caferi_humeyni
New member
- Katılım
- 13 Şub 2006
- Mesajlar
- 242
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
Peki, bu mektebin bel kemiğini teşkil eden bu öğretisi, İslam dininin öğretileri içerisinde yer almış mıydı? Birileri; “bu sizin iddianızdır. İslam dininin öğretileri içerisinde böyle bir şey yoktur” diyebilirler. Yani, bu mektebin bizzat Hz. Resulullah’ın döneminden itibaren başlaya gelebilmesi için, bu öğretinin açıkça ya İslam dininin ana temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim, ya da Hz. Resulullah’ın sünnetinde yer bulması gerekir. Aksi taktirde bu öğreti, içtihat sonucu İslam dinine getirilen bir yorumdan öteye gitmez. Acaba Kur’an-ı Kerim veya Hz. Resulullah (s.a.a)’ın sünnetinde Ehl-i Beyt İmamları’nın imametine dair bir açıklama var mıdır? İşte bunun için İslam dininin öğretilerini bir daha gözden geçirmemiz gerekir.
Ehl-i Beyt mektebi, bu inancının hem Kur’an-ı Kerim, hem de daha açık ve net olarak Hz. Resulullah (s.a.a)’ın sünnetinde yer aldığı görüşündedir. Buna kanıt olarak da Kur’an-ı Kerim’in ilgili ayetleriyle, Hz. Resulullah’ın sünnetinden örnekler zikrediyor. Biz bu kanıtlarından bazılarına sitemizin kitap bölümünde yayınladığımız “Ehl-i Beyt Mektebi’nde Temel İnançlar” adlı kitabımızın “İmamet” bölümünde değinmişiz. İsteyenler oradaki delilleri görebilirler.
Ancak burada şu kadarını belirtelim ki Ali Şialığı, yani Hz. Resulullah (s.a.a)’dan sonra ümmetin imametinin Hz. Ali’ye ait olduğu inancı, bizzat Hz. Resulullah’ın öğretileriyle başlamış ve Hz. Resulullah’ın döneminden itibaren ashabın önde gelenlerinden büyük bir bölük bu inanca sahip olmakla meşhur olmuş, hatta daha ötesi, Ali Şialığı ismini bizzat Hz. Resulullah bu bölüğe vermiştir. Bu inanç, özellikle de Hz. Resulullah (s.a.a)’ın dünyadan rihlet etmesiyle ortaya çıkan birinci halife Ebu Bekir’in hilafete seçilmesi olayı karşısında hem Hz. Ali (a.s)’nin aldığı tavır, hem de Hz. Ali’nin imam olması gerektiği inancıyla ashaptan büyük bir topluluğun Ebu Bekir’e biat etmeyi reddederek, Hz. Ali’nin etrafında toplanmasıyla daha da belirginlik kazanmıştır.
Bu mevzudaki bilgiler, yalnızca Ehl-i Beyt kaynaklarında yer almamıştır. Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin kaynaklarını inceleyen her insan, kolaylıkla bu hususta yeterli bilgi elde eder. Bu hususta biz, Ehl-i Beyt kaynaklarında yer alan rivayetlerle değil, bizzat Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin rivayetlerinde yer alan bir -iki hadis zikredeceğiz:
Suyûti, “ed-Dürr-ül Mensur Fi Tefsiri Kitabullahi Bil Me’sur” adlı tefsir kitabında İbn-i Asakir rivayetiyle Cabir bin Abdullah’tan tahric ederek demiştir ki: “Hz. Peygamber (s.a.a)’in yanındaydık; Ali (a.s) çıkageldi. Hz. Peygamber (s.a.a) buyurdu ki: “Nefsim kudret kabzasında olan Allah’a andolsun ki, bu ve şiası, kıyamet gününde kurtulmuşlardır, muratlarına ermişlerdir.” Derken, “İnanlar ve iyi işlerde bulunanlar ise; işte onlar, yaratılmışların en hayırlılarıdır” [29] ayeti nazil oldu.” [30]
İbn-i Adiyy, İbn-i Abbas’tan tahric eylemiştir; demiştir ki: “İnananlar ve iyi işlerde bulunanlar ise; işte onlar, yaratılmışların en hayırlılarıdır” ayeti indiği zaman Resulullah (s.a.a) Ali’ye, “Onlar sensin ve şiandır; kıyamet günü Allah rızasını kazanmış ve ondan razı olmuş bulunacaksınız” buyurdu.” [31]
İbn-i Mardavayh Hz. Ali (a.s)’den rivayet ve tahric eylemiştir; demiştir ki: “Resulullah (s.a.a) bana, Allah Teala’nın “İnananlar ve iyi işlerde bulunanlar ise; işte onlar, yaratılmışların en hayırlılarıdır” ayetini duymadın mı? Onlar sensin ve senin şiandır; benimle onların buluşacakları yer, Kevser havuzunun yanıdır; ümmetler hesaba geldikleri zaman onlar, yüzleri ak olarak çağrılacaklardır” dedi. [32]
Bu hadislerin bir kısmını de İbn-i Hacer, Darukutni’den tahric ederek “Savaik-ül Muhrika” adlı kitabında zikreder. Ümmi Seleme (r.a) Hz. Peygamber (s.a.a)’in “Ya Ali, sen ve ashabın cennettesiniz” buyurduğunu rivayet etmiştir.
İbn-i Hacer’in nakline göre, Hafiz Cemaluddin Zerendi İbn-i Abbas’tan tahric eylemiştir; demiştir ki: “Hz. Resulullah (s.a.a), Allah Teala’nın “İnananlar ve iyi işlerde bulunanlar ise; işte onlar, yaratılmışların en hayırlılarıdır” ayeti nazil olduğunda, Hz. Ali’ye: “Ya Ali, onlar sen ve senin şiandır. Kıyamet günü Allah’a, onun rızasını kazanmış ve ondan razı olmuş bir halde kavuşacaksınız; düşmanın ise, kızgın ve elleri boynuna bağlı olarak ulaşacaktır” buyurdu.” [33]
İbn-i Asir de bu hadise “en-Nihaye” adlı kitabında yer vererek, Hz. Peygamber (s.a.a)’in “Ya Ali, sen ve şian, Allah’a, onun rızalığını kazanmış ve ondan razı olmuş bir halde kavuşacaksınız; düşmanınız ise, kızgın ve ellerini boynuna bağlı olarak ulaşacak” buyurduğunu, sonra da ellerini nasıl bağlı olduğunu göstermek için ellerini boynuna götürdüğünü zikreder. [34] Bu hadisi İbn-i Hacer, ‘Savaık’ında ve diğerleri başka yollardan tahric ederler ki, bu da hadisin, hadis erbabı katında şöhretine delalet eder.
Yine Zamahşeri, ‘Rabi-ül Abrar’ adlı kitabında Hz. Resulullah (s.a.a)’dan rivayet eder; buyurmuştur ki: “Ya Ali, kıyamet günü olunca ben yüce Allah’a sığınırım, sen benim kuşağıma yapışırsın; benimle Allah’a tevessül edersin; evladın sana yapışırlar, evladının şiası da onlarla Allah’a tevessül ederler.”
Görülüyor ki, Ali şiası (Ali taraftarlığı) terimi, bizzat Hz. Resulullah (s.a.a)’ın sözlerinden alınmadır. Sanki Hz. Resulullah (s.a.a) Hz. Ali hakkında buyurmuş olduğu “Ben kimin mevlası (efendisi) isem Ali de onun mevlasıdır, [35] Ali’nin konumu bana nispet, Harun’un Musa’ya olan konumu gibidir, [36] Ali benim kardeşim, yardımcım ve vasimdir, [37] Ali benim ilmimin kapısıdır, Ali benden sonra her mü’minin velisidir, [38] Ali’yi sevmek iman, Ali’ye buğzetmek ise münafıklık nişanesidir, Ali hakladır, hak da Ali iledir; hak Ali’nin ekseninde döner, [39] Ali Kur’an’ladır, Kur’an da Ali iledir; Havz-u Kevser başında bana kavuşuncaya kadar bu ikisi birbirinden ayrılmazlar [40]ve benzeri yüzlerce tavsiye ve tekitlere rağmen, ashabının ve onlardan sonra gelen ümmetinin Hz. Ali hususunda iki gruba ayrılacaklarını, bir grubunun Ali’nin yanında yer alıp Ali şiası olurken, ikinci grubun Ali’den kopacağını önceden görüyor ve biliyordu. Dolayısıyla bu ikazlarla onları uyarıp, Ali’den ayrılmanın İlahi gazapla sonuçlanacağını bildiriyordu ki, her yönden galip hüccet Allah’ın ve Allah Resulü’nün olsun ve yarın kimse, ben bunun farkında değildim, deme bahanesi arkasına saklanmasın.
Evet, İslam tarihinin Asr-i Saadet’le ilgili bölümünü biraz devşirdiğimizde, Hz. Resulullah (s.a.a)’ın ashabının, Ehl-i Beyt’i üstün görüp, öne geçiren Kur’an-ı Kerim ayetleri ve Hz. Resulullah (s.a.a)’ın kendinden sonra Hz. Ali’nin İslam ümmetinin imamı olmasını istediğini ortaya koyduğu, yukarıda örneklerine işaret ettiğimiz açıklamaları karşısında iki gruba ayrıldıklarını görmekteyiz. Bir grup, nass karşısında içtihat etmenin caiz olmadığını kabullenerek, Hz. Resulullah (s.a.a)’ın bu açıklamaları ve Kuran-ı Kerim’in Ehl-i Beyt’i üstün görüp, öne geçiren ayetlerine hiçbir yorum getirmeden teslim olurken, ikinci grup, bu hususta kendi içtihat ve görüşlerine yer verir ve görüşleri, herhangi bir gerekçeyle farklı olduğu taktirde, kendi görüşlerini öne geçiriyorlardı. Bu bölünme hatta Hz. Resulullah (s.a.a)’ın kaydı hayatta bulunduğu dönemde bile ihsas ediliyordu. Ashaptan bir grup, özellikle Hz. Ali’ye yakınlığı ile tanınırdı. Öyle ki, bunlar “Şiatu Ali” (Ali Taraftarları) olarak tanınır ve bu isimle anılırlardı. Buna karşın ashabın içerisinde kalbinde Ali’nin düşmanlığını taşıyanlar da vardı. İbn-i Abbas diyor: “Biz, kimin münafık olduğunu, onun Ali’ye karşı olan düşmanlığıyla tanır, teşhis ederdik.” Bu ölçeği, Hz. Resulullah (s.a.a) onlara vermişti. Çünkü Hz. Resulullah (s.a.a), ashabına, Ali’yi sevmenin iman, Ali’ye karşı düşman olmanın da münafıklık nişanesi olduğunu bildirmişti. Ashaptan bazıları da, ne Hz. Ali’ye karşı kalbinde düşmanlık hissediyor, ne de Hz. Ali’nin şiası sayılacak kadar, o Hazret’e yakınlık gösteriyorlardı.
Bütün sahabe, Ali’nin şiası olsaydı, bir bölüğü “Ali’nin şiası” diye anılmazdı. Gerçekten de Hz. Peygamber’in zamanında da Ali taraftarları olan, onu imam bilen; Hz. Peygamber’in sözlerini şerh ve tefsir eyleyen, hikmetlerini hükümlerini tebliğ eden zat olarak onu tanıyan sahabe az değildi. İşte Ali şiası sözü, bu bölüğe ait bir hususu ad olmuştu. Nitekim lügat ehli de bunu söylemiştir. Nihaye’ye, Lisan-ül Arab’a ve emsali diğer lügat kitaplarına müracaat edilirse bu adın, Ali’ye uyanlara, evladına ve onların taraftarı olanlara verildiği görülecektir.
Şia sözünün, Ali’yi seven ve ona buğzetmeyen ashabın tamamına söylendiğini ileri sürmek doğru bir yorum olamaz. Çünkü bir kimseyi sevmek ve ona buğzetmemek, tek başına onun şiası olmak için kifayet etmez; burada bir hususiyetin de olması gerekir ki bu da, o şahsa uymak, onun tarafını tutmaktır. Bu özellik olmadan birisine, birisinin şiasıdır demek, ancak mecazi bir itibarla olabilir. O halde bu sözle, ashaptan bir kısmının kastedildiği şüphe götürmez bir olaydır ki onlarda bulunan bir özellik, onları diğer ashaptan ayırmış ve kendilerine bu ismin verilmesini sağlamıştır. Bu özelliğin diğer ashapta da olmadığı da bellidir. Çünkü aksi taktirde yalnızca onlara Ali şiası denilmezdi.
Ebu Hatem-i er-Razi diyor: “İslam dini içinde Resulullah (s.a.a)’in döneminde ilk ortaya çıkan isim “Şia” ismidir. Bu isim, Ali’ye yakınlıklarıyla meşhur olan ashaptan dört kişinin: Ebuzer, Salman, Miktad ve Ammar’ın lakabı idi.” [41]
Hatib-i Bağdadi “el- Kifaye” adlı kitabında diyor ki; Ebu Abdullah bin Ahrem el-Hafiz’a, Buhari’nin neden Sahabe Ebu Tufeyl’den hadis nakletmediği sorulunca; “Çünkü o Ali bin Ebu Talib’in şiası idi” cevabını verdi.” [42]
Ehl-i Beyt mektebi, bu inancının hem Kur’an-ı Kerim, hem de daha açık ve net olarak Hz. Resulullah (s.a.a)’ın sünnetinde yer aldığı görüşündedir. Buna kanıt olarak da Kur’an-ı Kerim’in ilgili ayetleriyle, Hz. Resulullah’ın sünnetinden örnekler zikrediyor. Biz bu kanıtlarından bazılarına sitemizin kitap bölümünde yayınladığımız “Ehl-i Beyt Mektebi’nde Temel İnançlar” adlı kitabımızın “İmamet” bölümünde değinmişiz. İsteyenler oradaki delilleri görebilirler.
Ancak burada şu kadarını belirtelim ki Ali Şialığı, yani Hz. Resulullah (s.a.a)’dan sonra ümmetin imametinin Hz. Ali’ye ait olduğu inancı, bizzat Hz. Resulullah’ın öğretileriyle başlamış ve Hz. Resulullah’ın döneminden itibaren ashabın önde gelenlerinden büyük bir bölük bu inanca sahip olmakla meşhur olmuş, hatta daha ötesi, Ali Şialığı ismini bizzat Hz. Resulullah bu bölüğe vermiştir. Bu inanç, özellikle de Hz. Resulullah (s.a.a)’ın dünyadan rihlet etmesiyle ortaya çıkan birinci halife Ebu Bekir’in hilafete seçilmesi olayı karşısında hem Hz. Ali (a.s)’nin aldığı tavır, hem de Hz. Ali’nin imam olması gerektiği inancıyla ashaptan büyük bir topluluğun Ebu Bekir’e biat etmeyi reddederek, Hz. Ali’nin etrafında toplanmasıyla daha da belirginlik kazanmıştır.
Bu mevzudaki bilgiler, yalnızca Ehl-i Beyt kaynaklarında yer almamıştır. Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin kaynaklarını inceleyen her insan, kolaylıkla bu hususta yeterli bilgi elde eder. Bu hususta biz, Ehl-i Beyt kaynaklarında yer alan rivayetlerle değil, bizzat Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin rivayetlerinde yer alan bir -iki hadis zikredeceğiz:
Suyûti, “ed-Dürr-ül Mensur Fi Tefsiri Kitabullahi Bil Me’sur” adlı tefsir kitabında İbn-i Asakir rivayetiyle Cabir bin Abdullah’tan tahric ederek demiştir ki: “Hz. Peygamber (s.a.a)’in yanındaydık; Ali (a.s) çıkageldi. Hz. Peygamber (s.a.a) buyurdu ki: “Nefsim kudret kabzasında olan Allah’a andolsun ki, bu ve şiası, kıyamet gününde kurtulmuşlardır, muratlarına ermişlerdir.” Derken, “İnanlar ve iyi işlerde bulunanlar ise; işte onlar, yaratılmışların en hayırlılarıdır” [29] ayeti nazil oldu.” [30]
İbn-i Adiyy, İbn-i Abbas’tan tahric eylemiştir; demiştir ki: “İnananlar ve iyi işlerde bulunanlar ise; işte onlar, yaratılmışların en hayırlılarıdır” ayeti indiği zaman Resulullah (s.a.a) Ali’ye, “Onlar sensin ve şiandır; kıyamet günü Allah rızasını kazanmış ve ondan razı olmuş bulunacaksınız” buyurdu.” [31]
İbn-i Mardavayh Hz. Ali (a.s)’den rivayet ve tahric eylemiştir; demiştir ki: “Resulullah (s.a.a) bana, Allah Teala’nın “İnananlar ve iyi işlerde bulunanlar ise; işte onlar, yaratılmışların en hayırlılarıdır” ayetini duymadın mı? Onlar sensin ve senin şiandır; benimle onların buluşacakları yer, Kevser havuzunun yanıdır; ümmetler hesaba geldikleri zaman onlar, yüzleri ak olarak çağrılacaklardır” dedi. [32]
Bu hadislerin bir kısmını de İbn-i Hacer, Darukutni’den tahric ederek “Savaik-ül Muhrika” adlı kitabında zikreder. Ümmi Seleme (r.a) Hz. Peygamber (s.a.a)’in “Ya Ali, sen ve ashabın cennettesiniz” buyurduğunu rivayet etmiştir.
İbn-i Hacer’in nakline göre, Hafiz Cemaluddin Zerendi İbn-i Abbas’tan tahric eylemiştir; demiştir ki: “Hz. Resulullah (s.a.a), Allah Teala’nın “İnananlar ve iyi işlerde bulunanlar ise; işte onlar, yaratılmışların en hayırlılarıdır” ayeti nazil olduğunda, Hz. Ali’ye: “Ya Ali, onlar sen ve senin şiandır. Kıyamet günü Allah’a, onun rızasını kazanmış ve ondan razı olmuş bir halde kavuşacaksınız; düşmanın ise, kızgın ve elleri boynuna bağlı olarak ulaşacaktır” buyurdu.” [33]
İbn-i Asir de bu hadise “en-Nihaye” adlı kitabında yer vererek, Hz. Peygamber (s.a.a)’in “Ya Ali, sen ve şian, Allah’a, onun rızalığını kazanmış ve ondan razı olmuş bir halde kavuşacaksınız; düşmanınız ise, kızgın ve ellerini boynuna bağlı olarak ulaşacak” buyurduğunu, sonra da ellerini nasıl bağlı olduğunu göstermek için ellerini boynuna götürdüğünü zikreder. [34] Bu hadisi İbn-i Hacer, ‘Savaık’ında ve diğerleri başka yollardan tahric ederler ki, bu da hadisin, hadis erbabı katında şöhretine delalet eder.
Yine Zamahşeri, ‘Rabi-ül Abrar’ adlı kitabında Hz. Resulullah (s.a.a)’dan rivayet eder; buyurmuştur ki: “Ya Ali, kıyamet günü olunca ben yüce Allah’a sığınırım, sen benim kuşağıma yapışırsın; benimle Allah’a tevessül edersin; evladın sana yapışırlar, evladının şiası da onlarla Allah’a tevessül ederler.”
Görülüyor ki, Ali şiası (Ali taraftarlığı) terimi, bizzat Hz. Resulullah (s.a.a)’ın sözlerinden alınmadır. Sanki Hz. Resulullah (s.a.a) Hz. Ali hakkında buyurmuş olduğu “Ben kimin mevlası (efendisi) isem Ali de onun mevlasıdır, [35] Ali’nin konumu bana nispet, Harun’un Musa’ya olan konumu gibidir, [36] Ali benim kardeşim, yardımcım ve vasimdir, [37] Ali benim ilmimin kapısıdır, Ali benden sonra her mü’minin velisidir, [38] Ali’yi sevmek iman, Ali’ye buğzetmek ise münafıklık nişanesidir, Ali hakladır, hak da Ali iledir; hak Ali’nin ekseninde döner, [39] Ali Kur’an’ladır, Kur’an da Ali iledir; Havz-u Kevser başında bana kavuşuncaya kadar bu ikisi birbirinden ayrılmazlar [40]ve benzeri yüzlerce tavsiye ve tekitlere rağmen, ashabının ve onlardan sonra gelen ümmetinin Hz. Ali hususunda iki gruba ayrılacaklarını, bir grubunun Ali’nin yanında yer alıp Ali şiası olurken, ikinci grubun Ali’den kopacağını önceden görüyor ve biliyordu. Dolayısıyla bu ikazlarla onları uyarıp, Ali’den ayrılmanın İlahi gazapla sonuçlanacağını bildiriyordu ki, her yönden galip hüccet Allah’ın ve Allah Resulü’nün olsun ve yarın kimse, ben bunun farkında değildim, deme bahanesi arkasına saklanmasın.
Evet, İslam tarihinin Asr-i Saadet’le ilgili bölümünü biraz devşirdiğimizde, Hz. Resulullah (s.a.a)’ın ashabının, Ehl-i Beyt’i üstün görüp, öne geçiren Kur’an-ı Kerim ayetleri ve Hz. Resulullah (s.a.a)’ın kendinden sonra Hz. Ali’nin İslam ümmetinin imamı olmasını istediğini ortaya koyduğu, yukarıda örneklerine işaret ettiğimiz açıklamaları karşısında iki gruba ayrıldıklarını görmekteyiz. Bir grup, nass karşısında içtihat etmenin caiz olmadığını kabullenerek, Hz. Resulullah (s.a.a)’ın bu açıklamaları ve Kuran-ı Kerim’in Ehl-i Beyt’i üstün görüp, öne geçiren ayetlerine hiçbir yorum getirmeden teslim olurken, ikinci grup, bu hususta kendi içtihat ve görüşlerine yer verir ve görüşleri, herhangi bir gerekçeyle farklı olduğu taktirde, kendi görüşlerini öne geçiriyorlardı. Bu bölünme hatta Hz. Resulullah (s.a.a)’ın kaydı hayatta bulunduğu dönemde bile ihsas ediliyordu. Ashaptan bir grup, özellikle Hz. Ali’ye yakınlığı ile tanınırdı. Öyle ki, bunlar “Şiatu Ali” (Ali Taraftarları) olarak tanınır ve bu isimle anılırlardı. Buna karşın ashabın içerisinde kalbinde Ali’nin düşmanlığını taşıyanlar da vardı. İbn-i Abbas diyor: “Biz, kimin münafık olduğunu, onun Ali’ye karşı olan düşmanlığıyla tanır, teşhis ederdik.” Bu ölçeği, Hz. Resulullah (s.a.a) onlara vermişti. Çünkü Hz. Resulullah (s.a.a), ashabına, Ali’yi sevmenin iman, Ali’ye karşı düşman olmanın da münafıklık nişanesi olduğunu bildirmişti. Ashaptan bazıları da, ne Hz. Ali’ye karşı kalbinde düşmanlık hissediyor, ne de Hz. Ali’nin şiası sayılacak kadar, o Hazret’e yakınlık gösteriyorlardı.
Bütün sahabe, Ali’nin şiası olsaydı, bir bölüğü “Ali’nin şiası” diye anılmazdı. Gerçekten de Hz. Peygamber’in zamanında da Ali taraftarları olan, onu imam bilen; Hz. Peygamber’in sözlerini şerh ve tefsir eyleyen, hikmetlerini hükümlerini tebliğ eden zat olarak onu tanıyan sahabe az değildi. İşte Ali şiası sözü, bu bölüğe ait bir hususu ad olmuştu. Nitekim lügat ehli de bunu söylemiştir. Nihaye’ye, Lisan-ül Arab’a ve emsali diğer lügat kitaplarına müracaat edilirse bu adın, Ali’ye uyanlara, evladına ve onların taraftarı olanlara verildiği görülecektir.
Şia sözünün, Ali’yi seven ve ona buğzetmeyen ashabın tamamına söylendiğini ileri sürmek doğru bir yorum olamaz. Çünkü bir kimseyi sevmek ve ona buğzetmemek, tek başına onun şiası olmak için kifayet etmez; burada bir hususiyetin de olması gerekir ki bu da, o şahsa uymak, onun tarafını tutmaktır. Bu özellik olmadan birisine, birisinin şiasıdır demek, ancak mecazi bir itibarla olabilir. O halde bu sözle, ashaptan bir kısmının kastedildiği şüphe götürmez bir olaydır ki onlarda bulunan bir özellik, onları diğer ashaptan ayırmış ve kendilerine bu ismin verilmesini sağlamıştır. Bu özelliğin diğer ashapta da olmadığı da bellidir. Çünkü aksi taktirde yalnızca onlara Ali şiası denilmezdi.
Ebu Hatem-i er-Razi diyor: “İslam dini içinde Resulullah (s.a.a)’in döneminde ilk ortaya çıkan isim “Şia” ismidir. Bu isim, Ali’ye yakınlıklarıyla meşhur olan ashaptan dört kişinin: Ebuzer, Salman, Miktad ve Ammar’ın lakabı idi.” [41]
Hatib-i Bağdadi “el- Kifaye” adlı kitabında diyor ki; Ebu Abdullah bin Ahrem el-Hafiz’a, Buhari’nin neden Sahabe Ebu Tufeyl’den hadis nakletmediği sorulunca; “Çünkü o Ali bin Ebu Talib’in şiası idi” cevabını verdi.” [42]