Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Dinde Zorlama Yoktur Ama Ceza Vardır

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Bakara Suresi 256. ayeti der ki

"Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırd edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkar edip, Allah'a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir."

Bu ve benzer ayetlere istinaden dinde zorlama olmadığını emrediyor Allah (cc)

Ne demektir bu. Bir de ayetin tefsirine bakalım.


256-Fakat dinde zorlama yoktur. Allah onu zorla kimseye vermez. Dini, kişinin kendi tercihi ile dilemesi gerekir. Dinde zorlama kanunu yoktur. Bunu böyle anlamalıdır. Çünkü "fi'd-dîn" (dinde) ifadesi, "ikrah"a müteallik değil (zorlama ile ilgili değil) haberdir. Mânânın aslı "zorlama, dinde yoktur" demek olur.

Yani sadece dinde değil, her neye olursa olsun, zorlama cinsinden hiçbir şey, hak din olan İslâm dininde yoktur. Din çerçevesinde zorlama kaldırılmıştır. Dinin konusu, zorunlu fiiller, davranışlar değil; isteğe bağlı fiiller ve davranışlardır. Bunun için isteğe bağlı hareketlerden birisi olan zorlama dinde yasaklanmıştır. Kısaca kaldırılan veya yasaklanan zorlama, yalnız dinde zorlama değil; herhangi bir şeye olursa olsun, zorlama türünün hepsidir. Yoksa dinde dine zorlama yoktur, ama dünyaya zorlama olabilir demek değildir. Belki dünyada zorlama bulunabilir; ama dinde, dinin hükmünde, dinin dairesinde olmaz veya olmamalıdır. Dinin özelliği, zorlamak değil, bilakis zorlamadan korumaktır. Bundan dolayı İslâm dininin gerçekten hakim olduğu yerde zorlama bulunmaz veya bulunmamalıdır.


Zorbalık ve zorlama olursa onun dışında olur. Şu halde din, "zorlayınız" demez, zorlama meşru ve muteber olmaz. Zorlama ile yapılan amelde dinin vaad ettiği sevab bulunmaz, rıza ve iyi niyet bulunmayınca hiçbir amel ibadet olmaz. "Ameller, ancak niyetlere göredir." Dinin isteklerinin hepsi, zorlamasız, iyi niyet ve rıza ile yapılmalıdır. Zorlama ile itikat (iman) mümkün değildir. Zorlama ile gösterilen iman, gerçek iman değil, zorlama ile kılınan namaz, namaz değildir. Oruç da öyle, hac da öyle, cihad da öyledir...

Bundan başka bir kimsenin, diğerine saldırıp da her hangi bir işi zorlama ile yaptırması da caiz değildir.

Kısaca İslâm'ın hükmü altında herkes görevini isteyerek yapmalı, zorlama olmadan yapmalıdır. Cihad da bu hikmetle meşrudur. de zarflık değil, sebeblik mânâsı düşünülürse, mânâ şu olur: Zorlama, din için yoktur, yahut zorlama, din için, dine sokmak için yapılmaz. Çünkü zorlama, bir kimseye hoşlanmadığı bir işi fiili bir tehditle zorunlu olarak yaptırmaktır. Halbuki din, hoşlanılmayacak bir şey değildir. Dinin aslı olan imanın kökü tasdik ve kalbden inanmaktır. Bu ise sırf bir rıza ve seçenek işidir. Bunu "Dilediğini yapar." (Bakara, 2/253; Hac, 22/14) olan Allah'tan başka kimse zorunlu hale getiremez. Allah'ın iradesiyle iman ve hatta iman ile salih amel, zorlamaya değil, güzel bir seçime ve gönül rızasına bağlı bulunduğundan din için zorlama mümkün olmaz. Ancak tebliğ ve teklif edilir. "Eğer Rabbin dileseydi, yer yüzünde bulunanların hepsi iman ederdi. Öyle ise sen, iman etmeleri için insanları zorluyor musun?" (Yunus, 10/99) Şu halde dine girmesi için kimseye zorlama yapılmamalıdır. Çünkü zorlanan kimsenin açığa vuracağı iman, Allah yanında gerçek iman olmaz. Zorlama ile gerçek bir dindar kazanılmaz.

Bununla beraber kalbe Allah'tan başkasının bakışı, geçerli olmayacağından ve bu zorlama hâlinde olsun iman edene de, "Sen zorlama ile iman açıklıyorsun, yine kâfirsin." denilemez, kâfir muamelesi edilemez. Durumu ortaya çıkıp, şüphe ortadan kalkıncaya kadar bakılır. Çünkü o imanı açığa vurması da az çok bir irade eseridir. Hiç istemeseydi onu da yapmazdı. Demek ki imanın zevkinden bir zerre olsun tatmıştır. Bu bakımdan: Zeccac'ın dediği gibi savaşla müslüman olduğunu açıklayan, "kerahete" nisbet edilmez demek olabilir ki bu, ikrahın (zorlamanın) bir sözlük mânâsıdır.


Zorlamaya ne hacet? Zorlama beklemekte mânâ nedir? Akılların hepsinin, dine sarılması gerekmez mi? Çünkü doğru yolda bulunmak, azgınlıktan; doğruluk, sapıklıktan iyice ayrılmıştır. Bu kadar peygamberlerden ilim ve amel ile ilgili bu kadar delilller ve nihayet ilâhî saltanatın, bu kadar büyük tecellisinden (ortaya çıkışından) sonra, iman ve dinin insanlara kurtuluş ve mutluluk sebebi, inkâr ve dinsizliğin ise azab ve felaket sebebi olduğu kesin olarak ortaya çıkmış; hak batıldan, hayır şerden ayrılmıştır. Belli ki din ehli, muhakkak mutlu olacak, küfür (inkâr) ehli de muhakkak ceza ve azab görecektir.

Bunlar her nereden gelse kendi istekleriyle, kendi kazançlarıyla olacak ve o zaman bu mecburiyet, bir zorlama mânâsını içermeyecektir. Bu özellikle şunu gösteriyor ki, "dinde zorlama yoktur" deyince, hiç kimseye sorumluluk, ceza ve azab yoktur, demek şeklinde anlaşılmasın; elbette doğruluğun sapıklıktan kesin olarak ayrılmış bulunması, dine aykırı hareketlerde muhakkak bir azabın ortaya çıkmış olmasındandır.


Bilinmektedir ki zorlama, fiilden önce gelir de o fiil için iradeyi kaldırır veya bozar ve o fiil, böyle rızasız yapıldığı için fiilî sonucu, hayır veya şer, yapanın kazanılmış bir hakkı olmaz. Sorumluluğu, zorlayana ait olur, zorlayanın elinde zorlanan, bir alet olur. Artık kazanç, maksat zorlananın değil, zorlayanındır. Fakat zorlama olmadan yapılmış olan inkâr ve zulmün, fasıklık ve isyanın, isteyerek kazanılmış müktesep bir fiil olduğunda da şüphe yoktur. Artık bu yapıldıktan sonra onun gerekli bir sonucu olan ceza ve azab da yapanın kendi kazancı, kendi hakkıdır ki, bunda zorlama mânâsı düşünülemez, o kendi kendine zulmetmiş olur. Allah Teâlâ ise rahmetinin genişliğinden dolayı kullarının ne kendilerine, ne de başkalarına zulüm ve tecavüz etmelerine razı olmadığından, onları korumak için sınırlar tayin etmiş, din ve hükümlerini bildirmiş, "Dinde zorlama yoktur." buyurmuştur. Bu delil gereğince zorlama, ehliyetin engellerindendir. İslâm yurdunda zorlama yasaklanmıştır. Hatta hiçbir kimseye İslâm dinine girmek için bile zor kullanılamaz, herkes dininde serbest ve seçme hakkına sahiptir. İslâm hükümleri altında müşrik, kitap ehli, (yahudi, hıristiyan), hepsi, din hürriyetleriyle yaşayabilirler. Mesela bir müşrik, dilerse yahudi veya hıristiyan olabilir; hiçbirine müslüman ol, diye zor kullanılmaz, ahdinde durmak ve vergisini vermek şartıyla dininde bırakılır. Fakat her kim olursa olsun, ahdinde (sözünde) durmayanlar da suçuna göre cezasını görür. Kendi rızasıyla İslâm'ı kabul ettikten, Allah'a ve Peygamberine söz verdikten sonra döner, irtidad eder (dinden çıkar) da tevbe etmezse cezalandırılır ki, bu bir zorlama değil, verdiği sözden caymanın zorunlu bir sonucudur.

Bu noktada İmam Şâfiî gibi bazı âlimler, müslüman olmaya söz vermiş bulunan mecusi veya hıristiyanlardan birisi, eski dininde kalmayıp da mesela yahudi olacak olsa, ben onu: "Ya eski dinine dön veya müslüman ol, diye zorlarım." demiştir. Fakat Hanefiler ve diğerleri demişlerdir ki, "Küfür, bir tek millettir." ifadesi gereğince o şekilde din değiştirmede, verilmiş bir sözü bozma mânâsı yoktur. Buna göre, "Ya dön veya müslüman ol!" diye zor kullanılmaz. Ancak İslâm dinine girdikten sonra dönen, ahdini bozmuş olur ve yalnız bu, tevbe etmezse cezası verilir. Bundan başka ibadet ve diğer muameleler gibi rıza şart olan amel dallarında da zorlama geçerli değildir.

Fiilin geçerliliğine engeldir. Ancak fiil, şer'î bir fiil olmayıp, hisse bağlı bir fiil olursa o başka. Ve herhalde zorlama bir saldırıdır, derecesine göre cezayı hak ettirir. İşte hak dinde vicdan hürriyeti, ahd (söz verme), andlaşma ve hukuk bu kadar yüksektir. Hatta bundan dolayıdır ki, cihad ilanında bile düşmana ya hak dini kabul etmesi veya mağlubiyeti kabul ederek dininde kalıp, hakları saklı olmak üzere İslâm uyruğunda vergi vermesi arasında kendi arzusuna bırakılan bir teklif yapılır. Bunlardan birini kabul ederse, andlaşma ile ahdine riayet edilir; kabul etmediği ve savaş yoluyla mağlub olduğu takdirde de yine din değiştirmeye zorlanmayıp, adalet ölçüleri içersinde bir vergiye, bir intizama mecbur tutulur.

Demek cihad, din değiştirmek için zorlayıcı bir vasıta değil, hak dinin yüceliğini fiilen ispat eden hak bir delildir. Çünkü zorlama ile din olmaz. Fakat aklî ve ilmî delilleri dinlemeyen kâfirlerin ve zalimlerin saldırıları da böyle fiilî bir delil olmadan durdurulmaz, herkes her türlü haksızlık ve zorlama ile karşı karşıya gelir. Bununla beraber cihad ve savaş, bir zorlama değil, bir yarıştır. Hangi tarafın tehdidini yerine getireceği bilinmeyen bir imtihandır. Bir de cihad, dinin hükmü geçerli olan İslâm yurdunun dışında cereyan edeceğinden zorlamanın kaldırılmış olduğu din çevresinden dışardadır. Dâr-ı harb (kâfir yurdu) zaten zorlama yurdudur. Böyle iken yukarıdan beri Allah'ın beyanı dikkatle incelenirse anlaşılır ki, "Dinde zorlama yoktur." açık ifadesi, cihad emrinin gayesini tesbit etmektedir. Yani cihadın hikmeti, insanları zorlamadan korumak, zorlama kabul etmeyen dini hakim kılarak Allah'ın kelâmını yükseltmek, yani herkesi mensub olduğu inançtan zorla çıkarmaya çalışmayıp, hakkın isteyerek kabul edilip yayılmasına set çekmek isteyen ve gücünün yettiğince zor kullanan hak düşmanlarının savulması ve engellerin kaldırılması ile sağlam bir kalb ve güçlü bir akıl için açıkça ortaya çıkmış bulunan doğruluk yolunu, hakkın egemenliğini herkese arz ve ilân etmek ve böylece Muhammed ümmetini, peygamberler cemaati arasındaki Hz. Muhammed'in makâmı ile uyumlu olarak çeşitli milletlerden teşekkül eden sosyal bir toplum üzerinde genel barışı üstlenen, kamunun kalbi gibi egemen ve orta yolu tutmuş bir ümmet yapmak ve peygamberlerin hiç birini ayırmayıp hepsine derecelerine göre iman etmekle Allah'ın birliğine dayanan İslâm dinini, bütün dinlerin genel bağlantısı ve ilerleme hedefi olan genel bir din olarak savunup açıklamaktır. Bunun için İslâm'da savaşın gayesi, intikam, öldürmek, din değiştirmeye zorlama değil; hasmı mağlub etmek ve zorlayıcı gücünü alıp, dininde serbest olarak hakkın hükmüne tabi tutmaktır ki, Allah'ın kelâmını yükseltmek bundadır. Bu sebeple her ne zaman müslümanlara bir zayıflık gelir, hak din savunulmazsa fitneler kopacak, zorlama çoğalacak, bütün insanlık allak bullak olacaktır.


Fakat bu açıklamadan sonra bir soru kaldı. Yukarda, "Fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah'ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın." (Bakara, 2/193) âyetinde görüldüğü üzere Mekke ve hatta Arap yarımadası müşriklerine kitap ehli gibi din hürriyeti verilmemiş, bunlar hakkında, "Bana, Lâilâhe illallah (Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur) deyinceye kadar insanlarla savaşmam emredildi. Bu sözü söyledikleri zaman canlarını ve mallarını benden korumuş olurlar." hadisiyle ya İslâm, ya ölüm ilan edilmiştir. Bu ise, "Dinde zorlama yoktur." hükmüne ters değil midir? Bunun cevabı şudur: Eğer bunlar birbirine zıt ise, iki âyet, birbirini nesh veya tahsis eder, onların buraya dahil olmadığı anlaşılır. Bununla beraber şu da bilinmelidir ki, onlara din hürriyeti verilmemesi özellikle, "Dinde zorlama yoktur." hükmünün tatbiki içindir.


Bu münasebetle tefsircilerden birkaç görüş vardır:


1- Bu "Lâ ikrâhe" âyetinin önceden genel bir şekilde indiği, daha sonra cihad ve savaş âyetleriyle neshedilmiş bulunduğu Zeyd b. Eslem'den rivayet edilmiştir. Fakat bu görüş genel olarak doğru görülmemiştir. Aslında "Doğruluk, sapıklıktan ayırd edilmiştir." âyeti, bunun inişinin, dinin tam olarak ayırd edilmesinden sonra olduğunu göstermekte ve böyle bir düşünceye engel görünmektedir. Bir de, görüldüğü üzere cihad meselesi aslında buraya dahil değildir ki, onunla nesih bahis konusu olsun. Fakat şunu bilmek gerekir ki, her nesih, neshedicinin alış derecesine göredir. Şu halde bu, cihad ile neshedilmiştir demek, diğer durumlarda muhkem (neshedilmemiş, hükmü açık) demektir. Ve bu sebeple zorlamanın, cihadı da içine aldığı görüşüne sahip olabilecekler için bu rivayet önemlidir. Demek oluyor ki bu âyette böyle bir ihtimal olursa, bu ihtimal neshedilmiştir. Ve nesih rivayeti ancak bu yöne mahsustur. Yoksa cihad âyetleriyle geri kalan kısmın neshedilmiş olmasına imkân yoktur. Âmm (genel hüküm), nesihten sonra geri kalan kısımda yine kesindir. Kısaca nesih âyetin tamamiyle ilgili değil, kısmîdir.


2- Bu âyet kitap ehli hakkında inmiştir. Dolayısıyla müşrikler, bunun genel hükmünden hariçtir. Gerçi "şu peygamberler..." âyetinden başlayan sözlerin gelişi, bunu teyid ettiği gibi, iniş sebebi hakkındaki rivayetler de bunu desteklemektedir. Rivayet ediliyor ki Hz. Muhammed'in peygamberliğinden önce Ensar'dan bazıları, çocuklarını Yahudiliğe veya Hıristiyanlığa sokmuşlardı. İslâm dini gelince bunlara zor kullanmak istediler. İslâm'dan önce Ensar'dan bir kadının çocuğu yaşamadığı durumlarda, şayet çocuğu yaşarsa onu kitap ehli ile beraber ve onların dini üzere bulundurmayı adardı. Bu sebeple Ensar çocuklarının bir kısmı kitap ehlinin dininde bulunuyorlardı. Dolayısıyla İslâm'a geldikleri zaman dediler ki: "Biz vaktiyle bunların dinlerini, bizim dinimizden daha üstün görürdük ve çocuklarımızı onun için o yola sevkederdik, mademki İslâm dini geldi, her halde biz bunları zorlarız." dediler. Bu cümleden olarak Salim b. Avf oğullarında Husayn adında Ensar'dan birinin iki oğlu vardı. Önceleri Şam tüccarlarının telkinleriyle hıristiyan olmuş gitmişlerdi. Hz. Muhammed'in peygamberliğinden sonra Medine'ye geldiklerinde babaları bunlara: "Vallahi sizi bırakmam, mutlaka müslüman olmalısınız." diye sataştı. Onlar da çekindiler, üçü birlikte Resulullah'a müracaat ettiler. Bunun üzerine bu âyet indi, babaları da onları bıraktı. Bu olaylar, gerek cihada izinden önce olsun ve gerekse sonra, her iki takdirde nüzul sebebi, müşrikleri içine almamaktadır. O halde hükmünün genelliği de kitap ehline aittir ve neshedilmiş değil, muhkemdir (hükmü açık ve geçerlidir). Bu güzel! Fakat sebebin özel oluşu, hükmün genel oluşuna mani değildir. "Dinde zorlama yoktur." hükmü ise daha geneldir. Sonra bu hüküm yalnız kitap ehline mahsus olsaydı, dâr-ı İslâm'da (İslâm yurdunda) kitap ehlinden başkasına taahhüd ve güvence (emân) verilmemesi gerekirdi. Halbuki Arap yarımadası müşriklerinden başkasına bu muamele yapılmamıştır. Şu halde bu âyet, mutlak olarak neshedilmiş olmadığı gibi, genel hükmü kitap ehline de mahsus olmamalıdır. Nitekim Hz. Enes: "Nüzul (iniş) sebebi, Resulullah, birisine 'Müslüman ol' buyurmuştu. O da 'kendimi hoşlanmaz buluyorum' demişti. Bu âyet bunun hakkında inmiştir." diye rivayet etmiştir ki, bu sebep daha mutlak olmakla hükmün genel oluşunda daha açıktır.


3- Bilinmektedir ki Arap müşrikleri hakkındaki muamele, "Fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah'ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın." (Bakara, 2/193) emrine dayanmaktadır. "Dinde zorlama yoktur." hükmünün ise "Arapların Müslüman oluşundan sonra dinde zorlama yoktur, vergi yeterlidir." meâlinde olduğu Tefsir-i Kebîr'-de açıklanır.

Demek ki doğruluğun sapıklıktan ayırd edilmesi o zamandır. Ve bu hüküm, daha öncesini kapsamaz, bu mânâca bu âyet, "Fitne ortadan kalkıncaya kadar onlarla savaşın..." âyetinden sonra inmiş demek olur. Önce inen, sonra ineni ne nesih, ne de tahsis edemeyeceğinden "Lâ ikrâha = zorlama yoktur" hükmü genelliği üzere kalır. Bu durumda aralarında bir yönden çelişki varsa, sonradan inen, önce ineni neshetmiş olacaktır. Halbuki bunun, öncekini neshettiğine dair hiçbir görüş yoktur ve olamaz. Çünkü bunun tarih itibariyle sonradan indiği açıkça belli değildir. Yukarda görüldü ki, aksine rivayet bile vardır. Bu bakımdan usûl itibariyle birbirlerine yakın olarak yorumlanması gerekir. Böyle olunca da birbirlerini karşılıklı olarak tefsir (izah) ve tahsis edebilirler. Şu halde İslâm'ın doğruluğunun ortaya çıkıp ayırdedilmesini Araba ve zorlamanın olmayışını ondan sonraya tahsis de doğru olamaz. Önce İslâm'ın başlangıcında zorlama değil, misliyle karşılık bile verilmediği bilinmektedir. Şimdi Arapların müslüman oluşundan sonra da zorlama olmadığı kabul edilmiş, bu arada müslümanlar arasında bulunan Arap müşriklerine de bu olaya kadar hiç bir zorlama yapılmadığı bilinmektedir. O halde, âyetinin bütün kapsamıyla mânâsı, "İslâm dininin, hüküm dairesinde zorlama yoktur." demek olur. Savaş ve savaş hâlinde bulunan düşman meselesi, bu hükümden esas itibariyle hariç olduğu gibi, zorlamaya karşılık vermek ve suça ceza da bunun dışındadır. Ancak bu, "Fitne ortadan kalkıncaya ve din de yalnız Allah'ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın." (Bakara, 2/193) âyetiyle beraber düşünmek lazımdır. Buna göre âyetin sonunun da delâlet edeceği üzere İslâm dininin hüküm dairesinde zorlama bulunmaması, tahsis yoluyla iki kayıt ile bağlanmıştır ki; biri fitne bulunmaması, biri de İslâm yurdunda diğer dinlere mensup olanların tebalığı (uyruğu) bozmamalıdır. Âmm (genellik ifade eden hüküm) ise tahsisten sonra zan ifade eder. Burada fitneden maksat da şirkti. Fakat genel mânâsıyla alınması da caizdir. Bu şekilde ikinci kaydı da içine alacağından, bu bir kayıt, diğerinden müstağni kalır (ona ihtiyaç duyurmaz). Demek ki kısaca mânâ şu olur: "Fitne yoksa dinde zorlama yoktur, çünkü doğruluk, sapıklıktan iyice ayrıldı. Bunları karıştıranlar, belalarını bulurlar".
Bundan dolayı, her kim tağuta, azgınlara veya azgınlıklara küfredip (inkâr edip), Allah'a iman ederse, yani samimi bir kalb ile, "Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur." diyerek önce o tağutları kökünden siler, sonra da bütün varlığıyla Allah'a iman eder ve dolayısıyla Allah'ın gönderdiği peygamberleri, Hakk'ın indirdiklerini tasdik ederse, o mutlaka en sağlam kulpa yapışmıştır ki, kopmak onun için değil. Bu sağlam ipin kulpu, o tutamak ne kopar, ne kırılır. Ancak bırakılırsa fena düşülür. Bu ilmî ve amelî delillerden, hak ve batılın bu ortaya çıkışından sonra akıl ve doğruluğun gereği artık bugün var, yarın yok, gelip geçici olan fani, batıl, koyu gölge kırılıp dökülecek, nihayet kendine tutunanı düşürüp bırakıp gidecek olan tağutların, Firavunlar, Nemrudlar, sihirbazlar, kâhinler, şeytanlar gibi azgın, sahte mabudların çürük kulplarına yapışmak değil, "Ezelden sonsuza kadar dirisi, her şeyin yöneticisi" şaşmaz, yanılmaz, uyumaz, ımızganmaz, göklerin ve yerin hükümranlığının sahibi, izni olmadan huzuruna yanaşılmaz, şefaate cesaret gösterilmez, büyüklük sahibi, gizli açık, cüz'î (kısmî), genel her şeyi bilen, her şeyden haberdar, ilminin gerçek mahiyetine erilmez, o bildirmedikçe bir şey bilinmez, büyüklük kürsisi yerleri, gökleri tutmuş, yerler, gökler kudret avucunda bir hiç kalmış o yüksek, pek yüksek kudretinin yüceliği, şanı, büyüklüğü sonsuz, kendisinden başka hiç bir ilâh bulunmayan Allah Teâlâ'nın kopmaz, kırılmaz, sağlam kulpuna iki eliyle seve seve canı gibi koruyup yapışmak, yani misal olarak o ilâhî kürsiden uzatılmış, kopmaz, kırılmaz sağlam bir ipin kulpuna, tutamağına benzeyen ve dinin başı olan Hakk'ın tevhidine (birliğine) güzelce inanmak, inanıp gereğince amel etmek ve onu hiç bırakmamaktır. İşte, bu imanı yapan, böyle bir kulpa yapışmış olur. Fakat bu iman ve itikat, yalnız sözde ve yalnız kalbde kalmamalı, ağız, gönül bir, iç ve dış bir olmalıdır. Çünkü Allah her şeyi işiten ve bilendir. Hem sözleri işitir, hem de niyetleri bilir. Ağzından, deyip, içinde inkâr saklayan münafıkların ve aksine içinden hakkı bilip, ağzından küfür ve inkâr savuran kâfirlerin yaptıklarından Allah gafil ve habersiz değildir.

TAĞUT: "Tuğyan" (azgınlık) kökünden mübalâğa kipiyle bir cins ismidir ki, aslı "ceberût = zorbalık" gibi "tağavut" olup, yer değiştirmekle "tavagut" yapılarak "vâv", "elif"e çevrilmiştir; tekile, çoğula, erkeğe, dişiye söylenir. Tuğyanın (azgınlığın) kendisi kesilmiş, isyankâr, azgın, azman, azıtgan demek gibidir.


İbnü Cerîr et-Taberî'nin tarif ettiği gibi, Allah'a karşı isyankâr olup zorla, zorlama ile veya gönül rızasıyla kendisine tapınılıp mabud tutulan, gerek insan, gerek şeytan, gerek put, gerek dikili taş ve gerekse diğer herhangi bir şey demektir. Bunun tefsirinde "şeytan veya sihirbaz, yahut kâhin ya da insanların ve cinlerin, inad edip büyüklük taslayanları veya Allah'a karşı mabut tanınıp buna razı olan Firavun ve Nemrud gibiler veya putlar diye çeşitli rivayetlere rastlanır. Ebu Hayyan der ki: "Bunların birer örnekle açıklanması gerektir. Çünkü tağut bunların her birine hasredilmiş (mahsur)tir.." Yukardaki tarif, bunların hepsini içine almaktadır. Bununla birlikte Kâdî Beydavî bu hususa: "Allah yolundan menedenler" fıkrasını da ilave etmiştir ki, daha genel bir tarifi içerir. Çünkü bunu yapanlar, mabud tanınmış olmayabilir. Şu kadar ki, bu da "Heva ve hevesini ilâh edinen kimseyi gördün mü?" (Câsiye, 45/23) âyeti gereğince kendi hevasına uyup kendi kendine mabut rütbesi vermiş sayılabileceği düşünülürse önceki tarife dahil olacaktır. Bu açıklamadan birkaç fayda elde edeceğiz: Önce, tağutun çeşitli tefsirleri (açıklamaları) örnek veya çeşitlerini gösterebileceği gibi "şeytan, sihirbaz, kahin, batıl mabud, insanların ve cinlerin büyüklük taslayıp inad edenleri" kelimelerinin her biri tağut kelimesiyle tarife benzer ve uygun düşecek bir tarzda ifade edildiğine göre bunların, mânâ itibarıyla tam eş anlamlı değilseler bile pek yakın veya birbirini gerektiren şeyler olarak kullanıldıklarına da işaret edebilir. İkinci olarak demek oluyor ki, tağutun açığı da, gizlisi de, görünürü de, görünmezi de vardır. Üçüncü olarak, tuğyan (isyan, azgınlık) kavramından anlaşılıyor ki, putlar ikinci derecede tağutlardır. Bakılırsa akıl sahibi olmayan putların ve dikili taşların tağutlardan bile sayılmaması gerekirdi.

Çünkü bunların kendileri Allah'a karşı bir azgınlığa sahip olamazlar ve azgınlığa rıza gösteremezler. Fakat red de edemezler. Bu sebeple nihayet bir azgınlık sebebi olabilirler. Bu sebebi de azgınlar bulurlar. Putlar, aslında erkek veya dişi tağutların hayalleri ve azgınların azmanlarıdır. Gizli veya açık azgınlar, bunlarla kendi azgınlıklarını ileri sürerler. Bu yönüyle putlar, asıl tağut değil, tağutların temsilcileridirler. Böyle "Kim tağutu inkar ederse..." ifadesi şunu bildirmiş oluyor ki, tevhid emrinde ilk iş, putlardan önce ona sevk eden azgın isyankârlara küfretmek (onları inkar etmek)tir. Dördüncü olarak, Allah'a karşı isyankâr olmayan ve şirke razı olma ihtimali bulunmayan ve bununla beraber birtakım isyankârlar tarafından ilâh diye kabul edilen Hz. İsa ve Üzeyr gibi büyük insanların kendileri tağutun tarifinden ve kendilerine tağut denilenlerden hariçtirler. Tevhid emrinde, "başka hiçbir ilâh yok" derken bunların ilâhlığını da olumsuz kılıp inkar etmek, ibadet etmemek farz olduğu halde, diğer taraftan bunları inkâr caiz olmayacak, bilakis Allah'a imanın gereklerinden olarak peygamberlere iman ve saygı da imanın şartlarına dahil bulunacaktır.

Bu çok önemli nükteye işaret edilerek "kim tağutu inkâr ederse..." buyurulmuş da diğerlerini inkâr şart koşulmamıştır. Demek ki tevhidin şartı Allah'tan başkalarını inkâr etmek değil, Allah'tan başkalarından ilâhlık vasfını kaldırmak ve bu arada tağutları inkar etmek, yani onları hiç tanımamak, diğerlerinin de ilâhlık altındaki derecelerine göre haklarını tanımaktır. Çünkü hak Allah'ındır. Nihayet şunu da kesinlikle ifade ediyor ki, Allah'ın birliğine inanan bir mümin olmak için, Allah'a imandan önce küfre tevbe etmek şarttır. Ve bu tevbenin şartı da tağutları asla tanımamaya kesin karar vermektir. Bu durumda, "kim tağutu inkar eder de Allah'a iman ederse..." ifadesi, "Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur." kelime-i tevhidinin bir tefsiri demektir. İşte böyle içi ve dışı ile iman eden mutlaka sağlam kulpa yapışmış olur ki, buna tutunanların Allah'ın Kürsisine, cennetin en yüksek tabakalarına doğru çekilip, götürülecekleri ve giderken bırakıverenlerin de dehşetli bir şekilde düşecekleri kelâmın mânâsından anlaşılıyor. Şimdi hem bunu daha çok aydınlatmak, hem de acaba hiç tutunmasak, hiçbir kulpa yapışmasak ne lazım gelir, diyebilecekleri irşad için buyuruluyor ki:
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Yukarıda ki Ayeti Kerime nin tefsirinden şunu öğrenmiş oluyoruz ki;

İslam Dini, hiç kimseyi zorla İslam olmaya çağırmıyor, bu davette cebr kullanmıyor, dayatmıyor.

Ancak İslamı kabul edip te Müslüman olan kişiye bazı mükellefiyetler yüklüyor ve bu mükellefiyetleri yapmadığı takdirde, ahiret hayatının haricinde, dünya hayatında onu cezanlandırıyor.

Bu vech ile; günlük hayatta Müslümanlar arasında sıkça kullandığımız " İslam da zorlama yoktur " emrini daha anlamlı kullanmak temennileriyle...
 

hanif_bir_kul

New member
Katılım
22 Mar 2007
Mesajlar
182
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
64
Bununla beraber kalbe Allah'tan başkasının bakışı, geçerli olmayacağından ve bu zorlama hâlinde olsun iman edene de, "Sen zorlama ile iman açıklıyorsun, yine kâfirsin." denilemez, kâfir muamelesi edilemez. Durumu ortaya çıkıp, şüphe ortadan kalkıncaya kadar bakılır. Çünkü o imanı açığa vurması da az çok bir irade eseridir. Hiç istemeseydi onu da yapmazdı. Demek ki imanın zevkinden bir zerre olsun tatmıştır. Bu bakımdan: Zeccac'ın dediği gibi savaşla müslüman olduğunu açıklayan, "kerahete" nisbet edilmez demek olabilir ki bu, ikrahın (zorlamanın) bir sözlük mânâsıdır.


S.a
Bekir kardeşim konu güzel yanlız yukarıdaki 3 satıra kadar oku nedemek istedin başkasının aklını kullanarak değil kendi aklını kullanara cevapla

Allah cc dini saklayanlara gizleyenlere örtenlere görmemezlikten gelenlere dine savaş açanlara kafir diyor sen nasıl yorum yapıyorsun bekirim sen miçok merhamet sağibisin yoksa bizi yaradanmı em dini kabullenicek emde yapmayacak uygulamıyacak böyle birşey olamaz Allah cc onlarada şuşekilde sesleniyor onlar fasıktırlar genel görünüşe em onlardan emde değil sen nasıl üküm veriyorsun beir kardeşim adamgibi yazı as....
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Bununla beraber kalbe Allah'tan başkasının bakışı, geçerli olmayacağından ve bu zorlama hâlinde olsun iman edene de, "Sen zorlama ile iman açıklıyorsun, yine kâfirsin." denilemez, kâfir muamelesi edilemez. Durumu ortaya çıkıp, şüphe ortadan kalkıncaya kadar bakılır. Çünkü o imanı açığa vurması da az çok bir irade eseridir. Hiç istemeseydi onu da yapmazdı. Demek ki imanın zevkinden bir zerre olsun tatmıştır. Bu bakımdan: Zeccac'ın dediği gibi savaşla müslüman olduğunu açıklayan, "kerahete" nisbet edilmez demek olabilir ki bu, ikrahın (zorlamanın) bir sözlük mânâsıdır.


S.a
Bekir kardeşim konu güzel yanlız yukarıdaki 3 satıra kadar oku nedemek istedin başkasının aklını kullanarak değil kendi aklını kullanara cevapla

Allah cc dini saklayanlara gizleyenlere örtenlere görmemezlikten gelenlere dine savaş açanlara kafir diyor sen nasıl yorum yapıyorsun bekirim sen miçok merhamet sağibisin yoksa bizi yaradanmı em dini kabullenicek emde yapmayacak uygulamıyacak böyle birşey olamaz Allah cc onlarada şuşekilde sesleniyor onlar fasıktırlar genel görünüşe em onlardan emde değil sen nasıl üküm veriyorsun beir kardeşim adamgibi yazı as....


Özür dilerim hanif_bir_kul Abi, bundan sonra astığım yazıların adam gibi olmasına çok dikkat edeceğim.

Sana ters gelen yeri tam olarak belirt, hemen değişelim...
 

ibrahim571632

New member
Katılım
3 Tem 2007
Mesajlar
705
Tepkime puanı
756
Puanları
0
Konum
Mersin
Bununla beraber kalbe Allah'tan başkasının bakışı, geçerli olmayacağından ve bu zorlama hâlinde olsun iman edene de, "Sen zorlama ile iman açıklıyorsun, yine kâfirsin." denilemez, kâfir muamelesi edilemez. Durumu ortaya çıkıp, şüphe ortadan kalkıncaya kadar bakılır. Çünkü o imanı açığa vurması da az çok bir irade eseridir. Hiç istemeseydi onu da yapmazdı. Demek ki imanın zevkinden bir zerre olsun tatmıştır. Bu bakımdan: Zeccac'ın dediği gibi savaşla müslüman olduğunu açıklayan, "kerahete" nisbet edilmez demek olabilir ki bu, ikrahın (zorlamanın) bir sözlük mânâsıdır.


S.a
Bekir kardeşim konu güzel yanlız yukarıdaki 3 satıra kadar oku nedemek istedin başkasının aklını kullanarak değil kendi aklını kullanara cevapla

Allah cc dini saklayanlara gizleyenlere örtenlere görmemezlikten gelenlere dine savaş açanlara kafir diyor sen nasıl yorum yapıyorsun bekirim sen miçok merhamet sağibisin yoksa bizi yaradanmı em dini kabullenicek emde yapmayacak uygulamıyacak böyle birşey olamaz Allah cc onlarada şuşekilde sesleniyor onlar fasıktırlar genel görünüşe em onlardan emde değil sen nasıl üküm veriyorsun beir kardeşim adamgibi yazı as....


Sevgili Hanif kul kardeşim yazıyı yanlış değerlendirip Bekir Abiye o kadar yakışıksız bir ithamda bulunmuşsun ki ben şahsen çok üzüldüm. Kur'an ve Rasulullahtan beslenen ve terbiye alan bir müslüman bu kadar kırıcı usluplar ile konuşmaz veya yazmaz diye düşünüyorum.Çünkü Allahu Alim Tebliğ nezaket ,sabır, ilim ve Rabbimize malum bize meçhul bir çok erdemi aynı anda ister.

Bekir Abinin yazısından alıntıladığınız parağrafı iyi okursanız orada özetle diyorki; İslamı cebren kabul etmiş bir müslümana eğer eliyle veya diliyle islama bir zarar vermiyorsa ,onun kalbini okuyamadığınız için (-ki buna sadece Rabbimiz muktedirdir.) onu Kafirlikle itham edemezsiniz.

Eğer hafızalarınıza ,savaş meydanında, kılıçının altında, korkudan dini kabul ettiğini düşündüğü için öldürdüğü müşrik nedeniyle Efendimizden çok sert bir ikaz alarak mahçup olan Hz.Ali'yi (R.A.) getirirseniz konunun hakikatinin zaten bu olduğunu anlayacaksınızdır.Yani Dinde Asla zorlama yoktur ve Asla Kalbini sadece Allahın okuduğu bir kulu Allaha inanmıyor diğerek kesin delilleriniz olmadan Öldüremezsiniz.

Şu halde Bekir Abiye kaleme aldığı ve ifşa ettiği ADAM gibi yazıdan dolayı teşekkür ediyorum.Allah Rıza ve Rıdvanından onu ve bizleri ayırmasın.Hani kul kardeşimede biraz daha sabır,sukunet ve nezaket dilerim.

Muhabbetle
Allaha Emanet Olun..
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Sayın Hanif kardeşim;


Bu bilgiler, merhum Elmalı Hamdi Yazır hocaefendiden değilde, örneğin Zekeriya Beyaz yahut Yaşar Nuri'den ve yahut Edip Yüksel'den gelseydi; o zaman mı adam gibi yazı olacaktı?

Akidenize ters bir durum mu ortaya koydu bu yazı.

Unutmayın ki; ortaya konulan ve ilgilisine yazılan bir yazıda aslolan anlatımdır. İstediğiniz anlamı karşıya vermektir. Anlaşılmaktır. Mealler zaten bunun için vardır. Arapça öğrenmemeye inat edenler içindir.

Keyfe keder olması için değildir. Kafa karıştırması için hiç değildir!

Allah (cc) razı olsun Bekir kardeşim.
 

hanif_bir_kul

New member
Katılım
22 Mar 2007
Mesajlar
182
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
64
S.a
radikal kardeş ben o saydıkların kişilere iman etmiş birisi değilimki bana iftira ediyorsun sen cehennemden çıkışyok mesajımı okumadın sanırım okumak istersen mail yolla göndereyim oku sonra karar ver ben tüm insanların görüşlerine saygılıyım yanlız ben samimi bir müslümanım samimi olanlardanım diyenlere sitem ediyorum kaynuka rusen mehmet bekir ve sayamadıklarım kardeşlerimin makalelerini yazılarını okuyorum kafamıyoruyorum düşünüyorum araştırıyorum kur"an a başvuruyorum okuyorum analizediyorum istişareediyorum ondansonra karara varıyorum ve yanıldıklarım ve unuttuklarım için rabbimden bağışlanma diliyorum benim sitemim müslümanım diyen okuyan araştıran insanların yalışyapmalarına kızıyorum sizlerde emen beni yargılayıp isdam sephasına gönderiyorsunuz ben cehennemden çıkışyok demem sizleri ve imani zayıf olan bilgisi olmayan insanları Rabbimin korkutmasınla uyarıyorum.

forumda kardeşlerimin kalplerini kırdıysam özür beyhaneder saygılarımı ve üzüntülerimi bildiririm niyetim sizlere karşı kötülük etmek ve kin gütmek değildir HAKLARINIZI ELALEDİNİZ BENDENYANA ELALOLSUN..

SAYGILARIMLA
 

hanif_bir_kul

New member
Katılım
22 Mar 2007
Mesajlar
182
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
64
Hüküm Allah'a aittir. Allah kafirin tanımını yapar, hükmeder. Biz o tanımlardan yola çıkarak kafir ile mü'mini ayırt ederiz. Kimse kafir olmayana kendi apaçık ilan etmedikçe kafir diyemez. Eğer ilan etmiyorsa zaten münafıktır. Münafıksa zaten kafirdir ve gizlidir. Biz bilemeyiz. Allah bilir. O bildiği için kafir ilan eder. Biz edemeyiz. Kur'an münafığı ifşa etmeyi yasaklar. En kesin bilgi olan vahiy gelmiş Peygamberimiz bile ifşa etmemiş.

Ayrıca dini kabul etmek iman, onu ifa İslam'dır. Elbette biri birisiz olmaz. İslam'ın emirlerini ifa etmeyen günahkardır. Kafir değildir. Hiç bir hadiste ve Kur'an ayetinde günakarların kafir olduğunu söylemez.

Evet nasıl ki, Allah'a emir ve yasaklarına iman etmek hürriyete bırakılmışsa, o emir ve ysaklarla amel etmekte hürriyete bırakılmıştır. Zira, hürriyetsiz ne iman ne amel red edilmez,ama makbul olmaz.


Sen de anla artık. Küfür iman yokluğudur. Namaz kılmayan, namaz kılma emrini kabul ediyorsa, iman etmişse nasıl kafir olur? O bir günahkardır.
vesselam

S.A
duha kardeşim
o senin görüşündeğil tahriten aldığın bilgiler Allah`ın kitabından aldığın bilgiler değil sen kendi görüşünü behanet sonra Allah`ın beyhanına başvur bakalım kıyas ne olacak Allah cc ayetlerin tümünde cehenneme kimlerin gireceğini ve sebeplerini kimlerin gireceğini anlatıyor bunları kahideye almayan insanlar kendilerinin doğru bildiğini sandığı üsnü kuruntu bir şekilde Rabbine namkörlük yapar kendisini dinini çok iyi bir şekildeyaşadığını zan eder zan ise kötüdür insanı ceenneme götürür Allah`cc kitabında nedemişse o şekilde sizinde benimde tüm insanların yaşaması mecburidir şimdi size bir misal vereyim var sayım yapınki Ananız babanız gayri müslüm olsaydı ve köyünüzdede veya memlekedinizin bir bögesinde bir kilise olsaydı ve o kiliseye gidip dininizi yaşamış olsaydınız ve o kiliseye bir din adamı olabilmek için okusaydınız ve size ne verilirse sizde onu uygulamış olurdunuz yani sizler okumadan hazır birdini atalarınızın dinini yaşayanlardan ve mantıkdinini yaşayanlardan sınızderim şimdi buradan çıkan kurandini değil ata dini çıkmaktadır sizler kuranı samimi bir şekide okumuş olsaydınız o Allah`indirmesi olan Bu Kur'ân'ı ona bir beşer yapıveriyor, o da ondan öğrendiklerini Allah kelâmı ... Eğer Allah'tan başkası tarafından olsaydı onda birçok ihtilaf bulurlardı diyor ozaman ne buna benzer bir çok ayet mevcuttur "İşte bu Kur'an muazzam bir kitabdır. Onu biz indirdik. Çok mübarektir. (Fayda ve bereketi çoktur). Artık buna uyun, emirlerine bağlanın ve Allah'tan korkun. Tâ ki merhamet olunasınız" (el-En'âm, 155).
"Şu indirilmiş Kur'an, mübarek ve feyizli bir kitabdır ki elleri önündekini (Tevrat ve İncil'i) tasdik edicidir. Tâ ki onunla Mekke halkını ve bütün çevresindeki insanları korkutsun. åhirete îman edenler, namazlarına gereği üzere devam ettikleri gibi, Kur'an'a da inanırlar" (el-En'âm, 92). * "Onlar, hâlâ Kur'an'ın Allah kelâmı olduğunu ve mânasını düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından olsaydı, muhakkak ki içinde birbirini tutmayan birçok söz ve ifadeler bulurlardı." (en-Nisâ, 82).
"O Kur'an, insanları Hakk'a ulaştırır; helâl ile haramda ve din hükümlerinde hakkı bâtıldan ayırır..." (el-Bakare, 185).
"Kur'ân-ı Kerîm doğru yol gösterici, mü'minlere derecelerle kurtuluşu müjdeleyicidir" (el-Bakare, 97).
"Bu Kur'an, akıl sâhiplerinin, âyetlerini iyice düşünüp anlamaları ve ders almaları için, sana indirdiğimiz saadet kaynağı bir kitabtır" (Sâd, 29).


Bu Kur'ân' dururken kalkıp bir başkasının kitaplarına inanmak akıllılık işi değil gibi geliyor Duha kardeşim bir başkasının aklını Bir başkasına lütfen satma o insanlardan elbette faydalanıp bilgi toplaya biliriz ama onları ilah ilan etmeniz içmi iç doğru değil sana indirdiğimiz saadet kaynağı bir kitabtır Deniyor sende o kitabın bir benzerini yazıp veya bulup getirebilirmisin Elbette hayır getiremem diyeceksin niçin ala anatçılık ve körlük yapı anlamamazlıktan geliyorsunuz...

SAYGILARIMLA
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
S.A
duha kardeşim
o senin görüşündeğil tahriten aldığın bilgiler Allah`ın kitabından aldığın bilgiler değil sen kendi görüşünü behanet sonra Allah`ın beyhanına başvur bakalım kıyas ne olacak Allah cc ayetlerin tümünde cehenneme kimlerin gireceğini ve sebeplerini kimlerin gireceğini anlatıyor bunları kahideye almayan insanlar kendilerinin doğru bildiğini sandığı üsnü kuruntu bir şekilde Rabbine namkörlük yapar kendisini dinini çok iyi bir şekildeyaşadığını zan eder zan ise kötüdür insanı ceenneme götürür Allah`cc kitabında nedemişse o şekilde sizinde benimde tüm insanların yaşaması mecburidir şimdi size bir misal vereyim var sayım yapınki Ananız babanız gayri müslüm olsaydı ve köyünüzdede veya memlekedinizin bir bögesinde bir kilise olsaydı ve o kiliseye gidip dininizi yaşamış olsaydınız ve o kiliseye bir din adamı olabilmek için okusaydınız ve size ne verilirse sizde onu uygulamış olurdunuz yani sizler okumadan hazır birdini atalarınızın dinini yaşayanlardan ve mantıkdinini yaşayanlardan sınızderim şimdi buradan çıkan kurandini değil ata dini çıkmaktadır sizler kuranı samimi bir şekide okumuş olsaydınız o Allah`indirmesi olan Bu Kur'ân'ı ona bir beşer yapıveriyor, o da ondan öğrendiklerini Allah kelâmı ... Eğer Allah'tan başkası tarafından olsaydı onda birçok ihtilaf bulurlardı diyor ozaman ne buna benzer bir çok ayet mevcuttur "İşte bu Kur'an muazzam bir kitabdır. Onu biz indirdik. Çok mübarektir. (Fayda ve bereketi çoktur). Artık buna uyun, emirlerine bağlanın ve Allah'tan korkun. Tâ ki merhamet olunasınız" (el-En'âm, 155).
"Şu indirilmiş Kur'an, mübarek ve feyizli bir kitabdır ki elleri önündekini (Tevrat ve İncil'i) tasdik edicidir. Tâ ki onunla Mekke halkını ve bütün çevresindeki insanları korkutsun. åhirete îman edenler, namazlarına gereği üzere devam ettikleri gibi, Kur'an'a da inanırlar" (el-En'âm, 92). * "Onlar, hâlâ Kur'an'ın Allah kelâmı olduğunu ve mânasını düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından olsaydı, muhakkak ki içinde birbirini tutmayan birçok söz ve ifadeler bulurlardı." (en-Nisâ, 82).
"O Kur'an, insanları Hakk'a ulaştırır; helâl ile haramda ve din hükümlerinde hakkı bâtıldan ayırır..." (el-Bakare, 185).
"Kur'ân-ı Kerîm doğru yol gösterici, mü'minlere derecelerle kurtuluşu müjdeleyicidir" (el-Bakare, 97).
"Bu Kur'an, akıl sâhiplerinin, âyetlerini iyice düşünüp anlamaları ve ders almaları için, sana indirdiğimiz saadet kaynağı bir kitabtır" (Sâd, 29).


Bu Kur'ân' dururken kalkıp bir başkasının kitaplarına inanmak akıllılık işi değil gibi geliyor Duha kardeşim bir başkasının aklını Bir başkasına lütfen satma o insanlardan elbette faydalanıp bilgi toplaya biliriz ama onları ilah ilan etmeniz içmi iç doğru değil sana indirdiğimiz saadet kaynağı bir kitabtır Deniyor sende o kitabın bir benzerini yazıp veya bulup getirebilirmisin Elbette hayır getiremem diyeceksin niçin ala anatçılık ve körlük yapı anlamamazlıktan geliyorsunuz...

SAYGILARIMLA

SAYIN hanif

sizde satmayin kendi bildiklerinizi tek kuran diyenler neden yorum yürütüyor ben onu anlamiyorum

Demekki yorum yürütmeden olmuyormus diger insanlari dinlemeyin diyorsun ya senimi dinlesin bu ümmet-i muhammed

yani su son mesajlarini okuyorum

Adam gibi konu as

elin kafiri iste o

bu ne böyle


diye mesajlar asiyorsun Kurani bir hareketin varmi

YA sus yada hakikaten susmaktan daha degerli seyler söyle


ayeti as ama kendi fikirlerini millete küfürü benimsetmeye örnek gösterme

ZAN insani cehenneme götürür demissin

Nasil götürür ayet varmi su cümlen ile alakali yoksa senin cümlen tevilmi edilmeli

en iyisi hanif ol ayete yorum yaptiginizda bagirmaya cagirmaya neredeyse küfretmeye kadar gidiyorsunuz

Söylenecek sözü olmayan bagirirmis ya o hesap
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
zorla güzellik olmazmış.Zaten zorlama yetkisi de yok ki.Zaman kuvvetleri ufak ufak ufalamış,ayırmış.Kuvveti olmayan nasıl zorlar.Evet eskiden olsa zorlamayla baba oğluna,devlet,tebasına bir manevi mükellefiyeti maddi araçlarla yüklerdi.vergi-zekat gibi..Hem evlatlık hem vatandaşlık yapılırdı.Hem umum ahali mümin olduğundan fısk içinde olmak isteyen yapamazdı,gizlice işlerdi.Bu zorlama büyüğün küçüğe,yöneticinin tebaya şefkatli peder olması,sorumlu hissetmesinden idi.
Şimdi oğulda tebada hürriyet ister,kendi kendine malikiyet iddaa eder.
 

ayyüzlü

New member
Katılım
24 Eki 2007
Mesajlar
599
Tepkime puanı
884
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Ýstanbul
(Dinde zorlama yoktur) âyeti, başka dinde bulunan bir kimsenin zor ile Müslüman yapılamayacağını ifade etmektedir. Bir gayri müslim, zorla Müslüman yapılmaz.

Müslümanlar hiçbir zaman, kâfirlerin yaptıklarını yapmazlar. Yani maddi ve manevi kazançlar bahşederek veya müdür, profesör, dekan gibi unvanlar vererek bir insanı Müslüman yapmaya teşebbüs etmezler.

İslamiyet
tebliğ edilirken de, hiçbir zorlama ve tehdit yapılmamıştır. Bunlar vesikaları ile doğru yazılmış tarih kitaplarında vardır.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Sevgili Duha

Yukarıda ki yazınız çok muğlak ifadeler taşıyor ve yanlış anlaşılmaya müsait. Daha açık yazılmasında kesinlikle fayda var.
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
Yazi güzel olmus duha kardesim ellerine saglik

Yani dinimizde iman esas ise herseyden önemli ise, kalbe zorla birsey yaptiramiyoruz yapabileceklerimiz o kalbi yumusatmak...
 

KaYnUkA

New member
Katılım
28 Eyl 2007
Mesajlar
147
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Yaş
37
şimdi ben konuya şöyle deginmek istiyorum...

şimdi fransa vatandaşı olan birisini zorla türk vatandaşı yapamayız...
o kişi ancak kendi istegiyle türk vatandaşı olur...
ve o kişi türk vatandaşı oluduktan sonra türk anayasasının belirlemiş oldugu kurallara uymak zorundadır...
eger türkiyede yaşıyorsa ben türk anayasasını kabul etmiyorum diyemez...
bunu anayasanın bütünü olarakta söyleyemez yok ben bu anayasanın şu maddesını kabul etmiyorumda diyemez...
eger bir fransız kendı istegiyle türk olduysa o fransız mecburen kendi istesede istemesede türk anayasasına uymak zorundadır...
haa uymassa ne olur tabikide yine türk anayasasında yazan hükümlerce cezaya çarptırılır...
peki o adam çıkıpta türk olmada kimseye zorlama yoktur bana ceza veremessiniz diyebilirmi...
tabikide hayır diyemez...



şimdi bu olaydaki vasıfları degiştirerek inceleyelim...

fransız vatandaşı= gayrimüslüm
türk vatandaşı= müslüman
türk anayasası= kuranı kerimdeki hükümler


şimdi bırde yazılanların yerıne karsılarındakı ifadeleri koyalım....
bu demek oluyorki kimseyi zorla müslüman yapamayız ama müslüman olan biriside kuran hükümlerine uymak zorundadır...
yok dinde zorlama yoktur deyip cezadan kurtulmaya calısmak ise ahmaklıktır...

selamla....

 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Bekir kardeşim, doğrudur. Ama ben tekrar okudum. Edebi olarak pek süslü olmasada dikkatlice okuyan ifadelerimi net anlayabilir ,diye düşünüyorum.

Açık ve net şunu dedim.

İslam'da zorlama yoktur, ceza da yoktur.

Ne gayr-ı Müslim'e İslam kaidelerine uyması için baskı yapılı, ne de bir Müslümana dini vecibelerini yerine getirmemesi halinde ceza verilir.

İman Allah ile kul arasındadır. Madem İslam iman için zorlamıyor, amel için hiç zorlamaz. İman'ın özelliği hürriyet ise amelinde makbuliyetinin şartı hürriyettir.

Bazıları Allah'ın yasaklarına riayet etmemekten ortaya çıkan toplumsal zarara verilen cezaya bakarak Allah'a ibadet etmeyen, namaz kılmayan bir insana ceza vermeye fetva veriyor. Allah'ın yasaklarına riayet etmeyen, mesela içki içmeyen birine "günah " diye ceza verilmez. Topluma zarar verse, mesela sokakta içse, sağa sola zrar verse ceza verilir. Biribirine karıştırmamak lazım

Ceza ,ne İslam ruhuna, ne akla ne vicdana sığmaz. Hem uyuglanabilirliği yoktur. Ütopiktir. Tamamen Allah ile kul arasındadır.
...

İslam'da namaz kılmayana ceza olmadığına delil olan bir hadis şöyledir.

Peygamberimiz bir gün diyor: (Mealen)
"Şu an namazda olmayacaktım ki çıkıp namaz kılmayanların evini yaksaydım"

İşte bu hadis apaçık bir şekilde İslam'da namaz kılmayana ne kadar öfke duysanızda ceza vermeniz mümkün değildir.

1)Ceza verme yetkisi ve gücü olan zaten namazdadır. Namaz kılmayanı nasıl bilecek?

2)Eğer namaz kılmayanı bilmek mümkün deniyorsa, Peygamberimiz kendi çıkmadan görevlendireceği biri ile namaz kılmayanları tespit ettirip evini yakamaz mıydı?

Madem uygulama mümkün, Peygamberimiz neden uygulamamış? Eğer mümkün değilse nasıl uygulanacak.

Hadise tevil yapacak olursak: Peygamberimiz namaz kılmayana çok kızıyor. Ancak bu kızgınlığına rağmen gidip evini yakmıyor. Çünkü, böyle bir emir yok.

Böylece Peygamberimiz bir ders vermiş oluyor "Namaz kılmayana benden daha çok öfke duyamasınız. Ama onu cezalandıracak bir emri Allah vermemiş. Verse ben ceza verirdim. Madem bu kızgınlığıma reğmen ben vermiyorum, siz dahi vermezsiniz."

İşte buyurun daha İslam'da nmaz kılmayana ceza vardır, iddiasını yapanlar ıspat etsin.

Muhabbetle

Sayın Duha
Meseleyi çok hafife almış, sadece kendi sınırlı aklınız ve misallerinizle çok ciddi bir vebale girmişsiniz !..

Bu konuda ulemanın içtihadlerini hiçe saymak bir yana, üstelik Kur'an a bile ters düşmüşsünüz.

İslâm'ın getirdiği emir ve yasaklara uymayanlara uygulanacak müeyyide ve yaptırımlar vardır ve şeriatte ukûbât olarak isimlendirilir.

Aşağıda bu konuyla alakalı, gerek hadis ve gerekse ayetlerle delillendirilmiş bir yazı vardır.

Eğer İslam adına bir söz söylemeye çalışıyorsanız, edille-i şeriyye dörttür. Yok kendi aklınızla bir şeyler ihdas etmeye kalkıyorsanız, buna " İslamda şu yoktur" değil, " Bana göre şu yoktur" diyebilirsiniz ve sizi bağlar.

İşte İslamda ukûbât bahsi, okuyunuz.





Arapça ukûbet ceza demektir. Çoğulu "ukûbât"tır. İslâm'ın getirdiği emir ve yasaklara veya İslâm'ın verdiği yetki sınırları içinde yöneticilerin belirlediği kurallarâ uymayanlara uygulanacak müeyyide ve yaptırımlar.

İslâmî hükümler inanç ve amelle ilgili olmak üzere ikiye ayrılır. Amelle ilgili olan hükümler de temel fıkıh kaynaklarında "ibâdetler, muâmeleler ve ukûbât yani ceza hukuku" olmak üzere üçe ayrılır.

Ceza hukuku gerek inançla, gerek ibadet ve muâmelelerle ilgili hükümlere uymama veya İslâm'ın koyduğu yasakları çiğneme halinde uygulanacak hükümleri ifade eder. Bu cezalardan ayet ve hadislerde belirlenmiş olanlâra "had" cezası denir. Çoğulu "hudûd"tur. İslâm devletinin koyacağı cezalara "ta'zîr" cezası adı verilir.

Had cezalan beş tane olup; zina, hırsızlık, içki içmek, namuslu kadına zina iftirası atmak ve yol kesmek suçları için belirlenen cezalardan ibarettir. Bunlar kısaca şöyle açıklanabilir:

l. Zina Cezası

Evli erkek ve kadın için recm, bekâr erkek ve kadın için yüz değnek vurmakla yerine getirilir. Bekârların zina cezası ayetle, evlilerinki ise hadisle sabittir.
Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüz değnek vurun. Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, Allah'ın dinini uygulama konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Müminlerden bir topluluk da onların cezalarına şahit olsun" (en-Nûr 24/2). Bu ayette kastedilen bekârların zinasıdır.
Zina sözlükte ve şeriatte şöyle tarif edilir: Erkeğin kadınla mülk ve mülk şüphesi bulunmaksızın önden cinsel ilişkide bulunmasıdır. Hanefiler haddi gerektiren zinayı şöyle tarif ederler: İslâmî hükümlerin uygulandığı bir ülkede kendisine cinsel istek duyulacak yaştaki diri bir kadına, isteyerek mülk (cariyelik gibi) ve mülk şüphesi, nikâh ve nikâh şüphesi olmaksızın önden haram cinsel ilişkide bulunmaktır. Bu tarife göre, ilişkinin zina sayılması ve had cezasını gerektirmesi için, erkeğin cinsel organının sünnet kısmının kadının cinsel organına girmiş olması yanında akıllı ve ergin bulunmak da gerekir. Çünkü küçük çocuk ve akıl hastası zina hükmüne muhatap olmaz. Hadiste şöyle buyurulur: "Üç kişiden kalem kaldırılmıştır: Çocuktan erginlik çağına kadar; uyuyandan uyanıncaya kadar; akıl hastasından şifa buluncaya kadar" (bk. Buhârî, Hudud, 22, Talâk, 11; Ebu Dâvud, Hudud, 17; Tirmizî, Hudud,1; İbn Mâce, Talâk, 15). Diğer yandan üç mezhebin ve Ebû Yusuf la İmam Muhammed'in aksine, Ebû Hanîfe'ye göre arkadan cinsel temas zina hükmünde değildir. Zorla ırza geçmelerde de istek olmadığı için zorlanana had cezası uygulanmaz. Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Ümmetimden yanılma, unutma ve zorlandıkları şeyin hükmü kaldırılmıştır" (Buhârî, Talâk, 11, İlim, 44, Şurût, 12, Enbiyâ, 27; İbn Mâce, Talâk,16-20). Ayrıca, zina edilen yerin dâru'l-İslâm olması da gerekir. Çünkü dâru'l-harp veya dâru'l bağy'de İslâm'ın devletle ilgili hükümlerini uygulama imkânı bulunmaz (bk."Dâru'l-İslâm", "Dâru'l-Harb" ve "Bağy'.' maddeleri). Yine bir kimse şahitsiz veya velisiz yahut geçici nikâhla yahut da mut'a nikâhı ile evlendiği bir kadınla cinsel ilişkide bulunsa had cezası uygulanmaz. Çünkü burada nikâh şüphesi söz konusudur. Hadiste; "Gücünüzün yettiği kadar şüpheler ile hadleri düşürünüz" (Ebu Dâvud, Salât, 14; Tirmizî, Hudud, 2).
Şâfiî ve Hanbelilere göre, değnek cezası yanında bir yıl süreyle, sefer mesafesindeki bir yere sürgün cezası da verilir. Delil şu hadistir. "Bekârın bekârla zinasında yüz değnek ve bir yıl sürgün, dulun dulla zinasında yüz değnek ve recm cezası vardır" (Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 330; eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VII, 87).
Hanefilere göre, zinada sürgün bir had cezası olmayıp, İslâm devletinin ihtiyaç duymasına havale edilen hapis cezası gibi ta'zir kabilinden bir cezadır (bk. es-Serahsî, el-Mebsut, IX, 44 vd.; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi ; VII, 22 vd.; İbnû'l-Hümâm, Fethu'l Kadîr, I V, 134 vd.; İbn Kusame, elMuğnî, VIII,166; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edi!letüh, 2. baskı, Dimaşk 1405/1985, VI, 26 vd., 31 ).

Evlilerin Zinası

İslâm bilginleri evlilerin zinasına recm cezasının gerektiği konusunda görüş birliği içindedir. Recm cezası tevatüre ulaşan hadislerle, ve icmâ ile sabittir. Hz. Peygamber döneminde birkaç evli kişiye zina cezası uygulanmıştır.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

"Müslüman bir kimsenin kanı üç şeyden birisi dışında helal olmaz: Zina eden dul, can karşılığı can ve cemaatten ayrılarak dinini terkeden kimse" (Buhârî, Diyât, 6; Müslim, Kasâme, 25, 26; Ebû Dâvud, Hudûd,1 ). Bir işçi, patronunun eşiyle zina etmiş, kendisi bekâr olduğu için Hz. Peygamber'in emriyle yüz degnek vurulmuştur. Allah elçisi Üneys (r.a)'ı görevlendirerek şöyle buyurmuştur: "Ey Üneys, o kadına git, zinasını itiraf ederse, onu recmet" (Buhârî, Sulh, 5, Ahkâm, 39, Âhâd, 1, Şurût, 9, Eymân, 3, Hudud 30, 34, 38, 46; Müslim, Hudûd 25, Kudat, 22; Ebu Dâvud, Hudûd, 25).
Yine sahabilerden Mâiz zinasını itiraf ettiği için kendisine recm uygulanmıştır (Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 314; Şevkânî, Neylül Evtâr, VII, 95,109). Diğer yandan zinadan gebe olan bir kadının dört defa ikrarı üzerine doğumdan sonra recmedilmesi emredilmiştir. Ancak kendi rızası ile Allah'ın ve Resulunun hükmüne razı olan bu kadın hakkında Allah elçisi cenaze namazını kıldırdıktan sonra şöyle buyurmuştur: "O, öyle bir tövbe etti ki, Medine'lilerden yetmiş kişiye taksim edilse hepsine yeterli olurdu. Allah için canını vermesinden daha faziletli bir amel biliyor musunuz?" (Müslim, Hudud, 28; İbn Mâce, Diyet, 36).

Recm cezasının uygulanması için zina edenin "muhsan" olması gerekir. Çünkü çeşitli hadislerde bu şarta yer verilmiştir. Muhsan'm mastarı olan "ihsân" sözlükte menetmek demektir. Recm konusunda ise bir kimsenin muhsan sayılması için Hanefilere göre yedi şartın bulunması gerekir. Zina eden kişinin;1) Akıllı olması, 2) Ergin olması, 3) Hür olması, 4) Müslüman olması, 5) Sahih nikahla evli olması, 6) Sahih nikâh içinde eşiyle guslü gerektirecek şekilde cinsel ilişkide bulunması, burada boşalma şartı aranmaz. 7) Yukarıdaki niteliklerin cinsel birleşme sırasında her iki eşte de bulunması. Bu şartlardan herhangi birisi bulunmazsa değnek cezası uygulanır (bk. es-Serahsî, a.g.e, IX, 39; el-Kâsânî, a.g.e, IV, 37; İbn Âbidîn, a.g.e, III,163; İbnü'l-Hümâm, a.g.e, IV,130). Bu sonuncu maddeye göre, diğer şartlar bulunup kadın küçük olur veya akıl hastası ya da cariye statüsünde bulunursa, bu eksiklik giderilip yeni bir cinsel ilişki olmadıkça taraflar muhsan hale gelmiş bulunmaz.

Ebû Yusuf ve Şâfiîler bu sonuncu şartı gerekli görmezler. Onlara göre, diğer şartlar bulununca, kadın kâfir olsa veya taraflardan birisi akıl hastası veya küçük bulunsa da muhsan şartı gerçekleşir (ez-Zühaylî, a.g.e, VI, 42).
Şâfiî, Ahmed b. Hanbel ve Ebû Yusuf'a göre, recm için taraflann Müslüman olması şart değildir. Bu yüzden zimmî, İslâm mahkemesine başvursa had uygulanır. Yine Müslüman erkek zimmî bir kadınla evlenip, onunla cinsel ilişkide bulunsa her ikisi de muhsan olurlar. Delil şu hadistir. İbn Ömer (r.anhümâ)den rivayete göre Allah elçisine zina eden iki yahudi getirilmiş, o, bunların recmedilmelerini emretmiştir (Müslim, Hudûd, 27; Tirmizî, Hudud,10). Eğer recmde, Müslümanlık şartı olsaydı, bunları recmetmezdi.
Hanefilere göre, iki yahudinin recmedilmesi olayı recm ayeti inip neshedilmezden önce, Tevrat hükmüne uygun olarak vuku bulmuştur (Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 328; eş-Şevkânî a.g.e, VII, 12; es-Serahsî, a.g.e, IX, 39, 40; İbnü'I-Hümâm, a.g.e, VI,132; el-Kâsânî, a.g.e, VII, 28; İbn Âbidîn, III, 162).

Sonuç olarak zina cezasının uygulanması için İslâmî yönetimin bulunması, dört erkek şâhidin suçluların zina fiiline bizzat görgüye dayalı olarak şahitlik yapması veya zina edenin ayrı zamanlarda mahkemede dört defa zina ikrarında bulunması gerekir (Ayrıntı için bk. "Zina" maddesi).

2. Hırsızlık Cezası

Başkasına ait olup, koruma altında bulunan en az on dirhem değerindeki (Hz. Peygamber döneminde iki koyun bedeli) bir malı çalmanın cezası Kur'an-ı Kerim'de şöyle belirlenmiştir: "Hırsızlık yapan erkek ve kadının; yaptıklarına karşılık Allah'tan bir ceza olarak ellerini kesin. Allah her şeye galip, tam hüküm ve hikmet sahibidir" (el-Maide, 5/38). Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Sizden öncekiler, şu yüzden helak oldular, onlar şerefli bir kimse hırsızlık yaptığı zaman, hırsızı serbest bırakırlar, güçsüz bir kimse hırsızlık yapınca da ona ceza uygularlardı" (eş-Şevkânî, a.g.e, VII, 131, 136).
Hırsızlık cezası uygulanınca, çalınan mal elde mevcutsa sahibine teslim edilir; helâk olmuşsa bu malın tazmini gerekmez. Çünkü had ile tazmin bir arada uygulanmaz. Hatta, malı çalınan kişi daha önce malının tazminini talep etmişse artık el kesme cezası düşer. Çünkü yukarıdaki ayette yalnız had cezasına yer verilmiş, malın tazmininden söz edilmemiştir. Diğer yandan Allah elçisi; "Hırsıza had uygulanınca artık malın tazmini istenemez" (Zeylaî, o.g.e, III, 375) buyurmuştur.
Mâlikilere göre, hırsız zenginse hem had, hem de malın tazmini birlikte uygulanır; yoksulsa, had cezası ile yetinilir.
Şâfiî, ve Hanbelîlere göre ise, hırsızın zengin veya yoksul oluşuna bakılmaksızın had ve tazmin cezası birlikte uygulanır. Çalınan mal mislî ise misliyle, kıyemî ise kıymetiyle tazmin ettirilir. Çünkü had cezası Allah hakkı, tazmin cezası ise kul hakkıdır (Ayrıntı için bk. "Hırsızlık" maddesi).
El kesme cezası da diğer hadler gibi İslâmî hükümlerin tam olarak uygulandığı İslâm ülkesinde söz konusu olur. Böyle bir ülkede toplum dengeleri kurulmuş, sosyal güvenlik müesseseleri oluşturulmuş olacağı için maddî sıkıntıya düşenlerin problemleri çözülmüş olur. Bu yüzden Hz. Ömer kıtlık yılındaki sıkıntıları dikkate alarak el kesme cezasını uygulamamıştır (Hayreddin Karaman, İslâm Hukukunda İçtihad, Ankara 1975, 77).

3. Zina İftirası Cezası (Kazf)

Namuslu (muhsan) bir kadına zina iftirasında bulunmak büyük günahlardandır. Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "İnsanı helake götüren yedi günahtan sakınınız. Bunlar şu günahlardır; Allah'a şirk koşmak ,sihir yapmak, haksız yere adam öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, iffetli ve iman sahibi bir kadına zina iftirasında bulunmak" (Buhari, Vesâyâ, 23; Müslim, İman, 38; Ebu Davud, Vesâyâ, 10). Kur'an'da şöyle buyurulur: "Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız kusurlarını örter ve sizi güzel bir makama koyarız" (en-Nisâ, 4/31, bk. en-Necm, 53/32) buyurulur.
Zina iftirasının cezası Kur'an-ı Kerîm'de şöyle belirlenmiştir: "İffetli kadınlara zina isnad edip de sonra bu iddialarını doğrulayacak dört (erkek) şahit getiremeyenlere ****en değnek vurun; onların şahitliklerini de ebediyyen kabul etmeyin. İşte onlar, fasıkların ta kendileridir. Ancak bundan sonra tövbe edip islâh olanlar bu hükmün dışındadır. Çünkü Allah bağışlaması ve merhameti bol olandır" (en-Nûr, 2414, 5).
Zina isnadı ya açık ifadelerle olur: "Ey zâni", "sen zina ettin" sözleri böyledir. Bu dört şahitle ispat edilir veya zina isnadında bulunulan ikrarda bulunursa zina cezası uygulanır. Aksi halde zina isnad eden iftira etmiş sayılır ve ****en değnek vurulur. İsnad, bir kimsenin nesebini, bilinen babasından kaldırmakla da olabilir. "Sen filancanın oğlu değilsin" veya "O, senin baban değildir" demek gibi. Bunu ispat edemezse, zina iftirası yapmış olur.
Zina İftirası Yapılanda Bulunması Gereken Şartlar

i. İftira edilen kimse erkek olsun kadın olsun, muhsan olması gerekir. Kazf konusunda "muhsan" sayılmanın beş şartı vardır. Zina iftirası atılan kişide bunların bulunması şarttır. a) akıllı olmak, b) ergin bulunmak, c) hür olmak,

d) Müslüman olmak, e) zina yönünden iffetli bulunmak.
Buna göre küçük çocuk ve akıl hastasına zina iftirası yapılsa had değil ta'zîr cezası gerekir. İffetli olmaktan maksat ömrü boyunca, haram yolla cinsel ilişkide bulunmamış olmasıdır.

ii. Zina isnadı yapılanın bilinen bir kimse olması gerekir. Bu yüzden; "Sizin içinizde bir kişi dışında zina eden bir kişi vardır" veya iki kişiye hitaben; "Sizden biriniz zina edendir" gibi sözlerde belirsizlik vardır (el-Kâsânî, " Bedâyiu's-Sanâyi ; VII, 40; İbnü'l Hümâm, Fethu'l-Kadîr, IV,191; es-Serahsî, el-Mebsût, IX,116; İbn Âbidîn, Reddû'l-Muhtâr III, 184).

Bir erkek kendi karısına zina isnadında bulunur ve bunu dört şahitle ispat edemezse, önceleri ona da ****en değnek cezası uygulanıyordu. Ancak daha sonra inen şu ayetler bu konuda mulâane yöntemini getirdi: "Hanımlarına zina isnat edip de, kendilerinden başka şahitleri olmayanların şahitliği, doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah'ı şahit tutup yemin etmesiyle olur. Beşinci defasında, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah'ın lânetinin kendi üzerine olmasını diler. Kadının da kocası yalancılardan olduğuna dair, Allah'ı dört defa şahit tutup yemin etmesi, cezayı kendisinden kaldırır. Beşinci defasında kocası doğru söyleyenlerden ise, Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını diler" (en-Nûr, 24/6-9).
Bu hükümlerden İslâm'ın erkek ve kadının cinsel hayatını koruma altına aldığı, onları evlilik dışı cinsel maceralardan koruduğu anlaşılmaktadır (bk. "Kazf", "Zina", "Lian" maddeleri).

4. Yol Kesmenin Cezası

Yoldan geçenlerin önünü kesmek ve geçişi haksız olarak engellemek suretiyle yolcuları soymak, İslâm'da şiddetle cezalandırılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Allah ve Resulune karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası ancak; öldürülmeleri veya asılmaları yahut ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu, dünyada onlar için bir zillettir. Ahirette ise onlar için büyük bir azap vardır" (el-Mâide, 5/33).
Bu ayette belirlenen cezalar suçun niteliğine ve şiddetine göre uygulanır. Yol kesenler yalnız soygun yapmışsa el ve ayakları çaprazlama kesilir, yalnız öldürme suçu işlemişlerse öldürülürler. Hem soygun, hem de öldürme birlikte işlenmişse;

Ebû Hanîfe (ö.150/767) ve İmam Züfer'e (ö.158/775) göre, İslâm devlet başkanı seçimlik hakka sahiptir. İsterse ibret olması için önce el ve ayaklarını çaprazlama keser, sonra öldürülür veya idam edilir. Dilerse kesme uygulanmaksızın yalnız öldürülür veya asılır.

Ebu Yûsuf (ö.182/798) ve Muhammed eş-Şeybânî'ye (ö.189/805) göre ise bu durumda yol kesen ya öldürülür veya asılır. Çaprazlama el ve ayak kesilmez. Çünkü burada asıl suç yol kesme olup, bir suça iki had birden uygulanmaz. Zaten öldürme cezası, daha hafif olan çaprazlama kesmeyi de kapsamına alır. Nitekim evli kimse hem hırsızlık hem de zina yapsa"recm" cezası ile yetinilir. Çünkü ağır olan bu ceza diğerini de kapsar (es-Serahsî, el-Mebsût, IX, 195; el-Kâsânî, a.g.e, VII, 93; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, IV, 270; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-islâmî ve Edilletüh, 2. baskı, Dimaşk 1405/1985, VI, 127 vd.).
Yol kesip adam öldüren ve soygun yapan kimseye had cezasının uygulanacağı konusunda islâm âlimleri arasında görüş birliği vardır. Bu ceza, âdî katilden farklı olarak öldürülenin velisinin affetmesi veya soygunda alınan malın geri verilmesi ile düşmez.

5. İçki İçmenin Cezası

Sarhoş edici içkilerin içilmesi ayet ve hadislerle yasaklanmıştır. Kur'an-ı Kerim'de altı ayette geçen "hamr" kelimesi üzüm suyundan elde edilen özel içkinin adı olmuştur. Türkçe'de "üzüm şarabı" denilen içki budur. Diğer içki çeşitleri veya; içkinin yapıldığı hammaddeler hadislerde belirlenmiştir. Tedricî yasaklamanın sonunda, kesin içki yasağı bildiren ayette şöyle buyurulur: "Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları sadece şeytanın işinden birer pisliktirler. Bu pislikten kaçının ki, kurtuluşa eresiniz. Şüphesiz Şeytan kumar ve içki ile aranıza düşmanlık ve kin sokmayı, sizi Allah'ın zikrinden ve namaz kılmaktan alıkoymayı ister. Artık bunlardan vazgeçtiniz değil mi?" (el-Mâide, 5/90, 91; Diğer ayetler için bk. el-Bakara, 2/219; en-Nisâ ; 4/43; el-A'râf, 7/157; en-Nahl, 16/67).

Hanefilere göre had cezasının uygulanması bakımından içkiler ikiye ayrılır: Şarap içene verilecek ceza, şarap dışındakileri içene verilecek ceza. Şarap içen kimse az içsin, çok içsin sarhoş olsun veya olmasın kendisine had cezası uygulanır. Çünkü Hz. Peygamber; "Şarap içen kimseye değnek vurunuz" (Ebû Dâvud Hudûd, 36; Tirmizî, Hudûd 15; Nesâî, Eşribe, 42; İbn Mâce, Hudûd, 17, 18; Dârimî, Eşribe, 10) buyurmuştur. Bu hadisteki "hamr"da köpük atmış taze üzüm suyu olup, içenin aklını örttüğü için bu ad verilmiştir. Şarap dışındaki içki çeşitlerinde ise, kişi sarhoş olacak kadar içtiği takdirde had cezası uygulanır (el-Kâsânî, a.g.e, VII, 39; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, IV, 178; Zeylaî, Tebyînü'l-Hakâik, III, 195).

Çoğunluk fakihler ise şarapla diğer içki türleri arasında bir ayırım yapmazlar. Çoğu sarhoş eden içkinin azı da haramdır ve hamr (şarap) hükmündedir. Bu yüzden, sarhoş edici olduğu bilinen herhangi bir içkiyi içene had cezası gerekir. Delil şu hadistir: "Her sarhoş edici içki hamr'dır ve her hamr da haramdır" (Müslim, Eşribe, 73; Ebû Dâvud, Eşribe, 5; Tirmizî, Eşribe, l; İbn Mace, Eşribe, 9; Ahmed b. Hanbel, II, 16, 29, 31,105, 134, 137).
Ebû Hanîfe'ye göre haddin uygulanmasını gerektiren sarhoşluğun ölçüsü; sarhoşun konuşulanları anlamaması, mantıklı konuşamaması, erkekle kadını, yerle göğü birbirinden ayırt edememesidir. Çünkü hadlerde şüphenin kalkması için ağır olanı esas almak gerekir. Hz. Peygamber; "Gücünüzün yettiği sürece hadleri şüphelerle kaldırınız" (Ebu Davud, Salat, 114; Tirmizî, Hudûd, 2) buyurmuştur.

Ebû Yûsuf, imam Muhammed ve diğer üç mezhep imamına göre, sarhoşluk ölçüsü; sarhoşun saçma konuşması ve sözleri birbirine karıştırmasıdır. Çünkü insanlar bu durumdaki kişiye "sarhoş" demektedir. Bu kimse kendi elbisesini veya ayakkabılarını başkasınınkinden ayırt edemez.
İçki içene ceza uygulanabilmesi için akıllı, ergin, Müslüman olması, içki zorlama ile veya zarûret sebebiyle içmemiş olması, içtiği şeyin içki olduğunu haram kılınmış bulunduğunu bilmesi gerekir. Ayrıca içtiği içkinin kendi mezhep görüşüne göre haram sayılması da gereklidir.
İçki İçene Verilecek Cezanın Miktarı

Çoğunluk müctehitlere göre, sarhoşluğun cezası ****en değnektir. Delil, Hz. Ali'nin şu sözüdür: "Kişi içki içince sarhoş olur, sarhoş olunca da saçma sözler konuşur; saçma sözler arasında da iftira eder. İftiranın had cezası ise ****en değnektir" (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VII, 144; Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 351).

Şâfiîlere göre, şarap veya diğer içkileri içmenin cezası kırk değnektir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s) bu konuda belirli bir miktar uygulamamıştır. Ebû Hüreyre (r.a), Hz. Peygamber'e getirilen bir sarhoşa uygulanan cezayı şöyle anlatır: "Bizden bir kısmı eliyle, bazıları ayakkabısı ya da elbiseleriyle vurdular. Adam ayrılıp gidince, arkasından; Allah seni rüsvay etsin" dediler. Bunun üzerine Allah Rasûlü şöyle buyurdu: "Böyle söylemeyin, ona karşı şeytana yardım etmeyin" (Buhârî, Hudûd, 4; Müslim, Hudûd 35; Ebu Dâvud, 35, 36; Tirmizî, Hudûd, 14, 15).

6. İrtidâd Edene Verilecek Ceza

İrtidâd, sözlükte bir şeyden başka bir şeye dönmek demektir. Aynı köktün ism-i fail olan mürted sözcüğü ise; İslâm dinini terkedip küfre, dinsizliğe dönmek anlamına gelir. İrtidâd küfrün en aşırısı ve en ağırıdır. Hanefilere göre mücerred irtidatla, Şafiilere göre ise irtidâdın ölümle birleşmesi halinde önceki ameller boşa gider.

Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Sizden kim dininden döner ve kafir olarak ölürse, işte onların, dünya ve âhirette amelleri boşa gitmiştir. İşte Cehennemlikler onlardır. Onlar orada ebedî olarak kalacaklardır" (el-Bakara, 2/217).

Müslüman olan bir kimse; Allah'ı inkâr, peygamberleri veya bir peygamberi kabul etmemek veya zina, eşcinsellik, şarap içmek ve zulüm yapmak gibi ittifakla haram olan bir şeyi helal saymak ve yine alışveriş ve evlenmek gibi ittifakla helal olan bir şeyi haram kabul etmek suretiyle dinden çıkar ve mürted hükümlerine tabi olur. Yine hakaret için Kur'an'ı yere atmak, bir hadis kitabını pisliğin içine atmak veya putlara ya da güneşe tapmak, kişiyi dinden çıkarır (bk. İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, IV, 385; eş-Şirbînî, Muğnî'l Muhtâc, Mısır, t.y, IV, 133 vd.; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, II, 288; İbn Kudâme, el-Muğnî, 3. Baskı, Kahire 1970, VIII, 123, 131).
İrtidadın geçerli olması için, kendisini dinden çıkaracak sözü söyleyen veya işi yapanın akıllı olması ve bu söz veya fiili kendi iradesiyle yapmış bulunması gerekir.

Mürteddin Cezası

İslâm müctehitleri mürteddin öldürülmesi gerektiği konusunda görüş birliği içindedir. Delil şu hadislerdir: "Dinini değiştiren kimseyi öldürünüz" (Buhârî, Cihâd 149, İ'tisâm, 28, İstitâbe, 2; Ebû Dâvud, Hudûd 1; Tirmizî, Hudûd, 25; Nesaî, Tahrîm,14); "Müslüman bir kimsenin kanı ancak üç şeyden birisi ile helal olur. Zina eden dul, cana karşılık can ve cemaatten ayrılıp dinini terkeden kimse" (Buhârî, Diyât, 6; Müslim, Kasâme, 25, 26; Ebu Davud Hudûd 1).

Hanefilere göre, irtidâd eden kadın öldürülmez, fakat yeniden, İslâm'a dönünceye veya ölünceye kadar hapsedilir. Çünkü o, büyük bir cürüm işlemiş olur. Ancak kadınların öldürülmesini Rasûlüllah (s.a.s) yasaklamıştır. Temelde, mürteddin öldürülmesi küfrü yüzünden değil, İslâm toplumuna baş kaldırması yüzündendir. Çünkü İslâm devletine baş kaldırmanın cezası Allah yanında, öldürmekten daha büyüktür. Yukarıda yol kesmenin cezasını açıklarken buna temas etmiştik (bk. es-Serahsî, el Mebsût, I, 98 vd.; İbnü'l-Humâm, Fethu'l-Kadîr, IV, 385 vd.; el-Kâsânî, a.g.e, VII; 134; İbn Âbidîn, a.g.e, III, 312, 326).

Çoğunluk fakihlere göre ise, dinden dönen kadın da öldürülür. Çünkü Ümmü Mervân adlı bir kadın İslam'ı terketmiş, bu haber Hz. Peygamber (s.a.s)'e ulaşınca, bu kadının tevbeye davet edilmesini bildirmiş, tevbe ederse serbest bırakılmasını, aksi halde öldürülmesini emretmiştir. Ancak bu hadisin senedinde zayıflık vardır (bk. Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 458; eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr VII,192). Yine Hz. Peygamber, Muaz b. Cebel (ö. 18/639)'i Yemen'e vali olarak gönderirken ona şöyle buyurmuştur: "Herhangi bir erkek İslâm'dan dönerse, onu yeniden İslâm'a çağır, dönerse ne âlâ; aksi halde onun boynunu vur. Kadın da dinden dönerse, onu da dine yeniden çağır, dönerse ne âla; aksi halde boynunu vur" (Zeylaî, a.g.e, III, 457; eş-Şevkânî, a.g.e, VII,193). İbn Hacer, bu hadisin senedinin hasen olduğunu söylemiştir.

Hanefilere göre, Hz. Peygamber döneminde görülen bu gibi kadın öldürme olaylarının irtidâd sebebiyle değil İslâm devletine başkaldırma yüzünden olmuştur.

Mürteddin öldürülmeden önce tevbeye çağrılması Hanefîlere göre müstehaptır. Çünkü bununla yeniden İslâm'a dönmesi umulur. Eğer tevbe etmezse, tevbe edeceği umulur veya kendisi süre istemiş olursa ona üç gün süre verilir. Ancak tevbe edeceği umulmaz veya süre istememiş olursa, derhal öldürülür. Delil Hz. Ömer'in uygulamasıdır: Ömer (r.a), İslâm ordusundan bir adamın durumunu sordu: "İslâm'a girdikten sonra Allah'ı inkâr ettiği için onu öldürdük" dediler. Hz. Ömer dedi: "Keşke onu bir evde üç gün hapsedip, her gün bir ekmek verseydiniz, belki tevbe ederdi". Sonra şöyle dua etti: "Allahım! Ben orada yoktum, emir de vermedim, razı da olmadım" (Mâlik, Muvatta', Akdiye, 16).

Çoğunluk müctehidlere göre, mürted erkek ve kadının öldürülmeden önce üç kere tevbeye çağrılması vaciptir. Delil; Ümmü Mervan hadisi ile Hz. Ömer'in tevbeye davetin gerekliliğini bildiren ifadeleridir (bk. İbn Rüşd, Bidâyetti'l-Müctehid, Mısır, t.y., II, 448; eş-Şirbînî, a.g.e,139 vd; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII,124 vd.; ez-Zuhayli, a.g.e, VI, 186-188.)
Mürted, yalnız İslâm devlet başkanı veya onun yetki verdiği kimse tarafından öldürülebilir. Bunların izni olmaksızın başka birisi öldürülürse kötü bir iş yapmış olur ve ta'zîr cezası uygulanır. Ancak tevbeye çağırmadan önce bile olsa, böyle bir öldürmeden dolayı öldürenin tazminat yükümlülüğü bulunmaz (ez-Zuhaylî, a.g.e, VI, 188).

Kısas Cezası

İslâm hukukunda âyet ve hadisle miktar ve kapsamları belirlenen had cezaları yukarıda kısaca açıklananlardan ibarettir. İslâm toplumu ideal bir ahlâk yapısına kavuştuğu takdirde İslâm devletinin yalnız bu cezalarla yetinmesi mümkün ve caizdir. Bunların yanında "kısas" cezası gibi kul hakkı sayılan cezalarla, diyet, erş ve hükûmetü'l-adl gibi malî cezalar da vardır.




 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
Evet meselenin ben icki tarafini görmeden namaz boyutunda degerlendirdim ama icki gibi zina gibi seyler dinimizde dünyevi cezaya carpptirilmasi seriatta vardir ve dogrudur.Ama bunu bir ceza olarak görürsek bugun ceza yi kavrayamamis bir kisi yanlis anlayacak halbuki nizam etmek diyebiliriz caydirmak icin diyebiliriz

selametle
 

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
DİNDE ZORLAMA YOKTUR
(İslâm'da Taassub Yoktur)

Kul ile Allah arasında emirlerin ve ilişkilerin bütününde insanın sonsuz serbest iradesinin söz sahibi olduğunu, bu iradeye hiç kimsenin dokunamayacağını, Rabbimiz gönderdiği bütün kutsal kitaplarda açıklamış ve peygamberler her idrak seviyesindeki insanlara bunları tebliğ etmişlerdir.

33/AHZAB-45, 46:Ey Allah'ın Nebî'si! Biz muhakkak ki, seni şahit, müjdeci ve uyarıcı (korkutucu), Allah'ın izniyle Allah'a çağıran bir davetçi, nurlandıran bir ışık, olarak gönderdik.

Âyet-i kerime'de Peygamber Efendimizin (SAV) her idrak seviyesindeki insanlar için vazifeli olduğu açıklanıyor. Allah'a teslime çağıran Peygamber Efendimizin (SAV) serbest irade sahibi insanı asla zorlamadığını, dinin bütün emirlerinde zorlamanın olmadığını, Rabbimiz en güzel biçimde Kur'ân-ı Kerim'de bize beyan ediyor. Bir uyarıcı olarak Allah'a çağıran Peygamber Efendimiz (SAV)'e Rabbimizin verdiği öğüt şöyle;

GAŞİYE-21, 22, 23, 24, 25, 26Ş Sen öğüt ver sen sadece bir öğüt vericisin, sen onlara zor kullanamazsın, kim yüz çevirir kâfir olursa Allah onu en büyük azaba uğratır. Doğrusu onların dönüşü bizedir. Sonra onların hesabını görmek bize aittir.

Küfürden yüz çevirmiş İslâm'a dahil olmuş kişilerin Allah'ın irşad davetine icabet edip îmân sahibi olup olmaması konusunda, insan iradesinin tamamen serbest olduğunu Rabbimiz şöyle açıklıyor;

YUNUS-99: Rabbin dileseydi yeryüzünde bulunanların hepsi îmân sahibi olurlardı (Allah'a teslim olmayı kalben idrak ederlerdi). Öyle iken insanlar îmân sahibi olsunlar diye sen mi zorlayacaksın?

Peygamber Efendimiz (SAV) tebligatından nasibini almış îmân sahibi kişilerin bile, zaman zaman nefslerinin heva ve hevesine uyduklarını Rabbimiz açıklıyor ve onların üzerinde emirlerinin yerine getirilmesi konusunda asla bir cebbar (zorlayıcı) olmadığını beyan ediyor.

KAF-45: Onların dediklerini biz biliyoruz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin (cebredici, zorlayıcı değilsin) Vaadinden korkanlara Kur'ân-ı Kerim ile öğüt ver.
Herkesin teslim emirlerinin yerine getirip getirmemeleri konusunda tamamen serbest olduklarını


2/ BAKARA -256 : Lâ ikrâhe fiddini kad tebeyyenerrüşdü minelgayyi.
Dinde zorlama yoktur. Andolsun ki irşad (hidayet yolu, Allah'a ulaştıran yol), gayy (dalâlet yolu, şeytana, cehenneme ulaştıran yol) dan açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır.

İşte Rabbimizin açıklamalarından anlıyoruz ki, en alt seviyeden başlayıp kişinin irşada ulaştığımız seviyeye kadar her noktada, insan daima serbest iradesinin gereği ile amel edebilir durumdadır. Bir başkasının onun iradesini hiçbir yönde zorlayamayacağını, zorlamak yetkisine sahip olmadığını, Rabbimiz bir kanun olarak vazetmiştir.
Bunu yanlış idrak edenler sadece din seçiminde zorlamanın olmadığı sonucuna ulaşmışlar. Kâfir olan bir insan İslâm dinine geçmesi için zorlanamaz. Fakat "İslâm camiasının bir ferdi Allah'a karşı sorumluluklarını yerine getirmiyor ve bunları henüz idrak edemiyorsa ona zorla Allah'ın emirlerini yaptırmak gerekir." şeklinde düşünüyorlar.
Hallbuki âyetlerde İslâm'a dahil olmuş her idrak seviyesindeki kişinin serbest iradesini daima koruduğunu, buna kimsenin el uzatamayacağını, kimsenin bu irade üzerinde tesir icra edemeyeceğini Rabbimiz bize açıklıyor. Kendi zannını bir başkasına din adına zorla kabul ettirmeye çalışan kişi mutaassıbtır. Dinde ise taassubun yeri yoktur.
 

KaYnUkA

New member
Katılım
28 Eyl 2007
Mesajlar
147
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Yaş
37
Değerli kardeşim, maaşallah metodun çok güzel. Böyle temsil ve karşılaştırmaları sık sık yaparsan kendini geliştirisin.

Ama malesef karşılaştırmanda ufak bir iltibas yazını hatalı kılıyor. Söyliyeyim:

Allah'ın hükümlerinde iki yön vardır. Biri dünyaya ait, öteki ahirte ait. Ahirete ait ödül ve cezaları hiç bir insan yerine getiremez. Namaz kılmanın da kılmamanın da müeyyidesi ahirete aittir. Allah hiç bir emrinde Namaz kılmayanın dünyada insanlar tarafından bir cezaya çarptırılmasını emretmemiş. Nasıl namaz kılanın bu dünyada insanlar tarafından verilebilecek bir ödülü yoktur. Cezası da yoktur.

Ama içkide durum farklıdır. O bir yasaktır. İçki içmenin günaha bakan yönüne dair ceza tamen Allah'a aittir. O günahın cezasını vermek kimsenin kudretinde değildir. Toplumsal zarar yönüden cezası ise devletin kanunlarına aittir.

Mesela, namaz kılmayan biri çıkıp birde namaza hakaret etse elbette cezası olur. Ama namazı terk etmiş ve herhangi bir hakareti olmayan birine dünyadaki hangi kanun ceza verebilir.

Anlamadı isen bir de şunu dinle:
Bir Fransız vatandaşı Türk kanunları ile yargılanmaz. Türkte Fransız kanunları ile yargılanmaz, değil mi?

Bir de şunu deneyelim.

Dünyaya ait meselelerde ihmal olan biri, ahirete özel cezalara çarptırılamaz.

Yani, namaz kılmamanın cezası, ahirete aittir. Dünyaya dönük hiç bir cezai müeyidesi olamaz.

İnsanlar veya devlet ancak Adetullah'a, Allah'ın dünyaya ait kanunlarına muhalefet eden birine ceza verebilir. Şeriata kanunları ile amel etmeyen birine cezası Allah'a aittir.

Muhabbetle



kardeşim allah razı olsun aydınlattıgın için...
dedigin gibi keşke yazarken senın anlattıgın ayrıntıyada deginseydim daha yerinde olurdu...
eksigi görüp uyaranlardan ALLAH c.c. razı olsun...

selamla...
 

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
HAKKIN ÇİĞNENMESİNE MÜSAADE YOK
Rabbimiz bize serbest irade ihsan etmiş fakat ihsan ettiği bu cüz'i iradeyi, kulu, başkasına zarar vermede kullanırsa cezaya çarptırılacağını emir buyuruyor. Cezanın tatbikinde, cezanın misliyle karşılık verilmesini öngörmüştür. Kısas emri tatbik edilir. Fakat kul ile Allah arasındaki ilişkilerde mükafat ve mücazat verilmesi Allah'a ait olduğu için Rabbimiz bunu dilediği an yapar. Zamanı kendisi tayin eder. Fakat sosyal hayatta bir kişi başkasına yaptığı zulümden dolayı adalet onu suçlu görmüş ise suçunun cezasını misliyle ödemekle sorumludur. Fakat hak sahibi üç hal üzere davranabilir.

Birinci hal kısasın tatbik edilmesidir.

MAİDE 45 : Onlara cana can, göze göz , buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılılı kısass yazdık. Fakat kim bunu bağıilarsa o günahına karşı kefaret our. Kim Allah'ın indirdiği ile hüküm vermezse. İşte onlar zalimlerin ta kendileridir.


İkinci hal,

42/ ŞURA- 40: .
Bir kötülüğün cezası misliyledir. Ama kim affeder ve ıslâh ederse onun ecri Allah'a aittir. Allah zalimleri sevmez.

Üçüncü hal ise; Hayra ulaşmış olanların davranışlarıdır. Bu davranışta olanlara Rabbimizin öğüdü şudur;

41/ FUSSİLLET-34 : Hasenat (sevaplar) ile seyyiat (günahlar) eşit değildir. Sen yapılanı ahsen olan (davranışla) söndür (önle). O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi muhakkak ki yakın dost olmuştur.
41/ FUSSİLLET-35: Bu haslete (kötülüğü iyilikle önleme hasletine) sadece sabır sahipleri ve en büyük hazza sahip olanlar ulaştırılır.

Davranış biçimleri açısından insanların üç grupta olduğunu görüyoruz. Birinci grup henüz velâyeti kazanmamış olan kişiler, ikinci grup velâyete nasip olunmuşlar, üçüncü grup ise, hayra ulaşmış kişilerdir. Davranış biçimleri ile kişinin içinde bulunduğu hal birbirine paralellik arz etmektedir. Kişinin seviyesi ne ise davranışı da o olacaktır. Allah irşadı emrettiğine göre zamanla üst idrak seviyesine, hayra ulaşmamızı istiyor. Hayra ulaşmış olan insan çevresiyle mutlak uyum haline gelen insandır. Çevreden ona ulaşan her etki hayırdır. Onun tepkisi ise hayra mutlaka daha güzel bir hayırla mukabele etmek olacaktır. Bu insanlar sosyal yaşamında saadet ve huzur içinde bir toplum oluşturacaklardır. Rabbimizin de kesin emri, bizden istediği budur.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
MÂİDE 33

Allah ve Resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak

öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi, ya da yeryüzünde başka bir yere

sürgün edilmeleridir. Bu, dünyada onlar için bir zillettir. Ahirette ise onlar için büyük bir azab vardır.
 
Üst Alt