Rasulullah (s.a.v.), Kur’an’ı tebliğ ile emr’olundu. Bu; işin şeriat kısmıdır. Zahiri hüküm ve zahiri tebliğ, şeriat’ı oluşturur. İşin uygulama safhası ve yaşantıya geçiş kısmı bu şeriata uygun ameli gösterir. Her insan buraya kadar olan bölümü ile mükelleftir. Bundan gayrısı; tasavvuftur. Özel olarak kişiye münhasır bölüm burada başlar. Bu dahi, ayetler ile ve yine peygamber vasıtası ile aktarılır. Ayetlerde “Geçmiş ve gelecek günahlarının bağışlandığı” açıklanan bir Rasul (s.a.v.), günde 70 defa istiğfar ediyorsa, ümmedi de aynı şekilde örnek alarak istiğfarda bulunması gerekir. İstiğfar; hem tasdik anlamındadır, hem itiraftır, hem de kabuldur. Peygamber (s.a.v.) istiğfar ederken, kendisine manevi aleminde gösterilen yükselişlerden dolayı, bir önceki makamındaki haline istiğfar eder; bir önceki halini hem kabul, hem bulunduğu makamın bir önceki makama nazaran yüksekliğinin itirafı, hem de tasdiki anlamında acziyetini müşahede eder ve bunun ile Yüce Rabbi (cc)’nin rahmetini diler. Ümmedi ise, Yüce allah’a (cc) istiğfar ile; bir önceki günahını kabul eder, acziyeti ile işlediğini itiraf eder ve Yüce Rabbi (cc)’nin rahmetinin olmaması halinde, kendisinin helaka duçar olduğunu tasdik eder. Bu her gün yapılan kalbi antrenman sonrasında ayetlere bakışı daha bir canlılık kazanır. İstiğfar bir nevi (Teşbihte hata olmaz inşallah) toz bezidir. Ama özel bir tozbezi, sadece kalb aynasını parlatır. Her günah sonrası kalb bir siyah nokta ile kirlenir. İstiğfar; işte bu günahı kabul, acziyetten dolayı pişmanlık ve rahmetini ümid ile Yüce Olan’ı (cc) tasdik eder. İstiğfar ile kirlenmiş kalbini siler. Müğminin kalbi bu noktada ayna gibidir. Devamlı tozunu alınan bir şeyin kirli kalması düşünülmez herhalde. Bir güneşin şavkı o aynada nasıl bir yankı bulur acaba?
“Karşılarında ayetlerimiz açık açık, parlak parlak okunurken de o küfredenler dediler ki hakk’a: bu parlak bir sihir!” (Ahkaf : 7)
El Hakk! Ne kadar yerinde bir Kur’an’i tespit! Sihir! Vallahi elinizde başka bir şey olmadığı için, sizlerin bize karşı kullandığınız red sözcüğü. Ayet diyor, ben demiyorum. Deneyin, sihir mi değil mi kendiniz karar verin. Her gün yapın 70 defa 100 defa 1000 defa. Peygamber (s.a.v.) günde 70 defa yapmışsa, bizler 70.000 defa yapsak bile az gelir. Her anımız günah, her bakış, her konuşma, her arzu!
Peygamberimiz (s.a.v.) çok büyük ama çok büyük bir peygamber. İster bizim sözlerimizdeki “büyük” kavramına ittiba edin, isterseniz Kur’an’da açıklamaları yapılan ayetlere ittiba edin. Sonuçta bizde bu düşünceyi ayetlerden çıkarıyoruz. Kaynağımız ayetler yani. Hangisini isterseniz onu baz alın, ama anlayın! U’lul Azm bir peygamber gerçeğini artık anlayın!. Bunu yaparken ne ayetlere ters düşüyorsunuz, nede şirke giriyorsunuz. Ancak emr’olunduğunuz gibi hareket etmiş oluyorsunuz. Müslüman iki kişiyken dahi birini emir seçmek ile ve ona uymakla mükellef. Cemaat olma esprisi burada yatıyor. İki kişi arasındaki cemaat olgusunu bu kadar önemseyen bir Din, elbette size uyarı mahiyetinde ayetlerini gönderecek ve “O’na uyun…” diyecek. Cemaatleşmeyi teklif edecek sizlere. Sizler bunları red ettiğiniz sürece cemaat bile olamayacaksınız ve olamıyorsunuz da. Çünkü aykırı gibi duruyorsunuz, çünkü gerçek haniflerden uzaksınız. Yeryüzünde yüzünü hanif Din’e dönmüş milyonlarca Müslüman var zaten yeryüzünde de hanif Din olarak İslamiyet var ve bu Din’in müntesibleri “hanif” olarak yaşantısına devam ediyor yüzyıllardır. Bunun haricinde ayrıca hanifler diye bir cemaat yok, olmayacak da! Olsa olsa forum cemaati olur ki, sitelerine baktım küfür içerisinde yüzüyorlar.
Dikkat edin, düzgün okuyun ben küfr etmiyorum, sizlerin küfr içinde olduğunuzu yazıyorum.
Bu ayetler ile temel ve başlangıç olarak tesbit ettiğim (çünkü bütün saplantılarınız bu ayete ters düşmek ile başlıyor) akidenizi sorgulayın. Sorgulamak iyi bir şeydir, bir nevi sağlama yapmış olursunuz, kendinize güveniyorsanız. Yanlışsa temel inancınız, hatanızdan dönmüş olursunuz. Doğru ise; yolunuzda daha kuvvetli adımlar atarsınız. Yani her halükarda karda sayılırsınız. Ene yapmayın, nefs yapmayın, durun; kendinizi ve Kur’an ışığında ayetleri tefekkür edin. Düşünün, ne diyor, ne anlatıyor bu ayetler ?
“Elbette o göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün ardarda gelişinde, şüphesiz ayetler var (vicdanları temiz) ulu’l elbab için!” (Alu İmran : 190)
“Onlar ki gerek kıyam u kuudda (ayakta ve otururken) ve gerek yanları üzerinde hep Allah’ı zikrederler ve göklerin, yerin yaratılışında fikrederler (tefekkür ederler) “Ya Rabbena!” derler; “bunu sen boşuna yaratmadın, sübhansın! O halde bizleri o ateş azabından koru!” (Alu İmran : 191)
“Rabbena! Cidden bizler bir münadi (çağırıcı) işittik, imana çağırıyor; “Rabbinize iman edin!” diyordu. Dinledik, iman ettik! Rabbena! Mağfiretinle artık günahlarımızı bizlere bağışla, kabahatlerimizi bizlerden kefaret buyur (ört) ve bizleri sana ermiş kullarınla beraber yanına al!” (Alu İmran : 193)
Ulu’l elbabı da red etmeden okuyun ve tefekkür edin, ayet diyor ben demiyorum. Peygamber (s.a.v) efendimizi de ondan sonra bu ayetler ışığında kafanızda şöyle bir tahayyül edin, bakalım ne göreceksiniz. Kur’an; isterseniz size 3 boyutlu resimde gösterir. Siz yeterki isteyin. Sakın! 3 boyutlu resime de bu nedenle karşı çıkmayın, siz göremiyorsunuz diye 3 boyutlu resim yok mu diyelim şimdi. Ben görüyorum elhamdülillah. Sizler; bakış açınızı sorgulayın öncelikle ! Durduğunuz nokta önemli, bakış açınız ondan daha önemli. Bunun gibi, Kur’an’ı anlamak önemli, O’nu layıkı ile tefekkür; O’ndan da önemli! İtikadı oluşturan nokta! İşte, şimdi tam burası!
“(İnmekte) o(lan) yıldıza andolsun ki,” (Necm : 1)
Ne büyük yemin ama. Burada necm’den kasıt olarak bazı alimler diyorki; necm necm (parça parça) inen Kur’an dır kasdedilen, bazıları da diyor ki; Şi’ra yıldızıdır kasd edilen. Bu nokta bizim için (anlatılmak istenen manayı baz alırsak) önem arz etmiyor açıkçası. Burada önem verilen bir şeyin üzerine Rabbül Alemin’in (cc) yemini dikkat çekici. Allah (cc) yemin ederek başlıyor. Biz kulları dahi çok önemli bir şeyi söyleyeceğimiz zaman muhatabımızın kafasında en baştan şek ve şüphe oluşmasın diye bazen böyle başlamazmıyız ? “Yemin olsun…” diye başladığımız çok cümle vardır. Burada da Rabbül Alemin (cc) yemin ederek, çok önemli bir şey söyleyeceğinden dolay bütün dikkatimizi buraya vermemizi istiyor! Ve devam ediyor;
“Arkadaşınız (Muhammed) sapmadı, azmadı.” (Necm : 2)
Kafalardaki ve kalplerdeki bir çok nefsi ve şeytani konuşmaları bıçak gibi keser nitelikte. Çok net ve açık! Hani yarattığı biz kullarını iyi tanıyor ya Rabbül Alemin, her şeye bir kulp bulacağımızı bildiğinden, üzerinde durarak tekrarlıyor :
“O, hevâdan (arzularına göre) konuşmaz.” (Necm : 3)
Günlük yaşantısı, anlık yaşantısı, Din’i yaşantısı, ictimai yaşantısı her ne şekilde olursa olsun yaşantı tarzında baz alınacak bütün sözlerin büyük bir kontrol içinde vahye dayalı olduğu gerçeğini ne kadar güzel anlatıyor bizlere ! Duymak ve anlamak isteyenlere sanki deklare ediyor, ültimatom veriyor:
“O(nun konuşması kendisine ) vahyedilenden başkası değildir” (Necm : 4)
Bu konuşmaların da asılsız ve mesnetsiz türden konuşmalar olmadığını, sağlam ve etkili bir zemine dayandığını, yani konuştuklarının hepsini O’na (s.a.v.) Zat-ı Zülcelal’in (cc) bizzat kendi tarafından görevlendirdiği bir mürşid tarafından öğretildiğini söylüyor bize:
“Onu, müthiş kuvveleri olan biri öğretti” (Necm : 5)
Devam ederek de görevlendirdiği mürşidi (öğretmeni) övüyor, tanıtıyor bizlere:
“(Ki o) akıl ve görüşünde kuvvetli (bir melek)dir. Hemen (gerçek meleklik şekliyle) doğruldu” (Necm : 6)
Belki tasavvurda yanılırız yahut yanlış tevile gireriz diye birde bunu ayet ayet bize açıklıyor:
“O, en yüksek ufukta idi.” (Necm : 7)
“Sonra (Cebrail ona) yaklaştı ve (aşağıya doğru) sarktı” (Necm : 8)
“Onunla arasındaki mesafe, iki yay kadar, [yahut] daha az kaldı” (Necm : 9)
“(Allah), kuluna verdiği vahyi verdi. Onun gördüğünü kalb(i) yalanlamadı.” (Necm : 10 - 11)
Çünkü O’nu (s.a.v.) inşirah suresinde bize belirttiği gibi; sadrını genişleterek göreceği gerçeği kaldırabilmesi için bir kuvvet ve sukunet verdi. “Elemnaşrahleke sadrek…(Biz sadrını genişlettik)” (İnşirah : 1) buyuruyor.
“Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız.” (Necm : 12)
Ey Alemlerin Rabbi olan ve bizleri bir sudan yaratıp da acziyetimizi bize anlatan Rabbim! Mucizesi olmayan peygamber olduğuna varıncaya kadar tartışıyorlar üstelik. Kur’an mucizesi, kamer mucizesi ve İsra mucizelerine dair üstelik yapıyorlar bunu…Kur’an’da bildirdiğin şekli ile 3.000 melek ile Bedr’de yardım ettiğini bile bile yapıyorlar bunu…Yarabbi; yaldızlı yazılar ile süslemek Internet ortamında becerebileceğim bir şey olsa; Necm 12 ayetini yaldızlar ve gökyüzünün tam göbeğine nakş ederdim. Ama sen Gafur ve Rahimsin (cc) Sen kalplerine yaldızla inşaallah.
“Yok. İftira etti mi diyorlar ? De ki: Ben onu iftira ettimse, siz beni Allah’tan kurtaracak hiçbir şeye malik olamazsınız ve O sizin niye yaygara edip durduğunuzu pekala bilir; ona benimle aranızda şahid [olarak] O yeter, hem de Gafur – Rahim O!” (Ahkaf : 8)
Kuru et yiyen bir kadının oğlu olan ve bizlere beşeri vasıflarda ve surette gönderdiğin Rasul (s.a.v.)’un büyüklüğüne iman ettik, indirdiğini tasdik ettik, mucizeler ve ayetlerini de tasdik etmemiz hasebi ile, küfr’den kurtulup sırat’ı müstakim’e yönelen kullarından olmayı nasip et! (amin)
Bakın; korkulacak bir şey yok, yukarıdaki dua içerisinde en ufak bir şirk görüyormusunuz ? İman, inanmak ise, bunun en uygun yolu iman ettiğine karşı duyacağın sevgidir. Sevgi olmadan itaat olmaz. Bir aslanın yanına ancak yavrusu yaklaşır. Kendi cinsi dahi olsa bir başka yetişkin yanında duramaz. Ama yavrusu, sırtına çıkar, yelelerini karıştırır. Neden verilir bu izin ? Sevgiden olmasın sakın.? Bu sevgi sizlerin gözünde şirk olacak, öyle mi? İbn-sebe küfürbazları ölmemiş demekki. Attıkları tohumu her devirde suladıkları için hala insanlar aynı hasadı biçiyor. Ellerine geçen de, itaatten uzak, itikadden uzak en önemlisi İslami yaşantıdan uzak bir nesil! Yaşayanlara da atılacak en rahat çamur hazır zaten;
“Bir de küfredenler, iman edenler hakkında dediler ki; “Eğer o bir hayr olsaydı, bizden evvel ona koşmazlardı. Bununla muvaffak olamayınca da şöyle diyecekler: Bu eski bir yalan!” (Ahkaf : 11)
yahudilerin yalanı! İsevilerin yalanı! Bunlara çanak vazifesi gören vahhabilerin yalanı! selefiyiz diyenlerin yalanı! YOK BÖYLE BİR ŞEY, EY MÜSLÜMAN YOK BÖYLE BİR ŞEY! Allah (cc)’ın kudretini sadece ayetler ile sınırlamaya kalkışan insanların yalanından başka bir şey değil bunlar! Allah (cc)’ın rahmetini ahiret ile sınırlayan zihniyet. Rahman (cc) ism-i şerifinin dünyadaki insanlara tecelli eden kısmını setr edip, Rahim (cc) ismi şerifini ahirette sadece Müslüman kullarına gösterecek olması gerçeğini örten zihniyet!
Burada “küfredenler” sözü gerçeği “ketm” ettikleri için kullanılıyor. Gizledikleri, sakladıkları için, hakkın üzerini örttükleri için…Ve dahi bunun ile muvaffak olamayınca da; “bu eski bir yalan” demeye kadar işi vardırıyorlar. Hatta bunun, Yahudilerin de aynı masal ile kendi dinlerinden uzaklaşmış olmalarına bir neden olarak göstermeye çalışıyorlar.