Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Şeytanın cennette işi ne

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
bakara/35- Ve dedik ki: "Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.

36- Fakat Şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böylece onları içinde bulundukları durumdan çıkardı. Biz de: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin,sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır" dedik
.



SORU:Sevgili arkadaşlar!yukardaki ayetlerden şeytanın cennette olduğu anlaşılıyor.Ozaman isyan etmiş ve kovulmuş şeytanın cennette işi ne?

Buyrun yorumlarinizi bekliyorum...
 

cah

New member
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
79
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
59
Çünkü sözkonusu Cennet Mekan değil MAKAMDIR
Tıpkı iblisin şeytan olmadan önceki makamı gibi...hem Ademle eşi ve hemde iblis MAKAMDAN kovuldu, mekandan değil.
 

bcetin811

AMEL-Ý SALÝH
Katılım
27 Eyl 2006
Mesajlar
1,495
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Hayatýn içinden
bakara/35- Ve dedik ki: "Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."

Bu ayet Hz.Adem(a.s)'ın ilk sınavıdır ve dünya hayatının başladığı andır..Mekan'ın cennet olması şeytanın müdahale etmemesini gerektirmiyor; ki zaten şeytanın vesvesesinden önce Cenab-ı Allah yaklaşılmaması gereken bir ağaçtan bahsediyor..Şeytan kesinlikle başına buyruk iş yapamaz..Herşey Allah(c.c) tarafından yaratılan sebepler dahilinde gerçekleşir..Şeytan cennete Allah'ın izniyle girmiştir..Dünya sınavını başarıyla geçen mü'minler şeytan ve nefis'in olmadığı sonsuz cenneti hakedeceklerdir..
Aslında bu sorudan evvel başka bir soruyu cevaplarsak daha iyi anlaşılır sanırım...O sonsuz kudret karşında şeytan kim ki Allah(c.c)'a isyan etme lüksüne sahip olabiliyor??Bakınız bu kısım çok önemlidir!..Allah(c.c)'in herşeyi önceden bilmesi kesinlikle yapılan seçimlere mani değildir..Bu şeytanın kendi seçimidir ama Cenab-ı Allah şeytanın isyan edeceğini bilerek onu yaratmıştır..Ve derinlemesine düşünürsek bu isyan "bcetin"in varoluş sebebidir....
Gayb ile ilgili derin düşüncelere girmek aslında çok büyük bir tehlikedir..Bizim yapmamız gereken Kur'an da yazılan her ayeti harfi harfine olduğu gibi kabul etmektir..Çünkü gayb ile ilgili yorum yapmaya ne aklımız yeter, ne de zamanımız..Bizi ilgilendiren kısım Yüce Allah'ın yaratılış sanatındaki mükemmellikleri görebilmek ve idrak edebilmektir..
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Çünkü sözkonusu Cennet Mekan değil MAKAMDIR
Tıpkı iblisin şeytan olmadan önceki makamı gibi...hem Ademle eşi ve hemde iblis MAKAMDAN kovuldu, mekandan değil.
Yani konuşmak için konuştu derler ya, sizinki de bu hesap! Ne demek cennet mekan değil makamdır ? Böyle söz dahi küfr'dür desem size ne buyurursunuz sayın cah?

Her şeyden önce bilinki; yaratılan bütün varlıklar bir mekanda bulunur. Mekandan münezzeh olan sadece Alemlerin Rabbi Olan Allah'tır (cc). Zamandan, mekandan ve makamdan münezzehtir. Siz, diğer yaratılanları da aynı kefeye koyarsanız (haşa) Allah'a (cc) ait vasıfları yaratıklarına da mal etmiş olursunuz ki; bu da küfr'dür. Her şeyi Kur'an'da bulamazsınız, Kur'an ışığında düşünerek elde edersiniz. O yüzden ilim, mügminin yitik malıdır!
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
bakara/35- Ve dedik ki: "Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."

Ayrıca; yukarıdaki ayeti Bçetin kardeşim boşuna yazmamış, hatırlayın diye oraya almış. Söylermisiniz, yerleşmek ne demektir ? Bir yer kaplamaktır değilmi. Oksijen dahi atmosferde bir yer kaplamaktadır. Oysa gözle görünmeyen bir şeydir oksijen, yada azot. Netice itibari ile de bilinen bir şeydir. havada var olmuş olması onun mekandan münezzeh olmadığına delil değil, bilakis canlıların yaşamasına vesile olan bir element olması hasebi ile ve canlılar ile aynı zamanda ve mekanda bulunması bir yer ve zaman ile bağlantılı olduğunun göstergesidir.
Ayrıca; "inin oradan aşağı" ayeti ile zaten bir yer işaret ediliyor ve işaret edilen yerden inilmesi, orayı terkedilmesi isteniyor. Yani bir başka mantık ile terkedilen yer yerinde kalacak, sadece muhataplar oradan uzaklaşacak. Terkedilen yer ise; aynı konumunda orada kalmaya devam edecek. Bu nedir ? Mekandır!
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
bakara/35- Ve dedik ki: "Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."

Bu ayet Hz.Adem(a.s)'ın ilk sınavıdır ve dünya hayatının başladığı andır..Mekan'ın cennet olması şeytanın müdahale etmemesini gerektirmiyor; ki zaten şeytanın vesvesesinden önce Cenab-ı Allah yaklaşılmaması gereken bir ağaçtan bahsediyor..Şeytan kesinlikle başına buyruk iş yapamaz..Herşey Allah(c.c) tarafından yaratılan sebepler dahilinde gerçekleşir..Şeytan cennete Allah'ın izniyle girmiştir..Dünya sınavını başarıyla geçen mü'minler şeytan ve nefis'in olmadığı sonsuz cenneti hakedeceklerdir..
Aslında bu sorudan evvel başka bir soruyu cevaplarsak daha iyi anlaşılır sanırım...O sonsuz kudret karşında şeytan kim ki Allah(c.c)'a isyan etme lüksüne sahip olabiliyor??Bakınız bu kısım çok önemlidir!..Allah(c.c)'in herşeyi önceden bilmesi kesinlikle yapılan seçimlere mani değildir..Bu şeytanın kendi seçimidir ama Cenab-ı Allah şeytanın isyan edeceğini bilerek onu yaratmıştır..Ve derinlemesine düşünürsek bu isyan "bcetin"in varoluş sebebidir....
Gayb ile ilgili derin düşüncelere girmek aslında çok büyük bir tehlikedir..Bizim yapmamız gereken Kur'an da yazılan her ayeti harfi harfine olduğu gibi kabul etmektir..Çünkü gayb ile ilgili yorum yapmaya ne aklımız yeter, ne de zamanımız..Bizi ilgilendiren kısım Yüce Allah'ın yaratılış sanatındaki mükemmellikleri görebilmek ve idrak edebilmektir..


Selamün Aleyküm,Iki tesbitin var gercekten tartismak gerekir diye düsünüyorum..Ama daha sonra olursa daha iyi anlasilir olacak eline saglik...Ama mavi yer gercekten güzel tesbit...
 

bcetin811

AMEL-Ý SALÝH
Katılım
27 Eyl 2006
Mesajlar
1,495
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Hayatýn içinden
"Andolsun biz, daha önce de Âdem'e ahit (emir ve vahiy) vermistik. Ne var ki o, (ahdi) unuttu. Onda azim de bulmadik".(Taha suresi 115)

"Bunun üzerine: Ey Âdem! dedik, bu, hem senin için hem de esin için büyük bir düsmandir. Sakin sizi cennetten çikarmasin; sonra yorulur, sikinti çekersin!"(Taha suresi 117)

"Derken seytan onun aklini karistirip "Ey Adem! dedi, sana ebedîlik agacini ve sonu gelmez bir saltanati göstereyim mi?"(Taha suresi 120)

"Ve: "Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim" diye yemin de etti."(Araf suresi 21)


Taha suresi 115 ve 117. ayetleri incelediğimizde görüyoruz ki şeytanın cennete girmesi Cenab-ı Allah'ın rızası ile olmuştur..Sebepleri yaratan Yüce Allah herşeyin en doğrusunu bilir..
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
"Andolsun biz, daha önce de Âdem'e ahit (emir ve vahiy) vermistik. Ne var ki o, (ahdi) unuttu. Onda azim de bulmadik".(Taha suresi 115)

"Bunun üzerine: Ey Âdem! dedik, bu, hem senin için hem de esin için büyük bir düsmandir. Sakin sizi cennetten çikarmasin; sonra yorulur, sikinti çekersin!"(Taha suresi 117)

"Derken seytan onun aklini karistirip "Ey Adem! dedi, sana ebedîlik agacini ve sonu gelmez bir saltanati göstereyim mi?"(Taha suresi 120)

"Ve: "Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim" diye yemin de etti."(Araf suresi 21)

Taha suresi 115 ve 117. ayetleri incelediğimizde görüyoruz ki şeytanın cennete girmesi Cenab-ı Allah'ın rızası ile olmuştur..Sebepleri yaratan Yüce Allah herşeyin en doğrusunu bilir..


Bunlari Sünnetullah geregi tüm Kurana bakarak sonra tartisiriz ama bravo güzel tesbitler..
 

seyhshamil

New member
Katılım
12 Ağu 2007
Mesajlar
62
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
44
Arkadaşım normalde her insanın damarlarında dolaşabilecek kadar serbestlik verilmiş şeytan kandırmak için de her ortama girebilecektir buna da izin vardır.Kıyamete kadar kimi kandırırsa kandıracak.Ama hesap ve mizandan sonra ebedi azap yurduna yani cehenneme gidecektir.
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Arkadaşım normalde her insanın damarlarında dolaşabilecek kadar serbestlik verilmiş şeytan kandırmak için de her ortama girebilecektir buna da izin vardır.Kıyamete kadar kimi kandırırsa kandıracak.Ama hesap ve mizandan sonra ebedi azap yurduna yani cehenneme gidecektir.


Ama kardesim kovulmus bir iblisin Cenneteki isi ne?
 

nurþeyma

New member
Katılım
7 Nis 2007
Mesajlar
302
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
Bakara Suresi 30 Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım." demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı: "Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın? Oysa ki bizler, seni hamd ile tespih ediyoruz; seni kutsatıp yüceltiyoruz."allah şöyle dedi: "Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim."

Herşey yukarıdaki ayette yer alan HALİFE ATAYACAĞIM sözünü HALİFE YARATACAĞIM diye çeviren mealcilerin hatasıyla başlıyor aslında..
Adem yeryüzünde ilk insan değildir, insanlara peygamber olarak atanan ilk elçe, HALİFEdir..
Bu ayrım iyi yapılmadığında sıkıntıların içinden çıkılamaz..
Cennet, Arabçada, yeşilliği ve bolluğu çok olan, çok verimli bahçe demektir.. Adem ve eşinin imtihana tabi tutulduğu yer, yeryüzünde zahmetsiz, emeksiz yaşanacak bir yerdir. Gerçek manadaki Cennet ve Cehennemin, haşir-neşirden sonra yaratılıp insanların önüne getirileceği ayetide hatırlanınca, mesele yerine oturmakta zaten..
Oradan inin aşağıya.. emrindende anlaşılacağı üzre, Adem ve eşinin yaşadığı yer, yükseklerde, yeşilliği ve rızkı bol olan bir yerdir..
Bilindiği üzre, yerkürede aşağılara inildikçe sıcaklar artmakta ve kurak bir toprak örtüsü hakim olmaktadır..
Böyle bir ortamda yaşayabilmek için çok çalışmak, emek sarfetmek gerekmektedir..
Meseleyi Kur'an verilerine göre değerlendirdiğimizde aslında herşey yerine oturmakta, lakin, meselelere hikaye ve kıssa gözglüğü ile bakıldığında, böylesi bir sürü çelişki ile karşılaşılır ki..
Bunun kesin çözümü yine Kur'andadır.
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Bakara Suresi 30 Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım." demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı: "Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın? Oysa ki bizler, seni hamd ile tespih ediyoruz; seni kutsatıp yüceltiyoruz."allah şöyle dedi: "Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim."

Herşey yukarıdaki ayette yer alan HALİFE ATAYACAĞIM sözünü HALİFE YARATACAĞIM diye çeviren mealcilerin hatasıyla başlıyor aslında..
Adem yeryüzünde ilk insan değildir, insanlara peygamber olarak atanan ilk elçe, HALİFEdir..
Bu ayrım iyi yapılmadığında sıkıntıların içinden çıkılamaz..
Cennet, Arabçada, yeşilliği ve bolluğu çok olan, çok verimli bahçe demektir.. Adem ve eşinin imtihana tabi tutulduğu yer, yeryüzünde zahmetsiz, emeksiz yaşanacak bir yerdir. Gerçek manadaki Cennet ve Cehennemin, haşir-neşirden sonra yaratılıp insanların önüne getirileceği ayetide hatırlanınca, mesele yerine oturmakta zaten..
Oradan inin aşağıya.. emrindende anlaşılacağı üzre, Adem ve eşinin yaşadığı yer, yükseklerde, yeşilliği ve rızkı bol olan bir yerdir..
Bilindiği üzre, yerkürede aşağılara inildikçe sıcaklar artmakta ve kurak bir toprak örtüsü hakim olmaktadır..
Böyle bir ortamda yaşayabilmek için çok çalışmak, emek sarfetmek gerekmektedir..
Meseleyi Kur'an verilerine göre değerlendirdiğimizde aslında herşey yerine oturmakta, lakin, meselelere hikaye ve kıssa gözglüğü ile bakıldığında, böylesi bir sürü çelişki ile karşılaşılır ki..
Bunun kesin çözümü yine Kur'andadır.



[FONT=Times New Roman, Times, serif]Yüksek yerin yeşillik ve bol rızıkların olduğu yerlerdir anlayışı yanlıştır Nurseyma kardeş. Elinde çoğrafya ile ilgili döküman varsa, özellikle mevye ve hayvan populasyonunun yerlerini şehir şehir ve kıta kıta gösteren haritalara bakmanızı öneririm. Deniz seviyesi dediğimiz 0 [sıfır] rakım veya o seviyeye yakın yüksek olmayan yerlerde bitki ve hayvan çeşitliliği çok fazladır. Nimetler[naim] denince aklımıza şüphesiz iki ana besin gurubu gelir. Biri bitkisel diğeri ise hayvansal gıdalardır. Hayvansal gıdalar tarih boyunca en değerli besinler olmuştur. Bu gün dahi en pahalı/değerli besinlere baktığımızda, bunların hayvansal besinler olduğunu görürüz.[/FONT]

2-61-Ve bir vakit: Ey Musa, biz tek çesit yemege asla katlanamayacagiz, artik bizim için rabbine dua et, bize yerin yetistirdigi seylerden; sebzesinden, kabagindan, sarimsagindan, mercimeginden, soganindan çikarsin. dediniz. (O da): O üstün olani daha asagi olanla degismek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya inin, o vakit size istediginiz olacaktir. dedi. Üzerlerine de zillet ve meskenet damgasi basildi ve sonunda Allah'tan bir gazaba ugradilar. Evet öyle oldu, çünkü Allah'in ayetlerini inkar ediyorlar ve haksiz olarak peygamberleri öldürüyorlardi. Evet öyle oldu, çünkü isyana daldilar ve asiri gidiyorlardi.

[FONT=Times New Roman, Times, serif]Dediğim gibi yüksek yerlerden ziyade deniz seviyesine yakın rakımlarda özellikle hayvan (bitkide dahil) çeşitliliği ve miktarı daha fazladır. Ayrıca cennet her ne kadar bahçe anlamına geliyor olsada, bunun hangi anlamda kullanıldığına dair sağlama yaptığınız/doğrulayıcı teziniz nedir?[/FONT]
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
[FONT=Times New Roman, Times, serif]Yüksek yerin yeşillik ve bol rızıkların olduğu yerlerdir anlayışı yanlıştır Nurseyma kardeş. Elinde çoğrafya ile ilgili döküman varsa, özellikle mevye ve hayvan populasyonunun yerlerini şehir şehir ve kıta kıta gösteren haritalara bakmanızı öneririm. Deniz seviyesi dediğimiz 0 [sıfır] rakım veya o seviyeye yakın yüksek olmayan yerlerde bitki ve hayvan çeşitliliği çok fazladır. Nimetler[naim] denince aklımıza şüphesiz iki ana besin gurubu gelir. Biri bitkisel diğeri ise hayvansal gıdalardır. Hayvansal gıdalar tarih boyunca en değerli besinler olmuştur. Bu gün dahi en pahalı/değerli besinlere baktığımızda, bunların hayvansal besinler olduğunu görürüz.[/FONT]

2-61-Ve bir vakit: Ey Musa, biz tek çesit yemege asla katlanamayacagiz, artik bizim için rabbine dua et, bize yerin yetistirdigi seylerden; sebzesinden, kabagindan, sarimsagindan, mercimeginden, soganindan çikarsin. dediniz. (O da): O üstün olani daha asagi olanla degismek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya inin, o vakit size istediginiz olacaktir. dedi. Üzerlerine de zillet ve meskenet damgasi basildi ve sonunda Allah'tan bir gazaba ugradilar. Evet öyle oldu, çünkü Allah'in ayetlerini inkar ediyorlar ve haksiz olarak peygamberleri öldürüyorlardi. Evet öyle oldu, çünkü isyana daldilar ve asiri gidiyorlardi.

[FONT=Times New Roman, Times, serif]Dediğim gibi yüksek yerlerden ziyade deniz seviyesine yakın rakımlarda özellikle hayvan (bitkide dahil) çeşitliliği ve miktarı daha fazladır. Ayrıca cennet her ne kadar bahçe anlamına geliyor olsada, bunun hangi anlamda kullanıldığına dair sağlama yaptığınız/doğrulayıcı teziniz nedir?[/FONT]

Selamün Aleyküm Mete Kardeşim,
Fikir verir düşüncesiyle aşağıdaki konu ileilgili yazıyı asıyorum,
Rabbim ilmimize mukayyet olsun inş..




Hz. Adem ve eşinin çıkartıldıkları cennet, “sonsuzluk cennet”i miydi?


Hz. Adem ile Havva validemizin çıkarıldıkları cennet acaba "ebediyet cennet"i mi, yoksa dünyadaki herhangi bahçelerden bir bahçe midir?

Bu konunun çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira sadece cennet kelimesine bakarak bunun "sonsuzluk cennet"i olduğunu düşünenler yanılmakta ve çok yanlış yorumlara yönelebilmektedirler. Önce cennetle ilgili bir takım genel bilgiler verip, daha sonra bu konuyu ele alabiliriz.

Cennet; “örtmek, gizlemek” anlamındaki (جن) “cenn” kökünden isim olup, “bitki ve ağaçlarıyla toprağı örten bahçe veya yeşilliğin toprağı tamamen örttüğü yer” anlamına gelmektedir. Âhiret hayatında mü’minlerin ebedî kalacağı yerin bu şekilde adlandırılmasının sebebi, görünüm îtibârıyla dünya bahçelerine benzemesi veya içindeki eşsiz nimetleri insan idrakinden gizlemesinden dolayıdır. Kur’an-ı Kerim’de cennet kelimesi, müfred, tensiye ve cemî şekilleriyle 147 defa geçmekte olup, “bahçe”, “âhiret cenneti”, “Âdem ile Havvâ’nın iskan edildiği mekan” gibi değişik mânâlara gelmektedir.

Dinler târihine dair yapılan araştırmalar, hemen her din ve inanç sisteminde, ölüm sonrası hesaplaşmanın, ceza veya mükafatın varlığının kabul edildiğini göstermektedir. Yahudîlik’teki âhiret inancına göre öldükten sonra dirilme vardır ve iyiler ebedî olarak kalacakları “Aden (Eden) bahçesine” gideceklerdir. Hıristiyanlık’ta da âhiret inancı olup, cennet iyi ve doğru kimseler için bir mükafat yeridir. Onlar burada mutlu bir hayat sürecek, ebedîyen kalacak ve Tanrı’yı da görebileceklerdir. Gerek Yahûdîlik ve gerekse Hıristiyanlıkta yaratılışın başlangıcından itibaren Aden cennetinin var olduğuna inanılmaktadır.

İslâm literatüründe ise, cenneti ifâde etmek üzere, “cennet”, “cennetü’n-naîm”, “adn”, firdevs”, “hüsnâ”, “dârü’s-selâm” ve “dâru’l-mukâme” gibi isimler kullanılmaktadır.

İnsan kainatı yaratan ve yöneten Yüce Yaratıcı’yı gereği şekilde takdir edemeyip saygıda kusur ettiği zaman, ilâhî rahmet alanının dışına çıkması kaçınılmaz olmaktadır. Bunun içindir ki Allah, rahmetinin bir gereği olarak peygamberler ve kitaplar göndermekte, insanı uyarmakta ve kalbini ilâhî rahmeti kabullenecek hale getirmesini istemektedir. Buradaki uyarmanın gayesi korku, dehşet ve tedirginliğe sevketmek olmayıp, aksine, önceden yapılmış bir antlaşmanın gereği olarak muhatabın üstlendiği şerefli görev ve sorumluluğu ona hatırlatmaktır.

İnsanın en büyük kaygı ve korkusu yok olup gitmek ve unutulmaktır. Nitekim, Hz. Âdem ve Hz. Havvâ’nın sırf bu kaygı yüzünden cennetteki [bahçedeki] yasak meyveyi yedikleri bilinmektedir. Anlaşılacağı üzere insanoğlunun yaratılıştan gelen ilâhî formatında (fıtrat) böyle bir duygu vardır ve yok olmamak için Allah’ın kendisine tükenmeyecek bir hayat bahşetmesini istemektedir. İnsandaki bu ümidin Allah’a inanıp bağlanmasında büyük etkisinin olduğu ortadadır. Ebedî mutluluğun simgesi olan cennete kavuşma arzusu, bütün Müslümanlar için hayatın bir çok güçlüğüne göğüs germeyi ve fedâkarlıklar göstermeyi göze aldıran bir faktördür. Nitekim âyet-i kerimede, cennette arzulanan her şeyin ve sonsuzluğun bulunduğu haber verilmektedir. Bu itibarla, insanın ebedî hayatı elde etmek için üstün bir gayret göstermeyi istemesi doğaldır. Zîra gerçek esenlik, ancak cennettedir. Çünkü sonsuzluk, ihtiyaç bırakmayan zenginlik, zillete yer vermeyen üstünlük, hastalıksız bir sıhhat sadece orada bulunmaktadır. Cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın aklına getiremeyeceği nimetler bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerim ve sahih hadislerdeki beyanlardan anlaşılacağı üzere cennet nimetlerinin ana özellikleri sonsuz derecede lüks ve konfor; sürekli barış ve huzur; mânevî tatmîn (rıza); cennetliklerin bedenen ve ruhen son derece güçlü ve yetenekli olmaları; Allah’ı görüp, O’nunla konuşmaları ve bütün bunların ebedîyyen devam edeceği gibi hususlardır. Binaenaleyh, Allah’ın has kulları için hazırladığı cennet nimetlerinin dünya ölçüleri içinde tarif edilemezliği ortadadır. Çünkü bu nimetleri hiçbir insan ne görmüş, ne işitmiş, ne tatmış ve ne de hayal edebilmiştir. Dolayısıyla bunların hakikatinin kavranması da mümkün değildir.

Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’te cennet tasvirleri yapılırken genellikle cennete girmeyi gerektirecek veya oradan mahrum kalma sonucunu doğuracak davranışlara dikkatler çekilmekte ve cennet ehlinin vasıfları konu edilmektedir. Oysa Müslüman müelliflerin çeşitli maksatlarla kaleme aldıkları eserlerde, cennet ve cehennem tasvirleriyle ilgili çok çeşitli rivâyetler bulunmaktadır. Bunların tamamını İslâm’ın ortaya koyduğunu zannetmek doğru değildir. Zîra bu tasvirlerin bir kısmı naslara dayalı olmaktan ziyâde bu kişilerin kendi hayallerinin ürünü olup, özledikleri mutluluk âleminin çizgilerini yansıtmaktadır. Bu nedenle duyu organlarının ve akıl yürütme alanlarının dışında kalan ve yegane bilgi kaynağı nakilden ibaret olan âhiret hayatıyla, cennet ve cehennemle ilgili konulardaki rivâyetlerin sahih ve güvenilir olmasının ayrı bir önemi vardır.


Cennet, cehennem ve âhiret hayatının cismânî mi yoksa ruhânî mi olacağı konusu tartışılmaktadır. Filozofların çoğunluğu ile bazı mutasavvıflar, âhiret hayatındaki cismânîliği kabul etmeyerek, bunların tevil edilmesi gerektiğini ifâde etmektedirler. Buna karşılık diğer İslâm âlimleri ise, âhiret hayatının ruh ve bedenden oluşan bir maddeler dünyasında devam edeceğini, azap ve mükafatın sadece mânevî olamayacağını, Kur’an’ın âhirette bedensiz ruhlardan hiç bahsetmediğini, insanın ruhu ve bedeniyle bir bütün olduğunu, âyet ve hadislerdeki maddî unsurların ruhî anlatımlar ve sembollerle tevil edilmesinin mümkün olmadığını belirtmektedirler. Ayrıca, dünya hayatında her ne yaparsa yapsın maddî ve bedenî olarak verilecek karşılığın, âhirette salt ruhsal veya mânevî nitelikte takdir edilmesinin, kişiyi umursamazlığa, toplumsal sorumluluk ve hukuk karşısında gevşekliğe ve boş vermişliğe itebilmesinin de mümkün olabileceği ifâde edilmektedir. Dolayısıyla, tamamen ruhanî bir cennet veya cehennem fikrinin isâbetli olmadığı görülmektedir.

Cennet ve cehennemin hâlen mevcut olup olmadığı hususu da tartışılan konulardandır. Mevcut olduğunu söyleyenlerin bu konuda en güçlü delili, Hz. Âdem kıssasında bahsedilen cennettir. Yaygın telakkîye göre, cennetin varlığı bu kıssa ile sabit olmakta ve cehennemin mevcûdiyeti de onunla kıyaslanmaktadır. Oysa, Hz. Âdem’in yaşadığı cennetin ebedîyet cenneti olmayıp, dünyada yüksek bir mevkîde bulunan bahçe olduğu konusunda görüşler bulunmaktadır. Ayrıca, Kur’an’da, cennet ve cehennemin şu anda mevcut olup olmadığı ve belli bir yerinin gösterilip gösterilmediği konusunda belirgin bir tespitin yapılmadığı da ifâde edilmektedir.


Şimdi bu konu ile ilgili İbn Hazm'ın görüşlerine bakalım.


İbn Hazm, Hz. Adem'in kaldığı cennetin "sonsuzluk cennet"i olmadığını, bunun dünyada bir bahçe (cennet] olduğu kanaatini açıklarken şöyle söylemektedir: “Ebu’l-Kâsım el-Belhî, Ebû Müslim el-İsfehânî gibi bir çok Mu’tezilî âlim ile bazı Ehl-i sünnet âlimleri de bu kanaattedir ve görüşlerini savunurlarken ileri sürdükleri başlıca deliller şunlardır:

a) Eğer Âdem ile Havvâ’nın konulduğu Cennet, âhirette iyilerin mükafatlandırılacağı Cennet olsaydı, Âdem ve Havvâ’ya yasak konmaması gerekirdi. Çünkü esas olarak Cennette hiç bir yasak yoktur. Ama o ikisine bu bahçede yasak konulmuş, ağaca yaklaşmamaları istenmiştir. Demek ki burası "sonsuzluk cennet"i değildir.

b) Cennette isyan ve günah söz konusu olamaz; halbuki Âdem ile Havvâ günah işlemişlerdir. Yani o ağacın meyvesinden yemişlerdir. Allah'ın emrine aykırı iş yapmışlardır. Öyleyse burası "ebediyet cennet"i olamaz.

c) Eğer burası asıl Cennet olsaydı, orada kâfir bulunmaması gerekirdi. Oysa şeytan Cennette iken kâfir olmuş ve bu yüzden sonunda oradan kovulmuştur. Yani şeytanın da bulunduğu bir yer "sonsuzluk cennet"i olamaz. Zira şeytan hiç bir zaman "ebediyet cennet"ine giremeyecektir.

d) Kur’an’da bildirildiğine göre Cennet ebedîlik yurdudur; oraya giren bir daha çıkartılmaz. (Hicr, 15/48) Halbuki Âdem ve Havvâ konuldukları bu cennetten çıkarılmışlardır. Ayrıca "ebediyet cennet"inde üzüntü olmayacağı Kur'an da ifade edilmektedir. Ama Adem ile Havva o bahçedeki ağaçtan yediklerinde üzülmüşler, pişman olmuşlar, hatalarını anlamışlar ve göz yaşı dökmüşlerdir. Öyleyse burası "sonsuzluk cennet"i olamaz.


[geniş bilgi için bkz: İbn Hazm ez-ZÂHİRÎ, Muhammed b. Ali b.Ahmed, el-Faslü fi’l-Milel ve’l-Ehvâi ve’n-Nihal, (I-V), thk. Muhammed İbrâhim Nasr-Abdurrahman Umeyre, Dâru’l-Ceyl, Beyrut, ts., IV, 141, 145-146.] Ayrıca geniş bilgi için bkz. BOLAY, Süleyman Hayri, “Âdem”, DİA, I, 360-361, İst., 1988.]

Süleyman Ateş de, Hz. Âdem’in çıkartıldığı Cennetin "hulûd Cennet"i olmayıp, bir dünya Cenneti olduğunu, bunun da tropikal kuşakta balta girmemiş ormanlardan birisi olabileceğini ifâde etmektedir. [ATEŞ, S., Çağdaş Tefsir, VI, 317.]


Sonuç olarak ifade etmek gerekirse bu cennet; Suudî Arabistan'da Cidde yakınlarında her türlü meyvesi ve suyu bol olan, iklimi ılıman, deniz kıyısında ormanlık bir alandır. Kanaatimizce "ebediyet cennet"i değildir. Adem ile Havva aynı anda buraya indirilmişler (veya burada, aynı cevherden ve aynı anda yaratılmışlar) ve bulundukları o ortamda o ağaçla imtihanları başlamıştır. Bu yasak ağacın meyvesinden şeytanın yanlış telkinlerine ve nefislerine uyarak yedikten sonra, o rahat ortamdan [bahçeden] çıkartılmışlar, cinselliklerinin farkına varmışlar ve böylece hem onlar hem de soylarından gelecekler için esas imtihan süreci başlamıştır.
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Selamün Aleyküm Mete Kardeşim,
Fikir verir düşüncesiyle aşağıdaki konu ileilgili yazıyı asıyorum,
Rabbim ilmimize mukayyet olsun inş..




Hz. Adem ve eşinin çıkartıldıkları cennet, “sonsuzluk cennet”i miydi?


Hz. Adem ile Havva validemizin çıkarıldıkları cennet acaba "ebediyet cennet"i mi, yoksa dünyadaki herhangi bahçelerden bir bahçe midir?

Bu konunun çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira sadece cennet kelimesine bakarak bunun "sonsuzluk cennet"i olduğunu düşünenler yanılmakta ve çok yanlış yorumlara yönelebilmektedirler. Önce cennetle ilgili bir takım genel bilgiler verip, daha sonra bu konuyu ele alabiliriz.

Cennet; “örtmek, gizlemek” anlamındaki (جن) “cenn” kökünden isim olup, “bitki ve ağaçlarıyla toprağı örten bahçe veya yeşilliğin toprağı tamamen örttüğü yer” anlamına gelmektedir. Âhiret hayatında mü’minlerin ebedî kalacağı yerin bu şekilde adlandırılmasının sebebi, görünüm îtibârıyla dünya bahçelerine benzemesi veya içindeki eşsiz nimetleri insan idrakinden gizlemesinden dolayıdır. Kur’an-ı Kerim’de cennet kelimesi, müfred, tensiye ve cemî şekilleriyle 147 defa geçmekte olup, “bahçe”, “âhiret cenneti”, “Âdem ile Havvâ’nın iskan edildiği mekan” gibi değişik mânâlara gelmektedir.

Dinler târihine dair yapılan araştırmalar, hemen her din ve inanç sisteminde, ölüm sonrası hesaplaşmanın, ceza veya mükafatın varlığının kabul edildiğini göstermektedir. Yahudîlik’teki âhiret inancına göre öldükten sonra dirilme vardır ve iyiler ebedî olarak kalacakları “Aden (Eden) bahçesine” gideceklerdir. Hıristiyanlık’ta da âhiret inancı olup, cennet iyi ve doğru kimseler için bir mükafat yeridir. Onlar burada mutlu bir hayat sürecek, ebedîyen kalacak ve Tanrı’yı da görebileceklerdir. Gerek Yahûdîlik ve gerekse Hıristiyanlıkta yaratılışın başlangıcından itibaren Aden cennetinin var olduğuna inanılmaktadır.

İslâm literatüründe ise, cenneti ifâde etmek üzere, “cennet”, “cennetü’n-naîm”, “adn”, firdevs”, “hüsnâ”, “dârü’s-selâm” ve “dâru’l-mukâme” gibi isimler kullanılmaktadır.

İnsan kainatı yaratan ve yöneten Yüce Yaratıcı’yı gereği şekilde takdir edemeyip saygıda kusur ettiği zaman, ilâhî rahmet alanının dışına çıkması kaçınılmaz olmaktadır. Bunun içindir ki Allah, rahmetinin bir gereği olarak peygamberler ve kitaplar göndermekte, insanı uyarmakta ve kalbini ilâhî rahmeti kabullenecek hale getirmesini istemektedir. Buradaki uyarmanın gayesi korku, dehşet ve tedirginliğe sevketmek olmayıp, aksine, önceden yapılmış bir antlaşmanın gereği olarak muhatabın üstlendiği şerefli görev ve sorumluluğu ona hatırlatmaktır.

İnsanın en büyük kaygı ve korkusu yok olup gitmek ve unutulmaktır. Nitekim, Hz. Âdem ve Hz. Havvâ’nın sırf bu kaygı yüzünden cennetteki [bahçedeki] yasak meyveyi yedikleri bilinmektedir. Anlaşılacağı üzere insanoğlunun yaratılıştan gelen ilâhî formatında (fıtrat) böyle bir duygu vardır ve yok olmamak için Allah’ın kendisine tükenmeyecek bir hayat bahşetmesini istemektedir. İnsandaki bu ümidin Allah’a inanıp bağlanmasında büyük etkisinin olduğu ortadadır. Ebedî mutluluğun simgesi olan cennete kavuşma arzusu, bütün Müslümanlar için hayatın bir çok güçlüğüne göğüs germeyi ve fedâkarlıklar göstermeyi göze aldıran bir faktördür. Nitekim âyet-i kerimede, cennette arzulanan her şeyin ve sonsuzluğun bulunduğu haber verilmektedir. Bu itibarla, insanın ebedî hayatı elde etmek için üstün bir gayret göstermeyi istemesi doğaldır. Zîra gerçek esenlik, ancak cennettedir. Çünkü sonsuzluk, ihtiyaç bırakmayan zenginlik, zillete yer vermeyen üstünlük, hastalıksız bir sıhhat sadece orada bulunmaktadır. Cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın aklına getiremeyeceği nimetler bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerim ve sahih hadislerdeki beyanlardan anlaşılacağı üzere cennet nimetlerinin ana özellikleri sonsuz derecede lüks ve konfor; sürekli barış ve huzur; mânevî tatmîn (rıza); cennetliklerin bedenen ve ruhen son derece güçlü ve yetenekli olmaları; Allah’ı görüp, O’nunla konuşmaları ve bütün bunların ebedîyyen devam edeceği gibi hususlardır. Binaenaleyh, Allah’ın has kulları için hazırladığı cennet nimetlerinin dünya ölçüleri içinde tarif edilemezliği ortadadır. Çünkü bu nimetleri hiçbir insan ne görmüş, ne işitmiş, ne tatmış ve ne de hayal edebilmiştir. Dolayısıyla bunların hakikatinin kavranması da mümkün değildir.

Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’te cennet tasvirleri yapılırken genellikle cennete girmeyi gerektirecek veya oradan mahrum kalma sonucunu doğuracak davranışlara dikkatler çekilmekte ve cennet ehlinin vasıfları konu edilmektedir. Oysa Müslüman müelliflerin çeşitli maksatlarla kaleme aldıkları eserlerde, cennet ve cehennem tasvirleriyle ilgili çok çeşitli rivâyetler bulunmaktadır. Bunların tamamını İslâm’ın ortaya koyduğunu zannetmek doğru değildir. Zîra bu tasvirlerin bir kısmı naslara dayalı olmaktan ziyâde bu kişilerin kendi hayallerinin ürünü olup, özledikleri mutluluk âleminin çizgilerini yansıtmaktadır. Bu nedenle duyu organlarının ve akıl yürütme alanlarının dışında kalan ve yegane bilgi kaynağı nakilden ibaret olan âhiret hayatıyla, cennet ve cehennemle ilgili konulardaki rivâyetlerin sahih ve güvenilir olmasının ayrı bir önemi vardır.


Cennet, cehennem ve âhiret hayatının cismânî mi yoksa ruhânî mi olacağı konusu tartışılmaktadır. Filozofların çoğunluğu ile bazı mutasavvıflar, âhiret hayatındaki cismânîliği kabul etmeyerek, bunların tevil edilmesi gerektiğini ifâde etmektedirler. Buna karşılık diğer İslâm âlimleri ise, âhiret hayatının ruh ve bedenden oluşan bir maddeler dünyasında devam edeceğini, azap ve mükafatın sadece mânevî olamayacağını, Kur’an’ın âhirette bedensiz ruhlardan hiç bahsetmediğini, insanın ruhu ve bedeniyle bir bütün olduğunu, âyet ve hadislerdeki maddî unsurların ruhî anlatımlar ve sembollerle tevil edilmesinin mümkün olmadığını belirtmektedirler. Ayrıca, dünya hayatında her ne yaparsa yapsın maddî ve bedenî olarak verilecek karşılığın, âhirette salt ruhsal veya mânevî nitelikte takdir edilmesinin, kişiyi umursamazlığa, toplumsal sorumluluk ve hukuk karşısında gevşekliğe ve boş vermişliğe itebilmesinin de mümkün olabileceği ifâde edilmektedir. Dolayısıyla, tamamen ruhanî bir cennet veya cehennem fikrinin isâbetli olmadığı görülmektedir.

Cennet ve cehennemin hâlen mevcut olup olmadığı hususu da tartışılan konulardandır. Mevcut olduğunu söyleyenlerin bu konuda en güçlü delili, Hz. Âdem kıssasında bahsedilen cennettir. Yaygın telakkîye göre, cennetin varlığı bu kıssa ile sabit olmakta ve cehennemin mevcûdiyeti de onunla kıyaslanmaktadır. Oysa, Hz. Âdem’in yaşadığı cennetin ebedîyet cenneti olmayıp, dünyada yüksek bir mevkîde bulunan bahçe olduğu konusunda görüşler bulunmaktadır. Ayrıca, Kur’an’da, cennet ve cehennemin şu anda mevcut olup olmadığı ve belli bir yerinin gösterilip gösterilmediği konusunda belirgin bir tespitin yapılmadığı da ifâde edilmektedir.


Şimdi bu konu ile ilgili İbn Hazm'ın görüşlerine bakalım.


İbn Hazm, Hz. Adem'in kaldığı cennetin "sonsuzluk cennet"i olmadığını, bunun dünyada bir bahçe (cennet] olduğu kanaatini açıklarken şöyle söylemektedir: “Ebu’l-Kâsım el-Belhî, Ebû Müslim el-İsfehânî gibi bir çok Mu’tezilî âlim ile bazı Ehl-i sünnet âlimleri de bu kanaattedir ve görüşlerini savunurlarken ileri sürdükleri başlıca deliller şunlardır:

a) Eğer Âdem ile Havvâ’nın konulduğu Cennet, âhirette iyilerin mükafatlandırılacağı Cennet olsaydı, Âdem ve Havvâ’ya yasak konmaması gerekirdi. Çünkü esas olarak Cennette hiç bir yasak yoktur. Ama o ikisine bu bahçede yasak konulmuş, ağaca yaklaşmamaları istenmiştir. Demek ki burası "sonsuzluk cennet"i değildir.

b) Cennette isyan ve günah söz konusu olamaz; halbuki Âdem ile Havvâ günah işlemişlerdir. Yani o ağacın meyvesinden yemişlerdir. Allah'ın emrine aykırı iş yapmışlardır. Öyleyse burası "ebediyet cennet"i olamaz.

c) Eğer burası asıl Cennet olsaydı, orada kâfir bulunmaması gerekirdi. Oysa şeytan Cennette iken kâfir olmuş ve bu yüzden sonunda oradan kovulmuştur. Yani şeytanın da bulunduğu bir yer "sonsuzluk cennet"i olamaz. Zira şeytan hiç bir zaman "ebediyet cennet"ine giremeyecektir.

d) Kur’an’da bildirildiğine göre Cennet ebedîlik yurdudur; oraya giren bir daha çıkartılmaz. (Hicr, 15/48) Halbuki Âdem ve Havvâ konuldukları bu cennetten çıkarılmışlardır. Ayrıca "ebediyet cennet"inde üzüntü olmayacağı Kur'an da ifade edilmektedir. Ama Adem ile Havva o bahçedeki ağaçtan yediklerinde üzülmüşler, pişman olmuşlar, hatalarını anlamışlar ve göz yaşı dökmüşlerdir. Öyleyse burası "sonsuzluk cennet"i olamaz.

[geniş bilgi için bkz: İbn Hazm ez-ZÂHİRÎ, Muhammed b. Ali b.Ahmed, el-Faslü fi’l-Milel ve’l-Ehvâi ve’n-Nihal, (I-V), thk. Muhammed İbrâhim Nasr-Abdurrahman Umeyre, Dâru’l-Ceyl, Beyrut, ts., IV, 141, 145-146.] Ayrıca geniş bilgi için bkz. BOLAY, Süleyman Hayri, “Âdem”, DİA, I, 360-361, İst., 1988.]

Süleyman Ateş de, Hz. Âdem’in çıkartıldığı Cennetin "hulûd Cennet"i olmayıp, bir dünya Cenneti olduğunu, bunun da tropikal kuşakta balta girmemiş ormanlardan birisi olabileceğini ifâde etmektedir. [ATEŞ, S., Çağdaş Tefsir, VI, 317.]

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse bu cennet; Suudî Arabistan'da Cidde yakınlarında her türlü meyvesi ve suyu bol olan, iklimi ılıman, deniz kıyısında ormanlık bir alandır. Kanaatimizce "ebediyet cennet"i değildir. Adem ile Havva aynı anda buraya indirilmişler (veya burada, aynı cevherden ve aynı anda yaratılmışlar) ve bulundukları o ortamda o ağaçla imtihanları başlamıştır. Bu yasak ağacın meyvesinden şeytanın yanlış telkinlerine ve nefislerine uyarak yedikten sonra, o rahat ortamdan [bahçeden] çıkartılmışlar, cinselliklerinin farkına varmışlar ve böylece hem onlar hem de soylarından gelecekler için esas imtihan süreci başlamıştır.



Selamün Aleyküm,Capanoglu nerelerdesin can Dost.Uyarilarini okuyorum su an Insallahu Teala bir fikir verir..Rahmana emanet ol...
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Herşey yukarıdaki ayette yer alan HALİFE ATAYACAĞIM sözünü HALİFE YARATACAĞIM diye çeviren mealcilerin hatasıyla başlıyor aslında..
Adem yeryüzünde ilk insan değildir, insanlara peygamber olarak atanan ilk elçe, HALİFEdir..
Bu ayrım iyi yapılmadığında sıkıntıların içinden çıkılamaz..
Atamak kelimesi yaratmak kökünden gelir hanımefendi kardeşim. cümle içerisinde yer alan haline göre atamak mı yoksa yaratmak mı olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Mealcilerin, dil bilmezcilerin işi değildir bahsettiğiniz konu. Anlam bütünlüğünün gerekliliğidir. Çünkü "atanmak" için liyakat şarttır. Oysa; Adem (a.s.) için henüz o aşamada herhangi bir liyakat aranması saçma olur. Elbette Allah'u Zülcelal bir anda bütün vasıfları yükleyip gönderecek kudrete de sahiptir. Fakat, buda sünnetullaha aykırıdır. bu sebeple bu iddiamızı doğrulayan bir değişik konuda şudur ki; Adem (a.s.) çocukları doğmaya başladıktan sonra, yani çok çok uzun zamanlardan sonra Peygamberlik gibi bir görev ile görevlendirilmiştir. Yani liyakata sahip olduktan sonra atanmıştır. Fakat, ayette geçen anlam, tamamı ile "Yeryüzünde bir halife yaratmak" vurgusunu işaret eder.

Ve Adem (a.s.) yeryüzünün ilk erkeğidir, ilk peygamberidir. İlk insanı demek belki şu noktada yanlış olabilir; Havva anamız ile beraber yeryüzüne indirlmesi hasebi ile aynı anda yanında bir kadın da olması, belki ilk insan olma hakkını muğlak bırakabilir. Ama şunu dersek sanırım ortak noktada buluşuruz: Adem (a.s.) ile Havva anamız, yeryüzünün ilk insanlarıdır.

Cennet ise, bu dünyada değil yine Rabbül Alemin'in (cc) buyurduğu gibi bize anlatılan cennettir. Cennetlerin sayısını ve muhteviyatını da Rabbi Zülcelal'den ve bildirdiklerinden başkasıda bilemez. "İnin oradan aşağı" emri, hem mana olarak, manevi anlamda yüksek bir yeri, hemde zahiri anlamda coğrafi olarak yüksek bir yeri işaret ediyor. Bu neden ile Cidde olması mümkün değil. Cidde'nin bir liman şehri olması ve denize sıfır rakımda bulunması bu tezi çürütür. Eğer bir an için öyle olduğunu kabul edersek, denize sıfır bir yerden "İnin oradan aşağı" emri geldiği zaman, bu dünyada denizden daha aşağı rakım olarak sadece Lut gölü vardır. O zaman da Lut gölüne inmeleri gerekirdi. Çünkü yeryüzünde denizden aşağı olarak (-13 rakımda) bulunan tek yer Lut Gölü'dür. Bazı arkadaşlarımız tevile girerken cümlenin konu içerisinde yer alan bütünlüğüne bakmadan cümle cümle yada kalıp olarak ele alıyor sanırım ve bu noktada anlam yanlışlığına giriyor.

En doğrusunu Allah (cc) bilir.
 

cah

New member
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
79
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
59
....

....

Allah Ademi maddi Alemde var etti, ve Halife tayin etti ve dahi Melekler secde etti yani emrine girdi Ademin...

Şeytan dumansız ateşten yaratıldı yani enerjiden, şeytan ve cinler bilinçli enerji varlıklardı...
Allah bu alemi melekler vasıtası ile yönetir...her bir unsurdan görevli bir melek vardır....
Adem ve eşi Dünyaya halife kılındıysa, mekanlarıda dünyadadır elbette...
Fark şudur ki, Melekler Ademin ve eşinin emrindedir....
Bu dünyada güzel bir bahçede yaşar iken, soğuk üşütmüyor sıcak bayıltmıyordu, diliyorlar ve melekler dilekleirni yerine getiriyorlardı zira Adem ve eşi, Meleklerin üzerinde bir Makama yükseltilmiş idi...
Hasılı mekanları dünya Makamları Cennet ehli kişilerin makamları idi...

Buradaki bizim payımıza düşen müjde ise şudur....
Adem ve Havva olmuş İnsanlar, bu dünyada yaşarlar lakin Makamları cennettir, Örnek, atamız İbrahim ateşte idi lakin o gülbahçesinde safa sürmekte idi, zira ateşe hükmeden melek ona ateşin yakıcılığını ulaştırmıyordu...
Ey kardeşler, Adem ile Havva olalım ki; mekanımız dünya olsa dahi Makamımız cennette olsun ve o vakit soğuk üşütmesin sıcak bunaltmasın hasılı madde emrinize girsin...lakin yetmez...zira Adem ile Havva henüz imtihanda idi, öylesi olmak gerek ki,Kul olalım hani şu Musa efendimizin yol arkadaşı olan Kullardan bir kul, yahutta Süleyman efendimizin sağ yanında ki Kullardan bir Kul gibi...Bunun yolu ise, elbette Miraca çıkıp Rabbin hzuurunda hesabı verip, beratı almaktır...hani Fusilletteki müjdede ki gibi,
Melekler inerler ve işte alın bekleyip durduğunuz cennet müjdesini, artık size ne bu dünyada nede ahirette korku yoktur, bizde sizin hem bu dünyada hemde ahirette dostunuzuz ..derler...vesselam.
 

seyhshamil

New member
Katılım
12 Ağu 2007
Mesajlar
62
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
44
Ama kardesim kovulmus bir iblisin Cenneteki isi ne?

Kardeş kovulmuş derken konuyu tam anlamıyorsun evet kovulmuş ama ne zaman için.Her zaman mı yoksa hesaptan sonra mı?
Şeytan Adem ve Havvayı olduğu gibi tüm soyunu da yani insanoğlunu da aldatmaya çalışmakta ve belli bir süre izin verilmiş.İnsanoğluna her zaman vesvese verebiliyor,ve süratle hareket edebiliyor,görünmezlik,maddi cisimlerin içinden geçiş ve birçok buna benzer olaylara Allah izin veriyor.Hatta,ona insanın damarlarında ve tırnaklarında bile bulunmasına izin vermiş onun için mekan bakımından da hesap gününe kadar izin verilmiş.Ama tabiki cennete girip zevk ve sefa geçiremez,o olanaklardan faydalanamaz.Zaten insanoğlu dünyaya yollanmadan önce bu olay yaşanıyor.Allah emrediyor fakat şeytan İnsanoğluna üstünlük taslıyor ve Şeytan Allah'a süre talep edip insanları yoldan saptıracağını beyan ediyor.Allah ta süre veriyor.Tabiki onun sonu azap dolu bir ateştir.Ateşten yaratılan birini ateş nasıl yakar demeyin biz ve tuğlalar da topraktan tuğla kafamızı nasıl kırıyor?Bunları iyi öğrenen zaten durumu idrak eder.
 

nurþeyma

New member
Katılım
7 Nis 2007
Mesajlar
302
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
Atamak kelimesi yaratmak kökünden gelir hanımefendi kardeşim. cümle içerisinde yer alan haline göre atamak mı yoksa yaratmak mı olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Mealcilerin, dil bilmezcilerin işi değildir bahsettiğiniz konu. Anlam bütünlüğünün gerekliliğidir. Çünkü "atanmak" için liyakat şarttır. Oysa; Adem (a.s.) için henüz o aşamada herhangi bir liyakat aranması saçma olur. Elbette Allah'u Zülcelal bir anda bütün vasıfları yükleyip gönderecek kudrete de sahiptir. Fakat, buda sünnetullaha aykırıdır. bu sebeple bu iddiamızı doğrulayan bir değişik konuda şudur ki; Adem (a.s.) çocukları doğmaya başladıktan sonra, yani çok çok uzun zamanlardan sonra Peygamberlik gibi bir görev ile görevlendirilmiştir. Yani liyakata sahip olduktan sonra atanmıştır. Fakat, ayette geçen anlam, tamamı ile "Yeryüzünde bir halife yaratmak" vurgusunu işaret eder.

Ve Adem (a.s.) yeryüzünün ilk erkeğidir, ilk peygamberidir. İlk insanı demek belki şu noktada yanlış olabilir; Havva anamız ile beraber yeryüzüne indirlmesi hasebi ile aynı anda yanında bir kadın da olması, belki ilk insan olma hakkını muğlak bırakabilir. Ama şunu dersek sanırım ortak noktada buluşuruz: Adem (a.s.) ile Havva anamız, yeryüzünün ilk insanlarıdır.

Cennet ise, bu dünyada değil yine Rabbül Alemin'in (cc) buyurduğu gibi bize anlatılan cennettir. Cennetlerin sayısını ve muhteviyatını da Rabbi Zülcelal'den ve bildirdiklerinden başkasıda bilemez. "İnin oradan aşağı" emri, hem mana olarak, manevi anlamda yüksek bir yeri, hemde zahiri anlamda coğrafi olarak yüksek bir yeri işaret ediyor. Bu neden ile Cidde olması mümkün değil. Cidde'nin bir liman şehri olması ve denize sıfır rakımda bulunması bu tezi çürütür. Eğer bir an için öyle olduğunu kabul edersek, denize sıfır bir yerden "İnin oradan aşağı" emri geldiği zaman, bu dünyada denizden daha aşağı rakım olarak sadece Lut gölü vardır. O zaman da Lut gölüne inmeleri gerekirdi. Çünkü yeryüzünde denizden aşağı olarak (-13 rakımda) bulunan tek yer Lut Gölü'dür. Bazı arkadaşlarımız tevile girerken cümlenin konu içerisinde yer alan bütünlüğüne bakmadan cümle cümle yada kalıp olarak ele alıyor sanırım ve bu noktada anlam yanlışlığına giriyor.

En doğrusunu Allah (cc) bilir.

Bu görüş meal ve dilbilimcilerin değil, birebir bir ehlisünnet aliminin görüşleri, bu maddeler hakkında görüşünüz nedir acaba?:


Şimdi bu konu ile ilgili İbn Hazm'ın görüşlerine bakalım.


İbn Hazm, Hz. Adem'in kaldığı cennetin "sonsuzluk cennet"i olmadığını, bunun dünyada bir bahçe (cennet] olduğu kanaatini açıklarken şöyle söylemektedir: “Ebu’l-Kâsım el-Belhî, Ebû Müslim el-İsfehânî gibi bir çok Mu’tezilî âlim ile bazı Ehl-i sünnet âlimleri de bu kanaattedir ve görüşlerini savunurlarken ileri sürdükleri başlıca deliller şunlardır:

a) Eğer Âdem ile Havvâ’nın konulduğu Cennet, âhirette iyilerin mükafatlandırılacağı Cennet olsaydı, Âdem ve Havvâ’ya yasak konmaması gerekirdi. Çünkü esas olarak Cennette hiç bir yasak yoktur. Ama o ikisine bu bahçede yasak konulmuş, ağaca yaklaşmamaları istenmiştir. Demek ki burası "sonsuzluk cennet"i değildir.

b) Cennette isyan ve günah söz konusu olamaz; halbuki Âdem ile Havvâ günah işlemişlerdir. Yani o ağacın meyvesinden yemişlerdir. Allah'ın emrine aykırı iş yapmışlardır. Öyleyse burası "ebediyet cennet"i olamaz.

c) Eğer burası asıl Cennet olsaydı, orada kâfir bulunmaması gerekirdi. Oysa şeytan Cennette iken kâfir olmuş ve bu yüzden sonunda oradan kovulmuştur. Yani şeytanın da bulunduğu bir yer "sonsuzluk cennet"i olamaz. Zira şeytan hiç bir zaman "ebediyet cennet"ine giremeyecektir.

d) Kur’an’da bildirildiğine göre Cennet ebedîlik yurdudur; oraya giren bir daha çıkartılmaz. (Hicr, 15/48) Halbuki Âdem ve Havvâ konuldukları bu cennetten çıkarılmışlardır. Ayrıca "ebediyet cennet"inde üzüntü olmayacağı Kur'an da ifade edilmektedir. Ama Adem ile Havva o bahçedeki ağaçtan yediklerinde üzülmüşler, pişman olmuşlar, hatalarını anlamışlar ve göz yaşı dökmüşlerdir. Öyleyse burası "sonsuzluk cennet"i olamaz.
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Kardeş kovulmuş derken konuyu tam anlamıyorsun evet kovulmuş ama ne zaman için.Her zaman mı yoksa hesaptan sonra mı?
Şeytan Adem ve Havvayı olduğu gibi tüm soyunu da yani insanoğlunu da aldatmaya çalışmakta ve belli bir süre izin verilmiş.İnsanoğluna her zaman vesvese verebiliyor,ve süratle hareket edebiliyor,görünmezlik,maddi cisimlerin içinden geçiş ve birçok buna benzer olaylara Allah izin veriyor.Hatta,ona insanın damarlarında ve tırnaklarında bile bulunmasına izin vermiş onun için mekan bakımından da hesap gününe kadar izin verilmiş.Ama tabiki cennete girip zevk ve sefa geçiremez,o olanaklardan faydalanamaz.Zaten insanoğlu dünyaya yollanmadan önce bu olay yaşanıyor.Allah emrediyor fakat şeytan İnsanoğluna üstünlük taslıyor ve Şeytan Allah'a süre talep edip insanları yoldan saptıracağını beyan ediyor.Allah ta süre veriyor.Tabiki onun sonu azap dolu bir ateştir.Ateşten yaratılan birini ateş nasıl yakar demeyin biz ve tuğlalar da topraktan tuğla kafamızı nasıl kırıyor?Bunları iyi öğrenen zaten durumu idrak eder.



Sevgi deger kardesim bence Capanoglunun yazilarini bir gözden gecir birde Ebedi cennetin özelliklerini Kurandan gözden geciriniz..Rabbe emanet olun..
 
Üst Alt