Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Demokrasi ve Şeriat

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Demokrasi temel olarak halkın kendi kendini yönetmesi demektir.

Şeriat ise temel olarak İslam hukukudur.

Peki demokrasi ve şeriat beraber olabilir mi?

Bu konuda herkes kendi anladıklarını yazarsa daha gerçekçi bir nokta yakalanabilir zannediyorum

Allah rahmet eylesin
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
Demokrasi ve şeriat öncelikle kökenleri itibarı ile incelenmelidir...
Biri Allah kelamı diğeri insan kelamı...
Demokrasi dediğiniz şey doğduğu muhitte dahi tam olarak tanımlanamamış...
mesela demokrasi'de islam'a yer vardır ama islam'da demokrsiye yer yoktur...
tabi demokrasinin islam'a yer vermesi ise ancak demokrasi tanrılarının izin verdişği kadar iledir...
demokrasi daha çok puttan yapılan helvaya benzer, acıkınca yenilir...
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
1.

1.

Bana göre demokrasi, icad olduğu devirden beri hayli zamanlar geçmesine rağmen murad edilen noktaya gelememiş, izahında eksiklikler kalmış, teorisi ile pratikte sorunlar yaşamış bir sistem. Kiminin hürriyet, özgürlük veya insan hakları ile karıştırdığı bu sistem bir çok zamanda lüzümlü lüzümsüz, olur olmaz çok yerde insanların veya kurumların kaçamak noktası olmuş.

Demokrasiye sığınan herkes demokrasi var deyip bildiğini okumak istemiş ve istiyor. Yani bir kuralsızlık zinciri birbirini takip edip duruyor ve demokrasi denilen şey, her geçen gün yeni yeni kanunlar doğurmaya gebe.

Durum böyle olunca, her şeyi ile Allah'ın emirlerini koyan ve aksettiren şeriat ve islamla nasıl bir uyumluluk sağladığını anlayabilmek ise bence pek müşkil...

Peki neden, o zaman islamla demokrasi bağdaştırılmaya çalışılıyor, bu söylemlerin arkasında ne var?.. Yani haşa islamda, şeriatte bir eksiklikmi varki, onu demokrasi veya benzeri kavramlarla ilişiklendirmeye çalışıyoruz?..
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
Şeriat demokrasinin abisi hükmünde olup,olumlu davranışlarında onu destekler,yalnışlarında ise tekzip eder,uyarır.İslam hükmü tüm hükümleri ihata eder,çünkü o kudsi bir menşedendir.
 

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
Şeriat demokrasiyinin olumlu tutumlarını onaylar,ihata eder,müsbetine cevaz eder,lakin hürriyet adına maneviyatı katlinede müsade etmez,uyarır.
 

elkaria

Member
Katılım
25 Kas 2007
Mesajlar
271
Tepkime puanı
3
Puanları
18
Yaş
43
Demokrasi ve İslam'ı incelediğimiz vakit mana-i ismi yerinde mana- i harfe bakılmalıdır.

Sen mana-i isme bakmışsın. Yani, İsme göre değerlendirme yapmışsın. Yani, pencereden bakman isteniyor, sen pencereden dışarı bakmak yerinde pencerenin kendisi ile ilgileniyorsun.

Önce demokrasi ne istiyor, İslam ne istiyor diye bakılsa mesele anlaşılır.

İslam ne istiyor?

İslam diyor "onların işleri şura iledir" diyor.

Peki şura ne yapar? Kur'an'da ve hadiste hükmü sarih olmayan işlerin hak ve hakikate uygun olması için yapılır. Peki, Şurada kimler olur? Elbette verilecek karardan dolaylı ve dolaysız etkilenen her kesimin temsilcisi olur? Yani cumhur-u avamın reyi ile seçilmiş cumhur-u ulema olur.

Demokrasi de ne vardır? Cumhur-u avamın reyi ile seçilmiş vekiller olur?

Peki, bunu neresi İslam'a aykırı? Tabi ki hiç bir yeri?

Peki, sorun nedir? Sorun Demokrasinin ne olduğunu anlamak yerinde demokrasi adına uygulanan metodlara bakmaktan kaynaklı bir yanlış var?

Demokrasi hürriyet getirir. Hürriyet ise imanın özelliğidir. İslam insanları hür bırakmıştır. Dini, dili, rengi, ırkı, fikri ne olursa olsun Rahman ismi gereği dünyada ona hayat hakkı tanır ve inançlarını ve fikirlerini başkasına ve kendine zarar vermediği sürece şuralarla belirlenmiş meşru dairede şahane hür yaşar, deniyor.

Hata şurdan kaynaklanıyor.

Müslümanlar Şeriat Devleti düşünüyor. Oysa Şeriat devleti yoktur. Şeriat sistemi vardır. İşte şeriat devleti demek Müslümanların şu an muzdarip olduğu haksızlıkları kendi yapması demektir. Yani, nasıl müstebitler baş örtüsünü yasaklıyor, bunu Kemalizm ideolojisi gereği yaptığını söylüyor. Müslümanlarda herkeze Şeriat ideolojisi bahanesi ile zorla kapatmak istiyor.

Peki fark var mı? Yok!

Siz diyebilirsiniz "Baş örtüsü farzdır nasıl fark yok"

İyi ama baş örtüsünün farzlığı Allah ile kul arasındadır. Cezası da mükafatı da Allah'a aittir. Hem hakikat olarak baş örtüsüs farzdır. Ama bu hakikat Müslümanlara aittir. Başını kapatmayan biri dese "benim inancımda farz değil" ne yapacaksın? Yine zorla kapatacak mısın? Elbette bazılarının tarif ettiği şeriat devletinde kapatacak. Peki şikayet ettiğini müstebitlerden ne farkınız kalacak?

Bu hal kafiri münafık yapmak değil mi? Peki bir kafir zorla "haram "diye kapansa kafirin mükafatı olacak mı? Kur'an "kafiride zorla kapat " diyor mu?

Şimdi sormak istiyorum "demokrasiye insanın hüküm koyması " diye karşı çıkanlar kendileri Kur'anda ve hadiste hükmü olmayan bir hüküm vermiş olmaz mı?
Selametle


Said Nursi "Şeriat"ın neden ibaret olduğu hakkında da şunları söylüyor;

"Şeriat ta; yüzde doksan dokuzu ahlak, ibadet ve fazilete aiddir. Yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir, onu da Ulü'l-Emirlerimiz düşünsünler!.." "Şeriat-ı garrânın bin kısmından bir kısmıdır ki siyasete taalluk eder. O kısmın ihmaliyle şeriat ihmal olunmaz..."



sen bu sözleri temize cıkarmak için demokrasiyi savunuyorsun değil mi
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Demokrasi ve İslam'ı incelediğimiz vakit mana-i ismi yerinde mana- i harfe bakılmalıdır.

Sen mana-i isme bakmışsın. Yani, İsme göre değerlendirme yapmışsın. Yani, pencereden bakman isteniyor, sen pencereden dışarı bakmak yerinde pencerenin kendisi ile ilgileniyorsun.

Önce demokrasi ne istiyor, İslam ne istiyor diye bakılsa mesele anlaşılır.

İslam ne istiyor?

İslam diyor "onların işleri şura iledir" diyor.

Peki şura ne yapar? Kur'an'da ve hadiste hükmü sarih olmayan işlerin hak ve hakikate uygun olması için yapılır. Peki, Şurada kimler olur? Elbette verilecek karardan dolaylı ve dolaysız etkilenen her kesimin temsilcisi olur? Yani cumhur-u avamın reyi ile seçilmiş cumhur-u ulema olur.

Demokrasi de ne vardır? Cumhur-u avamın reyi ile seçilmiş vekiller olur?

Peki, bunu neresi İslam'a aykırı? Tabi ki hiç bir yeri?

Peki, sorun nedir? Sorun Demokrasinin ne olduğunu anlamak yerinde demokrasi adına uygulanan metodlara bakmaktan kaynaklı bir yanlış var?

Demokrasi hürriyet getirir. Hürriyet ise imanın özelliğidir. İslam insanları hür bırakmıştır. Dini, dili, rengi, ırkı, fikri ne olursa olsun Rahman ismi gereği dünyada ona hayat hakkı tanır ve inançlarını ve fikirlerini başkasına ve kendine zarar vermediği sürece şuralarla belirlenmiş meşru dairede şahane hür yaşar, deniyor.

Hata şurdan kaynaklanıyor.

Müslümanlar Şeriat Devleti düşünüyor. Oysa Şeriat devleti yoktur. Şeriat sistemi vardır. İşte şeriat devleti demek Müslümanların şu an muzdarip olduğu haksızlıkları kendi yapması demektir. Yani, nasıl müstebitler baş örtüsünü yasaklıyor, bunu Kemalizm ideolojisi gereği yaptığını söylüyor. Müslümanlarda herkeze Şeriat ideolojisi bahanesi ile zorla kapatmak istiyor.

Peki fark var mı? Yok!

Siz diyebilirsiniz "Baş örtüsü farzdır nasıl fark yok"

İyi ama baş örtüsünün farzlığı Allah ile kul arasındadır. Cezası da mükafatı da Allah'a aittir. Hem hakikat olarak baş örtüsüs farzdır. Ama bu hakikat Müslümanlara aittir. Başını kapatmayan biri dese "benim inancımda farz değil" ne yapacaksın? Yine zorla kapatacak mısın? Elbette bazılarının tarif ettiği şeriat devletinde kapatacak. Peki şikayet ettiğini müstebitlerden ne farkınız kalacak?

Bu hal kafiri münafık yapmak değil mi? Peki bir kafir zorla "haram "diye kapansa kafirin mükafatı olacak mı? Kur'an "kafiride zorla kapat " diyor mu?

Şimdi sormak istiyorum "demokrasiye insanın hüküm koyması " diye karşı çıkanlar kendileri Kur'anda ve hadiste hükmü olmayan bir hüküm vermiş olmaz mı?
Selametle


Sayın Duha
Konuyu yine belli teorilere uydurmaya çalışıyorsun.

Diyorsun ki : Demokrasi de ne vardır? Cumhur-u avamın reyi ile seçilmiş vekiller olur?

Peki, bunu neresi İslam'a aykırı? Tabi ki hiç bir yeri?

Peki, sorun nedir? Sorun Demokrasinin ne olduğunu anlamak yerinde demokrasi adına uygulanan metodlara bakmaktan kaynaklı bir yanlış var?

Demokrasi hürriyet getirir. Hürriyet ise imanın özelliğidir. İslam insanları hür bırakmıştır. Dini, dili, rengi, ırkı, fikri ne olursa olsun Rahman ismi gereği dünyada ona hayat hakkı tanır ve inançlarını ve fikirlerini başkasına ve kendine zarar vermediği sürece şuralarla belirlenmiş meşru dairede şahane hür yaşar, deniyor.



Oysa: Demokras sınırsız özgürlükler getirir, insanın, zamanın ve zeminin hazmettiği her şey demokrasi özgürlüğüne sığar. Ama İslam’ın şeraiti Allah’ın emirleri ve Peygamber’in hadisleri ile çok büyük bir şekilde kurallandırılmış, sınırlandırlmış ve değiştirilemezdir. İslam insanı dinini deçmekte hür bırakır ama İslam’a ters fiiliyatlara da müdahale eder. Karıştırmayın.

Diyorsun ki: Müslümanlar Şeriat Devleti düşünüyor. Oysa Şeriat devleti yoktur. Şeriat sistemi vardır. İşte şeriat devleti demek Müslümanların şu an muzdarip olduğu haksızlıkları kendi yapması demektir. Yani, nasıl müstebitler baş örtüsünü yasaklıyor, bunu Kemalizm ideolojisi gereği yaptığını söylüyor. Müslümanlarda herkeze Şeriat ideolojisi bahanesi ile zorla kapatmak istiyor.


Oysa: Şeriat devleti demek Şeriatı kanun yapmış devlet demektir, ikisi de aynı kapıya çıkar.

Şeriat Allah’ın kanunudur.

Allah haksızlık ve zulüm yapmaz.

Bu sözleriniz çok sakat, çok.

Dünya da yaşayan herkes Allah’ın kuludur, Allah şeriatı emretmiş, haşa sen mi öğreteceksin Allah’a adaleti ve hürriyeti!
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Hem bakıyorum Şeriat Sistemi yerinde Şeriat Devletini savunanlar nasıl bir sistem olacağını net gösteremiyorlar.

Mesela, diyorlar "hüküm Allah'ındır"

Tamam ,ama Şia o hükmü başka anlamış, Sünni, Vahabi , Mutezile başka anlamış. Hangisinin anlayışı ile devlet kurulacak.

Şimdi bu yazıyı okuyan bir şia çıksa dese "Elbette şia anlayışı ile , çünkü hakiat odur"

Başka birisi de der "Hayır, hakikat sünninin anlayışıdır"

Peki, bu savaş tamtamı olmaz mı? Kur'an adına hareket ettiğini idia eden iki fırka ikisi de "Şeriat devleti istiyor. Her ikisi de "madem hakikat benim, şeriat devleti benim hakkım" diyor. Bu savaş biter mi? Bitmez ve bitmemiş. İşte Irak!

Ama Şeriat Sistemini iyi bilsek ve o sistemi anlamak için numune-i imtisal olan 147 Maddelik Medine Site devleti anayasasını incelesek sorun çözülür.

İşte o sistem Hürriyet-i Şer'iyeyi tarif eder. İşte Hürriyet-i şeriyede meşrutiyet-i meşruadır. Meşurutiyet-i meşruanın da bugünki çevirisi Demokratik, Hukuka dayalı, Adil, Laik (daha önce laiklik tarifini yapmıştım) Cumhuriyettir.

Demokratik bir devlete şianın da sünninide hristiyanında itirazı olmaz "Biz sizi tanışmanız için farklı milletlerde yarattık" ayetine hiç muhalif düşmez.

Şeriat Sisteminde medine site anayasasında görüleceği üzere şura olduğu için ve şurada nüfus oranında temsilci atandığı için galib olan çoğunluktur.

Yani, bir toplumda madem çoğunluk Sünni'dır galip olan İslam olur. Çoğunluk şia olsa yine galip olan Sünnidir. Zira, demokrasi var ve azınlık diye bir kavram yok. Söz hakkı ve hür yaşama hakkı var. Süniye şianın ahkamı, şiaya sünninin ahkamı dayatılmaz. Gerçek Demokrasi olan bir hristiyiyan memleketinde İslamlar azda olsa madem hürriyet var, galip olan yine İslam'dır

Evet madem dermokrasi var, o zaman galip olan İslam'dır.

Demokrasi arjantinde olsa galip olan İslam'dır.

Ancak, bazıların suduğu Şerat Devleti anlayışında "bölücülük var, fırkalaşma var. Kan var, kaos var.

Haşa sümme haşa Allah kan dökülecek bir devleti mi murad etmiş. Yoksa milletlri bir arada tutacak bir sistemi mi?

İşte bunun iyice düşünülmesi lazım

Selametle

Öncelikle şura yapılması Kur'an da vardır ama bir tefsir okuyalım ki nedir?
-Ve onlar ki Rableri için davete uymakta ve namazı dürüst kılmaktadırlar. Allah iman ve itaat için Peygamber tarafından yapılan davete Ashab-ı Kiram'ın bey'atları ve uymaları gibi bey'at ve dinin direği olan namazı kılmakla cemaat ve toplumu sağlam tutanların İşleri de aralarında Şûrâ'dır. İşleri, buyrukları zorbalıkla değil, aralarında danışıkla, görüşlerine başvurma iledir. Kendi işlerine kendileri sahiptir, başkalarının elinde esir değil, aralarında dayanışmasız, toplumsuz, darmadağınık ayrı da değil, toplanıp sözü bir etmesini bilirler. Birbirlerinin görüşlerine başvurmalarının şekli de görüş ileri sürmek yeteneği olan, toplumun görüşlerini temsil edebilecek ictihad sahibi "hall ü akd" erbabının (meseleleri düşünüp çözüme bağlayacak kimselerin) toplanıp müzakere etmesiyledir. Resulullah (s.a.v.) "İş hususunda onlarla müşavere et." (Âl-i İmran, 3/159) âyetinin mânâsı uyarınca, savaşla ilgili meselelerde müşavere ederdi. Ondan sonra da ashab gerek onda gerek hükümlere dair meselelerde müşavere ettiler. Hz. Peygamber'in vefatı üzerine halife seçimi, ehli riddetle (dinden dönenlerle) savaş, dedenin mirastan pay alması, şarap içenlere vurulacak "had cezasının" sayısı ve Irak'ta fetholunan arazilerin ahkamı vs. gibi meseleler hep bu kabildendir. Şüphe yok ki hükümlere dair müşavere, hakkında kesinlik ifade eden bir nass bilinmeyip az çok ictihada elverişli olan veya tatbikatı çalışmaya bağlı hususlardadır. Şûra müzakereleri (görüşmeleri) icmâ meselelerinin aslını teşkil eder.

Buradan da anlaşıldığı gibi şura bu gün demokrasi dediğimiz şey değildir. Ayrıca

Senin bu iddialarına göre Allah'ın hükmü insanların reyine kalmış, haşa o zaman Allah niye Allah? O bu alemi başıboş bırakmak için mi yarattı? Eğer Allah'ın kulu, Allah'ın emrine biat etmeyecekti ise Allah bunca hükmü niye koydu, Peygamber ve sahabi o kadar çileyi neden çekti.

Bence siz ya ne dediğinizi bilmiyorsunuz, ya da sapkınlık içindesiniz. Allah sizi uyandırsın!
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
Said Nursi "Şeriat"ın neden ibaret olduğu hakkında da şunları söylüyor;

"Şeriat ta; yüzde doksan dokuzu ahlak, ibadet ve fazilete aiddir. Yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir, onu da Ulü'l-Emirlerimiz düşünsünler!.." "Şeriat-ı garrânın bin kısmından bir kısmıdır ki siyasete taalluk eder. O kısmın ihmaliyle şeriat ihmal olunmaz..."



sen bu sözleri temize cıkarmak için demokrasiyi savunuyorsun değil mi

Seriat insanlarin ahiret ve dünya hayatlarini düzene sokan bir din iken ,demokrasi ise insanlarin hazirlamis oldugu bir bicim ve yönetimdir

Simdi bir tarafda ilahi kaynak var bir taarfda insanlarin hazirlamis oldugu bicim var bunun mukayesesini hangi akla hizmet ile yapiyorsunuz anlamis degilim

Birseyi degerlendirirken ortak noktalar payda alinmali ve bu ortak noktalardan sentezleyerek yola cikilmali

Günümüz müslümanlari görüldügü üzrede demokrasiden etkilenmisdir

Ismi ne olursa olsun insanlarin mutlulugu icin yürütülen hicbir sisteme islam itiraz etmemisdir
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Sevgili Bekir kardeşim, öncelikle müzakere kurallarına yaklaşan yazıların için teşekkür ederim.

Ancak henüz tam anlamamışsın.

Birincisi yazımı tarafgirlikle okumuşsun. Zira, söylemediğim şeyleri anlamışsın.

İkincisi müzakere hakikatin ortaya çıkması için yapılır. Sein hakikatlarını dayatmak için değil.

Benim yazılarımda bir dayatma mı var ki sen bana "bu yazdıkların sakat" deme hakkını eline alıyorsun.

Her neyse yine de en azından bu seferde -tarafgirlikle de olsa- okumuşsun.

Şimdi aşağıda yazdıklarına cevap yazıyorum inşaallah.

Muhabbetle

İslam'a aykırı konuşmak, dayatma olmasını gerektirmeden ikaz gerektirir.
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
elkaria
"Şeriat ta; yüzde doksan dokuzu ahlak, ibadet ve fazilete aiddir. Yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir, onu da Ulü'l-Emirlerimiz düşünsünler!.." "Şeriat-ı garrânın bin kısmından bir kısmıdır ki siyasete taalluk eder. O kısmın ihmaliyle şeriat ihmal olunmaz..."


Bediüzzaman “Kur'ân ve iman hizmetinin kendisini siyasetten men ettiğini" söyler ve bunu şöyle açıklar:

“Hakaik-i imaniye ve Kur'âniye birer elmas hükmünde olduğu halde, siyasetle âlûde olsaydım, elimdeki o elmaslar, kandırılabilen avam tarafından, "Acaba taraftar kazanmak için bir siyaset propagandası değil mi?" diye düşünürler. O elmaslara âdi şişeler nazarıyla bakabilirler. O halde, ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve kıymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer.” (Mektubat, s. 59)

İşte böyle ciddi sebeplerden dolayı siyasetin içine girmeden vatan evladına faydalı olmaya çalışan Bediüzzaman siyasilere de zaman zaman mektuplar göndererek Kur’an-iman hesabına tebligatta bulunur. Bu siyasetüstü metodun sonucu olarak çeşitli partilere mensup kimseler O’nun eserlerinden istifade ederler.

Üstad, “Şeriatta yüzde doksandokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir.Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulül-emirlerimiz düşünsünler.” derken, bizlere kendi sorumluluk sahamız içindeki yüzde doksandokuzluk kısma büyük önem vermemizi ve bu sahada gayret göstermemizi tavsiye etmektedir.

Yüzde birlik kısımdan bir vatandaş olarak biz sorumlu değiliz. “Onu da ulül-emirlerimiz düşünsünler.” ifadesini, bu kısmı küçümsemek şeklinde değil, bunun yöneticilere taalluk eden bir görev olduğunu bizim onunla meşgul olup asli görevimizden uzak durmamamız gerektiğini bir ihtar olarak değerlendirmeliyiz.
 

Elifnisa

New member
Katılım
29 Eki 2007
Mesajlar
483
Tepkime puanı
241
Puanları
0
Yaş
44
Konum
istanbul
Allah'ın indirdiği hükümlere muhalif olan ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlık tağuttur.

Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de: "Andolsun ki biz her kavme "Allah'a ibadet edin, tağuta kulluk etmekten kaçının " diye (tebliğ yapması için) bir peygamber göndermişizdir" (en-Nahl, 16/36), "İman edenler Allah yolunda cihad ederler, kâfirler ise tağut yolunda savaşırlar" (en-Nisa, 4/76) ayetleriyle müminlere tağut hakkında bilgi vermekte ve tağuta karşı takınmaları gereken tavrı açıklamaktadır. Alimler de tağut hakkında, ayet ve hadislerden çıkardıkları deliller çerçevesinde yaptıkları yorumlarla bu kavramı tefsir etmektedirler.


demokratik rejim, beşerî rejimlerdir ve hükümlerini kendileri koymaktadırlar. Dolayısıyla da Allah (c.c)'ın hükümlerine muhalefet etmektedirler.
Allah Teâlâ'nın indirdikleriyle hükmetmeyip, heva ve hevesleri doğrultusunda hükümler koyanlar aynı zamanda "ilahlık" iddiası içindedirler. Dolayısıyla Allah Teâlâ'nın hükümleri dışında hüküm koyanlar ve o hükümlere tâbi olanlar da, tevhid akîdesinin dışına çıkıp kâfir olurlar. Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de:

"Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar, kâfirlerdir." (el-Maide, 5/44) buyurmaktadır.

şuanda bütün dünyada "Dâr'ul-Harp" vardır.

İbrahim (a.s) döneminde Nemrut, Mûsa (a.s) döneminde Firavun, Resulullah (s.a.v) döneminde de Ebu Cehil, Ebu Leheb gibi Daru'n-Nedve'nin ileri gelenleri ve puta tapan şahsiyetleri olduğu gibi, diğer peygamberler döneminde de, kendilerine gönderilen peygamberlerin getirdiği tevhid akidesini inkâr edip, atalarından kalan inançları devam ettirme inatçılığı gösteren puta tapan kavimler olmuşlardır. Günümüzde de heva ve hevesleriyle hükümler koyan ve o hükümleri insanlara dayatan meclisler, hükümetler, devletler vb. gibi kurum ve kuruluşlar da bu tağutlardandır.

Tağutların devri kapanmış değildir. Peygamber bulunsun veya bulunmasın, her dönemde tağutlar varlıklarını korumuşlardır. Tağut, sadece eski kavimlerde ortaya çıkıp yaşama imkânı bulan bir güç değildir. Tağut, bugün de müslümanın en büyük düşmanıdır. Tağut, devlet sistemlerini, ahlâki değerleri ele geçirmiş ve onları müslümana zarar verecek bir hale dönüştürmüştür. Kısaca tağut, müslümanı dört yanından kuşatmış bulunmakta ve müslümana hayat hakkı tanımamaktadır.

Müslüman Allah'ın hükümleri doğrultusunda yaşamak, O'nun koyduğu hükümler dışında konulan bütün hükümleri reddetmek, İlâhlık taslayan bütün güçleri yok etmek için çalışmakla mükelleftir. Şu bir gerçektir ki, Allah (c.c)'a iman edenler, O'nun yolunda tağutla savaşmak zorundadırlar. Çünkü tağut bir mümin için her şey demek olan imanını çiğnemek, ona hayat hakkı vermemek ve Allah'ın hükümlerini iptal edip, kendi heva ve hevesleri doğrultusunda hükümler koymak amacındadır. Nitekim Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de; "İman edenler Allah yolunda cihat ederler, küfredenler ise tağut yolunda savaşırlar" (en-Nisa, 4/76)

Bu ayet ve hadis, bir müminin tağuta karşı takınması gereken tavrı en anlaşılır şekilde ortaya koymaktadır. Bir mümin; camileri-nin ibadete açık olmasına izin veren, insanları dini inançlarında özgür bıraktığını iddia eden rejimlere karşı çok dikkatli olmak zorundadır. Bugün bu rejimler, İslâm dünyası için büyük bir tehlike arzetmektedirler. Bu rejimlerin hepsi tağuttur. Çünkü apaçık ortadadır ki Allah'ın indirdikleriyle hükmetmemektedirler. İnsanları kendi heva ve hevesleri doğrultusunda çıkarmış oldukları hükümlerle idare etmektedirler. Allah'ın hükümlerini, ortaçağ insanına hitab edebilen, sınırlı, bugünün gelişen ve düşünen insanının gerisinde kalmış hükümler olarak kabul etmektedirler.


"Dinde zorlama yoktur. Hakikat, iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim tağutu inkâr edip de Allah'a (O'nun kanunlarına) iman ederse, muhakkak ki kopması (mümkün) olmayan en sağlam kulpa sarılmıştır. Allah işiten ve bilendir." (Bakara, 2/256)

Sana indirilen Kur'an'a ve senden önce indirilen kitaplara iman ettik diye, boş iddialarda bulunanlara bakmaz mısın? Onlar Tagut'un huzurunda muhakeme olmak (hükümlerine boyun eğmek) istiyorlar. Halbuki Tağut'u inkâr etmekle (tekfir etmekle, lânetlemekle) emrolunmuşlardı" (en-Nisa 4/60)

"Allah, iman edenlerin velisidir (yardımcısıdır). Onları karanlıktan (kurtarıp) nura çıkarır. Küfreden-lerin velisi ise Tağut'tur. O da kendilerini nurdan (ayırıp) karanlıklara çıkarır. Onlar (Tağut ve ona tabi olanlar) Cehennemin arkadaşlarıdır. Onlar orada, bir daha çıkmamak üzere ebedi kalıcıdırlar" (el-Bakara, 2/257)

Günümüzde Allahü Teâlâ'nın indirdiği hükümleri bir kenara bırakarak, "Hakimiyet kayıtsız ve şartsız insanındır" sloganına sarılan ve insanların çoğunun rızasına göre kurulduğu iddia edilen siyasî otoriteler, iktidar haline gelmişlerdir. Bu siyasi otoritelerin Tağut hükmünde olduğu asla unutulmamalıdır. Daha açık bir ifade ile İslâm nizamının dışındaki bütün sistemler "Tağuti" özellikleri taşırlar. Kelime-i Şehadet getiren ve günde beş vakit ezânı dinleyen her mükellef bu mahiyeti asla unutmamalıdır.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
İslam da her şey vardır

İslam da her şey vardır

Haşa bu sözleri temize çıkarmak gibi bir niyetim yoktur. Zaten temizdir. Ancak sen kelime darağacın az olduğundan orda yazılanı anlamıyorsun.

Elbette şeriatın yüzde doksan dokuzu tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ve ibadet üzerinedir. Hiç bir şey bilmeyen açsın Kur'an mealini okusun. Elbette ki Kur'an'ın binden birini ihtiva eden siyaset ile diğer tevhid, nübüvvet, haşir ,adalet ve iibadetten daha fazla ilgilenmek akıllı işi değildir. Elbette Kur'an'daki siyaseti talim noktasında temas etmek her Mü'minin vazifesidir. Ancak, işi gücü bırakıp İslam'a hizmet sanki siyasetle olacakmış gibi ,sanki siyaset ihya olsa diğer ahkam-ı şeriat ihya olacakmış gibi sürekli onunla iştigal doğru değildir. Elbette siyasi kararları cumhur-u avamın şura ile şecilen ulu'l emirlerine bırakmak doğru olandır.
Ayrıca, evet bu bahis demokrasiye uzaktan temas ediyor. Risale-i Nur'da demokrasiye atıf yatan daha net ifadeler var. Ancak , malesef başkasının bilgileri ile müzakeree soyunmanın sonucu bu olsa gerek.

Ayrıca ;Kur'an'da siyasete ait kaç ayet var. Hakikatleri inkar üzerinden sonuç alınmaz.
Selametle


Siyaset, devleti idare etme sanatı; diplomatlık, politika; insanları, dünya ve âhiret saâdetlerine yöneltme gayret ve mesaisi.

Dinin emrettiği siyasetin temel prensiplerini, miladî 620 ve 622. yıllarında yapılan meşhur Akabe Beyatlarında görmek mümkündür. Beyatların içeriği incelendiği zaman, bunların ruh temizliği, sosyal ve hukuka dayandığı görülür.

Kur'ân'a göre, mülk Allah'ındır, yani yer yüzünde Allah hükmeder. Bu bakımdan Kur'ân'ın şu âyetleri anlamlıdır:

"Rasûlüm deki " Ey mülkün sahibi Allah'ım! Sen dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden de çeker alırsın... " (Alû İmran, 3/26).

"Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır" (Alû İmran, 3/189).

"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allahındır" (Lokmân, 29/26).

Bu âyetlerden anlaşıldığına göre, evrende Allah'ın hükümleri uygulanmalıdır. Çünkü evren onun mülküdür.

Ayetlerden çıkarılan bir başka hüküm; Allah'ın hükümranlığı karşısında insanlar tıpkı bir yöneticinin tebâsı gibi bir ve aynı hizadadır.

Bir başka nokta da; insanın ilâhi kudret ve ilâhi kanun karşısında son derece acz içinde olduğudur.

İslâm, siyâsi birliğe çok önem verir, siyâsi birliği bozacak hareketlere müsâmaha göstermez. Onun için, fitneyi katilden daha kötü görür (el-Bakara, 2/217). Fitneye neden olan, Allah'ın gazabına müstahaktır:

"Demek, idâreyi ve hâkimiyeti ele alırsanız hemen yer yüzünde fesat çıkaracak, akrabalık münâsebetlerinizi bile keseceksiniz, öyle mi? Onlar öyle kimselerdir ki, Allah kendilerini rahmetinden uzaklaştırmış da kulaklarını sağır, gözlerini kör etmiştir" (Muhammed 47/22-23).

İslâm, siyâsi karışıklık çıkaranlara itâat edilmemesini emreder: "Müfterilerin (Müşriklerin) emrine boyun eğmeyin ki, onlar yer yüzünü fesada verir, ıslâh etmez kimselerdir" (eş-Şuarâ, 26/151-152).

Allah'a ve Rasûlüne (mü'minlere) harp açanların yer yüzünde (yol kesmek suretiyle) fesadçılığa koşanların cezâsı, ancak öldürülmeleri, ya asılmaları, yâhut sağ elleriyle sol ayaklarının çaprazvâri kesilmesi, yahutta bulundukları yerden sürülmeleridir" (el-Mâide, 5/33).

İslâm siyasetinin başarılı olması için, müslümanlar birlik halinde olmalıdırlar: "Hepiniz toptan sımsıkı Allah'ın ipine (dinine, şeriatına) sarılın; parçalanıp ayrılmayın. " (Alû İmran, 3/103). Müslümanlar, birbirleriyle uysal ve kardeşçe bir birlik kurmalıdırlar: "Eğer mü'minlerden iki zümre birbiriyle dövüşürlerse, hemen aralarını (bulup barıştırın)... Mü'minler kardeştirler. O halde iki kardeşinizin arasını bulup barıştırın... "(el-Hucurat, 49/9-10).

"Ey İmân edenler! Allah'a ve Rasûlüne itaat edin. Kendiniz (Kurânı) dinleyip durduğunuz halde ondan yüz çevirmeyin" (el-Enfâl, 8/20).

İslâm siyâset ve idâresi, adâlet temeline dayanır. Hâkimlere, hevâ ve heveslerine, sevgi veya nefrete göre değil, adâletle hareket etmeleri emredilir (el-Mâide, 5/8). Haksız hüküm verenlerin Cehennemde demirden bir el ile cezalandırılacakları haber verilir. Bu demirler bir devletin hukuk sistemini oluşturan en parlak prensiplerdir.

İslâmda, toplumun, hırsızlık, zina, iftira vs. diğer kötü hallerden uzak olması, karşılıklı ilişkilerde âdâba dikkat olunması emredilir (el-Mümtehine, 60/12).

İslama göre, şurânın önemli bir yeri vardır. İyi müslümanın Allah'a güvenen, kötülüklerden sakınan, hakkını savunan ve gerektiğinde müşavere eden kimse olduğu belirtilir (eş-Şurâ, 42/36-39)

Farklı dini inançlara sahip olmak, vatandaşların hakkıdır:

"Dinde zorlama yoktur. Şüphesiz imân ile küfür apaçık meydana çıkmıştır" (el-Bakara, 2/256).

Başka inançta olanlara en uysal bir tarzda konuşulur: "(İnsanları) Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla mücadeleni en güzel yol hangisiyse onunla yap..." (en-Nahl, 16/125).

İslâmiyet, birbirine düşman sınıf ve kast sistemini kabul etmez. Bunun ilâhi kanunlara karşı gelenlere verilen bir çeşit ceza olduğunu açıklar:

"O, sizi (ey Peygamberin ümmeti) yer (yüzün)'ün halifeleri yapan, sizi, size verdiği şeylerde imtihâna çekmek için kiminizi derecelerle kiminizin üstüne çıkarandır. Şüphe yok ki, Rabbin, cezası pek çabuk olandır. " (el-En'âm, 6/165). Her ne kadar farklı milletler ve kabileler varsa da, bunların fiziki menşeileri birbirinin aynıdır.

İdarecilik, asâlet, belirli bir aile, ırk, kabile ve millete ait değildir. Asâlet; kişinin karakterinde, hal ve gidişinde asil olmasıyla mümkündür:" Ey insanlar! Şüphesiz biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi birbirinizle tanışasızın diye, milletlere, kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, sizin Allah nezdinde en şerefliniz, takvâca en ileride olanınızdır..." (el-Hucurât, 49/13).

Onun içindir ki, Hz. Peygamber, kendi halasının kızını, kölelikten âzâd edilmiş olan Zeyd b. Hârise'ye vermiş; kölelikten âzâd edilmiş birinin oğlunu Kureyş asillerinin de içinde bulunduğu bir orduya komutan yapmıştır. Yine İslam Peygamberi, her türlü imkana sahip olduğu halde, en fakir bir kimse gibi hayat sürmüş, mazlum ve yoksulun refâhından başka bir şey düşünmemiştir.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Bekir kardeşim bekle sabır et. Sen sordun ben cevap yazdım. Sen cevabımı cevapladım. Sanırım cevap hakkım var.

Beni boğuyorsun. Hangi birine cevap yazacağımı şaşırdım.

Sabır!

Muhabbetle

Hiç acele etme Duha abi, benim hiç acelem yok, sen yaz, ben yazayım, yazışalım, benim yolum uzun belli ki... hem daha çok şey öğreneceğim, hem daha çok çok şeyler daha var yazılacak, acele ile olacak gibi değil

derin hürmetlerimle...
 

rusen_alp

New member
Katılım
11 Mar 2007
Mesajlar
1,475
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Yaş
42
Konum
ruhlar aleminden
Demokrasi temel olarak halkın kendi kendini yönetmesi demektir.

Şeriat ise temel olarak İslam hukukudur.

Peki demokrasi ve şeriat beraber olabilir mi?

Bu konuda herkes kendi anladıklarını yazarsa daha gerçekçi bir nokta yakalanabilir zannediyorum

Allah rahmet eylesin

Bireysel olarak baktığımız zaman demokrasi ile islam birbiriyle bağdaşmaz, zira İslamda insan yani müslüman bir eylemi , fiili gerçekleştireceği zaman bu konuda Allah 'ın kitabında ne var, Peygamberimiz bu konu hakkında neler söylemiş diye bir tereddütü olur ve kendini Kuran ve sünnete göre ayarlar.Örneğin demokrasilerde insanların alkol kullanması tabii bir şeydir , saygı duymak gerekir , fakat islama göre bir insan kötü bir amel yaptığı zaman gücün yetiyorsa elinle, yetmiyorsa dilinle , yine yetmiyorsa kalben buğz etmen gereklidir, yani " bana ne , içerlerle içsin " diyemezsin. Oysa demokraside bu gayet normaldir, zaten devletin de görevi insanların bu keyfiyete kavuşmasını sağlamaktır.
Demokraside bireye ayrı bir özel önem atfedilmiştir, zaten tüm demokrasiler laiktir, bunun asıl sebebi de kişinin iradesine hür türlü dini inançlarla oluşacak baskıdan uzak tutmaktır.
Batının dine karşı her zaman bir antipatisi olmuştur , batı her türlü devrimde kiliseye takılmış, kilise papazlarının türlü türlü itirazlarıyla karşılaşmıştır, yine ortaçağ avrupasında kilisenin devletle çok sıkı bir ilişkisi vardır, örnek vermek gerekirse avrupada kim kral olursa mutlaka papadan onay alması gerekiyordu, yine kilise bilim ve teknikteki her türlü gelişmeye kapalıydı, Kilisenin bu tutumu nedeniyle Batı , zor günler yaşadı, yıllarca mezhep savaşları yaşadılar, ve bu savaşların sonunda kilise mağlup oldu, bu mağlubiyetle birlikte kilise gittikte önemini kaybetmeye başladı, bununla birlikte ortaya laiklik ilkesi atıldı.
Çoğu zaman cumhuriyet ve demokrasi birbiriyle karıştırılır, temelde bu iki kavram birbirinden çok farklıdır, bir yerde devlet başkanı halk tarafından seçiliyorsa burada cumhuriyet vardır , fakat devlet başkanlığı babadan oğula geçiyorsa burada ise monarşi vardır.
Fakat şu varki öyle cumhuriyetler vardır ki, bu yerlerde demokrasiden söz edilemez , örneğin Libya, Pakistian örneklerinde olduğu gibi, yine monorşi olmasına rağmen çok demokratik olan İngiltere, İspanya , Belçika gibi ülkeler de vardır.
Yine cumhuriyet ve demokrasiyle ilgili olarak bir kaç kelam etmek gerekirse cumhuriyet bir rejimdir, demokrasi ise bu rejimin bir vasfıdır. Cumhuriyetler de kendi içinde ayrılır, örneğin faşist cumhuriyetler ( Hitlerin Almanyası ) Sosyalist cumhuriyetler ( ESKİ SSCB) , islam Cumhuriyeti ( İran gibi ) gbii çeşitleri vardır.Mesela Türkiye Cumhuriyetinin ilk kurulduğu yıllarda demokrasinin olduğunu bahsetmek zor, fakat şu anki yaşadığımız yıllarda demokrasimiz daha güçlüdür.
Tüm bunların müvacehesinde islamla demokrasi bağdaşır demek, demokrasiyi veya islamı bilmemek demektir. kısaca özetlemek gerekirse demokrasilerde Tanrı yerine birey konur, oysa islamda tek bir Allah vardır, emirleri o verir, her şey onun emriyle ve izniyle olur, uyulacak kurallar bellidir, bu kurallar karşısında bireyin sorgulaması, şüpheye düşması insanı küfre götürür, kafir olur.
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Çok muhterem Duha abi

Tefsire muhalefet şu. Bu ayet, kitapta, hadiste olmayan konuyu meşveret et diyor, demokrasiden bahsetmiyor.

Hıristiyan için şarap ibadet olabilir, ama Allah içmeyeceksin diyor! 2 kere 2, 4... Hıristiyan şarap içerken Allah'ın kendine verdiği nefse zulm ediyor, onu engellemek ona zulüm değildir, hayırdır.

Gayri müslimi İslam'a çağırmanın adı İslama davet ve çağrıdır, şüra değildir...

Bir toplumda rey hakkı olan gayri müslimler, orası eğer şeriatle yönetiliyor ise, bu oylarını İslam ve İslam'ın emirlerini hiç alakalandırmayan bir konuda sadece kullanabilirler.

Peygamberimiz, canı ile, ruhu ile şeriatin tam kendisi idi ve her işi ona göre idi, yönetimi de ona göre idi, ama belli ki sen (yada siz) kendinize yeni ve işinize gelen bir din türetmeye çalışıyorsunuz.

Bir kere burada demokrasi ve şeriat nedir dedik, tarifini verdik ve sorduk, bunlar uyuşur mu?

Sen benim ne sorduğumu çok iyi biliyorsun. Mesela rusen_alp niye yanlış anlamıyor, açıkca da cevap vermiş. Sen neden yanlış anlıyor ve devam ediyorsun, ne için?

Sen birilerinin verdiği beyanatı doğrulamak için kırk takla atıyorsun, nedir amacın?

O dediğin, yani bir memlekette Müslüman yaşar, Yahudi yaşar, bunların hali nice olur dersen, aralarında adaletle hükmedilir, olur biter, onun adı adalettir, demokrasi değil... Ama burada şunu anla! Şeriatle yönetilen bir memlekette, Hıristiyan oy hakkı, içki satılmasını istese de satılmaz, onlar kendi hanelerinde bu müskiratı imal eder ve ancak kullanabilir, anladın mı?

Ayrıca şeriatı uygulayan devletlerde yönetim ve insan hataları olabilir. Bu şeriat ile yönetilmenin kabahati değildir.

Senin heves ettiğin Avrupa ve Amerika medeniyetlerinin(!) pislik, rezillik ve zulmünü mü anlatayım sana, hangisini anlatayım?!

Allah'a iftira etme! Allah bu yazdıklarını da bilendir. Allah'ın kitabında ki binlerce ayetten bir "şura ayetini" bu şekilde demokrasiye teşbih edip, bu iddiada beyan veren herkese yazıklar olsun, sende kendine yazık etme, Allah'ın dinini kimse yıkamaz.

Şu an yola çıkmaktayım, diğer cevaplarım yarın 23.30 dan sonra olur İnşaallah
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
Evet madem demokraside çoğunluğun sözü geçerli ve madem çoğunluk islamdır, o zaman galip olan islamdır.


Demokrasi %51'in yönetimine %49'un da katkı koymasıdır...
İslam ise %1'in %99'u yönetmesidir...
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
O zaman sen demek istiyorsun ki" güç kimde ise hak olan odur"

Bu nasıl zalim bir sözdür, anlarsın.

Hah, işte bu, eline diline sağlık...
Aynen öyle, işte bu demokrasi, 1300 küsur yıllık islam tarihinde saltanat rejimi dediğimiz şeyin tıpkısının aynısı...

bak dostum sen daha demokrasi'yi bilmiyorsun, çıktığı muhite bakacaksın önce, üş beş mollanın demokrasiye yüklediği anlama değil...
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
Radikal mi konuşalım...
Demokrasi küfür nizamıdır, alan da, tatbik eden de, savunan da küfürdedir mi diyelim?
Yok yok, ılımlı olalım...
Demkrasi ve İslam aynı şey canım...
Sanki aynı İlah vahyediyor ikisini de...
Orta yol nerede...
Said Nursi demokrasiyi savunmuş ya...
Hadi canım...
Güldürmeyin beni...
Nedir demokrasi???
İşte demokrasiyi anlatıyorum ya...
Said Nursi demokrasiyi savunmuş!!!
Hangi Said Nursi???
Demokrasi hiç bir zaman İslam'a hayat hakkı vermez...
Verir, nasıl verir? Yolunmuş İslam'a verir...
İşine gelen İslam'a...
Yumuşak İslam'a...
Light İslam'a...
Neyse mevzu derin...
Hepimiz demokratız elhamdulillah!!!!


DEMOKRASİ

İnanmak ve Yaşamak II, Ercümend Özkan.


Halk Yönetimi anlamındaki bu Yunanca kelime, milad öncesi Yunan'da site devletlerinden Atina ve Sparta'da uygulama alanı bulmuş, nüfusu zaten az olan bu şehirlerde bir de Atina'lı olmayanları, köleleri ve vatandaş sayılmayan bu münasebetle de vatandaşlık haklan bulunmayanların katılamadıkları bu uygulama şehir nüfusuna nisbetle pek az sayılacak kimsenin şehir meydanı forum'da yönetimleri ile ilgili re'ylerini izhar etmeleri biçiminde uygulanıyordu.

Doğrular veya yanlışlar, tealluk ettikleri 'Şey'in zatının gerçeğine göre değil, izhar edilen oyların çokluğuna ya da azlığına göre belirleniyordu. Forum'da oy açıklama hakkı bulunanların çoğunluğunun oyunu alan görüş doğru oluyor ve uygulama alanı buluyorken, azınlığın oyuna kalan görüş yanlış sayılıyor ve uygulanmıyordu. Nitekim Atina'da bulunan insanların hangilerinin Atina vatandaşı ve oy hakkı bulunan insanlar olduğu ile hangilerinin ikinci sınıf insan sayılarak oy haklarının bulunmadığı da aynı yöntem ile belirlenmişti.

Doğrular ve yanlışlarda, iyiler ve kötülerde hep, oy hakkı sahiplerinin çoğunluğunun oyu tayin edici, belirleyici oluyordu. Bu tür yönetime Halk (Demos) Yönetim (Kratos)'i yani Demoskratos (Demokrasi) deniliyordu. Doğrular ve yanlışları belirleme yöntemi insanların oylarının çokluğu olunca, iyi ve kötü, doğru ve yanlış her zaman değişebildiği gibi yere göre de değişiyordu. Atina'da oy hakkı sahiplerinin oylarıyla kötü görülen hırsızlık, iki yüz kilometre ötedeki Sparta'da iftihar edilecek bir maharet olarak alkışlanıyor ve yakalanmadan bu işi yapanlara gıpta ile bakılıyordu.

Demokrasi bu şekliyle anlaşılma ve uygulamayı Yunanda gördüğü gibi, benzeri bir uygulamayı da Senatosu vasıtasıyla Roma'da görmüş fakat hıristiyanlığın Roma'yı sarmasıyla uzun asırlar unutularak ta laik döneme geçilinceye kadar terkedilmişti. Kilise ve Kral ikilisi yönetimi kendi tekellerine almışlar ve uzun asırlar böyle sürüp gelmişti.

Ortaçağı karanlıklar içinde yaşayan Avrupa kendini bir türlü karanlıklardan kurtaramamış, o asırlarda dünyayı aydınlatan İslam güneşinin önüne koyu bulutlar gibi gerilmiş kilisenin bağnazlığı, karanlıkçılığı ve zulmü altında kendini kurtarabilmek için uğraşmış, didinmiş, ardı arkası gelmeyen sıkıntılar çekmiş, çaresizliğin kendilerini getirip kapısına bıraktığı bir 'Orta yol'da, kendine göre kurtuluşu bulmuş oluyordu. Bu kurtuluş yalnız kral-kilise ikilisinin tasalludundan kurtuluş olarak anlaşılmalı ve gerçek kurtuluşla ilgisi bulunmadığı gözden ırak tutulmamalıdır. Bu 'orta yol' gerçekle alakası bulunmayan zorlama ve uzlaşma sonucu varılabilen 'Laik' anlayış idi. Zımni bir uzlaşma sonucu din -herşeyiyle hıristiyanlık idi- hayatın dışına itiliyor ve insan ile vicdanı arasındaki en dar alanda ona yer bulunabiliyordu. Bu, yok sayılamayan şeyin mevcut uygulamasıyla bir nevi vicdanlarda müebbeden hapse mahkum edilişiydi. Zira insanların fıtratları, onun yok sayılmasına mani oluyordu. Bilinen ve uygulanagelen haliyle de kabul görmeye müstehak değildi Hıristiyanlık. Hıristiyanlığın böyleliği zatı itibariyle yetersizliğinden kaynaklanıyordu. Ama sonuç olarak halkın üzerinde bir zulüm aracı idi ve bundan kurtulunmalıydı.

Nitekim çaresizlik sonucu bu düşüncenin halka galebe çalması sonucu Hıristiyanlığın bir ayakbağı olmaktan çıkarılarak hayatın dışına itildiğini, toplumun kendini kendi iradesi ile yönetime geçtiğini görüyoruz. Başlangıcı itibariyle bu hal nasıl gerçekleştirileceği kararlaşmamış olmakla birlikte üzerinde en çok durulan ve herkesin bilincinde yer eden şey dini -hıristiyanlığı- hayatın dışına itmek, hayatlarına tahakkümüne son vermek düşüncesi idi. Asırlardır Avrupa insanı Hıristiyanlığı, üzerinde zulüm olarak, işkence olarak, sömürü vasıtası olarak göregelmişliğin sıkıntısını üzerinden atmayı, düşünmüş, hep onun yolunu aramış ve bütün düşüncesi ondan kurtulmak olmuştu. Bu gerçekleştikten sonra ne olacağı hususu, bunun gerçekleşmesi kadar insanları meşgul etmiyor, fazla düşündürmüyordu. Bu hal içinde bulunduğu şartlardan fazlası ile etkilenen insanların sonrasının ne olacağından çok, içinde bulundukları durumdan kurtulmayı ön plana aldıkları ve sorunu yalnız şikayet ettikleri şeyden kurtulmaktan ibaret gördükleri haldir ki çoğu kez bütün düşünce ve eylemler bunu gerçekleştirmeye yöneldiğinden isteklerine kavuşurlar ve üzerlerindeki tasalluda son verirler. Onlar artık yalnız içinde bulunageldikleri durumdan kurtulmuşlardır. Sonrası, sonra düşünülecek ve yapılacak şeydir. İnsanlar, kendilerini sıkan, nefes aldırmayan ortamlarda hep böyle davranagelmişler ve sorunu sonrasından ziyade için de bulundukları halden kurtulmaya hasretmişler, belki o sıkıntılarını atlatmışlar, kendilerini sıkan şeyden kurtulmuşlardır fakat sonrası ile ilgili sağlıklı düşünce geliştirmediklerinden, onunla uğraşmaya ortam ve zaman bulamadıklarından yine başka türlü sıkıntıların içine girdiklerini görmüşlerdir. Sorun ne kadar müşkil olursa olsun, ondan kurtulmak ne kadar önemli bulunursa bulunsun herhalde insan kurtulmayı en çok istediği şey kadar kavuşmaya büyük istekler duyduğu şeyi de düşünmeli, onun da kendini zaman gelip türü başka olsa da yine sıkıntılara sokup sokmayacağını iyi hesap edebilmelidir. Bu kişi için olduğu kadar, toplumlar için de böyledir ve hep böyle olagelmiştir.

Kişi ya da toplum bir halden memnun değil ve ondan kurtulmak istiyorsa ve bunu ne kadar istiyorsa, ondan sonrasının da ne olacağı, nasıl olacağı sorunu ile de en az kurtulmak istediği şeyi düşündüğü kadar düşünmeli, onun için harcadığı çabayı bunun için harcamalıdır. Zira terkedilecek şey geride kalacak, kavuşulacak şey kendileri için yaşanılan hayatın kendisi olacaktır. Yine birşeyden kurtulmak, onun bir benzeri sonuçları doğuracak şeylere kendini atmak da değildir, olmamalıdır da. Ve tercihler 'Kötülerin en iyisi' üzerine yapılmamalıdır. Yapıldığında kişi ve toplum bir türlü sıkıntılarını atamayacak, belki sıkıntının türünü değiştirmiş olacaktır ki sonuçta kendi üzerinde hissedeceği vuku bulan şey yine zulüm şeklinde tecelli edecektir. Ve bir şey değişmeyecektir.

Avrupa insanının dinini hayatının dışına resmen itmesi 1789 Fransız ihtilali ile gerçekleşti. Daha sonraki yıllarda tüm dünyayı etki alanına alması açısından Avrupa'da Fransız ihtilali diyor ve 1776'lı yıllarda Amerika'daki gelişmelere öncelik tanıyamıyoruz. Zira Amerika'daki gelişmeler de kaynağını Avrupa'dan alıyor ve Avrupa'dan göçenlerin götürdükleri fikirlerle yetiniliyordu.

Evet laik anlayış Avrupa'da siyasi bir akide olarak halk kitlelerince kamuoyu oluşturacak kadar kabul görünce, hayat düzeni için geliştirilmesi gereken düşüncelere ve düzenleme teorilerine ihtiyaç duyulacaktı. Sosyal olaylar gelişir, siyasi sonuçlar doğuracak boyutlara ulaşırken bu gelişmelerin izahı yapılmalı, ideolojisi de oluşturulmalı idi bir yandan.

Daha önceleri, henüz ortaçağ ortamı içinde yaşanıyorken münferid düşünceler olarak bazı mütefekkirlerin görüşleri ortaya atılmış fakat bunlar kitleleri etkilemek yerine belki kendisinden sonra gelen düşünürleri etkileyebilmişlerdi. Yalnız içinde bulundukları ortamın etkisi ile düşünen ve toplumu bu ortamdan kurtarmakla sınırlı, olup bitenlerden habersiz bırakılmış dünyanın Avrupa'dan ibaret sanıldığı bir ortamda başka tür düşünceye yer bulabilmek eşyanın tabiatına ters düşerdi. Nitekim öyle oldu ve Avrupa insanı Hıristiyanlığın tasalludundan kurtulmak isterken bile onun kendisine verdiği bağnazlığı atamadığından ve tepkisel düşündüğünden bir aksiyon vasfı taşıyan düşünce ortaya koyamadı. Çünkü dine -hıristiyanlığa- reaksiyon olarak düşünmeye başlamış olduğundan bilinçsiz ve inatçı bir reaksiyonun ötesine geçememiş reaksiyon gösterdiği şeyin birçok özelliğini' de yeni düşüncesine intikal ettirmiş idi.

Hemen tüm düşünürlerin düşüncelerinde bu izleri görmek mümkündür. Nitekim demokrasi -Cumhuriyet- kuramcılarından Jean Jacques Rousseau (1712-1778) siyâsî niteliği en ağır basan ve sonrakilerin kaynaklaştırdığı Du Contrat Social -Toplum Sözleşmesi- isimli eserinde her ne kadar bir yeni kuram geliştiriyor görünüyorsa da uzun yıllar manastırlarda geçen hayatının dünya görüşünden esinlendiğini, kuramlarını Hıristiyan düşünce motifleriyle bezemeye çalıştığını görmemek mümkün değildir. Eski Yunan, Roma ve Hıristiyanlık kültürünün hemen tüm motiflerini teorilerinde rahatlıkla görebildiğimiz Rousseau görüşlerini odaklaştırdığı eseri Toplum Sözleşmesi'nde kendine göre uzun uzun insanlığın tabii halde iken taşıdığı özellikleri, doğuştan sahibi bulunduğu 'hürriyetleri, eşit olmayan bir 'tabiat hali'ni tasvir eder.

Rousseau'ya göre insanlar 'tabiat hali'nde doğuştan bir takım hürriyetlere sahiptirler. Bu hürriyet onların hakkıdır ve doğuştan vardır. Yine 'tabiat hali'nde insanlar akli ve fiziki bakımdan birbirlerinden farklı olup kimi güçlü, sıhhatli, akıllı iken, kimi de zayıf, sıhhatsiz ve aklı azdır. Bu tabii haldeki eşitsizlik 'eşitlenmeli'dir. Buna bir yol bulmalı ve toplumu meydana getiren fertlere bir anlaşma yaptırılmalıdır. Tüm insanların katıldığı var sayılan bu anlaşma Rousseau'nun dilinde Toplum Sözleşmesi'dir. Ki bu sözleşmeyle insanlar tabii hallerini korudukça doğuştan var olan hürriyetlerini kullanamamakta, güçlüler güçsüzlerin akıllar az akıllıların aleyhine hürriyetlerini kullanmakta ve hürriyetler yalnız akıllılarla, güçlülerin işine yaramakta, bu durumda bulunmayanların doğuştan sahibi olduğu var sayılan hürriyetlerinin kullanılmalarına imkân bırakılmalıdır. İşte bunun için insanlar anlaşmalı ve tüm insanlar bu haklan (hürriyetlerini) kullanabilmelidirler.

Tüm hayatını içinde yaşadığı toplumda kendine bir yer bulamadan geçiren Rousseau sıkıntılarının çaresini 'kuram dünyası'nda bulmaya çalışmıştır.

Doğuştan olduğunu varsaydığı hürriyetleri dört kategoride toplamıştır:

1. Şahsî hürriyet,
2. İnanç hürriyeti,
3. Mülk hürriyeti,
4. Fikir hürriyeti.

Rousseau'ya göre şahsî hürriyet; kişinin kadın olsun erkek olsun başkasının aynı veya değişik hürriyetine müdahalede bulunmadan dilediği şeyden zevk alması, bedenine istediği biçimde dilediği hazdan taddırması hürriyetidir. Kişi içki içer, livatada bulunabilir veya aynı veya karşı cinsten biri ile cinsel ilişkide bulunabilir, dilediği gibi giyinir, kendine göre iyi gördüğü herşeyden haz almaya hakkı vardır. Bir kadınla bir erkek razı oldukları, istedikleri takdirde cinsel ilişkide bulunabilirler. Bunu onların arzuları, birleşen rızaları sınırlar. Kimsenin onlara müdahaleye hakkı olmamak gerekir. Bu konuda karşılıklı istek ve rıza yapılacak şeylerin ‘hürriyeti kullanmak’ olduğuna kifayet eder.

Keza livatâ veya içki konusunda da durum bundan farklı değildir. Giyim ve başka şeylerde -esrar, eroin gibi- de başkasının 'hürriyeti'ne tecavüz edilmediği sürece farklılık yoktur ve kişi tamamen kendi iradesi ile bütün bu hürriyetlerini kullanabilir. Zira bu, onun doğuştan sahibi bulunduğu bir haktır.

İnanç hürriyeti için de genel çerçeve içinde durum bundan farklı değildir. Kişi 'vicdan özgürlüğü'ne sahiptir ve dilerse Allah'a tapar, dilerse hiçbir şeye tapmaz hatta dilerse bir keçiyi Rab edinebilir. Bu tamamen onun bileceği iştir. Yalnız başkalannın bu aynı türden hürriyetini ihlal etmesin ve kendi inanç veya inançsızlığım gayrıya zorlayarak -tecavüz ederek-kabul ettirmeye kalkmasın. Ne var ki inancını, gayrıya açıklamak, anlatmak da zorlamamak kaydı ile yine bu hürriyet cümlesindendir.

Mülk hürriyeti'ne gelince kişi dilediği yoldan, dilediği şekilde fakat rıza bulunması şartıyla mülk edinebilir. Kumar oynayarak bunu yapabileceği gibi, meyhane işleterek hatta genelev çalıştırarak da mülk bahibi olur. Burada çalışacaklar razı oldukça, kendisi de bu işi sürdürmeyi istedikçe bu iş meşru'dur Rousseau'ya göre. Nitekim hürriyet ona doğuştan sahib olanındır ve o bunu başkalarının hürriyetine müdahelede bulunmadığı sürece istediği şekilde kullanabilir. Vücud da onundur ve vücuduna dilediği gibi tasarruf eder.

Fikir hürriyetine gelince, karşılaştığı müşkilleri dilediğince çözmeyi düşünebilir, kişisel veya toplumsal müşkillere düşündüğü çözümleri teklif edebilir. Ne var ki bu hürriyeti kullanma da Dini hayattan ayrı tutmak zorunluluğu nedeni ile bir 'Dinî çözüm' öneremez. Çünkü bu kuram tepkisel olarak gelişmiş ve ortaçağ Avrupa'sının dinî -hıristiyanlık- uygulamasına reaksiyon olarak doğmuştur. Bu takıntısının bulunması tabiidir.

Zaman içinde geliştirilen başka tür hürriyetler de yukarıda zikredilen dört ana hürriyetten doğmuştur. İşte bu hürriyetleriyle doğan insan, tabiatta eşit olmayan halde bulunması sonucu hürriyetlerini gereği gibi kullanamamış, eşitsizlik hüküm sürmüştür. Bunu gidermek için Rousseau toplumu oluşturan kişilere 'zımnî bir sözleşme yaptırmış ve devleti ortaya çıkarmıştır. Demokrasilerde devlet hürriyetlerin kullanılabilmesi için var edilen bir varlıktır. Görevi de güçlülerin, akıllıların, güçsüzler ve az akıllıların' hürriyetlerine tasalludunu önlemektir. Bunu toplum, yöneticileri 'kiralayarak' gerçekleştirir ve «yaptığı işin ücretini verir onlara. Demek ki demokrasilerde devlet kişiye içkiyi yasak etmek için, zinadan uzak tutmak için, kumardan kazanmasının önüne geçmek için var olmamış, bilakis kişinin tabiat halinde sahibi bulunduğu bütün bu hürriyetleri zayıf veya güçlü tüm fertleriyle rahatça kullanabilmelerini sağlamak için var olmuştur. Zaman zaman bir takım kısıtlamalar yapmak durumunda kalınırsa bu dahi yine hürriyet içindir. Hürriyetlerin, kullanılabilmesinin önüne geçmesine mani olmak içindir.

Hume, Voltaire, Montesqieu ve daha başkaları da eserlerinde demokrasinin oluşmasına katkıda bulunmuş, biri diğerini etkilemiş düşünürlerdir. Kanunların Ruhu Üzerine adlı eserinde Montesqieu da Yunan, Roma ve Hıristiyanlık kültürünün etkisiyle görüşlerini açıklamış kanunların hürriyetleri temel edinerek yapılması gerektiğini vurgulamaya çalışmıştır.

Demokrasi bir siyâsî rejim, bir toplumsal yaşam biçimi olarak ortaya çıktığı yıllardan bugüne henüz iki asır geçmiştir. Bu süre zarfındaki seyri ile Avrupa toplumlarında her şeyi değiştirmiştir. 1916'lı yıllarda 50 bin nüfuslu bir İngiliz Kömür Madeni Kasabasında nikahsız olduğu halde bir erkekle öpüşme sinden dolayı Kasabanın.dışına çıkarılmasına karar verilen bir kadın olayını düşünürken o yılların yine demokrasi ile yönetilen İngiltere'sini anımsarken 1969'da aynı İngiltere'de erkeğin erkekle cinsel ilişkide bulunması -livata- toplumun temsilcilerince Avam ve Lordlar kamarasında kanunla suç olmaktan çıkarılarak demokrasiye uygunluk sağlanıyordu. Beynelmilel fahişelere hem de De Gaulle tarafından Legion d'Honneur -Onur nişanı-veriliyor, fahişelik onur nişanı alacak iş sayılıyor, Belçika'da demokrasi adına iki erkeğin nikahı kıyılıyordu kilisede.

Şahsî hürriyet, inanç hürriyeti, mülk hürriyeti ve fikir hürriyeti dört ana hürriyet olarak demokrasinin temel sütunlarıdır Devlet, varlığını demokrasilerde bu hürriyetlere borçludur. Demokrasilerde aslolan bu hürriyetler, onların korunması ve kullanılmalarının sağlanmasıdır.
Demokrasi kuramı oluştuğu yıllardan günümüze, temelde değilse de bazı nedenlerle yüzeyde değişikliklere uğradı. Mesela 'Mutlak Mülkiyet' anlayışı 'Sosyal mülkiyet' anlayışına dönüştü. Devlet de 'Hukuk Devleti' biçiminde oluşum kazanarak hakların -hürriyetler temelinde ve ona dayalı hakların- devleti oldu. Sosyal Devlet anlayışı, ekonomik politikanın ağır bastığı, toplumun tüm fertlerinin iktisadî sorunlarının ön plâna çıktığı günlerin şartlarıyla gelişti. Marks'ın teorileri Demokrasileri sosyalleştirdi. Dernokratik Sosyalizm de aynı fikir cereyanlarının etkisi ile geliştirildi ve bir önleyici olarak düşünüldü.

Mutlak Mülkiyet anlayışında dilediği şekilde ve dilediği gibi mülk edinme ve dilediğince mülkünde tasarrufta bulunma, gelişen sosyal olayların tehlike arzetmesi sonucu 'Mülkiyet hakkı, toplum zararına kullanılamaz' şeklinde tarifini bulan 'Sosyal Mülkiyet' anlayışına dönüştü. Bunlar, Marksizm karşısında Demokrasinin -Kapitalizm- kendi koruma tedbirleri olarak ortaya koyduğu, yeni biçimi idi.

Demokrasi, kuramcılarının ortaya koyduğu şekliyle yukarıda anlatılan çerçeve içindeki esasları muhtevidir. Düşünce olarak meydana çıkışı dine -hıristiyanlık- reaksiyon duygulan sonucudur. Buna rağmen muğlak Yunan, Roma ve karşı çıktığı Hıristiyanlığın esaslarından uzaklaşamamış, gördüğü uygulamadaki fahiş aksaklıklar sonucu 'Kötülerin en iyisi' kabul edilmek zorunda kalınmıştır. İyiyi, doğruyu bulmayı amaçlamayanların, düşünce ve eylemlerinde tepkisel olanların alternatifsiz olarak varabilecekleri nokta herhalde 'Kötülerin En İyisi'ni tercih noktası olacaktı. Bugün demokrasi kendini, çelişkilerini ortaya çıkaranlara insanın fıtratına ve eşyanın tabiatına uymadığını söyleyenlere karşı böyle savunabilmektedir. Demokrasilerin hele, halkları hıristiyan olmayan toplumlardaki hali büsbütün yürekler acısıdır. İstemediği adama istemediği halde verilen kız gibi demokrasilere teslim edilen bu halklar, dünyalarının yıkıldığını, bütün değerlerinin yok olduğunu, toplum yapısının gittikçe zayıfladığını, her şeyin 'ilerilik' adına alt-üst edilmesi sonucu kişisel ve toplumsal 'Huzur'dan uzaklaştıklarını görmektedirler. Bu gelişmeler en belirgin olarak temelde tutarlı bir yapının sahibi olan halkı Müslüman ülkelerde görülmekte, toplumsal yapının çözülmesi süreci hızlanmaktadır. Genç-yaşlı nice insanımızı gerçek dışı düşünceler peşinde koşturan ortam, halkı Müslüman ülkeleri zaman zaman içinde bulunduğu halden daha da kötü hallere getirebilmekte, yürünen bozuk yolda kontrolü kaybedilen hızın önüne geçilebilmesi için zaman zaman müdahalelere gerek duyulmaktadır. Ne var ki bu müdahaleler ne vasıtası, ne de yolu düzgün olmayan hale bir köklü çare olamamakta, zaman zaman rahatsızlıklar yeniden nüksetmektedir.

Düşünülmelidir ki toplumların yapısı için uygun görülen siyasî elbiseler, onların üzerinde ölçü alınmadan, provası yapılmadan dikilir ve yakışacağı sanılarak istese de istemese de giydirilirse, bu hem elbisenin içindekini devamlı rahatsız eder, hem de elbise elbiselik işlevini giydirenin üstünde göremez olur. Nasıl kendisinin rızası alınmadan, hatta kendisine sorulmadan uygunluk var mı yok mu gözönünde bulundurulmadan yaptırılan evlilikler olumlu sonuçlar vermiyor ve bu evliliklerin muhafazasında değil, sona ermesinde hayır umuluyor ise, toplumlar 'için uygun görülen evliliklerin de işlemediği, iki de bir kavgalar çıktığı, mahkemelere düşüldüğü, ona buna rezil olunduğu vakıası karşısında bu yürümeyen evliliğe son vermeye ve 'mutlulukla yürüyebilecek evlilik düşünmeye zaruret hasıl olur.

Bütün bunlar onu göstermektedir ki demokrasi, esası ve bu esasa dayalı çözümleri itibariyle İslâmla alakalı, ezcümle İslâmdan görünmemektedir, İslâm, Allah'ın hükümlerine teslim anlamında iken, demokrasiler bilakis dinin (Allah'ın, tabii İslâm için) emirlerini hayattan uzak tutmakta titizlenmektedirler. Marksizm için din yok, var olan da 'afyon' ise, demokrasiler için de din var veya yok olsun, kişi ve toplumun hayatına biçim veren şey olmasın, bu demokrasilerin vazgeçemediği, temel saydığı bir vakıadır. Bunun yanında İslâm, kişi ve toplumun Allah'ın hükümlerine göre biçimlenmesinden gayrı alternatif tanımamaktadır. Durum bu olunca, yani İslâm'ın kişi ve toplumlardan talebi göz önünde bulundurulunca rahatlıkla görülebilmektedir ki Marksizm İslâm'dan ne kadar uzakta ve onunla ilintisiz ise, demokrasinin de akide ve düzeninin İslâm'dan o kadar uzakta ve onunla ilintisizliği açık olarak gözlemlenmektedir.

Ne varki büyük kitleler ne demokrasiyi, ne de Marksizmi, kuramcılarının ortaya koyduğu şekliyle gerçeğine uygun olarak bilmediklerinden kimi zaman sosyalizmin İslâm'da bulunduğunu sandığı gibi, çoğu zaman da demokrasinin İslâmî bir şey olduğu zehabını taşıyabilmektedir. Bu vakıa aynı zamanda ve asıl İslâm'ın bilinmemesinden kaynaklanan bir büyük yanılgıdır. İslâm tanındıkça Kitap ve Sünnet bilinip anlaşıldıkça bir yandan İslâm anlaşılıp bilinirken diğer yandan da neyin İslâm'dan olduğu, neyin de keza İslâm'dan olmadığı çok daha kolay bilinebilecek ve yanılgılara düşülerek sosyalizmin İslâm'da bulunduğu iddiaları geçersiz kalacak iken, demokrasilerin de uzaktan yakından İslâm ile, ilintisi bulunmadığı daha rahat görülebilecektir. Herşeyi, bulundukları ve oldukları halde bilmek gereklidir. Kabul edilecekse de, reddedilecekse de keza bunda zaruret vardır. Demokrasi iki yüzyıldan beri bütün dünyada tanınmakta, bilinmektedir. Marksizmin de bir asra yakın zamandır tanınıp, bilindiği gibi. Tutup kendinize göre bir demokrasi icad edemez ve örneğin kişi ve toplum hayatını İslâm'a uyarlamak isteyip adına da demokrasi diyemezsiniz. Keza hürriyetleri kaldırdığınız bir düzenin adı da demokrasi olamaz. Kendi içinde her ideoloji bir bütünlük arzeder. İslâm da, demokrasi de, Marksizm de kendine özgüdürler. Kavram karışılıklarının önüne geçmek uygulama zorluklarını giderir. Bu ise her şeyi gerçeğiyle bilmeye, birbirine karıştırmamaya, olayları ve eşyayı iyi tanımaya bağlıdır. Bu nedenle diyoruz ki İslâm demokrasi olmadığı gibi, demokrasiden de değildir. Nasıl ki Marksizm de demokrasi veya İslâm değilse.

İnancımız odur ki kavram karışılıklıklarının ve kargaşasının çözüldüğü anlam açıklıklarına elvermeyen sislerin dağıldığı süreç hızlandıkça ve en önemlisi İslâm bilindikçe yarınların daha çok aydınlık olacağını söylemek kolaylaşacak ve İslâm insanlar için alternatifsiz çözüm olacaktır.
 

rusen_alp

New member
Katılım
11 Mar 2007
Mesajlar
1,475
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Yaş
42
Konum
ruhlar aleminden
Bir kere baştan hata yapmışsın. Demokrasi bireylerin hayatını kendi şeriatlarına göre yaşamasını sağlar ve hangi dinde olursa olsun dünya hayatını sürdürme hakkı tanır.
Bu yüzden ancak evamir-i tekviniyeye bireysel açıdan bakabilirsin. Adetullah'la değil.

Şimdi bir Müslüman bir eylemi yaptığı vakit dinine uygun olup olmadığını düşünür. Peki başka dinden biri düşünmezmi? Bu hakkı Allah sadece Müslümana mı vermiş?

Sonra demişisn demokraside insanların alkol kullanması tabi bir şeydir. Yok böyle bir şey.

Evet Avrupa'da yarım demokrasi var. Diyor ki "Başkasına zarar vermesiğin sürece dilediğin gibi hür yaşa". Oysa demokarsi şudur "başkasına ve kendine zarar vermediğin sürece meşru dairde dilediğin gibi şahane hür yaşa"

Elbette bir yerde yarım demokrasi varsa orda "alkola normal " bakılır. Oysa tam demokraside insan başkasına zarar veremiyeceği gibi kendine de zarar veremez." Ancak Alkol gayr-ı müslüme "günah" diye yasak edilemez. Ancak zarar diye yasak edilir.
Eğer ki sen alkolu günah diye yasak etsen sana baş kaldırır. Zarar diye yasak etsen kabul etmesede red edemez.

Hem sen galiba demokrasiyi bizim çağdaş(!) medyamız dürbünü ile bakıyorsun.

Bizim medyamız nerde alkol yasaklansa demokrasi adına ayağa kalkıyor. Nerde çıplak bir kadın uyarılsa veya zina yasak edilmeye kalkılsa kıyamet koparıyor. Ama aynı medya bir Müslümanın namazına terörst muamelsi yapıyor.

Şimdi onlar sana demokrasiyi böyle gösteriyor diye demokrasi bu mu oldu?

Şimdi bir dostuna zorla yılan elbisesi giydirseler. Giydirende senin düşmanın olsa. Sonra o düşmanın "bak bu adam senin düşmanın" dese sen o yalancı düşmanına inanıp zorla yılan elbisesi giydirilmiş dostuna vursan suç kimdedir?

Tabiki sendedir? Düşmanına güvenene ne denir biliyorsun?
Ayrıca demişsin; "demokrasilerde tanrı yerine birey konur." Aksine demokrasilerde her bireyin dinini yaşama hakkı taahüt edilir. Senin dinin sana , onun dini ona denir?

İşte diyorum "sen uygulanan ve tahrif olmuş demokrasi ile gerçek demokrasiyi karıştırıyorsun."

Şöyle düşün; Sen bir şeriat elbisesini gayr-ı Müslüme giydirmek istesen "ölürümde kendi dinime bu ihaneti yapmam diyecektir"

Ama o elbiseye şeriat elbisesi değilde, demokrasi elbisesi, diye versen, yüzüne gözüne sürecektir.
Zira, o gayr-ı müslim o üzerindeki yarım elbiseden bıkmış ve üşümüş.

İşte aynen öyle, sen gayr-ı müslimlere şariat devleti dayatsan kılıç çekecektir. Oysa Avrupa şu an yarım şeriate sahip, yani yarım demokrasiye... ve o demokrasi yarım olduğu için , dilediğin gibi zevk ü sefa etmek zannedilmiş ve toplumsal bir erozyon yaşanmış Fuhuş, alkol, uyuşturucu Avrupayı esir almış. Ama o yarım demokrasi sayesinde Avrupa kendi dinini sorgular olmuş ve hakikati aramaya başlamış. İşte Avrupadaki rezalet ve sefahet demokrsiden değil, yarım dermokrasiden kaynaklıdır.Yine hiç olmasa yarım da olsa dermokrasinin sağladığı hürriyetten inkişaf etmişler ve hakikati arar olmuşlar.

İşte bizler demokrasi hürryet-i şeriye olmasa bile hürriyet-i şeriye elbisesi giydirebiliriz. Elbette uyacaktır ve gençelerinin yok olmasında bıkmış avrupa yüzüne gözüne sürüp teşşekkür edip alacaktır.

Hem İslamlar dahi hürriyet-i şeriyeye kavuşacaktır. Dinini rahatla yaşayacaktır.

Evet madem demokraside çoğunluğun sözü geçerli ve madem çoğunluk islamdır, o zaman galip olan islamdır.

Velevki çoğunluk İslam olmasa da madem demokrasi var, galip olan yine İslam'dır. Zira, Müslümanlar dinlerinin diledikeleri gibi yaşıyor.

Selametle

Aziz Kardeşim ;

Demokraside şeriat olmaz, bir kurallar manzumesi yoktur, insanları belirli bir şablona oturtamazsınız, hatta demokrasi insanların dindar olmasına karşıdır, insanların dindar olmalarını istemez, zira bu şekilde olursa demokrasinin bir tehditle karşılaştığı düşünülür, demokrasi vasat insanları ister, fikirden yoksun , orta halli insanların olmasını ister, dikkat ederseniz demokrat olduğunu iddia eden ülkeler de örneğin Avusturya'da faşistler iktidar yolunda yürüyecekleri zaman gerek ülke içinden gerekse ülke dışından bir çok anti demokratik tepkiyle karşılaştılar ve sonuç itibarıyla hükümeti, iktidarı bırakmak zorunda kaldı, yine nerde aşırı uçlu fikir varsa bunların iktidar olması bir şekilde engellenir. Yani demokrasi dediğimiz nesne öyle sanıldığı gibi içi dolu bir şey değil.
Sizlerin de bildiği gibi Türkiye'de her zaman irtica tehdidinden bahsedilir, dindarlık bir öcü gibi gösterilir, nedeni ise gayet basittir, zira bu demokrasiyi tehdit eder. Yani sizin zannettiğiniz gibi demokrasi öyle her istediğini yapabilmek değildir, sadece sana izin verilene yapabilmen demektir.
Yine demokrasi ülkeden ülkeye farklılık gösterebilir, mesela Hollanda'da eşcinseller birbiriyle evlenebilmekte, gerekçe ise gayet basit, ülkede gayler var, insanlar ihtiyaçları doğrultusunda hürriyete sahip olmalıdır, ama buna bir insan olarak baktığımız durum çok kötü, yine bir çok Avrupa ülkesinde uyuşturucu kullanmak sigara kullanmak gibi, hiç bir cezai müeyyidesi yok, demokrasi noktasında işe baktığımız zaman bunlar gayet normal, fakat bir müslüman olarak baktığım zaman bunlar yasaklanmalı, hiç unutmamak gerekiyor ki, sırtında demokrasi gömleği varsa , yukarıdaki örneklere saygı göstermen gerekiyor, zira demokratlığın mayası budur.
Özetle söylemem gerekirse , demokrasi dini inançların yaşanması noktasında bir savunma aracı değildir, eğer bu savunma aracına başvurduğun zaman , yine seni demokrasi kalkanıyla vuracaklardır, yani o zaman sana diyecekleri laf şu olacaktır " arkadaş sen bizi tehdit ediyorsun ". Yine türban tartışmasında çokça rastlanan rahatsız edici bir laf , türbanlılar açıklara baskı yapıyor, yani bu şekilde hürriyet mi elde edilir....
Demokrasi tüm beşeri sistemler gibi tatmin edici bir sistem değildir, islamdaki şura sistemiyle de karıştırılmaması gerekir, şura da islami kurallar içerisinde alternatif arayışıdır, fakat demokrasi de islam yoktur, daha önceki yazımda da bahsettiğim gibi demokrasi de din olmaz, demokrasi dinsizdir, laiktir.

Yukarıdaki yazıya bir hadis-i şerif eklemek gerekire örneğin Dünyadaki tüm demokrasilerde zina serbesttir, herhangi bir şekilde mahzuru yoktur, herkes karşı tarafın rızası olduğu sürece nikah olmadan zina yapabilir, bunu demokraside değiştiremezseniz, değiştirirseniz adı demokrasi olmaz, ama Peygamber Efendimiz zamanında bir sahabi gelmiş , Efendimizden zina yapmak için izin istemiştir, Peygamber Efendimiz de reddetmiştir, bunu kendi yakınların için ister misin diye sormuş, konu kapanmıştır.Şimdi örneğin bir müslüman zinanın serbest olup olmamasında çoğunluk ne diyor, ona göre mi hareket etmeliyim diyecek, yoksa islamda bunun yeri nedir diye sorgulayıp buna göre mi karar verecek, elbette Kuran ve hadis ışığında hüküm verecektir.

Hem demişsiniz ki , müslümanın dinine göre yaşama hürriyeti var da gayri müslimlerin de yok mu ? elbette onların da var, fakat şu anki hukukta tek bir hukuk vardır, tüm ülkede ( eyaletle yönetilen ülkeler hariç ) tek bir hukuk uygulanır, o hukukun uygulandığı ülkede ikinci bir hukuk yoktur, mesala Türkiyenin tek bir ceza kanunu vardır, bu durum italyada da böyle, amerikada da böyle, şimdi siz böyle bir durumda hukukta ikilik yapamazsanız. Yani demokrasi buna izin vermez, herkese aynı fiile aynı ceza vardır.Bahsini ettiğiniz gibi ülkede insan çeşidi kadar hukuk kuralı olmaz.

Not : Benim kendime ait fikirlerim vardır, kendi fikirlerimin oluşması için hiç bir medyaya ihtiyaç duymam.
 
Üst Alt