Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Dinde Zorlama Yoktur Ama Ceza Vardır

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
İslam toplumunun yüzyıllarca esası olmuş olan;Kalp ile tasdik dil ile ikrar(mecburen söyleme,ifade etme,zorakilik)vardı.Taki İslam medeniyetinin sonuncusu da tarih saifelerine karışıncaya kadar.
Kalp ile tastik esas dil ile ikrar bunun gereği anlaşılan..Kalp ile tastik ferd ile Allah cc yani akaidi bağa bakar iken dil ile ikrar ferdin içtimai yönden bağına bakıyor.
Belki çok insan oldu ki kalbi tastik etti dili ikrar edemedi,belkide çokları olduda dilleri ikrar etti kalp tastik etmedi.
Ama doğrusu kalp de dilde iman etsin,akıl dahi ikna olsun,nefs pes etsin..
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
Nasıl olacak ,
insan Allah cc ve Rasulullah'a sav savaş açacak,şu mimsiz medeniyette uslu duracak.
Hayır ,bin kere milyon kere hayır..
Zorla ibadat ettirmek doğru değildir,Lakin Allah ve Rasulullah sav e şavaş açan da uslu durmaz.
Ya hizbul Kur'an a veya hizbulşeytan a çalışılır....
 

ibrahim571632

New member
Katılım
3 Tem 2007
Mesajlar
705
Tepkime puanı
756
Puanları
0
Konum
Mersin
Bismilevvelvelahir.
Selamün aleyküm.

Sevgili kardeşlerim İslamı seçmek ve İslamı yaşamak farklı kavramlardır. En büyük hataya burada düşüyoruz.Konunun açılmasındaki gaye zaten bunu izah etmeye yöneliktir ve kesinlikle çok yararlıdır.

Dinde zorlama yoktur emri ilahisi, seçmek, benimsemek ve kabul etmek hususlarını kapsar. Bu seçimde herkes hürdür ve bu nedenle hiç kimse cebre maruz bırakılamaz.Din seçmek hususunda seçim irade sahibine aittir ve bu seçimiyle de sadece Rabbine karşı sorumludur.Bu hususta ne maddi ne de manevi hiçbir baskı Allah katında meşruu değildir.Olsaydı Kafirlere ve ikiyüzlü münafıklara karşı cihad emri veren Yüce Allah başta Ehli kitap olmak üzere İslamı kabul etmeyerek dine girmek istemeyenlerinde katlini uygun görür ve emir buyururdu.

Ancak mensubiyetle ilgili iradesini İslam dinini seçmekle kullanan bir insan artık Müslüman’dır ve bu dini kabul eder etmez adı sadece Ahmet,Veli, Mery, Tom, Ayşe,Münevver olarak kalmaz -- Ne hikmettir ki – her sözlükte TESLİM OLMUŞ anlamına gelen Müslüman sıfatını , ön takısını alır.

Peki bu teslimiyet Neye ve Kime dir.
Elbette Allah’a(C.c.) ve O’nun emir ve yasaklarına, hüküm ve iradesinedir.

Müslüman olmakla şereflenen bir kul artık o andan itibaren emir tahtındadır.Çünkü nefsini artık Allah’a (C.C.) adamıştır. Ve emre itaatsizliğin bedelini hem dünyada hem de Ahirette öder.İslam hukukunda Allahın emir ve yasaklarına karşı gelen her müslümanın çeşitli şartlarda ve çeşitli şekillerde cezalandırılması sözkonusudur.

Bu suçlar ;
1- Farzları terk etmek
2- Haramları işlemek
3- Emirlik makamı tarafından çıkartılan, bağlayıcılığı olan emredici veya yasaklayıcı kararlara aykırı davranmak.

Cezaları ise;
1- Hadler
2- Cinayetler
3- Tazir
4- Muhalefetler

Hadlerden kasıt Allah'ın hakkını almak için miktarı belirlenmiş cezalardır. Suçluyu suça yönelmekten engellediği için bunlar "hadler" olarak isimlendirilmiştir. Suçun kendisi de "had" olarak isimlendirilir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"İşte bunlar Allah'ın hudutlarıdır, ona yaklaşmayınız" *
Aynı zamanda bu suça uygulanan ceza için de "hadd" kelimesi kullanılmaktadır. Hadd ve hudud kelimeleri günahkara uygulanacak ceza anlamında kullanılmıştır. Bu isimlendirme yalnızca Allah'ın hakkı olan hususlar için kullanılır. Bunların dışında kalanlar böyle isimlendirilmezler. Bunlar, ne yönetici ne de haksızlığa uğrayan kişi tarafından affedilemez. Dolayısıyla insanlardan hiçbiri hiçbir şekilde bu türden suçlara uygulanacak cezaları affetme hakkına sahip değildir.Buna Peygamberler de dahildir.Nitekim Efendimizin (S.a.s.) mübarek dilinden dökülenlere kulak verelim
“Nefsi kudret elinde olan Allah (c.c.)’a yemin ederim ki; hırsızlık yapan, kızım Fatıma da olsa, yine elini keserim!”

Yalnız şunu hatırlatmakta da yarar var.Cezalar ile caydırmanın gayelerinden kanaatimce en büyüğü , İlayı Kelimetullah ve Nizamı Alemdir.Yoksa cebirle ibadete teşvik etmek cezaların asli amacı değil belki sonuç olabilir.

Hürmet ve Muhabbetle…
Allaha Emanet Olun..
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Bekir kardeşim, eğer bu ayet benim yazdıklarıma cevap ise yanılıyorsun. Benim yazdıklarım bu ayete asla muhalefet etmiyor. Bilakis tasdik ediyor.

Elbette Allah ve Resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde fitne çıkarmaya çalışan cezalandırılır. Hem de en sert şekilde.

Ama bir kafir eğer Allah ve Resulüne savaş açmamışsa ve fesat çıkarmıyorsa hiç kimse inancı veya inanmadığı için ceza veremez. O ceza Allah'a aittir.

Hele namaz kılmayana hiç kimse ceza veremez. O ceza da Allah'a aittir.

Allah ayette bize ait olan cezaların sınırını koymuş.

Allah ve Resulüne savaş açan ve fesat çıkarmaya çalışanlar.

Fesat kelimesi dünyaya bakar. Yani insanların hayat-ı dünyeviyesine ait meselelerde kargaşa yapmak isteyen en sert şekilde ceza alır.

Mesela zina yapan ile zinaya teşvik edenin cezası aynı olmaz.

Zina yapanın cezası bellidir. Zinaya teşvik ise fesattır. Elbette kolu bacağı çaprazlamasına kesilir.

Muhabbetle

Bu ayet İslamiyet te "ceza" nın var olduğunun en açık ve emin delilidir. Bu nedenle buraya asılmıştır.

Sayın Duha, size cevap olsun diye değildir. Size cevaplarımı daha evvel ki mesajlarla verdim zaten...
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Ve Sayın Duha

Allah'ın hükümleri konusunda sizin fikirlerinizi bir kenara bırakıp, bu konuda daha selahiyetli ulemaya kulak vermenizi dilerim. Umulur ki her manada istifadeli olur.

Maide 33 ayetinin tefsiri aşağıdadır. Okuyun ve kabul edin. Ya da reddedin, ayeti siz tefsir edin, biz okuyup size biat edelim...


Bu âyetin nüzul sebebi hakkındaki rivayetler şunlardır:

1- Kitap ehlinden bir kavim hakkında inmiştir ki, Hz. Peygamber ile aralarında sözleşme yapmışlardı, sözleşmelerini bozdular ve yol kesip yeryüzünde bozgunculuk yapmaya kalkıştılar. (İbnü Abbas'dan bir rivayet).

2- Müşrikler hakkında inmiştir. (İkrime'den, Hasenü'l-Basri'den ve Alâ'dan rivayet)

3- Olayları meşhur olan Ureyneliler hakkında inmiştir ki, Ukûl, Ureyne ve Beciyle'den bir kısım halk yoksulluk ve hastalık içinde oldukları halde Medine'ye gelmişler, müslüman olduklarını açıklamışlar, Resulullah kendilerini zekattan toplanan beytü'l-mâl develerinin otladıkları yere göndererek bunların sütlerinden içip geçinmelerini ve hastalıklarını da bu develerin sidikleriyle tedavi etmelerini emretmiş, varmışlar. Bir müddet sonra tamamen sıhhatlerini kazanıp iyileştikten sonra dinden dönmüşler, çobanları öldürüp develeri sürmüşler ve yolları kesip ırza da tecavüz ederek kaçmışlar, fakat takip edilerek yakalanmışlardı. (Enes b. Mâlik, Urve b. Zübeyr ve daha bazı zevattan rivayet)

4- Ebu Bürde de denilen Hilâl b. Uveymirî Eslemî'nin kavmi hakkında inmiştir ki, Peygamberimiz bu Hilâl ile "ne iyiliğine, ne kötülüğüne yardım etmemek; ona gelen müslümanlar emanlı olup heyecana düşürülmemek ve aynı şekilde her kim Resûlullah'a gitmek üzere Hilâl'e uğrarsa emanlı olup heyecana düşürülmemek" üzere "barış anlaşması" (akd-i muvâdea) yapmıştı. Bir gün Kinâne oğullarından bir kısım halk müslüman olmak maksadıyla gelirken Hilâl'in kavmine uğramış, o gün de Hilâl orada yokmuş, kavmi tutmuşlar bunların yollarını kesmişler ve kendilerini öldürüp mallarını almışlardı.

Bu rivayetlerin toplamından anlaşıldığı üzere âyetin inişi, her halde yol kesme haydutluğu ile ilgilidir. Fakat bazıları bu hükmün kâfirlere mahsus olduğuna, bazıları da fâsık müslümanları da içine aldığına kâni olmuşlardır ki, fakihlerin çoğunun görüşü budur.

Peygamber'le harb etmek akıl ve âdet bakımından mümkün olabilirse de, Allah ile savaşmak ne aklen ne de şer'an mümkün olmadığından her halde mecazdır. Halbuki bir lafzın hem hakikat, hem mecaz olması caiz olamaz. Şu halde burada savaş, hem Allah'a ve hem peygamberine ilgisi itibariyle mecaz olmak gerekir. Şu halde "muharebe" lafzı, ya Allah ve Resulünün emirlerine ve hükümlerine karşı gelmekten mecazdır. Veya o emirler ve hükümleri tatbik ve icra eden Allah'ın kullarına savaştan mecazdır. Sonra bu savaşın bilinen mânasıyla açık savaş olmadığı da gerek siyak (söz gelişin)tan ve gerekse nüzul sebeplerinden anlaşılmaktadır. Zira görülüyor ki bunda esirlik ve cizye gibi hükümler yoktur. Tefsircilerin çoğunluğu ve fakihler, harbin aslı, bir selb (zorla alma) mânâsını içine alması bakımından bu savaştan maksat, yol kesmek demek olduğunu beyan etmişler ve buna "büyük hırsızlık" adını vermişlerdir. Bazıları da gerek, şehir dışında ve gerek içinde olsun. Yani açıktan hırsızlığa kalkışmak demişlerdir. Bu mânâda ise müste'min (emân alarak İslâm ülkesinde bulunan gayr-i müslim), zımmî (gayr-i müslim vatandaş), harbî (müste'min ve zımmî olmayan gayr-i müslim), kâfirlerden vaki olabileceği gibi, fasık müslümanlar tarafından da olabilir. Özetle bunlar, biri diğerini koruyarak toplanıp kuvvetli bir engel teşkil eden ve bu şekilde gerek müslümanların ve gerek İslâm tabiyetinde veya himayesinde bulunanların canlarına veya mallarına veya ırzlarına kasteden ve asayişlerini bozan sosyal ve siyasi sapıklık erbabıdır. Ve bu âyette bunların cezası olan dinî ceza açıklanmıştır. Şöyle ki:

Allah ve Resulüne savaş açan, yani Allah'ın ve Resulünün emirlerine ve hükümlerine fiilen karşı çıkmakla Allah'a ve Resulullah'a harp vaziyeti alan ve yeryüzünde bozgunculuk için koşan, cana veya mala veya ırza saldırmaya veya tarla ve nesli yok etmeye girişmek ve ihmalcilik ile hak (doğru) nizamı ve halkın asayişini bozmak ve ifsat etmek için çalışan kimselerin suçlarının derecelerine göre cezaları şundan ibarettir:

Öldürülmeleri, yani adam öldürmüşler ise kısas yoluyla değil, affı caiz olmamak üzere cezayı tatbik ederek öldürülmeleri veya asılmaları, yani hem adam öldürmüşler, hem de mal almış veya ırza tecavüz etmişlerse diri olarak asılıp, süngü ile öldürülecek, yahut öldürüldükten sonra ölü olarak asılarak halka gösterilmeleri, veya ellerinin ve ayaklarının çapraz kesilmesi, yani adam öldürmemişler de yalnız mal almışlar ise, biri sağdan, biri soldan olmak üzere birer elleriyle birer ayaklarının kesilmesi, veya bulundukları yerden sürülmeleri, (yani bunların hiçbirisini yapmış olmayıp yalnız yolda tehdit etmişler ise yeryüzünden sürülmeleri), hapsedilmeleri veya bulundukları yerden diğer bir yere sürülmeleri.

İşte Allah'a ve peygamberine harp vaziyeti alarak silahlanıp bozgunculuk yapanların derecelerine göre tayin edilen cezaları, yani şer'î cezaları bu şekilde öldürmek veya asmak veya kesmek veya sürgüne göndermekten ibarettir. Bilinmektedir ki, herhangi bir savaşın mahiyeti bu dördün birinin dışında kalmaz ve bu cezalar bunların gerektirdikleri fiillerin mahiyeti gereği olarak hakkıyle karşılıklarıdır. A'ta'dan, Katâde'den, Hasen'den buradaki tekrarların, yani " =ev" atıf harfinin tahyir (iki şeyden birini seçmek) için olduğuna dair bazı rivayetler vardır. Buna göre âmir bunlara bu dört cezadan birisini tatbik etmeye mecbur, fakat işin gerektirdiği duruma göre bunlardan birini seçmekte serbesttir demek olur. Fakat cumhur (âlimlerin çoğunluğu) bunun gerek rivayet ve gerek dirayet bakımından doğru olmadığını ve tekrarın seçim yapmak değil, yukarda gösterildiği üzere suçun derecelerine göre dağıtım ve taksim etmek için olduğunu ve şu halde veliyyü'l-emr (âmir)in bu konuda seçme hakkı olmayıp, suçun derecesine göre cezayı yerine getirmekle yükümlü bulunduğunu, mesela hapis yatması gerekeni kesmek, kesmek gerekeni öldürmek ve yalnız öldürülmesi gerekeni asamayacağı gibi, bunun zıddını da yapamayacağını ve hiçbir şekilde affetme hakkı olmadığını açıklamışlardır. Hakikatte katili hapsetmekle yetinmek ve katil olmayanı asabilmek gibi rivayet ve dirayet bakımından akla uymayan bir "istediğini seçme" mânâsının batıl olduğu açıktır. Fakat biz burada şunu söyleyebiliriz ki " = ev" edatı, hakikatte seçmeye ve bölmeye muhtemeldir. Gerçi burada taksim (bölmek) ve tevzi (dağıtmak) rivayet ve dirayet bakımından tercih edilmiş ve seçilmiştir. Fakat bununla tahyir (seçim yapma) ihtimalinin mutlak batıl ve hükümsüz olması da gerekmez. Çünkü sürgüne göndermeyi âzâ kesmeye, kesmeyi öldürmeye, öldürmeyi asmaya çıkarabilecek şekilde, cezayı şiddetlendirme şeklinde bir seçim yapma asla caiz olamamakla beraber, tersine asmayı öldürmeye, öldürmeyi uzuv kesmeye, uzuv kesmeyi hapse indirebilecek şekliyle cezayı hafifletme suretinde bir seçme ve bir selahiyet düşünülmesi akla yatkın ve mümkündür. Seçim yapma ihtimali, aslında mevcud ve bazı rivayetler de nakledilmiş olduğu halde bu imkan büsbütün inkâr edilemez ve edilemeyince de zaten "cezalar, şüphelerle düşer" olduğu için hâl ve zamanın değişmesine göre cezayı hafifletici olmak üzere, gerektiği zaman bu ihtimali de düşünmek doğru olabilecektir. Bu mânâ, bir lafzı aynı zamanda hem seçim yapmaya, hem de tenviâ (çeşitlendirmeye) yorumlayarak iki mânâyı bir delalette toplamak değil, çeşitli durumlar ve farklı zamanlara göre iki mânâyı sırayla düşünerek bir çeşit seçime ihtimal veren taksim ile "iki ihtimalle amel olarak" her şüpheden uzak bir mânâ almaktır ki, hem cezanın mânâsına, hem de genel kâidelerden hafifletme hükümlerine çok uygundur.

Bilinmektedir ki salb (asman)ın mânâsı kollarından bir yere germektir. Nitekim "salib" bundan alınmıştır. İmam Şâfiî hazretlerinin asmanın ölü olarak yapılmasını, yani önce öldürüp, müslüman ise namazı da kılındıktan sonra asılıp, herkese gösterilmesini tercih etmiştir ki, faydalı olduğunda şüphe yoktur. Bir yere sürgüne göndermeye gelince, esasen nefy, idam etmek, yok etmek demektir. Halbuki burada öldürme ve asmaya karşılık zikredilmiş olduğu için "asma" mânâsına olmadığı açıktır. O halde hayatta olan bir kimsenin bütün yeryüzünden sürülmesi ancak hapsetme demek olabilir ki, Arap dilinde nefy bu mânâya da kullanılmış olmasında fikir ayrılığı yoktur. İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri ve pek çok dil bilgini bu mânâyı tercih etmişlerdir. Gerçi bulunduğu memleketten diğer bir beldeye çıkarmaya veya dâr-ı İslâm (müslüman memleketin) den çıkarmaya da nefy (sürgün) denilebilirse de, bunun ikisi de sakıncadan uzak olmadığı için caiz görülmemiştir. Çünkü maksat, şerri defetmektir. Halbuki bir haydutu diğer bir memlekete sevketmek, orada bulunan Allah'ın kullarına zarar vermekten uzak değildir. Büsbütün İslâm memleketinden gayr-i müslimlerin memleketine çıkarmak ise gayr-i müslimlere bir şahsın katılmasını arzu etmek demek olduğundan hiç caiz olmaz demişlerdir. Bununla beraber şahısların ve yerlerin değişmesine göre anılan sakıncanın ortaya çıkmayacağı anlaşılırsa, diğer bir memlekete sürgün etmenin caiz olduğu söyleyenler de vardır. Bu cümleden olarak Ömer b. Abdülaziz hazretlerinden bu mânâ rivayet edilmiştir. Daha önce Tihâme çölünün en uzağında "Dehlek", Habeş'te "Nâsı' " birer sürgün yeri idi denilmiştir. Dilimizde de nefy, bu mânâda kullanılmaktadır. İmam Şâfiî de demiştir ki, burada nefy'in iki mânâya gelme ihtimali vardır. Birisi, eğer bunlar adam öldürmüş, mal almış ve yakalanmış iseler, cezaları yerine getirilir. Eğer yakalanmamış iseler devamlı takip edilirler. İşte bu şekilde nefyden maksad, bunların hükümetten korkarak bir beldeden bir beldeye devamlı şekilde kaçıp gitmesidir. İkincisi, yalnız korkutmak ile kalmış, adam öldürmemiş ve mal almamış olanlar da devamlı olarak takip edilir. Fakat tutuldukları zaman tazir edilir (şer'î haddin dışında hakimin uygun göreceği bir ceza ile cezalandırılır)ler ve hapsedilirler. Bunlar hakkında da nefyden maksat yalnız hapistir. İmâm Şâfiî'nin nefyi böyle iki hale göre mânâlandırması bizim tahyir (seçme) ve taksim etme meselelerindeki hatırlatmamıza benzer. Bir de Şâfiî'nin bu ifadesi hapsin had (şer'î ceza) değil, tazir mahiyetinde olduğunu göstermektedir. Hakikatte hapis miktarı tayin edilmemiş olduğuna göre böyle olması gerekir. Şu halde bunun şer'î ceza (had) olması, hapsin aslına göredir.

İşte Allah ve Resulüyle savaş eden ve yeryüzünde bozgunculuk etmek için, koşanların cezaları başka bir şey değil, ya öldürülmek, ya asılmak, ya elleri ayaklarının çapraz olarak kesilmesi veya yeryüzünden nefyolunmak (sürülmek)tır. Fakat bu cezanın kısaltılması (veya tahsisi) mutlak değil, izafidir. Zirâ bu ceza bunların sırf dünyadaki düşüklük ve rezaletleridir. Bundan başka bunlar için ahirette pek büyük bir azab daha vardır. Ki bunların hiçbiriyle kıyas edilmesi mümkün değildir.
 

ibrahim571632

New member
Katılım
3 Tem 2007
Mesajlar
705
Tepkime puanı
756
Puanları
0
Konum
Mersin
.......bir kafir eğer Allah ve Resulüne savaş açmamışsa ve fesat çıkarmıyorsa hiç kimse inancı veya inanmadığı için ceza veremez. O ceza Allah'a aittir.

Hele namaz kılmayana hiç kimse ceza veremez. O ceza da Allah'a aittir.


Sevgili kardeşim Duha o hoş latifenin gerçek olduğu anı yaşıyoruz şu an.:) hani muhalefet etme latifen vardı ya...:)Gerçi sen yazdıklarımı asla muhalefet olarak algılama bizimkisi olsa olsa kardeşimizin hakikati idrakine vesile olabilmektir Allahualim.

Şimdi ilk cümlen harika kardeşim.Aynıyla katılıyorum kardeşime.Ama heleyle devam eden kısım ile ilgili seni tereddüte düşüren konu nedir anlayamadım.

Şöyle bir düşün Zina,Hırsızlık,İftira gibi suçlar ilahi emirle yasaklanıp büyük günahlar arasına dahil edilmişken Namaz gibi ehemmiyeti nihayetsiz bir farzın terki durumunda cezayı neden makul göremedin??

Buda ikna etmediyse seni Kainatın güneşi (s.a.s.) neden 10 yaşına geldiği halde namaz kılmamakta ısrar eden küçücük bir bünye ve o küçüklükte bir kırılganlığa sahib yavrucağızlarımızı bu uğurda darb etmeye teşvik ediyor bizi.???

Ayetlerde alenen bu ifadenin bulunmaması belki seni tereddüte düşürmüş olabilir ama bizim ikinci adresimizin Hz Rasulullah olduğu gerçeğini hatrına getirdiğin an Allahın izniyle bu anlam verememe hissinden kurtulacağını umuyorum.

Hüküm ve hikmet sahibi olan Allahın Rahmeti Üzerinizden eksik olmasın
Hayırlı Cumalar kardeşim.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Duha Kardeşim

Sen, Ben meselesi değil mesele. Doğruyu teyid, doğruyu kabul, doğruya istikamet.

Ben bir şahsi fikir beyan edipte, sonra onun altını doldurmak amacında değilim.

Ben ne bir müçtehid ve ne de bir alim değilim.

İlim ehlinin beyanlarını okuyup, hazmedip, aktarmaya çalışıyorum.

Benim tebarüz ettirmeye çalıştığım tek bir husus, konunun açılış sebebine binaen, İslam da zorlamanın olmadığı ancak cezanın olduğudur.

Bu mesajlar dizininde, bu konu ile alakalı verdiğiniz beyanları tek tek incelerseniz, sizin bu konunun esasında bazı eksik ve yanılgılarınızın olduğunu görürsünüz. Bunları buraya alıntılamayı gerekli bulmuyorum. Üzerinde hususen durduğum mesele budur, bu yanlış anlaşılmaların tekzibi için sonradan ayet ve tefsirini astım.

hayır olsun inşallah.
 

alphan

New member
Katılım
27 Haz 2008
Mesajlar
142
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Avusturya
Ancak İslamı kabul edip te Müslüman olan kişiye bazı mükellefiyetler yüklüyor ve bu mükellefiyetleri yapmadığı takdirde, ahiret hayatının haricinde, dünya hayatında onu cezanlandırıyor.

Bu vech ile; günlük hayatta Müslümanlar arasında sıkça kullandığımız " İslam da zorlama yoktur " emrini daha anlamlı kullanmak temennileriyle...

Ahiret hayatinin disinda dünyada cezalandiriyor derseniz;

deriz ki: Yaniliyorsunuz !..

Böyle ise bize namaz kilmayana verilen-ön görülen cezayi gösteriniz,Kuran da..

Gösteremezsiniz..
Cünkü ceza verilseydi namaz korku ile kilinirdi gönülden degil..

Evet dinde Zor ve irkah yoktur !..

Yanlis anlasilmasin..
Fikih ekollerinin verdigi tazir cezalarindan söz etmiyorum..
Kuran-i hakim den söz ediyorum..
 

ibrahim571632

New member
Katılım
3 Tem 2007
Mesajlar
705
Tepkime puanı
756
Puanları
0
Konum
Mersin
Ahiret hayatinin disinda dünyada cezalandiriyor derseniz;

deriz ki: Yaniliyorsunuz !..

Böyle ise bize namaz kilmayana verilen-ön görülen cezayi gösteriniz,Kuran da..

Gösteremezsiniz..
Cünkü ceza verilseydi namaz korku ile kilinirdi gönülden degil..

Evet dinde Zor ve irkah yoktur !..

Yanlis anlasilmasin..
Fikih ekollerinin verdigi tazir cezalarindan söz etmiyorum..
Kuran-i hakim den söz ediyorum..

Yahu arkadaşım okadar öfkeleniyorumki şu cümlelerinize alıntı yerine teşekkürü tıklıyorum.Yapmayın Allah Peygamber aşkına.

Nedir bu kur'anda yazmıyor muhabbeti anlamadım vesselam.Allah her keyfe ayet indirseydi kur'anın sayfaları arşa sığmazdı.Siz olmadığını ispat edin ozaman.Deyinki kesinlikle şu ayetten ötürü namaz kılmayan kızımı,oğlumu,akrabamı falanı filanı namaza zorlayamam hatta darp edemem. Biz Allah rasulünü örnek veriyoruz Evladın 10 yaşına kadar hala namaz kılmıyorsa darp edin buyuruyor peygamber.
Siz mi çok merhametlisiniz yoksa haşa Allah Rasulümü zalim haşa ve haşa.Asla ve kat'a

İşinize gelmediği an kur'anda yok diyorsunuz Yapmayın yahu Allah Rasulünden edep edin.Anladık sözümüzün sizin indinizde bir hükmü ve önemi yok bari O'nun (S.a.s.)sözünü tekzip etmeyin.
 

alphan

New member
Katılım
27 Haz 2008
Mesajlar
142
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Avusturya
Yahu arkadaşım okadar öfkeleniyorumki şu cümlelerinize alıntı yerine teşekkürü tıklıyorum.Yapmayın Allah Peygamber aşkına.

Nedir bu kur'anda yazmıyor muhabbeti anlamadım vesselam.Allah her keyfe ayet indirseydi kur'anın sayfaları arşa sığmazdı.Siz olmadığını ispat edin ozaman.Deyinki kesinlikle şu ayetten ötürü namaz kılmayan kızımı,oğlumu,akrabamı falanı filanı namaza zorlayamam hatta darp edemem. Biz Allah rasulünü örnek veriyoruz Evladın 10 yaşına kadar hala namaz kılmıyorsa darp edin buyuruyor peygamber.
Siz mi çok merhametlisiniz yoksa haşa Allah Rasulümü zalim haşa ve haşa.Asla ve kat'a

İşinize gelmediği an kur'anda yok diyorsunuz Yapmayın yahu Allah Rasulünden edep edin.Anladık sözümüzün sizin indinizde bir hükmü ve önemi yok bari O'nun (S.a.s.)sözünü tekzip etmeyin.

Sevgili kardesim;
Peygamberimizin 10 yasindaki cocugu namaz kilmazsa " Darp edin " sözlerini söylediginin kaniti nedir ?..

Korku riya ya yol acar..
Riya ile yapilan ibadetin de kabulu yoktur.

velhasil dinde zor ve irkah yoktur !..
Gönüller Allah a ayandir.
Kirbac ile yapilan ibadetin de kimseye faydasi yoktur.
Aynen alem görsün diye yapilan ibadetin de faydasi olmadigi gibi..

O halde gönülden ibadet sevgi ile muhabbet ile olur ceza ile degil..

vesselam..
 

alphan

New member
Katılım
27 Haz 2008
Mesajlar
142
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Avusturya
Nedir bu kur'anda yazmıyor muhabbeti anlamadım vesselam.

derseniz;
Deriz ki:

Bu sizin icin oldukca büyük bir kayip;
O halde tez elden tahsil ediniz..

vesselam



Birinci mukaddime: Birinci bilginin (ilim) tafsili, delillerin kısımlarını, şe*killerini ve şartlarını bilmekten ibarettir. Deliller üç kısımdır:

Aklî deliller: Bunlar, zatları itibariyle delalet ederler.

Şer´î deliller: Bunlar, Şer´in vaz´ı ile (Şer´ sayesinde) delil olmuştur.

Vaz´î deliller: Bunlar da lüğavi ibarelerdir.

Bu hususta tam bilgi usul mukaddimesinde (bkz. I, 11-72) zikrettiğimiz

[II, 352] medâriku´l-ukûl ile olur, daha azıyla değil. Çünkü delillerin şartlarını bilmeyen

kişi, hükmün hakikatini ve Şer´in hakikatini bilemediği gibi Şâri´in mukaddimesini ve Şâri´in gönderdiği kişiyi de bilemez.

Usul alimleri müctehid olabilmek için, âlemin sonradan olduğunu ve alemin, kendisini vareden, kendine has birtakım vacib sıfatlarla muttasıf ve imkansız sı*fatlardan münezzeh bir varediciye muhtaç bulunduğunu bilmek gerektiğini, ayn-ca bu varedicİnin peygamberler göndermek ve bu peygamberleri mucizelerle desteklemek suretiyle kullarının kendisine ibadet etmesini istediğini bilmek gerektiğini de söylemişlerdir. Ta ki müctehid mucizeler üzerinde düşünmek sure*tiyle peygamberlerin doğruluğunu bilebilsin. Bana göre bu husustaki kolaylık şu*dur: Bu konuda gereken miktar kesin inanç´tır (i´tikad-ı câzim). Zira bu suretle kişi müslüman olur. Müslüman olmak da kuşkusuz müfti olmanın şartıdır. Kelam metodlarım ve kelamcıların adetleri üzere tahrir edilen delilleri bilmesi ise şart değildir. Nitekim sahabe ve tabiun arasında kelam sanatını iyi bilen yoktu. İnanç konularında taklid sınırını aşıp, delili bilmeye kadar varma ise, bizatihi şart olma*yıp, belki ictihad mertebesinin zarureti sebebiyle vaki olur. Şöyle ki, ilimde icti-had mertebesine ancak, kulağına alemin yaratılmış olduğunun delilleri, yaratıcı*nın sıfatlan, peygamberlerin gönderilmesi ve Kur´ân´ın mucize oluşu gibi husus*lar girmiş olanlar ulaşabilir. Bütün bu hususları Allanın Kitabı içermektedir. Ki-tab´daki bilgiler gerçek tanımayı oluşturur ve kelam sanatıyla hiç meşgul olma*mış olsa bile, bu bilgileri edinmiş olan kişiyi taklid çizgisinin dışına çıkarır.

tşte bütün bunlar ictihad mertebesinin gereklerindendir. Hatta Resulün tasdi*ki ve inanmanın temelleri (usûlü´1-iman) hususunda sırf mukallid olan birinin fürû´ konularında ictihad etmesi caizdir.

İkinci mukaddime: Lügat ve nahvi bilmek

Bununla, Arabın hitabını ve kullanım adetini anlayabilecek ölçüde ve sözün sarihini, zahirini, mücmelini, hakikatini, mecazını, âmmını, hâssını, muhkemini, müteşâbihini, mutlakmı, mukayyedini, nassını, fahvâsını, lahnmı ve mefhumunu biribirinden ayırabilecek derecede bilmeyi kastediyorum. Bu husustaki kolaylık, Halil ve Müberred´in derecesine ulaşmanın, lügatin hepsini bilmenin ve nahivde iyice derinleşmenin şart olmayışıdır. Gerekli ve yeterli olan miktar, Kitab ve Sünnete ilişkin olan ve hitabın vaki olduğu yerlere hakim olabilme ve bu hitabın maksatlarını idrak edebilme imkanı sağlayacak olan miktardır.



Tamamlayıcı İki İlim:


Tamamlayıcı mahiyyetteki iki İlimden birincisi, Kitab ve Sünnetin nâsih ve mensûhunu bilmektir. Bu da zaten özel ve sınırlı birtakım ayet ve hadisler için söz konusudur. Bu husustaki kolaylık ise, bütün bunları ezbere bilmenin şart ol*mayıp, sadece hakkında fetva vereceği olaya ilişkin ayet veya hadisle ilgili olanı*nı bilmenin yeterli olmasıdır. Bu hadisin veya şu ayetin mensuh cümlesinden ol-

madiğim bilmesi gerekir. Bu husus hem Kitab hem de Sünnet için geçerlidir.

ikincisi ise, sadece Sünnete mahsus olup, rivayeti bilmek, bu rivayetlerin sa*hihini fasidinden, makbulünü merdudundan ayırabilmektir. Adlin adilden rivayet etmediği hadisler hiç bir zaman hüccet olamaz. Bu husustaki kolaylık ise şudur: Ümmetin genel kabulüne mazhar olan hadislerin isnadını incelemesi gerekmez. Eğer bazı alimler bu hadise muhalif kalmışlarsa, bu takdirde, bu hadisin ravile-rini ve bu ravilerin adaletini bilmesi gerekir. Eğer bu raviler kendi nazarında [II, 353] meşhur İseler, msl. Şafiî´nin Mâlik, Nâfı ve Ibn Ömer kanalından rivayet ettiği hadisler gibi, bu hadise itimad edebilir. Çünkü bunların adaleti ve halleri halk na*zarında mütevatir olmuştur. Adalet İse denemek ve müşahade etmek veya habe*rin mütevatir olması yoluyla bilinir. Bu mertebeden aşağısı takliddir. Sahihlerin-deki haberler hususunda Buhari ve Müslim´i taklid etmek böyledir. Bu ikisi sade*ce adaletini bildikleri kişilerden rivayette bulunmuşlardır. Bu sırf takliddir. Tak*lid, ravilerin ahvalini ve siretlerini dinleyip öğrenmek, sonra da bu siretlerin ada*leti iktiza edip etmediğini İncelemekle zail olur. Ne var ki bu uzun iştir ve zama*nımızda, aradaki vasıtaların çokluğu da eklenince, oldukça zordur. Bu husustaki kolaylık, tadil konusundaki mezhebinin sahih olduğunu bildiğimiz adil bir ima*mın tadili ile yetinmektir. Çünkü tadil ve cerh konusunda değişik mezhepler var*dır. Bizden uzun zaman önce ölmüş biri hakkında deneme ve müşahade imkan*sızdır. Ravinİn siretinin mütevatir olması şart koşulacak olursa, meşhur imamlar dışında böylesine rastlanılamaz. Öyleyse, müctehid, ravinin siretini bilme konu*sunda, verdiği haberlerde adil olanları taklid etmelidir. Biz, mezhebinin sıhhatini öğrendikten sonra bu adil kişiyi taklid ederiz. Şayet müfti için, ümmetin, ravileri-ni beğendiği sahih kitaplara itimad etmeyi caiz görürsek, müftinin yolu kısalır. Aradaki vasıtaların çokluğu da dikkate alınırsa zamanımızda bu İş uzun ve kül*fetlidir. Üstelik asırların geçmesiyle de işin zorluğu gitgide artmaktadır.

Işte ictihad mertebesine ulaşmak için gerekli olan sekiz ilim bunlardır. Bun*ların büyük çoğunluğunu hadis, lügat ve fıkıh usulü ilimleri ihtiva etmektedir. Ic-tihad mertebesine ulaşabilmek için kelama ve fıkhın füruuna gerek yoktur. Fık*hın füruuna nasıl ihtiyaç olabilir! Zaten bu füruu müctehidler üretmekte ve bun*lar hakkında, ictihad mertebesini elde ettikten sonra onlar hüküm vermektedirler, ictihad, bu fürudan önce bulunması gereken bir şart olduğu halde, bu füruu bil*mek ictihad mertebesine ulaşmak için nasıl şart olabilir! Ne var ki zamanımızda ictihad mertebesi füru ile çok meşgul olmakla hasıl olmaktadır. Zamanımızda alışkanlık kazanmanın yolu budur. Sahabe zamanındaki metod ise bu değildi. Bugün de sahabe zamanındaki metodu uygulamak mümkündür.



Çoğunluğun Gözden Kaçırdığı Bir İncelik:


Bu sekiz ilimin tamamını bilmek, yalnızca, Şer´in tamamında fetva verebilen mutlak müctehid hakkında şarttır. Bence ictihad, bölünemeyen bir makam değildir. Yani, birinin bazı konularda ictihad mertebesine ulaşması mümkündür. Buna göre, kıyâsı inceleme (en-nazaru´1-kıyasî) yolunu bilen kişinin, hadis ilminde ma*hir olmasa bile, kıyâsî bir meselede fetva vermesi mümkündür. Müşterek mesele*sini inceleyen kişinin, fakîhu´n-nefs olması, feraizin usulünü ve manalarını bil*mesi yeterlidir. Ayrıca sarhoş edici şeylerin haramlığı konusunda veya velisiz nikah konusunda varid olan haberleri bilmesine gerek yoktur. Çünkü müşterek problemi hususunda bu haberlerden istifadeye gerek olmadığı gibi, bu hadislerin söz konusu meseleyle ilişkisi de yoktur. Nasıl oluyor da, bu haberlerden habersiz olmak veya bu haberleri hiç bilememek bir eksiklik sayılıyor! Zimmî mukabilin- [II, 354] de müslümamn öldürüleceğine dair hadisleri ve bundaki tasarruf metodunu bilen kimsenin, nahiv ilmini, V´emsehû bi ruûsikum ve erculekum ile´l-ka´beyn [Mâide, 5/6] ayetini anlayacak ölçüde bilmemesi ona zarar vermez. Gerisini var sen buna kıyas et!

Müftî olabilmek için her soruya cevap vermek de şart değildir. Nitekim Mâlik, kendisine sorulan 40 sorunun 36´sına ´bilmiyorum´ cevabını vermiştir. Ay*nı şekilde Şafiî, hatta sahabiler nice meseleler hususunda kararsız kalmış cevap verememişlerdir. Öyleyse müfti için şart olan, fetva verdiği konuda basiret üzere olması; bildiği konuda fetva vermesi; bildiğini bilmesi; bildiği ile bilmediğinin arasına ayırabilmesi; bilemediği konularda duraksayıp bildiği konularda fetva vermesidir.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Ahiret hayatinin disinda dünyada cezalandiriyor derseniz;

deriz ki: Yaniliyorsunuz !..

Böyle ise bize namaz kilmayana verilen-ön görülen cezayi gösteriniz,Kuran da..

Gösteremezsiniz..
Cünkü ceza verilseydi namaz korku ile kilinirdi gönülden degil..

Evet dinde Zor ve irkah yoktur !..

Yanlis anlasilmasin..
Fikih ekollerinin verdigi tazir cezalarindan söz etmiyorum..
Kuran-i hakim den söz ediyorum..


Hoş Geldiniz Önce...

Belli ki ben anlatma özürlü bir kulum. Bu nedenle özür dilerim. Daha açık anlatmak istiyorum.

Konu Başlığı : Dinde Zorlama Yoktur Ama Ceza Vardır.

Konu : Dinde Zorlama Yoktur Ama Ceza Vardır.

Amaç : Yanlış anlaşılan İslami bir meseleyi aydınlatmak.

Metod : Ayetlere dayalı izahat

Delil : Kur'an ve Hadis

İddia : İslam kimseyi zorla Müslüman edin demiyor. Ancak Müslümanların, İslami emirlerdeki riayetsizlikleri hakkında dünyevi cezalar veriyor.

İddiaya İzah : İslam, Müslümanların, İslami emirlerdeki riayetsizlikleri hakkında dünyevi cezalar veriyor, bu cezaların ne olduğu gerek Kur'an ve gerekse Hadislerde ne olduğu vardır.

Şimdi İnşallah buraya kadar, konuyu açan şahsın ne dediği ve neyi iddia ettiği anlaşılmıştır.

1- Şimdi, siz zati alileri ve konuya diğer muhalif olanlar; bu konuda bu noktaya kadar yazdığım mesajları bir daha okuyun ve bakın ki, bu iddialarımı yaparken namaz ile alakalı tek bir iddia var mı?

2- Peki, Kur'an da sizin anladığınız kadarıyla diyeyim, ( zira görünen o ki, çok çok iyi anlıyorsunuz ), Kur'an da müslümanın namaz kılmaması konusunda verilmiş bir dünyevi cezanın olmaması, İslam da dünyevi ceza olmadığının delilimidir?


Bilgilendirirseniz mesut ve bahtiyar olacağız sayın efendim.
 

alphan

New member
Katılım
27 Haz 2008
Mesajlar
142
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Avusturya
2- Peki, Kur'an da sizin anladığınız kadarıyla diyeyim, ( zira görünen o ki, çok çok iyi anlıyorsunuz ), Kur'an da müslümanın namaz kılmaması konusunda verilmiş bir dünyevi cezanın olmaması, İslam da dünyevi ceza olmadığının delilimidir?

Gayet tabii degildir.

Fakat din de zor olmadiginin delilidir.

Kuran Hirsizlik yapanin elini kes der cezasini bildirir.
Fakat namaz kilmayani oruc tutmayani cezalandir demez.

Namaz kilmayana ceza veren "ÖRF"TÜR !..

Kuran dan anladigim ise dogrudur.

Dünya üzerinde her sehir feth edilir.
Her Kapinin kilidi kirilir.
Kirilamayan tek kilit vardir ki Gönül kapsinindir.

Gönüllrer yanliz Allah a ayandir
Hic bir zor O kapiyi acamaz.
Kul ibadet edecekse gönlünden eder.
Sen ne kadar ceza versen de faydasi yoktur.
Ceza verdigin adam secdeye varir da küfr eder..

Bu mu daha iyi ?..
Islam in istedigi bu mudur ?..
Gayet tabii bu degildir.


(Ey rabbimiz!) Bugün de dediklerimizi bizim için yaz. Hamid, Mecîd, Refi´, Vedûd ve kulları hakkında istediğini çekinmeden yerine getiren Allah´ın ismiyle başlarım. Allah´a iman ederek sabahladım. Allah´ın cemâl ve celâliyle karşılacağımı tasdik ederek sabahladım. Allah´ın susturucu delile sahip olduğunu itiraf ederek sabahladım. Günahımdan istiğfâr ederek sabahladım. Allah´ın rubûbiyetini ikrâr edip onun önünde eğilerek sabahladım. Allah´tan başka herkesten ilahlık vasfını inkâr ederek sabahladım. Allah´a muhtaç olarak sabahladım, Allah´a yaslanarak sabahladım. O´na dönüş yaparak sabahladım. Allah´ı meleklerini, peygamber ve rasûllerini, arşını yüklenen meleklerini, yarattıklarını ve bundan böyle yaratacaklarını, şâhid yaparım ki, kendisinden başka ilah olmayan Allah O´dur. Birdir, O´nun ortağı yoktur. Muhammed (a.s) O´nun kulu ve rasûlü´dür. Cennet haktır. Cehennem haktır. Ahirette kevser havuzu haktır. Muhammed´in (s.a) şefâatı haktır. Kabirde Nekir ve Münker´in suâli haktır.

Ey rabbim! Va´din ve vaîdin haktır, Seninle karşılaşmak haktır. Belli saat (kıyamet) gelecektir. Onda şek ve şüphe yoktur. Muhakkak Allah Teâlâ kabirlerde yatan ölüleri diriltip haşre gönderecektir. Bu inanç üzerinde yaşıyor ve bu inanç üzerinde öleceğim ve bu inanç üzere inşaallah haşrolunacağım.

Ey Allahım! Sen rabbimsin. Senden başka ilah yoktur. Beni yoktan var ettin. Ben kulunum. Sana vermiş olduğum ahid ve va´d üzerinde bulunuyorum. Buna gücüm yettiği kadar devam edeceğim.

Ey Allahım! Kendi yaptıklarımın ve her şer sâhibinin şerrinden sana sığınırım.

Ey Allahım! Ben nefsime zulmettim. Benim günahlarımı bana bağışla! Çünkü senden başka günahları bağışlayan yoktur. Beni ahlâkların en güzeline ilet. Çünkü ahlâkların en güzeline ileten ancak sensin. Benden ahlâkların kötülerini uzaklaştır. Çünkü ahlâkların kötülerini uzaklaştıran ancak sensin. Senin hizmetindeyim, senin hizmetindeyim. Hayrın tamamı senin kudret ellerindedir. Ben seninim ve sendenim. Günahımın affını senden talep eder, sana dönerim.

Ey Allahım! Senin gönderdiğin rasûle iman ettim. Ey Allah´ım! İndirdiğin kitaba inandım. Mekteb ve medrese görmeyen peygamberi zişânın Muhammed benim konuşmamın mührü ve anahtarıdır. Bütün nebî ve rasûllerinin üzerine de salât ve selâmını yağdır.

Ey âlemlerin rabbi! Duamı kabul eyle!

Ey Allahım! Bizi Muhammed´in havzuna ulaştır. Bizi Muhammed´in kadehiyle sulandır ki, o suyu içtikten sonra ebediyyen susamayalım. O öyle bir su ki kolayca yutulur, hoş gelir ve insanı suya kandırır. Biz mahrum olmaksızın, ahdini bozmaksızın, şübheye düşmeksizin, fitneye kapılmamış,
sapıtmamış ve gazabına uğramamış bir hâlde Muhammed´in ashâbıyla haşret!

Ey Allahım! Dünyanın fitnelerinden beni koru. Sen neyi seviyor, neden razıysan beni onu yapmaya muvaffak kıl. Benim hâlimin tamamını ıslâh eyle. Dünya ve âhirette şaşmaz ve değişmez hükmünle beni sabit kıl. Her ne kadar zâlim isem de beni saptırma. Sen her eksiklikten uzaksın, ey Alîy, Azîm, Bârî, Rahim,, Azîz, Cebbâr olan Allah. Göklerin gölgeleriyle kendisini her türlü eksiklikten tenzih eden Allah, her türlü noksanlıktan münezzehtir. Denizlerin kabaran dalgalarıyla, dağların yansıtan sesleriyle, denizdeki kocaman balıkların kendilerine mahsus dilleriyle, göklerdeki yıldızların burçlarıyla, ağaçların kök ve meyveleriyle, yedi kat gök ile yedi kat yerin üzerinde ve içindeki varlıklarıyla kendisini tesbih eden Allah! (Biz de seni tesbih ve tenzih ederiz). Öyle bir Allah´ı tenzîh ederiz ki, ya-rattıklarının her ferdi (ya diliyle veya varlığıyla) onu tesbih etmektedir.

Ey Allah´ım! Sen yücesin, sen yücesin! Sen her eksiklikten münezzehsin, münezzehsin! Ey kayyûm, ey âlim, ey halîm Sen her türlü eksiklikten münezzehsin! Senden başka ilah yok. Sen teksin, senin ortağın yoktur. Diriltiyorsun, öldürüyorsun. Ölümsüz diri ancak sensin. Hayrın tamamı senin kudretindedir. Sen herşeye kâdirsin!
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Gayet tabii degildir.

Aferim bana, sonunda biraz biraz anlatabilmişim...

Fakat din de zor olmadiginin delilidir.

Bak, yine olmadı, yine şaşırdık. Ceza varsa, zor nasıl olmuyor? Neyse herhalde açık bir dille anlatırsınız.

Kuran Hirsizlik yapanin elini kes der cezasini bildirir.
Fakat namaz kilmayani oruc tutmayani cezalandir demez.

Biz zaten namaz mevzuunu tartışmadık. Dinde (İslam da) dedik. O namaz mevzuu ayrı bir mesele. Kur'an ı çok iyi anlayanların meselesi değil, o bizi ilgilendiriyor. Ama namaz namaz diye, temcit pilavı gibi ikide bir önümüze koymayın. Konu belli...


Namaz kilmayana ceza veren "ÖRF"TÜR !..

Hımm, ilginç, ilk kez böyle bir örfümüzün olduğunu duydum. En çok hangi yöremizde var acaba?

Kuran dan anladigim ise dogrudur.

El hak, evet, doğrudur...


Gönüllrer yanliz Allah a ayandir
Hic bir zor O kapiyi acamaz.
Kul ibadet edecekse gönlünden eder.
Sen ne kadar ceza versen de faydasi yoktur.
Ceza verdigin adam secdeye varir da küfr eder..

Bu mu daha iyi ?..
Islam in istedigi bu mudur ?..
Gayet tabii bu degildir.

"Sen ne kadar ceza versen de faydasi yoktur."

Cezayı veren ben değilim, cezayı emreden Allah (cc)!..

Neden verdiğini ve sonucunun ne olduğunu bilen de O.

Eğer O kuluna dünyevi bir cezayı gerek görmüş ise, diğer bütün meselller de vecizlerde halt eder.

İslam dediğin kuluna dünyada da ceza verir evet, budur. Ve tabii ki O'nun emridir, doğrunun en doğrusudur.
 

alphan

New member
Katılım
27 Haz 2008
Mesajlar
142
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Avusturya
Hımm, ilginç, ilk kez böyle bir örfümüzün olduğunu duydum. En çok hangi yöremizde var acaba?
Efendim ben yörelerimizdeki örf den degil " Emr bil maruf " Yani " Örf ile hükmet " emrinden bahsediyorum.

Yani " Hukuk" dan ;)

Islam Hukkunun 70%'i örftür.
Bazilari sakala sariga bakip " seriat " sansa da öyledir..

Selam ve dua ile..
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Efendim ben yörelerimizdeki örf den degil " Emr bil maruf " Yani " Örf ile hükmet " emrinden bahsediyorum.

Yani " Hukuk" dan ;)

Islam Hukkunun 70%'i örftür.
Bazilari sakala sariga bakip " seriat " sansa da öyledir..

Selam ve dua ile..

Ben de anlatamama özründen sonra, anlayamama özrüde zuhur etmeye başladı. Allah sonumu hayr etsin...
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Denirse;

Deriz ki:

Davanda sadiklardansan ayetlerini getir !


Eğer kabul ederseniz, bu olur mu?



Maide 38


وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُواْ أَيْدِيَهُمَا جَزَاء بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِّنَ اللّهِ وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

Ves sariku ves sarikatü faktau eydiyehüma cezaem bima keseba nekalem minellah vallahü azizün hakim


Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir C E Z A ve Allah'tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir.
 

alphan

New member
Katılım
27 Haz 2008
Mesajlar
142
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Avusturya
Ben de anlatamama özründen sonra, anlayamama özrüde zuhur etmeye başladı. Allah sonumu hayr etsin...

Estafurullah !..

Hem anlatiyorsunuz hem de cok güzel anliyorsunuz..
Sonunuzdaki hayra gelince:

Insanliga bu forum ile yaptigiiz hizmet icin hayir dualarimiz sizin ile..

Allah razi olsun !..
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Estafurullah !..

Hem anlatiyorsunuz hem de cok güzel anliyorsunuz..
Sonunuzdaki hayra gelince:

Insanliga bu forum ile yaptigiiz hizmet icin hayir dualarimiz sizin ile..

Allah razi olsun !..


Evet, sizden de Allah Razı Olsun kardeşim.

Bu münazaralar hep Allah Rızası İçin.

Ne sen, ne ben davası değil. Bundan ben eminim, siz de emin olun...
 
Üst Alt