hakka davet
New member
- Katılım
- 25 Eyl 2007
- Mesajlar
- 153
- Tepkime puanı
- 18
- Puanları
- 0
- Yaş
- 53
Sünneti inkar edenler veya sünnet ve hadiste "ayıklama" yapmak isteyenler, maksatlarına ulaşmak için iki yol takip ediyorlar. Bunlar:
a) Hadislerin Resûlullah’a (sav) âit olup olmadığı hususunda kalplerde kuşku uyandırmak.
b) Buna rağmen ilmî usullerle yapılan araştırmalar sonucunda, bir sözün Resûlullah’a âit olduğu kesinleştiğinde de "Bizim ona uymamız ve onu uygulamamız şart değil" gibi hezeyanlar ortaya atarak -hâşâ- Peygamberimizi sıradan bir beşer konumuna indirgemek.(Mevdudi, Sünnetin Anayasal Niteliği, s.138.)
Hadislerin isnadının Resulullah’a ait olup olmadığı hususunda tereddütte olanlar,
Bunlar da iki grup. Bir kısmı, böyle bir gerekçe ile hadisleri nazardan düşürme peşinde. Bu gruba girmeyenlerin ikinci kısmı ise nisbeten samimi, işin aslını araştırıyor.
Bu ikinci gruba girenler, Resulullah’a aidiyetinde kesinlik olan hadisleri kabul etmektedirler. Yani sünnet veya hadisin kendisini değil, o söz veya fiilin Resulullah’a âit olup olmadığını sorguluyorlar. Ancak, bunlardan bâzıları, tespitte kullandıkları eleği çok seyrek tutarak, birçok "Sahih hadisleri" de eleyebilmektedirler.(İsmail Mutlu)
Bunlarla ilgili olarak Mevdudî'nin bir değerlendirmesine yer verelim:
"Dinde önemli olan şeyler bize sağlam kaynaklardan gelmiştir, îkinci kaynaklardan gelen rivayetler genellikle önemsiz veya küçük meselelerle ilgilidir, ki bunlardan hangi yol benimsenirse benimsensin, fazla bir şey fark etmez.
Bir kişi eğer ince eleyip sık dokuyarak bunlardan herhangi bir rivayeti sünnet olarak kabul ediyor ve başka bir kişi iyice araştırmalar yaptıktan sonra, bunları sünnet olarak kabul etmiyorsa, her ikisi de Resûlullah’ın (s.a.v.) izleyicisi sayılacaktır.
Ne var ki, Resulullah’a ait olduğu belirtilen söz veya hareketlerin gerçekten kendisine ait oldukları belli olduktan sonra bile, bunların kendileri için kanun veya (ana mesele) olamayacağını söyleyenler elbette Resûlullah’ın izleyicileri ve sadık taraftarları olamazlar. " ( Mevdudi, Sünnetin Anayasal Niteliği, s. 132.)
Kur'ân adına hareket ettiğini iddia ederek sünneti reddedenler, kesinlikle samimi değildir. Çünkü Sünnet'in reddini ifâde eden Kur'ân'î tek bir delil getiremezler. Halbuki, kaydedildiği üzere Sünnet'e uymayı emreden pek çok âyet-i kerîme var. Onların durumu, Kur'ân-ı Kerîm'de haber verilen Allah'la peygamberlerinin arasını açmak istemek gibi cins bir küfür çeşidini hatırlatmaktadır:
"Allah'ı ve peygamberlerini inkâr eden, Allah'la peygamberleri arasını ayırmak isteyen "bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr ederiz" diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteriz diyorlar. İşte onlar gerçekten kâfir olanlardır" (Nisa: 4/150).
Kur'ân-ı Kerîm'de pek çok âyet, sünnet'e müracaatı emrettiği, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in pek çok emirleri, fiilleri sünnete uymanın gereğini beyan ettiği halde, İslâm ümmeti içerisinde zaman zaman "sünnet"ten rahatsızlık izhar edenler olagelmiştir. Şüphesiz bu, dindarlıktan, dinî samimiyetten gelen bir davranış değildir. Aksine, -cehâletin, iğfalin kurbanı olmak söz konusu değilse -temelde siyâsî-ideolojik hesaplara dayanan din düşmanlığı yatmaktadır. Böylelerinin Kur'ân'a sâhip çıkma, Kur'ân'ın anlaşılmasına mâni olan engelleri kaldırma gibi dindarlık edasıyla sünnete tavır almaları müslümanları aldatma gâyesine yöneliktir. (Pr.Dr İbrahim Canan)
a) Hadislerin Resûlullah’a (sav) âit olup olmadığı hususunda kalplerde kuşku uyandırmak.
b) Buna rağmen ilmî usullerle yapılan araştırmalar sonucunda, bir sözün Resûlullah’a âit olduğu kesinleştiğinde de "Bizim ona uymamız ve onu uygulamamız şart değil" gibi hezeyanlar ortaya atarak -hâşâ- Peygamberimizi sıradan bir beşer konumuna indirgemek.(Mevdudi, Sünnetin Anayasal Niteliği, s.138.)
Hadislerin isnadının Resulullah’a ait olup olmadığı hususunda tereddütte olanlar,
Bunlar da iki grup. Bir kısmı, böyle bir gerekçe ile hadisleri nazardan düşürme peşinde. Bu gruba girmeyenlerin ikinci kısmı ise nisbeten samimi, işin aslını araştırıyor.
Bu ikinci gruba girenler, Resulullah’a aidiyetinde kesinlik olan hadisleri kabul etmektedirler. Yani sünnet veya hadisin kendisini değil, o söz veya fiilin Resulullah’a âit olup olmadığını sorguluyorlar. Ancak, bunlardan bâzıları, tespitte kullandıkları eleği çok seyrek tutarak, birçok "Sahih hadisleri" de eleyebilmektedirler.(İsmail Mutlu)
Bunlarla ilgili olarak Mevdudî'nin bir değerlendirmesine yer verelim:
"Dinde önemli olan şeyler bize sağlam kaynaklardan gelmiştir, îkinci kaynaklardan gelen rivayetler genellikle önemsiz veya küçük meselelerle ilgilidir, ki bunlardan hangi yol benimsenirse benimsensin, fazla bir şey fark etmez.
Bir kişi eğer ince eleyip sık dokuyarak bunlardan herhangi bir rivayeti sünnet olarak kabul ediyor ve başka bir kişi iyice araştırmalar yaptıktan sonra, bunları sünnet olarak kabul etmiyorsa, her ikisi de Resûlullah’ın (s.a.v.) izleyicisi sayılacaktır.
Ne var ki, Resulullah’a ait olduğu belirtilen söz veya hareketlerin gerçekten kendisine ait oldukları belli olduktan sonra bile, bunların kendileri için kanun veya (ana mesele) olamayacağını söyleyenler elbette Resûlullah’ın izleyicileri ve sadık taraftarları olamazlar. " ( Mevdudi, Sünnetin Anayasal Niteliği, s. 132.)
Kur'ân adına hareket ettiğini iddia ederek sünneti reddedenler, kesinlikle samimi değildir. Çünkü Sünnet'in reddini ifâde eden Kur'ân'î tek bir delil getiremezler. Halbuki, kaydedildiği üzere Sünnet'e uymayı emreden pek çok âyet-i kerîme var. Onların durumu, Kur'ân-ı Kerîm'de haber verilen Allah'la peygamberlerinin arasını açmak istemek gibi cins bir küfür çeşidini hatırlatmaktadır:
"Allah'ı ve peygamberlerini inkâr eden, Allah'la peygamberleri arasını ayırmak isteyen "bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr ederiz" diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteriz diyorlar. İşte onlar gerçekten kâfir olanlardır" (Nisa: 4/150).
Kur'ân-ı Kerîm'de pek çok âyet, sünnet'e müracaatı emrettiği, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in pek çok emirleri, fiilleri sünnete uymanın gereğini beyan ettiği halde, İslâm ümmeti içerisinde zaman zaman "sünnet"ten rahatsızlık izhar edenler olagelmiştir. Şüphesiz bu, dindarlıktan, dinî samimiyetten gelen bir davranış değildir. Aksine, -cehâletin, iğfalin kurbanı olmak söz konusu değilse -temelde siyâsî-ideolojik hesaplara dayanan din düşmanlığı yatmaktadır. Böylelerinin Kur'ân'a sâhip çıkma, Kur'ân'ın anlaşılmasına mâni olan engelleri kaldırma gibi dindarlık edasıyla sünnete tavır almaları müslümanları aldatma gâyesine yöneliktir. (Pr.Dr İbrahim Canan)