Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Anlamsız,Manasız,Detaycı Zihniyet Ümmeti Ziyan Etti

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
konuyu çarpıtmaya çalışanlar var ,manasız saldırılar ,iftiralar zanlar var, Allaha havale ediyorum önce konuyu okusunlar sonra fetva versinler

eğer sahih hadisleri ayıklamak bazı fanatiklerin iddia ettiği gibi hadis inkarcılığı ise en büyük hadis inkarcıları hadis raviileridir.
Yani şunu demek istiyorum İmam buhari İmam müslüm binlerce hadis arasından ayıklayarak %10 un altında hadisleri kitaplaştırmışlardır.
DÜZELTME
7.300 / 600.000 = %1,2 (BUHARİ'NİN KENDİ İFADESİNE GÖRE)

2. konu hadisler Peygamberimiz S.A.S sözleridir 200 sene sonra kitaplaştırılmış 1200 seneden beride tercümelerle sadeleştirilmelerle günümüze uzanmıştır. Sünnet çok farklıdır sünnet sözler değildir.Peygamberimizin yaptığı fiillerdir,eylemlerdir. Hem şahidi çoktur hemde yanlış yorumlanma ihtimali yoktur. Forumda genelde hadisle sünnet karıştırılıyor.Kördöğüşü gibi manasız çekişmeler nefsani yazılar sergileniyor.Ümmeti Muhammed adına utanç verici bir durum sözkonusu
Gelin Hz. Ebubekir’den başlayarak sırasıyla 4 halifenin hadis toplamaya ve nakline karşı tavrını geleneksel İslamcıların da kabul ettiği kaynaklardan alıntılar yaparak görelim:

Ebubekir Peygamberimiz’in vefatından sonra halkı toplamış ve onlara şöyle demiştir: “Sizler Allah’ın elçisinden farklı hadisler naklediyorsunuz. Bu durumda sizden sonrakiler daha büyük anlaşmazlıklara düşecektir. Allah’ın elçisinden hiçbir hadis nakletmeyin. Sizden hadis nakletmenizi isteyenlere deyiniz ki: İşte Allah’ın Kitabı aramızda, onun helalini helal kılın, haramını haram görün.”
Zehebi, Tezkiratul Huffaz 1/3, Buhari 1.cilt


Görüldüğü gibi ilk halife Hz. Ebubekir, Kuran dışında başka bir kaynak ortaya çıkmamasının reçetesini şöyle yazmıştır: “Hiçbir hadis nakletmeyin.” Dikkat edin; “Şu kadar şahit olursa, şu şu haller de olursa, doğru hadisi toplayın, yalanı şöyle atın, geriye doğrusu kalsın...” diye tarifler yapmamış, kestirme şekilde hadis nakil edilmemesini istemiştir. Hz. Ebubekir döneminde yaşayanların çoğunun Peygamber’i görenler olduğunu, Peygamber’in birçok sözünün en taze dönemi olduğunu düşünürsek, Hz. Ebubekir’in bu konudaki tavrı daha da anlamlı olur. Hz. Ömer’in bu konudaki tavrı aynı Hz. Ebubekir gibidir, hatta diyebiliriz ki Hz. Ömer bu konuda Hz. Ebubekir’den çok daha sert de davranmıştır.

HZ ÖMER R.A. HADİSLERE KARŞI TAVRI

Hz. Ömer diğer şehirlerdeki sahabelere de mektuplar yazarak ellerinde yazılı bulunan hadis mecmualarını yok etmelerini istedi.
İbni Abdil Berr, Camiul Beyanil İlm ve Fazluhu 1/64-65

Hadisler Ömer döneminde çoğalmıştı. Ömer halktan beraberlerinde bulunan hadis sayfalarını getirmelerini istedi. Sonra bunların yakılmasını emrederek şunu söyledi: Kitap Ehli’nin Mişna’sı gibi Müslümanların Mişna’sıdır bunlar.
İbni Sad/Tabakat 5/140

Hz. Ömer çok değerli bir tespitle; Museviler’in dinlerini dejenere edişlerinde Tevrat dışında Mişna adlı kitapları dini kaynak edinişlerini görmüş ve Peygamber’e fatura edilerek dinin kaynağı kılınmak istenen hadislerin bu Mişnalar’ın fonksiyonunu kazanacağını anlamıştır. Buna karşı hem diliyle, hem eliyle mücadele etmiş ve bu mişnaları yakmıştır. Hz. Ömer’in yaktırdığı Mişnalar’daki doğru hadis oranı tahminimizce bugünkü en doğru kabul edilen Buhari’den de, Müslim’den de çok daha yüksektir. çünkü Peygamber’i görenler o dönemde hayattadır, ayrıca ileride olacak siyasi ayrılıklar ve kargaşalar henüz olmamıştır.

Geleneksel İslam’ı savunanlara soralım: Sizce Hz. Ömer Peygamber’i sevmiyor muydu?
Peygamber’e sizin kadar (!) saygı duymuyor muydu?


Günümüzde Kuran’ın yeterliliğini savunanlara ve hadislere gerek olmadığını söyleyenlere bu iddialarda bulunuyorsunuz. Peki aynı tavrı gösteren, hatta hadisleri yakan Hz. Ömer’e niye aynı eleştiriyi getirmiyorsunuz?

Hiç şüphesiz ki Hz Ömer, Peygamber’i çok seviyordu; fakat O, Kuran’ın mesajını, Hz. Peygam-ber’in vaaz ettiği dinin özünü iyi kavramıştı. Hadisleri yakışının altındaki neden de Peygamber’e olan saygısızlığı değil, bilakis saygısıydı. çünkü daha evvel Peygamber de hadis yazımını yasaklamıştı. çünkü Kuran detaylı ve yeterli olduğunu, her şeyi açıkladığını söylüyordu. Hz. Ömer böylece dinimizi Mişnalardan, Peygamberimiz’i iftiralardan korumaya çalıştı. Oysa günümüzde Hz. Ömer’e övgüler düzenler, hadislere uymayı; Peygamber’e saygı, Peygamber’e uyma, takva olmak zannediyorlar. Böylece kraldan çok kralcı olup, farkında olarak veya olmayarak Kuran’dan uzaklaşıyorlar.

Hz. Ömer Irak’a yolculuğa giden arkadaşlarına şöyle demiştir: “Siz öyle bir ülkeye gidiyorsunuz ki halkı arı uğultusu gibi Kuran okur. Hadislerle onları meşgul etmeyiniz ve yollarını saptırmayınız.”
Ahmed İbni Hanbel, Kitabul Ilel 1/62-63


Hz. Ömer şöyle der: “Ancak sizden önceki kavimleri hatırladım, onlar da kitaplar yazmışlar ve Allah’ın Kitabı’nı bırakarak onlara sarılmışlardı. Allah’ın Kitabı’na hiçbir şeyi karıştırmam.” diğer bir rivayette “Allah’ın Kitabı’nı asla başka bir şeyle değiştirmem.” başka bir rivayette “Ben yemin ederim ki Allah’ın Kitabı’nı hiçbir şeyle gölgelemem.”
El Hatip, Takyıdul İlm Sayfa 50; İbni Sad, Tabakat, 3/206


Hz. Ömer’in bu tavrını 3. halife Hz. Osman da çok hadis nakleden Ebu Hureyre ve Kab’a karşı koyarak devam ettirmiştir.


HZ ALİ'NİN HADİSLERE KARŞI TAVRI

Diğer 3 halife gibi 4. halife olan ve Sunnilerin kadar, onlardan daha da fazla Şiilerin ve Alevilerin çok saydığı Hz. Ali’nin hadislere karşı aşağıdaki sözlerde göreceğimiz tavrı; inşallah Şii, Alevi ve Sunni kesimlerin Kuran’ın Müslüman’ı olup mezhep manasında Şiilik, Sunnilik ve Aleviliği bırakmalarına ve sadece Kuran’dan dini anlamalarına sebep olur.

Hz. Ali minberden şu hutbeyi veriyordu: “Yanında hadis sayfaları bulunanlar gidip onları yoketsinler. Zira halkı helak eden olay, alimlerin naklettikleri hadislere uyarak Kuran’ı terk etmeleridir.”
İbn Abdülberr, Camiul Beyanil İlm


Birgün Hz. Ali’ye gelirler ve “Halk hadislere dalmış.” derler. Hz. Ali sorar: “Gerçekten öyle mi?” “Evet” derler. Peygamber’den işittim ki gelecekte vuku bulabilecek bir fitneden söz ediyordu. “O fitneden kurtuluş nedir, nasıldır?” diye sordum. Resullullah dedi ki:
“Kurtuluş Kuran’dadır. çünkü sizden öncekilerin haberleri de, sizden sonrakilerin haberleri de, aranızdakilerin hükmü de ondadır. O gerçek ile yalanı birbirinden ayıran kesin bir hükümdür, şaka ve boş söz değildir. O’nu terkeden her zorbanın Allah boynunu kırar. Hidayeti, doğru yolu O’ndan başkasında arayanı Allah sapkınlığa düşürür.

O, Allah’ın en sağlam urganıdır. O, hikmetle dolu Kuran’dır. O en doğru yoldur. O, boş arzuların haktan saptıramayacağı, dillerin, karıştırıp belirsiz edemeyeceği, ilim adamlarının doyamayacağı, çok tekrarlanılmasından bıkılmayan, ilginç özellikleri bitip tükenmeyen bir kitaptır.”
Sünen-i Tırmizi/Darimi


HZ. OSMANIN HADİSLERE KARŞI TAVRI

Hz. Osman çok hadis nakletmelerinden dolayı Ebu Hureyre’yi Devş dağlarına göndermekle, Kab’ı Kırede dağlarına sürgün etmekle tehdit etmiştir.
Tahzırul Havas 10b.


4 Halife’nin dışında Peygamberimiz’i gören birçok değerli sahabe, gerek 4 Halife döneminde, gerekse 4 Halifeden sonra arkadaşlarının hadislere karşı takındıkları tavrı benimsemişlerdir. Bu konuda İbni Abbas ve Abdullah bin Mesud adlı meşhur sahabeleri görelim:

Şeddad, İbni Abbas’a “Hz. Peygamber bir şey bıraktı mı?” diye sordu. O da “Sadece Kuran’ın iki kapağı arasında olanları bıraktı.” cevabını verdi.
Buhari K. Fezailul Kuran 16; Müslim K. Fezailus Sahabe 30,31 Ebu Davud K. Fiten 1, Tırmizi K. Fiten 43


ibni Abbas hadis yazmayı yasaklar ve şöyle derdi: “Sizden önceki ümmetlerin sapmaları bu şekilde kitaplar vücuda getirmek yüzünden olmuştur.”
İbn Abdül Berr, Camiul Beyanil ilm 1/63-68


Abdullah bin Mesud elinde bir hadis sayfasıyla geldi. Sonra su isteyerek yazıları sildi, sayfanın yakılmasını emretti ve şunu söyledi: “Allah kime bir hadis sayfasının yerini bildirirse ve o da beni bundan haberdar ederse Allah’a yemin ederim ki, Hindistan’da dahi olsa o hadisi arar bulur ve yok ederdim.
Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetinin Aydınlatılması s. 27


Eğer hadisler dinin kaynağı olsa yazılması, korunması ve bu faaliyetlerin emredilmesi gerekirdi. Oysa görüyoruz ki ünlü sahabeler tam tersine hadis yazımını yasaklamışlar, yazılı hadisleri yakmışlar ve Kuran’la yetinilmesini söylemişlerdir. Sahabe sahabe diye ortalığı inletenlerin sahabenin bu hareketi ile çelişmeleri, birçok çelişkilerine şahit olanlar için hiç de sürpriz değildir. Kuran’ın yeterliliğine dair açık ayetlerle çelişenler, Peygamber’in hadis yazmama emrine muhalefet edenler, sahabenin bu tavrıyla çelişirlerken tevil veya görmemezlikten gelme gibi bir mekanizma bulmuşlardır. Ama tüm bu mekanizmalar ve sahabelere atfedilen yalanlar 4 halife döneminden yazılı tek bir hadis sayfasının bile bize ulaşmadığı gerçeğini yok edemez. Gerek yukarıdaki halifelerin ve ünlü sahabelerin sözleri, gerekse bu sözlerle uyumlu hiçbir hadis kitabı oluşturmadıkları gerçeği, Kuran dışında uydurulan kaynaklardan bu sahabelere yapılan atıflarla söylenen hadislerin, Peygamber’e olduğu gibi, bu kişilere de iftira olduğunu gösterir.

hadîslerin içerisine mevzu hadîsler karışmıştır. Özellikle İbni Ebul Avce: “Ben tek başıma 2000 hadîs uydurdum.” diyor. Bu uydurulan hadîslerin aslî hadîslerle karışması, insanları ihtilâfa götürüyor. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, “Riyazet-ül Sâlihîn”in önsözünde vaaz ettiği bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurmuşlardır:
“Birgün benim hadîslerim tartışma konusu olacak. Tartışma konusu olduğu günlerde Kur’ân-ı Kerim’e bakınız.”


Peygamberimizin Kuran'da geçen bir bahsi açıklaması gayet doğaldır. Namaz en güzel örnektir. İtiraz edilen husus : Peygamberimize isnat edilen ve Kuran'la çelişen veya Kuran'da yer almayan hükümlerle
Dinimizin bozulmaya çalışılmasıdır
.

"Dinde zorlama yoktur.”
2Bakara Suresi 256

"Dinini değiştireni öldürün.”
Nesei 78/14,Buhari 12/1883


Bakın bu örnekte Kuranla, (uydurma)hadis çelişmektedir. Şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz? Dinde zorlama yoktur demeyi mi yoksa dinini değiştireni öldürmeyi mi? Birisini seçmek zorundasınız.

Hadis:“Kan aldırmak yapanın da yaptıranın da orucunu bozar.”
Tirmizi Oruç 60/Ebu Davud Oruç 28/Buhari Oruç 32
Hadis:“Peygamber’imiz oruçlu iken kan aldırmış-lardır.”
Ebu Davud Oruç 29-30/Tirmizi Oruç 59/Buhari Tıp 11

Buna ne diyeceksiniz. Hangi hadise göre amel edeceksiniz?

Hadis:“Gerek küçük, gerek büyük tuvaletinizi yaparken kıbleye dönmeyin.”
Hanbel 3/12

Hadis:“Peygamber’imiz bir takım insanların küçük ve büyük tuvaletleri için kıbleye dönmeyi hoş karşılamadıklarından, bu bidatı (hurafeyi) kaldırmak için tuvaletini kıbleye doğru yaptırdı.”
Buhari 4/11


Sizce bu hadislerden hangisi doğrudur? Her ikisi de doğru olamaz. Biri doğruysa diğeri uydurma demektir. Her ikiside sahihtir.

Dikkat ederseniz cevap veren arkadaşlar hep yuvarlak sözler söylemekteler. Kimse detaylara girmiyor. Uzaktan bakınca söyledikleriniz mantıklı gibi gözüküyor ama yakından bakınca öyle olmuyor.

Benim bir ricam var:
Yukarda yazdığım ayet-sünnet çelişkilerine ve hadis-hadis çelişkilerine birisi çıkıp cevap versin ki işin doğrusunu biz de bilmiyorsak öğrenelim ve memnuniyetle kabul edelim inşallah.
Ama şunu anlayın artık:
Hadislere dikkatli yaklaşalım derken, peygamber efendimizi reddetmek diye bir şeyi kastetmiyoruz. Konuyu bu şekilde anlatmayın, böyle algılamayın. Vebale girersiniz.
hadislere neden dikkatli yaklaşalım?
1-Peygamberimize isnat edilen yalanları dinimizden temizlemek
2-Söylemediği sözler yüzünden yanlış tanınmasına ve anlaşılmasına mani olmak

için.......

İŞTE AMAÇ BUDUR.

(Yukardaki çelişkili hadislerin açıklanmasını bekliyorum. Eğer açıklayamıyorsanız hadislerin bir kısmının uydurma olduğunu kabul edin ve bunları temizlemek gerektiğini söyleyin. Kimsenin Peygamberimize böyle yalanlar isnat etmeye hakkı yoktur. Birileri bunları yapmış, sonucuna katlanacaklar, bu yanlışları devam ettirmek bizi de vebal altına sokar)
 

MOLLA

New member
Katılım
24 Haz 2008
Mesajlar
111
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Yaş
46
aklın karışık senin baya....bilmem nerelerde karıştırdın şimdide diyorsun ki gelin aklımı düzeltin.kusuru bakma.. :)

ebu hureyre r.a hakkında pek çok tahrifat yapmış olan [ebu reyye] adamdan nakiller yapamya devam edersen hakkında daha detaylı - detaycı bir araştırma içine gireceğim. :)
 

casus021

New member
Katılım
30 Ocak 2007
Mesajlar
1,475
Tepkime puanı
380
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Web sitesi
www.islamportali.net
Sünnetle İlgili Bazı Meseleler
1. Sünnetin Kaynağı

Kur'an-ı Kerîm, hem lafzı hem de manasıyla vahiy olduğu için ona vahy-i metlüv (okunan vahiy) denilmektedir. Sünnet ise, vahyin bir çeşit meal ve mefhumu olduğundan dolaylı vahiydir. Fakat lafız olarak vahiy niteliğine sahip değildir. Bu sebeple de ona vahy-i gayr-i metlüv denilmektedir.



. Sünnetin Dindeki Yeri
Yukarıda işaret ettiğimiz gibi sünnet, Peygamber Efendimiz'den Kur'an dışında sadır olmuş her türlü söz, fiil ve takrirlerden oluşmaktadır. Daha kısa ve fıkıh usulü alimlerinin anlayışına uygun bir anlatımla "Sünnet, Allah Resülü'nün söz, fiil ve takrirlerinden ibarettir." Şer'î delillerin ikincisi olan sünnetin tarifinde "peygamberlik" kaydı, vaz geçilmez unsurdur. Böylece sevgili Peygamberimiz'in, peygamberliğinin başlangıcından vefatına kadar, Kur'an dışında söylemiş olduğu her söz veya yaptığı her fiil sünnet içinde yerini almış olmaktadır. Bu söz ve fiillerin ümmete yönelik genel bir hüküm getirmiş olması ile özel kişilere veya kendi zatına yönelik olması arasında hiç bir fark yoktur. Yine onun fiilinin yaratılışla ilgili (cibillî) olup olmaması da neticeyi değiştirmez. Bütün bunlar, sonuçta farklı hükümlere bağlansa bile, "Peygamber'den sadır olan söz ve fiiller" olarak "sünnet" kavramı ve kapsamı içindedir. Kimine vacip, kimine mendup, kimine mekruh v.s. denilmesi, kiminin ümmetin tamamına yönelik, kimilerinin belli bazı kişilere has olması ayrı bir konudur.

Yalnız burada bir kere daha işaret edelim ki, Hz. Peygamber'in sözlerini "sünnet" kavramından ayrı düşünmek isteyenlere, buna gerekçe olarak da başlangıçta sünnet denilince Hz. Peygamber'in sadece fiillerinin anlaşıldığını, sözlerinin o çerçevede düşünülmediğini ileri sürenlere iltifat edilmemelidir.

Bu kapsamdaki sünnetin delil olduğunda bütün müslümanlar icma etmişlerdir. Yani "sünnet"'in dinde delil olmadığını söyleyen hiçbir kimse veya grup bulunmamaktadır.

Öte yandan, Kitab'ın Sünnet'e göre üstün olduğu konusunda da bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Zira Kitap, lafız olarak Allah katından indirilmiş, ibadetlerde okunması emredilmiş, bütün bir insanlık en küçük süresinin benzerini getirmekten aciz kalmış ilahî bir beyandır. Sünnet ise bu vasıflara sahip değildir. Bu açıdan bakıldığı zaman, delillerin sıralanmasında sünnet, elbette Kitap'tan sonra gelmektedir.

Kur'an'da sünnetin hukukî delil olduğunu gösteren ayetler bulunmaktadır. Bu sebeple sünnete ait her hangi bir delilin, mesela çelişki halinde olduğu sanılan bir ayetin zahirini korumak maksadıyla dikkate alınmaması, sünnetin delilliğini gösteren ayetlerin tamamının dikkate alınmaması anlamına gelir.

Diğer taraftan Peygamber'in mucize göstermesi, rabbinden tebliğ ettiği şeylerin güvenilir, doğru ve hatadan korunmuş olduğunu isbat eder. Demek oluyor ki Kitap ve Sünnet'ten her biri yek diğerini desteklemekte ve doğrulamaktadır. Dinde delil oldukları da aynı derecede kesindir.

İmam Şafiî'nin ifadesiyle Kur'an'ın okunan, sünnetin rivayet olunan vahiy olması, önce bu kaynak birliği içindeki iki delil arasında herhangi bir çelişkinin bulunmamasını gerekli kılar. Buna bağlı olarak da şayet görünürde bir çelişki varsa, bu takdirde, her ikisi de ayet olsaydı ne yapılacak idiyse öyle hareket edilmesi lazım gelir. Biri sünnet delilidir, ötekisi Kitap'tır deyip hemen birincisinden vazgeçme şeklinde bir yola gidilmemeli, gerekli ilmî araştırma yapılmak suretiyle cem-te'lif, nesh veya tercih gibi çözüm yollarına baş vurulmalıdır.

Sünnet, Kur'an karşısında üç görev üstlenmiştir: Te'kid, tefsir, teşrî'.
Te'kid: Sünnet herhangi bir hükme Kur'an gibi delalet eder, yani her yönüyle Kur'an'ın hükmüne uygun bir beyanda bulunur. Mesela, "Namazı kılın ve zekatı verin", "Ey inananlar, oruç size farz kılındı", "Kabe'ye gitmeye yol bulabilene haccetmek Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır" ayetlerinde mutlak olarak ifade buyurulan İslam'ın şartlarını bir de "İslam beş temel üzerine kurulmuştur" 1 hadisi, -uygulamaya yönelik hiç bir açıklama getirmeksizin- sadece hüküm açısından beyan etmektedir. Yine "Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin..." 2 ayeti ile "Hiç bir müslümanın malı, kendi gönül rızası bulunmadan helal olmaz" 3 hadisi tam bir uyum içinde aynı manayı ifade etmektedirler.

Burada akla, sünnetin Kur'an'a verdiği destek ve teyid, Kur'an için bir kıymet ifade eder mi? şeklinde bir soru takılabilir. Bu husus, Sünnet ile Kur'an arasındaki kaynak birliğinden doğan bir uyumu göstermesi yönüyle ele alınmalıdır. Kur'an için değilse bile, Kur'an'ın muhatapları açısından sünnetin teyid ve te'kidi elbette büyük bir anlam ifade eder. Buradaki beraberlik, diğer noktalardaki birlikteliğin ve uyumun göstergesi olarak kabul edilmelidir.

Tefsir veya beyan: Sünnet, Kur'an'da bulunan herhangi bir hükmü herhangi bir yönden açıklar. Buna genellikle, kısaca temas edilmiş (mücmel) hükümlerle, anlaşılması kolay olmayan (müşkil) hükümlerin açıklanması, mutlak hükümlerin belli kayıtlara bağlanması (takyid), genel hükümlerin özelleştirilmesi (tahsis) denilmektedir. Mesela namaz ve zekatın uygulama biçim, ölçü ve şekillerine açıklık getiren hadisler, yine "beyaz iplik siyah iplikten sizin için ayırt edilinceye kadar” 4 ayetindeki beyaz ve siyah iplikten maksadın gündüzün aydınlığı ile gecenin karanlığı olduğunu belirten hadisler ve yine "inanıp da imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar.." 5 ayetindeki zulümden kastın, "şirk" olduğunu açıklayan hadis, sünnetin bu özelliğini ortaya koymaktadır.

Sünnetin en yoğun şekilde icra ettiği görev Kitab'ı açıklamaktır. Bu sebeple "Sünnet Kitab'ın açıklayıcısıdır" denilmiş ve Kitap ile Sünnet arasındaki ilişki de açıklayan-açıklanan (mübeyyin-mübeyyen) alakası olarak tesbit edilmiştir.

Sünnetin bu iki fonksiyonu (te'kid ve tefsir) hakkında İslam bilginleri arasında herhangi bir görüş ayrılığı söz konusu değildir.

Teşrî: Kur'an'ın herhangi bir hüküm getirmediği konuda sünnetin bir hüküm ortaya koyması demektir. Bu konu alimler tarafından tartışılmıştır. Bazı alimler, "Allah Teala, Peygamber'e itaati farz kılmış ve Peygamber'in kendi rızasına uygun davranacağını bildiği için Kitap'ta hükmü belirtilmeyen konularda Peygamber'e hüküm koyma yetkisi vermiştir" dediler. Bazıları da "Hiç bir sünnet yoktur ki, onun mutlaka Kur'an'da bir aslı bulunmasın. Namazın nasıl kılınacağını gösteren sünnetin, namazın kılınması emrini getiren ayete dayandığı gibi diğer konulardaki teşriî sünnetler de mutlaka bir ayete dayanır. Peygamber neyi haram veya helal kılmışsa, onları Allah tarafından bir açıklama olmak üzere ortaya koymuştur" dediler.

Bir kısım alimler de, "Peygamberin sünnet olarak ortaya koyduğu her şey, onun kalbine Allah Teala tarafından konulan hikmetten ibarettir. Peygamber'in kalbine konulan şey, onun sünneti olmaktadır" dediler.

Bu görüşler sünnetin müstakil olarak hüküm getireceğinde birleşmekte, sadece Peygamber'in tek başına ortaya koyduğu hükmü, doğrudan doğruya Allah'ın yardımına dayanarak kendiliğinden mi ortaya koyduğu, yoksa kendisine vahiy mi edildiği, ya da kalbine ilka ve ilham mı edildiği noktasında biribirlerinden ayrılmaktadırlar. İhtilaf aslında işte bu değerlendirme ve ifadelendirme noktasında yoğunlaşmaktadır.

Kitap'ta olmayan bir hükmü sünnetin belirlemesi Kitab'a muhalefet anlamına gelmez mi? diye sorulabilir. Buna şöyle cevap vermek mümkündür:

Kitap üzerine yapılan ziyade şu üç halde bulunabilir:

1. O konu Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından ortaya konulmamış olur.
2. Var olan bir hükmü ortadan kaldırıcı (nasih) olabilir. (Tabii sünnetin mütevatir olması halinde bu ihtimal düşünülebilir)
3. Hükmü bir konuya tahsis edici (muhassıs) olabilir.

Bu demektir ki, Kitap üzerine ziyade -eğer böyle bir şey varsa- ya hükmü ortadan kaldırıcı (nasih) veya bir konuya ait kılıcı (muhassıs) olacaktır. Bu iki halde de iyi düşünüldüğü zaman iki yönün bulunduğu anlaşılacaktır:

a. Kitab'ın (yani ayetin) beyanı.

b. Kitab'ın bir açıklama getirmediği konudaki hükmü tek başına (müstakillen) açıklaması.

Muhassıs, bir taraftan genel olan nassın hükmünü, o hükme dahil olanların bir kısmıyla sınırlarken, diğer yandan da o genel nassın kapsamından çıkarılanların hükmünü tek başına beyan etmiş olur. Mesela "Bunların dışında kalanlar size helal kılındı" 6 ayetinden sonra Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem "Kadının, halası ile aynı nikah altında birleştirilmesi haram olur. Nesep yoluyla haram olan, süt emme yoluyla da haram olur” 7 buyurmuştur. Bu şu demektir: Ayetteki "bunların dışında kalanlar" ifadesinden maksat, dışında kalanların hepsi değil, bazılarıdır. Bu durumda ayet bu bazılarının helalliğine delalet etmiş, fakat hüküm dışında kalanların hükmünü açıklamamış olur. Resülullah'ın beyanı muhassıs olarak hem bu bazı fertlerin o genel hükmün dışında olduklarını, hem de hüküm dışına çıkarılmış olanların haramlığını açıklamış olur. Yani muhassıs hem ayetin hükmünü açıklar, hem de ayetin sükut ettiği noktanın hükmünü tek başına (müstakillen) ortaya koyar. Bu sebeple Kitab'ı tahsis, takyid veya nesh eden sünnete ait delillerin beyan ve müstakillik olmak üzere iki yönü bulunduğu dikkatten uzak tutulmamalıdır.
O halde yukarıdaki esas ve açıklamalar çerçevesinde sünnetin müstakillen teşri kaynağı olduğu açıklık kazanmaktadır. Fıkıh kitaplarında görülen "Bu konunun meşruiyeti sünnetle sabittir" ifadeleri de sünnetin müstakil teşri kaynağı kabul edildiğini gösterir. Mesela, mest üzerine mesh etmek, yağmur duası ve namazı, şüf'a, lukata, içki içene verilecek ceza bu tür konulardandır.

Burada şu hususa da dikkat edilmelidir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, herhangi bir hükmün tebliği konusunda hataya düşmekten korunmuştur. Bu hüküm ister vahy-i metlüv isterse vahy-i gayr-i metlüv ile indirilmiş olsun; ister müstakil hüküm koyucu, ister beyan edici veya isterse teyid edici olsun, hatadan korunmuşluk açısından farketmemektedir. Hatta şeriatın tamamı vahy-i gayr-i metlüv şeklinde yani sünnet olarak gönderilmiş olsaydı bile, o yine hataya düşmekten korunur, tebliği de bağlayıcı olurdu. Nitekim peygamber olarak gönderilmenin şartları arasında kendisine mutlaka bir kitap indirilme kaydı bulunmamaktadır. Öte yandan Allah Teala'nın, peygamberine kitabında indirmediği bir hükmü tebliğ etmesini emretmesine mani herhangi bir hal de söz konusu değildir. Zira "Allah yaptıklarından kimseye hesap verecek değildir".8


--------------------------------------------------------------------------------

1 Buharî, îman,!, 2; Müslim, îman 19-22
2 Bakara süresi (2), 188
3 Ebü Davüd, Menasık 56
4 Bakara süresi ( 2), 187
5 En'am süresi (6), 82
6 Nisa süresi (4), 24
7 Buharî, Nikah 27; Müslim, Nikah 33
8 Enbiya süresi (21), 23


Sünnetin Bağlayıcılığı
Sünnetin bir bütün ve kavram olarak bağlayıcılığı kesindir. Peygamber'e uymayı, verdiği hükme razı olmayı, onun hükmü karşısında mü'minlere seçim hakkı tanınmadığını belirleyen ayetler, sünnetin müslümanların hayatındaki etkin ve bağlayıcı rolünü ortaya koymaktadır.

Ancak Hz. Peygamber'in değişik vasıflarla ortaya koyduğu sünnetin bağlayıcılık derecesinin ve çerçevesinin aynı olmadığı da bir gerçektir. Hz. Peygamber;
Risalet (peygamberlik),
İfta (müftilik)
Kaza (hakimlik)
İmamet (devlet başkanlığı) vasıflarından biri ile tasarrufta bulunur.

Risalet yani peygamberlik vasfıyla ortaya koyduğu sünnet, genelde ayetleri özelliklerine göre açıklama (tefsir), belli bir şarta bağlama (takyid), muayyen fertlere özel kılma (tahsis), helal ve haramı açıklama, akaid ve ahkamı beyan etme maksadını taşır. Bu çeşit sünnet, ilahî ahkamın bir beyan ve tefsiri demek olduğu için, hükmü kıyamete kadar devam edecek olan bir teşrî anlamındadır. Zira Hz. Peygamber bu tebliğ ve beyan tasarrufunda bir tebliğci ve nakilci durumundadır. Allah katından kendisine bildirilen gerçekleri nakil ve beyan etmektedir. Hz. Peygamber'in bu sıfatla ortaya koyduğu tasarruftan bütün ümmeti bağlayıcıdır.

İfta, Allah Teala'nın hükmünü delillerden çıkararak dini soruları cevaplandırmak, ahkamı Allah adına haber vermek, tebliğ ve izah etmek demektir. Hz. Peygamber bu tasarrufunda delillere bağlıdır. Bu yolla ortaya koydukları da ümmeti bağlayıcıdır.

Kaza, iki veya daha fazla kişi arasında cereyan eden anlaşmazlıklarda, sebep ve delillerin meydana getirdiği kanaate göre, haklıyı haksızı belirlemek (adalet tevzii) maksadıyla verdiği hükümlerdir. Peygamber burada yeni bir hüküm ortaya koymaktadır (münşî'dir.)
Hz. Peygamber, kendisine getirilen davalar konusunda genel durumu ortaya koymak üzere şöyle buyurmuştur:

"Davanızı bana getiriyorsunuz, ben ancak bir beşerim. (Kimin haklı olduğu konusunda) bana bir vahiy gelmiş değildir. Vahiy gelmeyen konularda ben ancak re'yimle hükmediyorum. Olur ki biriniz, diğerine nisbetle delilini daha tesirli anlatır, daha iyi ortaya koyar, ben de onu haklı zannederek lehine hükmederim. Her kime kardeşine ait bir hakkı hükmeder, verirsem, sakın onu almasın. Ben ona bir ateş parçası vermiş olurum".9

Hz. Peygamber'in kaza tasarrufu olarak ortaya koyduğu sünnet, sadece davacı ve davalıyı bağlar. Ancak hüküm verirken takip ettiği usul, dikkate aldığı esaslar, kaza ve hukuk usülünde bize örnek oluşturur.

İmamet (devlet başkanlığı) tasarrufu, ilk üç vasfı ve tasarrufundan farklı ve onlara ilave bir selahiyet ve tasarruftur. Bunda bir yaptırım gücü söz konusudur. Öte yandan peygamberliğin devlet başkanlığını gerektirmediği de ortadadır. Çünkü bazı peygamberlere hükümdarlık verilmemiş, bazılarına ise verilmiştir. Hem hükümdar hem de peygamber olan Efendimiz'in bu iki vasfıyla ortaya koyduğu tasarruflar birbirinden farklıdır.

Hz. Peygamber'in devlet başkanı sıfatıyla yaptıkları hem diğer devlet başkanlarını bağlamaz hem de zamanın devlet başkanı izin vermedikçe, benzeri haklar mü'minler tarafından re'sen elde edilemez. Ganimetlerin paylaştırılması, devlete ait mal varlığının uygun bir şekilde kullanılması ve sarfı, cezaların infazı, orduların teşkili ve sevki, toprak, maden, su gibi kaynakların özel şahıs veya kuruluşlarca işletilmesi gibi hususlar bu tür tasarruflardır. Başkan veya temsilcisi hüküm ve izin vermedikçe, bunların alınması, yapılması, icra ve infaz edilmesi caiz değildir. Bu konulara ait tasarrufları, sonra gelen başkan değiştirebilir. Mesela Hz. Osman isyancıların üzerine asker sevketmezken Hz. Ali sevketmiştir.

Hz. Peygamber'in tasarrufları konusunda en önemli husus, onun tasarrufunun hangi vasfının gereği ve sonucu olduğunu tesbit edebilmektir. Alimler, bu noktadaki farklı tesbitleri dolayısıyla bir çok konuda değişik sonuçlara varmışlardır. Mesela Hz. Peygamber "Bir yeri isteyerek kullanılır hale getiren ona malik olur" 10 buyurmuştur. Hz. Peygamber'in bu hadîs-i şerifi ifta ve tebliğ sıfatıyla ortaya koyduğu kabul edilirse, bir başkasının mülkiyetinde olmayan toprağı işleyip kullanılır hale getiren kişi, oraya sahip olabilecektir. Nitekim İmam Şafiî, bu hadisi fetva ve tebliğ tasarrufuna bağlamış, "Çünkü Resülullah'ın asıl işi ve sıfatı budur, aksine delil bulunmadıkça hadisleri buna göre yorumlamak gerekir" demiştir. Böyle olunca da bu hakkı kullanmak hiç kimsenin iznine tabi olmaz. Herhangi bir kişi toprağı ıslah ederek kendiliğinden ona sahip olabilir.

Hz. Peygamber bu hadisi, devlet başkanı sıfatıyla söylemişse, bu hüküm diğer başkanları bağlamaz, onlar kendi çağ ve ülkelerinde kamu yararını gözeterek devlete ait topraklar üzerinde tasarrufta bulunurlar ve toprak imarının mülkiyet sebebi olması, sürekli olarak devletin iznine bağlı bulunur. Ebü Hanîfe bu görüştedir. Çünkü toprak üzerinde onu birine bağışlamak (ikta) vb. şekillerde tasarruf hakkı ve görevi devlet başkanına aittir.

İmam Malik, bu konuda şehir ve mücavir alan topraklarını birbirinden ayırmış, şehir topraklarını devlet başkanlığı sıfatıyla ilgili görmüştür. Çünkü buralarda oturan insanların huzur ve menfaatlarını korumak devlet başkanının sorumluluğu altındadır.11

Bu misalde de görüldüğü gibi Hz. Peygamber'in ortaya koyduğu tasarrufların, onun hangi vasfına ait olduğunu tesbit etmek fevkalade önem arzetmektedir. Zira sünnetin bağlayıcılık çerçevesini ortaya koyabilmek, bu noktanın doğru olarak tesbitiyle alakalı bulunmaktadır.

Sünnetin bağlayıcılığı, tartışmasız bir gerçektir. Cereyan ettiği konuya ve dayandığı vasfa göre kapsam ve fıkhî hüküm açısından (vacip, mendup, müstehab gibi) farklılık göstermesi onun temel niteliğini (bağlayıcılığını) ortadan kaldırmaz, aksine uygulama alanı ve kıymet hükmünün açıkça belirlenmesi anlamına gelir.


--------------------------------------------------------------------------------

9 Ahmed îbni Hanbel, Müsned, VI, 307, 320; Buharî, Ahkam 20
10 Buharî, Hars 15
11 Konuya ait geniş bilgi için bk. Karafi, İhkam, s. 86-109; İbn Aşür, Makasidu'ş-şeri'a, s. 27-40

Sünnetin Evrensel Bütünlüğü
Sünnetin tüm hayatı ya da hayatın tüm safhalarını bütün boyutlarıyla kucaklayıcı bir yapıya sahip olduğu açıktır. Bu durum, sünnetin evrensel bütünlüğü demektir.

"De ki, ey insanlar! Ben sizin hepinize göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın elçisiyim" 12 ayeti ve konuya ait diğer ayetler, bir taraftan İslam'ın cihanşümul bir din olduğunu ilan ederken bir taraftan da Hz. Peygamber'in elçiliğinin ve dolayısıyla onun sünnetinin, yaşama tarzının evrensel boyut ve karakterini ortaya koymaktadır.

İslam tebliğine muhatap olan insanlar arasında çeşitli açılardan farklılıklar olacağı pek tabiîdir. Bu farklılıklara rağmen her insan veya topluluk, yatıp kalkmak, yiyip içmek, ağlayıp gülmek, alış veriş, hayır-hasenat yapmak, öğrenip öğretmek, hastalanıp tedavî olmak gibi hayatın bütün hallerinde kendilerine örnek alacakları bir rehbere muhtaçtırlar. Bu ihtiyaç, ruhî ve hissî alanlarda ve ilişkilerde daha büyük boyutlardadır.

İşte bütün toplum kesimlerinin bütün ihtiyaçlarını ferd, aile, millet, ümmet ve insanlık seviyesinde ve evrensel çerçevede karşılamak, şekillendirmek, örneklendirmek sünnetin sorumluluğu ve özelliğidir. Allah Teala'nın Hz. Peygamber'i "en güzel örnek" diye tanıtması, onun hayatında bütün bu hayat şart ve şekillerine göre İslam çerçevesinde örnek alınabilecek ahenkli bir çeşitlilik, zenginlik, seyyaliyet ve uygulanabilirlik bulunduğunu göstermektedir. Hz. Peygamber'in hayatını ve ondaki çeşitliliği ashab-ı kiram, "O bir peygamberdir, bizden farklıdır. Biz kendi işimize bakalım" yorumu ile değil, "Onun bütün hareketlerinin bize bakan bir yönü mutlaka bulunmaktadır. Biz onu örnek almalıyız" yaklaşımı içinde algılamışlardır. Hz. Peygamber'in hayatını ciddiyet ve insaf ile tedkik eden herkes neticede, "tarih boyunca başka hiçbir kimsede toplanmamış, hayatın her yönünü etkileyen, şekillendiren üstün özelliklerin Resül-i Ekrem'de bir arada görüldüğünü" itiraf etmek zorunda kalmıştır.

Hz. Peygamber'in temiz bir geçmişe sahip olduğu, hem Kur'an-ı Kerîm'in şehadeti hem de Mekkelilerin kendisine "el-Emîn" lakabını vermelerinden anlaşılmaktadır. Peygamberliğine karşı çıktıkları zaman o kendisini "daha önce yıllarca aralarında yaşamış olduğu"nu hatırlatarak savunmuştur. Bu demektir ki, Hz. Peygamber'in, peygamberlik öncesi hayatı bile örnek alınabilecek temizliktedir.

Onun peygamberlik günleri, hemen hemen her safhasıyla gözler önündedir.

Örnek alınacak şahsın pratik bir hayat sahibi olması fevkalade önem taşımaktadır. Bu da örneğin, çok yönlü bir yaşayış deneyimine sahip olmasıyla mümkündür. Ümmet için Hz. Peygamber'in yegane örnek oluşu biraz da bu açıdan ele alınmalıdır. Zira sünnet, Hz. Peygamber'in, Allah'ın emirlerine uygun hareket etmek maksadıyla seçip yaşadığı hayat, gittiği yol demektir. Bir anlamda sünnet, son ilahî kitap Kur'an'ın, "son peygamber", "alemlere rahmet ","üsve-i hasene", "büyük ahlak sahibi", "mü'minlere düşkün ve onların sıkıntıya uğraması kendisine çok ağır gelen" bir Allah elçisi olarak Resülullah tarafından evrensel planda ortaya konmuş nebevî yorumudur. Bu sebeple de Kur'an-ı Kerîm, beşerî, coğrafî, tarihî, sosyal, meslekî ve ekonomik farklılıklarına rağmen bütün insanları Resülullah'ın siretine, hayat modeline uymaya, onun izinden gitmeye, onun yoluna koyulmaya davet etmektedir. Çünkü onun sünneti, muhtelif toplum kesimlerinin hepsine birden örnek olabilecek zenginliktedir. Onun hayatı, canlı Kur'an niteliğiyle insan hayatına tam bir uygulama örneği ve ışığıdır. Herkes onda örnek alabilecek bir yön bulabilir. Sünneti bu bütünlük, zenginlik ve evrensellik içinde düşünmemek, Hz. Peygamber'i ve onun şekillendirdiği İslam hayatını kavramakta ve tabiatıyla Resülullah'ı anlamakta çekilen güçlüklerin ve düşülen yanlışların gerçek sebebidir. Konuya ait bütün olumsuz ve temelsiz düşünce ve beyanların düzeltilebilmesi, sünneti evrensel boyut ve bütünlüğü içinde algılayabilmeye bağlıdır.

Hz. Peygamber'in sünnetinin evrensel boyutta uygulanabilir bir bütünlüğe ve esnekliğe sahip olduğunu gösteren ashab-ı kirama ait bir kaç tesbiti şöylece sıralayabiliriz:
Yapılabilecekleri emrederdi: Hz. Aişe anlatıyor: "Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabına emrettiği zaman, daima kolaylıkla üstesinden gelebilecekleri amelleri emrederdi".13

Ümmetini düşünürdü: İbni Abbas radıyallahu anhüma, Hz. Peygamber'in, "Ümmetimi meşakkate sokacağından endişe etmeseydim, yatsı namazını geç saatlerde kılmalarını emrederdim" buyurduğunu 14; Ebü Hüreyre radıyallahu anh de "Ümmetime zor geleceğinden endişe etmeseydim, onlara her abdest alırken misvak kullanmalarını emrederdim" buyurduğunu 15 haber vermektedirler. Yine Ebü Hüreyre radıyallahu anh'ın bildirdiğine göre Hz. Peygamber "Sizi bir şeyden menettiğim zaman ondan kesinlikle kaçının. Bir şey emrettiğimde ise, onu gücünüz yettiğince yerine getirin"16 buyurmuştur.

Resül-i Ekrem Efendimiz gösterdiği yolda, dinî gayretle de olsa, aşırı davranılmasını asla tasvip etmemiştir. "Bazılarına ne oluyor ki, benim yaptığım bir şeyi yapmaktan çekiniyorlar. Allah'a yemin ederim ki, içlerinde Allah'ı en iyi tanıyan ve O'ndan en çok korkan benim"17 buyurarak kendisinden daha ileri bir müslüman olma imkanının bulunmadığını dile getirmiştir.

"Yapılabilecekleri emretmiş" olmasına rağmen, onun emirlerini önemsemeyerek karşı çıkanları da asla hoş karşılamamıştır. Seleme ibni Ekva anlatıyor: Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem sol eliyle yemek yiyen Büsr İbni Rai'l-ayr'i gördü ve kendisine:

- "Sağ elinle ye!" buyurdu. Büsr:
- Yapamıyorum, dedi. (Müslim'in rivayetinde onun, bu sözü kibirlenerek söylediğine işaret edilmektedir). Hz. Peygamber:
- "Yapamaz ol!" buyurdu. Ravi Seleme İbni Ekva diyor ki, "Bundan sonra adamın sağ eli ağzına ulaşamaz oldu".18

Hz. Peygamber çevresine karşı duyarlıydı, cemaatini gözetirdi.

Enes ibni Malik radıyallahu anh'ın şu müşahedeleri bunu göstermektedir:

"Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem, hiç bir şeyi eksik bırakmaksızın, insanların en hafif namaz kıldıranıydı."

"Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem namazdayken, annesinin yanında mescide gelmiş bir çocuğun ağlamasını işitir de kısa bir süre okuyuverirdi".19

Kolaylaştırma onun temel prensibiydi. Hz. Peygamber bu prensibi "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz!"20 şeklinde tesbit ve ilan etmiştir.
Bütün bu nakillerden çok açık bir şekilde anlaşılacağı gibi sünnet, kolaylaştırma ve sevdirme çizgisinde İslam'ın uygulanışından ibarettir. Bu sebeple de her insan ve toplum Hz. Peygamber'in hayatında ve sünnetinde kendilerine örnek olacak bir çok yön ve olay bulabilir. Çünkü bütün insanlığı bir şahsiyette toplayıp misallendirmek Allah Teala için asla zor değildir. Bu sebeple Hz. Peygamberin sireti, hayatın her safhasını kapsayan bir bütünlük içindedir. O Allah'ın kendisine verdiği yetki ile, ülkelerinde krallara, devlet başkanlarına; yollarda, yaylaklarda çobanlara; mekteplerde hocalara; sınıflarda öğrencilere; obalarda fakirlere; köşklerde zenginlere; otağlarda, kışlalarda ordulara, komutanlara; yuvalarda analara-babalara, yavrulara kısaca bütün insanlara aynı çağrıyı yapmakta, kendisini izlemeye davet etmektedir. Çünkü onun sireti, bütün insanlık için en güzel örnektir. Çünkü onun sünneti, dünyayı kucaklayıcı bir zenginlik, çeşitlilik, pratiklik, bütünlük ve ahenk manzumesidir.

Hz. Peygamber'in harb-sulh, ibadet-ticaret, hak ve adalet, suç-ceza gibi ciddi ve önemli konularla meşgul olması hemen herkes tarafından pek tabiî karşılandığı halde, onun, günlük insan hareketlerinin biçim ve şekilleriyle de meşgul olmasını bazıları akıllarına sığdıramayabilirler. Nitekim Selman-ı Farisî'ye bir müşrik biraz da alaylı bir eda ile şöyle dedi:

- Görüyorum ki dostunuz Muhammed, size her şeyi, ama her şeyi, hatta helaya nasıl oturacağınızı bile öğretiyor?

Selman, gayet ciddî bir eda ile:

- Evet, gerçekten de öyle, diye onu tasdik ettikten sonra Hz. Peygamber'in tuvalet adabıyla ilgili tavsiyelerini sıraladı.21

Hiç kuşkusuz işlerin ve konuların önemlerine göre sıralanması esastır. Ancak insan hayatındaki her şeyin belli şekillerle ıslah edilmesi, inanç sisteminin gereklerine uygun hale getirilmesi de aynı derecede önemlidir. Hz. Peygamber ümmetine bir baba gibi her konuyu öğretmiş, onların izzet ve şerefine yaraşır davranışları göstermiştir. Bunda "küçük işlerle meşguliyet" gibi bir basitlik değil, "en küçük ayrıntıyı bile ihmal etmeme derecesinde bir ciddiyet, sorumluluk ve insanı bir bütün olarak değerlendirme" gibi derin ve anlamlı bir hassasiyet yatmaktadır. İşte Selman, bunun farkındaydı ve aklınca alay etmek isteyen "bir peygamber de böyle şeylerle uğraşır mıymış?" demeye getiren devrin çağdaş müşrik kafasına gerçeği bütün safiyeti ve açıklığı ile haykırıyordu:

"Evet, herşeyi bize o öğretiyor!."

Abdullah İbni Ömer radıyallahu anhüma da kendisine:

- Biz hazar namazı ile, korku (havf) namazını Kur'an'da buluyoruz. Fakat sefer (yolculuk) namazını Kur'an'da bulamıyoruz. Nasıl oluyor bu? diyen Ümeyye İbni Abdullah İbni Halid'e;

- Bak yeğenim! Biz hiçbir şey bilmezken Allah bize Muhammed'i peygamber olarak gönderdi. Biz, Muhammed'i neyi, nasıl yaparken görmüşsek, onu öylece yaparız"22 diyor, ashabın bilgi kaynağının ve her sahada örneğinin Hz. Peygamber olduğunu açıkça ifade ediyordu.

Hz. Peygamber'in sünnetinin, evrensel karakteri, onun ashab-ı kiram tarafından değiştirilmesine mani olmuştur. Nitekim Hz. Aişe: "Eğer kadınların yeni yeni icad ettikleri halleri Resülullah görseydi, -İsrailoğullarının kadınlarının men olunduğu gibi- onları mescidlere gitmekten menederdi"23 demekle beraber, böyle bir yasaklama yoluna ne kendisi gidiyor, ne de halifelerden böyle bir yasak getirmelerini istiyordu. Çünkü "Allah'ın hanım kullarını, Allah'ın mescidlerinden men etmeyiniz!"24 hadîs-i şerîfi ona bu yetkiyi vermiyordu.

Sünneti evrensel bütünlüğü içinde düşünmek ve onu her hareketimizde çıkış noktası olarak benimsemek, kendi içimizde tatmin edici bir yoruma kavuşturamadığımız sünnet verilerini hemencecik reddedivermekten bizi kurtaracaktır. Hatta onların da geçerli olacağı yöre ve dönemlerin bulunabileceği fikrine ve rahatlığına ulaştıracaktır. Bu ise İslam kültürü olduğunu belirttiğimiz sünnete dair hiçbir bilgi ve belgenin zayi olmamasını gerektirir. Hz. Peygamber bütün hayatı boyunca, söz ve davranışları ile Kur'an'da bildirilen hakikatların izahını yapmıştır. Bu sebeple Zührî'nin dediği gibi, "Peygamberlik Allah vergisidir. Resül'e tebliğ, bize de teslimiyet düşmektedir" 25.
Netice itibariyle bir kere daha vurgulamamız gerekirse, sünnetin temel özelliğini gerçekçilik, evrensellik ve esneklik yani uygulanabilirlik olarak tesbit etmemiz mümkündür. Aslında bunlar, bizzat İslam'ın temel özellikleridir.

İslam, en son ve en mükemmel din, Hz. Muhammed de en son peygamberdir. Kıyamete kadar geçerli olan Kur'an ve onun birinci dereceden açıklaması ve uygulama biçimi demek olan sünnet, her türlü şart altındaki insanların meselelerine çözüm getirmek ve müslümanlar arasında inanç ve davranış birliğini sağlamakla yükümlüdür. Böyle olunca da sünnetin gerçekleri esas alması, insanı tanıması, ona her türlü imkan ve şartta yaşayabileceği genel esasları tedricî olarak öğretmesi, aynı konuda uygulanabilir farklı şekil ve biçimleri sunması pek tabiîdir. Bu söylediklerimiz, cihanşümullüğün yani evrenselliğin bir sonucudur.

Aynı konuda farklı bilgiler ve değişik uygulama imkanları sunan hadislerin, bu açıdan bakıldığı zaman tabiîlikler manzumesi oldukları, bu bahis konusu farklılıkların ya da seçenek imkanlarının ümmet için tam bir rahmet vesilesi olduğu açıktır. Zira İslam belli bir yöre veya şehir halkına gelmiş değildir. Eğer öyle olsaydı, daha net ve değişmeyen uygulamalar teklif ederdi. Halbuki İslam, bütün insanlara gelmiş bir dindir. Bu yüzden de getirdiği esasların kıyamete kadar dünyanın her tarafında uygulanabilir olması, kendisine inananların hidayetlerini temin edebilmesi açısından hayatî bir zorunluluktur.


--------------------------------------------------------------------------------

12 A'raf süresi (7), 158
13 bk. Buharî, İman 13
14 Buharî, Mevakît 24
15 Müslim, Taharet 42
16 Buharî, İ'tisam 2
17 Buharı, İ'tisam 5
18 bk. 161, 614, 742 numaralı hadisler
19 Buharî, Ezan 65; Müslim, Salat 37, 187
20 Buharî, İlim 11
21 bk. Müslim, Tahare 57-58
22 Nesaî, Taksîru's-salat 1
23 Buharî, Ezan 163; Müslim, Salat 144
24 Buharî, Cum'a 13
25 bk. Begavî, Şerhu's-sünne, I, 217


ve hadis kitaplarında yer alan hadislere baktıgımızdada hz ömerden hadis nakledildigini göre biliriz






Hz. Peygamber, vahiy, üstün beşerî akıl ve nebevî akıl ya da peygamberlik birikimi (meleke-i nübüvvet) denilen üçlü bir yolla ilim elde etme imkanına sahip bulunmaktadır. Vahiy gibi diğer insanların ulaşması mümkün olmayan bir bilgi kaynağıyla uzun süre temasta bulunan beşerî aklın en üst seviyesine sahip Hz. Peygamber'de, meleke-i nübüvvet denilen bir peygamberane ictihad kabiliyet ve birikiminin oluşacağı muhakkaktır. Bu yetenek sayesinde Hz. Peygamber, başkalarının intikal edemediği birtakım ilahî gerçekleri kavrayıp en uygun ifade ve uygulamalarla insanlara anlatır. Sünnetin ulaşılmaz boyutu, başkalarının yorumlarından üstün oluşu işte buradan kaynaklanmaktadır.

Hz. Peygamber'deki bu peygamberlik melekesine, diğer bir ifadeyle nübüvvet ilmine, Kur'an-ı Kerîm değişik kelime ve tabirlerle işaret buyurmaktadır: Zikir, hüküm, hikmet, şerh-i sadr, tefhîm, ta'lîm ve irae gibi kelime ve terimler bunlardandır. Hz. Peygamber'in ilahî iradenin beyanı niteliğindeki açıklamaları, ilahî anlatım ve denetim altındaki nebevî akıldan doğmaktadır, denilebilir. Sünnetin bağlayıcılığı da işte bu ilahî-nebevî niteliğinden ileri gelmektedir.
 

casus021

New member
Katılım
30 Ocak 2007
Mesajlar
1,475
Tepkime puanı
380
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Web sitesi
www.islamportali.net
ve bazı noktalarda hadise ihtiyac vardır kardeşim bunu için hz. hz.ömer hz.ali hz.osmanın hadislere neden karsı ve neden yasakladıgını biliyormusunuz ve yukarıda verilen ayet ve hadislerin tamamı yazılmışmıdır hayır tamamı yazılmış degildir bu konu yine bu sitede açılmıştır ve gerekli cevap verilmiştir yeri geldiginde dinden çıkana ölüm verilir ve yukarıdaki ayette dinden zorlama yoktur kime zorlama yoktur bakın dinde zorlama vardır bunu bizzat kuran söylüyor hadis söylüyor fakat okuyup anlamak ve idrak etmek gereklidir öyle ahkam kesmekle olmaz araştırda gel kardeşim hz aliden nice hadis nakledilmiştir hz osmandan nice hadis rivayet edilmiştir madem yasaklıyor neden hadis söylüyor söylermisiniz onların yasakladıgı hadisler ise söyledikleri hadisleri dogrulayacak sahit bulamadıkları için o hadisleri yasaklamıştır kardeşim hadis ögrenenlere baktıgımızda ise bir hadisin dogrulugu için bir çok kişiden aynı hadisi duymaları ve aynı kişilerden nakledilmesi görüsünü benimesmişlerdir sunuda belirmek gerekiyor ki

kuranda namaz hükmü var fakat detaylı bir açıklama yok zekat hükmü var fakat detaylı açıklama yok hac hükmü var fakat detaylı açıklama yok ölünün yıkanması ve defni ve namaz konusunda ayet yok sadece ayette onların cenazelerinin basında durma namaz kılma ve dua etme diyor fakat dtaylı açıklam yok ve onun drumu onlara anlat dili köpegin dili gibi olan adamın durumunu onlara anlat diyor fakat bunu adamın durumunu bizzat ALLAH peygamberini anlatmasını istiyor ve iman ve islam hakkında nice hadis vardır ve bunları kuran ile karşılastırdıgımızda ayette hiç bir ters tarafını görmeyiz bizat peygamber s.a.v sözünü ve yaptıklarını destekleyen ayetler vardır
 

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
yahu arkadaş neden şunu idrak edemiyorsunuz? topunuzu toplasanız 10 tane ayeti bilmezsiniz genel konuşuyorum. Maalesef toplumumuz Kurandan birhaber ilgilenenlerde yüzeysel arapça kıraatli okumayı maarifet sayıyor. Yada Ayeti anlamını öğrenirimde sonra sapıtırım fobisi ile Kurana yaklaşmıyor bile Çoğunluk gibi 25 cilt kütübü sitte ya bol fıkıh ya bol akaid Yani Kurandan gayri herşeye herkeze ilgi var iş Kurana geldim mi Herkezde İSTEMEZÜK HAVASI HAKİM Bu gidişat nereye? hadisle fıkıhla akaidle nereye kadar? soruyorum amaç ne? Kurana yaklaşmak mı? Uzaklaşmak mı?
 

casus021

New member
Katılım
30 Ocak 2007
Mesajlar
1,475
Tepkime puanı
380
Puanları
0
Yaş
40
Konum
istanbul
Web sitesi
www.islamportali.net
hadis fıkh ve akaid in içinde yine kuran ayetleri var kardeşim kimse kuranı bıraktıgı yok ve bırakım başkalarına inanırsa zaten tamamen kaybetmiş olur tek yönlü düsünüldügünde zaten birşey anlasılmaz hayatımıza hem kuran ile hem peygamberin yasantısı ve sözleriyle yön vermeliyiz ayetin buyurdugu gibi o da sizin için güzel örnekler vardır ve onun ahlakıyla ahlaknın diye buyrulur
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
yahu arkadaş neden şunu idrak edemiyorsunuz? topunuzu toplasanız 10 tane ayeti bilmezsiniz genel konuşuyorum. Maalesef toplumumuz Kurandan birhaber ilgilenenlerde yüzeysel arapça kıraatli okumayı maarifet sayıyor. Yada Ayeti anlamını öğrenirimde sonra sapıtırım fobisi ile Kurana yaklaşmıyor bile Çoğunluk gibi 25 cilt kütübü sitte ya bol fıkıh ya bol akaid Yani Kurandan gayri herşeye herkeze ilgi var iş Kurana geldim mi Herkezde İSTEMEZÜK HAVASI HAKİM Bu gidişat nereye? hadisle fıkıhla akaidle nereye kadar? soruyorum amaç ne? Kurana yaklaşmak mı? Uzaklaşmak mı?


Haddi aşmamak lazım!

Hadisi ve Sünnet takip etmek, öğrenmek, Kur'an ı ve İslamı öğrenmektir. Kimsenin Kur'an dan kaçtığı veya koptuğu yok.
Kur'an okuyup da yapılacak ameli anlayıp idrak edecek ölçüde bilgili insan zaten ilmihal, akaid, fıkıh, hadis köprülerini geçmiş insandır. Bu gün sokaktaki insanın kaç tanesi direkt Kur'an okuyup, anlayıpta, onunla amel edecek ölçüde bilgi sahibidir? Haa, siz deyin ki " Kur'an dan da uzak kalmayalım, O'nu da muhakkak her gün okuyup, anlamaya çalışalım." Deyin ki " Aman dikkat, hatalı kaynaklardan İslamı öğrenmeyin." Ama belli ölçüde ilahiyat bilmeyen insan Kur'an mealinden nereye kadar ne anlayacak?
Hadisle, fıkıhla, akaidle nereye kadar diyorsunuz. Bu hadis, fıkıh, akaid ne anlatıyor, nefisden ve hevadan mı? Onlarda Allah'ı ve O'nun emirlerini anlatıyor. Bir şey yapmaya çalışırken, başka şeyleri yıkmamak lazımdır. Burada yazılan bu yazıları, her bilgi düzeyinde insan okuyup, bazıları da bu kaynaklardan etkilenmektedir. Bu nedenle tam yamına doğru enforme etmek lazımdır.
 

ibrahim571632

New member
Katılım
3 Tem 2007
Mesajlar
705
Tepkime puanı
756
Puanları
0
Konum
Mersin
Kendi içinde çelişkili ifadelerle dolu bir yazı.
Eğer amaç yukarda değindiğiniz çelişkili ifadeleri bertaraf etmekse hakikati ifade etmekte kullanacağınız araç Kur'an ve Sünnet olmalıydı.Oysaki siz Eksik TARİH bilgilerinizle konuyu oldukça kasmışsınız.Evet araç Kur'an ile birlikte Sünnet-hadisler olmalı ama sen kafadan hadisleri halifelere yasaklattın.

Nasıl oturup hadis tartışacağız anlamadım.Halifeler söz konusu eylemleri yapmış olsalarda muvakkat bir dönem ile sınırlıdır.Siz kalkacaksınız ve bütün bir islam ümmedinin 2.asli kaynağı olan Sünnet menbağını kesecek,yasaklatacaksınız.Peki bugün okuduğumuz sahih ve uydurma hadisler nerden peydah oldu.

Rasulullah hilafet makamındakilerin sahip oldukları ferasetten haşa uzakmıydı da Rabbinden aldığı emirle Kur'an ve Ben dedi.Evet eğer sünnetin dini zirüzeber etmesinden endişe etseydi kendisi niye konuşsun.Evvela buna mahal vermezdi.Veya yaşamında yasaklardı.

Asıl sorun Kur'an ile mütemmimcüz olan, ayrılmaz parça olan sünneti yalnız idrak etmeye çalışmaktır.Sünnet ile ifade edilmek istenen hakikati Kur'anda aramamak yada yalnış zamanda yalnış yere bakmaktır.

Gelelim sıkıntılarına;

Dinde zorlama yoktur emri ilahisi din mensubu olmayanlara mahsustur.İslamdan çıkmayı muradeden adam zannediyormusunki yeni dininin mensuplarına islam harika bir dindi diyecek. Tabiki Allahın hoşnut ve razı olduğu dini karalayacak dinamitleyecek antipati toplatacak.Sen böyle adama cezamı yoksa mükafatmı verirsin.

Kan aldırma olayına gelirsek Kan aldırmak orucu bozmaz. Nitekim Hz. Peygamber ihramlı iken ve oruçlu bulunduğu sırada kan aldırmıştır ( Buharî, "Tıb",11, "Sayd", 11, "Savm", 22; Ebû Davûd, "Savm", 28-30; Tirmizi, "Savm", 59,61; İbn Mâce, "Sıyâm", 18.).

Ayrıca Hz. Peygamber :"Üç şey vardır orucu bozmaz: Kan aldırmak, kusmak, ihtilam olmak.'' (Tirmizi, "Savm" 24, ) buyurmuştur.

hadisde açık ravileride.... açık olmayan sizin icma hakikatinden habersizliğiniz.Ayrıca ittifaken hadis naklinin hadisi sahih kıldığından habersizliğiniz.

Hiç kimse kalkıp Rasulullahtan(A.s) rivayet edilegelen her hadis sahihtir diyemeyeceği gibi her hadis uydurmadırda diyemez.Nasıl ki Kur'anın her ayetinden idrak edilegelen mana malesef herkes için bir değil aynen öylede her hadis için idrak edilen anlamda okuyana göre farklılık gösterebiliyor.

Selam ve Muhabbetle....
 

Zadul_Mead

New member
Katılım
28 Haz 2008
Mesajlar
74
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
41
Cevap

Cevap

Rasülullah ın s a v in Hadislerini Tebliğ ve
Doğru Olarak Aktarmanın önemi

Allah Teala buyurdu :

Allah Rasülü size ne verirse onu kabul edin ve neden sakındırırsa ondan da kaçının Allah a karşı takva sahibi olun. Şüphesiz Allah azabı şiddetli olandır ( Haşr 59/7)

Abdurrahman b. Ebân b. Osman'dan ra

Zeyd b. Sabit (Radıyallahü anh) gün ortasına doğru Mervan'ın yanından çıktı. Biz de:
'Bu saatte, kendisine bazı sorular sorulmasaydı Mervan'ın yanında bulunmazdı' diye konuştuk. Ben kalktım ve konuşulan şeyi sordum, dedi ki: 'Evet, Rasûlullah'tan s a v
duyduğum bazı hadisleri sordu, ben Rasûlullah-ın şöyle dediğini İşittim:

Benden bir hadis duyup başkasına aktarmak için onu ezberleyenin yüzünü Allah ağartsın/aydınlatsın. Nice fıkıh/dini bilgiler öğrenen var ki âlim değildir ve nice fıkıh/dînî bilgiler öğrenen var ki kendilerinden daha fazla anlama kabiliyeti olanlara naklederler.



Üç şey var ki dünyanın sonuna kadar Müslüman kalbi (onların doğru olduğunda) yanılmaz . Allah için samimiyetle amel etmek, yöneticilere nasihat etmek ve İslâm toplumu ile beraber hareket etmek.

Onların daveti, kendilerinden sonra gelenlere de faydalı olur. Kimin hedefi âhiret kazancı olursa Allah onun kazancını toplar (bereketlendirir), kalbinde kanâat yaratır ve istemediği hâlde kendisine dünyalık ulaşır. Kimin niyeti de dünyalık kazançsa Allah onun kayıplarını artırır, gözünde fakir kalma duygusu yaratır ve (ne kadar hırslı olursa olsun) ancak takdir edilen kadar kendisine dünyalık ulaşır." Bize Mervan; 'es-Salâtü'l-Vüsta'yı (orta namazı)' sordu, "'O, öğle namazıdır' dedik Sahihi Müsned IV/80





îbn Mes'ûd'dan ra : Rasûlullah'ın ( s a v ) şöyle dediğini işittim :

Benden bir hadis duyup, başkasına aktarmak için onu ezberleyenin yüzünü, Allah ağartsın/aydınlatsın. Nice aktarılan kişi var ki duyandan daha iyi ezberler/anlar : Sahihi Müsned I/437 H.no 4157 Tirmizi ilim 7 H.no 2657. Hasen sahih ) 2658 ) Şafii Müsned s 240 :


Rasûİullah (Sallallahü aleyhi ve sellem) bu kısımda, hadis eğitiminin önemini vurgulamakta ve hadisleri doğru olarak öğrenip yaygınlaştırmaya çalışanlara hayır ve bereketle dua etmektedir. Son din İslâm, Rasûlullah dönemindeki orijinalitesi ile nesilden nesle aktarılacak ve asırlar geçse de hadisler unutulmayacaktır.


Bu ümmetin en önemli özelliklerinden birisi de Peygamberlerinin hadislerine ve Sünnet'ine sahip çıkmalarıdır. Her hadis, senediyle aktarılmış hadisin doğruluk/sahihlik derecesini ölçmede objektif ölçüler konmuştur. Dinimiz, Kur'an yanında Sünnet (Kur'ân'ın Rasûlullah tarafından açıklanması ve yaşanması) boyutu ile de sağlam olarak aktarılmıştır Elhamdülillah ..

Bazılarına Ebu Hureyre ra tenkit eder çok hadis rivayet etti diye gelin bunun birde iç yüzüne bakalım : Ebu Hureyre
(radıyallâhu anh) hicretin yedinci yılında Müslüman olmasına rağmen nasıl beşbin küsur hadis rivayet etmiştir demeleri ve bu sözle insanları beşbin küsür hadiste şüpheye düşürmenin yanı sıra en muteber sahih hadis kitaplarında bile rivayeti bulunan bu sahabe hakkında ve sahih hadis kitapları hakkında şaibe uyandırmaları gibi. Oysa işin aslı hiç de böyle değildir. Bâki ibni Mahled’e göre;
Ebu Hureyre 5374 hadis rivayet etti demiştir, bu sayı rivayet edilen hadis sayısı değil, Ebu Hureyreden aynı hadisi farklı kimselerin işitip rivayet etmesiyle artan senet sayısıdır. Senetleri farklı olan aynı hadisler çıkarıldığında Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği hadis sayısı sadece 1236’dır. Kendisinden en az 9 talebesi hadis yazmış ve rivayet etmiştir. Bu rakam ise garipsenecek bir rakam değildir,








Hz. Aişe annemiz (Radıyaiiahu anhâ) dedi ki 'Ebû Hüreyre (Radıyallahu anh) seni şaşırtmadı mı? Geldi, odamın yakınına oturdu, hadis rivayetine başladı ve bana da duyurmak istiyordu. Ben ise nafile namaz kılıyordum. Namazım bitmeden kalktı ve gitti. Eğer yetişseydim; Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) hadisi sizin aktardığınız gibi (hızlıca) aktarmazdı' diye reddedecektim : Sahihi müsned III/ 39
Nevevi Şerhu sahihi Müslim XVI/54





Açıklama


Bu rivayette Hz. Aişe annemizin (Radıyallahu anhâ) Ebû Hüreyre'yi (Radıyallahuanh) hızlı hareket ettiği için tenkit ettiği görülmektedir. Çünkü Enes (Radıyallahu anh); ' Peygamberimiz s a v konuştuğunda, bunu üç kere tekrar ederdi diye rivayet etmektedir. Öğreticinin teennî ile hareket etmesi tavsiye edilmektedir yani bu tenkit Ebu hureyrenin çok hadis rivayet ettiğinden değil hadisleri hızlı hızlı rivayet ettiğinden kaynaklanmaktadır bazılarıda bunu saptırıp çok hadis rivayet etti diye tenkit edildiğini söylerler :vah zavallılar vah :


Konu
Ebû Hureyre`nin Çok Hadîs Rivâyet Etmesi
Baslik
Ebû Hüreyre (r.a.)`in Hiç Bir Şeyi Unutmamasının Hikmeti
Ravi
Ebû Hüreyre
Hadis
"Yâ Resûlâ`llâh, Sen`den bir çok hadîs işitiyorum da unutuyorum." dedim. "Ridânı (futanı) yay." buyurdu. Yaydım. Elleriyle (bir şey) avuçlayıp (ridânın) içine at(ıyor gibi yap)tı. Sonra: "Topla." diye emretti. Ridâmı topladım. İşte ondan sonra (artık) hiçbir şey unutmadım.


Sahihi Buhari ilim babı


Berâ b. Âzib'den (Radıyallahu anh 'Bütün bu hadisleri, biz Rasülullah'tan (Sallallahü aleyhi ve sellem) duymadık, arkadaşlarımızdan bazıları da duyduklarını bize naklederdi. Çünkü develeri gütmek bizi meşgul ederdi (ve Rasûlullah'ı sürekli izleyemezdik). Sened: Sahih: Müsned, IV/283, H.no: 18404; Benzer rivayet için bk. IV/283, H.no: 18409; Heysemî, râvîlerinin sahih ricali olduğunu söyler. Bk. Mecma', 1/154

Açıklama


Rasûlullah'ın (Sallallahn aleyhi ve sellem) yanında, sahabe-i kiramın hepsinin sürekli durması mümkün değildir. Çünkü insanlar çeşitli işlerde çalışmakta ve farklı mekânlarda bulunmaktadır. Ancak bu fedakâr insanlar, nöbetleşe Rasûlullah'ın sohbetine katılmakta ve duyduklarını diğer kişilere anlatmaktadırlar. Bu şekilde bir şuur toplumu oluşmakta ve İslâmî bilgiler hızla Müslümanlar arasında yayılmaktadır. Nöbetleşe çobanlık yapmak suretiyle Allah Rasûlü'nün sohbet halkasına katıldıklarından bahseden sahâbîlerden biri de Ukbe b- Âmir'dir


Hadis yazma işi İlk dönemlerde yasaklanmış mıydı?

2665- Ebû Saîd el Hudrî (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Peygamber (s.a.v.)’den hadisleri yazmak hususunda izin istedik fakat (Kur’ân ile karışabilir tehlikesinden dolayı) bize izin verilmedi.” (Müslim, Zühd: 17)
Tirmizî: Bu hadis başka bir şekilde de Zeyd b. Eslem’den de rivâyet edilmiş olup Hemmâm da kendisinden rivâyet etmiştir.

Açıklama

Bu rivayette geçtiği gibi İslâm'ın İlk döneminde hadislerin yazılması yasaklanmış olabilir. Bunun sebebi?

1- K.ur'ân'la beraber hadislerin de yazılması durumunda iki metnin karışması endişesi,
2- İslâmî bilgilerin olgunlaşmadığı ilk dönemde yazılan bazı rivayetler, daha sonra nesh, tahsis ya da kayıtlama olguları karşısında zorluk çıkartabilir ve metinler karışabilir kaygısı ile sadece sözlü rivayet ve nakil serbest bırakılmış olabilir. Ancak daha sonra hadislerin bazı sahâbîlerce yazıldığı kesindir

Hadis yazma işine sonradan izin verildi mi?
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre: “Rasûlullah (s.a.v.) bir hutbe verdi ve hutbesinde bir kıssadan bahsetmişti. Bunun üzerine Ebû Şah: Ey Allah’ın Rasûlü! Dedi. Bana bu kıssayı yazınız. Rasûlullah (s.a.v.)’de Ebû Şah için bunu yazınız” buyurdu. (Tirmizî rivâyet etmiştir.)
 Bu hadis biraz uzuncadır. Şeyban, Yahya b. ebî Kesîr’den bu hadisin bir benzerini rivâyet etmiştir.

Hemmâm b. Münebbih (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ebû Hüreyre’nin şöyle söylediğini işittim: “Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından hiçbir kimse benim kadar hadis rivâyet etmiş değildir. Ancak Abdullah b. Amr bunun dışındadır çünkü o yazıyordu ben ise yazmıyordum.” (Buhârî, İlim: 17; Dârimî, Mukaddime: 27)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Vehb b. Münebbih, Hemmam b. Münebbih’in kardeşidir.


hadis diye yalan söyleyen kimseler Cehennemliktir
Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim bilerek bana ait imiş gibi bir sözü söylerse Cehennem’deki oturacağı yere hemen hazırlansın.” (Buhârî, İlim: 27; İbn Mâce, Mukaddime: 17)

Ali b. ebî Tâlib (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bana ait imiş gibi, bir sözde yalan söylemeyin kim benden olmayan bir şeyi bendenmiş gibi yalan olarak söylerse Cehenneme girer.” (Buhârî, İlim: 27; İbn Mâce, Mukaddime: 17)

 Bu konuda Ebû Bekir, Ömer Osman, Zübeyr, Saîd b. Zeyd, Abdullah b. Amr, Enes, Câbir, İbn Abbâs, Ebû Saîd, Amr b. Abese, Ukbe b. Âmir, Muaviye, Büreyde, Ebû Musa el Gafıkî, Ebû Umâme, Abdullah b. Amr, el Mukanna’ ve Evs es Sekafî’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Tirmizî: Ali hadisi hasen sahihtir.

Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim benden olmadığı halde bana ait imiş gibi yalan söylerse –zannedersem kasıtlı olarak dedi- Cehennem’deki evine hemen hazırlansın.” (Buhârî, İlim: 27; İbn Mâce, Mukaddime: 17)

Yalan olduğunu bildiği halde bir sözü hadis diye aktarmak

Muğîre b. Şu’be (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim yalan olduğunu bildiği halde benden bir hadis anlatırsa iki yalancıdan biri kendisidir.” (Müslim, Mukaddime: 17; İbn Mâce, Mukaddime: 27)
 Bu konuda Ali b. ebî Tâlib ve Semure’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Şu’be bu hadisi Hakem’den, Abdurrahman b. ebî Leylâ’dan, Semure’den rivâyet etmiştir. A’meş ve İbn ebî Leylâ ise Hakem’den, Abdurrahman b. ebî Leylâ’dan ve Ali’den rivâyet etmişlerdir. Abdurrahman b. ebî Leylâ’nın Semure’den rivâyeti hadisçiler yanında daha sahihtir.
Tirmizî: Ebû Muhammed, Abdullah b. Abdurrahman’a Peygamber (s.a.v.)’in: “Kim yalan olduğunu bildiği halde benden bir hadis anlatırsa iki yalancıdan birisidir.” Bu hadisi hakkında şöyle sordum: “Bir hadisi senedinin yanlış olduğunu, bildiği halde rivâyet eden kişinin Peygamberin bu hadisine girmesinden korkulur mu? Yahut herkes tarafından mürsel olarak rivâyet edilen bir hadisi müsned olarak rivâyet etse veya senedini değiştirse bu hadisin hükmüne girer mi? Şöyle cevap verdi: “Hayır, fakat bir kimse bir hadis rivâyet ettiği zaman Peygamber (s.a.v.)’den o hadisin aslı bilinmediği halde onu yine rivâyet ederse; bu hadisin hükmüne girmesinden korkarım.”

Hadisleri inkar edenler de olacak mı?
Ebû Rafî (r.a.)’den rivâyete göre, -başkaları bu hadisi merfu olarak rivâyet ettiler şöyle demiştir: “Dikkat edin! Sizden birinizi; emrettiğim veya yasakladığım konulardan birisi kendisine ulaşınca koltuğuna yaslanmış durumda iken, bilmiyorum Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız (hadisleri tanımayız derken) bulmayayım.” (İbn Mâce, Mukaddime: 2; Ebû davud, Sünnet: 17)
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

İmam Şafi'i (r.a) dedi ki Rasûlullah (s.a.s)'in bütün sünnetlerine tabi olmayı Allah (c.c) bize farz kıldı. Bu sünnete bağlı olmayı Allah'a itaat, karşı gelmeyi Allah (c.c)'a isyan olarak nitelendirdi. Bu sünnetlere bağlanmamak için özür kabul etmedi Şafi er risale s 88

Usûl alimlerince bilinen şartlar çerçevesinde, Rasûlullah (s.a.s)'in hadislerini (ister söz, ister amel olsun) kim delil olarak kabul etmezse, o kişi İslâmmilletinden çıkıp, kafir olmuştur. O kişi ya yahudi veya hristiyanlarla yada diğer kafir zümrelerin biriyle haşrolunacaktır.

Öteki sorularınada en kısa zamanda cevap verilecektir inşaallah
 

Zadul_Mead

New member
Katılım
28 Haz 2008
Mesajlar
74
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
41
Cevap

Cevap

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

إِنَّ الْحَمْدَ لِلَّهِ ، نَحْمَدُهُ ، وَنَسْتَعِينُهُ ، وَنَسْتَغْفِرُهُ ، وَنَعُوذُ بِاللَّهِ مِنْ شُرُورِ أَنْفُسِنَا ، وَمِنْ سَيِّئَاتِ أَعْمَالِنَا ، مَنْ يَهْدِهِ اللَّهُ فَلاَ مُضِلَّ لَهُ ، وَمَنْ يُضْلِلْ فَلاَ هَادِيَ لَهُ ، وَأَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ ، وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلا تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنْتُمْ مُسْلِمُونَ.
يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالا كَثِيرًا وَنِسَاءً وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي تَتَسَاءَلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلا سَدِيدًا . يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَنْ يُطِعْ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا.
أما بعد :
فإن أصدق الحديث كتاب الله ، وخير الهدي هدي محمد ، وشر الأمور محدثاتها ، وكل محدثة بدعة، وكل بدعة ضلالة ، وكل ضلالة في النار

Allah-u teala'ya hamd olsun! O'na şükreder, O'ndan yardım diler, O'nun bağışlamasını isteriz. Nefislerimizin şerrinden, kötü amellerimizden O'na sığınırız. Allah-u teala kime hidayet ederse onu saptıracak, kimi de saptırırsa ona hidayet edecek yoktur. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ibadete layık ilah yoktur. O tektir, O'nun ortağı yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem O'nun kulu ve rasulüdür.
"Ey iman edenler! Allah’tan korkulması gerektiği gibi korkun ve sizler ancak müslümanlar olarak ölün!"(Al-i İmran: 102)
"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının! Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten sakının! Şüphesiz Allah sizin üzerinize gözetleyicidir." (Nisa: 1)
"Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve sözün en doğrusunu söyleyin ki Allah, amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve rasulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur." (Ahzab: 70-71)
En doğru söz; Allah-u teala'nın kitabı ve en hayırlı yolu gösteren Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetidir. En şerli şey; bidat olan şeydir. Her bidat, dalalettir. Her dalalet, ateştedir.




Haram olan aylar "Zilhicce, Muharrem, Safer ve Kebiu'l-evvel" çıktığı zaman, artık o "müşrikleri" nerede bulursanız öldürün; Onları yakalayıp esir edin, onları hapsedin ve geçit yerlerini tutun, "eğer tevbe" ederler, namaz'ı kılıp zekât'larını verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Gerçekten Allah Gafur ve Rahim'dir."
Tevbe Suresi: 5


Subhânehu ve Teâlâ Resulüne ve mü'minlere hitaben, haram olan aylar çıktıktan sonra müşriklerle mukatele ederek onları öldürmelerini emrediyor. Allah'u Azze ve ('elle katledilecek müşriklerin kıtalden önce yakalanıp geçit yerlerinin kesilip hapsedilmelerini, karılarının ve
çocuklarının esir edilip mallarının ganimet olarak alınmasını helâl kılıyor. Akabinde bütün bunlardan kurtulabilmeleri için üç şart zikrediyor.
1- Şirkden avdet ederek tevbe etmek. Ya'ni "kelime'i şehadeti" lisânen ikrar etmesi.
2- Namaz kılarak tevbe ettiğini amelle tasdik etmesi.
3- Zeket'ı eda etmesi.
Bu Uç şartı yerine getirdikleri an malları ve canlan müslümanlara haram olur, zira müslüman olmuşlardır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Onlar ki imandan sonra kafir oldular ve küfür yönünde ilerlediler onların tevbeleri kabul edilmeyecektir ve işte onlar sapıkların ta kendileridir." (Al-i İmran: 90)



Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Kimi yüzlerin ak kimi yüzlerin kara olduğu günde, yüzleri kara olanlara gelince (onlara denilir ki): "Siz iman ettikten sonra kafir mi oldunuz? Şimdi küfür işlediğinden dolayı azapı tadın bakalım." (Al-i İmran: 106)



Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Onlar ki iman ettiler sonra kafir oldular sonra iman ettiler sonra kafir oldular ve sonra küfürlerini artırırlar. Allah onları affetmeyecek ve doğru yola iletmeyecektir." (Nisa: 137)


Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Kalbi iman ile mutmain olduğu halde, gerçek zorlama altında olanlar müstesna, inandıktan sonra Allah'ı inkar edip gönüllünü kafirliğe açanlara Allah katından bir gazap da onlar içindir." (Nahl: 106)


Allah,a iman ettikten ve Rasulullah'ın hak olduğuna ve apaçık delillerle geldiğine, şehadet ettikten sonra küfre giren bir kavmi nasıl hidayete erdirir. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez." (Al-i İmran: 86)


Sünnette İrtidat Kavramı

Sünnette irtidat lafzının zikri birçok yerde geçmektedir. Bazen istilahi manası olan İslam'dan küfre dönmek anlamında bazen de lügat manası ile kullanılmıştır. Fakat hadislerin çoğunda küfür lafzı ile ve kimi zaman "dinini terk eden ve cemaaten ayrılan" tabiri ile zikredilmiştir.

İstilahi manasına bir örnek:


İbn Abbas radiyallahu anh'dan rivayet edilmiştir:
"Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gece Beyti Makdis'e iletildi ve gece döndü. Kureyş'e, bu gidişini, Beyti Makdisin alametini ve yoldaki kervanlarını haber verince Hasan (iki raviden birinin adı) dedi ki: Bazıları:
"Biz Muhammed'in söylediğine nasıl inanırız?" dediler ve İslam'dan irtidat ederek kafir oldular. Allah, Ebu Cehil ile beraber onların da (Bedir savaşında) boyunlarını vurdu."(Ahmed b. Hanbel)


Tebdil (değiştirme) manasına bir örnek:


İkrime radiyallahu anh'den rivayet edilmiştir. İbn Abbas dedi ki:
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Dinini tebdil edeni (değiştireni) öldürün" buyurdu. (Buhari, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei, İbni Mace)

Dinini terk eden ve cemaatten ayrılan manasına örnek:
Abdullah radiyallahu anh'den Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bir müslümanın kanı ancak üç şeyden biri ile helal olur:
- Evlendikten sonra zina etmek,
- Hak karşılığı olmaksızın bir nefsi öldürmek ve
- Dinini terk edip cemaatten ayrılmak."(Buhari - Müslim)
İslam dinini kabul ettikten sonra kişi zaten kendi şöyle diyor ben Müslümanlığı kabul ediyorum evli olduğum halde zina edersem recm edin beni öldürün bir kişiyi öldürürsem bana kısas uygulayın dinimi terk edersem beni öldürün : bunlar nas ile sabittir . yukarıda ki hadisi iyi okursanız düşünerek zaten konu gayet ve güzel net bir şekilde ifade edilmiştir .

"Dinde zorlama yoktur.”
2Bakara Suresi 256
Ebu Davud'un rivayetine göre İbn Abbas şöyle demiştir: Bu âyet-i ke­rîme ensar hakkında nazil olmuştur. Kadın çocuğu yaşamayan biri olursa bu sefer çocuğu yaşarsa onu yahudi yapacağına dair söz verirdi. Nadiroğullan Medine'den sürülünce aralarında ensar çocuklanndan çok kimse vardı. "Ço­cuklarımızı bırakmayız!" demeleri üzerine yüce Allah: "Dinde zorlama yok­tur, doğruluk ile sapıklık gerçekten apaçık meydana çıkmıştır" buyruğu­nu indirdi Ebû Dûvûd. Cihâd 116.
 

Zadul_Mead

New member
Katılım
28 Haz 2008
Mesajlar
74
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yaş
41
Cevap

Cevap

Ebû Eyyûb el Ensarî (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Tuvalete girdiğinizde kıbleyi karşınıza almayın ve arkanızı da çevirmeyin doğu veya batı tarafına dönünüz.” Hadisi rivâyet eden, Ebû Eyyûb diyor ki: Şam’a geldiğimizde tuvaletlerin kıbleye karşı yapıldığını gördük, buralara girince mümkün olduğu kadar başka yöne yöneliyor ve Allah’tan af diliyorduk. (Buhârî, Vudu’: 11; İbn Mâce, Tahara: 17)

İbn Ömer r a den ve Mervan el Asfar dan bina içinde kıbleye dönmenin caiz olduğuna dair rivayetler fiili sünneti ifade etmektedir Kavli sünnet ile fiili sünnet çelişirse kavli sünnet tercih edilir Mervan el Asfar ın rivayeti ise İbn Ömer r a dan mefkuf tur Mevkuf hadis (sahabe sözü )
merfu hadisin hükmünü değiştirmez Hulasa ister bina için de olsun ister açık alanda olsun kıbleye dönerek kazayı hacet yapmak caiz değildir

Hacamat önceden orucu bozanlar cümlesindendi sonra Hükmü kaldırıldı


İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre: “Rasûlullah (s.a.v.) oruçlu iken kan aldırmıştır.” (Buhârî, Savm: 32; Müslim, Hac: 11)

Yine İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre: “Rasûlullah (s.a.v.) Mekke ile Medîne arasında ihramlı ve oruçlu olduğu halde kan aldırmıştır.” Buhârî, Savm: 32; Müslim, Hac: 11)
 

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
Öyleyse Allah’ın Resûl’ünden bize kalan en büyük miras, Kur’ân-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in Kur’ân-ı Kerim’i hayatına tatbik etme şeklinin İslâm kaynaklarındaki adı olan “sünnet”tir. Sünnetin, bir hadîsler bölümü, bir Resûlullah’ın fiili olarak yaşadığı, gerçekleştirdiği amel bölümü, bir de Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in yanında gerçekleşip de karşı çıkmadığı sükût ettiği, ikrar ettiği bölümü vardır. Resûlullah’ın sünneti bu üç bölümde oluşuyor. Allah’a hamdeder, şükrederiz ki, bizler en güzel biçimde sünnetten faydalanabiliyoruz. Zira, zaman içerisinde bu hadîslerin içerisine mevzu hadîsler karışmıştır. Özellikle
 
Son düzenleme:

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
İbni Ebul Avce: “Ben tek başıma 2000 hadîs uydurdum.” diyor. Bu uydurulan hadîslerin aslî hadîslerle karışması, insanları ihtilâfa götürüyor. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, “Riyazet-ül Sâlihîn”in önsözünde vaaz ettiği bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurmuşlardır:
“Birgün benim hadîslerim tartışma konusu olacak. Tartışma konusu olduğu günlerde Kur’ân-ı Kerim’e bakınız.”
Muaz Bin Cebel, O’nun döneminde yaşayan, irşada ulaşan ve Resûlullah’ın söylediği hadîsleri taptaze, dipdiri olarak kafasında bulundurabilen birisi. Henüz Peygamber Efendimiz’den sonra çok zaman geçmiş değil. Bu sebeple, sözlerin değişmesi, saptırılması henüz söz konusu değil. Bu sebeple hak sahiplerine gerçekleri hiçbir şey katmadan olduğu gibi ulaştırma imkânına sahip. Ama aradan geçen seneler, hatta asırlar sonra, hadîslerin gerçek olmama ihtimali giderek çoğalır. Çünkü geçen zaman, bir kısmının aşınmasına sebebiyet verecektir. Zaman devreye girince beşerî vasıflardan bir tanesi olan unutkanlık devreye girecektir. Unutmak, “nesiye” kökünden gelmektedir. O halde insan bu vasıfla mücehhez! İnsan bir mesajı olduğu gibi aslî kaynaktan alıp karşı tarafa ulaştıramayabilir ama Kur’ân-ı Kerim için böyle bir tehlike yoktur. Çünkü; Kur’ân-ı Kerim’i Allahû Tealâ koruyor. Allahû Tealâ, Fussilet Suresinin 42. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:

41/FUSSİLET-42: Ne önünden, ne arkasından asla bâtıl arız olamaz. Hikmet sahibi ve Hamîd olan (Allah)’tan inmiştir.

Bu Kitab’ın bir tek harfi bile değişmemiştir ama sünnetlerde, hadîslerde birtakım ihtilaflar vardır ve hadîslerin içerisine mevzu hadîsler karışmıştır.


Aşağıdaki âyet-i kerimenin bu konuda bize verdiği mesaja bakalım:
2/BAKARA-78: “Ve minhum ummiyyûne lâ ya'lemunel kitâbe illâ emâniyye ve in hum illâ yezunnûn(yezunnûne).”
Onlardan bir kısmı ümmîlerdir. Onlar (Allah'ın) Kitab'ını bilmezler (tanımazlar da). Sadece emaniyyeyi (kişilerin el yazması kitaplarını) bilirler. Onlar sadece zan (ve kuruntu) içindedirler.

Burada “Kitap” denilen; Kûr’an-ı Kerim’dir. “Emaniyye” ise aklın ürünü olan el yazması kitaplardır. Çünkü; takip eden âyet-i kerime, bize bu gerçeği ifade ediyor:

2/BAKARA-79: Yazıklar olsun onlara ki; elleriyle kitap yazıp, sonra da (emaniyye bilgiler içeren) bu yazdıklarını az bir bedel (para) karşılığında satmak için: “Bu Allah'ın indindendir.” derler. Yazıklar olsun onlara, elleriyle (böyle şeyler) yazdıklarından dolayı... Yazıklar olsun onlara, kazandıkları şeylerden dolayı…

32/SECDE-24: “Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû, ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(e).”
Onlardan (insanlardan) imamlar kıldık, emrimizle insanları hidayete erdirsinler (Allah’a teslim olsunlar) diye, sabırlarından dolayı ve âyetlerimize (Allah’ın âyetlerine) yakîn hasıl ettikleri için.

Öyleyse kesinlikle bilinmelidir ki; hidayetçilere gerek var; herkes için Allah, hidayetçi tayin etmiş. Hidayetçiye tâbî olmadan şeytanın pençesinden kurtulmak mümkün değildir.

3/AL-İ İMRAN-52: İsa onlardan inkâr hissedince: “Allah’a ulaştıran yolda yardımcılarım kimlerdir?” dedi. Havariler de: “Allah’a (götüren yolda) yardımcılar biziz. Allah’a îmân ettik, şahit ol ki; biz, hiç şüphesiz (O’na, Allah'a ) teslim olanlarız.” dediler.

Onlar, 3 vücudun teslimini yerine getirerek Allah’a teslim olmuşlardı. Rabbimiz de onların kalplerini müzeyyen kılarak irşada ulaştırmıştır. Artık onlar Allah’ın yardımcılarıdır.
Öyleyse Allah mutlaka nurunu tamamlayacaktır. Buna şüphe yoktur. Ama bu nurun tamamlanması, mutlaka Allah’ın tayin ettiği hidayetçiye tâbî olmamızla mümkün olacaktır.
O halde şu sonuca ulaşıyoruz ki; âyetler gibi hadîsleri de açıklama yetkisine sahip olanlar ancak Allah’ın üst seviyedeki sevgili kullarıdır. Her önüne gelen hadîstir diye, Resûlullah’ın kelâmıdır diye: “Ben istediğim gibi yorumlayabilirim.” diyemez. Böyle derse dîni tahrif etmiş olur ve dîn tatbikatını değiştirmiş olur. Nasıl ki Kur’ân-ı Kerim’de muhkem ve müteşabih âyetler varsa, bugün hadîslerin kümülatif toplamını göz önüne alırsanız, müteşabih hadîsler de vardır. Bunlardan bir tanesini örnek olarak verelim.
Hz.Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz buyuruyor ki:
“Rabbimiz ben bir kulunu seversem onun gören gözü olurum, onun tutan eli olurum, onun yürüyen ayağı olurum, onun konuşan dili olurum, onun işiten kulağı olurum.”
Bunlardan göz, bir uzuv; el, bir uzuv; ayak, bir uzuv. Halbuki, Allah uzuvlardan münezzehtir. Allah mahlûkatın sahip olduğu bütün sıfatlardan münezzehtir. Ama Allah, “Ben böyle olurum.” diyor. Bundan, tasarrufa ulaşan Allahû Tealâ’nın en üst seviyedeki sevgili kullarının bu dizaynın içerisinde yer aldıklarını idrak etmemiz lâzım. Deniyor ki: “Tasavvufçular fizik âlemin ötesindeki şeylerle uğraşıyor. Subjektif, hayal mahsulü olan, dolayısıyla insanların sapmasına çok meyyal olan bir alanda çalışıyorlar.”
Subjektif denilen alanda Allah’ın gözü hakimdir, fakat objektif denilen alanda sizlerin gözü (kafa gözü) hakimdir. Allah’ın gözleriyle (kalp gözü), sizin gözleriniz (kafa gözü) mukayese edildiği zaman, şu sonuç çıkar: Bize verilen bu kafa gözü, objektif diye tanımlanan, gördüğü nesnelere îmân eden bir insana aittir. Subjektif olan ise kalp gözü, yani Allah’ın kumanda ettiği gözdür. Allah’ın tasarrufunda olan bir insanla, kendi kendine, aklıyla hareket eden bir insanı mukayese edebilir misiniz?
 

Black

New member
Katılım
27 Ağu 2008
Mesajlar
35
Tepkime puanı
17
Puanları
0
Yaş
40
fani olanı istemem abicim ben diğer arkadaşlar gibi ilim ehli değilim. ben nerde doğruyu görsem onu alırım bana niçin hadisleri atmamız gerektiğini sölersen atıcam.

ancak sen hadislerin tamamı doğru değildir bu yüzden hangisine uyacağımız belli değildir diyorsun tamam güzel ama bunu ispatlarken hz.osmandan hz.aliden hz.ebubekr efendimizden menkıbeler yazıyorsun.

anlamıyorum hz.muhammetle ilgili olanlar yanlış oluyorda halifelerdle ilgili bu senin yazdıkların acaba yanlış olamazmı yani sen hz.muhammetin menkıbelerinin yalan olduğunu anlatmaya çalışırken haliefelerin menkıbelerini kendine bilgi ediyorsun ee sen kendi kendini çürütüyorsun o zaman bana bu menkıbeleri kullanmadan kurandan yada mantık yolu ile anlaşılabilecek sünneti şunun için terk etmeliyiz diyebilecek bir örnek verki inanayım
saygılar
 

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
Peygamberimiz S.A.S ayetleri deri ve kemik parçalarına yazdırıyordu.4 hailifede bunu devam ettirdi.Hz Osman zamanında kitaplaştırıldı.Tevrat ve incil Ayete Hadis karıştırılarak bozuldu.Yani hadisçiler 1400 yıl evvel yaşasalardı şunu diyeceklerdi zannedersem tamam Peygamberimizsin 4 halifede haktır ama bizi 6666 Ayet kesmez Ne olursun birazda hadis kitabı yazalım.Böylemi diyecektiniz?

Tevratta İncilde Ayete hadis karıştırılarak bozuldu.Bunu 4 halife çok iyi biliyordu.Eğer Hadis oluşturmak iyi birşey olsaydı.Önce Peygamber Efendimiz S.A.S Ayet suhufları yazılırken,Bir kenarada Hadis suhufları yazın diye söylerdi.O Ümmetinin kafasını karıştırmadı.Peki böyle bir uygulama yokken 4 halife hadis kitabı oluşturabilirmiydi? .Bu tarihi gerçeği görmezden gelerek hala bunu savunanları tekfir edip küfür kafir mi ilan edeceksiniz? Güneşe ne kadar gözünüzü kapayacak? ne kadar balçıkla sıvamaya çalışacaksınız?
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Peygamberimiz S.A.S ayetleri deri ve kemik parçalarına yazdırıyordu.4 hailifede bunu devam ettirdi.Hz Osman zamanında kitaplaştırıldı.Tevrat ve incil Ayete Hadis karıştırılarak bozuldu.Yani hadisçiler 1400 yıl evvel yaşasalardı şunu diyeceklerdi zannedersem tamam Peygamberimizsin 4 halifede haktır ama bizi 6666 Ayet kesmez Ne olursun birazda hadis kitabı yazalım.Böylemi diyecektiniz?

Tevratta İncilde Ayete hadis karıştırılarak bozuldu.Bunu 4 halife çok iyi biliyordu.Eğer Hadis oluşturmak iyi birşey olsaydı.Önce Peygamber Efendimiz S.A.S Ayet suhufları yazılırken,Bir kenarada Hadis suhufları yazın diye söylerdi.O Ümmetinin kafasını karıştırmadı.Peki böyle bir uygulama yokken 4 halife hadis kitabı oluşturabilirmiydi? .Bu tarihi gerçeği görmezden gelerek hala bunu savunanları tekfir edip küfür kafir mi ilan edeceksiniz? Güneşe ne kadar gözünüzü kapayacak? ne kadar balçıkla sıvamaya çalışacaksınız?


Sevgi deger Fani olani istemem;Acaba bu iddianiz neye dayaniyor?

Peygamberimiz S.A.S ayetleri deri ve kemik parçalarına yazdırıyordu.4 hailifede bunu devam ettirdi.Hz Osman zamanında kitaplaştırıldı.

Cünki Ayet bunun tam tersini söylüyorda....



- Andolsun Tûr’a (52/1)
- Satır satır yazılmış Kitab’a (52/2)
- Yayılmış ince deri üzerine (52/3)

- Hayır, o ayetler bir mesajdırlar. (80/11)
- İsteyen onları idrak eder. (80/12)
- Onlar, değerli sayfalardadır. (80/13)
- Yüksek ve temiz sayfalarda. (80/14)



Acaba ayetin bahsettigi baska bir kitabmi var?
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Sayın teslimolan

Bu foruma provakasyon yapmak için gelmiş gibi görünüyorsunuz.

Bildirmekte fayda var. Burası 6666 ayetli Kur'an a inananların Forumudur, yanlış yerde olmayasınız?



Hopbala Bekir kardes,Bu ne tevazu?Belkide adamin iddiasi dogrudur?Neden bu forum 6666 ya inananlarin diyerek susturmaya calisiyorsun,dur adam bir isbat etsin...Haydi Teslimolan basla delilleri vermeye...
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt