TESLİMİYET DERECELERİ
Kalbin sıhhat ve sağlığının en temel şartı hakikate teslim olmaktır. Teslimiyetin üç derecesi vardır; cismani teslimiyet, aklî teslimiyet ve kalbî teslimiyet.
Bir savaşta iki düşman birbiriyle karşılaşır ve biri kaybedeceğini hissederse, diğerine teslim olabilir. Bu tür bir teslimiyette, genelde kaybeden taraf yenilginin alâmeti olarak ellerini havaya kaldırır ve savaşmaktan vazgeçer. Hasmının hakimiyeti altına girer. Yani, hasmının verdiği emirlere göre hareket eder.
Bu tür bir teslimiyette beden teslim olmuştur, ancak akıl teslim olmaz; aksine sürekli olarak isyan ve başkaldırıyı düşünür; rakibini nasıl tekrar alt edebilme fırsatı yakalayacağına dair planlar yapar. Bu akıl ve mantığının durumudur; his ve duygularına gelince, onlar da sürekli olarak düşmanı kınar, telin eder. Güç ve zor ile en fazla bu tür bir teslimiyet -yani cismani teslimiyet- elde edilebilir.
Teslimiyetin ikinci derecesi, akıl ve mantığın teslim oluşudur. Aklın teslim olmasını sağlayacak kuvvet mantık gücüdür. Burada fiziksel güç hiçbir şey elde edemez. Üçgenin iç açıları toplamının, iki dik açının toplamına eşit olduğunu bir öğrenciye fiziksel güç kullanarak kavratmanız imkansızdır. Matematiksel önermeler mantıklı şekilde izah ve isbat edilmelidir, bu başka şekilde olamaz. Eğer yeterli delil var ve akla sunulur ise, ve akıl da bunu kavrarsa akıl teslim olur, dünyanın tüm güçleri bu teslimiyete karşı çıksa da.
Herkesçe bilinmektedir ki, dünyanın hareket ettiği ve Güneşin sistemde merkez olduğu inanışlarından ötürü Galileoya işkence edildiğinde, diri diri yakılma korkusundan ötürü tövbe etmiş; yere şunu yazmıştır: Galileonun tövbesi dünyayı durduracak değildir.
Güç, bir kimseyi sözünü geri almaya zorlayabilir, ama insanın aklı mantıkla ikna oluş dışında başka bir şeye teslim olmaz. de ki; Eğer doğru iseniz, haydi bakalım getirin delilinizi. (Bakara Suresi, 111)
Teslimiyetin üçüncü derecesi, kalbin teslimiyetidir. İmanın gerçeği kalbin teslimiyetidir. Kalbin teslimiyeti olmadan, dilin veya düşünce ve aklın teslimiyeti, iman değildir. Kalbin teslimiyeti;inkar ve inatçılığın izale-yok olup, kişinin tüm varlığının teslim olmasına eşittir.
Mümkündür ki, kişi bir fikir ve düşünceye akıl ve mantık açısından teslim olmuştur ama ruhi açıdan teslim olmamıştır. İnsan önyargıdan ötürü inatçılık ederse, veya kişisel menfaatleri yüzünden hakikate teslim olmayı reddederse; aklı teslim olmuştur, ama ruhu isyankârdır ve teslimiyeti yoktur. Ve işte bu yüzden imanı yoktur. Çünkü, imanın hakikati kalbin ve ruhun teslimiyetidir.
Allah (subhanehu ve teâla) Kuran-ı Kerimde şöyle buyuruyor: Ey iman edenler, hepiniz birden silme (teslimiyete) girin, Şeytan'ın izini izlemeyin (Bakara Suresi, 208) Yani, ruhunuz aklınızla savaş halinde olmamalıdır; hisleriniz algılarınızla savaş içerisinde olmamalıdır.
Kuranda geçen Şeytanın hikayesi de, aklı teslim olduğu halde kalbinin imansızlığına örnektir. Şeytan Allahı biliyor, Ahiret gününe inanıyor, ve Peygamberleri ve makamlarını biliyordu. Aynı zamanda, Allah ondan kafir olarak bahsediyor: kâfirlerden oldu. (Sad Suresi, 74)
Şeytanın Allahı bildiğine delil, Kuranın açıkça şeytanın itirafından bahsetmesidir. Şeytan, Allaha hitaben şöyle diyor: beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın. (Araf Suresi, 12)
Kıyamet gününe inandığına dair delil ise şudur: Rabbim dedi, onların tekrar dirilecekleri güne dek mühlet ver, yaşat beni. (Hicr Suresi, 36)
Peygamberleri ve diğer masumları tanıdığına dair delil ise şudur: Senin izzetin hakkı için onların hepsini saptıracağım; ancak muhlis kulların müstesna, dedi. (Sad Suresi, 82-83)
Sadece amelleri ile değil, tüm varlıklarıyla pâk ve masivadan arınmış muhlis kullardan kasıt Enbiyaullah, Evliyaullah ve Masumlardır. Şeytan onları da biliyor, ismet ve masumiyetlerine inanıyordu.
Şeytan tüm bunları bildiği halde, Kuran-ı Kerim onu kafir olarak adlandırıyor. Bu sebeple, sadece tanıma ve bilmenin veya aklın teslim olmasının kişinin mümin olmasına yeterli olmadığını anlıyoruz. (Mümin olmak için) başka bir şey daha gereklidir.
Kuranî açıdan, onca bilgisine rağmen şeytan neden kafir olarak görülmektedir?
Açıktır ki, aklı hakikati kabul ederken, hisleri hakikat ile savaşa kalkmıştır. Kalbi aklına karşı isyan etmiş, kibir göstererek hakikati reddetmiştir. Yani, onun kalbî teslimiyeti yoktur.
Not: Bu yazı, İngilizce dilinde yayın yapan İlham Dergisinin, Allâme Murtaza Mutahharinin Islam and Religious Pluralism adlı kitabından alıntıladığı kısa bir iktibasın tercümesidir.
Kalbin sıhhat ve sağlığının en temel şartı hakikate teslim olmaktır. Teslimiyetin üç derecesi vardır; cismani teslimiyet, aklî teslimiyet ve kalbî teslimiyet.
Bir savaşta iki düşman birbiriyle karşılaşır ve biri kaybedeceğini hissederse, diğerine teslim olabilir. Bu tür bir teslimiyette, genelde kaybeden taraf yenilginin alâmeti olarak ellerini havaya kaldırır ve savaşmaktan vazgeçer. Hasmının hakimiyeti altına girer. Yani, hasmının verdiği emirlere göre hareket eder.
Bu tür bir teslimiyette beden teslim olmuştur, ancak akıl teslim olmaz; aksine sürekli olarak isyan ve başkaldırıyı düşünür; rakibini nasıl tekrar alt edebilme fırsatı yakalayacağına dair planlar yapar. Bu akıl ve mantığının durumudur; his ve duygularına gelince, onlar da sürekli olarak düşmanı kınar, telin eder. Güç ve zor ile en fazla bu tür bir teslimiyet -yani cismani teslimiyet- elde edilebilir.
Teslimiyetin ikinci derecesi, akıl ve mantığın teslim oluşudur. Aklın teslim olmasını sağlayacak kuvvet mantık gücüdür. Burada fiziksel güç hiçbir şey elde edemez. Üçgenin iç açıları toplamının, iki dik açının toplamına eşit olduğunu bir öğrenciye fiziksel güç kullanarak kavratmanız imkansızdır. Matematiksel önermeler mantıklı şekilde izah ve isbat edilmelidir, bu başka şekilde olamaz. Eğer yeterli delil var ve akla sunulur ise, ve akıl da bunu kavrarsa akıl teslim olur, dünyanın tüm güçleri bu teslimiyete karşı çıksa da.
Herkesçe bilinmektedir ki, dünyanın hareket ettiği ve Güneşin sistemde merkez olduğu inanışlarından ötürü Galileoya işkence edildiğinde, diri diri yakılma korkusundan ötürü tövbe etmiş; yere şunu yazmıştır: Galileonun tövbesi dünyayı durduracak değildir.
Güç, bir kimseyi sözünü geri almaya zorlayabilir, ama insanın aklı mantıkla ikna oluş dışında başka bir şeye teslim olmaz. de ki; Eğer doğru iseniz, haydi bakalım getirin delilinizi. (Bakara Suresi, 111)
Teslimiyetin üçüncü derecesi, kalbin teslimiyetidir. İmanın gerçeği kalbin teslimiyetidir. Kalbin teslimiyeti olmadan, dilin veya düşünce ve aklın teslimiyeti, iman değildir. Kalbin teslimiyeti;inkar ve inatçılığın izale-yok olup, kişinin tüm varlığının teslim olmasına eşittir.
Mümkündür ki, kişi bir fikir ve düşünceye akıl ve mantık açısından teslim olmuştur ama ruhi açıdan teslim olmamıştır. İnsan önyargıdan ötürü inatçılık ederse, veya kişisel menfaatleri yüzünden hakikate teslim olmayı reddederse; aklı teslim olmuştur, ama ruhu isyankârdır ve teslimiyeti yoktur. Ve işte bu yüzden imanı yoktur. Çünkü, imanın hakikati kalbin ve ruhun teslimiyetidir.
Allah (subhanehu ve teâla) Kuran-ı Kerimde şöyle buyuruyor: Ey iman edenler, hepiniz birden silme (teslimiyete) girin, Şeytan'ın izini izlemeyin (Bakara Suresi, 208) Yani, ruhunuz aklınızla savaş halinde olmamalıdır; hisleriniz algılarınızla savaş içerisinde olmamalıdır.
Kuranda geçen Şeytanın hikayesi de, aklı teslim olduğu halde kalbinin imansızlığına örnektir. Şeytan Allahı biliyor, Ahiret gününe inanıyor, ve Peygamberleri ve makamlarını biliyordu. Aynı zamanda, Allah ondan kafir olarak bahsediyor: kâfirlerden oldu. (Sad Suresi, 74)
Şeytanın Allahı bildiğine delil, Kuranın açıkça şeytanın itirafından bahsetmesidir. Şeytan, Allaha hitaben şöyle diyor: beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın. (Araf Suresi, 12)
Kıyamet gününe inandığına dair delil ise şudur: Rabbim dedi, onların tekrar dirilecekleri güne dek mühlet ver, yaşat beni. (Hicr Suresi, 36)
Peygamberleri ve diğer masumları tanıdığına dair delil ise şudur: Senin izzetin hakkı için onların hepsini saptıracağım; ancak muhlis kulların müstesna, dedi. (Sad Suresi, 82-83)
Sadece amelleri ile değil, tüm varlıklarıyla pâk ve masivadan arınmış muhlis kullardan kasıt Enbiyaullah, Evliyaullah ve Masumlardır. Şeytan onları da biliyor, ismet ve masumiyetlerine inanıyordu.
Şeytan tüm bunları bildiği halde, Kuran-ı Kerim onu kafir olarak adlandırıyor. Bu sebeple, sadece tanıma ve bilmenin veya aklın teslim olmasının kişinin mümin olmasına yeterli olmadığını anlıyoruz. (Mümin olmak için) başka bir şey daha gereklidir.
Kuranî açıdan, onca bilgisine rağmen şeytan neden kafir olarak görülmektedir?
Açıktır ki, aklı hakikati kabul ederken, hisleri hakikat ile savaşa kalkmıştır. Kalbi aklına karşı isyan etmiş, kibir göstererek hakikati reddetmiştir. Yani, onun kalbî teslimiyeti yoktur.
Not: Bu yazı, İngilizce dilinde yayın yapan İlham Dergisinin, Allâme Murtaza Mutahharinin Islam and Religious Pluralism adlı kitabından alıntıladığı kısa bir iktibasın tercümesidir.