M
mettin
Guest
PEYGAMBERİMİZİN YAZILMASINI YASAKLADIĞI HADİSLER NASIL KİTAPLARA DÖNÜŞTÜ?
Peygamberimiz'in hadis yazımını yasaklama şeklindeki tavrı, Peygamberimiz'in vefatından sonra dört halife döneminde; yani Hz. Ebubekir, Hz. ömer, Hz. Osman, Hz. Ali döneminde de devam etti. Bu 4 halifenin hadis yazma girişimlerini nasıl durdurduklarını, yazılan hadisleri nasıl yaktıklarını kitabımızın 11. Bölümünde ayrıntılarıyla göreceğiz. Peygamber döneminde olan olaylara şahit olanların bunları anlatması, Peygamber'le sohbet edenlerin bu sohbetlerdeki konuşmaları birbirlerine aktarmaları doğal, sıradan bir olay gibi görülebilir. Oysa sahabelerin, Peygamber'den bir şey duyduğunu iddia edene şahitlerini sormaları ve tüm bu sohbetlerin yazımını yasaklamaları, Peygamber'deki basiretin, kendisinden sonra da devam ettirildiğini, ileri görüş ile hadislerin dini nasıl dejenere edebileceğini ve yüzeysel bir bakışla doğal olarak algılanabilecek bir davranışın, aslında ileride nasıl bir felakete yol açacağını gördüklerini gösterir. çünkü dört halife döneminde de hadis yazımı yasaktı. Yani dört halife, doğruluğunu kendilerinin bildikleri bir çok Peygamber sözünün yazımına Peygamber’in vefatından hemen sonra bu sözler zihinlerde henüz tazeyken izin vermediler. İzin verildiğini iddia eden olursa "Hani, bu dönemde yazılı olan kitap nerede?” diye sorun, hiçbir şey gösteremediklerini göreceksiniz.
Harevi şöyle der: "Ne sahabe (Peygamber'i görenler) ne de tabiyun (Peygamber’i görmeyen ama sahabe görenler) hadisleri yazmıyorlardı. Ama söz olarak aktarıyorlardı. Basit yazılı bir kaç metnin dışında bunun bir istisnası yoktur. İlmin kaybolup, ulemanın ölüp gitmesinden korkulunca, ömer bin Abdülaziz, Ebu Bekr el Hazm'a bir mektupla hadisleri araştırıp, yazmasını emretti.” Yeni halife Yezid bin Abdülmelik ise ömer bin Abdülaziz ölünce Ebu Bekr el Hazm'ı ve onunla çalışanları bu görevden aldı. Sonra Halife Hişam, ez Zuhri hadislerini ilk toplayan kişi olarak kabul edilir. Mahmud Ebu Reyye tüm bu gelişmeleri ayrıntılarıyla anlatırken baskı ortamına da değinir: "Hadislerin toplanmasıyla emrolunan tabiyun bunu ancak baskı altında kabul etmişlerdir. Zira yaşanan tarz ve Sahabe'nin hadisleri toplamaması, onları böyle bir şeye girişme hususunda oldukça sıkıntıya sokuyordu. Ez Zuhri'nin şu sözü nakil edilmiştir: Biz hadisi yazmaktan hoşlanmıyorduk. Ne var ki o yöneticiler bizi buna zorladılar.” (Mahmut Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması)
Oysa gelenekçi İslam'ın hadisçileri, Emevi Dönemi'ni bile düzenli bir tasnif dönemi olarak kabul etmezler. Varolan yazmalarda hadis, fıkıh, şiir, haber gibi farklı farklı konular, doğruluk derecesi irdelenmeden karışık bir şekilde yazılmıştır. Gazali (Peygamber'den sonraki ikinci kuşağın) hadis yazımını kötü gördüğünü ve kendileri gibi sonrakilerin de ancak hadisleri ezberlemelerini söylediklerini nakleder. (Gazali, ‹hyayı Ulumiddin, 1. cilt, sayfa 79) Hadislerin ayrı ayrı ele alınıp bu konuda müstakil eserlerin verildiği ilk dönem Abbasiler dönemidir. Hicri ikinci asrın sonlarında elimize geçen bu tarzdaki tek çalışma Maliki mezhebinin kurucusu Malik'in Muvatta'sıdır. (İbni Ferhun, ed dibae el Muzehheb kitabı sayfa 25'te Malik'in Muvatta'da onbine yakın hadis topladığını, bu hadisleri gözden geçirip her sene içinden ayıkladığını, sonunda çok az kaldığını, biraz daha yaşasa hepsini atabileceğini anlatır.) Hemen ardından Hanbeli mezhebinin kurucusu İbni Hanbel'in Müsned'i gelir. Hicri 241 yılında vefat eden Hanbel'in kitabında da, Muvatta'da da sahih, zayıf ayırımları yapılmadan, o günlerde sürüklenen rivayet selinin içindeki her şeyin, ciddi bir ayırım gözetilmeden kitaplarına girdiğini görüyoruz.
Buhari'den önce hadisleri doğruluk derecelerine göre ayırma çabası dahi olmamıştır. Sahih ve zayıf şeklindeki hadis ayırım çabası Buhari ile başlar. Hadislerin incelenmesi sonucu bu çabanın gerekli sonucu vermeye yetmediğini görüyoruz. Meşhur hadisçilerden Buhari hicri 256'da, Müslim hicri 261'de, Tirmizi hicri 279'da, Ebu Davud hicri 275'de, Nesei hicri 303 yılında, İbni Mace hicri 273'de vefat etmişlerdir. Şiilerin hadis kitapları ise farklıdır ve Sunniler de, Şiiler de birbirlerinin hadis kitaplarını geçerli kabul etmezler. Şiilerin hadis kitaplarının oluşumu daha da ileri tarihlere rastlar. Meşhur Şii hadisçilerinden Kulani hicri 329'da, Babuvay hicri 381'de, Cafer Muhammed Tusi hicri 411'de, El Murtaza hicri 436'da vefat etmiştir. örneğin Osmanlı padişahı 2. Mahmut'un söylediği iddia edilen bir söz, hiçbir tarih kitabında kaydedilmemiş olsaydı ve sırf kulaktan kulağa iletilme yoluyla günümüze gelseydi, bu söze ne kadar güvenebilirdik? üstelik bu sözün sadece bir kişiden, o bir kişinin başka birinden, onun da birinden... şeklinde 2. Mahmut'a kadar tek bir zincirle bize ulaştırıldığı söylenseydi bu söze kim inanırdı? Oysa 1839'da vefat eden 2. Mahmut'tan günümüze kadar geçen süre, Peygamberimiz'in vefatıyla meşhur hadis kitaplarının ilk yazılanı arasında geçen süreden çok daha azdır. Kimi meşhur hadis kitaplarının yazıldığı zaman ile Peygamberimiz'in vefatı arasında geçen süre ise bu sürenin 2 katından da fazladır. 5. Bölümde göreceğimiz birçok sebepten dolayı en meşhur hadisçiler kitaplarını yazdıklarında, onbinlerce hadis ayıklanamayacak tarzda uydurulmuş bulunuyordu. Bu hadis kitaplarının Kuran, mantık ve diğer hadislerle çelişen birçok hadis içermeleri ve hem yöntemleri, hem naklettikleri hadislerle kendi aralarında da çelişmeleri, Kuran dışında başka kaynak aramanın felaketini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Daha evvel bahsettiğimiz piramid bu kitaplar yazıya geçtiğinde uydurmalar ile şişmişti. Bu hadisçiler ise, Peygamber'in ve 4 Halifenin yolunu izleyip onlar gibi hadis yazımına karşı çıkacaklarına; İslam alemine büyük zarar veren, Peygamber'in uygulamasına aykırıyken sözde Peygamber sevgisi kılığında, yalan yanlış birçok sözü hadis diye yazdılar. Unutmayalım ki Hz. İsa'yı ilahlaştıran Hıristiyanların da mazeretleri Hz. İsa'ya sevgileridir. Fakat mazeretleri aynı bizim hadisçilerin mazeretleri gibi kabahatlerini örtmeye yetmez
geniş bilgi için http://www.kurandakidin.net/bolumler/04hadislerinincelenmesi.htm
Peygamberimiz'in hadis yazımını yasaklama şeklindeki tavrı, Peygamberimiz'in vefatından sonra dört halife döneminde; yani Hz. Ebubekir, Hz. ömer, Hz. Osman, Hz. Ali döneminde de devam etti. Bu 4 halifenin hadis yazma girişimlerini nasıl durdurduklarını, yazılan hadisleri nasıl yaktıklarını kitabımızın 11. Bölümünde ayrıntılarıyla göreceğiz. Peygamber döneminde olan olaylara şahit olanların bunları anlatması, Peygamber'le sohbet edenlerin bu sohbetlerdeki konuşmaları birbirlerine aktarmaları doğal, sıradan bir olay gibi görülebilir. Oysa sahabelerin, Peygamber'den bir şey duyduğunu iddia edene şahitlerini sormaları ve tüm bu sohbetlerin yazımını yasaklamaları, Peygamber'deki basiretin, kendisinden sonra da devam ettirildiğini, ileri görüş ile hadislerin dini nasıl dejenere edebileceğini ve yüzeysel bir bakışla doğal olarak algılanabilecek bir davranışın, aslında ileride nasıl bir felakete yol açacağını gördüklerini gösterir. çünkü dört halife döneminde de hadis yazımı yasaktı. Yani dört halife, doğruluğunu kendilerinin bildikleri bir çok Peygamber sözünün yazımına Peygamber’in vefatından hemen sonra bu sözler zihinlerde henüz tazeyken izin vermediler. İzin verildiğini iddia eden olursa "Hani, bu dönemde yazılı olan kitap nerede?” diye sorun, hiçbir şey gösteremediklerini göreceksiniz.
Harevi şöyle der: "Ne sahabe (Peygamber'i görenler) ne de tabiyun (Peygamber’i görmeyen ama sahabe görenler) hadisleri yazmıyorlardı. Ama söz olarak aktarıyorlardı. Basit yazılı bir kaç metnin dışında bunun bir istisnası yoktur. İlmin kaybolup, ulemanın ölüp gitmesinden korkulunca, ömer bin Abdülaziz, Ebu Bekr el Hazm'a bir mektupla hadisleri araştırıp, yazmasını emretti.” Yeni halife Yezid bin Abdülmelik ise ömer bin Abdülaziz ölünce Ebu Bekr el Hazm'ı ve onunla çalışanları bu görevden aldı. Sonra Halife Hişam, ez Zuhri hadislerini ilk toplayan kişi olarak kabul edilir. Mahmud Ebu Reyye tüm bu gelişmeleri ayrıntılarıyla anlatırken baskı ortamına da değinir: "Hadislerin toplanmasıyla emrolunan tabiyun bunu ancak baskı altında kabul etmişlerdir. Zira yaşanan tarz ve Sahabe'nin hadisleri toplamaması, onları böyle bir şeye girişme hususunda oldukça sıkıntıya sokuyordu. Ez Zuhri'nin şu sözü nakil edilmiştir: Biz hadisi yazmaktan hoşlanmıyorduk. Ne var ki o yöneticiler bizi buna zorladılar.” (Mahmut Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması)
Oysa gelenekçi İslam'ın hadisçileri, Emevi Dönemi'ni bile düzenli bir tasnif dönemi olarak kabul etmezler. Varolan yazmalarda hadis, fıkıh, şiir, haber gibi farklı farklı konular, doğruluk derecesi irdelenmeden karışık bir şekilde yazılmıştır. Gazali (Peygamber'den sonraki ikinci kuşağın) hadis yazımını kötü gördüğünü ve kendileri gibi sonrakilerin de ancak hadisleri ezberlemelerini söylediklerini nakleder. (Gazali, ‹hyayı Ulumiddin, 1. cilt, sayfa 79) Hadislerin ayrı ayrı ele alınıp bu konuda müstakil eserlerin verildiği ilk dönem Abbasiler dönemidir. Hicri ikinci asrın sonlarında elimize geçen bu tarzdaki tek çalışma Maliki mezhebinin kurucusu Malik'in Muvatta'sıdır. (İbni Ferhun, ed dibae el Muzehheb kitabı sayfa 25'te Malik'in Muvatta'da onbine yakın hadis topladığını, bu hadisleri gözden geçirip her sene içinden ayıkladığını, sonunda çok az kaldığını, biraz daha yaşasa hepsini atabileceğini anlatır.) Hemen ardından Hanbeli mezhebinin kurucusu İbni Hanbel'in Müsned'i gelir. Hicri 241 yılında vefat eden Hanbel'in kitabında da, Muvatta'da da sahih, zayıf ayırımları yapılmadan, o günlerde sürüklenen rivayet selinin içindeki her şeyin, ciddi bir ayırım gözetilmeden kitaplarına girdiğini görüyoruz.
Buhari'den önce hadisleri doğruluk derecelerine göre ayırma çabası dahi olmamıştır. Sahih ve zayıf şeklindeki hadis ayırım çabası Buhari ile başlar. Hadislerin incelenmesi sonucu bu çabanın gerekli sonucu vermeye yetmediğini görüyoruz. Meşhur hadisçilerden Buhari hicri 256'da, Müslim hicri 261'de, Tirmizi hicri 279'da, Ebu Davud hicri 275'de, Nesei hicri 303 yılında, İbni Mace hicri 273'de vefat etmişlerdir. Şiilerin hadis kitapları ise farklıdır ve Sunniler de, Şiiler de birbirlerinin hadis kitaplarını geçerli kabul etmezler. Şiilerin hadis kitaplarının oluşumu daha da ileri tarihlere rastlar. Meşhur Şii hadisçilerinden Kulani hicri 329'da, Babuvay hicri 381'de, Cafer Muhammed Tusi hicri 411'de, El Murtaza hicri 436'da vefat etmiştir. örneğin Osmanlı padişahı 2. Mahmut'un söylediği iddia edilen bir söz, hiçbir tarih kitabında kaydedilmemiş olsaydı ve sırf kulaktan kulağa iletilme yoluyla günümüze gelseydi, bu söze ne kadar güvenebilirdik? üstelik bu sözün sadece bir kişiden, o bir kişinin başka birinden, onun da birinden... şeklinde 2. Mahmut'a kadar tek bir zincirle bize ulaştırıldığı söylenseydi bu söze kim inanırdı? Oysa 1839'da vefat eden 2. Mahmut'tan günümüze kadar geçen süre, Peygamberimiz'in vefatıyla meşhur hadis kitaplarının ilk yazılanı arasında geçen süreden çok daha azdır. Kimi meşhur hadis kitaplarının yazıldığı zaman ile Peygamberimiz'in vefatı arasında geçen süre ise bu sürenin 2 katından da fazladır. 5. Bölümde göreceğimiz birçok sebepten dolayı en meşhur hadisçiler kitaplarını yazdıklarında, onbinlerce hadis ayıklanamayacak tarzda uydurulmuş bulunuyordu. Bu hadis kitaplarının Kuran, mantık ve diğer hadislerle çelişen birçok hadis içermeleri ve hem yöntemleri, hem naklettikleri hadislerle kendi aralarında da çelişmeleri, Kuran dışında başka kaynak aramanın felaketini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Daha evvel bahsettiğimiz piramid bu kitaplar yazıya geçtiğinde uydurmalar ile şişmişti. Bu hadisçiler ise, Peygamber'in ve 4 Halifenin yolunu izleyip onlar gibi hadis yazımına karşı çıkacaklarına; İslam alemine büyük zarar veren, Peygamber'in uygulamasına aykırıyken sözde Peygamber sevgisi kılığında, yalan yanlış birçok sözü hadis diye yazdılar. Unutmayalım ki Hz. İsa'yı ilahlaştıran Hıristiyanların da mazeretleri Hz. İsa'ya sevgileridir. Fakat mazeretleri aynı bizim hadisçilerin mazeretleri gibi kabahatlerini örtmeye yetmez
geniş bilgi için http://www.kurandakidin.net/bolumler/04hadislerinincelenmesi.htm