Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sınır ve Sab'r

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Biz ukelayız, biz çok bilmiş görünenlerdeniz, biz ona buna ahkam keseniz değil mi, sizlere göre ? Sabr edeyim, seslenmeyeyim her şeyi kendi haline bırakayım istiyorum ama sanırım mizacımın buna ugun davranışı bugüne kadar olmadığı için yapamıyorum. Bildiğimiz bir konu oluyor, daha önceden üzerinde bırakın saatleri, günlerce konunun ehilleri ile konuştuğumuz ve mutmain olduğumuz bir konu oluyor ve bu konu hakkında bildiklerimizi aktarıyoruz; sonrasında tahakküm ile suçlanıyoruz. Hayır! Sonuna kadar hayır! Bilmediğimiz bir şey ise, elbette bilenden öğreneceğiz. Buna her Müslüman gibi bizde mecburuz. Bildiğimiz bir konu ise, anlatmakla mükellefiz. Ketm etmeyeceğiz, adam sen de boş ver geç git diyemeyiz, dememeliyiz. Bizim anlatımlarımız ile karşımızdaki “ukela, tahakkümcü vs.” gibi şablonlar ile itham etse de biz bildiklerimizi anlatmak hususunda emr almışız bu farz’a uymak ile mükellefiz. Herkes islami bir eğitim alamıyor, olabilir, nasip işidir. Ama kendi çabaları ile bir şeyler öğrenmeye yorumlamaya çalışıyor. Bu da takdire şayandır. Bunu da övmek gerekir. Ama; bu konu hakkında eğer ciddi bir eğitim alan biri var ise aramızda onun bilgilerine de önem vereceğiz. Bu geminin içinde hepimiz yer alıyoruz ve bu gemi karaya sağ salim ulaşırsa hepimiz kurtulacağız, eğer bu gemi batarsa bütün içindeki insanlar aynı tehlike ile karşı karşıya kalmış demektir. Yüzme bilen yani bu konuda eğitim alan kendini kurtarır ama mesele bu değil. Meziyet kendini kurtarmaktan başka bir de yanında en azından birini kurtarmış olmaktır. Yoksa her nefs kendini kurtarmak ile mükelleftir. Meziyet başkalarına da faydalı olmak ile alakalı bir durumdur. Bu kadar yazıyı neden yazdım ? Bilmiyorsunuz, bilmediğinizi dahi bilmiyorsunuz. Biz buna karşı değiliz bu sözümü samimi bir eleştiri olarak kabul edin, en azından gerçeği öğrendiğiniz zaman bu sefer gerçeği sırf enaniyet yaparak örtmeye çalışmanızı kabullenemiyoruz. Tartışmalarımızda işte bu noktada başlıyor.

Son günlerde tasavvuf, mürşit gibi konuları arkadaşlar açıyor. Bizde bildiğimiz bir şey var ise, yazıyoruz, bilen başka biri varsa o yazıyor, okuyoruz, teşekkür edip geçiyoruz. Haa, arada elbette kendini kaybeden, meczup demeyelim de, muhabbetin aşırı sınırlarını zorlayan ihlal eden kişiler de oluyor, Hakk olanı yazdığı sürece destekleriz, yaşadığı hall kendini ilgilendirir, konunun o tarafı bizi bağlamaz. Sap ile samanı ayırt etmek lazım.

Demek bir mürşide bağlanmak, tasavvuf gibi değişik bir ilimden bahsetmek Allah’a şirk koşmak oluyor öyle mi ? Hadi bakalım, gerçek kaynağımıza başvuralım. Bakalım yegane kaynağımız nasıl bahsediyor bu konudan:


“Derken, Katımız'dan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular. ( Kehf : 65 )

Bu ayette Musa (a.s.) ve yanındaki genç ile ilgili bir kıssanın sonrasında bahsediyor. Rabbi Zülcelal Musa (a.s.) ile yanındakini bir kişiye gönderiyor.

Biz de diyoruz ki; bir konuda eğer bilginiz yoksa, bir bilene sorun o’na gidin. Aykırılık nerede ?

Musa ona dedi ki: "Doğru yol (rüşd) olarak sana öğretilenden bana öğretmen için sana tabi olabilir miyim?" (Kehf: 66 )
Bu ayette Musa (a.s.) tanımadığı halde bu kişiyi, sırf ilim sahibi olarak gördüğünden dolayı kendisine mürşitlik yapması hususundaki talebini belirtiyor.

Biz de diyoruz ki; kişi tasavvufa;hakk olan ilime girmek için kendisine bir mürşit belirler ve istihare yaparak (rüya ile Allah’a danışarak) bu isteğini meşrulaştırır.

“Dedi ki: "Gerçekten sen, benimle birlikte olma sabrını göstermeye güç yetiremezsin." ( Kehf : 67 )


Bu ayette mürşit yerine konulan kişide, mürşitlik yapma hususunda kendi elinde bir şey olmadığını, kendi nefsine takılıp kalırsa buna güç yetiremeyeceğini belirtiyor. Yani bir nevi, nefsinin isteklerinden ziyade, mürşit olarak benim isteklerimi ön planda tutacaksın. Bir ölünün yıkayıcısına teslim olduğu gibi bir teslimiyet göstereceksin. Ama nefsine uyarsan bu konuya senin gücün yetmez, anlamında uyarıyor. Mürşitler de günümüzde aynı söylem ile bizleri irşad eder. Her zaman derler ki, mürid bu ilişkiden bir kar elde edebilmesi için;nasıl ki bir ölü gasline (yıkayıcısına) itirazsız teslim olursa, mürid de aynı şekilde mürşidine teslim olmalıdır. Velevki, gaye ilim öğrenerek amel etmek olsun. Şirk mi bu şimdi ? Allah’ı (cc) bırakıp da bir kula mı kulluk ediyor anlamı var bunda ? Oysa bu şirk dediğiniz şey, yüce kitabımız Kur’an’ı Kerim’de hiç de şirk gibi durmuyor. Sizin cenahtan böyle mi görülüyor yoksa ?

(Böyleyken) "Özünü kavramaya kuşatıcı olamadığın şeye nasıl sabredebilirsin?" ( Kehf : 68 )


Ayette, mahiyetini bilmediğin bir konuya vakıf olmama hali sen de var iken, sen bu ilimi kaldıramazsın, ağır gelir sabredemezsin, anlamında uyarısına devam ediyor.

Biz de diyoruz ki; bilmediğiniz amma kulaktan dolma size gelen bilgiler hakkında, eğer size ulaşmış bir bilgi yoksa ahkam kesmeyin. Her şeyi bileceksiniz diye bir kaide yok, ama bildiğiniz veya yaşadığınız bir şey var ise elbette bunu anlatın. Bir başkasının bilgisini çürütecek bir bilgi yoksa, ki; ayet de uyarı var, o halde siz neyin peşindesiniz ? Böyle yapmakla kendi nefsinize zulm ettiğiniz gibi, başkalarının da anlamalarına engel oluyor ve vebal altına giriyorsunuz.

(Musa) "İnşaAllah, beni sabreden (biri olarak) bulacaksın. Hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim" dedi. ( Kehf : 69 )

Ayette, Musa (a.s.) yapılan uyarıları anladığını ve hiçbir şekilde nefsini ön planda tutmayacağının sözünü veriyor. Ve hiçbir işte karşı gelmeyeceğini, her sözünü itiraz etmeden uygulayacağını belirtiyor.

Günümüzde tasavvufa giren kişide mürşidi ile beraber daha önceki günahlarına tevbe ederken, bundan sonraki günlerinde de mürşidine tabi olacağını, hiçbir sözünden dışarı çıkmayacağının sözünü Allah’a, üstelik mürşidini de şahit tutarak veriyor. Allah ile kulu arasına bir başka kul almak mı oluyor şimdi bu ?

Dedi ki: "Eğer bana uyacak olursan, hiçbir şey hakkında bana soru sorma, ben sana öğütle-anlatıp söz edinceye kadar." ( Kehf : 70 )

Ayette; bu ilişkideki kuralları mürşidin belirleyeceği vurgulanıyor. Mürşid konuya vakıf, yeri gelip anlatıncaya kadar her şeyi itiraz etmeden yapacaksın. Ne zaman ki anlayacak olgunluğa erersin, bizde o zaman öğüt vererek mahiyetini açıklarız, anlamında en baştan uyarıyor. Yani her şeye peki diyeceksin.

Biz de dedik her seferinde, Bir tanıdığımız mürşid, arkadaşlık hakkında soru sorulduğunda “arkadaşlık peki demekten ibarettir” buyuruyor, demedik mi ? Yol arkadaşına “peki” diyerek teslim olmak; Allah (cc)’tan başkasına kul olmak anlamına mı geliyor ? Ayet öyle demiyor ama ?

“Böylece ikisi yola koyuldu. Nitekim bir gemiye binince, o bunu (gemiyi) deliverdi. (Musa) Dedi ki: "İçindekilerini batırmak için mi onu deldin? Andolsun, sen şaşırtıcı bir iş yaptın." ( Kehf : 71 )


Ayet, bu arkadaşlığı bu beraberliği onuyor ve kıssalarını anlatmaya, başlarına gelen hadiseleri haber vermeye devam ediyor.

Mürşid bir iş yapıyor ve Musa (a.s.), kendi nefsinin bilgileri doğrultusunda mürşidini hemen kınıyor. Burada teslim olmadığını, kendi kişisel yorumunu katarak gösteriyor.
Dedi ki: "Gerçekten benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?" ( Kehf : 72 )

Ayette, mürşidi bu durumu yapacağını daha önce gördüğünün ve bu konu hakkında kendisini uyardığını belirtiyor. Mürşidi nereden bildi Musa(a.s.)’ın kendisine sabr edemeyeceğini ? Gayb’dan haber mi almıştı ? Oysa gayb’ı bir tek Allah (cc) bilir ve bir de bildirdikleri.

Demek ki bir de feraset denen bir olgu var, neyse devam edelim okumaya.

(Musa) "Beni, unuttuğumdan dolayı sorgulama ve bu işimden dolayı bana zorluk çıkarma" dedi. ( Kehf : 73 )

Ayette Musa (a.s.) özür beyan ederek bir daha kendi nefsine uymayacağını, hatasını bildiğini, mürşitlik konusundan vazgeçmemesi yönünde bir istekte bulunuyor.

Biz de her defasında demezmiyiz, tevbemize dahi bir tevbe gerekir, diye. Bunu da neden diyoruz, kendi mürşidimizde her seferinde, üstelik kendisini de ima ederek her seferinde söyler de ondan. Biz şimdi mürşide mi tevbe ettik, yoksa Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah’a (cc) mı ?

Böylece ikisi (yine) yola koyuldular. Nitekim bir çocukla karşılaştılar, o hemen tutup onu öldürüverdi. (Musa) Dedi ki: "Bir cana karşılık olmaksızın, tertemiz bir canı mı öldürdün? Andolsun, sen kötü bir iş yaptın." ( Kehf : 74 )

Ayette, yine Musa (a.s.) ’nın sabretmeyerek, yapılan bir işten dolayı mürşidini kınaması var.

”Dedi ki: "Gerçekte benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?" ( Kehf : 75 )


Ayette, yine ikaz ve uyarı var. Ki, mürid her sefer hata yapar, mürşid de her seferinde uyarır ard niyet olmaksızın hatasını gösterir ki, mürid yapılan hatanın farkına varsın.

(Musa) "Bundan sonra sana bir şey soracak olursam, artık benimle arkadaşlık etme. Benden yana bir özre ulaşmış olursun" dedi. ( Kehf : 76 )

Ayette, yine özür var, mahcubiyet var ve hatta bunun ötesinde öyle de bir iddia var ki, eğer bu hatada ısrar etmiş olursam çok meraklı olduğum ve hoşuma gitmeye başlayan arkadaşlığımı dahi kesebilirsin gibi bir taahhütde bulunuyor.

“(Yine) Böylece ikisi yola koyuldu. Nihayet bir kasabaya gelip yemek istediler, fakat (kasaba halkı) onları konuklamaktan kaçındı. Onda (kasabada) yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular, hemen onu inşa etti. (Musa) Dedi ki: "Eğer isteseydin gerçekten buna karşılık bir ücret alabilirdin." ( Kehf : 77 )

Ayette, bu sefer hayr yönünde yapılan bir işe dünyalık gözü ile bakılması anlatılıyor. Mürşidin yaptığı, umumun yararına olan bir işte, mürid yine dayanamayarak kendi nefsinin öngördüğü dünyalık menfaati vurguluyor.

Dedi ki: "İşte bu, benimle senin aranda ayrılma (zamanı) mız. Sana, üzerinde sabır göstermeye güç yetiremeyeceğin bir yorumu haber vereceğim. ( Kehf : 78 )

Ayette, mürşidin artık fikir ayrılığına düştüğü müridi ile bağlarını (rabıtasını) koparma zamanı geldiği vurgulanıyor. Çünkü, mürşidin her yaptığına nefsi gözü ile bakan bir mürid ile yola devam etmek imkansız. O halde, mürşid bu konuya ehil olmayan müridden ayrılmalı ama aynı zamanda o ana kadar olan şeyleri de gönlüne mutmain olacak şekilde anlatmalı ki, mürid itminana kavuşsun, aklında şek ve şüphe kalmadan yaptığı hatanın farkına varabilsin.

Biz de her seferinde deriz ki; bir mürşidin yaptığı yahut söylediği sözleri zahiri olarak değil, hem zahiri hem batıni yoldan ele almalıyız ki, (bu her kesin yapabildiği bir şey değildir) hiç olmazsa konunun anlamına vakıf olalım.

"Gemi, denizde çalışan yoksullarındı, onu kusurlu yapmak istedim, (çünkü) ilerilerinde, her gemiyi zorbalıkla ele geçiren bir kral vardı." ( Kehf : 79 )

Dikkat; ayette gayb’dan (sizin dediğinize göre) haber var. Oysa, bu; Rabbi Zülcelal’in (cc) kuluna bahşettiği yakin ilminin tezahürü olan feraset var!

Biz de her zaman deriz ki, o güzel söz olarak kabul ettiğiniz hadis-i şerif’te Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki; “Mügminin ferasetinden korkun, O Allah’ın (cc) nuru ile bakar”



"Çocuğa gelince, onun anne ve babası mü'min kimselerdi. Bundan dolayı, onun kendilerine azgınlık ve inkar zorunu kullanmasından endişe edip-korktuk." ( Kehf : 80 )

Ayette, bir kötülüğü gidermek için, özellikle çoğul kişilerin hakkında oluşabilecek bir kötülüğü kaldırmak için, bir kişinin canına bile kasd edileceği vurgulanıyor. Size göre, yani zahiri ilime göre nedir bu: cinayet! Haşa! Rabbi Zülcelal bu ayet ile cinayeti mi tavsiye ediyor kullarına. Demek ki bizr görünen var, birde görünmeyen. Yani Yunus’un dediği gibi; bir ben var içerde, benden içeru! Nerde o Yunus’a (haşa ve kella) kafir diyen zat. Gel, gel çekinme bu ayetteki alimi de kafir olarak bizlere tanıt.

“Böylece, onlara Rablerinin ondan temiz olmak bakımından daha hayırlısı, merhamet bakımından da daha yakın olanını vermesini diledik." (Kehf : 81 )

Ayette, bir ilim ehlinin duasının Allah (cc) katında makbul ve muteber olduğu vurgulanıyor. Demek ki, ilim ve irfan sahibi bir kişi başka biri hakkında (hatta çocuk olması konusunda) dua edebiliyor ve bunun da Rabbi Zülcelal tarafından kabul edileceğini de biliyor. Aksi takdirde Rabbi Zülcelal o duayı kabul etmeyecek olursa, bu sefer bu alim kişi zulüm etmiş olacaktır ki; Allah (cc) vaadinden asla dönmez. Ayetler ile sabittir.

Biz de her seferinde diyoruz ki, tevessül Allah'ın dilemesi ile olan bir şeydir. Ki; ona da tevessül denmez, gıyabında dua etmek denir. Ki, bu dua ilim irfan ehli zatlardan istendiği vakit duası geri çevrilmeyecek kullar olması hasebi ile dualar kabul edilir.


"Duvar ise, şehirde iki öksüz çocuğundu, altında onlara ait bir define vardı; babaları salih biriydi. Rabbin diledi ki, onlar erginlik çağına erişsinler ve kendi definelerini çıkarsınlar; (bu,) Rabbinden bir rahmettir. Bunları ben, kendi işim (özel görüşüm) olarak yapmadım. İşte, senin sabır göstermeye güç yetiremediğin şeylerin yorumu." ( Kehf : 82 )

Ayette, Rabbi Zülcelal’in dilemesi ile yapılan bir işin nedeni ve sonucu açıklanıyor. Yapılan bu işlerde, mürşit kendi isteğinden ziyade, Rabbi Zülcelal'in dilemesi ile olduğunu söylüyor. Ne demek ? Rabbi Zülcelal’in bu işi yapmaya gücü yetmiyor da mı, bir kuluna bu işi yaptırıyor ? Hadi sorsanıza! Çekinmeyin, sorun. Hala soracak cümleleriniz var ise şayet.

Anlayın artık, bilin artık, iman ettiğini (aslında İslam olduklarını) sananlar, iman edin!
Her söze bir cümle, her soruya bir cevap yetiştirme hasletlerinizi bir kenara bırakın. Aklınızın almadığını gidin ilim ehli insanlardan sorun. Ola ki; sorduğunuz kişilerden biri ilmi ledün sahibidir, O size bu işin mahiyetini siz mutmain oluncaya kadar örnekleri ile anlatır. Anlamayıncaya kadar da sorgulayın, ama bunu yaparken hakaret sınırlarında aşırı gitmeyin,durun! Sınırlarınızı bilin ya hu!

“Sınır’ın bittiği yerde, sinir başlar”

Anlayın artık…
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Senmi sinirleneceksin yoksa benmi?Bana her sabah Kafir diyorlar?Bense tesekkür ediyorum ya sen?Sabrin bittigi yer?Acaba neresi?Su yukaridaki astigin yazimi?Bu bilge kul kim Mürsidmi acaba?82.ayette zaten veriyor cevabi her neyse benim konum bu yazi degil bence konunun en önemli yani resmen tehtid ediyorsun Radikal yakisik almiyor....
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Nedir Sizce SUSMAK..?

Nedir Sizce SUSMAK..?

susmak-1.jpg



Susunca kabul etmiş mi oluyoruz?
Yoksa sukut altın mıdır?
Yoksa en iyi cevap mıdır?


Nedir Sizce SUSMAK..?
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Senmi sinirleneceksin yoksa benmi?Bana her sabah Kafir diyorlar?Bense tesekkür ediyorum ya sen?Sabrin bittigi yer?Acaba neresi?Su yukaridaki astigin yazimi?Bu bilge kul kim Mürsidmi acaba?82.ayette zaten veriyor cevabi her neyse benim konum bu yazi degil bence konunun en önemli yani resmen tehtid ediyorsun Radikal yakisik almiyor....

Biz sinirleniyoruz metin mete, biz! senin sinirin şahsın adına, bizim sinirimiz bir itikad adına! Diyeceksin ki; (adım gibi biliyorum) bizim sinirimizde Kur'an adına! Hayır! Kur'an adına sinirlenmek sadece sana ya da senin gibi düşüncede olanlara has bir konu değil, O konu, hepimizin ortak konusudur. Senin sinirin kendi nefsin ile ilgili ki; o dahi bizi ilgilendirir. Oysa, bizim sinirimiz seni hiç ilgilendirmiyor. Hatta, son zamanlarda ayyuka dahi çıktı. Yeter ama! Bir insan tasavvufa inanmaz, bununla amel etmez, bu kabul edilebilinir, çünkü; tasavvuf farz değil. Bir hayat biçimi, anlayış biçimi, yaşam biçimi. isteyen alır, isteyen bırakır. Zaten bu, temelinde nasip işi. Bir kaç söz, cümle anlayış sınırlarını zorlayan var diye, koskoca bir cemaati şirk ile itham etmek, "şirk üretim merkezi" gibi yaftalar ile vasıflandırmak ve buna çanak tutar yorumlarda bulunmak; işte bu büyük bir hakarettir.

Sen, en azından sana karşı tutum ve davranışlarında, ilk günkü ilk mesajındaki edebi ve saygıyı muhafaza eden kardeşlerin var diye en başta senin engel olman gerekir. Adam, büyük bir anlayışın, itikadın içerisinde yer alan Yunus Emre gibi zat'a "kafir" diyor, alınmıyorsun, senin nefsine aynı söz geldiğinde sinirleniyorsun. men dakka, dukka!

Sana kafir diyen ise, eğer senin tam karşında yer alan bir fikir sahibi diyorsa, evet sen o fikrinin kafirisin. Ben de karşımdaki insanın kafir sözü ile çooook karşılaştım. Özel mesajlarımda halen bir tanesi (ilginç olması nedeni ile) durmaktadır. Bu kendi nefsimi ilgilendirdiği için, ayrıca sevinmekteyim. Evet, ben, yani bu fakir kardeşin o ithamda bulunan kişinin anlayışına göre kafirim, elhamdülillah. Bu tür şeyler kızma bahanesi değil, bilakis övünç meselesi kendi açımdan. Kafir'in ne anlama geldiğini bildiğim için kızmak aklımdan dahi geçmiyor. Ama tasavvuf içinde yer alan, bu Din'e hizmet etmiş ve aramızdan yüzyıllar önce ayrılmış bir kişinin muazzaz hatıratına saygı göstermeyip "kafir" diyen zihniyeti elbette kızarak eleştireceğim. devam ettiği takdirde elbette aynı yol ile karşılık vereceğim.

Tehdit ? Açıkcası anlamadım, yazımız tehdit değil, uyarı anlamı, bilinçlendirme anlamı, bir konuya fark etmediğinize inandığım pencereden bir bakış açısını yansıtıyor. "Sınırın bittiği yerde sinir başlar" sözümüz ise, eğer tehdit olarak algıladığın cümle bu ise, bu tehdit cümlesi değil, bir tespit cümlesidir.

Mürşid, öcü değil; öğretmendir. İlkokuldaki öğretmenin senin mürşidindir. Senin bilgilenmen bir şeyler öğrenmen konusunda seni irşad edendir. Bu sözden bu kadar korkmanıza gerek yok, hatta gülünç duruma düşüyorsunuz. eğer bir konu hakkında bilgim yoksa, ve sen hayatına tam anlamı ile entegre ettiğin bir konu ise bu, senden bu konuyu öğrenmek için bana eğitim vermeni rica etsem bu takdirde, bu konu hakkında sen benim "mürşidim" olmuş olursun. Bu konu hakkında benim eğitim ve öğrenme sorumluluğumu almışsın anlamına gelir. Ve soran olursa, evet bu konuda mürşidim metin mete'dir derim ve ilmine güvendiğim biri olman nedeni ile de övünürüm. seni de överim, bu kişiden alıyorum bu dersi, derim. Kehf suresinde geçen bu öğretmen de Musa (a.s.)'a bir müddet öğretmenlik yapıyor. Dersin adı da; hikmet!

82. ayette de, mürşit kişi bu dersin sebebini açıklıyor. Ve; "bu benim işim değildir, Rabbül Alemin olan Allah'a (celle celalühü) aittir" diye de üzerine basarak vurguluyor. Bizim mürşitlerimiz de aynısını söylüyor, hiç bir tanesi bunun kendinden menkul olduğunu da iddia etmiyor.
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Susunca kabul etmiş mi oluyoruz?
Yoksa sukut altın mıdır?
Yoksa en iyi cevap mıdır?


Nedir Sizce SUSMAK..?

Her susan, o konuyu kabul eder anlamı taşımaz.​
Susmak; eğer hakk olan, doğru olan bir yazı karşısında olursa; altındır!
Gönlünden geçen anlamı taşıyorsa; tasdiktir!
Fikirlerinin tam anlamını oluşturuyorsa; aynı zamanda seninde cevabındır!

Bir yazı karşısında, tam tersi düşüncedeysen ve her hangi bir bilgin de yok ise; kabullenmektir!

Kabullenmek ise; İŞTE O; ERDEMDİR!

 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Biz sinirleniyoruz metin mete, biz! senin sinirin şahsın adına, bizim sinirimiz bir itikad adına! Diyeceksin ki; (adım gibi biliyorum) bizim sinirimizde Kur'an adına! Hayır! Kur'an adına sinirlenmek sadece sana ya da senin gibi düşüncede olanlara has bir konu değil, O konu, hepimizin ortak konusudur. Senin sinirin kendi nefsin ile ilgili ki; o dahi bizi ilgilendirir. Oysa, bizim sinirimiz seni hiç ilgilendirmiyor. Hatta, son zamanlarda ayyuka dahi çıktı. Yeter ama! Bir insan tasavvufa inanmaz, bununla amel etmez, bu kabul edilebilinir, çünkü; tasavvuf farz değil. Bir hayat biçimi, anlayış biçimi, yaşam biçimi. isteyen alır, isteyen bırakır. Zaten bu, temelinde nasip işi. Bir kaç söz, cümle anlayış sınırlarını zorlayan var diye, koskoca bir cemaati şirk ile itham etmek, "şirk üretim merkezi" gibi yaftalar ile vasıflandırmak ve buna çanak tutar yorumlarda bulunmak; işte bu büyük bir hakarettir.

.

Sadece bu sözüne tek cevapla benim icin konunun bittigini söylemek istiyorumki zaten konuyun tüm özetide burda;Balik bastan kokar der atalar...Ben kimseye hakaret etmem megerki elimdeki delil cürük(Celiskisiz olanla desteklenmis olsun) olmasin yeterki...
 
Son düzenleme:

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
İki çok sevdiğim Abim ve kardeşim münakaşa ediyor. Haklıyı bulmak, taraf olmak zamanı değil, onları barıştırmak zamanıdır.

Bir başlıktaki yazımı buraya da derc ediyorum.

Değerli Abilerim ve kardeşlerim lütfen biribirimizin itikadlarına, inançlarına, mesleklerine, şahsına saldırmayalım. (Elbette kendi mesleğimizin propogandasını da yapmayalım)

İlimi müzakereler yapalım.

Mesela, huri inancı Ehl-i Sünnette böyle, Haniflerde şöyle. Meslekleri nazara vermeden ama herkez kendi mesleğinin icabını yerine getirir tarzda onu münazara edilim. İlim konuşalım. İlmi cevap verelim.
Bırakın fikirler havada uçusun. Fikirler çarpışsın, meslekler değil.

Mesleklerin çarpışması husumet ve ihtilaf; fikirlerin çarpışması dostluk, bereket, ittifak ve hakikattır.

Muhabbetle


Duhacigim,gaygin gaygimizdir.Sen asla Radikali öyle düsünme biz öyle tartisiriz ama sen pek aldirma.Bizde husumet olmaz,ne onda ne bende.Garez olmaz ne onda ne bende.Bizde kalbe hitap incinecek sekilde degil hicivledir yani tatli sert kirmayiz cünki icimizde bir disimizda.Sonra ben asla Radikalin ne meslegine ne sahsina nede kardesim olarak fikirlerine saldiririm nitekim kendiside ayniyla böyledir.Biz ögrenmenin nasil olmasi gerekiyorsa öylesini burada icra ediyoruz...Sen aldirma bize.Böyle belkide biraz daha aheste oluyordur ne dersin RADIKAL..Biliyorsun RADIKAL ISLAMDI, RADIKAL yaza yaza oda bu modaya uydu...
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Kısaca;

Biz ümmetin ancak din adına rahmet yayan ihtilafları olmalıyız, bu münazaralardan din adına rahmet çıkmalı, rahmet ışığında devam etmeliyiz...
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Duhacigim,gaygin gaygimizdir.Sen asla Radikali öyle düsünme biz öyle tartisiriz ama sen pek aldirma.Bizde husumet olmaz,ne onda ne bende.Garez olmaz ne onda ne bende.Bizde kalbe hitap incinecek sekilde degil hicivledir yani tatli sert kirmayiz cünki icimizde bir disimizda.Sonra ben asla Radikalin ne meslegine ne sahsina nede kardesim olarak fikirlerine saldiririm nitekim kendiside ayniyla böyledir.Biz ögrenmenin nasil olmasi gerekiyorsa öylesini burada icra ediyoruz...Sen aldirma bize.Böyle belkide biraz daha aheste oluyordur ne dersin RADIKAL..Biliyorsun RADIKAL ISLAMDI, RADIKAL yaza yaza oda bu modaya uydu...

Dost dedik, ötesi yok inşaallah!

Biliyorsun, islam'ın radikali yada ılımlısı olmaz, İslam; İslam'dır. Bizim bu seçtiğimiz nick haddi zatında bir tavırdı, İslam'ı sert görenlere bir mesaj taşıması içindi. Elhamdülillah hedefine ulaştı, misyonunu tamamladı. Bekir kardeşimize rica ettik, mümkünse artık değiştirelim dedik, sağolsun, kırmadı bizi, radikal olarak devam ediyoruz. radikallik yine üzerimizde, çok şükr zaten İslam yüreğimizde; sonuçta değişen bir şey yok.

Gelelim konumuza; senin dediğin gibi bizim sevgimiz biraz sert galiba. Biz seversek biraz haşin seviyoruz sevdiğimiz insanı. Hani bir laf var bilirsin, ayı sevdiğinin postunu yerden yere vururmuş, bizimkide o hesap yani.

Bu yukarıda yazdığım ayetleri sen nasıl algılıyorsun biz de bunu öğrenelim inşaallah. Yani Musa (a.s.) kıssasını bir de senin yorum tarzınla okuyalım. Bize burada ne anlatmak istiyor Rabbi Zülcelal ?

Buyur dost, anlat;
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Kısaca;

Biz ümmetin ancak din adına rahmet yayan ihtilafları olmalıyız, bu münazaralardan din adına rahmet çıkmalı, rahmet ışığında devam etmeliyiz...


Yok be Bekirim,senin gerci halistir niyetin ama ben itilafta Rahmet görmüyorum.Ayrilikta aksine zulüm görüyorumki Radikal kardesim zaten bu konuyuda bu nedenle acmis.Yaziyi bastan okursan görürsün Insallah.En sonunda ayetleri bana sormus ama ben lönceki yazimdada belirtim böyle konulari aslinda bu platforumda tartismiyorum eger fazla üzerime gelmezler ise.Hatta söyle diyeyim bir cok konunun icerigini basligindan anlamama ragmen sadece yazarindaki cehalet beni o konuya uzak birakmaktadir.Ben Tartisirsam Yigidine tartisirim,Ne dedigini bilenle tartisirim,Gercekten hizani yolu yordami bilenle tartisirim aslinda tartismam mülahaza ederim o kadar.Bu platforumda ise bir kac kisi denecek kadar az bu sayi Inan.Bu iki elin parmaklarinin sayisina dahi ulasmiyor.Gönül isterdiki söyle agzimiza layik acili bir Adana gibi olsun,yaninda Aci Salgami ,süs biberi olsun ama ne yazikki her istedigimiz her platforumda olmuyor...
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Dost dedik, ötesi yok inşaallah!

Biliyorsun, islam'ın radikali yada ılımlısı olmaz, İslam; İslam'dır. ;


Ötesini sormadikki?Elhamdülillah biz sizden menmunuz;Ama verdigin örnekde olmadi be dost,Ayi degil,Kösker kösker.Bizi ayiya teslim ettin gitti yani.Bazan set gibi görünen mülahazalar dis etkenlerden kendini bir nebze korur.Söyleki her aklina esen bir cevap yetistirmeye kalktiginda neme gerek simdi Radikal ile veya Metin Mete ile tartismaya gireyim hem benden büyükler hem simdi her söyledigime itiraz edecekler kendi dogrularini sunacaklar gibi bir düsünceyle konuyu en az katilimci en cok okuyucuya cevirir.Anlayacagin bizim sertligimiz konuyu daha cok insana ulastirma babinda bence güzeldir...Söyledigine gelince(Ayetler hakkindaki görüsüm icin)ben cevabimi zaten en bastan verdim bu yaziya yapilacak tek kelime bile yok cünki zaten 82 veriyor Metin mete bu gibi konulara cevap yazmaz...


Senmi sinirleneceksin yoksa benmi?Bana her sabah Kafir diyorlar?Bense tesekkür ediyorum ya sen?Sabrin bittigi yer?Acaba neresi?Su yukaridaki astigin yazimi?Bu bilge kul kim Mürsidmi acaba?82.ayette zaten veriyor cevabi her neyse benim konum bu yazi degil bence konunun en önemli yani resmen tehtid ediyorsun Radikal yakisik almiyor....
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Sanırım bu konuda da ortak bir platformda buluşamayacağız.

Baksana örnek olarak verdiğimiz deyimde bile ayı yerine kendimizi koyduk, ona bile "olmadı radikal" deyip, alınganlık gösteriyorsun.

Acılı bir Adana demişsin, ben doğuştan et yemem, yine buluşamayacağız.

Şalgam güzel, ama içine acı girince tadını bozuyor, acıyı da çok severim ama şalgama gitmiyor, sade daha güzel oluyor, damak tadımız farklı olduğu için bu konuda da buluşamayacağız.

Konu yazarının cehaletinden dolayı tartışmam demişsin, evet haklısın, her dem öğrenme yolunda olduğumuz için, ve her öğrendiğimizin arkasından kendimizi bir öncekinden daha cahil hissettiğimiz için, cahiliiz; bu sebepten dolayı da buluşamayacağız.

Yiğit olan ile tartışırım demişsin, haklısın, biz yiğit olamıyoruz. Yiğit dediğin nefsini alır bir hamlede yere çarpar, biz halen nefsimizin maskarası olarak yaşantımıza devam ediyoruz, yiğit olmadığımız için bu nedenle de buluşamayacağız.

Ne dediğini bilenle tartışırım demişsin, haklısın, abuk subuk konuştuğumuz için burdan da kaybettik. Hep içtiğimiz için (Ebuzer'in dediği gibi camide bile içiyorum) ayık gezmediğimizden, lafımızı sözümüzü nereye koyacağımızı bilemiyoruz, sen de elbette böyle biri ile tartışmazsın doğal olarak, burada da buluşamayacağız.

Eee! ne kaldı geriye sevgili metin mete; en iyisi bu konuyu da atalım arkamıza. Daha başka, daha önemli gördüğümüz, itikadi konulardan daha çok ivedilik bekleyen konulara girelim. Mesela ne olabilir, eee...şey olsun, tamam buldum! şalgamı tahta fıçıda mı demleyelim, yoksa fiberglas şeffaf tanklarda mı ? Baştan söyleyeyim, plastiğin dokunduğu mamul muhteviyatından taviz veriyor, hafif bozuluyor. Malum suni şeyler her daim fıtrata müdahildir. Bu konudan devam edelim o zaman.



Evet, çok doğru tahmin ettin, sitem ediyorum hatta isyan ediyorum senin mantığına. Ama yazmayacağım artık sana. Açtığın konulara (mümkün olduğunca, becerebilirsem eğer) cevap da yazmayacağım. Sen de en azından cahil cühela ile uğraşmamış olursun.
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Sanırım bu konuda da ortak bir platformda buluşamayacağız.

Baksana örnek olarak verdiğimiz deyimde bile ayı yerine kendimizi koyduk, ona bile "olmadı radikal" deyip, alınganlık gösteriyorsun.

Acılı bir Adana demişsin, ben doğuştan et yemem, yine buluşamayacağız.

Şalgam güzel, ama içine acı girince tadını bozuyor, acıyı da çok severim ama şalgama gitmiyor, sade daha güzel oluyor, damak tadımız farklı olduğu için bu konuda da buluşamayacağız.

Konu yazarının cehaletinden dolayı tartışmam demişsin, evet haklısın, her dem öğrenme yolunda olduğumuz için, ve her öğrendiğimizin arkasından kendimizi bir öncekinden daha cahil hissettiğimiz için, cahiliiz; bu sebepten dolayı da buluşamayacağız.

Yiğit olan ile tartışırım demişsin, haklısın, biz yiğit olamıyoruz. Yiğit dediğin nefsini alır bir hamlede yere çarpar, biz halen nefsimizin maskarası olarak yaşantımıza devam ediyoruz, yiğit olmadığımız için bu nedenle de buluşamayacağız.

Ne dediğini bilenle tartışırım demişsin, haklısın, abuk subuk konuştuğumuz için burdan da kaybettik. Hep içtiğimiz için (Ebuzer'in dediği gibi camide bile içiyorum) ayık gezmediğimizden, lafımızı sözümüzü nereye koyacağımızı bilemiyoruz, sen de elbette böyle biri ile tartışmazsın doğal olarak, burada da buluşamayacağız.

Eee! ne kaldı geriye sevgili metin mete; en iyisi bu konuyu da atalım arkamıza. Daha başka, daha önemli gördüğümüz, itikadi konulardan daha çok ivedilik bekleyen konulara girelim. Mesela ne olabilir, eee...şey olsun, tamam buldum! şalgamı tahta fıçıda mı demleyelim, yoksa fiberglas şeffaf tanklarda mı ? Baştan söyleyeyim, plastiğin dokunduğu mamul muhteviyatından taviz veriyor, hafif bozuluyor. Malum suni şeyler her daim fıtrata müdahildir. Bu konudan devam edelim o zaman.



Evet, çok doğru tahmin ettin, sitem ediyorum hatta isyan ediyorum senin mantığına. Ama yazmayacağım artık sana. Açtığın konulara (mümkün olduğunca, becerebilirsem eğer) cevap da yazmayacağım. Sen de en azından cahil cühela ile uğraşmamış olursun.



Aslinda haklisin;Adanayi sevmiyorsun cünki et yemiyorsun,Bense etobur(Aslinda yoktur aram kiymayla ama et ettir diyorum) olmakla devamli kendime hep et yemegi sectim..Anlasamadigimiz gibi ayni sofrada bulunamayizki?O deyimin gercegini söylemeye davet vardi bizi ayiya niye teslim ettin dedim alinmak bir yana ehlini istedik yoksa ayi ne anlar postun eyisinden babindan düsünmüstük...

Salgam acisiz neye yarar dedik cünki acisizini agzimiza vurmuyoruz yavan geliyor,ama sen icmez isen bize tadi gelmiyor..

Eger her yaziya cevap vermeye kalksak agzimizin tadimi kalir platforum bir degilki secici olmayalim,Adam diye karsimiza aldigimizin ikinci sözü bizi Kafirlikle suclamaya gidince bizde dedigini bileni,Sözün yigitcesini söyleyeni,Yoksa ficisi tahta olanin tadini vermiyorki fiberglas olan sen istersen dene plastigi ama lütfen benim tahtama söz söyleme...Öyledir diyorum cünki Resulde(Selam Resul/Resullere olsun)Allaha cagirdiginda mantik ayni mantiktiki isyan ettiler bu isyanla olmadik melanet yaptilar davet icabeti birak tehtit ettiler benim mantigim bunu bilir bunu söyler isteyen alir isteyen red etmekle kalmaz tehtit eder bu ancak bizi sadece daha cok VAHYe yönlendirir...Selamla Sevgi deger Radikal...
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Biz ukelayız, biz çok bilmiş görünenlerdeniz, biz ona buna ahkam keseniz değil mi, sizlere göre ? Sabr edeyim, seslenmeyeyim her şeyi kendi haline bırakayım istiyorum ama sanırım mizacımın buna ugun davranışı bugüne kadar olmadığı için yapamıyorum. Bildiğimiz bir konu oluyor, daha önceden üzerinde bırakın saatleri, günlerce konunun ehilleri ile konuştuğumuz ve mutmain olduğumuz bir konu oluyor ve bu konu hakkında bildiklerimizi aktarıyoruz; sonrasında tahakküm ile suçlanıyoruz. Hayır! Sonuna kadar hayır! Bilmediğimiz bir şey ise, elbette bilenden öğreneceğiz. Buna her Müslüman gibi bizde mecburuz. Bildiğimiz bir konu ise, anlatmakla mükellefiz. Ketm etmeyeceğiz, adam sen de boş ver geç git diyemeyiz, dememeliyiz. Bizim anlatımlarımız ile karşımızdaki “ukela, tahakkümcü vs.” gibi şablonlar ile itham etse de biz bildiklerimizi anlatmak hususunda emr almışız bu farz’a uymak ile mükellefiz. Herkes islami bir eğitim alamıyor, olabilir, nasip işidir. Ama kendi çabaları ile bir şeyler öğrenmeye yorumlamaya çalışıyor. Bu da takdire şayandır. Bunu da övmek gerekir. Ama; bu konu hakkında eğer ciddi bir eğitim alan biri var ise aramızda onun bilgilerine de önem vereceğiz. Bu geminin içinde hepimiz yer alıyoruz ve bu gemi karaya sağ salim ulaşırsa hepimiz kurtulacağız, eğer bu gemi batarsa bütün içindeki insanlar aynı tehlike ile karşı karşıya kalmış demektir. Yüzme bilen yani bu konuda eğitim alan kendini kurtarır ama mesele bu değil. Meziyet kendini kurtarmaktan başka bir de yanında en azından birini kurtarmış olmaktır. Yoksa her nefs kendini kurtarmak ile mükelleftir. Meziyet başkalarına da faydalı olmak ile alakalı bir durumdur. Bu kadar yazıyı neden yazdım ? Bilmiyorsunuz, bilmediğinizi dahi bilmiyorsunuz. Biz buna karşı değiliz bu sözümü samimi bir eleştiri olarak kabul edin, en azından gerçeği öğrendiğiniz zaman bu sefer gerçeği sırf enaniyet yaparak örtmeye çalışmanızı kabullenemiyoruz. Tartışmalarımızda işte bu noktada başlıyor.

Son günlerde tasavvuf, mürşit gibi konuları arkadaşlar açıyor. Bizde bildiğimiz bir şey var ise, yazıyoruz, bilen başka biri varsa o yazıyor, okuyoruz, teşekkür edip geçiyoruz. Haa, arada elbette kendini kaybeden, meczup demeyelim de, muhabbetin aşırı sınırlarını zorlayan ihlal eden kişiler de oluyor, Hakk olanı yazdığı sürece destekleriz, yaşadığı hall kendini ilgilendirir, konunun o tarafı bizi bağlamaz. Sap ile samanı ayırt etmek lazım.

Demek bir mürşide bağlanmak, tasavvuf gibi değişik bir ilimden bahsetmek Allah’a şirk koşmak oluyor öyle mi ? Hadi bakalım, gerçek kaynağımıza başvuralım. Bakalım yegane kaynağımız nasıl bahsediyor bu konudan:


“Derken, Katımız'dan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular. ( Kehf : 65 )

Bu ayette Musa (a.s.) ve yanındaki genç ile ilgili bir kıssanın sonrasında bahsediyor. Rabbi Zülcelal Musa (a.s.) ile yanındakini bir kişiye gönderiyor.

Biz de diyoruz ki; bir konuda eğer bilginiz yoksa, bir bilene sorun o’na gidin. Aykırılık nerede ?

Musa ona dedi ki: "Doğru yol (rüşd) olarak sana öğretilenden bana öğretmen için sana tabi olabilir miyim?" (Kehf: 66 )
Bu ayette Musa (a.s.) tanımadığı halde bu kişiyi, sırf ilim sahibi olarak gördüğünden dolayı kendisine mürşitlik yapması hususundaki talebini belirtiyor.

Biz de diyoruz ki; kişi tasavvufa;hakk olan ilime girmek için kendisine bir mürşit belirler ve istihare yaparak (rüya ile Allah’a danışarak) bu isteğini meşrulaştırır.

“Dedi ki: "Gerçekten sen, benimle birlikte olma sabrını göstermeye güç yetiremezsin." ( Kehf : 67 )


Bu ayette mürşit yerine konulan kişide, mürşitlik yapma hususunda kendi elinde bir şey olmadığını, kendi nefsine takılıp kalırsa buna güç yetiremeyeceğini belirtiyor. Yani bir nevi, nefsinin isteklerinden ziyade, mürşit olarak benim isteklerimi ön planda tutacaksın. Bir ölünün yıkayıcısına teslim olduğu gibi bir teslimiyet göstereceksin. Ama nefsine uyarsan bu konuya senin gücün yetmez, anlamında uyarıyor. Mürşitler de günümüzde aynı söylem ile bizleri irşad eder. Her zaman derler ki, mürid bu ilişkiden bir kar elde edebilmesi için;nasıl ki bir ölü gasline (yıkayıcısına) itirazsız teslim olursa, mürid de aynı şekilde mürşidine teslim olmalıdır. Velevki, gaye ilim öğrenerek amel etmek olsun. Şirk mi bu şimdi ? Allah’ı (cc) bırakıp da bir kula mı kulluk ediyor anlamı var bunda ? Oysa bu şirk dediğiniz şey, yüce kitabımız Kur’an’ı Kerim’de hiç de şirk gibi durmuyor. Sizin cenahtan böyle mi görülüyor yoksa ?

(Böyleyken) "Özünü kavramaya kuşatıcı olamadığın şeye nasıl sabredebilirsin?" ( Kehf : 68 )


Ayette, mahiyetini bilmediğin bir konuya vakıf olmama hali sen de var iken, sen bu ilimi kaldıramazsın, ağır gelir sabredemezsin, anlamında uyarısına devam ediyor.

Biz de diyoruz ki; bilmediğiniz amma kulaktan dolma size gelen bilgiler hakkında, eğer size ulaşmış bir bilgi yoksa ahkam kesmeyin. Her şeyi bileceksiniz diye bir kaide yok, ama bildiğiniz veya yaşadığınız bir şey var ise elbette bunu anlatın. Bir başkasının bilgisini çürütecek bir bilgi yoksa, ki; ayet de uyarı var, o halde siz neyin peşindesiniz ? Böyle yapmakla kendi nefsinize zulm ettiğiniz gibi, başkalarının da anlamalarına engel oluyor ve vebal altına giriyorsunuz.

(Musa) "İnşaAllah, beni sabreden (biri olarak) bulacaksın. Hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim" dedi. ( Kehf : 69 )

Ayette, Musa (a.s.) yapılan uyarıları anladığını ve hiçbir şekilde nefsini ön planda tutmayacağının sözünü veriyor. Ve hiçbir işte karşı gelmeyeceğini, her sözünü itiraz etmeden uygulayacağını belirtiyor.

Günümüzde tasavvufa giren kişide mürşidi ile beraber daha önceki günahlarına tevbe ederken, bundan sonraki günlerinde de mürşidine tabi olacağını, hiçbir sözünden dışarı çıkmayacağının sözünü Allah’a, üstelik mürşidini de şahit tutarak veriyor. Allah ile kulu arasına bir başka kul almak mı oluyor şimdi bu ?

Dedi ki: "Eğer bana uyacak olursan, hiçbir şey hakkında bana soru sorma, ben sana öğütle-anlatıp söz edinceye kadar." ( Kehf : 70 )

Ayette; bu ilişkideki kuralları mürşidin belirleyeceği vurgulanıyor. Mürşid konuya vakıf, yeri gelip anlatıncaya kadar her şeyi itiraz etmeden yapacaksın. Ne zaman ki anlayacak olgunluğa erersin, bizde o zaman öğüt vererek mahiyetini açıklarız, anlamında en baştan uyarıyor. Yani her şeye peki diyeceksin.

Biz de dedik her seferinde, Bir tanıdığımız mürşid, arkadaşlık hakkında soru sorulduğunda “arkadaşlık peki demekten ibarettir” buyuruyor, demedik mi ? Yol arkadaşına “peki” diyerek teslim olmak; Allah (cc)’tan başkasına kul olmak anlamına mı geliyor ? Ayet öyle demiyor ama ?

“Böylece ikisi yola koyuldu. Nitekim bir gemiye binince, o bunu (gemiyi) deliverdi. (Musa) Dedi ki: "İçindekilerini batırmak için mi onu deldin? Andolsun, sen şaşırtıcı bir iş yaptın." ( Kehf : 71 )


Ayet, bu arkadaşlığı bu beraberliği onuyor ve kıssalarını anlatmaya, başlarına gelen hadiseleri haber vermeye devam ediyor.

Mürşid bir iş yapıyor ve Musa (a.s.), kendi nefsinin bilgileri doğrultusunda mürşidini hemen kınıyor. Burada teslim olmadığını, kendi kişisel yorumunu katarak gösteriyor.
Dedi ki: "Gerçekten benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?" ( Kehf : 72 )

Ayette, mürşidi bu durumu yapacağını daha önce gördüğünün ve bu konu hakkında kendisini uyardığını belirtiyor. Mürşidi nereden bildi Musa(a.s.)’ın kendisine sabr edemeyeceğini ? Gayb’dan haber mi almıştı ? Oysa gayb’ı bir tek Allah (cc) bilir ve bir de bildirdikleri.

Demek ki bir de feraset denen bir olgu var, neyse devam edelim okumaya.

(Musa) "Beni, unuttuğumdan dolayı sorgulama ve bu işimden dolayı bana zorluk çıkarma" dedi. ( Kehf : 73 )

Ayette Musa (a.s.) özür beyan ederek bir daha kendi nefsine uymayacağını, hatasını bildiğini, mürşitlik konusundan vazgeçmemesi yönünde bir istekte bulunuyor.

Biz de her defasında demezmiyiz, tevbemize dahi bir tevbe gerekir, diye. Bunu da neden diyoruz, kendi mürşidimizde her seferinde, üstelik kendisini de ima ederek her seferinde söyler de ondan. Biz şimdi mürşide mi tevbe ettik, yoksa Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah’a (cc) mı ?

Böylece ikisi (yine) yola koyuldular. Nitekim bir çocukla karşılaştılar, o hemen tutup onu öldürüverdi. (Musa) Dedi ki: "Bir cana karşılık olmaksızın, tertemiz bir canı mı öldürdün? Andolsun, sen kötü bir iş yaptın." ( Kehf : 74 )

Ayette, yine Musa (a.s.) ’nın sabretmeyerek, yapılan bir işten dolayı mürşidini kınaması var.

”Dedi ki: "Gerçekte benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?" ( Kehf : 75 )


Ayette, yine ikaz ve uyarı var. Ki, mürid her sefer hata yapar, mürşid de her seferinde uyarır ard niyet olmaksızın hatasını gösterir ki, mürid yapılan hatanın farkına varsın.

(Musa) "Bundan sonra sana bir şey soracak olursam, artık benimle arkadaşlık etme. Benden yana bir özre ulaşmış olursun" dedi. ( Kehf : 76 )

Ayette, yine özür var, mahcubiyet var ve hatta bunun ötesinde öyle de bir iddia var ki, eğer bu hatada ısrar etmiş olursam çok meraklı olduğum ve hoşuma gitmeye başlayan arkadaşlığımı dahi kesebilirsin gibi bir taahhütde bulunuyor.

“(Yine) Böylece ikisi yola koyuldu. Nihayet bir kasabaya gelip yemek istediler, fakat (kasaba halkı) onları konuklamaktan kaçındı. Onda (kasabada) yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular, hemen onu inşa etti. (Musa) Dedi ki: "Eğer isteseydin gerçekten buna karşılık bir ücret alabilirdin." ( Kehf : 77 )

Ayette, bu sefer hayr yönünde yapılan bir işe dünyalık gözü ile bakılması anlatılıyor. Mürşidin yaptığı, umumun yararına olan bir işte, mürid yine dayanamayarak kendi nefsinin öngördüğü dünyalık menfaati vurguluyor.

Dedi ki: "İşte bu, benimle senin aranda ayrılma (zamanı) mız. Sana, üzerinde sabır göstermeye güç yetiremeyeceğin bir yorumu haber vereceğim. ( Kehf : 78 )

Ayette, mürşidin artık fikir ayrılığına düştüğü müridi ile bağlarını (rabıtasını) koparma zamanı geldiği vurgulanıyor. Çünkü, mürşidin her yaptığına nefsi gözü ile bakan bir mürid ile yola devam etmek imkansız. O halde, mürşid bu konuya ehil olmayan müridden ayrılmalı ama aynı zamanda o ana kadar olan şeyleri de gönlüne mutmain olacak şekilde anlatmalı ki, mürid itminana kavuşsun, aklında şek ve şüphe kalmadan yaptığı hatanın farkına varabilsin.

Biz de her seferinde deriz ki; bir mürşidin yaptığı yahut söylediği sözleri zahiri olarak değil, hem zahiri hem batıni yoldan ele almalıyız ki, (bu her kesin yapabildiği bir şey değildir) hiç olmazsa konunun anlamına vakıf olalım.

"Gemi, denizde çalışan yoksullarındı, onu kusurlu yapmak istedim, (çünkü) ilerilerinde, her gemiyi zorbalıkla ele geçiren bir kral vardı." ( Kehf : 79 )

Dikkat; ayette gayb’dan (sizin dediğinize göre) haber var. Oysa, bu; Rabbi Zülcelal’in (cc) kuluna bahşettiği yakin ilminin tezahürü olan feraset var!

Biz de her zaman deriz ki, o güzel söz olarak kabul ettiğiniz hadis-i şerif’te Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki; “Mügminin ferasetinden korkun, O Allah’ın (cc) nuru ile bakar”



"Çocuğa gelince, onun anne ve babası mü'min kimselerdi. Bundan dolayı, onun kendilerine azgınlık ve inkar zorunu kullanmasından endişe edip-korktuk." ( Kehf : 80 )

Ayette, bir kötülüğü gidermek için, özellikle çoğul kişilerin hakkında oluşabilecek bir kötülüğü kaldırmak için, bir kişinin canına bile kasd edileceği vurgulanıyor. Size göre, yani zahiri ilime göre nedir bu: cinayet! Haşa! Rabbi Zülcelal bu ayet ile cinayeti mi tavsiye ediyor kullarına. Demek ki bizr görünen var, birde görünmeyen. Yani Yunus’un dediği gibi; bir ben var içerde, benden içeru! Nerde o Yunus’a (haşa ve kella) kafir diyen zat. Gel, gel çekinme bu ayetteki alimi de kafir olarak bizlere tanıt.

“Böylece, onlara Rablerinin ondan temiz olmak bakımından daha hayırlısı, merhamet bakımından da daha yakın olanını vermesini diledik." (Kehf : 81 )

Ayette, bir ilim ehlinin duasının Allah (cc) katında makbul ve muteber olduğu vurgulanıyor. Demek ki, ilim ve irfan sahibi bir kişi başka biri hakkında (hatta çocuk olması konusunda) dua edebiliyor ve bunun da Rabbi Zülcelal tarafından kabul edileceğini de biliyor. Aksi takdirde Rabbi Zülcelal o duayı kabul etmeyecek olursa, bu sefer bu alim kişi zulüm etmiş olacaktır ki; Allah (cc) vaadinden asla dönmez. Ayetler ile sabittir.

Biz de her seferinde diyoruz ki, tevessül Allah'ın dilemesi ile olan bir şeydir. Ki; ona da tevessül denmez, gıyabında dua etmek denir. Ki, bu dua ilim irfan ehli zatlardan istendiği vakit duası geri çevrilmeyecek kullar olması hasebi ile dualar kabul edilir.


"Duvar ise, şehirde iki öksüz çocuğundu, altında onlara ait bir define vardı; babaları salih biriydi. Rabbin diledi ki, onlar erginlik çağına erişsinler ve kendi definelerini çıkarsınlar; (bu,) Rabbinden bir rahmettir. Bunları ben, kendi işim (özel görüşüm) olarak yapmadım. İşte, senin sabır göstermeye güç yetiremediğin şeylerin yorumu." ( Kehf : 82 )

Ayette, Rabbi Zülcelal’in dilemesi ile yapılan bir işin nedeni ve sonucu açıklanıyor. Yapılan bu işlerde, mürşit kendi isteğinden ziyade, Rabbi Zülcelal'in dilemesi ile olduğunu söylüyor. Ne demek ? Rabbi Zülcelal’in bu işi yapmaya gücü yetmiyor da mı, bir kuluna bu işi yaptırıyor ? Hadi sorsanıza! Çekinmeyin, sorun. Hala soracak cümleleriniz var ise şayet.

Anlayın artık, bilin artık, iman ettiğini (aslında İslam olduklarını) sananlar, iman edin!
Her söze bir cümle, her soruya bir cevap yetiştirme hasletlerinizi bir kenara bırakın. Aklınızın almadığını gidin ilim ehli insanlardan sorun. Ola ki; sorduğunuz kişilerden biri ilmi ledün sahibidir, O size bu işin mahiyetini siz mutmain oluncaya kadar örnekleri ile anlatır. Anlamayıncaya kadar da sorgulayın, ama bunu yaparken hakaret sınırlarında aşırı gitmeyin,durun! Sınırlarınızı bilin ya hu!

“Sınır’ın bittiği yerde, sinir başlar”

Anlayın artık…

Evet arkadaşlar, kebaplar yenildi, şalgamlar içildi. Çay ocağından çaylar söylendi, şimdi sıra geldi muhabbete.

Bu konuyu hep beraber bir değerlendirelim de o kadar emek verdik, saatlerce yazarak bir konu oluşturduk, şalgam kebap muhabbeti ile araya kaynayıp gitmesin. Hani arada bir kafasını çıkarıp "cee-e!" diyen vahhabiyan tayfası, yalnız Kur'an diyenler; neredesiniz ? Sizleri de bekleriz. Hiç olmazsa bu konular ile ilgili durmadan oraya buraya konu açıp, tırmalayıp, kaşıyıp duruyorsunuz, belki bir neticeye hep beraber ulaşırız.
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Evet arkadaşlar, kebaplar yenildi, şalgamlar içildi. Çay ocağından çaylar söylendi, şimdi sıra geldi muhabbete.

Bu konuyu hep beraber bir değerlendirelim de o kadar emek verdik, saatlerce yazarak bir konu oluşturduk, şalgam kebap muhabbeti ile araya kaynayıp gitmesin. Hani arada bir kafasını çıkarıp "cee-e!" diyen vahhabiyan tayfası, yalnız Kur'an diyenler; neredesiniz ? Sizleri de bekleriz. Hiç olmazsa bu konular ile ilgili durmadan oraya buraya konu açıp, tırmalayıp, kaşıyıp duruyorsunuz, belki bir neticeye hep beraber ulaşırız.


Sallama sevgi deger Radikal,Vahhabileri bilmem ama benim nerede gördün lüzumsuz konu actigimi?Ama sizin olmadik yerde olmadik bir cok konu actiginizi ben biliyorum(Illaki sizin sahsinizda olmasada ayni yolun yolculari olarak Ehli Sünnet)Ayiyi dayiyi ortaya atanda sensin simdi cikip kaynatmayalim?NEYI`?yapma olmayacak yerde olmayacak basligida acan sensin?Neymis babam sinirlenirmis Radikal,Yapma oyunlardan bikiliyor artik hem acip hem kaynatip hangi noktada birlik yapacaksin?Adanada olmaz Salgamda olmaz Köskeri gec Ayiya dayan yapma Radikal...Kasinmayinca kasimiyorlar...
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Vahhabi olmadığını söylemiştin, hatırlatmana gerek yok oradan biliyorum, bu bir!

Yalnız Kur'an diyerek yazı yazan bir tek sen değilsin, senin haricindeki insanları da kasd ediyorum, bu iki!

Forum sayfasına ilk giriş yapan iktibas ve hanif portal müdavimlerinin ilk açtığı bu "TASAVVUF VE MÜRŞİT" konusu oluyor, bu üç!

Sana hiç bir yazımda hiç bir yerde, lüzumsuz konu açtığını söylemedim, bu dört!

Ayı - dayı muhabbetinde hakaret yok, benim sevgim ayı sevgisine benziyor biraz haşin oluyor demek istedim (bilmeden halt etmiş oldum); bu beş!

Araya kaynamasın derken, karşılıklı sözlerimiz ile KONU KAYMASI oldu demek istedim: bu altı!

Daha bu güne kadar beni hiç kimse kaşımadı, çok isteyen oldu ama nasip değilmiş, bu yedi!

Hiddete gerek yok, konuya devam etmek istiyorum, her açtığım önemli konu bir şekilde arada kaynayıp gidiyor, bu da sekiz!

Sallama yazımın bir tanesini göster, üyeliğimi iptal edeyim; bu da SON!
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Vahhabi olmadığını söylemiştin, hatırlatmana gerek yok oradan biliyorum, bu bir!

Yalnız Kur'an diyerek yazı yazan bir tek sen değilsin, senin haricindeki insanları da kasd ediyorum, bu iki!

Forum sayfasına ilk giriş yapan iktibas ve hanif portal müdavimlerinin ilk açtığı bu "TASAVVUF VE MÜRŞİT" konusu oluyor, bu üç!

Sana hiç bir yazımda hiç bir yerde, lüzumsuz konu açtığını söylemedim, bu dört!

Ayı - dayı muhabbetinde hakaret yok, benim sevgim ayı sevgisine benziyor biraz haşin oluyor demek istedim (bilmeden halt etmiş oldum); bu beş!

Araya kaynamasın derken, karşılıklı sözlerimiz ile KONU KAYMASI oldu demek istedim: bu altı!

Daha bu güne kadar beni hiç kimse kaşımadı, çok isteyen oldu ama nasip değilmiş, bu yedi!

Hiddete gerek yok, konuya devam etmek istiyorum, her açtığım önemli konu bir şekilde arada kaynayıp gidiyor, bu da sekiz!

Sallama yazımın bir tanesini göster, üyeliğimi iptal edeyim; bu da SON!


Bu yazina giren benim,Bu nedenle her söyledigin bana gibi geliyor bu BIR...

Ayi kelimesinden alinmadim sadece hicv olarak aldim sana kirlmak aklimdan dahi gecmedi gecmezde(Hatta hosuma dahi gitti) bu IKI..

Sanirim Hanifleri Iskender Kebapcilarla karistirdin bu ÜC...

Seni kasimaya hicte niyetim yok cünki hala sana erisemedim benim icin CINsin bu DÖRT...

Bir baska konuda mülaza ederken nerden aklina esti burayi actin konuyu oynattin bu BES...

Bana söylemesende ben kendi üzerime alirim cünki burada neredeyse tek muhattap gibiyiz bu ALTI...

Her actigini birakip baska konu acma orayada cekiyorsun bizi digeri kayniyor suc bendemi buda YEDI...

Siddet dedim öyle hemde tehtid var buda YEDI BUCUK.....



Üyeligine dokunma ama bu konu tamamen bence salamak gibi digerinde bayagi iyi gidiyorduk BUDA SEKIZ RADIKAL ISLAM KARDESIM...
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Bu yazina giren benim,Bu nedenle her söyledigin bana gibi geliyor



İşte bende bundan korkuyordum, devamlı seninle karşılıklı yazıştığımız için, yazılarımda "sen" işaret zamirini devamlı üzerine alınıyorsun. Ama doğru değil, neden ? Sen Yunus Emre için kafir (haşa) nitelemesinde bulundun mu ? Yazılar ortada, kimlerin bulunduğunu da görüyoruz, okuyoruz. Eee, bizde bunu ortaya hitap eder gibi tarzda yazdığımızda, sen hemen üzerine alınıyorsun. Bırak, üzerine alınması gereken insan alınsın, bırak da yarası olan gocunsun. Evet, böyle olunca elbette sinirleniyoruz. Hem sana derdimiz anlatmaya çalışıyoruz, hem konuya dönmeye çalışıyoruz. Ve sonrasında konu gerçek amacından kaynayıp uzaklaşıyor. Tabi ki, başka bir ayeti baz alarak bu sefer, başka bir başlık ile yeni bir konuda tartışmak istiyoruz, yine aynı olay...Aşamadık gitti bu kısırdöngüyü.​


BUDA SEKIZ RADIKAL ISLAM KARDESIM...

İşte bende bunu kabul etmem, hayatımda rakam yazma haricinde hiç sekiz çizmedim.:p

Neyse, konuya dönelim de hiç olmazsa ikili muhabbetten (haklı olarak) konu kilitlenmemiş olsun bari. malum, konu başlığı sınır ve sabr. Bu sefer biz böyle devam edersek Bekir kardeşimin sabr sınırlarını ihlal etmiş olacağız, bunu ne sen ne ben istemeyyiz sanırım.​

Evet arkadaşlar, yukarıdaki konu başlığı ve yorumlar, ayetler ışığında bizim tezimiz. Ve bu tezimizi kuvvetlendirmek adına yukarıda verdiğimiz ayetleri de dayanak yapıyorum. çünkü bu ayetleri bu arkadaşınız böyle anlıyor. Ya siz nasıl anlıyorsunuz ?​
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Bu güzel mesaja iştiyakle Fahruddin Er Razi (ks) den yorumlar katalım inşallah.

“Derken, Katımız'dan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular. ( Kehf : 65 ) ve devamına...

Hızır ile Buluşma


"Derken, orada kullarımızdan bir kul buldular. Biz ona tarafımızdan birrahmet vermiş, kendisine nezdimizden bir ilim öğretmiştik. Musa ona, "Sanaöğretilen bu doğru ve faydalı ilimden, bana da öğretmen için, sana tabiolabilir miyim?" dedi. O da, "Doğrusu sen, benim yanımda asla sabredemezsin. Kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredeceksin?" dedi. O da,"Allah dilerse (inşallah) beni sabırlı bulacaksın. Sana hiçbir işte karşıgelmeyeceğim" dedi. (Hızır da) "Bana tâbi olacaksan, (bil ki) ben sanahakkında bir açıklamada bulunmadıkça, bana hiçbirşey sorma" dedi" (Kehf 65-70).




Ayetle ilgili birkaç mesele vardır:


Birinci Mesele


Ayetteki, "Derken orada kullarımızdan bir kul buldular' ifadesi ile ilgili iki bahis vardır:


Hızır (a.s) Peygamber midir?


Birinci Bahis: Ekseri âlimler, bu ayette bahsedilen o kulun, bir peygamber olduğunu söyleyerek, şu delilleri getirmişlerdir:


1)Cenâb-ı Hak, "Biz ona tarafımızdan bir rahmet verdik" buyurmuştur. Bu rahmet, nübüvvettir. Delili ise, "Rabbinin rahmetini (peygamberlik mansıbını) onlar mı paylaştırıyorlar"(Zuhtut 32) ayeti ile "Sen, Rabbinden bir rahmet olan bu kitabın sana ilkâ (vahy) edilmesini ummuyordun" (Kasas, 86) ayetidir. Binâenaleyh bu ayetteki "rahmet" ile de, "peygamberlik" kastedilmiştir. Bu delile karşı birisi şöyle diyebilir: "Biz nübüvvetin, bir rahmet olduğunu kabul ediyoruz. Ama bundan, her rahmetin nübüvet manasına olduğu neticesi çıkmaz.


2) "Cenâb-ı Hak, burada, "Kendisine nezdimizden bir ilim öğrettik" buyurmuştur. Bu, onun ilminin insanlardan bir muallim ve mürşidin öğretmesi ve irşadı ile olmadığınıgösterir. İnsanların vasıtası olmaksızın, Allah'ın kendisine ilim verdiği herkesin bildiklerini Allah'dan aldığı vahiyle bilen bir peygamber olması gerekir." Bu delil de zayıftır. Çünkü, insandaki zarurî (fıtrî) bilgilerde, Allah'dandır. Ama bunlar, insanın peygamber olmasını gerektirmez.


3) Musa (a.s) ona "Bana öğretmen için, sana tâbi olabilir miyim?" Halbuki bir peygamber, öğrenme hususunda, peygamber olmayana tâbi olamaz. Bu delil de tutarsızdır. Çünkü peygamber, kendisinin peygamber olması hususunda nazar-ıdikkate alınacak ilimleri öğrenmede başkasına tâbi olmaz. Ama diğer bilgileri öğrenmede, tâbi olabilir.


4) Ayette bahsedilen o kul, "Kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredeceksin?" diyerek, kendisinin Musa (a.s)'dan (ilim bakımından daha ileri olduğunu ortaya koymuş; Musa (a.s) da, "Sana hiçbir işte karşı gelmeyeceğim" diyerek, ona boyun eğmiştir. Bütün bunlar, o alim kulun, Hz. Musa'dan daha ileri olduğunu gösterir. Halbuki peygamber olmayan, peygamberden üstün olamaz." Bu delil de tutarsızdır. Çünkü peygamber olmayan bir kimse, peygamberlikle ilgili olmayan bazı ilimler (bilgiler) bakımından, peygamberden daha ileri olabilir. Öyle ise, bunun olamayacağını niçin söylüyorsunuz? Eğer bu delilleri ileri sürenler, "Bu, insanların peygamberden soğuyup uzaklaşmasına sebebiyet verir" derlerse, biz deriz ki: Allah ona Tevratı indirmesine ve onunla vasıtasız olarak konuşmasına rağmen, Hz. Musa'yı o kuldan ilim almaya göndermesi de, aynı neticeye sebeb olur. Eğer bu göndermenin, aynı neticeye sebeb olmayacağı söylenirse, ileri sürülen husus hakkında da durum böyle olur.


5) Esâmm, ayette bahsedilen bu "kurun peygamber olduğuna, onun "Ben bunu kendi reyimle yapmadım "(Kem. 82) şeklindeki sözünü delil getirerek: "Bu, "Ben o işi, Allah'ın vahyi ile yaptım" demektir ve dolayısıyla onun peygamber olduğuna delalet eder" demiştir. Bu delil de zayıftır ve zayıflığı aşikârdır.


6) Rivayet edildiğine göre, Hz. Musa (a.s) aradığı bu kulu bulunca, "selâmün aleyküm" dedi. O da, "Ve aleyke's selâm, ey isrâtloğullarının peygamberi" dedi. Bunun üzerine, Musa (a.s) "Sen bunu nasıl bildin? Bunu sana kim bildirdi?" deyince, o, "Seni bana gönderen" cevabını verdi. İşte bu rivayet, o kulun vahiy ile bunu bildiğini gösterir. Vahiy ise ancak, peygamberlere olur. "Buna karşı birisi: Bunun keramet ve ilham cinsi birşey olması niçin caiz olmasın" diyebilir.




İkinci Bahis:



Ekseri âlimler şöyle demişlerdir: "Bu kul, Hz. Hızır (a.s) idi. Ona bu isim, durduğu, bastığı her yerin, yeşillenmesinden (hazırlanmasından) ötürü verilmiştir." Cübbâî şöyle der: "Hızır (a.s)'ın Hz. Musa'dan İsrâiloğu Harun a gönderilen bir peygamber olduğu hususunda rivayetler vardır. Eğer bu rivayetler doğru ise, ayette bahsedilen kulun, Hızır (a.s) olması mümkün değildir. Hem o kulun, Hızır (a.s) olması takdirinde, bir peygamber olması gerekir ki, bu da Hızır (a.s)'ın, Tevrat sahibi Musa
(a.s)'dan daha üstün olmasını gerektirir. Çünkü biz, bu ayetlerde yer alan ifadelerin, o kulun Hz. Musa'dan üstün olduğunu ifade ettiğine ve Hz. Musa'nın ona boyun eğdiğini açıkladık. Fakat Hızır (a.s)'ın Hz. Musa'dan daha üstün olması caiz değildir. Çünkü onun, yâ İsrâiloğullarından birisi olduğu veya olmadığı söylenebilir. Eğer onun İsrâiloğullarından olduğunu söylersek, Cenâb-ı Hakk'ın Hz. Musa'nın Firavun'a söylediğini bildirdiği, "Isrâiloğutiarmı benimle beraber sal, bırak" (Şuâra 17) ifadesinden ötürü, Musa (a.s)'nın ümmetinden olmuş olur. Ümmet ise, hal ve makam bakımından peygamberinden üstün olamaz. Yok eğer onun İsrâiloğullanndan olmadığını söylersek, o zaman Cenâb-ı Hakk'ın, "Hiç şüphesiz ben, sizi bütün âlemlere üstün kıldım' (Bakara. 47) ayetinden ötürü, Hz. Musa (ve kavminden) daha üstün olması caiz olmaz. "Bu izahlar, ayette bahsedilen "Musa"nın, Tevrat sahibi Hz. Musa olmadığını (ondan başka birisi) olduğunu söyleyenlerin görüşünü destekler.

Ledûnnî İlim


Ayetteki, "Kendisine nezdimizden bir ilim öğrettik" ifadesi, o kulda olan İlimlerin, vasıtasız olarakAllah'dan elde edilen bilgiler olduğunu gösterir. Sofiler, mükâşefe (sınırların açılması) yoluyla elde edilen ilimleri "Ledünnî ilim (ilm-i ledünnî)" diye adlandırmışlardır.

Allâme Ebu Hâmid el-Gazali'nin, Ledünnî ilmin isbatı hususunda bir kitapçığı var. Ben derim: Bu konuda sözün özü şöyle söylemektir: Siz, herhangi bir şeyi idrâk edip, herhangi bir hakikati tasavvur ettiğimizde, (düşündüğümüzde), o şey hakkında bir hüküm verir, bir neticeye ulaşırız ki buna "tasdik" denir; yahut da bir hüküm vermeyiz, buna da "tasavvur" denir. Bu iki kısımdan herbiri, bir kesb (kazanma) ve talep (arama) olmaksızın, mevcud nazari bir şey olur, yahut da kesb (kazanma, öğrenme) yolu ile elde edilen birşey olur. Nazarî ilimler, herhangi bir kesb ve taleb olmaksızın, gönlümüzde ve aklımızda meydana geten şeylerdir. Mesela, acıları, lezzetleri, varlığı, yokluğu tasavvur etmemiz gibi... Yahut da "olumlu ile olumsuzun yani iki zıt şeyin aynı anda bulunamayacağını, ikisinin birden yok olamayacağını; birin, ikinin yarısı olduğunu tasdik etmemiz, bilmemiz gibi... Kesbî ilimler ise, nefis cevherinde vasıtasız olarak meydana gelmeyen, aksine mutlaka sayesinde elde edildikleri bir yol ve vasıtanın olması gereken ilimlerdir. Bu yol da iki türlü olur:


a)İnsanın, birtakım bilinmeyen şeyler öğrenmek gayesiyle kullanmak üzere o nazari, bedîhî ilimleri dinleyip toplamaya çalışması. Bu yola nazar, tefekkür, tedebbür, teemmül, terevvî (inceleme) istidlal adı verilir. İlim elde etmedeki bu yol, ancak çalışıp çabalama ile, gayretle olur, tamam hale gelir.


b)İnsanın, çeşitli riyazat ve nefis mücâhedeleri vasıtası ile, his (duyu) ve hayal kuvvetlerini (nefsini) zayıflatmaya gayret etmesi yolu. Bunlar zayıflayınca aklî kuvvet artar, akıl cevherinde ilâhi nurlar parıldamaya başlar ve herhangi bir tefekkür teemmül gayreti olmaksızın, bilgiler meydana gelir ve ilimler mükemmellesin İşte buna ilmiledünnî" denir. Bunu iyice kavradığında biz deriz ki: İnsanların nefsi natıka cevheri (nefisleri), mahiyet açısından çeşit çeşittir. Bazan o nefis, müşrika (aydınlık), nurâni, ilâhi, ulvi ve bedeni cazibelerle maddi çekişmeler ile az alakalı olan bir nefis olur. Bu sebeble de, kutsi cilayı ve ilahi nurları almaya devamlı ve ileri bir kabiliyeti olur. Dolayısıyla da ona gayb âleminden gelen o nurlar tam ve mükemmel bir şekilde akar da akar. İşte ilm-i ledünnî ile kastedilen budur. Ayetteki, "Biz ona tarafımızdan bir rahmet verdik, kendisine ledünnümüzden bir ilim Öğrettik" ifadesi bu manadadır. Cevherindeki saflığı ve unsurlarının aydınlığında bu derece ve mertebeye varmamış nefisler ise, bu bilgileri ve ilimleri (me'ârifi) ancak, bunları öğrenmede ve ona öğretmede çaba sarfeden bir insanın vasıtası ile öğrenebilecek olan, aptal ve noksan nefislerdir. Birinci kısım nefisler, ikinci kısma nisbetle. tıpkı güneşin çok cüz'i ışıklara, denizin çok az su akıntılarına ve en büyük ruhun (ruh-u a'zamın) da cüzi (küçük) ruhlara nisbeti gibidir. Bu, bu konuda azıcık bir dikkat çekiştir. Bunun ötesinde, bu kitabta ele alınması mümkün olmayan nice esrar vardır.


Devam edecek
 
Üst Alt