Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Beyaz Elbiseli Üç Kişi

  • Konbuyu başlatan beyaz_ýþýk
  • Başlangıç tarihi
B

beyaz_ýþýk

Guest
sevgİlİ peygamberİm

Ve Dede de Öldü-1




GER DİLERSİZ BULASIZ ODDAN NECAT

AŞK İLE ŞEVK İLE EDİN ES-SELAT

(Mevlid'den)

Abdülmuttalib, ömrünün son günlerinde. Ölüm, ona bir nefes yakınlığında, bir gölge uzaklığında...

Büyük göçün ilk habercisi donup kalan göz kapakları.

Olsun!...

Ölüm, kendisine nefesi kadar yakın, gölgesi kadar uzak olsun. O, bunu düşünmüyor. Doğmak, ölmeye aday olmak değil mi? Herkes gibi yalnız ölecek. Oniki oğlu, altı kızı, şu kadar torunu, şu kadar akrabası hatta sadık bir milleti de olsa yalnız, yapayalnız. Bunun derin şuur ve güleryüzlü teslimiyetinde. Çünkü hayatı sonsuzluğa dönük olarak geçti. Beklenmedik bir anda ölebileceğini, hesap melekleri ile yüzyüze kalabileceğini unutmadı.

Abdülmuttalib, ölüm endişesinde değil. O'nun aklı fikri torununda. Hamisi vefat edince, bu sekiz yaşındaki yavru ne olacak?

Baba yüzü görmemiş, annesine doymamış; O gül yüzlü, gül gülüşlü, dededen sonra kimsiz, kimsesiz kalmamalı. İncelikler menbaı müstesna kalbi kırılır da, o iri iri güzel gözlerden uzun siyah kirpikler, bir damla yaşı süzerek toprağa düşürürse; bu, o toprağın felaketi olmaz mı; bu o toprağı yakıp kavurmaz mı?

Evladları huzurunda... hepsi gelmiş; hepsi orada. Herkeste dönülmez bir yolculuğa çıkacak baba için büyük bir hassasiyet ve dikkat. Bir adam, az sonra ölecekse orada susmak en anlaşılır kelamdır... Başlar öne düşmüş, yaşlarla harelenen gözler yerde, renk uçuğa yakın.

Ah ölüm!.. Ah ayrılık perdesi!... Ah büyük mecburiyet!
 
B

beyaz_ýþýk

Guest
Abdülmuttalib, sakin ve telaşsız. Bir gün sonra geri gelecekmiş kadar tabii... elinin biri Peygamberler Peygamberinin omuzunda olduğu halde konuşmaya başladı. Tesirli ve insanın ta içine işleyen ustalıkla seçilmiş kelimeler:

Benim için göç zamanının geldiği anlaşılıyor. Sizlerden ayrılıyorum... kim ayrılmadı ki Abdülmuttalib kalsın? Yegane düşüncem şu yetim. O'na hizmet için biraz daha ömrüm olmasını ne kadar isterdim. Fakat imkansız. Ezelde takdir edilen günlerim tükeniyor. İçim, varlığı çok büyük bir nimet olan yavrumun hasreti ile alev alev. O'nu birinize emanet etmek istiyorum. Acaba hanginiz yeğenini yanına alarak, üzüp incitmeden hizmet edeblir? Öyle dikkatle himaye edilecek ki, bir defa bile kırılıp darılmayacak.

En evvel söz alan Ebu Leheb oldu:

-Ey arabın kudretli önderi! Ömrün uzun duan kabul olsun. Eğer çocuğu yanına vermek için aklından geçen bir isim varsa ne ala. Ama böyle bir kararın yoksa, ben istiyorum. Arzuna uygun bakacağımdan emin olabilirsin!..,

-Evet, Ebu Leheb! Senin malın mülkün gani. O'nu görüp gözetirsin... Ama kalbi katı ve merhameti az bir insansın. Yetimler ise yaralı kalbli olur ve çabuk incinirler.

Abdülmuttalib, Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, İslamiyeti yaymaya başladığında, O'nun en büyük düşmanı olacak Ebu Leheb'i, ta o günden firaseti ile teşhis ediyordu...baba, evladına katı kalbli ve merhametsiz olduğunu ölüm vaktinin o zor demlerinde bile, tereddütsüz hatırlatırken ne kadar haklıydı.
 
B

beyaz_ýþýk

Guest
Bıçak gibi keskin bu sözler üzerine Ebu Leheb, diz çökmüş olduğu Abdülmuttalib'in önünden, asabi ve huzursuz olarak geriye çekildi.

İkinci istekli Hamza oldu:

Babacığım bana emanet eder misin?

-Bu şerefe en fazla layık olan sensin. Ne var ki çocuğun hiç yok. Evlad sahibi olmayan için çocuk halinden anlamak zor olur.

-Abbas:

-Öyleyse bana ver babacığım!...

-Sen de çok layıksın ama çocukların fazla. Bir babanın, kendi evladları dururken onları bırakıp başkası ile alakadar olması kusurdur.

Ebu Talib:

-Onun yetiştirmek için ben herkesten daha fazla arzuluyum. Ama ağabeylerim dururken onların önüne geçemezdim. Gerçi malım, mülküm az. Yoksul sayılırım. Lakin sevgi ve ilgim herkesten ileridir.

-Bu değerli hizmet senin olmalı. Bununla beraber, her işimde O'nunla istişare eder ve işaretine göre hareket ederim. Bu usulle hep doğru sonuçlara vardım. Şimdi de kendisi ile meşveret edeceğim. Kimi seçeceğini bizat tayin etmeli, dedi ve Resulullah'a döndü:

-Ey varlık hikmetim! İçim sevginle dolu olarak ahiret yolundayım... Artık senden mahrum kalıyorum. Amcalarından hangisinin manevi babalığını tercih edersin?
 
B

beyaz_ýþýk

Guest
Dalgalı siyah saçlı, karakaşlı, karagözlü, kırmızının güzelleştirdiği beyaz yüzlü çocuk, bir anda koşup kollarını Ebu Talib'in boynuna doladı. Efendimiz, babası Hazret-i Abdullah'la anne bir kardeş olan Ebu Talib'i seçmişti.

Abdülmüttalib memnun...

-Allah'a hamdolsun! Netice isteğime uygun tecelli etti, dedi ve devamla:

-İyi dinle Ebu Talib! Bu narin yavru, ana-baba şefkatinden mahrum kalmıştır. O'na göre davran. Seni kardeşlerinden üstün tuttuğum için, yüksek emaneti ihtimamına bırakıyorum. O'nun babası ile sen, aynı anadan doğdunuz. Öz canın kadar aziz bil ve sıkı koruyup kolla. Yeğeninin Peygamberlik günlerini idrak edersen, alemşümül da'vetine mutlaka tabi ol! Bunlar sana baba vasiyetidir. Kabul ediyor musun?

Kabul ettim. Allah, gizli ve aşikar her şeyi bilir.

-Elini uzat, dedi Abdülmuttalib. Elini uzat ki bu yüce emaneti sana bizzat teslim etmiş olayım. Sonra Ebu Talib'in elini sıktı ve torununu yanına alarak, kainatın en güzel başını ve en güzel gözlerini öpüp kokladı:

-Şahid olun ki, ben cihanda bundan daha güzel bir koku ve bundan daha güzel bir yüz görmedim!...dedi ve kızlarını etrafına cağırdı:

-Öldüğümde benim için nasıl bir mersiye okuyacağınızı merak ediyorum. Haydi şimdiden söyleyin ben de işitmiş olayım!...
 
B

beyaz_ýþýk

Guest
Sevgili Peygamberimizin altı halası bir ağızdan fasih arapçaları ile şu anlamda dokunaklı bir ağıt yaktılar:

-Cömert, hürmete ve itaate layık /Edebli, nazik ve güzel ahlaklı /Cesur, adil, iyiliksever /Asil soylu, heybetli, tatlı sözlü, şerefli /En şerefli şüphesiz /Şeref bir insanın dünyada ebedi kalmasına yetseydi /O elbette yüksek şerefiyle yaşayıp gidecekti.

Ve dede de öldü.

Kızlarının bahar rüzgarı gibi hafif ve yumuşak sesleri, kulaklarına dola taşa bu fani alemden çekilip gitti. Ve Sevgili Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve sellem, bir daha öksüz kaldı.

Abdülmuttalib'in vefat haberi, Mekke'yi şöyle bir dalgalandırdı. Alışveriş bile durdu ve çarşı günlerce kapalı kaldı.

O güne kadar kimseye gösterilmeyen bir hürmetle ceset sidre yaprağının suyu ile yıkandı ve Yemen kumaşından iki parça kefene sarılarak misk sürüldü.

Kureyş ahalisi, engin hürmet ve bağlılıklarından dolayı emirlerinin tabutunu eller üzerinde uzun uzun taşıdıktan sonra, kabristan yoluna girdiler. Tabutun hemen arkasındakilerin arasında azizler azizi de var. Buğulu bakışları ayak ucunda yumuşak adımlarla yürüyor.
 
B

beyaz_ýþýk

Guest
Tabutunu el üstünde, sevgisini kalblerde taşıyan kalabalık, Hacun mezarlığında. Abdülmuttalib, büyük dedesi Kuseyy'in yanına defn edildikten sonra alay, Mekke'ye dönüyor.

O, kabirde meleklere ömrünün hesabını vere dursun. Biz gelelim bu er kişiyi nasıl bildiğimize:

Meşhur ismi ile Abdülmuttalib denen Şeyb'de kızlarının okuduğu şiirdeki bütün iyi haller fazlası ile mevcuttu...

Uzun boylu, heybetli, iri başlı, yakışıklı bir vücut... Vücudu akıl, terbiye, sabır, dürüstlük, misafirperverlik, mertlik ve anlayışla süsleyen bir güzel ahlak.

Ve cömert.

Sadece fakir fukaraya değil, dağda ovada, aç-susuz kalan kurdu kuşu bile aratıp bulduran ve onları doyuran bir tabiat.

İsmail aleyhisselamın dini üzre ibadet eden takva sahibi bir mü'min. Üç aylara hürmet gösteriyor. Ramazan ayı gelince Hira dağında inzivaya çekilen ilk insan.

...akraba ve milleti ile yakından alakalı; kimsesiz ve düşkünlerin sahibi, zulüm ve haksızlığın hasmı.

Abdülmuttalib'in bütün bu güzel huylarından dolayı Kureyş kabilesindeki lakabı "İkinci İbrahim"...

İkinci İbrahim. Yani Allah dostu İbrahim aleyhisselam hılkatinde biri. Bir insana rütbe olarak bundan başka ne lazım gelir ki?
 
B

beyaz_ýþýk

Guest
sevgİlİ peygamberİm

Onunla Gelen Bereket-1




"ÜMMETİM" DEDİ SANA GÜN MUSTAFA

VER SALEVAT SEN DE O'NA BUL SAFA

Dar Mekke sokaklarında iki kişi. Ebu Talib, bir çocuğun elinden tutmuş olarak evinin yolunda..

Bu çocuk, önce babası, sonra annesi, sonra dedesi ölen; ve şimdi, amcası Ebu Talib'e kalan kainatın varlık sebebi...

Amca, bir fakir adam.

Bütün serveti, üç beş deve olmasına mukabil, kalabalık sayıda çoluk çocuğu var. Dürüst bir insan. Geçim sıkıntısında ama cömert. Cahiliyet zamanın çirkin adetlerine bulaşmamış güzel huylu biri. O da babası gibi ağzına içki koymamış.

Yoksulluğuna rağmen de kavminin reisi. Böyle bir şeye o güne kadar tesadüf edilmiş değil. Bir insanın milletinin başına geçebilmesi zengin olma şartına bağlı.
 
B

beyaz_ýþýk

Guest
Ebu Talib, babasının vasiyetine tam tabi. Sözünün eri, Yeğenini gözü gibi koruyor. O'nu öz çocuklarından dahi çok seviyor. Öyle bir sevgi ki, gıpta etmemek mümkün değil.

O, elini uzatmadan yemeğe başlamıyor.

O, gelmeden sofra kurulsa:

-Durun, diyor; oğlum gelsin! Sofraya uzanan eller, geri çekiliyor ve herkes beklemeye başlıyor.

Onu yanına almadan uyumuyor:

Sevgili Peygamberimiz:

-Sen hayırlı ve mübareksin, diyerek iltifat ediyor.

Ne doğru... Hem hayırlı, hem mübarek. Eğer sofraya ilk el uzatan bu mübarek çocuk olmamışsa, yemek kifayet etmiyor ve hane halkı aç kalkıyor. Ama ilk başlayan o ise; yemek artıyor bile. Bir kase sütten biraz içse, kase, herkese yetene kadar tükenmiyor
 
B

beyaz_ýþýk

Guest
Efendimiz, her yaşta edeb timsali; sofra kurulduğunda Ebu Talib'in çocukları, hemen yemeğe başladıkları halde; O, vaktini bekleyerek sofra adabına dikkat ediyor. Bu sebeple Ebu Talib, yeğenine bazen de ayrı sofra kurduruyor.

İşte bu fakir evde O, sallallahü aleyhi ve sellem, geldikten sonra mala mülke bereket düştü. Her şey artıyor, her şey çoğalıyor.

Ebu Talib'in evinde yokluk, yerini bolluğa terkederken; Mekke başka bir hali yaşıyor. Kuraklık ve kıtlık, bir salgın hastalık gibi hurmaları solduruyor, derelerin suyunu çekiyor, yeşil tarlaları sarartıyor ve nihayet kilerleri, mutfakları tamtakır ediyor. Dağlar ve ovalar, "su" diye inliyor gibi.

Bu arada her kafadan bir ses geliyor. Her Mekkeli, aklının erdiği kadar bir şeyler söylüyor:

-Hayır, Lat olur mu? Ancak Uzza, bu kuraklığa çare bulur.

-Hayır hayır! En iyisi Menat'ın önünde diz çökelim.

Konuşmaları dinleyen bir ihtiyar, kalabalığı titreten gür sesle:

-Yazıklar olsun! Aranızda İbrahim Peygamber evladları varken; siz hala nelerden medet umuyorsunuz?
 
B

beyaz_ýþýk

Guest
İhtiyarın hakim sesi ahaliyi toparladı. Ne demek istediği belliydi. Doğru Ebu Talib'in kapısına geliyorlar:

-Ey Ebu Talib! Kıtlığı görüyorsun. Çöl bile yağmura hasret... Bir damla su yok. Çocuklarımız ölmeye, hayvanlarımız kırılmaya yüz tuttu. Gel, yağmur duasına gidelim. Neslinin bereketine belki yağmur yağar...

Ebu Talib, evden çıkıyor. Yanında güneş yüzlü yeğeni. Önde Ebu Talib ve Sevgili Peygamberimiz, arkada kalabalık, Beytullah yolundalar. Hava müthiş sıcak. Gök cilalanmış gibi dupduru. Bulut namına birşey yok.

Ebu Talib, sırtını Kabe duvarına dayadı. Mübarek çocuk da bir eliyle Kabe'nin örtüsünü tutarken, öbür elinin şahadet parmağını cilalı mavi göğe doğru uzatıyor... Hayret, hayret, hayret.

O süpürülmüş gibi bulutsuz olan göğü, bulutlar, yeme koşan kocaman kuşlar gibi bir anda dolduruyor. Ve şimşekler, yıldırımlar. Peşinden de şakır şakır yağan yağmur. Öldüren hasret bitip, dağ-taş suya kavuşuyor. Her taraftan derecikler koşturuyor.
 
B

beyaz_ýþýk

Guest
Ebu Talib'in çocukları, sabahları kalktığında, saçları dağınık, gözleri çapaklı olduğu halde, Sevgili Peygamberimizin cennet kokan saçları taranmış, mübarek gözleri sürmelenmiş olarak pırıl pırıl bir yüzle uyanıyor.

Ebu Talib'le aziz yeğeni bir sahradalar. Amca, bir ara susuzluktan mecalsiz kalıyor ve dudaklarından gayri ihtiyari:

-Su, susadım diye kelimeler dökülüyor.

Bunu işiten merhamet sultanına bir mucize.

Ebu Talib, anlatıyor:

-Susadım, deyince yeğenim, hemen dizleri üstüne yere oturdu.Oturur oturmaz, topuklarının, kumlara değdiği noktadan bir pınar kaynamaya başladı. Cenab-ı kibriya kenara çekiliyor, Ebu Talib, kana kana içerek susuzluğunu dindiriyor...
 
B

beyaz_ýþýk

Guest
Devrin adetine göre, zaman zaman Mekke'ye "kaif" denen kimseler geliyor. Bu kaifler, insanların görünüşlerinden manalar çıkarıp istikballerine dair tahminlerde bulunuyorlar. Her gelişlerinde fakir-zengin, bütün tabakalardan halk, çocuklarını getirerek onların önündeki uzun zamanı bilmek, meçhul istikamet perdesini aralamak istiyorlar.

Bakın yine şehrin meydanlık yerinde bir kalabalık var. Bir adamın başına toplanmış olanlar, ondan çocuklarına dair sırları soruyorlar:

Bu adam, Ezd-i Şenue kabilesinden bir kaiftir. Oraya gelmiş bütün herkese cevaplar veriyor.

Fakat kaif, birden değişiyor. Önündekilerin üstünden aşağı bakışları, dinleyenlerin en dışında kendisini seyreden bir çocuğa takılıyor.

"Kaif" haberini duyan Ebu Talib de sair Mekke seçkinleri gibi, yeğenini alarak adama gidiyor. Vardıklarında etrafı çevrilmiş; adam hararetle anlatıyor. Amca-yeğen kalabalığın dışından manzarayı seyrediyorlar. İşte tam bu sırada, Sevgili Peygamberimizi görüyor.
 
B

beyaz_ýþýk

Guest
Onunla Gelen Bereket-7



Kaif, bir an baktığı noktayı dikkat ve nüfuzla süzdükten sonra hareketlerinde değişikilik başladı. Telaşla başındakileri savıyor. Belli ki bir heyecana kapılmış. Durum, Ebu Talib'in nazarından kaçmıyor. Ve sebebi de anlıyor. Amca, bir tedbirli adam; ne olur ne olmaz? Hiç kimseye belli etmeden yeğeni ile usulcacık oradan ayrılıyorlar.

Biraz sonra önündekilerden başını kaldıran yabancı şaşırdı; Efendimizi soruyor. Cevap menfidir. Sorduğu çocuk biraz önce gitmiştir.

Bunun üzerine kaif, konuşuyor; hazır olanlar şahid...

-Vallahi O çocuğun şanı yüce olacaktır.

.......................

Sevgili Peygamberimizin on yaşında iken, diğer baba bir amcaları Zübeyr ile seferdeler. Kervan bir dere kıyısına geldiğinde azgın bir deve ile karşılaşırlar: Hayvan, mümkün değil, dereden kimseyi geçirmiyor. Her teşebbüs neticesiz kalınca, bazıları geri dönme fikrini ortaya attılar. Karşı kıyıya geçme ümidlerinin yavaş yavaş kırılmaya başladığı bu anda efendimiz imdada yetişiyorlar. Develerinden inerek yol kesici hırçın deveye biniyorlar.

Devecik, yumuşak, uysal, itaatli.

Peygamberimiz, deminki huysuz devenin üstünde oldukları halde önde, kervan arkada suyu geçiyorlar. Cümle yaratılmışların Peygamberi, burada o deveden inerek hayvanı serbest bırakıyor ve tekrar kendi devesine binip hep beraber yola devam ediyorlar.

..................
 
B

beyaz_ýþýk

Guest
Sevgili Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve sellem, on-onbir yaşlarında iken şakkı sadr-göğüs yarılması olayını bir kere daha yaşadılar.

İki melek, Peygamberimize gelerek, O'nu incitmeden yere uzatıp mübarek göğüslerini yardılar. Efendimiz, hiç bir ağrı ve sızı duymuyorlar.

Melekler, en makbul bedenden kin ve hasedi temizleyerek yerini rahmet ve rahmetle doldurdular.

Kin ve hasetten sonra bir de siyah bir kan parçasını çıkaran melekler, bunun yerini nurla doldurup, mübarek çocuğu ayağa kaldırdılar.

O anı şöyle tasvir buyuruyorlar:

-Baktım, kendimde küçük-büyük bütün mahlukata karşı şefkat ve rahmet buldum.

Şakkı sadrın üçüncüsü ise vahiy ineceği zaman Hira dağındaki mağarada vuku bulacaktır.

O'nun seçilmişlern seçilmişi, üstünlerin en üstünü olduğunu haber veren vak'alardan birine yine Ümmü Eymen delalet ediyor.

....................

....Mekke'de bir koca put var. İsmi "Bevane". Müşrikler, senede bir gün, bu putun karşısında sabahtan akşama kadar saygı ile dururlardı.

Ebu Talib, Peygamberimizi de bu ayine getirmek istiyor. Ama, daha küçük yaşlarında böyle bir batıl ibadeti reddediyorlar. Amca va akrabaları, inciniyor. Israrlılar. Israr ve ricalar yüzünden şöyle bir görünüp, kaybolmak üzere Bevane'nin yanına kadar geliyorlar. Gelmeleri ile ortadan kaybolmaları bir oluyor. Bir zaman sonra göründüğünde şaşkın halde soruyorlar:

-Ne oldun, nereye gittin?

Bütün putları yerle bir edecek dinin Peygamberi her zor ve tehlikeli anda olduğu gibi yine korunmaktadır. Kendileri buyuruyorlar:

-Ben puta yaklaşınca uzun boylu biri geldi "Ya Muhammed, sakın bu puta elini bile sürme ve bunların merasiminde bulunma"

Sevgili Peygamberimize o yetimlik günlerinde hizmetle şereflenenlerden biri de Ebu Talib'in zevcesi Fatıma Hatun.

Yengesi, yetim ve öksüz inciye evlerine geldiği ilk andan itibaren, bir anne şefkati ile sahip çıkmış ve onu o kırık kalbli günlerinde yalnız ve sahipsiz bırakmamıştır.
 
B

beyaz_ýþýk

Guest
Yüce Peygamber, sonraki yıllarda bu asil ve müşfik kadını hiç unutmamış ve yengesini ihtiyar yaşında daima arayıp sorarak gönlünü hoş tutmuştur.

Efendimiz bir gün yengesinin vefat haberini alınca üzüntülerini şu kısa fakat derin muhabbet dolu kelimelerle dile getirdiler...

-Bugün annem öldü.

...bu sözler sana ne devlet ey Fatıma anne! Kainatın seyyidinin seni annelik tahtına oturtmalarından büyük şans ne olabilir ki...

Peygamberimiz, daha sonra gömleklerini çıkartarak yengelerine kefen olarak sardılar.

Aziz kadın, kabristana getirildiğinde Peygamber efendimiz de orada hazırlar. Ölü, kabre konmadan önce Resulullah mezara inerek yan tarafları üzerine biraz uzandıktan sonra dışarı çıktılar ve n'aş defnedildi.

Eshab, hayrette. Her hal ve davranışlarına dikkat ettikleri Peygamberimizde o ana kadar böyle bir hareket görülmemiştir.

Ey Allah'ın Resulü! Şimdi gördüklerimizi bir başkası için yaptığına rastlamadık, diye meraklarını arz ediyorlar.

-O, benim annemdi. Çocukları açken önce beni doyurur, saçlarımı tarardı. O, benim annemdi.

...ve devam buyuruyorlar:

-Ebu Talib'den sonra bu kadıncağız kadar bana iyilik eden olmamıştır. Ahirette cennet elbiselerinden elbise giymesi için gömleğime sardırdım. Kabre ısınması, kendini yalnız zannetmemesi maksadıyla oraya uzandı, mahşer gününe kadar beni hep yanında yatıyor görecek...
 

Uhud daðý

New member
Katılım
2 Tem 2007
Mesajlar
796
Tepkime puanı
39
Puanları
0
Yaş
40
allah razı olsun rabbim bizleri onun izinden ayırmasın
 
B

beyaz_ýþýk

Guest
sevgİlİ peygamberİm

HATİCE'TÜL KÜBRA-1




KABÜL EYLE CİVAR-I İZZETİNDE ÇEKMEYEN GURBET

BİLİRSİN KENDİ ŞEHRİMDE GARİBİM YA RESULALLAH



Hadice, Hüveylid'in kızı. O da Kureyş'in Esed oğullarından.

Hadice, radıyallahü anha, derin ilmi, kültürü, zenginliği güzelliği ve soyu ile devrindeki kadınların en üstünü.

Daha evvel iki kere evlenmişliği var. İlk beyi vefat edince ikincisi ile hayatını birleştirmiş. Bu da veba hastalığından ölünce dul kalmış. Bu kocalarından üç çocuk sahibi.

Bir çok talibi var. Çevrenin seçkin erkekleri O'nunla evlenmek istiyorlar. "Evet" demesi için yapmayacakları fedakarlık yok. Ama o, evlenme tekliflerine hep uzak ve menfi...

...Kimseyle evlenme fikrinde değil. Ta ki insanlığın sultanını görene kadar. Şam'a kervan gönderme ile başlayan tanışma ve Peygamberimiz hakkında işittikleri; gördükleri, en üstün kadında yavaş yavaş Muhammed'ül Emin'le dünya evine girme fikrini doğurdu.

İslamiyetten önce "tahire", islamiyetten sonra ise buna ilaveten "Kübra" ünvanlı bu zeki ve alim kadın, şimdiden gelecek yılları tahmin edebilmektedir... Zaman, bu ana kadar şahid olmadığı bir büyük inkılabı yaşayacak ve bu inkılabın kahramanı amca himayesindeki Sevgili Peygamberimiz olacaktır.

... İnsanlığın düştüğü şirk ve cehalet bataklığından eşrefi mahlukat mevkiine çekip çıkaracak en son ve en mükemmel dinin Peygamberi Muhammed'ül Emin'dir.

O halde O'na zevce olmak, ve O'nun kederinde ve neş'esinde yanında ve yardımcısı ve destekçisi omak bir kadının dünyanın kuruluşundan kıyamet kopuncaya kadar kavuşabileceği en yüksek nimettir.

Bunu anladığı andan itibaren Hadice anne, Efendimizi adeta gözlerden saklamak, O'na dair sırları gizlemek istemiştir. Olur ki bu hazineyi başka kadınlar da sezer. Bu bakımdan endişeli.

Elbette haklı; bölünmesi paylaşılması mümkün olmayan bir şeref...
 
B

beyaz_ýþýk

Guest
Şam seferinin üzerinden üç aya yakın bir zaman geçmiş olduğu halde Hadice validemizi meşgul eden hep bu evlenme planıdır. Aklı fikri hep bu işte... nitekim, niyetini akıllı ve tecrübeli bir kadın olan Nefise binti Münebbih sezer ve O'nu konuşturarak gönlünün muradını anlar:

-Ya Muhammed seni izdivaçtan alıkoyan nedir ki evlenmiyorsun, der.

-Kafi mikdarda param yok...

Nefise'nin maksadı da bu cevabı almaktır.

-Peki öyleyse iffeti, dini diyaneti yerinde, zengin ve güzel bir kadınla evlenmeye ne dersiniz?

-Kim bu hanım?

Nefise kadın, düşündükleri evliliğin gerçekleşeceğine dair ilk işareti almış olmanın memnuniyeti ile cevap verir:

-Hadice binti Hüveylid!

-Kim aracı olacak?...

Nefise hatun bundan sonrasını şöyle anlatıyor:

-"Bu hizmeti ben yapacağım, dedim ve Hadice'ye koşarak büyük müjdeyi verdim." Hadice, amcası Amr bin Esede ile amcazadesi Varaka ibni Nevfel'i çağırttı. Ve fikrini onlara açarak aile büyükleri olmaları sıfatı ile yardımlarını rica etti...

Hazret-i Hadice'nin amcası ve amcasının oğlu Sevgili Peygamberimiz'e giderek O'nunla görüşüp düğün gününü konuştular ve yanından ayrıldılar. Haber Ebu Talib ve kardeşlerini şaşırttı. Çünkü bir düğün yapacak mali imkana sahip değillerdi...

Onlar, bu endişe ve efkarda iken Peygamberimiz Hazret-i Ebu Bekr'in dükkanına gitti. Niyeti kendisini kırmayacak bu dostundan ödünç para almaktı.

Ebu Bekr radıyallahü anh, aziz Efendimizi uzaktan görünce kalbinde sevgi biraz daha kabardı; ve kendi kendine şöyle niyet etti:

"Muhammedü'l emin benim en yakın dostum ve en makbul arkadaşımdır. Eğer bir şey isterse asla geri çevirmeyeceğim."

Sevgili Peygamberimiz, yanına vardığında Ebu Bekr efendimiz, arkadaşını biraz üzüntülü gördü. Sebebini anlayınca kasayı açtı ve:

-İstediğin kadar alabilirsin, diye onu ferahlandırdı. Hazret-i Ebu Bekr'e:

-Hiç bir işimde yardımını esirgemedin diyerek O'na dua buyurdular ve nikaha davet ettiler.

Seçkin arkadaşları, davete:

-Başım gözüm üstüne, diyerek geleceklerini bildirdiler.
 
B

beyaz_ýþýk

Guest
Peygamberimiz ihtiyacı kadar para alarak bununla düğün hazırlıkları yaptı.

Nikah, Hadice annemizin konağında yapılacaktı.

Her taraf süslü ve donatılmış. Hadice radıyallahü anha, cariye ve hizmetçilerine bundan sonra hür olduklarını, kendilerini bu düğün hatırına azad ettiğini müjdeledikten sonra ellerine içi altın ve mücevher dolu tabaklar vererek Sevgili Peygamberimiz konaktan içeri girince mübarek ayaklarına saçmalarını tenbih etti.

Efendimiz, amcası Hazret-i Hamza ile nikahın yapılacağı Hazret-i Hadice'nin evine geldiler. Biraz sonra Ebu Talib ve Kureş'in diğer ileri gelenleri de hazırdı.

Hazret-i Hadice'nin amcası Amr bin Esed ve amca çocukları ile kadın ve erkek akrabalar daha önceden gelmişlerdi.

Hadice ikramlık olarak koyunlar kestirip yemekler hazırlatmıştı...

Yemekler yendikten sonra, Ebu Talib, devrin adeti gereği nefis bir konuşma yaptı:

-Allah'a hamdolsun ki bizi İbrahim'in zürriyetinden, İsmail'in neslinden, Maad'ın cevherinden ve Mudar'ın kanından yarattı. Ve Kabe'nin bekçisi, Mekke'nin mensubu ve halkın reisi yaptı... yeğenim Muhammed bin Abdullah her Kureyşli'den üstündür. Kimse onunla mukayese edilemez. Gerçi malı azdır ama. Mal değimiz ne? Bir gölge. Bir gün burada, yarın başka yerde. Yemin ederim ki, yeğenimin itibarı bundan sonra daha da yükselecektir. İşte bu genç, şimdi sizden kızınız Hadice'yi helallığa istemektedir. Muaccel ve müeccel mehir olarak yirmi deve teklif etmektedir!...

Ebu Talib'ten sonra da Varaka ibni Nevfel bir konuşma yaparak, Ebu Talib'i tasdik etti. Ve kendilerinin de soylu bir sülele olduklarını ve hısım olmak istediklerini bildirdi ve hazır olanları şahid tutarak kızlarını verdiklerini söyledi. Ebu Talib, Hadice radıyallahü anhanın amcası Amr bin Esed'in de fikrini almak istedi. Amr:

-Şahid olun ki Hadice binti Huveylid'i Muhammed'e verdim, diyerek rızasını açıkladı.

Konuşmalardan sonra herkesi neş'e kapladı. Peygamberimiz iki deve kestirip yemekler vererek velime cemiyeti yaptılar.
 
B

beyaz_ýþýk

Guest
Nikahı, İslami usul ve esasa uygun olarak Varaka kıydı.

Efemdimiz yirmibeş, Hadice validemiz kırk yaşında oldukları helde aynı gün Hadice radıyallahü anha ile evlendiler... Hadice annemiz de bütün malını Sevgili Peygamberimize hediye etti ve kendisinin de O'na muhtaç olduğunu arzetti.

Ebu Talib de evinde bir deve kestirerek, Kureyş eşrafını çağırdı ve Sevgli Peygamberimizle hanımını davet etti... teşriflerinde sevincinden ağlayarak bütün üzüntülerinin gitmiş olduğunu söyledi...

Evlilikleri, anlayışlı, müşfik, candan yardımcı Hazret-i Hadice'nin vefatına kadar yirmidört yıl sürdü. O hayatta iken Efendimiz başka bir kadınla evlenmedi.

Sevgili Peygamberimiz'in İbrahim ismindeki çocuklarından başka bütün evlatları Hadice validemizden dünyaya gelmiştir. İlk çocukları Kasım'dır. Bu sebeple Peygamberimize "Ebül Kasım" denir... diğer çocukları: Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fatıma ve Abdullah'dır.

Böylece Hadice annemizden ikisi erkek dördü kız olmak üzere altı çocukları olmuştur. Kızların büyüğü Zeynep, küçüğü Fatıma'dır. Babasının gözbebeği yavrusu Fatıma, Efendimiz kırk yaşında iken dünyaya gelmiştir.

Küçük Kasım'la Abdullah, Mekke'de olmak üzere bütün çocukları, kendileri hayatta iken vefat ettiler. Sadece göz nurları Fatıma anneciğimiz hariç. Bu can yavruları kendilerinin büyük göçlerinden altı ay sonra ebediyet alemine yollandılar...

... İşte Sevgili Peygamberimizin bir bir yavrularını kaybetmeleri. Onların böylesine zor bir imtihana tabi tutulmaları bazı müşrikleri zevklendiriyor. Bunlardan As bin Vail ismindeki küstah, "Muhammed'in nesli kurudu. Bundan böyle ebterdir. Soyu bitti" deme cür'etinde bulununca bu ağır sözler yüce Allah'ı incitti ve Kevser suresini göndererek bu sefil söze cevap verdi:

"-Asıl sana ebter diyenlerdir ki ebter olacaktır."

Elbette Rabbimizin buyurduğu oldu ve sevgilisine dil uzatanlar kurumuş ağaçlara dönerken O'nun mübarek soyu Hazret-i Ali ve Hazret-i Fatıma evlatları Hasan ve Hüseyin efendilerimizle devam etti. Hem de yüce Allah bu soya öyle bir bereket verdi ki, başka hiç bir nesilde görülmeyen ve görülmeyecek şekilde Hazret-i Hüseyin çocukları Seyyidler ve Hazret-i Hasan çocukları Şerifler çoğala çoğala bütün yer yüzüne yayıldılar.
 
Üst Alt