radikal
New member
Biz ukelayız, biz çok bilmiş görünenlerdeniz, biz ona buna ahkam keseniz değil mi, sizlere göre ? Sabr edeyim, seslenmeyeyim her şeyi kendi haline bırakayım istiyorum ama sanırım mizacımın buna ugun davranışı bugüne kadar olmadığı için yapamıyorum. Bildiğimiz bir konu oluyor, daha önceden üzerinde bırakın saatleri, günlerce konunun ehilleri ile konuştuğumuz ve mutmain olduğumuz bir konu oluyor ve bu konu hakkında bildiklerimizi aktarıyoruz; sonrasında tahakküm ile suçlanıyoruz. Hayır! Sonuna kadar hayır! Bilmediğimiz bir şey ise, elbette bilenden öğreneceğiz. Buna her Müslüman gibi bizde mecburuz. Bildiğimiz bir konu ise, anlatmakla mükellefiz. Ketm etmeyeceğiz, adam sen de boş ver geç git diyemeyiz, dememeliyiz. Bizim anlatımlarımız ile karşımızdaki “ukela, tahakkümcü vs.” gibi şablonlar ile itham etse de biz bildiklerimizi anlatmak hususunda emr almışız bu farz’a uymak ile mükellefiz. Herkes islami bir eğitim alamıyor, olabilir, nasip işidir. Ama kendi çabaları ile bir şeyler öğrenmeye yorumlamaya çalışıyor. Bu da takdire şayandır. Bunu da övmek gerekir. Ama; bu konu hakkında eğer ciddi bir eğitim alan biri var ise aramızda onun bilgilerine de önem vereceğiz. Bu geminin içinde hepimiz yer alıyoruz ve bu gemi karaya sağ salim ulaşırsa hepimiz kurtulacağız, eğer bu gemi batarsa bütün içindeki insanlar aynı tehlike ile karşı karşıya kalmış demektir. Yüzme bilen yani bu konuda eğitim alan kendini kurtarır ama mesele bu değil. Meziyet kendini kurtarmaktan başka bir de yanında en azından birini kurtarmış olmaktır. Yoksa her nefs kendini kurtarmak ile mükelleftir. Meziyet başkalarına da faydalı olmak ile alakalı bir durumdur. Bu kadar yazıyı neden yazdım ? Bilmiyorsunuz, bilmediğinizi dahi bilmiyorsunuz. Biz buna karşı değiliz bu sözümü samimi bir eleştiri olarak kabul edin, en azından gerçeği öğrendiğiniz zaman bu sefer gerçeği sırf enaniyet yaparak örtmeye çalışmanızı kabullenemiyoruz. Tartışmalarımızda işte bu noktada başlıyor.
Son günlerde tasavvuf, mürşit gibi konuları arkadaşlar açıyor. Bizde bildiğimiz bir şey var ise, yazıyoruz, bilen başka biri varsa o yazıyor, okuyoruz, teşekkür edip geçiyoruz. Haa, arada elbette kendini kaybeden, meczup demeyelim de, muhabbetin aşırı sınırlarını zorlayan ihlal eden kişiler de oluyor, Hakk olanı yazdığı sürece destekleriz, yaşadığı hall kendini ilgilendirir, konunun o tarafı bizi bağlamaz. Sap ile samanı ayırt etmek lazım.
Demek bir mürşide bağlanmak, tasavvuf gibi değişik bir ilimden bahsetmek Allah’a şirk koşmak oluyor öyle mi ? Hadi bakalım, gerçek kaynağımıza başvuralım. Bakalım yegane kaynağımız nasıl bahsediyor bu konudan:
“Derken, Katımız'dan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular. ( Kehf : 65 )
Bu ayette Musa (a.s.) ve yanındaki genç ile ilgili bir kıssanın sonrasında bahsediyor. Rabbi Zülcelal Musa (a.s.) ile yanındakini bir kişiye gönderiyor.
Biz de diyoruz ki; bir konuda eğer bilginiz yoksa, bir bilene sorun o’na gidin. Aykırılık nerede ?
”Musa ona dedi ki: "Doğru yol (rüşd) olarak sana öğretilenden bana öğretmen için sana tabi olabilir miyim?" (Kehf: 66 )
Bu ayette Musa (a.s.) tanımadığı halde bu kişiyi, sırf ilim sahibi olarak gördüğünden dolayı kendisine mürşitlik yapması hususundaki talebini belirtiyor.
Biz de diyoruz ki; kişi tasavvufa;hakk olan ilime girmek için kendisine bir mürşit belirler ve istihare yaparak (rüya ile Allah’a danışarak) bu isteğini meşrulaştırır.
“Dedi ki: "Gerçekten sen, benimle birlikte olma sabrını göstermeye güç yetiremezsin." ( Kehf : 67 )
Bu ayette mürşit yerine konulan kişide, mürşitlik yapma hususunda kendi elinde bir şey olmadığını, kendi nefsine takılıp kalırsa buna güç yetiremeyeceğini belirtiyor. Yani bir nevi, nefsinin isteklerinden ziyade, mürşit olarak benim isteklerimi ön planda tutacaksın. Bir ölünün yıkayıcısına teslim olduğu gibi bir teslimiyet göstereceksin. Ama nefsine uyarsan bu konuya senin gücün yetmez, anlamında uyarıyor. Mürşitler de günümüzde aynı söylem ile bizleri irşad eder. Her zaman derler ki, mürid bu ilişkiden bir kar elde edebilmesi için;nasıl ki bir ölü gasline (yıkayıcısına) itirazsız teslim olursa, mürid de aynı şekilde mürşidine teslim olmalıdır. Velevki, gaye ilim öğrenerek amel etmek olsun. Şirk mi bu şimdi ? Allah’ı (cc) bırakıp da bir kula mı kulluk ediyor anlamı var bunda ? Oysa bu şirk dediğiniz şey, yüce kitabımız Kur’an’ı Kerim’de hiç de şirk gibi durmuyor. Sizin cenahtan böyle mi görülüyor yoksa ?
(Böyleyken) "Özünü kavramaya kuşatıcı olamadığın şeye nasıl sabredebilirsin?" ( Kehf : 68 )
Ayette, mahiyetini bilmediğin bir konuya vakıf olmama hali sen de var iken, sen bu ilimi kaldıramazsın, ağır gelir sabredemezsin, anlamında uyarısına devam ediyor.
Biz de diyoruz ki; bilmediğiniz amma kulaktan dolma size gelen bilgiler hakkında, eğer size ulaşmış bir bilgi yoksa ahkam kesmeyin. Her şeyi bileceksiniz diye bir kaide yok, ama bildiğiniz veya yaşadığınız bir şey var ise elbette bunu anlatın. Bir başkasının bilgisini çürütecek bir bilgi yoksa, ki; ayet de uyarı var, o halde siz neyin peşindesiniz ? Böyle yapmakla kendi nefsinize zulm ettiğiniz gibi, başkalarının da anlamalarına engel oluyor ve vebal altına giriyorsunuz.
(Musa) "İnşaAllah, beni sabreden (biri olarak) bulacaksın. Hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim" dedi. ( Kehf : 69 )
Ayette, Musa (a.s.) yapılan uyarıları anladığını ve hiçbir şekilde nefsini ön planda tutmayacağının sözünü veriyor. Ve hiçbir işte karşı gelmeyeceğini, her sözünü itiraz etmeden uygulayacağını belirtiyor.
Günümüzde tasavvufa giren kişide mürşidi ile beraber daha önceki günahlarına tevbe ederken, bundan sonraki günlerinde de mürşidine tabi olacağını, hiçbir sözünden dışarı çıkmayacağının sözünü Allah’a, üstelik mürşidini de şahit tutarak veriyor. Allah ile kulu arasına bir başka kul almak mı oluyor şimdi bu ?
”Dedi ki: "Eğer bana uyacak olursan, hiçbir şey hakkında bana soru sorma, ben sana öğütle-anlatıp söz edinceye kadar." ( Kehf : 70 )
Ayette; bu ilişkideki kuralları mürşidin belirleyeceği vurgulanıyor. Mürşid konuya vakıf, yeri gelip anlatıncaya kadar her şeyi itiraz etmeden yapacaksın. Ne zaman ki anlayacak olgunluğa erersin, bizde o zaman öğüt vererek mahiyetini açıklarız, anlamında en baştan uyarıyor. Yani her şeye peki diyeceksin.
Biz de dedik her seferinde, Bir tanıdığımız mürşid, arkadaşlık hakkında soru sorulduğunda “arkadaşlık peki demekten ibarettir” buyuruyor, demedik mi ? Yol arkadaşına “peki” diyerek teslim olmak; Allah (cc)’tan başkasına kul olmak anlamına mı geliyor ? Ayet öyle demiyor ama ?
“Böylece ikisi yola koyuldu. Nitekim bir gemiye binince, o bunu (gemiyi) deliverdi. (Musa) Dedi ki: "İçindekilerini batırmak için mi onu deldin? Andolsun, sen şaşırtıcı bir iş yaptın." ( Kehf : 71 )
Ayet, bu arkadaşlığı bu beraberliği onuyor ve kıssalarını anlatmaya, başlarına gelen hadiseleri haber vermeye devam ediyor.
Mürşid bir iş yapıyor ve Musa (a.s.), kendi nefsinin bilgileri doğrultusunda mürşidini hemen kınıyor. Burada teslim olmadığını, kendi kişisel yorumunu katarak gösteriyor.
”Dedi ki: "Gerçekten benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?" ( Kehf : 72 )
Ayette, mürşidi bu durumu yapacağını daha önce gördüğünün ve bu konu hakkında kendisini uyardığını belirtiyor. Mürşidi nereden bildi Musa(a.s.)’ın kendisine sabr edemeyeceğini ? Gayb’dan haber mi almıştı ? Oysa gayb’ı bir tek Allah (cc) bilir ve bir de bildirdikleri.
Demek ki bir de feraset denen bir olgu var, neyse devam edelim okumaya.
(Musa) "Beni, unuttuğumdan dolayı sorgulama ve bu işimden dolayı bana zorluk çıkarma" dedi. ( Kehf : 73 )
Ayette Musa (a.s.) özür beyan ederek bir daha kendi nefsine uymayacağını, hatasını bildiğini, mürşitlik konusundan vazgeçmemesi yönünde bir istekte bulunuyor.
Biz de her defasında demezmiyiz, tevbemize dahi bir tevbe gerekir, diye. Bunu da neden diyoruz, kendi mürşidimizde her seferinde, üstelik kendisini de ima ederek her seferinde söyler de ondan. Biz şimdi mürşide mi tevbe ettik, yoksa Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah’a (cc) mı ?
”Böylece ikisi (yine) yola koyuldular. Nitekim bir çocukla karşılaştılar, o hemen tutup onu öldürüverdi. (Musa) Dedi ki: "Bir cana karşılık olmaksızın, tertemiz bir canı mı öldürdün? Andolsun, sen kötü bir iş yaptın." ( Kehf : 74 )
Ayette, yine Musa (a.s.) ’nın sabretmeyerek, yapılan bir işten dolayı mürşidini kınaması var.
”Dedi ki: "Gerçekte benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?" ( Kehf : 75 )
Ayette, yine ikaz ve uyarı var. Ki, mürid her sefer hata yapar, mürşid de her seferinde uyarır ard niyet olmaksızın hatasını gösterir ki, mürid yapılan hatanın farkına varsın.
(Musa) "Bundan sonra sana bir şey soracak olursam, artık benimle arkadaşlık etme. Benden yana bir özre ulaşmış olursun" dedi. ( Kehf : 76 )
Ayette, yine özür var, mahcubiyet var ve hatta bunun ötesinde öyle de bir iddia var ki, eğer bu hatada ısrar etmiş olursam çok meraklı olduğum ve hoşuma gitmeye başlayan arkadaşlığımı dahi kesebilirsin gibi bir taahhütde bulunuyor.
“(Yine) Böylece ikisi yola koyuldu. Nihayet bir kasabaya gelip yemek istediler, fakat (kasaba halkı) onları konuklamaktan kaçındı. Onda (kasabada) yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular, hemen onu inşa etti. (Musa) Dedi ki: "Eğer isteseydin gerçekten buna karşılık bir ücret alabilirdin." ( Kehf : 77 )
Ayette, bu sefer hayr yönünde yapılan bir işe dünyalık gözü ile bakılması anlatılıyor. Mürşidin yaptığı, umumun yararına olan bir işte, mürid yine dayanamayarak kendi nefsinin öngördüğü dünyalık menfaati vurguluyor.
”Dedi ki: "İşte bu, benimle senin aranda ayrılma (zamanı) mız. Sana, üzerinde sabır göstermeye güç yetiremeyeceğin bir yorumu haber vereceğim. ( Kehf : 78 )
Ayette, mürşidin artık fikir ayrılığına düştüğü müridi ile bağlarını (rabıtasını) koparma zamanı geldiği vurgulanıyor. Çünkü, mürşidin her yaptığına nefsi gözü ile bakan bir mürid ile yola devam etmek imkansız. O halde, mürşid bu konuya ehil olmayan müridden ayrılmalı ama aynı zamanda o ana kadar olan şeyleri de gönlüne mutmain olacak şekilde anlatmalı ki, mürid itminana kavuşsun, aklında şek ve şüphe kalmadan yaptığı hatanın farkına varabilsin.
Biz de her seferinde deriz ki; bir mürşidin yaptığı yahut söylediği sözleri zahiri olarak değil, hem zahiri hem batıni yoldan ele almalıyız ki, (bu her kesin yapabildiği bir şey değildir) hiç olmazsa konunun anlamına vakıf olalım.
"Gemi, denizde çalışan yoksullarındı, onu kusurlu yapmak istedim, (çünkü) ilerilerinde, her gemiyi zorbalıkla ele geçiren bir kral vardı." ( Kehf : 79 )
Dikkat; ayette gayb’dan (sizin dediğinize göre) haber var. Oysa, bu; Rabbi Zülcelal’in (cc) kuluna bahşettiği yakin ilminin tezahürü olan feraset var!
Biz de her zaman deriz ki, o güzel söz olarak kabul ettiğiniz hadis-i şerif’te Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki; “Mügminin ferasetinden korkun, O Allah’ın (cc) nuru ile bakar”
"Çocuğa gelince, onun anne ve babası mü'min kimselerdi. Bundan dolayı, onun kendilerine azgınlık ve inkar zorunu kullanmasından endişe edip-korktuk." ( Kehf : 80 )
Ayette, bir kötülüğü gidermek için, özellikle çoğul kişilerin hakkında oluşabilecek bir kötülüğü kaldırmak için, bir kişinin canına bile kasd edileceği vurgulanıyor. Size göre, yani zahiri ilime göre nedir bu: cinayet! Haşa! Rabbi Zülcelal bu ayet ile cinayeti mi tavsiye ediyor kullarına. Demek ki bizr görünen var, birde görünmeyen. Yani Yunus’un dediği gibi; bir ben var içerde, benden içeru! Nerde o Yunus’a (haşa ve kella) kafir diyen zat. Gel, gel çekinme bu ayetteki alimi de kafir olarak bizlere tanıt.
“Böylece, onlara Rablerinin ondan temiz olmak bakımından daha hayırlısı, merhamet bakımından da daha yakın olanını vermesini diledik." (Kehf : 81 )
Ayette, bir ilim ehlinin duasının Allah (cc) katında makbul ve muteber olduğu vurgulanıyor. Demek ki, ilim ve irfan sahibi bir kişi başka biri hakkında (hatta çocuk olması konusunda) dua edebiliyor ve bunun da Rabbi Zülcelal tarafından kabul edileceğini de biliyor. Aksi takdirde Rabbi Zülcelal o duayı kabul etmeyecek olursa, bu sefer bu alim kişi zulüm etmiş olacaktır ki; Allah (cc) vaadinden asla dönmez. Ayetler ile sabittir.
Biz de her seferinde diyoruz ki, tevessül Allah'ın dilemesi ile olan bir şeydir. Ki; ona da tevessül denmez, gıyabında dua etmek denir. Ki, bu dua ilim irfan ehli zatlardan istendiği vakit duası geri çevrilmeyecek kullar olması hasebi ile dualar kabul edilir.
"Duvar ise, şehirde iki öksüz çocuğundu, altında onlara ait bir define vardı; babaları salih biriydi. Rabbin diledi ki, onlar erginlik çağına erişsinler ve kendi definelerini çıkarsınlar; (bu,) Rabbinden bir rahmettir. Bunları ben, kendi işim (özel görüşüm) olarak yapmadım. İşte, senin sabır göstermeye güç yetiremediğin şeylerin yorumu." ( Kehf : 82 )
Ayette, Rabbi Zülcelal’in dilemesi ile yapılan bir işin nedeni ve sonucu açıklanıyor. Yapılan bu işlerde, mürşit kendi isteğinden ziyade, Rabbi Zülcelal'in dilemesi ile olduğunu söylüyor. Ne demek ? Rabbi Zülcelal’in bu işi yapmaya gücü yetmiyor da mı, bir kuluna bu işi yaptırıyor ? Hadi sorsanıza! Çekinmeyin, sorun. Hala soracak cümleleriniz var ise şayet.
Anlayın artık, bilin artık, iman ettiğini (aslında İslam olduklarını) sananlar, iman edin!
Her söze bir cümle, her soruya bir cevap yetiştirme hasletlerinizi bir kenara bırakın. Aklınızın almadığını gidin ilim ehli insanlardan sorun. Ola ki; sorduğunuz kişilerden biri ilmi ledün sahibidir, O size bu işin mahiyetini siz mutmain oluncaya kadar örnekleri ile anlatır. Anlamayıncaya kadar da sorgulayın, ama bunu yaparken hakaret sınırlarında aşırı gitmeyin,durun! Sınırlarınızı bilin ya hu!
“Sınır’ın bittiği yerde, sinir başlar”
Anlayın artık…
Son günlerde tasavvuf, mürşit gibi konuları arkadaşlar açıyor. Bizde bildiğimiz bir şey var ise, yazıyoruz, bilen başka biri varsa o yazıyor, okuyoruz, teşekkür edip geçiyoruz. Haa, arada elbette kendini kaybeden, meczup demeyelim de, muhabbetin aşırı sınırlarını zorlayan ihlal eden kişiler de oluyor, Hakk olanı yazdığı sürece destekleriz, yaşadığı hall kendini ilgilendirir, konunun o tarafı bizi bağlamaz. Sap ile samanı ayırt etmek lazım.
Demek bir mürşide bağlanmak, tasavvuf gibi değişik bir ilimden bahsetmek Allah’a şirk koşmak oluyor öyle mi ? Hadi bakalım, gerçek kaynağımıza başvuralım. Bakalım yegane kaynağımız nasıl bahsediyor bu konudan:
“Derken, Katımız'dan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular. ( Kehf : 65 )
Bu ayette Musa (a.s.) ve yanındaki genç ile ilgili bir kıssanın sonrasında bahsediyor. Rabbi Zülcelal Musa (a.s.) ile yanındakini bir kişiye gönderiyor.
Biz de diyoruz ki; bir konuda eğer bilginiz yoksa, bir bilene sorun o’na gidin. Aykırılık nerede ?
”Musa ona dedi ki: "Doğru yol (rüşd) olarak sana öğretilenden bana öğretmen için sana tabi olabilir miyim?" (Kehf: 66 )
Bu ayette Musa (a.s.) tanımadığı halde bu kişiyi, sırf ilim sahibi olarak gördüğünden dolayı kendisine mürşitlik yapması hususundaki talebini belirtiyor.
Biz de diyoruz ki; kişi tasavvufa;hakk olan ilime girmek için kendisine bir mürşit belirler ve istihare yaparak (rüya ile Allah’a danışarak) bu isteğini meşrulaştırır.
“Dedi ki: "Gerçekten sen, benimle birlikte olma sabrını göstermeye güç yetiremezsin." ( Kehf : 67 )
Bu ayette mürşit yerine konulan kişide, mürşitlik yapma hususunda kendi elinde bir şey olmadığını, kendi nefsine takılıp kalırsa buna güç yetiremeyeceğini belirtiyor. Yani bir nevi, nefsinin isteklerinden ziyade, mürşit olarak benim isteklerimi ön planda tutacaksın. Bir ölünün yıkayıcısına teslim olduğu gibi bir teslimiyet göstereceksin. Ama nefsine uyarsan bu konuya senin gücün yetmez, anlamında uyarıyor. Mürşitler de günümüzde aynı söylem ile bizleri irşad eder. Her zaman derler ki, mürid bu ilişkiden bir kar elde edebilmesi için;nasıl ki bir ölü gasline (yıkayıcısına) itirazsız teslim olursa, mürid de aynı şekilde mürşidine teslim olmalıdır. Velevki, gaye ilim öğrenerek amel etmek olsun. Şirk mi bu şimdi ? Allah’ı (cc) bırakıp da bir kula mı kulluk ediyor anlamı var bunda ? Oysa bu şirk dediğiniz şey, yüce kitabımız Kur’an’ı Kerim’de hiç de şirk gibi durmuyor. Sizin cenahtan böyle mi görülüyor yoksa ?
(Böyleyken) "Özünü kavramaya kuşatıcı olamadığın şeye nasıl sabredebilirsin?" ( Kehf : 68 )
Ayette, mahiyetini bilmediğin bir konuya vakıf olmama hali sen de var iken, sen bu ilimi kaldıramazsın, ağır gelir sabredemezsin, anlamında uyarısına devam ediyor.
Biz de diyoruz ki; bilmediğiniz amma kulaktan dolma size gelen bilgiler hakkında, eğer size ulaşmış bir bilgi yoksa ahkam kesmeyin. Her şeyi bileceksiniz diye bir kaide yok, ama bildiğiniz veya yaşadığınız bir şey var ise elbette bunu anlatın. Bir başkasının bilgisini çürütecek bir bilgi yoksa, ki; ayet de uyarı var, o halde siz neyin peşindesiniz ? Böyle yapmakla kendi nefsinize zulm ettiğiniz gibi, başkalarının da anlamalarına engel oluyor ve vebal altına giriyorsunuz.
(Musa) "İnşaAllah, beni sabreden (biri olarak) bulacaksın. Hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim" dedi. ( Kehf : 69 )
Ayette, Musa (a.s.) yapılan uyarıları anladığını ve hiçbir şekilde nefsini ön planda tutmayacağının sözünü veriyor. Ve hiçbir işte karşı gelmeyeceğini, her sözünü itiraz etmeden uygulayacağını belirtiyor.
Günümüzde tasavvufa giren kişide mürşidi ile beraber daha önceki günahlarına tevbe ederken, bundan sonraki günlerinde de mürşidine tabi olacağını, hiçbir sözünden dışarı çıkmayacağının sözünü Allah’a, üstelik mürşidini de şahit tutarak veriyor. Allah ile kulu arasına bir başka kul almak mı oluyor şimdi bu ?
”Dedi ki: "Eğer bana uyacak olursan, hiçbir şey hakkında bana soru sorma, ben sana öğütle-anlatıp söz edinceye kadar." ( Kehf : 70 )
Ayette; bu ilişkideki kuralları mürşidin belirleyeceği vurgulanıyor. Mürşid konuya vakıf, yeri gelip anlatıncaya kadar her şeyi itiraz etmeden yapacaksın. Ne zaman ki anlayacak olgunluğa erersin, bizde o zaman öğüt vererek mahiyetini açıklarız, anlamında en baştan uyarıyor. Yani her şeye peki diyeceksin.
Biz de dedik her seferinde, Bir tanıdığımız mürşid, arkadaşlık hakkında soru sorulduğunda “arkadaşlık peki demekten ibarettir” buyuruyor, demedik mi ? Yol arkadaşına “peki” diyerek teslim olmak; Allah (cc)’tan başkasına kul olmak anlamına mı geliyor ? Ayet öyle demiyor ama ?
“Böylece ikisi yola koyuldu. Nitekim bir gemiye binince, o bunu (gemiyi) deliverdi. (Musa) Dedi ki: "İçindekilerini batırmak için mi onu deldin? Andolsun, sen şaşırtıcı bir iş yaptın." ( Kehf : 71 )
Ayet, bu arkadaşlığı bu beraberliği onuyor ve kıssalarını anlatmaya, başlarına gelen hadiseleri haber vermeye devam ediyor.
Mürşid bir iş yapıyor ve Musa (a.s.), kendi nefsinin bilgileri doğrultusunda mürşidini hemen kınıyor. Burada teslim olmadığını, kendi kişisel yorumunu katarak gösteriyor.
”Dedi ki: "Gerçekten benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?" ( Kehf : 72 )
Ayette, mürşidi bu durumu yapacağını daha önce gördüğünün ve bu konu hakkında kendisini uyardığını belirtiyor. Mürşidi nereden bildi Musa(a.s.)’ın kendisine sabr edemeyeceğini ? Gayb’dan haber mi almıştı ? Oysa gayb’ı bir tek Allah (cc) bilir ve bir de bildirdikleri.
Demek ki bir de feraset denen bir olgu var, neyse devam edelim okumaya.
(Musa) "Beni, unuttuğumdan dolayı sorgulama ve bu işimden dolayı bana zorluk çıkarma" dedi. ( Kehf : 73 )
Ayette Musa (a.s.) özür beyan ederek bir daha kendi nefsine uymayacağını, hatasını bildiğini, mürşitlik konusundan vazgeçmemesi yönünde bir istekte bulunuyor.
Biz de her defasında demezmiyiz, tevbemize dahi bir tevbe gerekir, diye. Bunu da neden diyoruz, kendi mürşidimizde her seferinde, üstelik kendisini de ima ederek her seferinde söyler de ondan. Biz şimdi mürşide mi tevbe ettik, yoksa Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah’a (cc) mı ?
”Böylece ikisi (yine) yola koyuldular. Nitekim bir çocukla karşılaştılar, o hemen tutup onu öldürüverdi. (Musa) Dedi ki: "Bir cana karşılık olmaksızın, tertemiz bir canı mı öldürdün? Andolsun, sen kötü bir iş yaptın." ( Kehf : 74 )
Ayette, yine Musa (a.s.) ’nın sabretmeyerek, yapılan bir işten dolayı mürşidini kınaması var.
”Dedi ki: "Gerçekte benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?" ( Kehf : 75 )
Ayette, yine ikaz ve uyarı var. Ki, mürid her sefer hata yapar, mürşid de her seferinde uyarır ard niyet olmaksızın hatasını gösterir ki, mürid yapılan hatanın farkına varsın.
(Musa) "Bundan sonra sana bir şey soracak olursam, artık benimle arkadaşlık etme. Benden yana bir özre ulaşmış olursun" dedi. ( Kehf : 76 )
Ayette, yine özür var, mahcubiyet var ve hatta bunun ötesinde öyle de bir iddia var ki, eğer bu hatada ısrar etmiş olursam çok meraklı olduğum ve hoşuma gitmeye başlayan arkadaşlığımı dahi kesebilirsin gibi bir taahhütde bulunuyor.
“(Yine) Böylece ikisi yola koyuldu. Nihayet bir kasabaya gelip yemek istediler, fakat (kasaba halkı) onları konuklamaktan kaçındı. Onda (kasabada) yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular, hemen onu inşa etti. (Musa) Dedi ki: "Eğer isteseydin gerçekten buna karşılık bir ücret alabilirdin." ( Kehf : 77 )
Ayette, bu sefer hayr yönünde yapılan bir işe dünyalık gözü ile bakılması anlatılıyor. Mürşidin yaptığı, umumun yararına olan bir işte, mürid yine dayanamayarak kendi nefsinin öngördüğü dünyalık menfaati vurguluyor.
”Dedi ki: "İşte bu, benimle senin aranda ayrılma (zamanı) mız. Sana, üzerinde sabır göstermeye güç yetiremeyeceğin bir yorumu haber vereceğim. ( Kehf : 78 )
Ayette, mürşidin artık fikir ayrılığına düştüğü müridi ile bağlarını (rabıtasını) koparma zamanı geldiği vurgulanıyor. Çünkü, mürşidin her yaptığına nefsi gözü ile bakan bir mürid ile yola devam etmek imkansız. O halde, mürşid bu konuya ehil olmayan müridden ayrılmalı ama aynı zamanda o ana kadar olan şeyleri de gönlüne mutmain olacak şekilde anlatmalı ki, mürid itminana kavuşsun, aklında şek ve şüphe kalmadan yaptığı hatanın farkına varabilsin.
Biz de her seferinde deriz ki; bir mürşidin yaptığı yahut söylediği sözleri zahiri olarak değil, hem zahiri hem batıni yoldan ele almalıyız ki, (bu her kesin yapabildiği bir şey değildir) hiç olmazsa konunun anlamına vakıf olalım.
"Gemi, denizde çalışan yoksullarındı, onu kusurlu yapmak istedim, (çünkü) ilerilerinde, her gemiyi zorbalıkla ele geçiren bir kral vardı." ( Kehf : 79 )
Dikkat; ayette gayb’dan (sizin dediğinize göre) haber var. Oysa, bu; Rabbi Zülcelal’in (cc) kuluna bahşettiği yakin ilminin tezahürü olan feraset var!
Biz de her zaman deriz ki, o güzel söz olarak kabul ettiğiniz hadis-i şerif’te Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki; “Mügminin ferasetinden korkun, O Allah’ın (cc) nuru ile bakar”
"Çocuğa gelince, onun anne ve babası mü'min kimselerdi. Bundan dolayı, onun kendilerine azgınlık ve inkar zorunu kullanmasından endişe edip-korktuk." ( Kehf : 80 )
Ayette, bir kötülüğü gidermek için, özellikle çoğul kişilerin hakkında oluşabilecek bir kötülüğü kaldırmak için, bir kişinin canına bile kasd edileceği vurgulanıyor. Size göre, yani zahiri ilime göre nedir bu: cinayet! Haşa! Rabbi Zülcelal bu ayet ile cinayeti mi tavsiye ediyor kullarına. Demek ki bizr görünen var, birde görünmeyen. Yani Yunus’un dediği gibi; bir ben var içerde, benden içeru! Nerde o Yunus’a (haşa ve kella) kafir diyen zat. Gel, gel çekinme bu ayetteki alimi de kafir olarak bizlere tanıt.
“Böylece, onlara Rablerinin ondan temiz olmak bakımından daha hayırlısı, merhamet bakımından da daha yakın olanını vermesini diledik." (Kehf : 81 )
Ayette, bir ilim ehlinin duasının Allah (cc) katında makbul ve muteber olduğu vurgulanıyor. Demek ki, ilim ve irfan sahibi bir kişi başka biri hakkında (hatta çocuk olması konusunda) dua edebiliyor ve bunun da Rabbi Zülcelal tarafından kabul edileceğini de biliyor. Aksi takdirde Rabbi Zülcelal o duayı kabul etmeyecek olursa, bu sefer bu alim kişi zulüm etmiş olacaktır ki; Allah (cc) vaadinden asla dönmez. Ayetler ile sabittir.
Biz de her seferinde diyoruz ki, tevessül Allah'ın dilemesi ile olan bir şeydir. Ki; ona da tevessül denmez, gıyabında dua etmek denir. Ki, bu dua ilim irfan ehli zatlardan istendiği vakit duası geri çevrilmeyecek kullar olması hasebi ile dualar kabul edilir.
"Duvar ise, şehirde iki öksüz çocuğundu, altında onlara ait bir define vardı; babaları salih biriydi. Rabbin diledi ki, onlar erginlik çağına erişsinler ve kendi definelerini çıkarsınlar; (bu,) Rabbinden bir rahmettir. Bunları ben, kendi işim (özel görüşüm) olarak yapmadım. İşte, senin sabır göstermeye güç yetiremediğin şeylerin yorumu." ( Kehf : 82 )
Ayette, Rabbi Zülcelal’in dilemesi ile yapılan bir işin nedeni ve sonucu açıklanıyor. Yapılan bu işlerde, mürşit kendi isteğinden ziyade, Rabbi Zülcelal'in dilemesi ile olduğunu söylüyor. Ne demek ? Rabbi Zülcelal’in bu işi yapmaya gücü yetmiyor da mı, bir kuluna bu işi yaptırıyor ? Hadi sorsanıza! Çekinmeyin, sorun. Hala soracak cümleleriniz var ise şayet.
Anlayın artık, bilin artık, iman ettiğini (aslında İslam olduklarını) sananlar, iman edin!
Her söze bir cümle, her soruya bir cevap yetiştirme hasletlerinizi bir kenara bırakın. Aklınızın almadığını gidin ilim ehli insanlardan sorun. Ola ki; sorduğunuz kişilerden biri ilmi ledün sahibidir, O size bu işin mahiyetini siz mutmain oluncaya kadar örnekleri ile anlatır. Anlamayıncaya kadar da sorgulayın, ama bunu yaparken hakaret sınırlarında aşırı gitmeyin,durun! Sınırlarınızı bilin ya hu!
“Sınır’ın bittiği yerde, sinir başlar”
Anlayın artık…