Hz. Musa'nın İlim Taleb Etmesi
Daha sonra "Musa "Sana doğru öğretilen ve faydalı ilimden bana da öğretmen için, sana tâbi olabilir miyim?" dedi" buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili iki mesele vardır:
Birinci Mesele
Ebu Amr ve Ya'kûb son kelimeyi râ ve şın harfinin fethast ile reşedâ şeklinde okumuşlardır. İbn Abbas (r.a)'ın bunu,râ ve şın'ın zammesi ile ruşuda şeklinde okuduğu rivayetedilmiştir. Diğer kıraat imamları ise râ'nın zammesi ve şin'ın sükûnu ile, ruşdâ şeklinde okumuşlardır. Kaffal şöyle der: "Bunlar, aynı manaya gelen değişik kullanışlardır. Nitekim Arapça'da aynı manada, neker ve nükr denilmesi gibi, reşed ve rüşd de denilir. Bu yine tıpkı sekam ve sukm; seğal ve şûğl, behal ve buhl ve adem ve udm denilmesi gibidir. "Rüşden" ifadesi, -ti; ü Uİ* "Rüşd bulunan bir ilim" demektir. Kaffâl şöyle der: "Bu kelime şu iki manaya gelebilir:
a) Bu rûş'de, Hz. Musa ile ilgilidir ve manası "Sen bana sana öğretilenden oğretesin ve beni irşâd edesin" demektir.
b) Bu rü'd, Hz. Musa ile ilgilidir ve manası "Sen bana sana öğretilenden öğretesin ve beni irşâd edesin" demektir.
Bu Talepteki Âdâb
Bil ki bu ayetler, Hz. Musa (a.s)'ın. Hızır'dan öğrenmek istediğinde, pekçok edeb ve inceliğe riâyet ettiğine delâlet etmektedir:
1) Musa (a.s) kendisinin Hızır'a ittibâ edeceğini bildirmiştir. Çünkü o, "Sana tabi olabilir miyim?" demiştir.
2) O, bu tâbi olma hususunda, izin istemişti, çünkü o, "kendimi sana tâbi kılmam için bana müsaade eder misin?" demiştir ki, bu ileri derecede bir tevazudur.
3) Hz. Musa (a.s), "bana da öğretmen için" demiştir ki bu, kendisine cehaleti; hocasına da ilmi nisbet etmektir.
4) Hz. Musa (a.s) başındaki min ba'ziyyet ifade eder. Binâenaleyh o ondan, Allah'ın kendisine öğrettiği şeylerin bazısını kendisine öğretmesini istemiştir ki bu da, Hz. Musa'nın ne kadar mütevazı olduğunu göstermiştir. Buna göre Hz. Musa Hızır'a sanki, "Ben senden, sana ait olan ilim hususunda, beni kendine denk kılmanı istemiyorum. Tam aksine ben senden, çok çeşitli olan ilminden sadece bir kısmını bana vermeni istiyorum demiştir. Bu, tıpkı fakir bir kimsenin zengin bir kimseden malının bir kısmını istemesi gibidir.
5) Hz. Musa'nın, "sana öğretilen ilimden" ifadesi, o ilmi ona, Allah'ın öğrettiğini itiraf etmedir.
6) Hz. Musa'nın "doğru ve faydalı ilim" şeklindeki sözü, ondan doğruyu ve hidayeti talep etmektir. Doğrunun tahakkuk etmemesi halinde, (yerini) azgınlık ve sapıklığın aldığı bir şeydir.
7) Hz. Musa'nın, "sana Öğretilen ilimden, bana da öğretmen için"ifadesi, "Hz. Musa'nın Hızır (a.s)'dan, Allah'ın Hızır'a yaptığı muamele gibi kendisine muamelede bulunmasını istemesi" manasında olup bunda, bu öğretim esnasında Hızır'ın, ona bulunduğu lütuf ve inamın, öğretimi esnasında Allah'ın Hızır'a karşı gösterdiği in'âm ve lütfa benzediğine birîma bulunmaktadır. İşte bundan dolayı, "Ben, kendisinden bir harf öğrendiğim kimsenin kuluyum, kölestyim" denilmiştir.
8) İttibâ, o fiilin başkasına ait olmasından dolayı, o başkasının işinin bir mislini yapmak, demektir. Binâenaleyh biz, "Lâ ilahe illallah" dediğimizde, bilesin ki, yahudiler de bizden önce aynı kelimeyi söylüyorlardı. Bundan dolayı, bu kelimeyi söyleme hususunda, bizim onlara ittiba etmiş olmamız gerekmez. Çünkü biz bu cümleyi, onlar onu söyledikleri için, söylemiyoruz. Tam aksine biz bunu, söylenmesini gerektiren delil bulunduğu için söylüyoruz. Ama biz, beş vakit namazı, Hz. Peygamber'in fiiline muvafık olarak yaptığımızda, biz bu namazı Hz. Peygamber o şekilde yapıp kıldığı için biz de yapıp kılıyoruz. Bu sebeple hiç şüphesiz, bu beş vakit namaz fiili hususunda, Hz. Peygamber (s.a.s)'e ittibâ etmiş oluyoruz. Bunun böyle olduğu sabit olunca, Hz. Musa'nın, "sana tâbi olabilir miyim?" ifadesi sırf hocası o fiili yaptığı için, hocasının yaptığı fiillerinin benzerini yapma hususunda ona tâbi olacağına delâlet eder ki bu da, öğrenimde bulunan kimsenin tâ baştan, hocasına teslim olması. münazaa ve itirazları bırakması gerektiğinde delâlet eder.
9) Hz. Musa'nın, "tâbi olabilir miyim?" cümlesi bütün işlerinde mutlak manadaona tâbi olmayı istediğine, bunun herhangi bir kayıtla mukayyet olmadığına delâlet eder.
10) Hızır (a.s)'tn, ilk başta Hz. Musa'nın, İsrâiloğullarının peygamberi olduğunu ve bunun, kendisine Tevrat verilmiş olan Musa olduğunu kabul ettiği, haberlerle sabittir. Musa, Cenâb-ı Hakk'ın vasıtasız olarak kendiyle konuştuğu ve kendisine apaçık ve kesin mucizeleri verdiği bir zattır. Sonra buna rağmen, makamının bunca yüksekliği ve derecelerinin de yüceliğine rağmen Musa (a.s), bu pekçok çeşit tevazûyu göstermiştir ki, bu da, Hz. Musa (a.s)'ın ilim taleb etme hususunda, her türlü fedakârlığı yaptığına delâlet eder ki ona yakışan da budur. Çünkü pekçok ilmi elde etmiş olan kimsenin, o ilimlerdeki güzellik ve mutluluğu daha çok olur. Binâenaleyh, o kimsenin, o ilimleri talep etmesi daha kuvvetli ve şiddetli olur ve, ilim erbabına olan saygısı da o nisbetle mükemmel ve güçlü olur.
11) Hz. Musa, "bana da öğretmen için, sana tâbi olabilir miyim?" buyurmuş, ooylece önce, ona tâbi olmayı kabul etmiş; ikinci olarak da, ondan, kendisine öğretmesini istemiştir ki, bu da Hz. Musa'nın, Hz. Hızır'a ilk önce hizmet edeceğini: ikinci derecede olarak ondan ilim istediğini gösterir.
12) Hz. Musa, "bana öğretmen için, sana tâbi olabilir miyim?" buyurmuş, bu öğrenme işinde ona tâbi olmadan dolayı, ondan herhangi bir şeyi istememiştir. Buna göre sanki o,"Ben senden, sana bu ittibâma mukabil, mal ve makam istemiyorum. Benim maksadım, sadece ilim taleb etmektir" demek istemiştir.
Hızır'ın "Beraberliğime Dayanamazsın" Demesi
Daha sonra Cenâb-ı Hak, Hızır (a.s)'ın "Doğrusu sen, benim yanımda asla sabredemezsin. Kavrayamadığın oir bilgiye nasıl sabredeceksin?" dediğini bildirmiştir. Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır.
Birinci Mesele
Bil ki, öğrenimde bulunanlar iki kısımda mütalaa edilir:
a) İtimden herhangi bir nasibi olmayan görüşleri incelemeye alışmamış, bir konuyu anlatma veya itiraz etmeyi itiyat haline getirmemiş olan öğrenci
b) Pekçok ilim efde etmiş, istidlal ve itirazlara da alışmış, sonra da, tâm ve mükemmel olma derecesine ulaşabilmek için, kendisinden daha mükemmel birisiyle paşbaşa kalmayı isteyen kimse. Bu ikinci kısımdaki öğrenimi, çok zor ve çetindir. Bu böyledir, zira o öğrenci birşey gördüğünde veya birşey duyduğunda, ona göre bu iş zahiren çoğu kez kabul edilemez bir şey olur; halbuki o iş, gercekteyse hak ve doğru olandır. Binâenaleyh bu öğrenci görüşlere vakıf olduğu, itiraz vecedelleşmeyi itiyat haline getirdiği için, işin zahirine aldanır. Fakat henüz kemale ermediği için, o işin sırnna,hakikate eremez. Bu yüzden de çekişmeye, itirazaya ve mücadeleye yönelir ki, bu tür şeyleri duymak, okyanus gibi olan, mükemmel bir hocaya ağır gelir. Böylesi haller iki veya üç defa meydana geldiğinde, o zaman tam bir arzusuzluk ve hoşnutsuzluk meydana gelir ki, işte bu, Hz. Musa'nın mütalaa beyan etmeye alıştığına, isbâtı, ibtâli, istidlali ve itirazı alışkanlık haline getirdiğine bir işaret olmak üzere, Hızır (a.s)'ın "Doğrusu sen, benim yanımda asla sabredemezsin" ifadesiyle işarette bulunmuş olduğu husustur. Hızır'ın "Kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredeceksin?" ifadesi de, Hz. Musa'nın, eşyanın hakikatlerini olduğu gibi bilmediğine bir işarettir. Biz daha evvel, bu iki durumun bulunması halinde, susmanın zor olacağını, öğretimin çetinleşeceğini, işin, sonunda nefrete, hoşnutsuzluğa varıp dayanacağını ve karşılıklı nefretin doğacağını ve münasebetlerin kesileceğini söylemiştik.
İkinci Mesele
Alimlerimiz, ayet-i kerimedeki "Doğrusu sen, benim yanımda asla sabredemezsin" ifadesiyle fiilden önceistitâ'anın bulunamıyacağına, istidlal ederek, şöyle demişlerdir: Şayet herhangi bir fiile muktedir olma işi (istitâa), fiilden Önce mevcut olsaydı, o zaman, sabra muktedir olma işi, sabır fiilen tahakkuk etmeden önce Hz. Musa'da mevcut olmuş olurdu. Böylece de Cenâb-ı Hakk'ın, "Doğrusu sen, benim yanımda asla sa£>rectemezs/n- ifadesinin, yalana dönüşmesi gerekirdi. Bu böyle olamayacağına göre biz, fiilden önce, "istitâa"nın bulunamayacağını anlıyoruz. Cübbal buna şu şekilde cevap vermek İster: "Cenâb-ı Hakk'ın bu ifadesinden kastedilen Hz. Musa'nın ona muktedir olamaması değil, bu işin ona ağır gelmesidir. Bu, tıpkı örfte o ona ağır geldiğinde, "Falanca, falancayı görmeye.o onunla oturup kalkmaya muktedir değildir" denilmesine benzer. Bunun bir benzeri de Cenâb-ı Hakk'ın, "onlar işitmeye tahammül edemezlerdi"(Hûd.20) ifadesidir. Yani, "Dinlemek onlara zor gelir" demektir. Cübbai'ye şöyle denilebilir: Bu, delil bulunmaksızın, ayetin zahirinden dönmektir ki, caiz değildir. Ben derim ki: Alimlerimizin yapmış olduğu bu istidlali, "kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredeceksin?" ifadesi de desteklemektedir. Çünkü bu ayet, insanın bir şeyin hakikatine vakıf olmadan sabretmesini akıldan uzak görmüştür. Binâenaleyh, şayet "Fiilden önce istitâ'a bulunsaydı, o zaman, o ilme de, o ilim bulunmazdan önce kadir olunabilirdi. Eğer böyle olsaydı, o zaman, o iVım bulunmadığında öa sabrın bulunması., \myans12 görülmezdi. Çünkü, bir şeye kadir olan kimseden, o şeye yönelmesi uzak görülemez. Cenâb-ı Hak, o "sabr"ın imkânsız olduğuna hükmedince biz, fiilden önce istitâ'anın olamıyacağını anlamış oluyoruz.
Hz. Musa'nın İtaat Sözü Vermesi
Daha sonra Cenâb-ı Hak Musa (a.s)'nın 'Allah dilerse (inşaallah), beni sabırlı bulacaksın. Sana hiçbir işte karşı deyeceğim" dediğini nakletmiştir. Bununla ilgili birkaç mesele vardır:
Birinci Mesele
Allah'ın, peygamberlerini korumasını(ismetu'l-enbiyâ)tenkid edenler bu ayetle istidlal ederek, şöyle demişlerdir:"Hızır(a.s), Hz. Musa'ya "Doğrusu sen, benim yanımda aslasabredemezsin" demiş, Hz. Musa da, "Allah dilerse (inşaallah), beni sabırlı bulacaksm. Sana hiçbir işte karşı gelmeyeceğim" diye cevap vermiştir. Binâenaleyh, ou iki sözden her biri diğerini yalanlar. Bu sebeple de bunlardan birisinin yalan olduğunun söylenilmesi gerekir. Her iki duruma göre de, peygamberler (a.s)'den yalanın sudur etmesi gerekir." Buna verilecek cevap şudur: "Doğrusu sen, benim ımmda sabredemezsin" ifadesi, genel ve daha çok görülen duruma hamledilir. Böyle olması halinde de onların ileri sürmüş olduğu durum sözkonusu olmaz."
İkinci Mesele
"eğer şöyle olursa" sözü şüphe ifade eder. Ohalde, Hz. Musa'nın, ifadesininmanası, "Eğer Allah benim sabredici olmamı dilerse, senbeni sabırlı bulacaksın" demek olur ki, bu, Allah Teâlâ'nın Hz. Musa'nın sabırlı olmasını dileyip dilemediği hususunda bir şüphe bulunduğunu gösterir. Tavakkuf -lakamında sabretmenin vacib olduğunda hiç şüphe yoktur. Binâenaleyh bu, Allah 'eâlâ'nın, kuluna vâcib kıldığı şeyi bazan, irade etmediğini gösterir. Bu da, ilimlerimizin, "Allah bazan, herhangi bir şeyi istemediği halde, emreder" şeklindeki sözlerinin doğruluğuna delâlet eder. Mu'tezile ise, "Bu söz insanın ilerde, gelecekte . apacağı şeyler hakkında, edebe riâyet etmek için söylenilmiş bir sözdür" demektedir. Uu'tezile'ye şöyle denilebilir: "Eğer bu edebin anlamı doğru ise, o zaman matlub hakkuk etmiştir. Eğer bozuk ise, bu batıl ve gayesiz sözün zikredilmesinde ne gibi : edeb olabilir?"
Emr Vûcub Bildirir
Ayet-i kerimedeki "Sana hiçbir işte karşı gelmeyeceğim"ifadesi, emrin zahirinin, vücûb ifade ettiğine delâlet eder.çünkü bu ayetin delâletine göre, emredileni yapmayanisyankâr olur. İsyankâr İse, Cenâb-ı Hakk'ın, "kim Allah'a ve peygamberine isyan ederse şüphesiz onun için cehennem ateşi vardır"'(pn, 23) r-eyanından dolayı, ilahi cezaya müstehak olur ki, bu da emrin zahirinin vücûb ifade ettiğini gösterir.
Dördüncü Mesele
Hızır (a.s)'ın Hz. Musa'ya "Kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredeceksin?" şeklindeki sözü, Hz. Musa'nın ilim
ve bilgisini azımsadığını gösterir. Hz. Musa'nın Hıztr (a.s)'aAllah dilerse (inşaallah) beni sabırlı bulacaksın. Sana hiçbir işte karşı gelmeyeceğim " remesi de, yoğun bir tevazu hususunu, bir tahammül ve alçak gönüllülüğü ortayakoymaktır ki, bütün bunlar, öğrenimde bulunan kimsenin, kusursuz bir tevazu sergilemesi gerektiğini gösterir. Öğreten kimseye gelince, öğrenimde bulunan kimseye sert davranmasının ona yarar sağlayacağını ve onu güzele iteceğini görürse, ona düşen, bu metodunu devam ettirmesidir. Çünkü onun bu tür şeylere göz yumması öğrenciyi mağrur olma ve kendini beğenme hissine sürükler ki bu da, onun öğrenimine mani olur.
Daha sonra Hızır, (Hızır da), "Bana tâbi olacaksan, (bil ki) ben sana bir açıklamada bulunmadıkça bana hiçbir şey sorma" demiştir. Yani, "Manasını ve sebebini bilemediğin şeyler kabilinden benden sadır olduğunu gördüğün şeylere dair, bana bir şey sorma. (Eğer böyle yaparsan), o zaman ben onları doğrudan doğruya anlatırım" demektir, İbn Amryâ'sız olarak harekeli lâm ve şeddeli nün ile şeklinde okumuştur ki "sakın sorma" demektir. Yine İbn Amr'in yâ ve şeddeli nûn ile şeklinde okuduğu da rivayet edilmiştir ki, bu aynı zamanda Nafi'in de kıraatidir. Diğer kıraat imamları ise, şeddesiz olarak diye okumuşlardır ki, manaları birdir.
Devam edecek
Daha sonra "Musa "Sana doğru öğretilen ve faydalı ilimden bana da öğretmen için, sana tâbi olabilir miyim?" dedi" buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili iki mesele vardır:
Birinci Mesele
Ebu Amr ve Ya'kûb son kelimeyi râ ve şın harfinin fethast ile reşedâ şeklinde okumuşlardır. İbn Abbas (r.a)'ın bunu,râ ve şın'ın zammesi ile ruşuda şeklinde okuduğu rivayetedilmiştir. Diğer kıraat imamları ise râ'nın zammesi ve şin'ın sükûnu ile, ruşdâ şeklinde okumuşlardır. Kaffal şöyle der: "Bunlar, aynı manaya gelen değişik kullanışlardır. Nitekim Arapça'da aynı manada, neker ve nükr denilmesi gibi, reşed ve rüşd de denilir. Bu yine tıpkı sekam ve sukm; seğal ve şûğl, behal ve buhl ve adem ve udm denilmesi gibidir. "Rüşden" ifadesi, -ti; ü Uİ* "Rüşd bulunan bir ilim" demektir. Kaffâl şöyle der: "Bu kelime şu iki manaya gelebilir:
a) Bu rûş'de, Hz. Musa ile ilgilidir ve manası "Sen bana sana öğretilenden oğretesin ve beni irşâd edesin" demektir.
b) Bu rü'd, Hz. Musa ile ilgilidir ve manası "Sen bana sana öğretilenden öğretesin ve beni irşâd edesin" demektir.
Bu Talepteki Âdâb
Bil ki bu ayetler, Hz. Musa (a.s)'ın. Hızır'dan öğrenmek istediğinde, pekçok edeb ve inceliğe riâyet ettiğine delâlet etmektedir:
1) Musa (a.s) kendisinin Hızır'a ittibâ edeceğini bildirmiştir. Çünkü o, "Sana tabi olabilir miyim?" demiştir.
2) O, bu tâbi olma hususunda, izin istemişti, çünkü o, "kendimi sana tâbi kılmam için bana müsaade eder misin?" demiştir ki, bu ileri derecede bir tevazudur.
3) Hz. Musa (a.s), "bana da öğretmen için" demiştir ki bu, kendisine cehaleti; hocasına da ilmi nisbet etmektir.
4) Hz. Musa (a.s) başındaki min ba'ziyyet ifade eder. Binâenaleyh o ondan, Allah'ın kendisine öğrettiği şeylerin bazısını kendisine öğretmesini istemiştir ki bu da, Hz. Musa'nın ne kadar mütevazı olduğunu göstermiştir. Buna göre Hz. Musa Hızır'a sanki, "Ben senden, sana ait olan ilim hususunda, beni kendine denk kılmanı istemiyorum. Tam aksine ben senden, çok çeşitli olan ilminden sadece bir kısmını bana vermeni istiyorum demiştir. Bu, tıpkı fakir bir kimsenin zengin bir kimseden malının bir kısmını istemesi gibidir.
5) Hz. Musa'nın, "sana öğretilen ilimden" ifadesi, o ilmi ona, Allah'ın öğrettiğini itiraf etmedir.
6) Hz. Musa'nın "doğru ve faydalı ilim" şeklindeki sözü, ondan doğruyu ve hidayeti talep etmektir. Doğrunun tahakkuk etmemesi halinde, (yerini) azgınlık ve sapıklığın aldığı bir şeydir.
7) Hz. Musa'nın, "sana Öğretilen ilimden, bana da öğretmen için"ifadesi, "Hz. Musa'nın Hızır (a.s)'dan, Allah'ın Hızır'a yaptığı muamele gibi kendisine muamelede bulunmasını istemesi" manasında olup bunda, bu öğretim esnasında Hızır'ın, ona bulunduğu lütuf ve inamın, öğretimi esnasında Allah'ın Hızır'a karşı gösterdiği in'âm ve lütfa benzediğine birîma bulunmaktadır. İşte bundan dolayı, "Ben, kendisinden bir harf öğrendiğim kimsenin kuluyum, kölestyim" denilmiştir.
8) İttibâ, o fiilin başkasına ait olmasından dolayı, o başkasının işinin bir mislini yapmak, demektir. Binâenaleyh biz, "Lâ ilahe illallah" dediğimizde, bilesin ki, yahudiler de bizden önce aynı kelimeyi söylüyorlardı. Bundan dolayı, bu kelimeyi söyleme hususunda, bizim onlara ittiba etmiş olmamız gerekmez. Çünkü biz bu cümleyi, onlar onu söyledikleri için, söylemiyoruz. Tam aksine biz bunu, söylenmesini gerektiren delil bulunduğu için söylüyoruz. Ama biz, beş vakit namazı, Hz. Peygamber'in fiiline muvafık olarak yaptığımızda, biz bu namazı Hz. Peygamber o şekilde yapıp kıldığı için biz de yapıp kılıyoruz. Bu sebeple hiç şüphesiz, bu beş vakit namaz fiili hususunda, Hz. Peygamber (s.a.s)'e ittibâ etmiş oluyoruz. Bunun böyle olduğu sabit olunca, Hz. Musa'nın, "sana tâbi olabilir miyim?" ifadesi sırf hocası o fiili yaptığı için, hocasının yaptığı fiillerinin benzerini yapma hususunda ona tâbi olacağına delâlet eder ki bu da, öğrenimde bulunan kimsenin tâ baştan, hocasına teslim olması. münazaa ve itirazları bırakması gerektiğinde delâlet eder.
9) Hz. Musa'nın, "tâbi olabilir miyim?" cümlesi bütün işlerinde mutlak manadaona tâbi olmayı istediğine, bunun herhangi bir kayıtla mukayyet olmadığına delâlet eder.
10) Hızır (a.s)'tn, ilk başta Hz. Musa'nın, İsrâiloğullarının peygamberi olduğunu ve bunun, kendisine Tevrat verilmiş olan Musa olduğunu kabul ettiği, haberlerle sabittir. Musa, Cenâb-ı Hakk'ın vasıtasız olarak kendiyle konuştuğu ve kendisine apaçık ve kesin mucizeleri verdiği bir zattır. Sonra buna rağmen, makamının bunca yüksekliği ve derecelerinin de yüceliğine rağmen Musa (a.s), bu pekçok çeşit tevazûyu göstermiştir ki, bu da, Hz. Musa (a.s)'ın ilim taleb etme hususunda, her türlü fedakârlığı yaptığına delâlet eder ki ona yakışan da budur. Çünkü pekçok ilmi elde etmiş olan kimsenin, o ilimlerdeki güzellik ve mutluluğu daha çok olur. Binâenaleyh, o kimsenin, o ilimleri talep etmesi daha kuvvetli ve şiddetli olur ve, ilim erbabına olan saygısı da o nisbetle mükemmel ve güçlü olur.
11) Hz. Musa, "bana da öğretmen için, sana tâbi olabilir miyim?" buyurmuş, ooylece önce, ona tâbi olmayı kabul etmiş; ikinci olarak da, ondan, kendisine öğretmesini istemiştir ki, bu da Hz. Musa'nın, Hz. Hızır'a ilk önce hizmet edeceğini: ikinci derecede olarak ondan ilim istediğini gösterir.
12) Hz. Musa, "bana öğretmen için, sana tâbi olabilir miyim?" buyurmuş, bu öğrenme işinde ona tâbi olmadan dolayı, ondan herhangi bir şeyi istememiştir. Buna göre sanki o,"Ben senden, sana bu ittibâma mukabil, mal ve makam istemiyorum. Benim maksadım, sadece ilim taleb etmektir" demek istemiştir.
Hızır'ın "Beraberliğime Dayanamazsın" Demesi
Daha sonra Cenâb-ı Hak, Hızır (a.s)'ın "Doğrusu sen, benim yanımda asla sabredemezsin. Kavrayamadığın oir bilgiye nasıl sabredeceksin?" dediğini bildirmiştir. Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır.
Birinci Mesele
Bil ki, öğrenimde bulunanlar iki kısımda mütalaa edilir:
a) İtimden herhangi bir nasibi olmayan görüşleri incelemeye alışmamış, bir konuyu anlatma veya itiraz etmeyi itiyat haline getirmemiş olan öğrenci
b) Pekçok ilim efde etmiş, istidlal ve itirazlara da alışmış, sonra da, tâm ve mükemmel olma derecesine ulaşabilmek için, kendisinden daha mükemmel birisiyle paşbaşa kalmayı isteyen kimse. Bu ikinci kısımdaki öğrenimi, çok zor ve çetindir. Bu böyledir, zira o öğrenci birşey gördüğünde veya birşey duyduğunda, ona göre bu iş zahiren çoğu kez kabul edilemez bir şey olur; halbuki o iş, gercekteyse hak ve doğru olandır. Binâenaleyh bu öğrenci görüşlere vakıf olduğu, itiraz vecedelleşmeyi itiyat haline getirdiği için, işin zahirine aldanır. Fakat henüz kemale ermediği için, o işin sırnna,hakikate eremez. Bu yüzden de çekişmeye, itirazaya ve mücadeleye yönelir ki, bu tür şeyleri duymak, okyanus gibi olan, mükemmel bir hocaya ağır gelir. Böylesi haller iki veya üç defa meydana geldiğinde, o zaman tam bir arzusuzluk ve hoşnutsuzluk meydana gelir ki, işte bu, Hz. Musa'nın mütalaa beyan etmeye alıştığına, isbâtı, ibtâli, istidlali ve itirazı alışkanlık haline getirdiğine bir işaret olmak üzere, Hızır (a.s)'ın "Doğrusu sen, benim yanımda asla sabredemezsin" ifadesiyle işarette bulunmuş olduğu husustur. Hızır'ın "Kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredeceksin?" ifadesi de, Hz. Musa'nın, eşyanın hakikatlerini olduğu gibi bilmediğine bir işarettir. Biz daha evvel, bu iki durumun bulunması halinde, susmanın zor olacağını, öğretimin çetinleşeceğini, işin, sonunda nefrete, hoşnutsuzluğa varıp dayanacağını ve karşılıklı nefretin doğacağını ve münasebetlerin kesileceğini söylemiştik.
İkinci Mesele
Alimlerimiz, ayet-i kerimedeki "Doğrusu sen, benim yanımda asla sabredemezsin" ifadesiyle fiilden önceistitâ'anın bulunamıyacağına, istidlal ederek, şöyle demişlerdir: Şayet herhangi bir fiile muktedir olma işi (istitâa), fiilden Önce mevcut olsaydı, o zaman, sabra muktedir olma işi, sabır fiilen tahakkuk etmeden önce Hz. Musa'da mevcut olmuş olurdu. Böylece de Cenâb-ı Hakk'ın, "Doğrusu sen, benim yanımda asla sa£>rectemezs/n- ifadesinin, yalana dönüşmesi gerekirdi. Bu böyle olamayacağına göre biz, fiilden önce, "istitâa"nın bulunamayacağını anlıyoruz. Cübbal buna şu şekilde cevap vermek İster: "Cenâb-ı Hakk'ın bu ifadesinden kastedilen Hz. Musa'nın ona muktedir olamaması değil, bu işin ona ağır gelmesidir. Bu, tıpkı örfte o ona ağır geldiğinde, "Falanca, falancayı görmeye.o onunla oturup kalkmaya muktedir değildir" denilmesine benzer. Bunun bir benzeri de Cenâb-ı Hakk'ın, "onlar işitmeye tahammül edemezlerdi"(Hûd.20) ifadesidir. Yani, "Dinlemek onlara zor gelir" demektir. Cübbai'ye şöyle denilebilir: Bu, delil bulunmaksızın, ayetin zahirinden dönmektir ki, caiz değildir. Ben derim ki: Alimlerimizin yapmış olduğu bu istidlali, "kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredeceksin?" ifadesi de desteklemektedir. Çünkü bu ayet, insanın bir şeyin hakikatine vakıf olmadan sabretmesini akıldan uzak görmüştür. Binâenaleyh, şayet "Fiilden önce istitâ'a bulunsaydı, o zaman, o ilme de, o ilim bulunmazdan önce kadir olunabilirdi. Eğer böyle olsaydı, o zaman, o iVım bulunmadığında öa sabrın bulunması., \myans12 görülmezdi. Çünkü, bir şeye kadir olan kimseden, o şeye yönelmesi uzak görülemez. Cenâb-ı Hak, o "sabr"ın imkânsız olduğuna hükmedince biz, fiilden önce istitâ'anın olamıyacağını anlamış oluyoruz.
Hz. Musa'nın İtaat Sözü Vermesi
Daha sonra Cenâb-ı Hak Musa (a.s)'nın 'Allah dilerse (inşaallah), beni sabırlı bulacaksın. Sana hiçbir işte karşı deyeceğim" dediğini nakletmiştir. Bununla ilgili birkaç mesele vardır:
Birinci Mesele
Allah'ın, peygamberlerini korumasını(ismetu'l-enbiyâ)tenkid edenler bu ayetle istidlal ederek, şöyle demişlerdir:"Hızır(a.s), Hz. Musa'ya "Doğrusu sen, benim yanımda aslasabredemezsin" demiş, Hz. Musa da, "Allah dilerse (inşaallah), beni sabırlı bulacaksm. Sana hiçbir işte karşı gelmeyeceğim" diye cevap vermiştir. Binâenaleyh, ou iki sözden her biri diğerini yalanlar. Bu sebeple de bunlardan birisinin yalan olduğunun söylenilmesi gerekir. Her iki duruma göre de, peygamberler (a.s)'den yalanın sudur etmesi gerekir." Buna verilecek cevap şudur: "Doğrusu sen, benim ımmda sabredemezsin" ifadesi, genel ve daha çok görülen duruma hamledilir. Böyle olması halinde de onların ileri sürmüş olduğu durum sözkonusu olmaz."
İkinci Mesele
"eğer şöyle olursa" sözü şüphe ifade eder. Ohalde, Hz. Musa'nın, ifadesininmanası, "Eğer Allah benim sabredici olmamı dilerse, senbeni sabırlı bulacaksın" demek olur ki, bu, Allah Teâlâ'nın Hz. Musa'nın sabırlı olmasını dileyip dilemediği hususunda bir şüphe bulunduğunu gösterir. Tavakkuf -lakamında sabretmenin vacib olduğunda hiç şüphe yoktur. Binâenaleyh bu, Allah 'eâlâ'nın, kuluna vâcib kıldığı şeyi bazan, irade etmediğini gösterir. Bu da, ilimlerimizin, "Allah bazan, herhangi bir şeyi istemediği halde, emreder" şeklindeki sözlerinin doğruluğuna delâlet eder. Mu'tezile ise, "Bu söz insanın ilerde, gelecekte . apacağı şeyler hakkında, edebe riâyet etmek için söylenilmiş bir sözdür" demektedir. Uu'tezile'ye şöyle denilebilir: "Eğer bu edebin anlamı doğru ise, o zaman matlub hakkuk etmiştir. Eğer bozuk ise, bu batıl ve gayesiz sözün zikredilmesinde ne gibi : edeb olabilir?"
Emr Vûcub Bildirir
Ayet-i kerimedeki "Sana hiçbir işte karşı gelmeyeceğim"ifadesi, emrin zahirinin, vücûb ifade ettiğine delâlet eder.çünkü bu ayetin delâletine göre, emredileni yapmayanisyankâr olur. İsyankâr İse, Cenâb-ı Hakk'ın, "kim Allah'a ve peygamberine isyan ederse şüphesiz onun için cehennem ateşi vardır"'(pn, 23) r-eyanından dolayı, ilahi cezaya müstehak olur ki, bu da emrin zahirinin vücûb ifade ettiğini gösterir.
Dördüncü Mesele
Hızır (a.s)'ın Hz. Musa'ya "Kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredeceksin?" şeklindeki sözü, Hz. Musa'nın ilim
ve bilgisini azımsadığını gösterir. Hz. Musa'nın Hıztr (a.s)'aAllah dilerse (inşaallah) beni sabırlı bulacaksın. Sana hiçbir işte karşı gelmeyeceğim " remesi de, yoğun bir tevazu hususunu, bir tahammül ve alçak gönüllülüğü ortayakoymaktır ki, bütün bunlar, öğrenimde bulunan kimsenin, kusursuz bir tevazu sergilemesi gerektiğini gösterir. Öğreten kimseye gelince, öğrenimde bulunan kimseye sert davranmasının ona yarar sağlayacağını ve onu güzele iteceğini görürse, ona düşen, bu metodunu devam ettirmesidir. Çünkü onun bu tür şeylere göz yumması öğrenciyi mağrur olma ve kendini beğenme hissine sürükler ki bu da, onun öğrenimine mani olur.
Daha sonra Hızır, (Hızır da), "Bana tâbi olacaksan, (bil ki) ben sana bir açıklamada bulunmadıkça bana hiçbir şey sorma" demiştir. Yani, "Manasını ve sebebini bilemediğin şeyler kabilinden benden sadır olduğunu gördüğün şeylere dair, bana bir şey sorma. (Eğer böyle yaparsan), o zaman ben onları doğrudan doğruya anlatırım" demektir, İbn Amryâ'sız olarak harekeli lâm ve şeddeli nün ile şeklinde okumuştur ki "sakın sorma" demektir. Yine İbn Amr'in yâ ve şeddeli nûn ile şeklinde okuduğu da rivayet edilmiştir ki, bu aynı zamanda Nafi'in de kıraatidir. Diğer kıraat imamları ise, şeddesiz olarak diye okumuşlardır ki, manaları birdir.
Devam edecek