşürmeye çalışsalar da, sonuçta başarısızlık ve rezaletle karşılaşacaklardır. Çünkü ben, Peygamberime karşı merhametliyim ve bütün kainatı idare eden melekler de onun destekleyicileridirler. Onun düşmanları onu suçlayıp aşağılayarak hiç bir şey elde edemezler, çünkü ben onun ismini yüceltiyorum ve melekler de sürekli ona saygı ve sevgi göstermektedirler. Benim rahmetim ve bereketim onunla birlikte iken ve meleklerim "Ey Alemlerin Rabbi, Muhammed'i daha yüce makamlara çıkar, onun dinini yay ve geliştir" diye gece gündüz sürekli dua ederken, kâfirler, fitne ve tuzaklarıyla Peygamberime hiç bir zarar veremezler" (Mevdudî, Tefhîmul-Kur'an, İstanbul 1991, IV, 450-451).

İmam Kurtubî de bu âyetin tefsirinde "rivayet olunduğuna göre" diyerek şöyle bir hadis zikretmektedir: Ashab-ı Kiram, Rasûlüllah (s.a.s)'e: - Ya Rasulallah! Ahzab süresinin "Şüphesiz Allah ve Melekleri Peygamber'e salât eder..." ifadeleri ile başlayan âyetinin manasını açıklar mısınız? Diye sormuşlar.

Hz. Peygamber (s.a.s) buyurdu ki:" - Bu sorduğunuz ilm-i meknûndur (Yani insanlara açıklanmamış bilgilerdendir). Eğer bu konuda bana sormasaydınız, onu size açıklamazdım.

Allah benim için iki melek vazifelendirdi. Bir müminin yanında anıldığımda bana salat getirirse bu iki melek (ona) Âllah seni bağışlaşsın" diye dua ederler. Allah'ın (diğer) melekleri bu iki meleğin duasını pekiştirerek "amîn"derler, Allah da (bu duayı kabul eder)".

Bir müminin yanında anıldığımda bana salat getirmezse bu iki melek "Âllah seni bağışlamasın" diyerek beddua ederler. (Diğer) melekler de bu iki meleğin beddualarına "âmîn" derler. Allah da (bu bedduayı kabul eder) (Kurtubî, el-Câmi' Li Ahkâmil-Kur'an, Beyrut 1985, XIV, 233).

Türkçemizde salavât veya salavât-ı şerîfe dediğimiz kelime bu âyette geçen salât kelimesinin çoğuludur. Âyetten de anlaşıldığı gibi salat: Allah'ın salatı, Meleklerin salatı ve müminlerin salatı olmak üzere üç kısma ayrılır.

a. Allah'ın Peygamberi'ne salat etmesi: O'na rahmeti ve ondan hoşnut olması, O'na yardım etmesi, tebliğ ettiği İslâm dinini yayarak O'nun şanını artırması, O'nun işlerini bereketli kılması, ismini yüceltmesi, ona ahiret mükafatlarını vermesi ve getirilen salatı kabul etmesi anlamına gelir.

b. Meleklerin salatı şu anlama gelir: Melekler Hz. Peygamber'i çok severler; O'na en yüce makamları vermesi, dininin ve şerîatının gelişmesi ve O'nu yüksek derecelere ulaştırması için Allah'a dua ederler, istiğfar ederler; O'na salat getirenlere Allah'ın rahmetini dilerler.

c. Müminlerin salatı: O'na saygı ve tazimde bulunmaları, O'nunla ilgili duada bulunmalarıdır. Allah'tan, tebliğ ettiği dinin güçlenmesini, şanının artmasını dilemek ve Cennetteki Makam-ı Mahmud'u ve ümmetine şefaat etme hakkını ona vermesini istemektir.

Müminlerin Allah'ın Rasûlü (s.a.s)'ne salat etmelerinin gereğini anlatan âyetin şu anlama geldiği kaydedilmektedir: "Ey Allah'ın Rasûlü Muhammed vasıtasıyla doğru yola ulaşanlar! O'nun gerçek değerini takdir etmeli ve size olan büyük nimetleri sebebiyle ona şükran duymalısınız. Siz cahiliye karanlıklarında kaybolmuştunuz; size bilgi ışığını ulaştırdı. Ahlâken çökmüştünüz; sizi ahlâkın yüceliklerine ulaştırdı da bu gün çevrenizdekiler bu yüzden sizi kıskanıyor. Barbarlık ve vahşete dalmıştınız; o sizi yüksek bir medeniyete ulaştırdı. Kâfirler, size bu nimetleri verdi diye ona düşman oldular; yoksa şahsen o hiç birine zarar vermemiştir. Bu nedenle, ona şükran ve minnetinin ifadesi olarak siz ona bu insanların düşmanlık ve kinlerine eşit veya ondan daha ateşli bir şekilde onu yüceltmeli ve ona saygı duymalısınız; onların kötülük isteklerine karşılık siz daha içten bir şekilde onun iyiliğini istemeli ve meleklerin gece gündüz ona dua ettikleri gibi siz de dua etmelisiniz: "Ey Alemlerin Rabbi! Senin Peygamberin nasıl bize sayısız nimet ve lütuflarda bulunmuşsa, sen de ona sınırsız ve sonsuz rahmetini göster, onu bu dünyada en yüksek makamlara ulaştır ve ahirette de sana en yakın olma şerefini bahşet" (Mevdudî, a.g.e., IV, s. 451).

Ayette geçen "selâm" kelimesi, eksikliklerden ve her türlü musibetlerden korunmuş olmayı Allah'tan niyaz etme anlamını taşır. Hz. Peygamber'e selam vermek, müminlerin birbirine verdiği gibi kabr-i şerifini ziyaret ettiğimizde O'na selam vermek, ayrıca zaman zaman ve özellikle ismi anıldığında manevi şahsiyetini selamlamaktır. Salat, selam manasını ihtiva ediyorsa da, selamda insanların O'na itaat etmeleri ve O'nun şeriatını yaşamalarını dilemek gibi özel manalar vardır.

Namazların ikinci ve dördüncü rekatlarında okuduğumuz "Et-Tehiyyâtü" diye başlayan duada geçenn "Eyyühennibiyyu ve rahmetullahi ve berekâtüh" cümlesi Hz. Peygamber (s.a.s)'e selamdır. Bu duayı okuyan mümin, Allah'ın Rasûlü'ne selam vazifesini ifa etmiş olur.

Salavat konusundaki âyet, Hz. Peygamber'e salavât getirmenin farz olduğunu göstermektedir. Ancak âyette bunun tekrarına deyinilmemektedir. Hz. Peygamber'e salat ve selam getirmenin hükmü konusunda bir kaç görüş bulunmaktadır. Hz. Peygamber'e salat ve selam getirmenin şekli miktarı, hükmü, anlamı vesair konuları, İslâm alimleri bu mevzuda yazmış oldukları özel kitaplara konu yapmışlardır. Bu tür kitaplara iki örnek vermemiz mümkündür. Bunlardan birisi hicrî 751 yılında vefat etmiş olan Allâme İbn Kayyim el-Cevziyye'nin "Cilâul-Efhâm fi's-Salati ve's Selami ala hayril-Enam " adlı eseri, diğeri de hicrî 902'de vefat etmiş olan Şemseddin Muhammed b. Abdirrahman es-Sehâvî'nin "el-Kavlu'l-Bedî' fı's-Salati alel-Habîbiş-Şefı"' (Kahire 1988) isimli eseridir. Hz. Peygamber'e salat ve selam getirmenin hükmü konusundaki görüşleri şöylece özetlemek mümkündür:

1. Sahih olan görüşe göre Hz. Peygamber'in ismi anıldıkça salat getirmek farzdır. Bu hususta bir çok hadis rivayet olunmuştur. Az evvel sözünü ettiğimiz eserlerde bu tür hadisleri bir arada görebilmek mümkündür. Bu hadislerden bir kısmı şöyledir: Hz. Peygamber buyuruyor: "Kıyamet gününde bana halkın en yakın olanları ve şefaatime hak kazananları, bana en çok salâvât getirenleridir" (Tirmizi, Vitir, 21); "Yanında ben anıldığım halde bana salavat getirmeyenin yüzü yere sürülsün, hakarete uğrasın" (Tirmizi, Deavât, 100; Müsned, II, 254); Kim bana bir salavat getirirse Allah Teâlâ bu yüzden o kimseye on misli mağfiret eder" (Müslim, Salat, 70); En cimri (bahîl) olan yanında anıldığım halde bana salat-u selam getirmeyendir" (Tirmizî, Deavât, 100; Müsned I, 201); "Günlerinizin en faziletlisi Cum'a günüdür. O günde bana çok salavat getirin; zira sizin salat ve selamlarınız (melekler vasıtasıyla) bana arzolunur". Âshab-ı Kiram sordu: "Ya Rasulallah! Getirdiğimiz salavat size nasıl arz olunur; halbuki siz çürümüş bulunacaksınız?". Rasûl-i Ekrem (s.a.s) Efendimiz: "Allah Teâlâ Peygamberlerin cesetlerini yer yüzüne haram kılmıştır" cevabını verdi (Ebu Davud, Salat, 201; Vitr, 26; Nesâî, Cum'a, 5; İbn Mace, İkame, 79, Cenâiz, 65; Darimî, Salat, 306; Müsned, IV, 8 );

"Şüphesiz ki, benim üzerime salavat getiren kimsenin selamını almak için Allah bana ruhumu iade eder" (Ebu Davud, Menâsik, 96).

İbn Ebî Leylâ şöyle demiştir: Ka'b b. Ucre ile bir defasında karşılaştım, bana şöyle dedi: Sana Peygamber (s.a.s)'den işittiğim bir hediye vereyim mi? Peygamber (s.a.s) bizim yanımıza çıktı. Biz O'na:

- Ya Rasulallah! Bizler Sana nasıl selam okuyacağımızı öğrendik. Fakat Sana nasıl salat okuyacağız? Dedik. Rasûlüllah (s.a.s) bize:

Âllahümme sallî alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin. Kema salleyte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrahime inneke Hamîdun Mecîdun.

Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin. Kemâ bârekte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrahime inneke Hamidun Mecîdun ".

(Allahım! Muhammed'e ve Muhammed'in âli üzerine, İbrahim'in âli üzerine salât ettiğin gibi salât et: Şüphe yok ki, Sen Hamîd'sin, Mecîd'sin. Allahım! Muhammed'e ve Muhammed'in âline, İbrahîmin âline bereket ihsan ettiğin gibi bereket ihsan eyle! Şüphesiz ki, Sen Hamîd'sin Mecîd'sin) (Buharî, Enbiyâ,10; Daavât, 31, 32; Müslim, Salat, 65, 66, 69).

Namazda okunan teşehhüd duası bu hadiste açıklanan lafızlardan daha farklı lafızlarla da rivayet olunmuştur. Bütün bu salavatlar, lafızları farklı olmakla birlikte aynı anlamı taşımaktadır. Bu salavatlarla ilgili şu bir kaç noktanın çok iyi anlaşılması gerekmektedir:

Birincisi, salavatların hepsinde Hz. Peygamber (s.a.s) müslümanlara, kendisine selam ve salat göndermenin en iyi yolunun, Allah'a "Allahım Muhammed'e salat eyle" diye dua etmek istediğini söylemektedir. "Allahümme salli alâ Muhammedin" diye dua eden bir kimse aslında Allah karşısında kendi acizliğini kabul ediyor ve "Allah'ım, ben Rasûlüne gerektiği gibi salat gönderemem. Bu yüzden sana yalvarıyorum; benim yerime sen ona salât et ve bu hususta benden dilediğin hizmeti al" (Mevdudî, Tefhîmul-Kurân, IV, 453).

İkincisi, Hz. Peygamber (s.a.s) bu duayı sadece kendisine hasretmemiş; ashabını, hanımlarını ve soyundan gelenleri de buna dahil etmiştir. Hanımları ve soyundan gelenlerle ne kastedildiği bellidir. "Âl" kelimesi ise sadece Hz. Peygamber'in ev halkını değil, onu takib eden ve onun sünnetine uyan herkesi içine alır (Mevdûdî, a.g.e., IV, 453).

Üçüncüsü, Hz. Peygamber (s.a.s) tarafından öğretilen tüm bu (dua ve selamlar) ile, ona Hz. İbrahim ve onun Âline salât, rahmet ve bereketin aynısını indirmesi için Allah'a dua edilmektedir. Allah, Hz. İbrahim'e (a.s) yer yüzünde başka hiç kimseye ihsan etmediği bir nimet vermiştir. Peygamberliği, vahyi ve Kitab'ı hidayet kaynağı olarak kabul eden Müslüman, Yahudi yahut Hıristiyan olsun, bütün insanlar Hz. İbrahim'in önderliğini kabul etmiştir. O halde Hz. Peygamber'in (s.a.s) söylemek istediği şudur: "Allah'ım! Hz. İbrahim'i bütün peygamberlere inananların sığınağı yaptığın gibi, beni de bütün peygamberlerin sığınağı yap ki; risalete inanan hiç kimse benim peygamberliğime inanma nimetinden mahrum olmasın" (Mevdudî, a.g.e., IV, 454-455).

Rasûl-i Ekrem (s.a.s)'e salat ve selam getirmenin hükmü ile diğer görüşler de şöyledir:

Ömürde bir defa salât getirmek farzdır. İsmi her anıldığında salat getirmek vacibtir. Ancak bir mecliste ismi çok defa anılsa da bir defa salat getirmek yeterlidir.

Namazda salat getirmek gereklidir. Namazda salat getirmek Hanefi, Malikî ve Cumhur'a göre sünnet; İmam Şafi ve Ahmed b. Hanbel'e göre ise farzdır. Onlara göre salat terkedilirse namaz bozulur.

Duanın başında ve sonunda salat getirmek vacib olup, duanın kabulü için şarttır.

Burada, "Allah'ın Rasûlü (s.a.s) bizim salat ve selâmımıza muhtaç mıdır" şeklinde bir soru akla gelebilir. Elbette ki bunun cevabı "hayır!" olacaktır. Ancak bazı sebeplerden ötürü insanlar O'na salat ve selam getirmeye muhtaçtırlar.

Allah O'na salat ve selam getirmemizi emrediyor. Bizim için gerekli olmasaydı emretmezdi.

Bize Kur'an'ı tebliğ eden, dünya ve âhirette mutlu olmanın yollarını gösteren Yüce Peygamberimiz salat ve selam O'na bir teşekkürdür.

Her Peygamberin kabul olunan bir duası vardır. O bu duasını ümmetine şefaat etme hakkını elde etmede kullanacağım bildirdiği ve ümmetinin yarısından fazlasının şefaati ile Cennet'e gireceğini açıkladığı için, O'na salat ve selam, bu hakkı elde etmesinde O'na manevî bir yardımdır; aslında nefsimiz için şefâat talebinde bulunmaktır. O'na salat ve selam, O'nunla gönül râbıtasını kuvvetlendirmek ve feyzimizi arttırmaktır ki, buna bir kulların ihtiyacı vardır.

Allah'ın Rasûlü Hz. Muhammed'e salat ve selam getirmek Allah'ın emri olduğu için, özellikle ismi anıldığında ona salat ve selam getirmemek günahtır. Peygamberimiz (s.a.s) kendisi ile ilgili bu gerçeği bir hadislerinde şöyle açıklamaktadır: "Yanında ben anıldığımda bana salat getirmeyenin yüzü yere sürülsün, hakarete uğrasın " (Tirmizi, Daavât, 100, Müsned, II, 254).

Ebu Hureyre'nin rivayet ettiğine göre Allah'ın Rasûlü (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Bana salat getirdiğiniz zaman benim için Allah'dan "vesîle'yi" isteyiniz. "Sahabiler tarafından soruldu:

Ya Rasulallah! Vesîle nedir?

"Vesîle, Cennet'in en yüksek derecesidir. Oraya ancak bir kişi yükselecektir. O kişinin de ben olacağını ümit ediyorum" (Müsned, II, 265).

Peygamberimiz (s.a.s) için Vesîle'yi istemek O'nun şefaatine ermemize vesîledir. Nitekim ezan okunduğu zaman ezandan sonra kendisine salat getirip Vesile'yi isteyene Allah'ın izni ile şefaat edeceğini peygamberimiz müjdelemektedir ve sallallahu alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi va sahbihi ve sellim.

Sabahaddin YILDIRIM

Kaynak: Şamil İslam Ansiklopedisi
 
S

sedize

Guest
Cuma Günü Peyğamber Efendimize Salavat Getirmenin Fazileti

Cuma Günü Peyğamber Efendimize Salavat Getirmenin Fazileti

CUMA GÜNÜ PEYĞAMBER EFENDİMİZE SALAVAT GETİRMENİN FAZİLETİ hakkında

Salavatın Önemi


Efendimiz Aleyhisselam buyurdu:
- Bana en yakin olanlar, uzerime en cok salavat getirenler olacaktir.
- Uzerime salavat getirirseniz Allah da (c.c) sizin uzerinize salavat getirir.
- Bana salavat getirin. Nerede olursaniz olun salavatiniz bana ulasir.
- Allah Teala (C.C) buyurdu: "Bir defa salavat getirene Ben ve meleklerim on defa salavat getiririz."
- Cuma gunu ve geceleri uzerime (100) defa salavat getirenin Allah Teala (c.c) otuzu dunyaya, yetmisi ahirete ait olmak uzere yuz hacetini kabul eder.
- Dua ile sema arasinda bir engel vardir. Uzerime salavat getirilince engel acilir, dua yerine ulasir.
- Sunnetimi ihya eden, uzerime salavat getiren, darda kalanlara yardimda bulunanlar kiyamet gununde arsin golgesinde olacaklardir.
- Sirat uzerinde kalmis, hurma yapragi gibi tirtir titreyen bir adam gordum .O anda uzerime getirdigi salavat-i serife gelip o durumdan onu kurtardi.
- Dun gece acayip bir sey gordum. Adamin biri Sirat uzerinde dusup kalkiyordu. O anda uzerime getirdigi salavat geldi. Elinden tuttugu gibi Sirat'tan gecirdi.
- Meclislerinizi salavat ile susleyiniz.,
- Kiyamet gunu buyuk ecir almak isteyen, uzerime salavat getirsin.
- Cuma gunu uzerime (80) kere salavat getirenin ****en senelik gunahi affolunur.
- Uzerime salavat getirilmeden yapilan hicbir dua kabul olunmaz.
- Karsilasan iki mu 'min salavat getirerek musafaha ederlerse, gecmis ve gelecek gunahlari bagislanir. - Uzerime (100) defa salavat getirene, Allâh (c.c.) bin defa rahmet nazari ile bakar. Istiyakla daha fazla getiren icin kiyamet gununde sefaat ve sahitlik ederim.
- Uzerime bir gunde (1000) defa salavat getiren kimseye cennetteki makami gosterilmedikce olmez.
- Cuma gunu uzerime (100) defa salavat-i serife getiren kimse kiyamette oyle bir nur ile gelecek ki, eger o nur butun mahser ehline taksim edilse hepsine yeterdi.
- Omrunu bos yere heba eden kisinin kaybettigi zamani telafi etmesi icin salavat-i serife ile mesgul olmalidir. Eger butun Omrunu ibadetle gecirmis olsan sonra bir defa salavat-i serife getirsen, getirdigin salavat butun ibadetlerinden daha agir gelirdi. Cunku sen kendi gucun nispetinde salavat getirmektesin.
Allah Teala da (C.C) Rububiyyeti hesabiyla senin bir salavatina karsilik sana on salavat getirmektedir.Yani Allah Teala(C.C) sana on defa rahmet nazariyla bakmaktadir.
Allah Teala'nin (C.C) kuluna nazar-i rahmeti; insin, cinnin ibadetinden daha hayirlidir. Cunku Allah(C.C) bir kuluna rahmeti ile nazar edince o kul azaba dûcar olmaz.
- Allah Teala(C.C), persembe gunu ikindi vakti, melekleri salavat-i serife getirenlerin ismini yazmak icin yeryuzune gonderir. Cuma gunu ve gecesi salavat getirmeyi ihmal etmemelidir.
* Salavat-i Serife dunya ve ahirette insanin derecesini yuceltir. Onu buyuk bir nur sahibi kilar. Kazanci en bol bir ticaret kaynagidir.


Cuma günü bolca salavat okuyalım selamlarımız bizzat Efendimiz?e sunulsun
Anahtarınızın ne kadar önemli olduğunu düşündünüz mü hiç? Bunu en iyi şekilde, soğuk bir kış günü anahtarınızı kaybedip kapıda kaldığınızda anlarsınız. Ya da şöyle diyelim; arabanız 100 milyar lira değerinde; ama o aracı kullanmanız için 5 milyon liralık anahtarı kullanmak zorundasınız. Yani muhtaçsınız o anahtara... Hayatta bazı hareketlerimiz, davranışlarımız, ibadetlerimiz de aynen ?anahtar? hükmünde ve değerinde; kolay ve çok kazandıran... İşte size, anahtar hükmünde, yapması gayet kolay ve basit; ama kazancı tarifsiz olan bir dua: Cuma günü Efendimiz (sas)?e salavat okumak. Peygamberimiz (sas), bu konuda şöyle buyuruyorlar: ?Cuma günü bana çok salavat okuyun. Çünkü o gün okunan salavata melekler şahitlik eder. Cuma günü bana salavat okuyan kimse, daha salavatını bitirmeden o bana ulaştırılır.? (Kütüb-i Sitte, 17/153-154), ?Bana salavat okuyan mü?mine melekler rahmet duası eder. Bu, mü?minin bana salavatı okuduğu müddetçe devam eder. Öyleyse kul bunu ister az yapsın ister çok...? (Kütüb-i Sitte, 17/14)
Salavatı mümkün olduğunca her gün okumalıyız: Fakat Efendimiz (sas), cuma günü için özel bir teklif sunuyor bizlere. Salavat getirdiğimizde ona bizzat kendilerinin mukabele edeceğini belirtiyor. Hayallerimizi öteler ötesine götürerek düşünmeye çalışalım; Efendimiz (sas)?e selam veriyoruz ve Efendimiz (sas) de bize bizzat ismimizle karşılık veriyor. Bu, muazzam bir mutluluk olsa gerek. Peki salavatı unutmamamız için ne yapmalı? Önce cuma günleri Efendimiz (sas)?le randevu günümüz olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. Bunun yanında bütün namazlarda tesbihatla beraber salavat okumayı da ihmal etmeyelim. Bir de, özellikle erkekler, cuma namazı için camiye giderken az ya da çok mutlaka yürüyoruz, camiye gidene kadar geçen süre ve namaz araları salavat okumamız için en mükemmel zamanlar.
alıntıdır.
 

ayna44

New member
Katılım
17 Şub 2007
Mesajlar
488
Tepkime puanı
100
Puanları
0
Yaş
36
paylasım için alah cc razı olsun...
 

bcetin811

AMEL-Ý SALÝH
Katılım
27 Eyl 2006
Mesajlar
1,495
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Hayatýn içinden
Hz. Peygambere Salat Ve Selam Getirmenin önemi

Hz. Peygambere Salat Ve Selam Getirmenin önemi

HZ. PEYGAMBERE SALAT VE SELAM GETİRMENİN ÖNEMİ

Sevgili Peygamberimize, mübarek adı anılınca her inanan kişi salat ve selam getirir. Ancak mırıldandığı bu kelimeler ruhunun derinliklerine ne kadar etki etmektedir? Bu kutsal ifadeler, o insanın iliklerine kadar işleyip, bütün canı-ruhu ile erişilmez anlamlar yakalayabilmesine sebep olmakta mıdır? Yoksa ağızdan çıkanı kulak duymamacasına hissetmeden, kalbi çarpmadan ruhsuz bir salat ve selam ediş mi bu?

İşte Sevgili Peygamberimiz Efendimize salat ve selam getirmenin anlamını yakalayabilmek için önce bu görevle sorumlu tutulan "insan"ın, Kur'an önündeki konumundan bir nebze bahsetmek istiyoruz.

İnsan adını alan varlık, çeşitli durumlar içinde yaşar. Bu durumlar, insanı hayatın realitesi ile karşı karşıya getirir, hatta onun içine sürükler. İnsan, yaşamını sürdürmek için bu durumları idealleştirmek, yani onlara bir anlam vermek, onlarda bir değer görmek zorundadır.

İnsan, içinde yaşadığı durumlara bir anlam veremediği, onlarda bir değer göremediği zaman onun yapıp-etmeleri sona erer; o artık yaşayamaz. Tek insan, yani fert bu tür durumların içine gireceği gibi, uluslar da bu tür durumların, çıkmazların içine girebilirler. İnsanın bu durumlardan sıyrılabilmesi, onlarla başa çıkması, ancak insanda kendisini yapıp-etmelerine verebilecek bir gücün bulunmasına bağlıdır.

Bu güç imandır. Eğer insan, inanan bir varlık olmasaydı, o zaman onun gerçek durumu nasıl olacaktı? İnanmayan bir varlık yapıp etmelerine nasıl anlam verebilir, nasıl bir değer görebilirdi? Nasıl kendisini yapıp-etmelerine verebilirdi; nasıl kendisini eğitebilirdi? Bu sebeple iman-inanma, insanın temel varlık şartıdır.

O halde Kur'an'ın insanı, şu üç ayrılmaz unsurun bütünüdür:

- İnanan varlık,

- İbadet eden varlık,

- Ahlakî değerleri kişiliğinde ve tarihte oluşturan varlık.

Kur'an'ın insanı, Kur'an'ın mü'mini olabilmek ve bu üç unsuru yaşama aktarabilmek için "bilgi"ye ihtiyaç vardır. Yaşamakta bulunduğumuz çağa bu açıdan, yani bilgi açısından baktığımızda "bilgi"nin gücünün ve ürünlerinin derinliğine hissedildiği görülecektir. Bir düşünürün dediği gibi: "Yüzyılımız, insanlık tarihinin tam ortasından geçen bir kuşak gibidir. Doğduğumuzdan bu yana olup bitenler, doğduğumuz güne kadar olup bitenlere neredeyse eşittir." Hızla gelişen ve değişen bilgi, "yaşam boyu eğitimi" bir zorunluluk haline getirmiştir.

Burada Kur'an'ın ilk inen ayetinin "Oku, yaradan rabbinin ismiyle oku!" (Alak 1) olduğunu hemen hatırlamalıyız. Tamamıyla insan'ı anlatan ve insanî olanı tespit eden bu ayet, müslümana, yaşam boyu eğitimi zorunlu kılmaktadır. Bu ayet-i kerimeye Kur'anî bütünlük bağlamında yaklaşınca "okumak"tan amacın olan varlık/olgun varlık olduğunu görmekteyiz. Yani Kur'an, günümüzdeki "bilmek, bilmek için" yaklaşımını kabul etmez. Çünkü bilmek, bilmek için olursa insanın gayesi önemli olan varlık olmak olur. Halbuki Kur'an, insanı, önemli varlık olarak değil, değerli olan varlık olarak görmek ister. Yani Kur'an'ın mü'mininin bilgisi hayata aktarılan, yaşama etki eden, hayata dönük olan ve beşikten-mezara sürecinde yaşam boyu eğitimle kazanılmış bilgidir. Yoksa teorik olan ve hayattan soyutlanmış bilgi, lüks için bilgi, bilgi değildir.

“Eğer takva sahibi olursanız mualliminiz Allah olur.” (Bakara 282)

“Rabbim! İlmimi artır, de.” (Taha 114) ayetleri ve bu konudaki diğer birçok ayet de bu bağlamda anlaşılmalıdır.

Yaşam boyu eğitimin günümüz açısından temel sorunu, "nitelikli bir öğretim-nitelikli bir eğitim" için "bilgi ve bunun aktarılması yöntemi"ni bulmakta yatmaktadır.

Nitelikli öğretim-eğitim, temelinde "anlama"nın olduğu bilginin kazandırılması ile mümkün olabilir. Bilginin aktarılmasında "anahtar kavramların ve temel yapıların kazandırılması" ön plana çıkarılmalıdır.

Bunun sonunda "anlama"ya (yani bilgiyi yapılaştırmayı ve bilgi parçalarının birbirine nasıl bağlanacağını gösteren bir araç olarak anlamaya) dayanarak kazanılan bilginin temellendirilmesi (ezberlenmesi değil), açıklanabilmesi, yeni bilgiler üretilmesi mümkün olabilir. Yani insanın bizzat îmâl-i fikir ederek ulaştığı, kendine mâlettiği, sorgulamayla kendinin kıldığı, kendine dayanarak kabul ettiği bilgi olacaktır.

İşte bir Kur'an ayetine, konumuza temel teşkil eden ve Peygamber Efendimize salat ve selam getirme içeren ayete bu öğretim-eğitim anlayışı bağlamında bakmamızın salat ve selamın anlamını yakalamağa götüreceğini düşünüyoruz.

Şimdi bu ayet-i kerimeyi inceleyelim. Cenab-ı Hak buyuruyor ki

"Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salat ile takrim ederler. Ey iman edenler! Haydin O’na teslimiyetle (cânu gönülden) salat ve selam getirin." (Ahzab, 56)

Öncelikle bu ayetteki anahtar kavramların üzerinde durmak gerekiyor. Bu anahtar kavramlar iyi kavranırsa ayetin mesajı anlaşılmış olur. Temelinde "anlama" olan bilgi pratiğe kolay aktarılır.
 

bcetin811

AMEL-Ý SALÝH
Katılım
27 Eyl 2006
Mesajlar
1,495
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Hayatýn içinden
SALÂT KAVRAMI

Bu kelime sözlükte dua ve tazim (büyütme, hürmet ve ikram etme) anlamlarındadır.

Terim olarak namaz ibadetini ifade eder.

Ahzab suresinde 43. ayette "Hem Allah'ın hem meleklerinin mü'minler üzerine salat yağdırdığından" söz edilmektedir.

Buradaki anlam yukarıdaki, ayette gelen anlam ile aynıdır. Dolayısıyla bu iki ayette salat kelimesi şu anlamları ifade etmektedir:

Allah’tan: Rahmet, övgü, yüceltme;

Meleklerden: İstiğfar, övgü ve yüceltme nimetini kulları için niyaz etmeleri;

Mü'minlerden: Dua, sevgi, övgü. Burada aynı fiil, yani salat etme eylemi Allah ve meleklerine isnad edilmiştir. Bu sebeple bu kelime rahmet ve istiğfarı kapsayan bir hususi inayet (Allah'ın insan için hayır getirici, kurtarıcı, esirgeyici lütfu) anlamını ifade eder.

Hz. Peygamber'e salat etmek ise biz inananlar açısından şu manaları içerir:

- Onu sevmek ,

- Onu yüceltmek, övmek

- Onun için dua etmek.



SELÂM KAVRAMI

Bu kelime sözlükte selam, selamlama, selamet, kurtuluş anlamlarındadır.

Kur'an'da "selam" dünyevî kurtuluş ve selamete (barışa, barışıklığa) olduğu gibi ebedî kurtuluş ve selamete de delalet eder. Bunun için Cennete "Daru's-Selam" = "Selamet evi, barış konağı, barışıklık yeri" denilmiştir. Bununla beraber, selam kelimesi, Kur'an'da ekseriya selamlama ibaresi olarak kullanılmıştır.

"Orada ne bir boş laf ve ne de günaha sokacak bir şey işitmezler. Ancak "selam, selam"dan ibaret bir söz işitirler." (Vakıa 25-26) (Mutluluğa ermiş olanlara Cennette veya buraya girerken söylenilen kelime.)

Müslümanlar arasında "selam" kelimesi ile selamlama, İslamî bir kurum olarak İslamiyetin ilk günlerinden bugüne kadar gelmiştir.

En'am 54'te Hz. Peygamber'e şu şekilde hitab edilir:

"Ayetlerimize inananlar sana gelince onlara de ki: Selamün aleyküm(selam size)!"

Nisa 88'de:

"Size selam verilince, buna daha güzel bir karşılık ile selam veriniz veya onu tekrar ediniz. " buyurulmuştur ve selam getirmenin anlamını iyice bilmek, öğrenmek çok önemli bir meseledir. Yoksa alışkanlık yapar ve yapmıştır da. Olağanüstü olan, sıradanlığa indirgenmiştir.

l. Meşrutiyet yıllarından sonra, Avrupa'da bazı müzakerelerde bulunmakta olan bir Türk heyetine bir Avrupalı; "Sizin istiklal marşınız var mı?" diye sormuş. O zaman Fransa, Almanya gibi bazı Avrupa devletinin marşları mevcut. Türk delegasyonundan biri "Bizim de istiklal marşımız var" demiş. "Söyleyin de dinleyelim" teklifi üzerine heyet üyeleri hep birlikte ltri'nin ünlü bestesini söylemişler. Bittiğinde Avrupalı ev sahipleri, "En güzel istiklal marşı sizinki imiş..." demişler.

Cuma günleri güzel sesli müezzinlerce, kalbinin ve ruhunun ta içlerinden gelen bir nâme ile minarelerden okuyacakları salat ve selam elbette akıl almaz dünya sarhoşluğuna dalmış insanı, bizleri uyandıracaktır, uyandırmalıdır. Salat ve selamın anlamı bizi kendimize getirmelidir.

Netice itibariyle selam sözcüğü Hz. Peygamber Efendimizle ilgili olarak şu anlamı ifade eder: O’na dua edin. Tüm kalbiniz ve ruhunuzla O’nunla işbirliği içinde olun, O’nun örnek-önder kişiliğine teslim olun. Tebliğ ettiklerine karşı çıkmaktan sakının ve bu ilkelere samimiyetle uyun.

Kavramları tartıştıktan ve ne anlamlar ifade ettiklerini sunduktan sonra tekrar ayet-i kerimeye dönüyoruz. Bu ayet bir bilgi, bir de emir içermektedir.

- "BİLGİ"

Hz. Peygamberin mele-i ala'daki mevkiidir. Cenab-ı Hakk'ın salatı, meleklerinin salatı O’nun faziletine, Rabbinin indindeki yüce makamına delalet etmektedir. Yüce Allah, rahmet ve in'amiyle (lütuf); melekleri istiğfarları ve hizmetleriyle Peygamber'e daima tekrim (yüceltme, ululama) etmektedirler.

-"EMİR"

Salat ve selam getirmekle mü'minleri yükümlü tutmaktadır. Farz kılmıştır.

“Sallallahu aleyhi ve sellem”

“Es-selamu aleyke eyyühennebiyyü”

“Allahümme salli alâ seyyidina Muhammed”

“Es-salatü ves’selamu aleyke ya Rasulallah” gibi dualarla O’nun üzerine Cenab-ı Hakk'ın salavat, 'rahmet ve berekâtını niyaz etmeyi ve selam vererek tekrim etmeyi, hiç incitmeyerek O’nun önder kişiliğine teslim olmayı emir buyurmaktadır.

Bu ayete gramer açısından bakarsak o bir isim cümlesidir. İsim cümlesi devamlılık, süreklilik ifade eder. O halde Yüce Allah'ın, sonra meleklerin Peygamber'e salat etmeleri ebediyete kadar devam edecektir, kesilmeyecektir.

Öte yandan bu cümle son tarafı itibariyle bir fiil cümlesidir. Bu da Allah Teala'nın ve meleklerinin ettikleri salatın kesintisiz ve sürekli yenilenerek her vakit devam ettiği anlamına gelir. Demek oluyor ki salat, sürekli ve kesintisiz bir eylem olarak algılanmalıdır.

Sahabiler, ayet nazil olduğunda selam vermeyi biliyorlardı. Çünkü ilk muallim Hz. Peygamber teşehhüdde okunan,

“Es-selamu aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi ve berekâtüh” ibaresi ile onlara bunu öğretmişti. Fakat salat getirmeyi bilmiyorlardı. Hz. Peygamber yanlarına gelince:

-Ya Rasulallah size nasıl selam vereceğimizi öğrendik, biliyoruz. Ama size nasıl salat getireceğimizi bilemedik? diye sordular. Hz. Peygamber:

deyiniz." buyurdular.

et-Tac İbnu's-Subki (771/1370) bu rivayete dayanarak salavatların en güzelinin bu olduğunu, çünkü Hz. Peygamber'in ilgili soruya bu şekilde cevap verdiği yorumunu yapar. Salat ve selamın anlamına, yani bu kelimelerin belirttiği, düşündürdüğü şeylere gelince:

Bu ibadet farklı bir ibadet özelliğine sahiptir. Çünkü Cenab-ı Hak bu ayet ile Peygamberine salat etti. Sonra da meleklerine O’na salavat getirmelerini emretti. Bilahare mü'minlere salavat getirmeleri emrini verdi. O halde Yüce Yaradanımızın ve meleklerin yaptığı bir fiili biz aciz kullar neden ihmal ederiz, bilinmez.

-Salavat getirmek Sevgili Peygamberimize olan şükran borcumuzu ifa etmek demektir. Çünkü O, mü'minler için, hatta bütün insanlar için büyük iyilikler yapmıştır. Üzerimizdeki haklarına bir nevi teşekkürle mukabele etme ve O’nu yüceltme imkanıdır. Bu ise Cenab-ı Hakk'ın bir lütfudur.

Salavat getiren kişi birçok manevî hazlara gark olur, lezzetler duyar. Bu ise anlatılmaz, ancak bireyin kişisel tecrübesi ile elde edilir.

PROF.DR. A. NEDİM SERİNSU
 

berguzar

New member
Katılım
31 Ara 2007
Mesajlar
112
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
59
Merhaba Arkadaşlar:

Ben dün bu konuyla ilgili bir yazı asmıştım buraya ancak yazım silinmiş. Gerekçesini öğrenebilir miyim?

Hepiniz Allaha emanet olasınız...
 

berguzar

New member
Katılım
31 Ara 2007
Mesajlar
112
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
59
Peygamber efendimize sevgisinden dolayı ve getireceği salavat-ı şeriflerden dolayı duyacağı hazzı ve kazanacağı ecri siz bilemezsiniz iyisimi konuyu takip edin tasdikleyin veya tasdiklemeyin amma konuyu dağıtmak ve fitne çıkarmak için çaba sarfetmeyin kardeşlerimiz ümmet olmanın bilincini taşıyorlar buna SAYGILI olalım görüşümüz her ne olursa olsun
 

berguzar

New member
Katılım
31 Ara 2007
Mesajlar
112
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
59
İslam Alemine karşı edebe mugayir yazınızdan dolayı yazınız silinmiştir daha dikkatli olursak yararımıza olur
 
Üst Alt