Hadis Düşmanlari Nasil çalişiyor ?
Hadis Düşmanlari Nasil çalişiyor ?
Bilindiği gibi, İslâm ve hakikat düşmanlarıyle birlikte İslâm'ı, müslümanlığı ve bu dine dair olan inaçları bozmak, yıkmak ve dejenere etmek için oryantalistler ve misyonerler akla hayale gelmedik planlar ve projeler gerçekleştirmekte ve bu projelerinin en çok netice aldıkları türünün de müslümanları içeriden ve kendilerinden gözüken olan şahısların ifsad ve fesadları ile yıkma projeleri gelmektedir. Çünkü, hiçbir canlı kendi cinsinin tehlikesini pek o kadar büyük bir tehlike olarak görmez ve göremez. Bu sebeple, İslâm Dünyasında geleneksel sahih inanca aykırı birçok görüş ve düşünce ortaya atılmış ve İslâm'ın neşv-u nema bulduğu tarihten bu yana bu sapkınlıklar da hemen her devirde boy göstermiştir. Günümüzde gözlenen bu sapkınlıkların başında "Yalnız Kuran" diyenler ve Hadis İnkârcıları gelmektedir. Bu sefih güruh, "Hadis inkârcıları" olarak isimlendirilmelerine rağmen, hadislere ve sünnete her zaman direk karşı durma yerine, dolaylı olarak-endirek- saldırıda bulunmayı yeglerler. Bu davranış şeklinin birinci basamağını sanki hadislerin sıhhatine ve sahihliğine çok dikkat ediyorlarmış havası içinde mevzu-uydurma- hadislere çok dikkat edilmesi gerektiğinin altını çizmek gelir. Öyle ki, çılgınlık derecesinde zirveye ulaşmışları sahihayn'da dahi uydurma hadis olduğunu söyleyebilecek kadar ileri gider. Hadis kitapları hakkında müslümanların kafalarında menfi bir soru işareti ve istifham oluştuktan sonra artık gerisi kolaydır ve avını sokmuş yılan gibi geriye çekilip beklerler. Bocalama devresinden sonra hadisten uzaklaşan müslümanlar artık çoktan "Yalnız Kuran" diyen akımın militanı olmuştur. Bilindiği gibi ilk hadis inkârcıları Haricilerdir. İşte "Kurancılar" adıyla isimlendirilen bu gurubun temel prensipleri şu şekilde açıklanmaktadır. “İslamı anlamak ve onu hayatımıza aktarabilmek için bize yalnızca Kitap (Kur’an) yeter. Kur’anın dışında başka hiçbir kaynağa ihtiyacımız yoktur. Zaten bizim dinimizin temel kaynağı Kur’andır” iddiası gündeme getirilmeye, ve dinimizin ikinci temel kaynağı olan sünnetin dinde hüccet olmadığı ve de sünneti ortaya koyan kaynakların doğruluğundan şüphe iddiaları yaygınlaşıyor. Ne yazık ki tıpkı öncekiler gibi ama bu defa batı medeniyeti karşısında aşağılık psikozuna kapılmış bir kısım insanlar tarafindan batılı müsteşriklerin de etkisiyle Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin dinde temel odak nokta oluşu, ya da şarii yönü reddedilmeye çalışılmaktadır. Bu iddialar tıpkı öncekiler gibi tarih boyunca yan yana giden dinin iki temel kaynağını birbirinden ayırmaya yöneliktir. Kur’an’ı sünneften, sünneti Kur’an’dan ayırmaktır. Az evvel de ifade ettiğim gibi bu akım yeni ve tesadüfi değildir. Yalnızca Türkiyeye mahsus da değildir. Bunu gündeme getirenler esasen müsteşriklerdir. Asrımızda sünnete en büyük şüphe gölgesini düşüren Prof. Goldizerdir. Bu adam Islam hukukunun ikinci temel kaynağı olan hadislerin, Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin sözlerinden çok, Şam bilginlerinin görüşleri olduğunu iddia efti. Hadis diye kitaplarda yazılı olanlar peygambere ait sözler değil bir kısım insanların sözlerinden ibarettir dedi. Maksadı müslümanlar nazarında değerli bir mevkii olan sünneti sarsmak, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ve onun sünneti konusunda zihinleri saptırıcı şüphe tohumları atmaktır. Aynı akımın Hindistanda önce Mehdilik, sonra da Peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan Mirza Gulam Ahmed tarafindan savunulduğunu görüyoruz. Bu nevzuhur adam da, sünnete en büyük darbeyi vurmalıydı ki, kendi Peygamberliğini yutturabilsin. Bunlardan ayrı olarak bir takım modernist yazarlar da bunların tilmizi olarak aynı iddiayı savunmuşlardır. Bu sünnet düşmanı modernistlerin iddiası şöyledir:
a: Eğer islamı anlamada Kur’an kadar Sünnet de önemli olsaydı, Cenab-ı Hakk bunu bize Kur’anda bildirirdi. Biz de Kur’an kadar sünneti de anlamağa mecbur olurduk ve Sünnete de değer verirdik.
b: Rasulullah’ın sünnetini, anlayışını ancak kendi dönemi ve kendi toplumu için geçerli kabul etmek lazımdır. Halbuki devir ve şartlar değişmiştir. Değişen asrın şartlarına sünneti tatbik edemeyiz.
c: Hadisler çok zor şartlar altında toplanmıştır. Bunlara yalan karışma ihtimali çok fazladır. Binaenaleyh sünneti bir kenara bırakmak zorundayız. Hafta bu insanların gençlere; Hadislerle kafanızı bozmayın diyecek kadar Allah (Azze ve Celle) Rasulüne saygısızlık ederek Kur’ancı kesilirler. Temel iddiaları bunlardır. İbni Hazm zamanında da hicri 500 lerde kendilerine Kur’ancı denen bir grup zuhur eder. Bunların iddiasına göre herşey Kur’anda vardır. Hatta birisi sormuş, peki Hz. Alinin sakalının sık Hz. Muaviyenin sakalının seyrek oluşu da var mı? Ama bunlar bir taraftan Kur’ancı kesilirken sünneti ekarte etmişler. Bize sadece Kur’an yeter, kulluğu yaşayabilmek için sadece Kur’an yeter, onun dışında başka kaynağa ihtiyacımız yoktur diyerek sünneti inkar etmişler. Veya “işte efendim sünnetin intikalinde, sübutunda şüphe vardır, bu yüzden zaman içinde içine yalan yanlış şeyler karışmış bir şeyi delil kabul edemeyiz” diyerek reddetmişler. Peki hedefleri neydi bu adamların? Hedef şu: Eğer Kur’anın beyanı, Kur’anın tamamlayıcısı ve açıklayıcısı olan hadisler ekarte edilirse sonunda Kur’an da çok daha rahat ekatte edilebilir. Veya “Sünnet yani,
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin anlayışı ve uygulaması ekarte edilirse o zaman Kur’anı salt aklımızla anlayıp dilediğimiz gibi bir müslümanlık yaşama ve Kitab’ı kendi arzu ve heveslerimize göre anlayıp yorumlama imkanını elde ederiz” derdi
vardı adamların. Keyiflerine geldiği gibi bir din yaşama, din belirleme konusunda hiçbir kayd-u bend altına girmeme arzularından
kaynaklanıyordu bu iddia. Bugünküler de hemen hemen buna benzer iddialarla ortaya çıkmaktadırlar. Esasen bu iddiaların altında akılcılık, rasyonalizm yatmaktadır. Yani Kur’anı anlamak için yalnızca akıl yeter, bunun dışında ne sünnete, ne de başka bir kaynağa ihtiyaç yoktur iddiası yatmaktadır bir. Ikinci olarak da bu iddianın altında Ashab-ı Kirama karşı güvensizlik ve itimatsızlık yatmaktadır. Zira sünneti Rasülüllah’tan sözlü olarak bize aktaran Ashab-ı Kiram efendilerimizdir. Eğer bu mevzuda, hadislerin bize aktarılması konusunda ashab-ı kiram efendilerimize herhangi bir itimadsızlık isnad edersek o zaman Kur’an’a da itimad etmemek gerekecektir. Kur’an’dan da şüphe etmemiz gerekecektir. Zira Kur’an’ı yazıp, hıfzedip, toplayan ve bize ulaştıranlar da ashab-ı kiram efendilerimizdir. Görülüyor ki bu iddianın altında Kur’an’ı reddetme sinsi planı da yatmaktadır. Yani bugün sünnet diyecekler, bu tuttu mu yarın Kur’an diyecekler. “Kur’an’a da itimad edilmez, çünki hadislere bir sürü yalan yanlış şeyler katanlar elbette Kur’ana da katmışlardır” diyecekler ve dini bitirecekler. İşte üç aşağı beş yukarı dünkülerin de bugünkülerin de demeye çalıştıkları bunlar. Şimdi bu iddianın sahiplerine peygamberin ne olduğunu, peygamberin kim olduğunu, sünnetinin bizim dinimizde, bizim hayatımızda yerinin ne olduğunu anlatmamız gerekecektir. Peygamberin dinde temel odak nokta olduğunu, onsuz dinin olmayacağını, onsuz müslümanlık olmayacağını, olamayacağını anlatmamız gerekecek. Peygamberin kullukta adım adım takip edilmesi gereken, kendisine tabi olunması gereken bir mukteda bih olduğunu, bir üsve-i hasene olduğunu anlatmamız gerekecek. Peygamberin Kur’an’ın beyan edicisi, Kur’an’ın tamamlayıcısı ve açıklayıcısı olduğunu, sünnetsiz Kur’an’ın anlaşılamaz olduğunu, peygamberin sürekli Allah (Azze ve Celle) kontrolünde bir masum olduğunu ve Rabbımızın kitabında kendisine itaat istediği herbir bölümde aynı zamanda peygamberine de itaat istediğini, bu konuda peygamberle Allah (Azze ve Celle)’ın arasını ayıranların kafir olduklarını, peygambere din belirleme, haram ve helal koyma hakkının verildiğini, anlatmamız gerekecek. Kur’an’da Rabbımızın anlatmadığı pek çok konuyu pek çok konuyu kendisine anlattırarak Rabbımızın peygamberini dinde nasıl şanlı kıldığını anlatmamız gerekecek.