alptraum
New member
- Katılım
- 1 Ocak 2005
- Mesajlar
- 2,908
- Tepkime puanı
- 166
- Puanları
- 0
- Yaş
- 39
- Konum
- Aþk`dan
- Web sitesi
- www.muhakeme.net
CABİR B. HAYYAN -
İslâm kimyacılarının en ünlüsü, tabiat filozofu ve çok yönlü âlim.
Ebu Müsa Cabir b. Hayyan b. Abdillah el-Küfi (ö. 200 / 815). Hayatı hakkında pek az şey bilinmektedir. Onunla ilgili ilk kaynaklarda yer alan bilgiler tam bir belirsizlik içindedir, aynı zamanda bunlar hayat hikayesine efsanevi birtakım unsurların da karışmış olduğunu gösterir. Cabir'in klasik anlamdaki tasavvufla herhangi bir ilişkisinin bulunduğunu söylemek güçtür. Bu durum, simya gibi kimyanın da bir bakıma batıni-sırri bir ilim kabul edilmesinden veya bulduğu formüllerin başkalarının eline geçmemesi için çalışmalarını gizlilik içinde sürdürmesinden yahut da hocası Cafer es-Sadık'a benzer biçimde zahidane bir hayat yaşamasından kaynaklanmış olabilir. Bazı müellifler Cabir b. Hayyan'ı öldüğü yer olan Horasan'ın Tüs şehrine nisbetle Tüsi şeklinde anarlar. Bazıları ise Sinan b. Sabit b. Kurre'nin soyundan gelen Harranlı bir Sabit olduğunu iddia ederler; fakat bu görüşü destekleyecek herhangi bir delil mevcut değildir.
Hakkında toplanabilen dağınık ve yer yer çelişkili bilgilerden. Cabir'in babası Hayyan'ın aslen Yemen'in Ezd kabilesinden olup Küfede attarlık yaptığı. VIII.. yüzyılda Emevi hanedanının yıkılmasıyla sonuçlanan olaylarda Abbasileri desteklediği, hatta "dai" sıfatıyla Horasan'a gönderildiği ve daha sonra orada Emevi valisi tarafından 107 (725) yılında idam ettirildiği öğrenilmektedir. Buna göre Cabir'in VIII.. yüzyılın ilk çeyreğinde doğduğunu söylemek mümkündür.Doğum yerinin Küfe mi Tüs mu olduğu meselesi de ayrı bir tartışma konusudur. Kesin bir sonuca varılamamakla birlikte babasının Horasan bölgesinde bulunduğu sıralarda Tüs'ta doğduğu kabul edilebilir.
Hayatının önemli bir kısmını Küfe'de geçiren Cabir, burada Cafer es-Sadıktan faydalanma imkânı bulmuş, ayrıca şehrin havası kimya araştırmalarına elverişli olduğu için bu şehirde oturmayı tercih etmiştir. İbnü'n-Nedim'in verdiği bilgiye göre Irak Büveyhi Hükümdarı Bahtiyar zamanında (967-978) Küfe'de tonozlu bir yapı ortaya çıkarılmış ve içinde 200 batman altın bulunan bir havanla bir potaya rastlanarak Cabir'in evinin de burada olduğu tesbit edilmiştir. Çalışmalarını bir süre Bağdat'ta Bermekiler'in himayesinde sürdüren Cabir. bu ailenin devlet yönetiminden uzaklaştırılmasından sonra tekrar Küfe'ye dönmüş ve burada Me'mün dönemine kadar araştırmalarına gizlilik içinde devam etmiştir.
Başlangıçtan beri Cabir'in şahsiyeti hakkında çeşitli iddialar ortaya atılmıştır. Şiiler onun altıncı imam Cafer es-Sadık'ın talebesi ve bablardan biri olduğunu, eserlerinde kullandığı. "Efendim Ca'fer bana dedi ki" ifadesiyle Cafer es-Sadık'ı kastettiğini ileri sürerken karşıt görüşlüler de burada kastedilen şahsın Bermeki ailesinden Vezir Ca'fer b. Yahya olduğunu savunurlar. Oysa her iki görüşün de doğruluğunu gösteren belgeler vardır. Çünkü eserlerinde her vesile ile Cafer es - Sadık'ın talebesi olduğunu vurgularken bir zamanlar hizmetinde bulunduğu Cafer b. Yahya ile olan yakın ilişkilerinden de söz eder.
Cabir sahip olduğu bütün bilgileri "hikmetin kaynağı" diye nitelendirdiği İmam Ca'fer es-Sadık'tan aldığını söyler. Ayrıca hocaları arasında uzun bir ömür sürdüğü rivayet edilen Harbi el-Himyeri'yi anar ve birçok ilmin yanı sıra Himyeri dilini de ondan öğrendiğini açıklar. Hocalarından bir diğeri ise Muaviye'nin torunu Halid b. Yezid'in üstadı Marianus'un talebesi olan bir rahiptir. Bunlardan başka lakabı "Üzünü'l - himar el - Mantıkı" olan bir hocasından da söz eder. Kaynaklar onun yönetimin baskısından korktuğu için uzun süre bir yerde ikamet edemediğini ve sürekli seyahat etmek zorunda kaldığını yazar; kendisi de Irak ve Suriye'de bulunduğunu. Mısır ve Hindistan'a seyahatler yaptığını anlatır.
Her ne kadar Cabir'in çalışmaları tıp, astronomi, matematik, felsefe ve dönemin diğer ilim alanlarına yayılmışsa da o birinci derecede bir kimyacı olarak kabul edilir. Onun kimya tarihindeki seçkin yerini ilk tesbit eden ve kimyayı sistemli bir deneysel bilim haline getirdiğini ilk gören E. J. Holmyard'dır. Bu araştırmacı. İlimler tarihinde Cabir'in yalnız kimyacı değil ayrıca tabip, filozof ve astronomi bilgini sıfatlarıyla da özel bir ye sahip olduğu görüşündedir. E. 0. Lippmann ise Cabir'in kimya tarihindeki yerinin Boyle, Priestley ve Lavoisier modern kimyanın kurucuları ile denk olduğunu söylemektedir. Gerçekten de Cabir tabiat bilimlerinde deneysel metodun önemini tam olarak kavramış ve bu metodu bütün çalışmalarında uygulamıştır. Onun, "Bu kitapta duyduklarımızı bize söylenenleri yahut okuduklarımızı değil ancak tecrübe ettikten sonra gözlediğimiz şeylerin özelliklerini zikrettik" şeklindeki ifadesi, deneysel metoda verdiği önemi göstermektedir. Bu sebeple bütün Ortaçağ kimyacıları büyük ölçüde Cabir in tesirinde kalmışlar, Ebü Bekir Razi ve İbn Sina gibi filozof ve bilginler onu üstat olarak tanımışlardır: hatta Bacon bile ondan 'üstatların üstadı"diye söz etmiştir.
Cabir'in tabiat felsefesi, geleneksel küçük âlem (insan) -büyük âlem (kâinat) anlayışına ve semavi güçlerin yeryüzündeki hadiselere tesiri fikrine dayanır. Ayrıca kâinatın nicelik boyutu üzerinde ısrarla durması ve ilim anlayışında ölçme ve deneye büyük önem vermesi de kâinattaki temel faktörün sayı olduğu şeklindeki Pisagorcu teorinin onun biat felsefesindeki bir yansımasıdır.
Kâinatta maden, bitki ve hayvan şeklinde sıralanan varlık mertebeleri içinde madenler seviyesinin Cabir'in eserlerinde de özel bir yeri vardır. Madenleri yalnızca oluşumları açısından değil dönüşümleri açısından da ele alınmış olması Cabir in kimya çalışmalarının hareket noktasını teşkil eder. Cabir'in kimyasına göre bütün madenler kükürt ve civanın farklı oranlar ve özel semavi etkiler altında birleşmesinin (izdivaç) sonucunda oluşurlar. Madenler asılları itibariyle gezegenlerin yeryüzündeki nişanlarıdır ve bu yönleriyle yalnızca yeryüzü- ne ait olmayan birer cevherdirler. Ancak madenlerin oluşma ve dönüşme süreçlerinde esas olan cıva ve kükürdün bilinen kimya elementleri olarak değil erkek ve dişi prensipleri gibi birer oluş prensibi şeklinde anlaşılması gerekmektedir. Madenler arasındaki farklılıklar, ihtiva ettikleri cıva-kükürt oranı ile, oluşumu gerçekleştiren semavi etkilerdeki farklılıktan doğmaktadır. Binlerce yıl toprak altında çeşitli etkilerle evrimleşen madenlerin en mükemmeli altındır. Simyacının yaptığı iş ise asırlar alan bu oluşma sürecini çabuklaştırmaktan ibarettir. Dolayısıyla kimyacı değersiz madenleri altına dönüştürürken söz konusu semavi etkileri kontrol edebilir olmalıdır. Bu yaklaşımın tabii bir neticesi olarak madenlerin zahiri ve fiziki özelliklerinin yanı sıra ruhi özelliklerinin de bulunduğu sonucuna varan Cabir, iksir kavramıyla bu görüşünü temellendirmiştir. Madenlerin dönüştürülmesi işleminde mutlaka uygulanması gereken iksir yalnızca madeni bir cevher özelliği taşımaz, nebati ve hayvani özellikler de taşır. Bu sebeple fiziki bir varlığı dönüştürme işleminde, semavi etkiler ve kimyacının manevi yoğunlaşmasının yanı sıra madende var sayılan canlılık boyutu da sürece katılmış olmakta ve böylece kimyevi dönüşüm basit anlamda fiziki bir süreç olmaktan çıkmaktadır.
Cabir teorisinin bir diğer ayırıcı özelliği, maddenin sahip olduğu kuruluk, yaşlık, sıcaklık ve soğukluk şeklindeki dört tabiatın, 1,3, 5,8 sayılarının her elementte değişen oranları ile bunların değişmez toplamı olan 17 sayısıyla irtibatlı olmasıdır. Böylece madenlerin oluşumunda belli oranlarda katkısı olan bu nitelikler her elemente belirli sayısal değerler kazandırır. Cabir, madde ve kainatın teşekkülünde 17 sayısının anahtar rolünün yanı sıra her elementte var olan 7 güç ve her gücün sahip olduğu 4 yoğunluk derecesinin çarpımından elde edilen 28 sayısını da mükemmel bir sayı kabul eder. 28 sayısı sadece 1, 2. 4. 7, 14 şeklindeki bölümlerinin toplamı değil aynı zamanda Arap alfabesindeki harflerin de sayısıdır. Bunun yanı sıra 17 ve 28 sayıları 3+5+1 +8=17 ve 4+9+2+ 7 + 6 28 dizilerinin toplam olacak şekilde ve gnomonik tarzda bölümlenmiş bir "sihirli kare' oluşturur; bu karede sayıların sağdan sola ve yukarıdan aşağıya toplamı daima 15 sonucunu verir. Sayılar, harfler, nitelikler ve tabii nesneler arasında kurulan bu ilişkilerde ideal hedef bütün tabii nesnelerin bir katalogunu çıkarmaktır. Bu katalogda her cevhere ait temel ve özel nitelikler yer alır ve bu nitelikler ölçme ve deneyin de konusu olacak şekilde nicelikleri açısından tesbit edilmiş olur. Cabir tarafından kullanılan sayı dizilerinin Pisagorcu telakkilerle, eski Babil ve hatta Çin kültürüyle ilgili olduğu anlaşılmıştır. Cabir, kozmolojisinde önemli bir rolü olan dört unsur ve iddia edilenin aksine her birinin birer cevher olduğunu savunduğu dört tabiat yanında "heba" adını verdiği beşinci bir tabiat daha kabul etmiştir. Aslında Aristo felsefesinde 'felek cismi" veya beşinci tabiat" da denilen "esir"den tamamen farklı olmak kaydıyla kendisi de buna "cirmü'l-felek" yahut "aydınlatıcı büyük felek cisminin nefsi" adını verir. Bu tabiat veya cevher, dünyadaki dört unsurun aksine, Yeni Eflatunculuktaki uknumlardan (asıl) biri sayılır ve maddi unsurların da aslını teşkil eder. "0 her şeyin aslıdır; o her şeydir ve her şey ondadır. Her şey ona döner. Yüce Allah'ın yapıp yarattığı şekilde her şey ondan gelir ve ona döner" .
Cabir'in kozmolojisindeki bu "beyaz heba " veya cevher, Manihaizm'deki' nur'un karşılığı gibi görünmektedir; ancak yine de Cabir'i düalist saymak doğru değildir. Ona göre bu cevher evrende, önce içinde bulunduğumuz âlemi kuşatan, aydınlatıcı ve en büyük felekte gayri maddi olarak ortaya çıkar, daha sonra belirli bir form ve renk alarak maddeye dönüşür. Böylece bu asli varlık gayri maddi mertebede basit bir cevher, maddi mertebede ise birleşik, hareketli, zaman ve mekânla ilişkili halde bulunur. İlk mertebede iken fiili olarak nefis, kuvve halinde ise cisimdir: böylece cisim bu duyulur olmayan ve akılla kavranabilen manevi özün duyulur olana dönüşmüş şeklidir. Bu suretle Cabir'in kozmolojisi monizme ulaşır. Bu felsefeye göre Aristo geleneğindeki düşüncenin aksine, en değerli varlık ne yalnız ruh ne de yalnız ceset olup ruhla cesedin birlikte meydana getirdiği varlıktır. Buradan insanın bütünüyle ruhani varlıklardan daha üstün tutulduğu anlaşılmaktadır ki, bu da Kur'an-ı Kerim'in insana bakış esprisiyle tam bir uyum arz etmektedir.
Cabir'e göre duyulur olmayanda duyulura, yani nefiste cisim olmaya doğru bir arzu (şevk) vardır. Cabir kimyasının temeli olan "mizan ilmi"ni, nefsin farklı tabiat ve kemiyetteki cisme yahut unsurlara dönme arzusuna dayandırmıştır. Tabii niteliklerin nicelik diliyle ifadesi anlamına gelen mizan, her cismin klasik fizikte kabul edilen dört unsurunun oranını tesbit ederek bu cismin terkibini yenilemeyi amaçlayan bir teoridir. Bu teoriyle kimyager (es- san'avi) cisimde hâsıl olan bütün değişmeleri yönlendirebilir ve bu şekilde eski kimyacıların peşine düştüğü iksirleri elde edebilir. Buna göre kimyagerin madenleri, bitkileri, hatta hayvanları oluşturan unsurlara ve onların keyfiyetleri arasındaki ilişkilere müdahale ederek mesela güçlüyü zayıflatması, zayıfı güçlendirmesi, bozuğu düzeltmesi, düzgünü bozması mümkündür. Bu üç varlık âlemindeki unsurları etkileme gücüne sahip olan kişi bütün ilimlere ulaşmış, mahlûkatın bilgisini, tabiattaki işleyişi kavramış olur. Cabir'in mizan teorisi ve bu teoriye dayanan kimya sistemi onu "ilmü'l-hayas" denilen başka bir sisteme götürdü ve bu sistemle Cabir maden, bitki ve hayvanların özelliklerini (havas), aralarındaki benzerlik ve farklılıkları ve bunların pratik ve tıbbi bakımdan taşıdıkları önemi araştırdı. Kitab'l-Havas adlı risalesinde havas kavramıyla illet kavramı arasında ilişki kurarak havassın varlığını reddeden din âlimleriyle havassın illetlerini kavramayı beşeri idrakin üstünde gören filozofları eleştirmiştir. Cabir, havassın ve onların illetlerinin doğru olarak bilinmesi halinde tabiatın taklit edilebileceğini ileri sürüyordu. P. Kraus; bu iddianın temelinde sanatı "tabiatı taklit", felsefeyi de "Tanrı'nın işine benzer işler yaparak, O'na yaklaşma" şeklinde açıklayan Platonist felsefenin bulunduğunu söyler. Ancak Cabir tabiatı iyileştirmenin, hatta tabiatta bulunmayan canlılar türetmenin mümkün olduğundan söz ederek Eflatun'dan daha ileri gitmiştir.
Cabir maddi alemde matematiğe dayanan bir düzen bulunduğunu savunur. Buna göre bütün tabii olaylar nicelik ve sayı kanunlarına irca edilebilir. Eşyanın özellikleri de ölçülmeye elverişlidir; bu özellikler sayısal nisbetlere dayanır ve rakamlarla ifade edilebilir. Aynı şekilde gramerle fizik arasında da bir uyum vardır. Çünkü gerek dil gerekse tabiat benzer kanunlarla ortaya çıkmıştır; dolayısıyla bunlar benzer metotlarla incelenebilirler. Dört unsurun farklı nitelikleri olan tabiatlar (sıcaklık, soğukluk, kuruluk, yaşlık) fiziki âlemin oluşumunu sağladığı gibi harflerin birleşimi de dili meydana getirir. Cabir'e göre diller tesadüfen veya insanların düşünüp tasarlamaları sonucu ortaya çıkmamıştır; aksine bazı araştırmacıların 'manevi enerji" diye açıkladıkları "tabii nefs"in arzu ve isteğiyle doğmuşlardır. Şu halde dil araz olmayıp nefsin bütün arzuları gibi bir cevherdir. Dil ve fiziki dünya arasındaki paralellik fikri Cabir'i, tabiatta bulunmayan yeni cisimleri oluşturmak mümkün olduğu gibi yeni dillerin de oluşturulabileceği sonucuna götürmüştür. Şu var ki böyle bir yeni dili ancak son derece üstün bir insan ortaya çıkarabilir.
(Devam ediyor..)
(Bilim ve Teknolojinin Gelişimi ile İslam Bilginlerinin Yeri, Lütfi GÖKER, 98-100)
İslâm kimyacılarının en ünlüsü, tabiat filozofu ve çok yönlü âlim.
Ebu Müsa Cabir b. Hayyan b. Abdillah el-Küfi (ö. 200 / 815). Hayatı hakkında pek az şey bilinmektedir. Onunla ilgili ilk kaynaklarda yer alan bilgiler tam bir belirsizlik içindedir, aynı zamanda bunlar hayat hikayesine efsanevi birtakım unsurların da karışmış olduğunu gösterir. Cabir'in klasik anlamdaki tasavvufla herhangi bir ilişkisinin bulunduğunu söylemek güçtür. Bu durum, simya gibi kimyanın da bir bakıma batıni-sırri bir ilim kabul edilmesinden veya bulduğu formüllerin başkalarının eline geçmemesi için çalışmalarını gizlilik içinde sürdürmesinden yahut da hocası Cafer es-Sadık'a benzer biçimde zahidane bir hayat yaşamasından kaynaklanmış olabilir. Bazı müellifler Cabir b. Hayyan'ı öldüğü yer olan Horasan'ın Tüs şehrine nisbetle Tüsi şeklinde anarlar. Bazıları ise Sinan b. Sabit b. Kurre'nin soyundan gelen Harranlı bir Sabit olduğunu iddia ederler; fakat bu görüşü destekleyecek herhangi bir delil mevcut değildir.
Hakkında toplanabilen dağınık ve yer yer çelişkili bilgilerden. Cabir'in babası Hayyan'ın aslen Yemen'in Ezd kabilesinden olup Küfede attarlık yaptığı. VIII.. yüzyılda Emevi hanedanının yıkılmasıyla sonuçlanan olaylarda Abbasileri desteklediği, hatta "dai" sıfatıyla Horasan'a gönderildiği ve daha sonra orada Emevi valisi tarafından 107 (725) yılında idam ettirildiği öğrenilmektedir. Buna göre Cabir'in VIII.. yüzyılın ilk çeyreğinde doğduğunu söylemek mümkündür.Doğum yerinin Küfe mi Tüs mu olduğu meselesi de ayrı bir tartışma konusudur. Kesin bir sonuca varılamamakla birlikte babasının Horasan bölgesinde bulunduğu sıralarda Tüs'ta doğduğu kabul edilebilir.
Hayatının önemli bir kısmını Küfe'de geçiren Cabir, burada Cafer es-Sadıktan faydalanma imkânı bulmuş, ayrıca şehrin havası kimya araştırmalarına elverişli olduğu için bu şehirde oturmayı tercih etmiştir. İbnü'n-Nedim'in verdiği bilgiye göre Irak Büveyhi Hükümdarı Bahtiyar zamanında (967-978) Küfe'de tonozlu bir yapı ortaya çıkarılmış ve içinde 200 batman altın bulunan bir havanla bir potaya rastlanarak Cabir'in evinin de burada olduğu tesbit edilmiştir. Çalışmalarını bir süre Bağdat'ta Bermekiler'in himayesinde sürdüren Cabir. bu ailenin devlet yönetiminden uzaklaştırılmasından sonra tekrar Küfe'ye dönmüş ve burada Me'mün dönemine kadar araştırmalarına gizlilik içinde devam etmiştir.
Başlangıçtan beri Cabir'in şahsiyeti hakkında çeşitli iddialar ortaya atılmıştır. Şiiler onun altıncı imam Cafer es-Sadık'ın talebesi ve bablardan biri olduğunu, eserlerinde kullandığı. "Efendim Ca'fer bana dedi ki" ifadesiyle Cafer es-Sadık'ı kastettiğini ileri sürerken karşıt görüşlüler de burada kastedilen şahsın Bermeki ailesinden Vezir Ca'fer b. Yahya olduğunu savunurlar. Oysa her iki görüşün de doğruluğunu gösteren belgeler vardır. Çünkü eserlerinde her vesile ile Cafer es - Sadık'ın talebesi olduğunu vurgularken bir zamanlar hizmetinde bulunduğu Cafer b. Yahya ile olan yakın ilişkilerinden de söz eder.
Cabir sahip olduğu bütün bilgileri "hikmetin kaynağı" diye nitelendirdiği İmam Ca'fer es-Sadık'tan aldığını söyler. Ayrıca hocaları arasında uzun bir ömür sürdüğü rivayet edilen Harbi el-Himyeri'yi anar ve birçok ilmin yanı sıra Himyeri dilini de ondan öğrendiğini açıklar. Hocalarından bir diğeri ise Muaviye'nin torunu Halid b. Yezid'in üstadı Marianus'un talebesi olan bir rahiptir. Bunlardan başka lakabı "Üzünü'l - himar el - Mantıkı" olan bir hocasından da söz eder. Kaynaklar onun yönetimin baskısından korktuğu için uzun süre bir yerde ikamet edemediğini ve sürekli seyahat etmek zorunda kaldığını yazar; kendisi de Irak ve Suriye'de bulunduğunu. Mısır ve Hindistan'a seyahatler yaptığını anlatır.
Her ne kadar Cabir'in çalışmaları tıp, astronomi, matematik, felsefe ve dönemin diğer ilim alanlarına yayılmışsa da o birinci derecede bir kimyacı olarak kabul edilir. Onun kimya tarihindeki seçkin yerini ilk tesbit eden ve kimyayı sistemli bir deneysel bilim haline getirdiğini ilk gören E. J. Holmyard'dır. Bu araştırmacı. İlimler tarihinde Cabir'in yalnız kimyacı değil ayrıca tabip, filozof ve astronomi bilgini sıfatlarıyla da özel bir ye sahip olduğu görüşündedir. E. 0. Lippmann ise Cabir'in kimya tarihindeki yerinin Boyle, Priestley ve Lavoisier modern kimyanın kurucuları ile denk olduğunu söylemektedir. Gerçekten de Cabir tabiat bilimlerinde deneysel metodun önemini tam olarak kavramış ve bu metodu bütün çalışmalarında uygulamıştır. Onun, "Bu kitapta duyduklarımızı bize söylenenleri yahut okuduklarımızı değil ancak tecrübe ettikten sonra gözlediğimiz şeylerin özelliklerini zikrettik" şeklindeki ifadesi, deneysel metoda verdiği önemi göstermektedir. Bu sebeple bütün Ortaçağ kimyacıları büyük ölçüde Cabir in tesirinde kalmışlar, Ebü Bekir Razi ve İbn Sina gibi filozof ve bilginler onu üstat olarak tanımışlardır: hatta Bacon bile ondan 'üstatların üstadı"diye söz etmiştir.
Cabir'in tabiat felsefesi, geleneksel küçük âlem (insan) -büyük âlem (kâinat) anlayışına ve semavi güçlerin yeryüzündeki hadiselere tesiri fikrine dayanır. Ayrıca kâinatın nicelik boyutu üzerinde ısrarla durması ve ilim anlayışında ölçme ve deneye büyük önem vermesi de kâinattaki temel faktörün sayı olduğu şeklindeki Pisagorcu teorinin onun biat felsefesindeki bir yansımasıdır.
Kâinatta maden, bitki ve hayvan şeklinde sıralanan varlık mertebeleri içinde madenler seviyesinin Cabir'in eserlerinde de özel bir yeri vardır. Madenleri yalnızca oluşumları açısından değil dönüşümleri açısından da ele alınmış olması Cabir in kimya çalışmalarının hareket noktasını teşkil eder. Cabir'in kimyasına göre bütün madenler kükürt ve civanın farklı oranlar ve özel semavi etkiler altında birleşmesinin (izdivaç) sonucunda oluşurlar. Madenler asılları itibariyle gezegenlerin yeryüzündeki nişanlarıdır ve bu yönleriyle yalnızca yeryüzü- ne ait olmayan birer cevherdirler. Ancak madenlerin oluşma ve dönüşme süreçlerinde esas olan cıva ve kükürdün bilinen kimya elementleri olarak değil erkek ve dişi prensipleri gibi birer oluş prensibi şeklinde anlaşılması gerekmektedir. Madenler arasındaki farklılıklar, ihtiva ettikleri cıva-kükürt oranı ile, oluşumu gerçekleştiren semavi etkilerdeki farklılıktan doğmaktadır. Binlerce yıl toprak altında çeşitli etkilerle evrimleşen madenlerin en mükemmeli altındır. Simyacının yaptığı iş ise asırlar alan bu oluşma sürecini çabuklaştırmaktan ibarettir. Dolayısıyla kimyacı değersiz madenleri altına dönüştürürken söz konusu semavi etkileri kontrol edebilir olmalıdır. Bu yaklaşımın tabii bir neticesi olarak madenlerin zahiri ve fiziki özelliklerinin yanı sıra ruhi özelliklerinin de bulunduğu sonucuna varan Cabir, iksir kavramıyla bu görüşünü temellendirmiştir. Madenlerin dönüştürülmesi işleminde mutlaka uygulanması gereken iksir yalnızca madeni bir cevher özelliği taşımaz, nebati ve hayvani özellikler de taşır. Bu sebeple fiziki bir varlığı dönüştürme işleminde, semavi etkiler ve kimyacının manevi yoğunlaşmasının yanı sıra madende var sayılan canlılık boyutu da sürece katılmış olmakta ve böylece kimyevi dönüşüm basit anlamda fiziki bir süreç olmaktan çıkmaktadır.
Cabir teorisinin bir diğer ayırıcı özelliği, maddenin sahip olduğu kuruluk, yaşlık, sıcaklık ve soğukluk şeklindeki dört tabiatın, 1,3, 5,8 sayılarının her elementte değişen oranları ile bunların değişmez toplamı olan 17 sayısıyla irtibatlı olmasıdır. Böylece madenlerin oluşumunda belli oranlarda katkısı olan bu nitelikler her elemente belirli sayısal değerler kazandırır. Cabir, madde ve kainatın teşekkülünde 17 sayısının anahtar rolünün yanı sıra her elementte var olan 7 güç ve her gücün sahip olduğu 4 yoğunluk derecesinin çarpımından elde edilen 28 sayısını da mükemmel bir sayı kabul eder. 28 sayısı sadece 1, 2. 4. 7, 14 şeklindeki bölümlerinin toplamı değil aynı zamanda Arap alfabesindeki harflerin de sayısıdır. Bunun yanı sıra 17 ve 28 sayıları 3+5+1 +8=17 ve 4+9+2+ 7 + 6 28 dizilerinin toplam olacak şekilde ve gnomonik tarzda bölümlenmiş bir "sihirli kare' oluşturur; bu karede sayıların sağdan sola ve yukarıdan aşağıya toplamı daima 15 sonucunu verir. Sayılar, harfler, nitelikler ve tabii nesneler arasında kurulan bu ilişkilerde ideal hedef bütün tabii nesnelerin bir katalogunu çıkarmaktır. Bu katalogda her cevhere ait temel ve özel nitelikler yer alır ve bu nitelikler ölçme ve deneyin de konusu olacak şekilde nicelikleri açısından tesbit edilmiş olur. Cabir tarafından kullanılan sayı dizilerinin Pisagorcu telakkilerle, eski Babil ve hatta Çin kültürüyle ilgili olduğu anlaşılmıştır. Cabir, kozmolojisinde önemli bir rolü olan dört unsur ve iddia edilenin aksine her birinin birer cevher olduğunu savunduğu dört tabiat yanında "heba" adını verdiği beşinci bir tabiat daha kabul etmiştir. Aslında Aristo felsefesinde 'felek cismi" veya beşinci tabiat" da denilen "esir"den tamamen farklı olmak kaydıyla kendisi de buna "cirmü'l-felek" yahut "aydınlatıcı büyük felek cisminin nefsi" adını verir. Bu tabiat veya cevher, dünyadaki dört unsurun aksine, Yeni Eflatunculuktaki uknumlardan (asıl) biri sayılır ve maddi unsurların da aslını teşkil eder. "0 her şeyin aslıdır; o her şeydir ve her şey ondadır. Her şey ona döner. Yüce Allah'ın yapıp yarattığı şekilde her şey ondan gelir ve ona döner" .
Cabir'in kozmolojisindeki bu "beyaz heba " veya cevher, Manihaizm'deki' nur'un karşılığı gibi görünmektedir; ancak yine de Cabir'i düalist saymak doğru değildir. Ona göre bu cevher evrende, önce içinde bulunduğumuz âlemi kuşatan, aydınlatıcı ve en büyük felekte gayri maddi olarak ortaya çıkar, daha sonra belirli bir form ve renk alarak maddeye dönüşür. Böylece bu asli varlık gayri maddi mertebede basit bir cevher, maddi mertebede ise birleşik, hareketli, zaman ve mekânla ilişkili halde bulunur. İlk mertebede iken fiili olarak nefis, kuvve halinde ise cisimdir: böylece cisim bu duyulur olmayan ve akılla kavranabilen manevi özün duyulur olana dönüşmüş şeklidir. Bu suretle Cabir'in kozmolojisi monizme ulaşır. Bu felsefeye göre Aristo geleneğindeki düşüncenin aksine, en değerli varlık ne yalnız ruh ne de yalnız ceset olup ruhla cesedin birlikte meydana getirdiği varlıktır. Buradan insanın bütünüyle ruhani varlıklardan daha üstün tutulduğu anlaşılmaktadır ki, bu da Kur'an-ı Kerim'in insana bakış esprisiyle tam bir uyum arz etmektedir.
Cabir'e göre duyulur olmayanda duyulura, yani nefiste cisim olmaya doğru bir arzu (şevk) vardır. Cabir kimyasının temeli olan "mizan ilmi"ni, nefsin farklı tabiat ve kemiyetteki cisme yahut unsurlara dönme arzusuna dayandırmıştır. Tabii niteliklerin nicelik diliyle ifadesi anlamına gelen mizan, her cismin klasik fizikte kabul edilen dört unsurunun oranını tesbit ederek bu cismin terkibini yenilemeyi amaçlayan bir teoridir. Bu teoriyle kimyager (es- san'avi) cisimde hâsıl olan bütün değişmeleri yönlendirebilir ve bu şekilde eski kimyacıların peşine düştüğü iksirleri elde edebilir. Buna göre kimyagerin madenleri, bitkileri, hatta hayvanları oluşturan unsurlara ve onların keyfiyetleri arasındaki ilişkilere müdahale ederek mesela güçlüyü zayıflatması, zayıfı güçlendirmesi, bozuğu düzeltmesi, düzgünü bozması mümkündür. Bu üç varlık âlemindeki unsurları etkileme gücüne sahip olan kişi bütün ilimlere ulaşmış, mahlûkatın bilgisini, tabiattaki işleyişi kavramış olur. Cabir'in mizan teorisi ve bu teoriye dayanan kimya sistemi onu "ilmü'l-hayas" denilen başka bir sisteme götürdü ve bu sistemle Cabir maden, bitki ve hayvanların özelliklerini (havas), aralarındaki benzerlik ve farklılıkları ve bunların pratik ve tıbbi bakımdan taşıdıkları önemi araştırdı. Kitab'l-Havas adlı risalesinde havas kavramıyla illet kavramı arasında ilişki kurarak havassın varlığını reddeden din âlimleriyle havassın illetlerini kavramayı beşeri idrakin üstünde gören filozofları eleştirmiştir. Cabir, havassın ve onların illetlerinin doğru olarak bilinmesi halinde tabiatın taklit edilebileceğini ileri sürüyordu. P. Kraus; bu iddianın temelinde sanatı "tabiatı taklit", felsefeyi de "Tanrı'nın işine benzer işler yaparak, O'na yaklaşma" şeklinde açıklayan Platonist felsefenin bulunduğunu söyler. Ancak Cabir tabiatı iyileştirmenin, hatta tabiatta bulunmayan canlılar türetmenin mümkün olduğundan söz ederek Eflatun'dan daha ileri gitmiştir.
Cabir maddi alemde matematiğe dayanan bir düzen bulunduğunu savunur. Buna göre bütün tabii olaylar nicelik ve sayı kanunlarına irca edilebilir. Eşyanın özellikleri de ölçülmeye elverişlidir; bu özellikler sayısal nisbetlere dayanır ve rakamlarla ifade edilebilir. Aynı şekilde gramerle fizik arasında da bir uyum vardır. Çünkü gerek dil gerekse tabiat benzer kanunlarla ortaya çıkmıştır; dolayısıyla bunlar benzer metotlarla incelenebilirler. Dört unsurun farklı nitelikleri olan tabiatlar (sıcaklık, soğukluk, kuruluk, yaşlık) fiziki âlemin oluşumunu sağladığı gibi harflerin birleşimi de dili meydana getirir. Cabir'e göre diller tesadüfen veya insanların düşünüp tasarlamaları sonucu ortaya çıkmamıştır; aksine bazı araştırmacıların 'manevi enerji" diye açıkladıkları "tabii nefs"in arzu ve isteğiyle doğmuşlardır. Şu halde dil araz olmayıp nefsin bütün arzuları gibi bir cevherdir. Dil ve fiziki dünya arasındaki paralellik fikri Cabir'i, tabiatta bulunmayan yeni cisimleri oluşturmak mümkün olduğu gibi yeni dillerin de oluşturulabileceği sonucuna götürmüştür. Şu var ki böyle bir yeni dili ancak son derece üstün bir insan ortaya çıkarabilir.
(Devam ediyor..)
(Bilim ve Teknolojinin Gelişimi ile İslam Bilginlerinin Yeri, Lütfi GÖKER, 98-100)