Allah (cc) cümlemize akıl, izan, muhakeme ve keskin bir kavrayış versin. Bir ayet ve bir hadis ile sevgili chamdalı kardeşimin, bergüzar hanımın ve sevgili metinmete kardeşimin sorularına yetti de arttı bile. Ey forum cemaati! Arkadaşlarımın sorularını okuyun, daha sonra cevabi yazımıza göz atın. Her üç sorunun da cevabı olarak da 1 ayet ve 1 hadis yeter de artar bile inşallah.
“…ve herhalde sonu, senin için önünden daha hayrlı ve ileride Rabbin sana ata edecek (verecek), öyle ata edecek (verecek) ki rızaya ereceksin!” (Duha : 4 – 5)
Burada verilen nedir ? istenilen ve kabul edilen bir şey’dir. Peki neymiş bu? Onu da Rasulullah’ın (s.a.v.) hani; o hiç yalan ve dolan çıkmayan mübarek “El Emin” sıfatlı ağzından duyalım:
"Her peygamberin müstecab (Allah'ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı Kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı âhirete bıraktım). Ona inşaallah, ümmetimden şirk koşmadan ölenler nâil olacaktır."
[FONT=Times New
Roman] [/FONT]
Buhari, Da'avat 1, Tevhid 31; Müslim, İman 334, (198); Muvatta, Kur'an 26, (1, 212); Tirmizi, Da'avat 141
Ve isteyecek elbette; ümmedim için af diyecek! Hatta öyle bir isteyecek ki; Rabbi de cevap verecek isteğine, Kur’an’da bu mizanseni yaşatıyor görmek isteyene : “…öyle ata edecek ki; rızaya ereceksin” Yani; Ey Muhammed, razı olacağın kadar iste! razı olana kadar da al! anlamında. Ne isteyecek Allah Resulu (s.a.v.) ? şefaat hakkı ! kendi ağzı ile beyan ediyor bunu mübarek efendimiz. Peki; Verecek olan kim ? Rabbi Zülcelal (cc)!
Peki; şimdi Size ne oluyor ?
Allah'ın (cc) ayetlerini sadece bu dünyaya mı hitap sanıyorsunuz ? Ahiret alemine ilişkin olarak görmüyormusunuz ? Yani söylemleriniz o kadar değişik anlamalara yol açıyorki, işte bu noktada bazı arkadaşlarıma kızıyorum. Madem ki ilmin yok ne demeye kalkarsın da bir söz yumurtlarsın, hadi söyledin o halde devamını getir de insanların kafalarında soru işaretleri bırakma!
Hani geçenlerde bir söz yazmıştık, lafın tamamı ya çocuğa ya meczuba söylenir. Her ikiside Din’i hükümler karşısında müsavidir (yani sorumlu değildir) Sizin de çocuk olmadığınızı görüyoruz arkadaşlar, o halde azıcık izan lütfedin! Hani yeri geldiği zaman bir konuda burada mecaz var, burada zahiri hüküm var diye okuyorsunuz ve öyle değerlendiriyorsunuz ya, neden bazı yerlerde bunu yapmıyorsunuz ? “Talebena; vecedena! (İsteyin; vereyim)” diyen bir Allah (cc), isteyen bir Rasul (s.a.v.) bunu görmeyen bir ümmed! Yapmayın, bu kadarı olmaz! Hani ? nerede kaldı hanif şuuru ?
İslam’ı bir gönülden kabul vardır, bir de kılıç zoru ile kabul vardır. Bazı kavimler gönülden kabullenmiştir, bazıları da kılıç zoru ile. Siz hangi kavmin insanlarına özeniyorsunuz ?
Bergüzar hanım; yazdıklarınızı tam 3 defa okudum. Okuduklarımdan çıkan sonuç; lütfen daha çok okuyun, yeterli değil. Verdiğiniz cevap, maalesef cevap değil. Ayrıca; hiç bir zaman karşımdaki insanı "salak" yerine koymadım koymam da. Nefs yapmayın, enaniyetten sıyrılarak okumaya çalışın. Bu sizin hakkınızda hüsnüniyetimdir. Forum önünde radikal’in sözü üzerine söz söyleyeceğim, onu rüsva edeceğim, mat edeceğim mantığı ile yazmayın. Siz hak olanı yazın; biz sizin ayağınızın da altını öpmekten çekinmeyiz. Ama, lütfen hak olanı yazın. Biz de burada yazarken bazen konuları birbirine karıştırıyoruz, insan hali, oluyor. Ama bir kardeşimiz bizi uyarınca hatamızı görüp düzeltme mesajı da yazmaktan çekinmiyoruz. Ve bunu büyük bir zevk ile yapıyoruz, çünkü nefsin çok ağrına gidiyor, bu da bizi mutlu ediyor. Geçen sene nurşeyma adında “hanif” olduğunu söyleyen bir kardeşim secde ayetinin numarasını yanlış verdiğim için beni uyardı, biz de yanlışımızda direndik “hayır! Bu secde ayetidir” dedik. Fakat evime dönünce baktım ki; nurşeyma kardeşim haklı. Bir sayfa özür ve düzeltme yazısını severek yazdım, bütün forum huzurunda kardeşime de teşekkür ettim. Çünkü; “söylediğimiz sözün kölesiyiz…” (Hz. Ali K.v.) Böyle köleliğe can kurban!
Bizi beyinlerimizi kiraya vermek ile suçlayan hanif kardeşlerim! Lütfen, makul olun. Bir imam-ı azam (r.aleyh), bir Şafii (r.aleyh) bir Gazali (r.aleyh) gibi insanların ömürlerini adadıkları konuda, fikir sahibi oldukları konularda elbette sözlerine önem ve öncelik vereceğiz. Kaynakları Kur’an olduğu sürece… Ve her zamanda kaynaklarını Kur'an oluşturmuştur. Peki; ilmi yetilerini ve becerilerini kazanana kadar, yukarıda isimlerini zikrettiğimiz alimlerin kitaplarını, ictihadlarını kaynak alarak gelenler, günümüzde karşımıza “alim” gömleği giyerek çıkanlar, şimdi çıktığı kabuğu beğenmeyerek kaleme aldığı reddiye yazılarını hangi ilimlerine dayanarak yazıyor ve sizlerde bunları koşulsuz kabul ediyorsunuz. Ve bunu yaparken de ofsaytta kalan yönlerini gördüğünüz halde; koşulsuz bir teslimiyet ile kabul edebiliyorsunuz ? Bence burasını düşünün bir de.
Hanifliği, salt Hazreti İbrahim'e özgülemeniz çok yanlış. Bütün peygamberler (a.s.v.ecmain) hanif'tir. İslam; zaten başlı başına hanif ve naif bir Din'dir. Hanif olarak zaten bir tek İslam Din'i kalmıştır ve kıyamete kadar da hanif olarak devam edecektir. Ehl-i sünnet vel cemaat olarak bu yolda giden bütün müslümanlar "hanif'tir". Haniflik haddi zatında, ayrıca bir vakıf veya cemaat de değildir. Yeni bulunmuş bir olgu da değildir. Hazreti Adem (a.s.) beri gelen bir anlayıştır. Bu çağda bunu algılayan ve yaşantısına entegre eden müslümanlar, zaten hanif olarak yaşıyor.
Peygamberlik makamını red etme mantığı, en son gelen Peygamber (s.a.v.) dururken, kuşaklar öncesinde gelmiş Hazreti İbrahim'i (a.s.) yüceltmeye çalışma mantığı ise, başlı başına hezeyandır. Çünkü; Hazreti İbrahim (a.s.) zaten Rabbi (cc) tarafından yüceltildiği kadar yüceltilmiş ve "Halilullah" makamına çıkmış. İman ettiğimiz peygamberler içerisinde en önemli makamlardan birini zaten yaşarken kazanmış. Ayrıca bir övgüler manzumesi O'na (a.s.) bir değer de kazandırmaz, bir eksiklikte oluşturmaz. Burada peygamber yarıştırma mantığı bizim eksikliğimizden başka bir şey değildir. Zaten sevmesek, burada mübarek ismini dahi anarken her isminin sonuna tazim anlamında (a.s.) ibaresini koymazdık. Çünkü biliriz ki, "hanif"liğin en önemli düsturu edeb'tir, illa edeb! Peygamberine edebi olmayanın zaten Rabbi'ne de bir edebi olmaz. Bir tanıdığım yakınım vardı, daha önce bir konuda bahsetmiştim. Bana, Peygamber gerçeğine inanmamasının nedenini sorduğumda şu cevabı vermişti: "Benim inandığım Tanrı çok yüce bir varlıktır. Emirlerini kullarına duyurmak için aracı tutmak, postacı makamı oluşturacak kadar da acz değildir." Üstelik bunu söylerken, aklı sıra; inandığı tanrısını yüceltme düşüncesi ile yapıyordu. Ona göre tanrısı çok yüceydi ve kullarına hitap için de aracı tutmak zorunda ve aczliğinde değildi. Nasıl bir mantık ? Elbette her tarafından sakat bir mantık! Dikkat ediyorum da; son günlerde haniflikten dem vuran insanların söylem tarzına ne kadar da çok benzemeye başladı.
Hepinize saygılar. Ama; lütfen, önce okuyun!