Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Yön Veren Yazilar

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
Sevgiyi Anladik Mi?

Sevgiyi Anladik Mi?

Bir çok insanın ağzında bilindik bir kelime var. "Onu çok seviyorum...". Hayatımızda söyleyebileceğimiz belki de en güzel kelime sevgi ve onunla birlikte kurulan her cümle. Beni düşündüren ise her cümleye uyan bu kelimenin ne kadar dolu ve anlamlı olduğu. Sevgi, o kadar ağır bir kelime ki uygun yerde kullanılmadığında ya da yaşanmadığında insanın kalbine çöküyor. Çökerken beraberinde de hazmedilmemiş bir çok dürtüyü alıp götürüyor. Bir de bu dürtüler insanın varlığının kaynağı ise yaşamın en güzel kelimesi birden lanet bir bedduaya dönüşüyor. Sevgi bu kadar tehlikeli bir kelime mi? Bence hayır. Tehlikeli olan şey, insanların kullanması gereken kelimeler yerine sevgiyi koymak istemeleri. Bu belki de insandaki zayıflıktan ileri geliyor. Hissettiğimiz her duygunun sevgi olduğunu düşünmek bence çok anlamsız. Sevgi bir kaç günde ya da olayda kazanılacak bir olgu değil ki. Çünkü sevgiyi bir zaman dilimine sokamıyorsunuz. Düşünün bir; insan annesini neden sever? Çünkü annesi her şeyi karşılıksız yapmıştır. Küçük bir bebekten ne bekleyebilir ki, ya da savunmasız bir çocuktan. Anne, içindeki kaynaktan akan bu duygunun döküldüğü yeri görmüştür sadece. Tek isteği onu bilmektir, o sevginin varlığını yaşatmaktır.
Seven insan sadece bir kaynaktır. Sevgi ise içindeki kaynağın meyvesidir. Sevdiğimiz zaman içimizdeki bu eşsiz ve sonu olmayan kaynağı paylaşmaya başlarız. Amacımız, bir şeyler almak değil aksine vermektir. Karşılıklarla yapılan her şey sevginin dışında yaşar. Sevgiye ait hiç bir şeyde karşılık bulamaz ve hiç bir şeyde bencil olamazsınız.
Sevgi nettir. Seven insanın dünyası karmaşa ya da sorularla değil, umutlar ve anlarla doludur. Seven insan soru sormaz. Cevap beklemez. Seven insan sahip olduğu anın değerini bilir. Dünle veya kızgın hesaplarla uğraşmaz. Onun için önemli olan tek şey, yaşamın en sağlam kulpuna yapışmaktır.
Eğer sevgi, gerçekleri görmenize engel oluyor veya net düşünmenizi önlüyorsa, hissettiğiniz şeyin sevgi olmadığını bilin. Sevmek, çoğu zaman acıyı yaşamak ve buna katlanmaya çalışmaktır. Bazen sevdiğinize karşı acımasız bile olabilirsiniz. Eğer bu, o insanı geliştirecek veya güzelleştirecekse bunu yapmanız gerektiğini bilirsiniz. Dedim ya, sevgi bu denli ağır bir yük insanın ağzında. Her yerde söylenmez ve herkese bakılmaz ağzımızdan bu laf çıktığında. Her şeyi kabul etmez seven insan. Belki katlanır ama uzaktan sever. İçine gömer hatalarını ama onlara maruz kalmaz. Yine de en güzelini diler. Koşulları, sınırları olmaz ama kuralları vardır seven insanın. Herkese dağıtmaz kaynağını, değerli olduğunu bilir ve hak eden için saklar. Karşısına çıktığında hesap etmez ne kadar sevdiğini. Sayılara veya maddelere bağlamaz. Yaptıklarını yazmaz kirli defterine, karşılıksız yapacaklarını planlar sadece. Hak ettiğini düşünene kadar sunar kaynağını ve sonunda kesmesini bilir. Ama geri almaz o sıcak hissini...
Seven insan, açık konuşur; susmaz korktuğu zaman ya da konuşmaz gözleri parıldarken. Seven insan, az olur. Aynı güneşin baktığı vakit gibi. Gitmesini bilir, gelmek zorunda olduğunu bildiği gibi... Seven insan, aya benzer; güneş olamadığında yalnız bırakmaz sevdiğini. Bir parça olsun yansıtır güzelliğini... Seven insan, sıcak olur; güldüğünde ısıtır yürekleri, üzüldüğünde sızlatır. Seven insan, bağlı olur; her an farklı yaşar güzellikleri ve yeniden keşfeder sevdiğini... Seven insanın yüreği ağırdır; ne taşımaya gelir yaşam boyu ne de eğilip bırakmaya...

Melih Sarıoğlu
 

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
yıllar sonra ödenen bir borç

yıllar sonra ödenen bir borç

Howard, yoksul bir ailenin çocuğuydu ve okul giderlerini karşılamak için kapı kapı dolaşarak eşyalar satıyordu.

o gün, hiçbir şey satamamıştı ve karnı da çok açtı. bundan sonra çalacağı ilk kapıdan yiyecek birşeyler istemeye karar verdi. kapıyı açan sevimli genç bayanı görünce utandı. yiyecek bir şeyler yerine;
-"affedersiniz, bir bardak su rica edebilir miyim?" diyebildi yalnızca.

genç bayan, çocuğun aç olabileceğini düşünerek kocaman bir bardak süt getirdi ona. çocuk, sütü yavaş yavaş içine sindirerek içtikten sonra ;
-"çok teşekkür ederim, borcum ne kadar?"

diye sordu genç bayana. genç bayan, "borcunuz yok" diyerek, yüzünde sıcak bir gülümsemeyle devam etti;

-"annem, gösterdiğimiz şefkat ve nezaket karşılığı olarak asla bir bedel ödenmesini beklemememizi öğretti bize" dedi.

çocuk
-"o halde çok teşekkürler, yürekten teşekkür ederim size" dedi.

howard kelly, evin önünden ayrıldığı zaman kendisini yalnızca bedensel olarak değil, ruhsal olarak da güçlü hissediyordu.

yıllar sonra genç bayan çok ender rastlanan bir hastalığa yakalanmıştı. yöredeki doktorlar çaresiz kalınca, hastalığı ile ilgili araştırmalar yapılması için onu büyük kente gönderdiler.

dr. howard kelly, konsültasyon yapması için çağrıldığı hastanın hangi kasabadan geldiğini duyunca heyecanlandı. artık genç olmasa da yıllar önce kendisine sevgiyle yaklaşan bayanı ilk gördüğü anda tanımıştı ve onun yaşamını kurtarmak için elinden geleni yaptı.

uzun süren tedaviden sonra bayan sağlığına kavuştu. dr. kelly,denetlemesi için önüne getirilen faturaya şöyle bir baktı ve üstüne birşeyler yazarak zarfın içine koydu ve hasta bayanın odasına gönderdi. kadın elleri titreyerek aldı zarfı eline. açmaya korkuyordu...

Hastane faturasını asla ödeyemeyeceğini ve geri kalan yaşamı boyunca bu faturayı ödemek için çalışacağını biliyordu. sonunda zarfı açtı ve faturaya iliştirilmiş bir not dikkatini çekti. kâğıtta şunlar yazılıydı: "hastane giderlerinin tamamı bir bardak süt olarak önceden ödenmiştir.".
 

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
Her Insan Dinlenilmeye Değer

Her Insan Dinlenilmeye Değer

Akşama kadar yoğun bir iş temposu ile çalışan adam,akşam olduğunda televizyonun karşısına geçip haftanın önemli maçını seyretmek heyecanı ile eve erken gelir...

Eve geldiğinde küçük kızı kucağına atlar ve her zamanki gibi çikolatasını alır,babasına verdiği öpcük sonrasında.Karısı sofrayı hazırlamıştır ama adam hemen televizyonu açar.Aslında açmaya çalışır ama açamaz.Çünki bozuktur televizyon.Hani önemli maç seyredecek ya, hemen tamirci çağırır.Tamirci televizyonun kapağını açtığında,devreleri yakan ekmek kırıntılarını bulur,televizyonun içinde.Tabi bunu kimin yaptığı anlaşılır hemen.

Efendim,şimdi böyle bir olay,hem de maç akşamı bizim başımıza geldiğinde,heralde kızımız bizden iyi bir azar yerdi.Lakin bizim maçkolik baba ve karısı böyle yapmamışlar,neden yaptığına dair çocuğu dinlemeye karar vermişler.İyikide öyle yapmışlar.Adamın zor tuttuğu gözyaşlarını,kadın cömertçe dökmüş mendilini ıslatana kadar...

Meğersem bizim küçük kız,afrikadaki aç çocukları gördükçe,televizyonda bulduğu her delikten içeri ekmek kırıntısı atarmış...

ANNE İLE BABA BİR KEZ DAHA ANLAMIŞLARKİ,HERKEZİN DİNLEMEYE DEĞER BİR HİKAYESİ VAR.HER İNSAN DİNLENİLMEYE DEĞER,ÇOCUK DAHİ OLSA....
 

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
Ilahi Rahmetin Gölgesinde

Ilahi Rahmetin Gölgesinde

İlâhî Rahmetin Gölgesinde

Aslında, varlık derinden derine mütâlaa edilse, her yanda şefkatin tüllendiği görülecektir. Evet, her şeyin mebdei de müntehâsı da rahmettir, şefkattir. Yeryüzündeki bütün canlılar Allah'ın rahmet ve şefkatiyle varlıklarını devam ettirirler. “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır” (A'râf, 7/156) buyuran Hazret-i Rahmân, mahlukâtın özüne sevgi, merhamet ve şefkat nüveleri yerleştirmiştir. Varlığın bağrına atılan şefkat duygusunun kaynağı, Rahmân ve Rahîm isimleri başta olmak üzere Cenâb-ı Hakk'ın Esmâ-i Hüsnâ'sının tecellisi olan ilâhî rahmettir. Rasûl-ü Ekrem Efendimiz'in ifade buyurduğu üzere; Allah (azze ve celle) rahmetini yüz parçaya ayırmış; doksan dokuzunu kendi nezdinde tutmuş, birini dünyaya indirmiştir. İşte, bütün canlılar bu bir parça ilahî rahmetten istifade ederek hemcinslerine şefkat gösterirler. Öyle ki, bir hayvan bile, yavrusunu emzirirken onun incinmemesi, canının yanmaması ve rahatça beslenmesi için bacaklarını açar. Hatta, tavuğun sermayesi kendi hayatı iken, civcivini korumak için canını tehlikeye atarak köpeğin üzerine saldırır, gerekirse o uğurda başını kaptırır ama yavrusunu kurtarır.

Evet, hilkat hamuru muhabbet mayasıyla yoğrulmuştur. Kainatın her yanında ilahî rahmetin tecellileri parıldayıp durmaktadır. Nereye bir sondaj yapsanız, mutlaka orada bir şefkat kaynağının emarelerini görürsünüz; hangi kalbe girseniz, onun şefkatle attığına şahit olursunuz. Bütün eşyanın tabiatında şefkatten bir parça bulunması ve kalblerin şefkatle atması tabiîdir. Bunun aksi ise, bir mahiyet değişikliğinin neticesidir. Şayet, bazı kimselerde şefkat tezahürleri görünmüyorsa, bu onların bir tabiat bozukluğuna maruz kaldıklarının ve bir deformasyona uğradıklarının alâmetidir. Ancak rahmet-i ilahiyeden nasipsizlerdir ki, onlar kendi sû-i istimalleriyle gönüllerindeki şefkat pınarlarını kurutmuş, sevgi ve merhamet duygularını öldürmüş ve acımasız birer tiran kesilmişlerdir. Öyle ki, bu taş kalbliler, kendi evladına karşı dahi merhamet etmeyen canavarlar haline gelmişlerdir. Kandan hoşlanan, kanla beslenen bu insan bozmalarından bazıları bâtıl bir sistemi oturtmak için bazen kırk milyon cana kıyabilecek kadar vahşileşmişlerdir
 

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
Aydinlik

Aydinlik

......

Bir bilge kisi, çölde öğrencileriyle otururken demiş ki; Gece ile gündüzü nasıl ayırt edersiniz? Tam olarak ne zaman karanlık başlar, ne zaman ortalık aydınlanır?
Öğrencilerden biri; Uzaktaki sürüye bakarım," demiş, "Koyunu keçiden ayıramadığım zaman akşam olmuş demektir."
Başka bir öğrenci söz almış ve "Hocam" demiş, "İncir ağacını, zeytin ağacından ayırdığım zaman, anlarım ki sabah başlamıştır." Bilge kişi, uzun süre susmuş. Öğrenciler meraklanmışlar ve "Siz ne düşünüyorsunuz hocam?" diye sormuşlar.
Bilge kişi şöyle demiş;
Yürürken karşıma bir kadın çıktığında, güzel mi çirkin mi, siyah mı beyaz mı diye ayırmadan ona "bacım" diyebildiğimde ve yine yürürken önüme çıkan erkeği, zengin mi yoksul mu diye bakmadan, milletine, ırkına, dinine aldırmadan, "kardeşim" sayabildiğimde anlarım ki; sabah olmuştur, AYDINLIK başlamıştır..."
 

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
Dua Isteyin...

Dua Isteyin...

Duâ isteyin

“Abdullah-ı Kaşgârî”, büyük bir velî idi.
Sohbeti, insanlara pek çok fâideliydi.

Derdi ki: (Gayret edin, almak için bir duâ.
Zîrâ duâlar ile önlenir kazâ, belâ.

“Ubeydullah-ı Ahrâr” vardı ki büyüklerden,
Mutlak duâ isterdi, görüştüğü herkesten.

Bir gün de alış veriş yapıp bir köylü ile,
Ayrıldı aceleyle, bir buğday yükü ile.

Duâ talep etmeyi unuttu ama ondan.
Bir hayli yol gitmişken, geri döndü yolundan.

Onun da duâsından mahrum kalmamak için,
Gelip buldu köylüyü, vakit geçirmeksizin.

Köylü onu görünce, dedi: (Niçin döndünüz?
Yoksa benim malımda bozukluk mu gördünüz?)

Buyurdu ki: (Yok hayır, beğendim buğdayını.
Geldim ki, istiyeyim senin hayır duânı.)

Köylü, hayret içinde dedi ki: (İyi ama,
Yalnız bunun için mi geldin benim yanıma?

Çünkü ben beceremem yüz yıkamayı bile.
Nasıl duâ ederim sizlere bu hâlimle?)

Buyurdu ki: (Kardeşim, bu iş hiç belli olmaz.
Sen yine bir duâ et, inşallah reddolunmaz.)

Köylü “Peki” diyerek, kaldırdı ellerini.
Dedi: (Yâ Rab, ne ise, ver bunun dileğini.)

Ubeydullah-ı Ahrâr, der ki: (Yemin ederim.
Onun duâsı ile açıldı kalb gözlerim.)

Derdi ki: (Kırılırsa, size arkadaşınız,
Siz özür dileyerek hemen helâllaşınız.

Haklı bile olsanız, helâllaşın elbette.
Demeyin: “Ben hakkımı alırım âhirette”.

Çünkü hiç belli olmaz, belki de haklı odur.
Kimin haklı olduğu, mahşerde belli olur.

Hem ödemek için de, geçmez o gün para pul.
Çok büyük sıkıntıya dûçâr olur böyle kul.

Zîrâ sevaplarıyla, kul borçları ödenir.
Yetmezse, o kimsenin günâhını yüklenir.

Hâlbuki bu dünyâda, hak altından kurtulmak,
Mümkündür, ama biraz lâzımdır nefsi kırmak.

“Kabâhat bende” deyip, bir özür dilemekle,
Bir nice kul hakları, hâllolur böylelikle.)
 

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
Cenâb-ı Hakk’ı Sevmek

Cenâb-ı Hakk’ı Sevmek

Herkes kendisinde Allah sevgisinin varlığını iddia edebilir.Fakat gerçek Allah sevgisi herkesin sahip olabileceği kolay dava değildir.Bu sevginin yüceliğini ve inceliğini her insan anlayamaz ve kavrayamaz.

Şeytan tarafından aldatılan ve nefs tarafından azdırılan insanın,muhabbete iftira etmesi yakışık almayan bir husustur.Alâmetleri gösterme hususunda imtihan vermemiş,delillerini ortaya koymamış bir kimse Allah sevgisinden nasıl bahsedebilir ?
diyor Ahmed Ziyâüddin, Ruh’ul Ârifin ismi eserinde.

Sevgi her ne kadar kalbi bir duygu ise de fiil ve amellere yansıyışıyla hakikidir ancak.
Bu fıtratı saran his, kalp sınırlarına hapsedilemez.
Başta dil olmak üzere tüm azayı cevahiri, suyun yayılışı gibi kaplar,tüm zerrelerde aynı anda hissedilir.
Muhabbet öyle bir ağaçtır ki,Kur’an-ı Kerim’de de buyrulduğu gibi *** ,kökü sabit (Allah’ta),dalları,budakları cihanı tutmuştur.O ağacın meyvesi kalbde ,dilde ve bütün âzalarda meydana gelmektedir.(Bir kimsenin elinin,dilinin,kalbinin ve bir takım azalarının hareketleri,kişide hangi sevginin bulunduğunu ortaya koymaktadır.)Tıpkı dumanın ateşe,meyvenin ağaca delâlet ettiği gibi.

Bir kimsede Allah sevgisini ortaya koyan bazı alâmetler görülür,bunlar sevgi nisbetince,o şiddette tezahür eder.
Bu alâmetler şöyle beyan buyruluyor:
Zahir ve bâtın(açık,gizli) her işini Allah’a havale edip,
hareketlerinin hayırlı neticelerini almak için O’nun yardımını istemek,O’nun emirlerine uygun bir biçimde tedbir almak,O’nun ahlakıyla ahlaklanıp sıfatıyla sıfatlanmak,azâlarının hareketini O’nun emirleri istikametinde düzeltmek,gam ve kederini (O’nun rızasını ve sevgisini kazanmak hususunda) bir tek gama ve kedere inhisar ettirmek,kalbinde dünyanın aldatıcı cazibesi için nefret bulundurmak,O’ndan başka her şeyden sıkılıp,zevk almamak,bilhassa ıssız yerlerde O’nun zikir ve niyazı ile ünsiyet edip,bunlardan haz duymak,kendisi ile marifetini kazanmaya çalıştığı Allah arasındaki engelleri kaldırıp,perdeleri aralamak..
Bütün bunlar,kulda Allah sevgisini ortaya koyan hallerdir.Kuldaki Allah sevgisinin alâmetlerinden en önemlisi de,
O’nun Rasulu ve Habibi Muhammed Mustafa sallalahu aleyhi ve sellem’e uymak hususunda gayretli olmaktır.

Yapılan ibadet ve tâattan zevk almak,onu bir angarya ve bir yük kabul etmeyip,her ibadet ve taat sonunda daha neşeli,daha zinde ve dinlenmiş olarak çıkmak,kulda Allah sevgisinin varlığını ortaya koyan bir başka ölçektir.

Cüneyd-i Bağdadi (KS) diyor ki:

‘’Kulda Allah sevgisinin alâmetlerinden birisi de kulluk hizmetlerine severek ve yorgunluk duymadan koşmasıdır.
Böyle kimseler bedenlerini yıpratır,fakat kalblerini zindeleştirirler.’’
Din alimlerinden bazıları da şöyle buyuruyorlar bu hususta :

‘’Allah’a yemin ederiz ki,insanda Allah sevgisini ibadetler ve zikirler kadar besleyen ve geliştiren başka hiçbir şey yoktur.Zira âşık,sevgilisinin uğrunda harcadığı emeğini büyütmez ve O’nun uğrunda çekilen sıkıntılardan yorulmaz ve şikayetçi olamaz.Sevgilisinin aşkı ile bedeni yıpranan âşığın hizmeti artıkça,zevki ve kalbinin kuvveti de artar.’’

‘’Bir kimseye,sevgilisinin muhabbeti; tembellikten,öfkelenmekten,gösteriş heveslisi olmaktan,hased etmekten,büyüklük taslamaktan,dünya sevgisi ve bunlara benzer şeylerden daha üstün geliyor ve daha sevimli bulunuyorsa,o kimse sevgilisinin hatırı için bunları terk edecektir.
Gerçek sevgi,sevgilinin hatırına neyi fedâ ettirmez ki? ‘’

Cenâb-ı Hakk’ı hakikaten seven bir kimse,kendisinde O’nun sevmediklerinden ne varsa,hepsinden O’nun hatırına vazgeçer.

Seven sevdiğini çok zikreder,bu da önemli bir ayıraçtır sevgi için..
Burada zikri , unutup hatırlamak olarak düşünmemek gerekir. Zira hakiki sevgide unutma söz konusu olamaz.

Zikirde samimi olan bir kimsenin kalbi daima dilinin zikrettiği ile meşgul olur.Kim çok seviyorsa,mecburen hep ondan ve onunla ilgili şeylerden bahseder.

***Gördün ya,Allah nasıl bir temsil yaptı: Hoş bir kelime olan(tevhid ve şehadet) kökü yerde sabit ve dal-budağı yukarıda olan hoş bir ağaca benzer. (İbrahim Suresi,21.ayet)

Menzil.Net
 

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
Tek çare Helalleşmek...

Tek çare Helalleşmek...

Tek çare helâlleşmek

“Şeyh Mehmed-i Şirvânî”, evliyâdan bir kişi.
Sünnet-i seniyyeye muvâfıktı her işi.

O bir gün buyurdu ki: (Kardeşlerim, dinleyin!
Hiçbir amelinize, az bile güvenmeyin.

İbâdet etseniz de, edin yine istiğfâr.
Ancak böyle kabûle lâyık olur duâlar.

Büyüklerden birisi şöyle söylemektedir:
(Bizim tövbemiz bile, tövbeyi gerektirir.)

Onlar böyle söylerse, ne demek düşer bize?
Zîrâ hep isyândayız an be an Rabbimize.

Boynu bükük, günâhkâr bilirsek kendimizi,
O zaman Hak teâlâ, affeder belki bizi.

Bilhassa “Kul hakkı”ndan lâzımdır çok sakınmak.
O helâl etmedikçe, affetmez cenâb-ı Hak.

“Mü’mine sert bakmak” da, girer ki kul hakkına,
Aklı olan, hiç girmez böyle bir hak altına.

Ve hele gıybet etmek, kalb kırmak ve sû-i zan,
Gibi kul haklarına düşebilir her insan.

Bundan kurtulmanın da, çâresi, yolu tektir.
O da, hak sâhibinden “Helâllik” dilemektir.

Sen haklı olsan dahî, yine sen git, helâllaş.
Ve de ki: (Sen haklısın, affet beni arkadaş.)

Zîrâ Peygamberimiz buyurdu: (İki kimse,
Herhangi meseleden ihtilâfa düşerse,

Kim önce davranıp da, özür dilerse eğer,
Cennette, yüksek bir köşk olur ona müyesser.)

Bilhassa “Hanımlar”ın hukûkuna riâyet,
Eyleyip, bu husûsa etmeli fazla gayret.

En fazla münâsebet, çünkü onlar iledir.
Her gün helâlleşmeyi, âdet edinmelidir.

Yoksa hiç belli olmaz, gelir de ecelimiz,
Mâzallah “Kul hakkı”yla, o gün ölebiliriz.)

Yine o buyurdu ki: (Bu günden tezi yoktur,
İslâma bel bağlayıp, bulmalı râhat, huzûr.

Pişmân olmamak için âhirete gidince,
Öğrenmek lâzım gelir dînini ince ince.

İlim de, öğrenilir sırf “Amel etmek” için.
Bir de “İhlâs” gerektir, esâsı budur işin.

Yâni İslâmiyette üç temel esas vardır.
Bunlar, “İlim” ve “Amel”, üçüncüsü “İhlâs”tır.)
 

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
'arkadaşini Al, Beraberce Cennete Girin'

'arkadaşini Al, Beraberce Cennete Girin'

Hz. Enes (r.a.) anlatıyor:
Resûlüllah (s.a.v.) ile beraber bulunuyorduk. Bir ara azı dişleri görülecek şekilde gülümsedi. Sebebini sorduğumuzda şöyle buyurdular:
-Ümmetimden iki kişi Allâh'ın huzuruna gelirler.
Birisi,
-Yâ Rab, benim bunda hakkım var; hakkımı bundan al, bana ver, der.
Allah Teâlâ da ötekine,
- Hakkını ver, buyurur.
Adam,
-Yâ Rab, bende sevap nâmına bir şey kalmadı, der.
Cenâb-ı Hakk,
-Baksana, bu adamın sevabı kalmadı, ne dersin? buyurur.
Adamcağız,
- O halde benim günahlarımdan alsın, der.
Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz bunu anlatırken gözleri yaşardı ve, 'O gün büyük bir gündür. İnsan; günâhının alınmasını ister' dedi.
Bunun üzerine Allah Teâlâ hak sahibine,
-Başını kaldır ve cennete bak, buyurur.
Adamcağız,
- Yâ Rab, inci ile işlenmiş, gümüşten ve altından köşkler görüyorum. Bunlar hangi peygamber, hangi sıddîk veya hangi şehitler içindir? der.
Allah Teâlâ,
-Bunlar, bana ücretini verenler içindir, buyurur.
Adamcağız,
-Bunların hakkını kim ödeyebilir? der.
Hz. Allah,
-Sen istersen bunlara sahip olabilirsin, buyurur.
Adam,
-Nasıl olur, yâ Rab? deyince,
Cenâb-ı Hakk,
-Hakkını bu adama bağışlamakla, buyurur.
Adam,
-O halde ben bunu affettim, der.
Allahü zû'l-Celâl hazretleri de,
-Arkadaşını al, beraberce cennete girin, buyurur.
Sonra Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz,
'Allah'tan korkun, Allah'tan korkun ve siz de kendi aranızı düzeltin. Bakınız, bizzat Hazret-i Allah mü'minlerin arasını buluyor' buyurmuşlardır
 

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
Aşiklar Buraya

Aşiklar Buraya

Bir gün Mecnun hasta olup yatağa düşer. Tedavî için bir doktor çağırırlar. Doktor "Damardan kan almak gerek'" diyerek Mecnun' un kolunu bağlar. Tam iğneyi batıracağı sırada Mecnun bağırır;
"-Ey doktor, bırak! Ücretini al ve git. Bu hastalıktan öleyim, zararı yok. Vazgeç kan almaktan. "
Doktor Mecnun'a
"-Sen çöllerde kükremiş arslanlardan korkmuyorsun da koluna bir iğne batmasından mı korkuyorsun?"
diye sorar.
Mecnun'un cevabı şu olur;
"-Ben neşterden korkmuyorum. Benim vücudum,
varlığım Leyla ile doludur. Korkarım ki benim kolumu
yararken Leyla'yı incitirsin, işte ben bundan
korkuyorum."

MESNEVİ: "-Varlığımdan bir addan başka bir şey kalmadı. Ey güzelim, vücudumda senden başka bir varlık yok. Bu sebeple sirke, bal denizinde nasıl yok olursa, ben de sende öyle yok olurum." (Beyit 2023-2024)
 

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
Vesvese üzerine inceleme

Vesvese üzerine inceleme

Vesvese üzerine inceleme

Ahmet Sahin

Gerek abdest alirken, guslederken, ibadet halinde bulunurken, gerekse ibadet disindaki normal zamanlarda dini hayatimizi sürdürürken vesvese bulutlari hücuma geçiyor, bir sphe, endise ve korku duymamiza sebep oluyor. Titiz insanlar bozuldum mu, çürüdüm mü, inancimda noksanlik mi söz konusu oluyor.. gibilerden vehimlere maruz kaliyorlar.


Böylesine korkutucu, seyleri hatirlatan vesveseyi pek veciz sekilde tahlil eden Akademi sayfasindaki degerli yaziyi aynen aktariyorum, soru sahiplerinin istifadesine.

Dikkatle okundugu takdirde sorular cevabini bulmus olacak, korkulacak, ürkülecek bir sey olmadigi da kesinlesmis bulunacaktir.

ifade edildigi gibi, vesvesenin zarari, korkmaktan, ürkmekten ibarettir. Korkmaz, ürkmez, senin malin olmadigini bilmekte gaflete düsmezsen bu balon hemen söner, bu korkulu rüya ansizin yok olup gider.

* * *

Vesvese, gizli sese denir. Bir mastar olan "vesvas" kelimesinin seytana isim olmasi da, ayni manayla alakalidir ki, seytan "vesvesenin kaynagi" demektir. Ancak örfen meshur olan manasiyla vesvese, nefsin veya seytanin kalbe attigi hayirsiz, faidesiz, alçak hatira ve mülahazalara verilen bir isimdir.

Hem nefsin hem de seytanin vesvesesi, Kur'ani Kerim'de ayri ayri zikredilir.

sEYTANIN VESVESESi
"And olsun ki, insani Biz yarattik ve nefsinin ona ne gibi vesveseler verdigini biliyoruz ve Biz ona sahdamarindan daha yakiniz." (Kaf, 50/16) ayeti, nefsin vesvesesine isaret ederken, "seytan, Adem'e vesvese verdi." manasina gelen birçok ayet de, seytanin vesvesesine delalet etmektedir.

"Nefsin vesvesesi" tabiri, bir insanin, kendi kendine söyledigi ve gönlünden geçirdigi gizli duygular, kararlar, vehimler, hatiralar ve bunlar gibi bütün batini suur durumlarini da içine alir. Bunlar o kadar gizli ve sessizdir ki, bazilarini melekler dahi bilmekten acizdirler.. acizdirler de onlari sadece Cenabi Hakk bilir. Nefisten gelen vesvese, seytanin vesvesesine kiyasla daha gizlidir. Bu gizlilik, bir cihetten onu kuvvetlendirir. Dolayisiyla nefis, seytandan daha müthis bir düsmandir. Belki de, "Senin en büyük düsmanin nefsindir." diyen Allah Rasulü (s.a.s.), iste bu hususa isaret buyurmuslardir.

Nefis ve seytan, verdikleri vesveseler ile, insan ruhunu, hak yolundaki terakkisinden alikoymak isterler. insanin akil ve fikrini çelip, azim ve iradesini kirarak onu salih amellerden vazgeçirmek, fani zevk ve kaprislere düsrerek de sefillestirmek isterler.

Vesvesenin ilk makes buldugu yer kalbdir. O, buradan diger azalara kalb vasitasiyla yayilir. Onun içindir ki, vesvesenin ilk tesiri kalbde hissedilir. Tabii ki bu tesir, kabul veya ret sekillerinden biri halinde tecelli eder. Eger gelen vesveseler kalbde kabul görmezse; hayalde edep disi tasvirler mahiyetine bürünürler. Muhayyilesi bu tasvirlerle mesgul olan insan, bir müddet sonra hiç farkinda olmadan kalbini de onlarla mesgul eder. Zaten seytanin istedigi de budur. Zira o, varmak istedigi hedefe bu yolla birkaç adim daha yaklasmis olur.

VESVESEYE REAKSiYON
Halbuki kalbde kabul görmeyen vesvesenin hiçbir zarari yoktur. Zira vesvese, hayalden öte geçememistir ve mantikça da hayal bir hüküm degildir. Vesvesenin kalbde kabul görmedigini anlamak ise gayet basittir. sayet kalb, gelen vesveseden dolayi üzülüyor ve ürperiyorsa, bu durum vesvesenin kalbde kabul görmedigine; aksi durum ise, neticenin de aksine bir delil ve bir isarettir. Eger vesvese kalbde kabul görmüyorsa; bu durumda vesvesenin zarari, zararli oldugunu düsnmeye münhasir kalir; baskaca da bir zarari yoktur. Hatta kalbin reaksiyonunun siddeti; kisinin imanindaki kuvvetle dogru orantilidir. Evet, imanin kuvveti nisbetinde kalb vesveseye karsi reaksiyon gösterir. Bazen gafletle kalbin gösterdigi bu reaksiyon tasdik zannedilir. Bu zanna düsen bazi kimseler, kalblerinde müthis bir heyecan ve helecan hissederler. Bazen de bu durumdan kurtulmak için huzurdan kaçip gaflete dalmak arzu ederler. Halbuki ortada vesveseyi tasdik diye bir husus söz konusu degildir. Sadece bir reaksiyon vardir. Ve esasen bu reaksiyon da onun imaninin salabet ve kuvvetini göstermektedir. Ve yine bu sebepledir ki, Allah Rasulü, bu hal ve durumu anlatirken, "imanin ta kendisidir!" buyurmuslardir.


Kaynak: Zaman gazetesi, 25.06.1998
 

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
Dünya Hayati Ve Nefis

Dünya Hayati Ve Nefis

Rasul-i Ekrem (A.S.) Efendimiz, bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Mümin beş güçlük arasındadır. Karşısındaki mümin olur, kendisine hased eder. Münafık olur, gizli düşmanlık eder. Kâfir olur, kendisiyle savaşır. Şeytan saptırmaya çalışır. Nefsi ise kendisi ile çekişir durur.”... Rasul-i Ekrem (A.S.) Efendimiz, bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Mümin beş güçlük arasındadır. Karşısındaki mümin olur, kendisine hased eder. Münafık olur, gizli düşmanlık eder. Kâfir olur, kendisiyle savaşır. Şeytan saptırmaya çalışır. Nefsi ise kendisi ile çekişir durur.” Şeytanın saptırmaya çalışması o derecede olur ki, mümini kâfir etse dahi hıncını, intikamını alamaz. Kâfir ettikten sonra insanın yüzüne tükürür ve “sen benden de aşağı imişsin. Ben Allah’a küfrettim ama inkâr etmedim. Sen Allah’ı inkâr edecek kadar şiddetli küfre girdin.” der. İskender Ataullah Hazretleri (K.S.), Hikemü’l-Ataiyye’de, “Şeytana düşmanlık edildi, yardım ve rahmete ulaşıldı. Dost olundu, ama hiçbir dostuna vefa ve merhamet ettiği görülmedi” buyuruyor. Müminin beşinci güçlüğü, nefsinin kendi ile çekişip durmasıdır demiştik. Nefsin mizacı da şeytandan aşağı değildir. Onun da merhameti yoktur. Emmare makamında bulunuyorsa insanı azdırmaya çalışır. Allah’ın dinini asla sevmez. Kur’an-ı Kerim’in hükümlerini beğenmez ve düşman kesilir. İnsanın nefsi, esfel-i safilinde yani aşağıların aşağısında bulunduğu ve kötülüklerin anası olduğu için, kötülükle ortaya çıkmaya başlayınca, şeytan da yaklaşmaya başlar. İnsan bu beş zorluk arasında daima mücadele halinde ve uyanık bulunmalıdır. Onun için Allahu Tealâ, “... nefsini hevâsından men ederse varacağı yer cennettir” (Naziat/40-41) buyuruyor. Heva, nefsin sıfatıdır. Gazap ve şehvet lezzetine heva denir. Bu asır insan hevasını körükleyen bir asırdır. Kim nefsini hevasından uzak tutarsa cennetle müşerref olur. Anlaşılacağı üzere, nefsin meydanı dünyadır. İnsanın üç büyük düşmanından birincisinin dünya, ikincisinin nefis, üçüncüsünün şeytan olduğunu biliyoruz. Allahu Tealâ ayet-i kerimelerle, Rasulullah (A.S.) Efendimiz de hadis-i şeriflerle dünyanın gidişatına uyarak ahiret bozgununa uğramamamızı istemiştir. Ulemanın belirttiğine göre dünya Allah’a ve Allah’ın dostlarına düşmandır. Dünya perdedir. Dünyanın asliyeti geçici, yaratılıştaki sıfatı cazibeli, aldatıcı ve nefsin yaratılışına uygundur. Dünya şeytanın yemidir. Dünyanın cazibe ve güzelliği olmasaydı, ne şeytan insana hücum edebilir, ne de nefis insanı ahiret yolundan alıkoyabilirdi. Anlaşılıyor ki dünyanın hakikatı, faniliği ile birlikte aldatıcıdır da. Bir kimse Hazret-i Ali (R.A.) Efendimiz’e “dünyayı anlatır mısınız?” diye sorduğunda, Hz. Ali şöyle buyurdu: “Sağlamı hasta, emniyette olanı pişman olacak. Fakiri mahzun, zengini ise helalinin hesabı, haramının azabına düşecek. Şüpheli şeyler için de azarlanacaktır. Size bunun daha neyini anlatayım.” Rasulullah (A.S.) Efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurdu: ”Kıyamet gününde bir adamı Allah’ın huzuruna getirirler. Kazancı haram, masrafı da haramdır. ‘Bunu cehenneme götürün’ denir. Başka bir adamı getirirler. Helal kazanmış, haram sarfetmiştir. Onu da cehenneme gönderirler. Bir diğeri de haramdan kazanmış, helale sarfetmiştir. Onu da cehenneme gönderirler. Sonra başka birini getirirler. Helalden kazanmış, helale sarfetmiştir. Ona, bu serveti kazanırken farzlardan bir ibadeti geçirip geçirmediğini sorarlar. Hiçbir farzı bırakmadığını açıklar. Bu servete birinin hakkı geçti mi; mesela işçilerinin ve hayvanlarının hakkını verdin mi? diye sorarlar. Onları da verdiğini söyler. Bakmakla mükellef olduğu kimselere vaktinde nafakalarını ulaştırıp ulaştırmadığını sorarlar. Bu sırada çalıştırdığı kimseler getirilir, hakları karşılaştırılır. O da temiz çıkınca, ‘Verdiğimiz nimetlere karşı ne gibi şükürde bulundu? Onun hesabını görelim.’ derler.” Şükür, Allah’ın verdiği nimetlerle Allah’a isyan etmemektir. Bir kimse parayı Allah’ın rızası olan yerlerde şükrederek kullanmadıysa cennete giremez. Anlaşılıyor ki, insan hayatı nefsin, şeytanın ve dünyanın türlü halleriyle meşgul edilmektedir. Dünya, önce yaldızlı şeylerle insanı aldatır, sonra helâk eder. İsa A.S.’a dünya, yaşlı, zayıf, çirkin fakat süslenmiş bir kadın suretinde görünmüş ve onunla şöyle konuşmuştur. İsa A.S. soruyor: - Kaç kere evlendin? - Sayılmayacak kadar çok evlendim. - Bir kadın ömründe şu kadar evlenir. Sen sayılmayacak kadar çok evlendiğini söylüyorsun. Kocalarına ne oldu? Öldüler mi, boşandılar mı? - Hiç boşama olmadı. Hepsini ben öldürdüm. - Geçmiş kocalarını teker teker nasıl öldürdüğünü düşünmeyip, onlardan ibret almadan seninle evlenecek yeni kocaların vay haline! A’la bin Ziyad (R.A.) şöyle buyuruyor: “Rüyamda yaşlı, derisi buruşmuş, fakat üzerinde her türlü süs ve zinet eşyası bulunan bir kadın gördüm. İnsanlar etrafında toplanmış, şaşkın şaşkın onu seyrediyorlardı. Ben onların bu haline şaşırdım ve kadına kim olduğunu sordum. Kadın, “yazık sana, beni bilemedin mi? Ben dünyayım” deyince, ben “senin şerrinden Allah’a sığınırım” karşılığını verdim. Bunun üzerine kadın, “benden kurtulmak istersen, mala, paraya, şöhrete önem verme” diye konuştu. Kur’an-ı Hakim’de, “Bu dünyada âmâ olan, ahirette de âmâ olur...” (İsra/72) buyurulmuştur. Yani bu dünyada güzel ahlâk ve sünnet-i seniyyeye sarılmadınsa, basiretini açıp aklını işletemedinse, öbür dünyada da öyle dirileceksin. Bu bakımdan tasavvuf ehli, baş gözünün değil kalp gözünün görmesini gerekli görür. Onun için kalp gözü açılmayan âmâdır ve ehl-i dünyadır. İşte dünya ile nefis meselesi budur. Kemalât, dede olmakta, çok para kazanmakta değil reşid olmadadır. Medeni kanuna göre reşidlik onsekiz yaşındadır. Ehl-i tasavvufta reşid olmak, Rabbini bilmekle ve iman hakikatlarını idrak ile mümkündür. Onun için, yetmiş yaşında çocuklar, yirmi yaşında er kişiler vardır. Rasul-ü Ekrem (A.S.) Efendimiz buyuruyor: “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.” Yani gafletten kurtulamazlar ve tabii ölümle diğer aleme geçerler. Gerçekte iki türlü ölüm vardır: Tabii ölüm ve kişinin kendi iradesi ile ölüm. Bu hadis-i şerife göre, tabii ölümle uyanmayı bekleme. Şimdiden rahmete ulaşacak hallere yapış ve iradî ölümle öl. Yani nefsinin arzularını kırmak için bir mürşid-i kâmilde terbiye ol. İtminan makamına ulaşmak, dünya vatanında iken nefse hakim olmakla olur. Bu da kalp görüşü yani ferasetle olur. Kalp gözünün görmesinden maksat, nefsin ıslahıdır. Bunun çaresi gurur yurdundan çıkmaktır. Ey ehl-i dünya! Gurur sahiplerinin halleri, onların perdesidir ki bağ, bahçe, köşk, çiçek, havuz vs. ile meşgul oluyor, gönüllerini onlara bağlıyor ve ömürlerini onlara sarfediyorlar da, Kur’an-ı Kerim’de yazılı olan şu ilahi kelâmı hiç görmüyorlar: “Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Ahiretten ise tamamen gafildirler.” (Rum/7) Bu asırda nefsi eğlendiren safa çok fazladır. Sabahleyin gazete ile başlayan gaflet, gece yarısına kadar televizyonla devam ediyor. Siyaset çekişmeleri ile müminler birine küsüyor. Allahu Tealâ cümlemize inayet eylesin ve anlayış versin. Amin.

www.menzil.net
 

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
Kalp ve dil...

Kalp ve dil...

Kalp ve dil...

Dil seni gül bahçelerine de götürebilir;
balçık deryalarına da sürükleyebilir


Kalp ve dil...
Ya iyilik, güzellik fidanlığı; ya kötülük, bozgunculuk bataklığı.
İnsan nasıl işletirse dil madenini, öyle süsler, donatır ömür ağacını.
Ve nasıl besleyip donatırsa öyle ürünlerle donatır kalp toprağını.
Dil ve kalp, ya kötülükler yuvası, kumkuması, ya iyilikler-güzellikler ovası.
Hani, Lokman Hekim, bir çırağıyla ava çıkmıştı, uzun yoldan evine döneceği sırada bir kabile reisi bu meşhur hekimi misafir etmek istedi.

Lokman Hekim, nasıl beden dilinden anlıyorsa öyle de gönül ve ruh dilinden anlıyordu. Kırmadı kabile reisini. O gece misafir kaldılar. En semiz koyunlardan biri kesildi. Yemek için harekete geçildi. O sırada Lokman Hekim, çırağını imtihan etmek istedi:

- Getir bakayım bana koyunun en temiz iki organını.

Çırak gitti koyunun kalbini ve dilini getirdi.

Lokman: “Aferin!” dedi, tam isabet. Bir canlının en temiz iki organı kalbi ve dilidir.”

Yediler, içtiler, şükrettiler. Sabah olduğunda da her misafirin yaptığı gibi, yola revan oldular.

Ne var ki yol kısa değil, Lokman aslında ava çıkmış gibi görünüyor; ama bu av sıradan bir yiyecek bulma avı değil. Hekimlik yolunda yeni bitkiler, ilaçlar bulma yolculuğu…

Akşama yakın bir saatte bir başka kabile reisi de Lokman Hekim’e misafir olması için ısrar etti.

İmkân varsa, davete icabet etmeli. Lokman Hekim de öyle yaptı. Yine akşam ve daha semiz bir koyun kesildi. Bu seferki imtihan daha zorluydu.

Lokman, çırağına: “Haydi şimdi de koyunun en pis iki organını getir bana.” dedi.

Çırak gitti, bir süre sonra yine kalp ve dille dönüp geldi.

Uzattı kalp ve dili Lokman Hekim’e. İşte efendim, dedi, bir canlının en pis iki organı.

Lokman: “Aferin dedi, sen sadece görünen, duyulan bilgilerle değil; aynı zamanda marifetle de donatmışsın kendini. Gerçekten de kalp ve dil, bir canlının hem en temiz, hem de en pis organlarıdır.”

Dil ve kalp dedikodu, fitne kaynağı haline gelmişse hem sahibini yer bitirir, hem de çevresinde tahribatlara yol açar. Kısacası, şer için işlese, kötülükler, tahribatlar kaynağı olur. Ama aynı organlar hayır için işlese, güzellikler, iyilikler merkezi olur.

Dilini bir binek bil.
Seni gül bahçelerine de götürebilir.
Balçık deryalarına da sürükleyebilir.
Kalbini kirli, paslı ya da parlak bir ayna bil.
Bütün güzelliklere karşı kör de kalabilir
Güneşle parlayan, güneşi yansıtan bir talihe sahip de olabilir.....

alıntı
 

hasan demir

New member
Katılım
6 Ara 2006
Mesajlar
92
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
71
Bir Bardak Süt

Bir Bardak Süt

HOWARD, OKULDAN ARTA kalan zamanında kapı kapı dolaşarak birşeyler satan fakir bir çocuktu. Bir gün, kapı kapı dolaşmasına rağmen, birşey satmayı başaramamış; bu arada, karnı çok acıkmıştı. Cebindeki on sent, birşey almak için yeterli değildi.

Bir evden yiyecek istemeye karar verdi. Fakat, kapıyı açan genç kızdan utanıp, yemek yerine sadece su isteyebildi. Kız onun aç olduğunu anlamıştı. Ona su yerine bir bardak süt getirdi. Sütü yavaşça içti ve:

“Borcum ne kadar” diye sordu.

Genç kız:

“Borcunuz yok” diye cevap verdi. “Annem, yapılan bir iyilik için para alınmaması gerektiğini söyler.”

Çocuk:

“Bütün kalbimle çok teşekkür ederim” dedi ve oradan ayrıldı.

Yıllar yılları kovaladı. Howard önce ilköğretim okulunu, ardından liseyi, sonra üniversiteyi bitirdi.

Yıllar geçip gitmeye devam etti.

Bir gün, ünlü Johns Hopkins Üniversitesi Tıp Fakültesinin Dr. Howard Kelly’nin kurucu başkanı olduğu Jinekolojik Onkoloji Bölümüne, ağır bir hasta getirildi. Yerel hastanelerdeki doktorlar, hastalığını değil tedavi etmek, teşhisini bile başaramamışlardı.

Dr. Kelly, hastanın naklinin yapıldığı bölgeyi öğrenince, çocukluk yıllarını yaşadığı belde hafızasında canlandı. Muayene için odaya girdiğinde ise, hastayı hemen tanıdı. Bu kadın, uzun seneler önce kendisine su yerine süt veren genç kızdan başkası değildi.

Kendisine yıllar önce yapılmış bu iyiliği hatırlayan Dr. Kelly, hasta için elinden gelen herşeyi yaptı. Sonunda, Allah şifa verdi ve kadın ağır hastalığından kurtuldu.

Kadının taburcu olacağı gün, kadının ameliyat dahil bütün muayene masraflarının kayıtlı olduğu fatura, imzalaması için Dr. Kelly’ye iletildi. Faturaya bakan doktor, üzerine birşeyler yazdı ve kadının odasına gönderdi. Kadın korkarak faturayı açtı. Bu tür tedavilerin çok pahalıya patladığını biliyordu. Yüksek bir miktar ile karşılaşacağını düşünüyordu.

Nitekim, faturada, onbinlerce dolarlık bir rakam, kenarda ise Dr. Kelly imzalı bir not vardı:

“Bir bardak süt ile ödenmiştir.”


Terc.: Emine Aydın


(Yaşanmış Öyküler'den alınmıştır.)

07.10.2002

 
B

beyaz_ýþýk

Guest
:)Gece yi yaşıyoruz ama...!!

:)Gece yi yaşıyoruz ama...!!

Bir bilge kisi, çölde öğrencileriyle otururken demiş ki;

- "Gece ile gündüzü nasıl ayırt edersiniz? Tam olarak ne zaman karanlık başlar, ne zaman ortalık aydınlanır?"

Öğrencilerden biri;

- "Uzaktaki sürüye bakarım," demiş, "Koyunu keçiden ayıramadığım zaman akşam olmuş demektir."

Başka bir öğrenci söz almış ve "Hocam" demiş, "İncir ağacını, zeytin ağacından ayırdığım zaman, anlarım ki sabah başlamıştır."

Bilge kişi, uzun süre susmuş. Öğrenciler meraklanmışlar ve "Siz ne düşünüyorsunuz hocam?" diye sormuşlar.

Bilge kişi şöyle demiş;

- "Yürürken karşıma bir kadın çıktığında, güzel mi çirkin mi, siyah mı beyaz mı diye ayırmadan ona "bacım" diyebildiğimde ve yine yürürken önüme çıkan erkeği, zengin mi yoksul mu diye bakmadan, milletine, ırkına, dinine aldırmadan, "kardeşim" sayabildiğimde anlarım ki; sabah olmuştur, AYDINLIK başlamıştır..."
 
Üst Alt