Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Niçin Mürşid-i Kamil'e ihtiyaç vardır...

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
وَمِنَ الَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِه نَافِلَةً لَكَ عَسى اَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَحْمُودًا
İsra / 79- Gecenin bir kısmında da sadece sana mahsus bir nafile olmak üzere uykudan kalk, Kur'ân ile teheccüd namazı kıl, Rabbinin seni bir makam-ı mahmuda (şefaat makamına) göndermesi kesindir.
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْديهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَ اِلَّا لِمَنِ ارْتَضى وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِه مُشْفِقُونَ
Enbiya / 28- Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar, Allah'ın hoşnud olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler. Hepsi de O'nun korkusundan titrerler.
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا تَاْويلَهُ يَوْمَ يَاْتى تَاْويلُهُ يَقُولُ الَّذينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَاءَ فَيَشْفَعُوا لَنَا اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذى كُنَّا نَعْمَلُ قَدْ خَسِرُوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَاكَانُوا يَفْتَرُونَ
Araf / 53. (Fakat onlar), Onun tevilinden başka bir şey beklemiyorlar. Tevili geldiği (haber verdiği şeyler ortaya çıktığı) gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: Doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler. Şimdi bizim şefaatçılarımız var mı ki bize şefaat etsinler veya (dünyaya) geri döndürülmemiz mümkün mü ki, yapmış olduğumuz amellerden başkasını yapalım? Onlar cidden kendilerine yazık ettiler ve uydurdukları şeyler (putlar) da kendilerinden kaybolup gitti.
وَاتَّقُوا يَوْمًا لَاتَجْزى نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيًْا وَلَايُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلَايُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَاهُمْ يُنْصَرُونَ
Bakara / 48. Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.
وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّهِ مَا لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هؤُلَاءِ شُفَعَاؤُنَا عِنْدَ اللّهِ قُلْ اَتُنَبِّؤُنَ اللّهَ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِى السَّموَاتِ وَلَا فِىالْاَرْضِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالى عَمَّا يُشْرِكُونَ
Yunus / 18. Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır, diyorlar. De ki: "Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir."
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
* Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e "Ey Allah'ın Resûlu, kıyamet günü senin şefaatinle en ziyâde saadete erecek olan kimdir?" diye sormuştum. Bana: "Hadis'e karşı sende olan aşkı görünce, bu hususta senden önce bana bir başkasının sualde bulunmayacağını tahmîn etmiştim" açıklamasını yaptıktan sonra şu cevabı verdi: "Kıyamet günü benim şefaatimle en ziyade saadete erecek olan kimse, samimi olarak ve içinden gelerek 'Lâ ilâhe illallah' diyen kimsedir"
* Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim Kur'ân'ı okur, ezberler, helâl kıldığı şeyi helâl kabul eder, haram kıldığı şeyi de haram kabûl ederse Allah, o kimseyi cennete koyar. Ayrıca hepsine cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefaatçi kılınır."
* İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "İnsanlar kıyamet günü cemaatler halinde olacaklar. Her ümmet kendi peygamberini takip edip: "Ey falan! bize şefaat et, ey falan bize şefaat et! diyecekler. Sonunda şefaat etme işi bana kalacak. İşte Makam-ı Mahmud budur."
* Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Hırsızlık yapan Mahzumlu kadının durumu Kureyşlileri fazlasıyla üzdü. "- Bu kadın hakkında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) nezdinde kim müessir bir şefaatte bulunabilir?" diye adam aradılar. "- Bu işe, sadece Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın çok sevdiği Üsâme İbnu Zeyd (radıyallâhu anhümâ) cür'et edebilir" dediler. Üsâme (huzura çıkarak), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a şefaat talebinde bulundu. Efendimiz: "Allah'ın hududundan bir hadd hususunda şefaat mi taleb ediyorsun?" diye çıkıştı. Sonra kalkıp cemaate şu hitabede bulundu: " Sizden öncekileri helâk eden şey şudur: İçlerinden şerefli birisi hırsızlık yaptı mı onu terkedip (ceza vermezlerdi). Aralarında kimsesiz zayıf birisi hırsızlık yapınca derhal ona hadd tatbik ederlerdi. Allah'a yemin olsun! Muhammed'in kızı Fatıma hırsızlık yapmış olsa mutlaka onun da elini keserdim."
Ebü Dâvud ve Nesâî'nin, İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ)'den kaydettikleri bir rivâyette şöyle denmiştir: "Mahzum kabilesinden bir kadın, mal istiâre ederdi." Nesâî'de şu ziyade mevcuttur: "Mahzumlu kadın (tanınmış komşularının) diliyle bazı malları âriyet olarak almıştı."
* Zübeyr İbnu'l-Avvâm (radıyallâhu anh)'ın anlattığnna göre, hırsızı yakalayıp sultana götürmekte olan bir adama rastlar. Zübeyr adamı salıvermesi için lehinde şefaatte bulunur. Adam: "Hayır, sultana ulaştırıncaya kadar onu salmam" der. Zübeyr (radıyallâhu anh) şu açıklamayı yapar: "Şefaat, sultana ulaşmadan önce caizdir. Sultana ulaştı mı, ondan sonra şefaat yapan da, şefaati kabul eden de mel'undur."
* Cübeyr İbnu Mut'im (radıyallâhu anh) anlatıyor. "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bir bedevî gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü, (kuraklıktan) insanlar meşakkate düştüler. Aile efradı zayiata uğradı. Hayvanlarımız da helâk oldular. Bizim için Allah'a dua et, su göndersin. Zîra biz Allah'a karşı senin şefaatini, sana karşı da Allah'ın şefaatini taleb ediyoruz!" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) adama şu mukabelede bulundu: "Yazık sana, söylediğin şeyin idrakinde misin ? Sübhanallah!" Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sübhanallahları o kadar tekrar etti ki bunun tesiri Ashab'ın yüzünden okunmaya başladı. Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözüne şöyle devam etti: "Yazık sana, mahlukatından hiç kimseye karşı Allah şefaatçi kılınmaz. Allah'ın şânı böyle bir şey yapmaktan çok yücedir. Bak hele! Sen Allah'ın (azametinin) ne olduğunu biliyor musun? O'nun Arş'ı, semavatının' şöyle üzerindedir.-Parmaklarıyla işaret ederek- tıpkı üzerinde bir kubbe gibi. Arş Zat-ı Zülcelâl sebebiyle inleyip ses çıkarır, tıpkı süvarisi sebebiyle atın ses çıkarması gibi. "
* Muvatta, Tirmizi ve Ebu Davud'un bir rivâyetinde şöyle denir: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)'ı yatakta kaybettim ve araştırdım, derken elim ayağının altına rastladı. Secdede idi ve: "Allahümme inni eüzu bi-rızâke min sahtike ve eüzu bi-muâfâtike min ukübetike ve eüzu bike minke Lâ uhsi senâen aleyke. Ente kemâ esneyte alâ nefsike. (Allahım! Senin rızanı şefaatçi kılarak öfkenden sana sığınıyorum. Affını şefaatçi yaparak cezandan sana sığınıyorum. Senden de sana sığınıyorum. Sana layık olduğun senâyı yapamam. Sen kendini sena ettiğin gibisin)" diyordu."
* Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Üzerine müslümanlardan, kendisine şefaat taleb eden yüz kişinin namaz kıldığı her ölüye mutlaka şefaat edilir.''
* Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Ümmetimden (âlim, şehid, salih) bazıları var; bir (çok kabilelere şamil bir) cemaate şefaat eder, bazıları var bir kabileye şefaat eder; bazıları var bir bölüğe şefaat eder; bazıları da tek bir ferde şefaat eder ve cennete girmelerini sağlar."
* Rezin şunu ilave etmiştir: "Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir. Bir adamın ateşe atılması için emir verilir. Giderken, (dünyada) susadığı zaman su vermiş olduğu adama rastlar, onu tanır ve ona: "Benim için şefaat etmeyecek misin?" der. Adam: "Sen de kimsin?" diye sorunca: "Ben sana falan falan gün su içirmedim mi?" der. Öbürü bunu tanır ve (Allah nezdinde) onun lehinde şefaatte bulunur. Adam da böylece geri çevrilir ve cennete gider."
* Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kıyamet gününde, insanlar birbirlerine girecekler. Hz. Âdem aleyhisselam'a gelip: "Evlatlarına şefaat et!" diye talepte bulunacaklar. O ise: "Benim şefaat yetkim yok. Siz İbrahim aleyhisselam'a gidin! Çünkü o Halilullah'tır" diyecek. İnsanlar Hz. İbrahim'e gidecekler. Ancak o da: "Ben yetkili değilim! Ancak Hz. İsa'ya gidin. Çünkü o Ruhullah'tır ve O'nun kelamıdır!" diyecek. Bunun üzerine O'na gidecekler. O da: "Ben buna yetkili değilim. Lâkin Muhammed aleyhissalatu vesselam'a gidin!" diyecek. Böylece bana gelecekler. Ben onlara: "Ben şefaate yetkiliyim!" diyeceğim. Gidip Rabbimin huzuruna çıkmak için izin talep edeceğim. Bana izin verilecek. Önünde durup, Allah'ın ilham edeceği ve şu anda muktedir olamayacağım hamdlerle Allah'a medh u senâda bulunacak, sonra da Rabbime secdeye kapanacağım. Rabb Teâla: "Ey Muhammed! Başını kaldır! Dilediğini söyle, söylediğine kulak verilecek. Ne arzu ediyorsan iste, talebin yerine getirilecektir! Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir!" buyuracak. Ben de: "Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum!" diyeceğim. Rabb Teâla: "(Çabuk onların yanına) git! Kimlerin kalbinde buğday veya arpa danesi kadar iman varsa onları ateşten çıkar!" diyecek. Ben de gidip bunu yapacağım! Sonra Rabbime dönüp, önceki hamd u senâlarla hamd ve senâlarda bulunacağım, secdeye kapanacağım. Bana, öncekinin aynısı söylenecek. Ben de: "Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!" diyeceğim. Bana yine: "Var, kimlerin kalbinde hardal danesi kadar iman varsa onları da ateşten çıkar!" denilecek. Ben derhal gidip bunu da yapacak ve Rabbimin yanına döneceğim. Önceki yaptığım gibi yapacağım. Bana, evvelki gibi: "Başını kaldır!" denilecek. Ben de kaldırıp: "Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!" diyeceğim. Bana yine: "Var, kalbinde hardal danesinden daha az miktarda imannı olanları da ateşten çıkar!" denilecek. Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra dördüncü sefer Rabbime dönecek, o hamdlerle hamd u senâda bulunacağım, sonra secdeye kapanacağım. Bana: "Ey Muhammed! Başını kaldır ve (dilediğini) söyle, sana kulak verilecektir! Dile, talebin verilecektir! Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir!" denilecek. Ben de: "Ey Rabbim! bana Lailâhe illallah diyenlere şefaat etmem için izin ver!" diyeceğim. Rabb Teâla: "Bu hususta yetkin yok! -veya: "Bu hususta sana izin yok!- Lâkin izzetim, celâlim, kibriyâm ve azametim hakkı için lailâhe illallah diyenleri de ateşten çıkaracağım!" buyuracak."
* Yine Sahiheyn ve Tirmizi'nin Ebu Hureyre'den kaydettikleri bir rivayet şöyledir: "Biz bir davette Resûlullah ile beraberdik. Ona sofrada hayvanın ön budu(n dan bir parça) ikram edildi. Bud hoşuna giderdi. Ondan bir parça ısırdı ve: "Ben Kıyamet günü âdemoğlunun efendisiyim! Acaba bunun neden olduğunu biliyor musunuz? (Açıklayayım:) Allah o gün, öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükte toplar. Bakan onlara bakar, çağıran onları işitir. Güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı, insanların tahammül edemeyecekleri ve tâkat getiremeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar: "İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musunuz, sizlere şefaat edecek birini görmüyor musunuz?" demeye başlarlar. Birbirlerine: "Babanız Âdem var!" derler ve ona gelerek:
"Ey Âdem! Sen insanların babasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. (Bütün isimleri sana öğretti). Meleklerine senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. (Allah katında itibarın, makamın var.) Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi, başımıza şu geleni görmüyor musun?" derler. Âdem aleyhisselâm da: "Bugün Rabbim çok öfkelidir, daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen şefaate benim yüzüm yok, çünkü, cennette iken, Allah) beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa âsi oldum. (Ben cennette iken işlediğim günah sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün günahlarım affedilirse bu bana yeter). Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin, Nûh aleyhisselam'a gidin!" diyecek. İnsanlar Nûh aleyhisselam'a gelecekler:
"Ey Nuh! Sen yeryüzü ahalisine gönderilen resullerin ilkisin. Allah seni çok şükreden bir kul (abden şekûrâ) diye isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın?" diyecekler. Nuh aleyhisselâm da şöyle diyecek: "Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce hiç bu kadar öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek! Benim bir dua hakkım vardı. Ben onu kavmimin aleyhine (beddua olarak) yaptım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrahim aleyhisselam'a gidin!" diyecek. İnsanlar İbrahim aleyhisselam'a gelecekler:
"Ey İbrahim! Sen Allah’ın peygamberi ve arz ahalisi içinde yegane Halilisin, bize Rabbin nezdinde şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?" diyecekler. İbrahim aleyhisselam onlara: "Rabbim bugün çok öfkeli. Bundan önce bu kadar öfkelenmemişti, bundan sonra da bu kadar öfkelenmeyecek. (Şefaat etmeye kendimde yüz de bulamıyorum. Çünkü ben) üç kere yalan söyledim!" deyip, bu yalanlarını birer birer sayacak. Sonra sözlerine şöyle devam edecek: "Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Musa aleyhisselam'a gidin!" İnsanlar, Hz. Musa aleyhisselam'a gelecekler ve:
"Ey Musa! Sen Allah'ın peygamberisin. Allah seni, risaletiyle ve hususi kelamıyla insanlardan üstün kıldı. Bize Allah nezdinde şefaatte bulun! İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?" diyecekler. Hz. Musa da: "Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce böylesine öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen Rabbim nezdinde şefaate yüzüm de yok. Çünkü) ben, öldürülmesi ile emrolunmadığım bir cana kıydım. (...Bugün ben mağfirete mazhar olursam bu bana yeterlidir.) Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Hz. İsa aleyhisselâm'a gidin!" diyecek. İnsanlar Hz. İsa'ya gelecekler ve:
"Ey İsa, sen Allah'ın Peygamberisin ve Meryem'e attığı bir kelamısın ve kendinden bir ruhsun. Üstelik sen beşikte iken insanlara konuşmuştun. Rabbin nezdinde bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?" diyecekler! Hz. İsa aleyhisselam da: "Bugün Rabbim çok öfkeli. Daha önce bu kadar öfkelenmedi, bundan böyle de hiç bu kadar öfkelenmeyecek!" diyecek. -Hz. İsa şahsıyla ilgili bir günah zikretmeksizin- (Bir başka rivayette:) "(Beni, Allah'tan ayrı bir ilah edindiler. Bugün bana mağfiret edilirse bu bana yeter!") Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Muhammed aleyhissalatu vesselam'a gidin!" diyecek. İnsanlar Muhammed aleyhissalâtu vesselâm'a gelecekler, -bir diğer rivayette: "Bana gelirler!" denmiştir- ve:
"Ey Muhammed! Sen Allah'ın peygamberisin, bütün peygamberlerin sonuncususun. Allah seni geçmiş-gelecek bütün günahlarını mağfiret buyurdu. Bize Rabbin nezdinde şefaatte bulun. Şu içinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?" diyecekler. Bunun üzerine ben Arş'ın altına gideceğim. Rabbim için secdeye kapanacağım. Derken Allah, benden önce hiç kimseye açmadığı medh u senâları benim için açacak (Ben onlarla Rabbime medh u senâlarda bulunacağım). Sonra: "Ey Muhammed başını kaldır ve iste! (İstediğin) sana verilecek! Şefaat talep et! Şefaatin yerine getirilecek!" denilecek. Ben de başımı kaldıracağım ve: "Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim!" diyeceğim. Bunun üzerine: "Ey Muhammed! Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!" denilecek." Resûlullah sonra şöyle buyurdular: "Nefsim kudret elinde olan Zat-ı Zülcelâl'e yemin olsun. Cennet kapısının kanatlarından iki kanadının arasındaki mesâfe Mekke ile Hecer arasındaki veya Mekke ile Busra arasındaki mesafe kadardır."
Hz. İbrahim aleyhisselam'ın kıssasıyla ilgili bir rivayette şu ziyade var: (Hz. İbrahim, (insanlar, şefaat etmesi için kendine geldikleri zaman, Allah'a şefaat talebinde bulunmasına mani olan üç günahı olarak yıldızlar hakkında sarfettiği "İşte bu Rabbim" (En'am 76) sözünü, atalarının putları hakkında sarfettiği "Belki de bu (putları kırma) işini onların en büyüğü yapmıştır" (Enbiya 63) sözünü ve bir de: "Ben gerçekten hastayım" (Saffat 89) sözünü zikretti."
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
TEFSİR…
وَاتَّقُوا يَوْمًا لَاتَجْزى نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيًْا وَلَايُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلَايُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَاهُمْ يُنْصَرُونَ
Bakara / 48. Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.
Hem ilerde öyle bir günün hesap ve azabından sakının, korunun ki, o gün kimse, kimsenin adına bir şey ödeyemez, kimseden şefaat da kabul olunmaz, kimseden fidye de alınmaz, bunlara hiçbir taraftan bir meded de yapılmaz. Hasılı kimse kimsenin başına gelecek azabı hiçbir şekilde defedemez. Ne zorla def edebilir, ne kolaylıkla. Zorla def edemez, çünkü yardım yok. Kolaylıkla da def edemez, çünkü ya bedava olacak, ya karşılıklı. Bedava olacak olan bir şefaattir, o kabul edilmez. Karşılığı da ya verileceği ayniyle vermektir, halbuki ödemek yok veya başkasıyla vermektir, halbuki fidye yok. İşte böyle bir kıyamet günü vardır. O gelmeden bundan sakınmalı, bundan korunmalıdır. Demek ki bundan korunmak mümkündür.
Fakat geldikten sonra ahirette değil, o gelmeden önce dünyadayken korunmak mümkündür. Çünkü: "Melekleri gördükleri gün, işte o gün suçlulara müjde yoktur." (Furkan, 25/22) melekler görünüp olaylar başlayınca, o gün günahkârlar için bir müjdeye imkan kalmaz. Mu'tezile (mezhebinde olanlar) bu âyete dayanarak, ahirette büyük günah işlemiş olanlara şefaat edilmeyi reddetmişlerdir. Fakat burada şefaatin kabul olunmaması özellikle kâfirler hakkındadır. Ve hitap küfürde ısrar edenlere mahsustur. Zira İsrailoğulları kendilerinin babaları ve dedeleri olan peygamberlerin her halde kendilerine şefaat edeceklerine inanıyorlardı. Bu âyet, bunu reddediyor. Yoksa diğer âyetler gelecektir ve hadisler de vardır ki, Allah'ın izniyle yine şefaat olur. Yasaklanmış olan şefaat herkesin kendiliğinden ve Allah'ın iznine bağlanmadan yapılacağı düşünülen şefaatlerdir. Şu halde kendiliklerinden şefaat edebilirler zannıyla peygamberlere ve velilere tapılmamalı, ancak Allah'a ibadet etmelidir ki, o istediğine her istediği zaman şefaat ettirir. Ve bununla beraber kıyametin başlangıcı öyle korkunçtur ki, o sırada şefaat da bahis konusu değildir. Herkes kazancıyla kalabilecektir ve bu âyet o zamanı anlatmaktadır.
وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّهِ مَا لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هؤُلَاءِ شُفَعَاؤُنَا عِنْدَ اللّهِ قُلْ اَتُنَبِّؤُنَ اللّهَ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِى السَّموَاتِ وَلَا فِىالْاَرْضِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالى عَمَّا يُشْرِكُونَ
Yunus / 18. Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır, diyorlar. De ki: "Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir."
Ve Allah'ı bırakırlar da kendilerine ne zarar, ne de fayda sağlayacak şeylere taparlar. Aciz şekil ve resimlerden, fetişlerden ve putlardan medet umarlar, onlardan teselli beklerler. Ve bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir derler. (En'âm Sûresi'nde İbrahim Aleyhisselam ile ilgili kıssanın tefsirine bkz. (âyet: 74) Orada putperestliğin doğuşu hakkında gerekli bilgiler verilmişti. Burada da denilmiştir ki:
1- Bunlar, her bir iklim için yüce ruhlardan birer belli ruh vardır diye inanıyorlardı. Bundan dolayı onlar adına birer put yapıp dikiyorlardı ve o puta tapmaktan maksatları o ruha tapmak ve onun yardımını dilemek oluyordu.
2- Yıldızlara tapıyorlardı ve o yıldızlar adına diktikleri putlara tapıyorlar ve esas maksatları da o putun temsil ettiği yıldıza oluyordu.
3- Putlara ait bazı tılsımlar uyduruyorlardı ve tılsımlarda bir takım esrarlı güçlerin bulunduğuna inanıyor ve hayal ediyorlardı. O konudaki beklentileri için de onlara tapıyorlardı.
4- Büyük saydıkları kimselerin suretlerini yapıyorlar ve bu timsallere saygı gösteriyor ve tapınıyorlardı. Böyle yapmakla o yüce ruhların, azizlerin kendilerine şefaat edeceklerine inanıyorlardı. Allah katında onlar makbul kimseler oldukları inancıyla onlardan şefaat umuyorlardı.
İşte bütün putperestlik felsefesi bu dört şekil içinde özetlenebilir. Bununla beraber âyetin içeriği daha geniş kapsamlıdır. Bütün şirkin ve putperestliğin kökü doğrudan doğruya Allah'la karşı karşıya gelmeyi ümit edememek ve Hak Mabud'a karşı yalan ve hayalden fayda ve teselli beklemektir.
Taif halkı el-Lât adındaki puta, Mekke ahâlisi "Uzza, Menat, Hübel, İsaf, Nâile" adındaki putlara taparlardı. Hz. Peygamber'in, kıyamet gününe iman konusundaki uyarılarına karşı Taif’li mitoloji şairi ve filozof Nadr b. Hâris'in "Kıyamet günü olduğu vakit el-Lât bana şefaat eder." dediği rivayet olunmaktadır.
Ey hak peygamber! Sen onlara kestirme bir cevap olarak, de ki, Allah'a onun göklerde ve yerde bilgisi dışında bir şey bulunduğunu mu haber veriyorsunuz? Bütün gizlileri bilen Allah Teâlâ'nın bilgisinin ulaşamadığını söylemek, vücud ve imkanın ortadan kalkması demek olduğundan, bu ifadede "putlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir" sözünün gerçekte hiç aslı olmayan ve olmak ihtimali bulunmayan bir yalan ile Allah'a karşı açık bir iftira olduğunu gayet acı bir istihza ile onların yüzüne vurma vardır. Güyâ putlar Allah katında kendilerine şefaat edecekmiş de bundan Allah'ın haberi yokmuş. Hâşa, sümme hâşa! Allah onların koştuğu şirkten münezzeh ve yücedir.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
ŞEFAAT HAK MIDIR? KİMLER NE ÖLÇÜDE ŞEFAAT EDEBİLİRLER, İZAH EDER MİSİNİZ?
Evet, şefaat haktır. Birçok âyet ve hadîste şefaattan bahsedilmekte ve böylece onun hakkaniyeti dile getirilmektedir. Yeri geldikçe bu âyet ve hadîsleri zikredeceğiz. Biz şimdi önce, sorunun ikinci şıkkı olan “Kimler ne ölçüde şefaat edebilirler?” sorularını cevaplamakla mevzua başlamak istiyoruz. Zaten bu kısma verilecek cevap bir cihetle şefaatın hakkaniyetinin de izahı olacaktır.
Peygamberler, evliyâ asfiyâ ve şehîdler -derecelerine göre- Cenab-ı Hakk’ın onlara bahşettiği seviyede şefaat edebilirler ve edeceklerdir. Ancak, bu mevzuda da yine, zirve Allah Rasulü’dür. O ki fetanet-i âzama sahiptir. Her Nebi kendisine bahşedilen sınırsız, fakat bir defaya mahsus şefaat hakkını dünyada kullanırken o, bunu âhirete saklamıştır.. ve âhirette “şefaat-ı uzmâ”nın sahibi olacaktır. Onun “hammâdun”, denilen ümmeti, “Livaül’hamd”in altında toplanacak ve “Makam-ı Mah-mud”un sahibi ünvanıyla O’nun tarafından yapılacak şefaatte herkes payına düşenle şereflenecek ve kurtuluşa ereceklerdir.
Dünya fâni ve geçicidir. Burada çekilen sıkıntılar da bir cihetle işlenen günahlara keffaret sayılır. Ancak insanların perişan ve derbeder olacakları ve kendilerini kurtaracak yeni bir amele de fırsat bulamayacakları bir gün gelecektir -ki, biz ona ahiret diyoruz-işte o gün, Allah Rasulü bütün insanlığı içine alan şefaatıyla ortaya çıkacak ve “en büyük şefaat” ma’nâsına “şefaat-ı uzmâ”sıyla şefaat edecektir. Elbette Allah Rasulü’nün şefaatının da bir sınırı vardır. Zaten, bütün şefaatlar ancak Cenab-ı Hakk’ın izni ve koyduğu ölçü nisbetinde olacaktır ki “ İzni olmadan katında hiç bir kimse şefaat edemez” mealindeki âyet de bize bunu anlatmaktadır (Bakara, 2/ 255).
Bunun böyle olması da gayet tabiî ve normaldir; zira, şefaat edecek olanlar da hissî davranabilir, ölçüyü kaçırabilir ve merhamet-i ilâhîden fazla merhamet ileri sürmüş olabilir.. böylece de Rabb’e karşı sû-i edepte bulunmuş olabilir. Onun içindir ki, Allah (c.c.) bir mîzan, ölçü ve denge vaz’etmiştir. Kim, kime ve ne ölçüde şefaat edebileceği bir takdire bağlanmıştır. Cenâb-ı Hakk’ın bütün icraatında bir adalet ve denge olduğu gibi, âhirette vereceği şefâat selahiyetinde de bir adalet ve denge vardır. Eğer bu şekilde bir tahdid ve sınır konulmuş olmasaydı,bazı kimseler şefaatı da dengesiz olarak kullanırlardı. Nitekim belki de sınırsız bir şefaat selahiyeti onların hislerini galeyana getirerek meselâ, bazı insanların Cehennem alevleri içinde cayır cayır yandıklarını görünce, şefkatleri kabaracak, kafir-münafık-mücrim tanımadan herkesin Cennete girmesini talep edeceklerdi. Halbuki böyle bir talep bazen, milyarlarca mü’minin hukukuna tecavüz de olabilirdi.
Çünkü şefaatin, böyle şahısların hislerine bırakılmasında, günahkâr, sapık, kâfir herkesin, bu hissî şefaatten faydalanma ihtimâli vardır. Bu ise, bütün varlıkların hukukuna rağmen, dağlar cesametinde günah taşıyan kâfire de merhamet edilmesi demektir. Oysaki kâfir, kainatta, Allah’a ait bütün güzellikleri, bütün nizamları, bütün hikmetleri inkâr, tezyif ve tahkir ettiğinden, mekanlar çapında cinayet işlemiş olacaktır ki, hayatının her dakikası yüzlerce cinayetle karalanmış böyle kapkaranlık bir ruha merhamet, merhamet adına saygısızlığın en büyüğü olsa gerektir.
Efendimiz, şefaatının büyük günah işleyenlere olduğunu ifade etmişler ve “Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenleredir” buyurmuşlardır. O her hususda olduğu gibi bu mevzuda da bir denge ve muvazene insanıdır. Zaten bütün ümmet O’nun bu ifadeleriyle teselli bulmakta ve Allah Rasulü’nün şefaatına nail olmayı ummaktadır.
Hallac-ı Mansur bir gün bu hadîsi şerh ederken, cezbeye gelir ve ölçüyü kaçırarak, Efendimiz’e hitaben “Ey Nebîler Sultanı! Niçin böyle sınır koydun da bütün insanlar için demedin. Sen bütün insanlara şefaat etmeyi talep etseydin, yine de Rabbin Seni mahrum bırakmaz ve Sana bu selahiyeti bahşederdi” gibi laflar eder. Tam bu esnada Allah Rasûlü temessül ederek, başındaki sarığı onun boynuna sarar ve: “Bunu başınla öde, sen zannediyor musun ki ben o sözü kendimden söyledim” der. Hallac kolu kanadı biçilip bir ağaç gibi budanırken dahi tebessüm ediyordu. Çünkü biliyordu ki, bu hüküm âli bir mecliste verildi ve o hükme rıza göstermek gerekirdi...
Evet, belkide Hallac’ın dediği gibi, Allah Rasulü Cenab-ı Hakk’dan bütün insanlara şefaat etmeyi talep etseydi, Rabb’i O’na bu selahiyeti verirdi. Ancak O, Allah’a karşı bizim anlayamayacağımız ölçüler içinde saygılıydı. Rabb’in dediğinden başkasını demiyor ve verilen selahiyet sınırlarını da asla zorlamıyordu..
Rabb’in koyduğu şefaat ölçüsünde, şefaat edilecek şahısların buna hak kazanmış olmaları da yer almaktadır. Nitekim bu ma’nâ ile alâkalı olarak, mealen şöyle buyurulmaktadır: “Artık şefaatçıların şefaatı onlara fayda vermez” (Müddessir, 75/48). Bununla da anlıyoruz ki, şefaat herkese ve sınırsız bir ölçüde değildir. Kim, kime şefaat ederse, muhakkak kabul görür diye bir şart da yoktur. Bütün işlerde olduğu gibi, bunda da İlâhî meşiet esasdır.
Kâfir işlediği küfrüyle ta işin başında, bu şefaat dairesinin dışında kalmıştır. O’na hiç kimse şefaat edemez, etse bile ona fayda vermez.
Kur’ân-ı Kerim’de Cenâb-ı Hakk bize bir dua öğretiyor. Bu dua ile himmetin âli tutulması gerektiği hususuna da işaret ediliyor. Dua şudur: “Rabbimiz, bize gözümüzü aydınlatacak eşler, zürriyetler bağışla ve bizi müttakilere imam kıl” (Furkan, 25/74). Yani, Allah’ım çocuklarımız, hanımlarımız, gözümüzü aydınlatacak hüviyette olsun. Bize öyle hayat arkadaşları ver ki, din adına bize teşviklerde bulunsun. Evlatlarımız da, daima arkamızdan hayırlar göndersin ve onlar sebebiyle rahmet çağlayanları üzerimize doğru çağlasın dursun! Bizi sadece müttaki olmakla da bırakma, onlara imam ve önder kıl. Bize öyle lutuflarda bulun ki, şu, İslam’a hizmet boyunduruğunun yere konduğu dönemde ve dine hizmetin âr kabul edildiği bir zamanda, dinine hizmet ettir ve müttakîler önünde bize, imamlık pâyesi ihsan eyle!
Böyle bir anlayış, himmeti âli tutmanın ifadesidir. Cenâb-ı Hakk’dan O’nun öğrettiği usûl içinde şefaat edebilme selahiyeti talep etmekdir. Zaten O vermek istemeseydi, evvela istemeyi vermezdi. Madem ki istemeyi verdi ve nasıl istememiz gerektiğini de öğretti, öyleyse istediğimizi de verecektir. O’nun sonsuz rahmetinden bunu umuyor ve bekliyoruz. O’nun için burada dikkat edilmesi gereken hususun iyi anlaşılması lazımdır. Evet, Rabbimiz’den sadece Cennetin bir köşesine bizi kabul buyurmasını istemek, himmetin düşüklüğüne delildir. Halbuki Allah (c.c.) bize himmetimizi yüksek tutmamızı öğretmektedir. Evet himmetimizi yüksek tutmalıyız, tutmalı ve O’ndan, müttakilere bizi imam kılmasını, onlara şefaat edebilme selahiyetini vermesini talep etmeliyiz...
Efendimiz bir hadîslerinde, âhiretten bir tabloyu şöyle anlatırlar: Allah (c.c.), Hz. Nuh’a soracak: “Sen, sana düşen vazifeyi hakkıyla yerine getirdin mi?” O büyük peygamber cevap verir: “Evet Ya Rabbi, yerine getirdim. Bana verdiğin tebliğ vazifesini kusursuz edâ ettim.” Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk, Hz. Nuh’dan şahid ister. O da Ümmet-i Muhammed’i şahid gösterir. Bunun nasıl olacağı sorulunca da, şöyle cevap verir: “Sen onları ümmetlere şahid kıldın.. onlar da ellerindeki Kitap’ta gördüler ki Nuh vazifesini yapmış. Ve işte ben de onları bugün kendime şahid olarak gösteriyorum.”
Evet, âyet öyle diyordu: “İşte böylece, sizin insanlar üzerinde şahidler olmanız, Rasul’ün de sizin üzerinize bir şahid olması için sizi ümmet-i vasat (dengeli ve orta bir ümmet) kıldık” (Bakara, 2/143).
Şefaat haktır ve gerçektir. Bütün büyükler Cenab-ı Hakk’ın koyduğu sınır dahilinde şefaat edeceklerdir. Şahid olmak da bir bakıma şefaat kabul edilecekse, eğer, Ümmet-i Muhammed bu ma’nâda bütünüyle şefaat edecektir.
Şefaatı inkar edenlerin, dünyada da ukbada da kazanacakları bir şey yoktur. Çünkü Allah (c.c.) orada kullarına, kulları O’nu nasıl bilip tanımışlarsa, öyle muamele edecektir...
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
KİŞİNİN KENDİNE ŞEFAATİ
Kişinin kendine şefaati, ancak herhangi bir şahs-ı manevîye bağlılıkla mümkündür. Şahs-ı manevîye bağlılık ise ferdin kendini cemaatta eritip onunla bütünleşmesi demektir. Cemaat ise, aynı düşünce, ideal ve mefkurede birleşen ferdlerden meydana gelen topluluktur. Ve işte bu özelliktir ki, cemaatı diğer kitle ve yığınlardan ayırır.
Cemaat olma, kollektif şuura ulaşmakla elde edilir. Kollektif şuur, ferdi kendi yapısı içinde eritir ve onu çok buudlarından bir buud haline getirir ve artık orada mutlak ferd yoktur, cemaat vardır. Ferd cemaatleşmiş, cemaat de âdetâ tek bir ferd olmuştur. Böyle bir atmosferde yapılan ibadetler bütünüyle aynı havza akmaktadır. Böyle olunca da cemaatin şahs-ı manevîsi, manevî mertebelerde hızlı ve bir gider tâ zirvelere yükselir. Hiçbir ferdî ibadet kişiyi bu zirvelere bu kadar kısa zamanda yükseltemez.
Cemaat özünü, keyfiyet plânında koruduğu sürece de hep yükselir. Öyle ki, bâzen bir cemaat gavsiyet ve kutbiyeti bile temsil eder. Hattâ bâzen şahs-ı manevînin ulaştığı bu nokta, yanlışlıkla, cemaati temsil eden kişiye izafe edildiği de olur ki, bu da bir içtihad hatasıdır. Güzel gören, güzel düşünen temiz insanların vicdanları bir hakikati doğru sezmişlerdir ama, tevilde yanılma vardır. Ne var ki bu tür yanılmalarda günah yoktur ve hüsn-ü zan sahipleri bu yanılmaları yüzünden mesul de tutulmazlar. Ancak ifrata kaçmamak ön şartıyla.
Bir cemaat, kutbiyet ve gavsiyeti temsil makamına yükselince, şefaat dairesi de o seviyede genişler ve bazen bütün cemaat ferdlerini içine alır. Durum böyle olunca da, cemaat kendi uzuvları olan ferdlere şefaat etmiş sayılır. Evet, bu bir yönüyle ferdlerin kendilerine şefaat etmeleri demektir.
Velâyetin “şahs-ı manevî”yle temsil edilmesi hem en kestirme hem de en garantili yoldur. Zira ortada, ferdi kendini beğenmeye sevkedecek bir durum yoktur. Elde edilen makam şahs-ı manevîye aittir. Dolayısıyla da ferd, nefsini gurura sürükleyici her türlü engel ve engebelerden korunmuş demektir.
Diğer taraftan günümüzde hiçbir ferdin tek başına böyle makamları kazanması mümkün değildir. Evet, bizler ancak şahs-ı manevîye intisapla zirveleri yakalayabiliriz.
Cemaatin kurbiyet, kutbiyet ve gavsiyeti temsil edebilmesi için de elbet bazı şartlar vardır. Bu şartları şöyle sıralamak mümkündür;
1- Cemaat ferdleri birbiriyle çok sıkı irtibat içinde olmalıdır.
2- Herkes aynı güzel duygu ve düşüncelerle dopdolu bulunmalıdır.
3- İbadet, evrad ü ezkar ve kulluğun her çeşidi üzerinde kemal-i hassasiyetle durulmalıdır.
ŞEFAAT HAKTIRŞefaat haktır ve gerçektir. Bütün büyükler Cenab-ı Hakk’ın koyduğu sınır dahilinde şefaat edeceklerdir. Eğer “Şâhid” olmak da bir bakıma şefaat kabul edilecekse, ümmet-i Muhammed bu ma’nâda bütünüyle şefaat edecektir.
Şefâati inkâr edenlerin, dünyada da ukbada da kazanacakları birşey olmasa gerek. Çünkü Allah (cc) orada kullarına, kulların O’nu bilip tanımaları ölçüsünde muâmele edecektir...
ORUÇ ŞEFAAT EDECEKTİR
Oruç kıyamet günü oruçlu için şefaat edecek ve Cenab-ı Hakk’a niyazda bulunarak: “Ya Rabbi! Ben onu gündüzleri yiyip içmekten ve zevklerinden alıkoydum. Bunun için onun hakkındaki şefaatimi kabul buyur” diyecektir.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Bir zaman gençlik gecesinin uykusundan ihtiyarlık sabahıyla uyandığım vakit kendime baktım; vücudum kabir tarafına bir inişten koşar gibi gidiyor. Niyazi-i Mısrî'nin Günde bir taşı bina-yı ömrümün düştü yere, Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber...
Dediği gibi, ruhumun hanesi olan cismimin de hergün bir taşı düşmekle yıpranıyor ve dünya ile beni kuvvetli bağlayan ümidlerim, emellerim kopmaya başladılar. Hadsiz dostlarımdan ve sevdiklerimden müfarakat zamanının yakınlaştığını hissettim. O mânevî ve çok derin ve devasız görünen yaranın merhemini aradım, bulamadım. Yine Niyazi-i Mısrî gibi dedim ki: Dil bekası, Hak fenası istedi mülk-ü tenim, Bir devasız derde düştüm, ah ki Lokman bîhaber!
O vakit birden merhamet-i İlahiyyenin lisanı, misali, timsali, dellâlı, mümessili olan Peygamber-i Zîşan Aleyhissalâtü Vesselâm'ın nuru ve şefaati ve beşere getirdiği hediye-i hidayeti, o dermansız hadsiz zannettiğim yaraya güzel bir merhem ve tiryak oldu. Karanlıklı ye'simi, nurlu bir ricaya çevirdi.
Evet ey benim gibi ihtiyarlığını hisseden muhterem ihtiyar ve ihtiyareler! Biz gidiyoruz, aldanmakta faide yok. Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar, sevkiyat var. Fakat gafletten ve kısmen de ehl-i dalâletten gelen zulümat evhamlarıyla bize firaklı ve karanlıklı görünen berzah memleketi, ahbabların mecmaıdır. Başta şefiimiz olan Habibullah Aleyhissalâtü Vesselâm ile bütün dostlarımıza kavuşmak âlemidir. Evet bin üçyüz elli senede, her sene üçyüz elli milyon insanların sultanı ve onların ruhlarının mürebbisi ve akıllarının muallimi ve kalblerinin mahbubu ve her günde eessebebü kelfail sırrınca, bütün o ümmetinin işlediği hasenatın bir misli, sahife-i hasenatına ilâve edilen ve şu kâinattaki makasıd-ı âliye-i İlahiyenin medârı ve mevcudatın kıymetlerinin teâlisinin sebebi olan o Zat-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyaya geldiği dakikada "ümmetî ümmetî" rivayet-i sahiha ile ve keşf-i sadıkla dediği gibi, mahşerde herkes "nefsî nefsî" dediği zaman, yine "ümmetî ümmetî" diyerek en kudsî ve en yüksek bir fedakârlık ile, yine şefaatıyla ümmetinin imdadına koşan bir zatın gittiği âleme gidiyoruz. Ve o güneşin etrafında hadsiz asfiya ve evliya yıldızlarıyla ışıklanan öyle bir âleme gidiyoruz.
İşte o zatın şefaatı altına girip ve nurundan istifade etmenin ve zulümat-ı berzahiyeden kurtulmanın çaresi: Sünnet-i Seniyyeye ittibadır
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
CEMAATLE KILINAN NAMAZ
Mü'minler ibadetlerinde, dualarında birbirine dayanarak cemaatle kıldıkları namaz ve sair ibadetlerinde büyük bir sır vardır ki; her bir ferd, kendi ibadetinden kazandığı miktardan pek fazla bir sevab cemaatten kazanıyor. Ve her bir ferd ötekilere duacı olur, şefaatçi olur, tezkiyeci olur, bilhassa Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâma... Ve keza her bir ferd arkadaşlarının saadetinden zevk alır ve Hallâk-ı kâinata ubâdiyet etmeye ve saadet-i ebediyeye namzed olur.
İşte mü'minler arasında, cemaatler sayesinde husule gelen şu ulvî, manevî teavün ve birbirine yardımlaşmak ile hilafete haml, emanete mazhar olmakla beraber mahlukat içerisinde mükerrem ünvanını almıştır.
BESMELE VE ŞEFAAT
Şu hadsiz kâinatı şenlendiren, bilmüşahede rahmettir. Ve bu karanlıklı mevcudatı ışıklandıran, bilbedahe yine rahmettir. Ve bu hadsiz ihtiyacat içinde yuvarlanan mahlukatı terbiye eden, bilbedahe yine rahmettir. Ve bir ağacın bütün heyetiyle meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kâinatı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muavenetine koşturan bilbedahe rahmettir. Ve bu hadsiz fezayı ve boş ve hâlî âlemi dolduran, nurlandıran ve şenlendiren, bilmüşahede rahmettir. Ve bu fâni insanı ebede namzed eden ve ezelî ve ebedî bir zâta muhatab ve dost yapan, bilbedahe rahmettir.
Ey insan, madem rahmet böyle kuvvetli ve cazibedar ve sevimli ve mededkâr bir hakikat-ı mahbubedir. "Bismillahirrahmanirrahîm" de. O hakikata yapış ve vahşet-i mutlakadan ve hadsiz ihtiyacatın elemlerinden kurtul ve o Sultan-ı Ezel ve Ebed'in tahtına yanaş ve o Rahmetin şefkatiyle ve şefaatıyla ve şuaatıyla o Sultan'a muhatab ve halil ve dost ol! Evet kâinatın enva'ını hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp bütün hacatına kemal-i intizam ve inayet ile koşturmak, bilbedahe iki haletten birisidir:
Ya kâinatın herbir nev'i kendi kendine insanı tanıyor, ona itaat ediyor, muavenetine koşuyor. Bu ise yüz derece akıldan uzak olduğu gibi, çok muhalâtı intac ediyor. İnsan gibi bir âciz-i mutlakta, en kuvvetli bir Sultan-ı Mutlak'ın kudreti bulunmak lâzım geliyor. Veyahut bu kâinatın perdesi arkasında bir Kadîr-i Mutlak'ın ilmi ile bu muavenet oluyor. Demek kâinatın enva'ı, insanı tanıyor değil, belki insanı bilen ve tanıyan, merhamet eden bir zâtın tanımasının ve bilmesinin delilleridir.
Ey insan! Aklını başına al. Hiç mümkün müdür ki: Bütün enva'-ı mahlukatı sana müteveccihen muavenet ellerini uzattıran ve senin hacetlerine "Lebbeyk! dedirten Zât-ı Zülcelal seni bilmesin, tanımasın, görmesin? Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor. Sen de onu bil, hürmetle bildiğini bildir. Ve kat'iyen anla ki: Senin gibi zaîf-i mutlak, âciz-i mutlak, fakir-i mutlak, fâni, küçük bir mahluka koca kâinatı müsahhar etmek ve onun imdadına göndermek; elbette hikmet ve inayet ve ilim ve kudreti tazammun eden hakikat-ı rahmettir. Elbette böyle bir Rahmet, senden küllî ve hâlis bir şükür ve ciddî ve safî bir hürmet ister. İşte o hâlis şükrün ve o safi hürmetin tercümanı ve ünvanı olan "Bismillahirrahmanirrahîm"i de. O rahmetin vusulüne vesile ve o Rahman'ın dergâhında şefaatçı yap.
Evet rahmetin vücudu ve tahakkuku, Güneş kadar zâhirdir. Çünki nasıl merkezî bir nakış, her taraftan gelen atkı ve iplerin intizamından ve vaziyetlerinden hasıl oluyor. Öyle de: Bu kâinatın daire-i kübrasında binbir ism-i İlahînin cilvesinden uzanan nuranî atkılar, kâinat sîmasında öyle bir sikke-i rahmet içinde bir hâtem-i rahîmiyeti ve bir nakş-ı şefkati dokuyor ve öyle bir hâtem-i inayeti nescediyor ki, Güneş'ten daha parlak kendini akıllara gösteriyor. Evet Şems ve Kamer'i, anasır ve maadini, nebatat ve hayvanatı bir nakş-ı azamın atkı ipleri gibi o binbir isimlerin şualarıyla tanzim eden ve hayata hâdim eden ve nebatî ve hayvanî olan umum validelerin gayet şirin ve fedakârane şefkatleriyle şefkatini gösteren ve zevilhayatı hayat-ı insaniyeye müsahhar eden ve ondan rububiyet-i İlahiyenin gayet güzel ve şirin bir nakş-ı azamını ve insanın ehemmiyetini gösteren ve en parlak rahmetini izhar eden o Rahman-ı Zülcemal, elbette kendi istiğna-i mutlakına karşı, rahmetini ihtiyac-ı mutlak içindeki zîhayata ve insana makbul bir şefaatçı yapmış. Ey insan, eğer insan isen "Bismillahirrahmanirrahîm" de. O şefaatçıyı bul. Evet, zeminde dörtyüz bin muhtelif ayrı ayrı nebatatın ve hayvanatın taifelerini, hiç birini unutmayarak, şaşırmayarak, vakti vaktine kemal-i intizam ile hikmet ve inayet ile terbiye ve idare eden ve küre-i arzın sîmasında hâtem-i ehadiyeti vaz'eden; bilbedahe belki bilmüşahede, rahmettir ve o rahmetin vücudu, bu küre-i arzın sîmasındaki mevcudatın vücudları kadar kat'î olduğu gibi, o mevcudat adedince tahakkukunun delilleri var. Evet zeminin yüzünde öyle bir hâtem-i rahmet ve sikke-i ehadiyet bulunduğu gibi, insanın mahiyet-i maneviyesinin sîmasında dahi öyle bir sikke-i rahmet vardır ki, küre-i arz sîmasındaki sikke-i merhamet ve kâinat sîmasındaki sikke-i uzma-yı rahmetten daha aşağı değil. Âdeta binbir ismin cilvesinin bir nokta-i mihrakıyesi hükmünde bir câmiiyeti var.
Ey insan, hiç mümkün müdür ki: Sana bu sîmayı veren ve o sîmada böyle bir sikke-i rahmeti ve bir hâtem-i ehadiyeti vaz'eden zât seni başıboş bıraksın, sana ehemmiyet vermesin, senin harekâtına dikkat etmesin, sana müteveccih olan bütün kâinatı abes yapsın, hilkat şeceresini meyvesi çürük, bozuk, ehemmiyetsiz bir ağaç yapsın? Hem hiç bir cihetle şübhe kabûl etmiyen ve hiç bir vechile noksaniyeti olmayan, güneş gibi zâhir olan rahmetini ve ziya gibi görünen hikmetini inkâr ettirsin? Hâşâ!..
Ey insan! Bil ki: O rahmetin arşına yetişmek için bir mi'rac var. O mi'rac "Bismillahirrahmanirrahîm"dir. Ve bu mi'rac ne kadar ehemmiyetli olduğunu anlamak istersen, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın yüzondört sûrelerinin başlarına ve hem bütün mübarek kitabların ibtidalarına ve umum mübarek işlerin mebde'lerine bak. Ve Besmelenin azamet-i kadrine en kat'î bir hüccet şudur ki: İmam-ı Şafiî (R.A.) gibi çok büyük müçtehidler demişler: "Besmele tek bir âyet olduğu halde Kur'anda yüzondört defa nâzil olmuştur."
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
BİR KISSA

Iran-Irak Savaşı'nda kaybettiği kocasının biriktirmiş olduğu imkânları da çoktan tüketmiş, bir gün aç, bir gün tok yaşar hale gelmişlerdi. Kendi neyse de geride kalan üç çocuk yokluk bilmiyor, acıkınca feryadı basıyorlardı.
Kerkük'ün sokaklarında ise sefalet kol geziyordu. Kim kime yardım edecek, destek olacaktı?..
Bir yanı yıkılmaya yüz tutmuş evceğizinin camından yola doğru ümitsizce bakarken bir taksinin durduğunu, içinden bir yolcunun da indiğini görmüştü. Demek ki taksi şoföründe az çok para olacaktı. Çünkü müşteri indirmişti. Bütün cesaretini ve ümidini toplayarak yola koştu. Yaklaşıp direksiyonun başında arabasını hareket ettirmek üzere olan şoföre seslendi:
- Sakın beni dilenci falan zannetmeyin. Üç çocuğumla üç gündür aç beklemekteyim. Bu gidişle namusumun lekelenmesinden korkmaya başladım. Allah rızası için yardımda bulunun. Ben açlıktan ölmeye razıyım. Fakat çocuklarımın çığlıklarına tahammül edemiyorum...
Beklenmedik bir anda gelen bu Allah rızası için yardım talebi zaten kıtkanaat geçinen şoförü şaşırtmıştı. Düşünmeye başladı,
Cebinde bir miktar parası vardı var olmasına. Ancak bu parayı aylardır biriktiriyordu. Çünkü taksisinin dört lastiği de eskimişti. Onları değiştirmek için çırpınıyordu. Zaten akşamlan eve gelince hanım da devamlı ikaz etmekten geri kalmıyordu:
- Ne zaman değiştireceksin bu lâstikleri? Birazcık geç kalsan aklıma kötü şeyler geliyor. Acaba bir kaza mı yaptı kabak lastiklerle? diye korku içinde bekliyorum. O an için nefsi ve şeytanı birlik olup vesvese vermeye başladılar:
- Sen zaten zor geçinen kimsesin. Yardım edecek durumda değilsin. Bas gaza, git yoluna. Fakat imanı ve vicdanı da sesleniyorlardı:
- Para dediğin şey böyle gün için lâzım olur. Belli olmaz. Allah'ın rızasının nerede olduğu. Biriktirdiğin parayı bu muhtaç hanıma vermelisin. Tam yeridir!
Nihayet nefsini ve şeytanını yenmiş, cebindeki parayı tümüyle uzatarak:
- Al bacım, sen namusunla yaşa. Bu para bir müddet idare eder. Sonrasına da Allah başka sebepler yaratır demiş, minnet etmemek için de hemen gaza basıp oradan uzaklaşırken, kadının:
- Sen benim ihtiyacımı karşıladın, Allah da senin ihtiyacını karşılasın., duasını duymuş, gün boyunca kulaklarında çınlayan bu duaya hep (amin) deyip durmuştu. Akşam eve gelince beklediği soruya yine muhatap oldu:
- Hâlâ değiştirmemişsin arabanın lâstiklerini? Adam, hiçbir şey hissettirmeden:
- Bir lâstikçiyle anlaştım. Yeni lastikler gelince hemen değiştirecek., diyerek geçiştirdi.
Bu geçiştirme işi birkaç gün devam ettiği için bir akşam yine eve gelirken iyice sıkılmış, bu defa ne diyeceğim diye düşünürken hiç beklenmedik bir durumla karşılaşmıştı.
Hanım bu defa kendisine adres yazılı bir kâğıt uzatmış, sonra da şöyle demişti:
- Bugün lâstikçi geldi, şu adresi verdi. Yarın bana gelsin lâstiklerini değiştireceğim, deyip gitti. Al bu adresi, dedi.
Belli etmemişse de bunun izahını yapamamıştı. Çünkü böyle bir lâstikçi ile konuşmamıştı. Merakla sabahı bekledi.
ilk işi kâğıttaki adrese gitmek oldu. Garipliğe bakın ki tamirciyi hayatında hiç görmemiş, buraya hiç gelmemişti. Elindeki kâğıdı uzatınca bir şaşkınlık iki tarafta da yaşandı. Adam:
- Sen o musun, deyip boynuna sarıldı, başladı hıçkıra hıçkıra ağlamaya. Sonra da şöyle devam etti:
- Tam üç gündür Resûlullah Aleyhisselam rüyama giriyor ve bana, "şu adresteki şoförün lâstiklerini değiştir, ücret olarak da benim şefaatime nail ol" buyuruyor. Allah için söyle. Sen ne türlü bir İyilik ettin, nasıl bir hayır dua aldın ki, Resûlullah Aleyhisselam üç gündür beni İkaz ediyor, senin lâstiğini değiştirmem için beni vazifelendiriyor?
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
ŞİFALI KASİDENİN ÖYKÜSÜ
Yedinci hicret asrında yaşamış olan Şerefüddin Busiri, Mısır'ın hak âşığı şairlerinden biridir. Yazdığı birçok şiir ve kasidelerinde Resûlüllah'ı pek veciz bir anlatımla medhetmiş, peygamber sevgisinin gönüllerde yer tutmasına büyük ölçüde hizmette bulunmuştur.
Bu büyük Hâk aşıkına hayatinin son yıllarında felç isabet eder. Vücudunun yansına hâkim olamaz hâle gelir. Günlerce yattığı yatağında bir yandan öbür yana dönemez olur. Bu yüzden duyduğu üzüntü ve acılar, onu kalbi ve derunî vecde iter.
Başına gelen bu dert sebebiyle hep gönül gözüyle ağlayan bu aşk adamı, bir gece, kamış kalemini eline alarak kalbine gelen ilhamı yazmaya başlar. Güzel kafiyelerle yazdığı kasidesinde Allah'ın Resulü'nün hiç bir insanda bulunmayan yüce meziyet ve özelliklerini, ateşli bir ifâdeyle işler ve şefaat talebinde bulunur.
Neden sonra sâkinleşen Şerefüddin, artık yorulur, kalemini yanı başındaki rahlesine bırakarak zaten hâkim olamadığı vücudunu yatağına tamamen terk eder. Bastıran uykudan kendini alamaz. Az mı uyur çok mu bilinmez, tatlı bir rüyaya dalar.
Rüyasında ötelerden tebessüm ederek görünen Allah'ın Resulü:
- Şerefüddin, der. Oku bakalım şu az önce yazdığın kasideni de dinleyelim.
Bütün varlığıyla ürperen Şerefüddin, önce utanır, sonra da ısrar üzerine gece yazdığı kasidesini okumaya başlar.
Okudukça yüzünde tebessüm işaretleri artan Resûlüllah, sonunda mübarek elini, Şereftıddin'in felç isabet eden organları üzerinde gezdirir.
"Allah seni bu hastalıktan halâs eylesin diyerek gözlerden kaybolur.
Sabaha karşı gözlerini açan Şerefüddin Busirî, yine üzüntü içinde sabah ezanını dinlerken, bir şaşkınlık alır kendisini. Önce inanamaz, sonra iyice yoklar kendini. Ayağını bir çeker, bir uzatır, yine inanamaz. Yorganı üzerinden hızla fırlatır, sıçrayarak doğrulur. Artık iyice anlar ki vücudunda ne felç kalmıştır, ne de herhangi bir rahatsızlık!..
Sevincinden ne yapacağını şaşıran Hak âşıkı, hemen abdestini alır ve mescidin yolunu tutar. Hasret kaldığı sokaklardan hızla yürürken, yolda o günün büyük din bilgini Şeyh Ebûr'Recâ'ya yetişir.
Kendisi tek kelime söylemeden, ondan şu sözleri işitir:
- Geçmiş olsun Şerefüddin; şu kasideni oku da bir de biz dinleyelim?
- Hangi kasideyi?
- Canım bizi yabancı sayma, bu gece Resûlüllah'a okuduğun kasideni?
Şerefüddin hemen orada kasidesini okur, ancak girişinde bir eksik yer bıraktığı için, Şeyh Ebû'r Recâ onu da ilâve eder.
İslâm edebiyatına (Kasîde-i Bür'e) yahut da halk arasındaki söylenişiyle (Kasîde-i Bürde) ismiyle geçen ve sahibinin şifasına sebeb olan, bu şiire Arabça, Farsça, Türkçe şerhler yazılmış, hattâ kayıtlara bakılırsa bu şerhlerin sayısı doksanı bulmuştur.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
ŞEFAATLA İLGİLİ ACÎB BİR HÂDİSE
Muhammed bin Ubeydillâhi'l-Utbî Hazretlerinden gelen şöyle bir rivâyet vardır: Buyuruyorlar ki: Resûlüllah (A.S.M.) Efendimizin kabirlerini ziyarete geldim. Ziyaret ettim ve O'nun hizasına oturdum. Derken bir Arab köylüsü geldi, ziyaretini yaptı ve şöyle dedi: "Ey resûllerin en hayırlısı! Allahü Teâlâ sana doğru bir kitap indirdi ve onda şöyle fermân etti: "Eğer onlar kendi nefislerine zulmettikleri zaman Allah'a istiğfar ederek sana gelirlerse, sen de onlar için mağfiret talebinde bulunursan Allah onların tevbelerini kabûl eder, onlar Allah'ı tevbe edenlere merhamet edici olarak bulur."
İşte ben de günahlarımdan tevbe ederek Rabbimin huzurunda bana şefaat etmeni dileyerek senin huzuruna geldim. Şefaatini benden esirgeme." Köylü böyle dedikten sonra bir şiir okudu, günahlarına tekrar tevbe etti ve oradan uzaklaştı. Bu arada ben uyumuşum. Rü'yamda Resûlüllah'ı (A.S.M.) gördüm.
Bana şöyle diyordu: "Haydi koş, (köylüye) yetiş ve benim şefaatımla Allahü Teâlâ'nın onu bağışladığını müjdele." Ben, hemen uyanarak köylüyü bulayım diye koştum, fakat bulamadım.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
ayrıca meryem süresinde elmalılı'nın orjinal mealinde:
Elmalılı Orijinal: Rahmanın nezdinde bir ahd almış olan kimseden başkaları şefaate malik olamıyacaklar
burda şefaat etme değil şefaate malik olma vardır.bence siz dikkat etmemişsiniz onların hepsi kafirlereymiş gibi bir izlenim yok?başlı başına 3 tane ayet.dediğiniz gibi değil yani.

şefaat e malik sahip olamaz yani burda siz diyorsuz ki , şefaat olunanlar anlamı çıkarmışsınız, lakin biz de şefaat etmeye yetkili anlamı çıkarmışız malik kelimesi şefaat etme hakkı olanlar anlamındadır.

O gün, Allahü teâlânın kendisine şefâat etmeye izin verdiği ve sözünden hoşnûd olduğu kimselerden başkasının şefâati fayda vermez. (Tâhâ sûresi: 109)


19/MERYEM-87: Lâ yemlikûneş şefâate illâ menittehaze inder rahmâni ahdâ(ahden).

Rahman'ın katında bir ahd almış olandan başkası asla şefaatte bulunamıyacaktır.[ MERYEM SÛRESİ:87]

ve bu söylediğimiz taha suresinde yine zikredilmektedir bu tek ayet değildir. bir ikinci arapçası ile ele almamız gerekir.
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Allah fatır :22'de ölülere hiçbirşey işittiremezsin diyor. siz bunu vahyi dinlemez diyebilirsiniz ama ölüler işitmezler ve insanların şefaat beklediklerinin hepsi Hakk'ın rahmetine kavuşmuş durumda.onlar sizi kıyamette nasıl tanıyacak ve şefaat edecek?

35/FATIR-22: Ve mâ yestevîl ahyâu ve lel emvât(emvâtu), innallâhe yusmiu men yeşâu, ve mâ ente bi musmiin men fîl kubûr(kubûri).
Ve hayy (diri) olanlar ve ölüler eşit olmaz. Muhakkak ki Allah, dilediğine işittirir. Ve sen, kabirlerde (mezarlarda) olanlara işittirici değilsin.

35/FATIR-23: İn ente illâ nezîr(nezîrun).
Sen sadece bir nezirsin (uyarıcısın).

burdaki kabirden kastın mezralardakilermi ?


2/BAKARA-16: Ulâikellezîneşterevûd dalâlete bil hudâ, fe mâ rabihat ticâretuhum ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne). İşte onlar, o kimselerdir ki; hidayet ile dalâleti satın aldılar. Fakat onların ticareti, onlara hiç kâr sağlamadı ve hidayete ermiş değillerdi.

2/BAKARA-17: Meseluhum ke meselillezistevkade nârâ(nâren), fe lemmâ edâet mâ havlehu zeheballâhu bi nûrihim ve terekehum fî zulumâtin lâ yubsirûn(yubsirûne).

Onların durumu, ateş yakıp böylece çevresindeki şeyleri aydınlattığı zaman Allah’ın nurlarını giderdiği ve onları karanlıklar içinde bıraktığı kimselerin durumu gibidir. (Artık) onlar göremezler

2/BAKARA-18: Summun bukmun umyun fe hum lâ yerciûn(yerciûne).

Sağır, dilsiz ve kördürler. Artık onlar, (Rab’lerine) dönmezler.



çükü her kabirdekine ölü demeyin; zira;

2/BAKARA-154: Ve lâ tekûlû li men yuktelu fî sebîlillâhi emvât(emvâtun), bel ehyâun ve lâkin lâ teş’urûn(teş’urûne).
Ve Allah yolunda öldürülen kimseler için “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Fakat siz, farkında olmazsınız.

yani ölü ve diri kavramı kuranda bir çok anlamda kullanılmıştır dikkatli elel almamız lazım yani ker mezarda yatana ölü demeyin diride olabiliyor, yada her hayatsal faliyetlerini yerine getirenede yaşıyor demeyin onlar ölü gibi yaşıyor olabiliryor... bu mantık hatalarına düşebilirsiniz...
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
ayrıca bana göre de sizler doğru yolda olduklarını sananlarsınız?



43/ZUHRUF-36: Ve men ya’şu an zikrir rahmâni nukayyıd lehu şeytânen fe huve lehu karîn(karînun).

Ve kim Rahmân’ın zikrinden yüz çevirirse, şeytanı ona musallat ederiz. Böylece o (şeytan), onun yakın arkadaşı olur.
43/ZUHRUF-37: Ve innehum le yasuddûnehum anis sebîli ve yahsebûne ennehum muhtedûn(muhtedûne).
Ve muhakkak ki onlar (şeytanlar), onları mutlaka (Allah’ın) yolundan men ederler (alıkoyarlar). Ve onlar kendilerinin hidayette olduğunu sanırlar.

3/AL-İ İMRAN-100: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tutîû ferîkan minellezîne ûtûl kitâbe yeruddûkum ba’de îmânikum kâfirîn(kâfirîne).
Ey îmân edenler! Eğer o kitap verilen kimselerden bir fırkaya, itaat ederseniz; îmânınızdan sonra, sizi döndürüp kâfir yaparlar.

söyedliklerime çelişen bir ayet verirsen buayetleri kabul edicem bana ait olduğunu yanlız kitabın söylediklerin euyuyorum söylediklerimin nerseinde kitaba ters bir cümle gördün? ama ben diyorumki madem ikimizde ortada kaldık ozaman bilen biri var ona sormamız lazım...


3/AL-İ İMRAN-7: Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
O (Allah) ki; Kitab’ı, sana O indirdi. O’ndan bir kısmı muhkem (mânâsı açık, yorum götürmez, şüphe kabul etmez) âyetlerdir ki; bunlar, (Levhi Mahfuz’daki) ümmülkitapta (yer alan açık ve kesin âyetler)dir. Diğerleri ise müteşabih (mânâsı kapalı, açıklama isteyen) âyetlerdir. Kalplerinde eğrilik (ve döneklik) bulunanlar, fitne çıkarmak ve (kendi yararına uygun) tevîlde (yorumda) bulunmak istedikleri için o (Kitab’)ın müteşabih olan kısmına uyarlar. Halbuki onların tevîlini, kimse bilmez ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olan rasihun (rüsuh sahipleri) ise derler ki: “O’na îmân ettik, hepsi de Rabbimiz katından (indirilme)dir.” Bunu kimse tezekkür edemez ancak ulûl’elbab tezekkür edebilir
 

mugealanya

New member
Katılım
18 Kas 2006
Mesajlar
65
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
"""* Rezin şunu ilave etmiştir: "Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir............"""""
bu hadis: 23 müminün 103 ile çelişmektedir.
(büyük günahları işleyenler şefaatle,küçükler zaten affolacak bu sözler ancak insanları doğru yoldan çıkarmaya teşvik eder.ben sabahtan akşama kadar şefaat dileyeyim ardından yapmadığım halt kalmasın ve ben cennetlik olayım;bu sizce mantıklı mı?
bakara:214
(Ey müminler! ) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah'ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır.

şefaat manalarına göz atarsak :yol gösterici olunan, aracı olunan ve affedici olunan (şefkate uğrayan)
kıyamette af için tek hüküm sahibi Allahtır.
kişinin kendisi için ve başkaları için yol göstericiliği ve aracılık yapması alanen meşrudur.bu konuda tanıklık da meşrudur.

özellikle evliyalara atfedilen şefaat affedicilik üzerine yoğunlaşmıştır Allah esirgesin bizi bu insanı şirke götürmektedir.
isra:11
İnsan; hayır istiyormuşçasına şer ister. Ve insan, esasen çok acelecidir.

ben sizden şefaatin gerekçeli açıklamasını istemiştim amenna araştırmışsınız söylediğiniz diğer ayetlerin çelişkili olup olmaması konumuz dışında olduğundan tartışma boyutlarını değiştirmektedir.

ali imran :138
Bu (Kur'ân) insanlar için bir açıklama, Allah'dan gereğince korkanlar için doğru yolu gösterme ve bir öğüttür.
eman.51
Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'an'la uyar. Onlar için Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi vardır. Gerekir ki Allah'tan korkarlar.

kamer,17,22,32,40
Andolsun biz Kur'an'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) öğüt alan yok mu?
(herhalde Kuran insanlar ve halklar için değilde yalnız evliyalar ve alimler için kolaylaştırıldı diyeceksiniz)
ben yalnızca Kuran diyorum siz Kuran+ hadis+ icma+kıyas vs....uzayıp gidiyor.siz bu adamların doğruyu yazdıklarından doğruyu bildiklerinden nasıl emin olabiliyorsunuz?

sizler zanna uyuyorsunuz çünkü hadisler vs...rivayettir yani zandır.bunun apaçık tarihi bir delili yoktur.
"""""Sen de onlara: Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin, de"""""""
 

mugealanya

New member
Katılım
18 Kas 2006
Mesajlar
65
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
s.a.

s.a.


43/ZUHRUF-36: Ve men ya’şu an zikrir rahmâni nukayyıd lehu şeytânen fe huve lehu karîn(karînun).

Ve kim Rahmân’ın zikrinden yüz çevirirse, şeytanı ona musallat ederiz. Böylece o (şeytan), onun yakın arkadaşı olur.
43/ZUHRUF-37: Ve innehum le yasuddûnehum anis sebîli ve yahsebûne ennehum muhtedûn(muhtedûne).
Ve muhakkak ki onlar (şeytanlar), onları mutlaka (Allah’ın) yolundan men ederler (alıkoyarlar). Ve onlar kendilerinin hidayette olduğunu sanırlar.

3/AL-İ İMRAN-100: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tutîû ferîkan minellezîne ûtûl kitâbe yeruddûkum ba’de îmânikum kâfirîn(kâfirîne).
Ey îmân edenler! Eğer o kitap verilen kimselerden bir fırkaya, itaat ederseniz; îmânınızdan sonra, sizi döndürüp kâfir yaparlar.

söyedliklerime çelişen bir ayet verirsen buayetleri kabul edicem bana ait olduğunu yanlız kitabın söylediklerin euyuyorum söylediklerimin nerseinde kitaba ters bir cümle gördün? ama ben diyorumki madem ikimizde ortada kaldık ozaman bilen biri var ona sormamız lazım...


3/AL-İ İMRAN-7: Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
O (Allah) ki; Kitab’ı, sana O indirdi. O’ndan bir kısmı muhkem (mânâsı açık, yorum götürmez, şüphe kabul etmez) âyetlerdir ki; bunlar, (Levhi Mahfuz’daki) ümmülkitapta (yer alan açık ve kesin âyetler)dir. Diğerleri ise müteşabih (mânâsı kapalı, açıklama isteyen) âyetlerdir. Kalplerinde eğrilik (ve döneklik) bulunanlar, fitne çıkarmak ve (kendi yararına uygun) tevîlde (yorumda) bulunmak istedikleri için o (Kitab’)ın müteşabih olan kısmına uyarlar. Halbuki onların tevîlini, kimse bilmez ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olan rasihun (rüsuh sahipleri) ise derler ki: “O’na îmân ettik, hepsi de Rabbimiz katından (indirilme)dir.” Bunu kimse tezekkür edemez ancak ulûl’elbab tezekkür edebilir

sanırım okadar yazdıklarımı daha okumadın delil diyorsun delilleri bir önceki sayfalarda sundum istersen bir oku bir düşün... sonra konuşalım...


ben ayetlere hiçbir şey söylemedim.ayetler tabiki en genel geçer delil.
o kadar hadis yazmışsın da ben bunların doğruluğunun delilini sordum.
ayetleri herkes kafasına göre yorumlasa da ayetlere karşı delil isteme gibi bir lüksüm yok.
ALLAH bizi doğru yolundan ayırmasın
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden olan ulû'lemre itaat ediniz. Eger bir hususta anlasmazliga düserseniz -Allah'a ve ahiret gününe inaniyorsaniz- onu Allah'a ve Rasule götürün. Bu, hem daha hayirli hem de neticede daha iyidir" (en-Nisâ, 4/59).

"Bunlar Allah'in sinirlaridir. Kim Allah'a ve O'nun Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içinden irmaklar akan cennetlere koyacaktir; orada devamli kalicidirlar. Iste büyük kurtulus budur" (en-Nisâ, 4/13)

Kim Resule itaat ederse Allah'a itaat etmis olur. Yüz çevirene gelince... seni onlarin basina bekci göndermedik" (en-Nisâ, 4/80

Kim bana itâat ederse süphesiz Allah'a itaat etmis olur. Her kim imama itaat ederse süphesiz bana itaat etmis olur. Eler kim imama isyan ederse süphesiz bana isyan etmis olur" (Ibn Mâce, Cihâd, 39)

Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir gruba uyarsaniz, imaninizdan sonra sizi çevirip kâfirler haline getirirler" (Âlû Imrân, 3/100);

"Gerçekten seytanlar, sizinle mücadele etmeleri için dostlarina telkin ederler. Eger onlara itaat ederseniz süphesiz, siz de Allah'a ortak kosanlardan olursunuz" (el-En'am, 6/121).

Yüzleri ateste evrilip çevrildigi gün; keske Allah'a itaat etseydik, peygambere de itaat etseydik, derler" (el-Ahzab, 33/66).

O hevasından konuşmaz. Onun konuştuğu hep vahiydir.” (Necm, 3)

ahzab 21
Şanım hakkı için muhakkak ki size Resullulah'da pek güzel bir örnek vardır. Allah'a ve son güne ümit besler olup da Allah'ı çok zikreden kimseler için.


O gün, Allahü teâlânın kendisine şefâat etmeye izin verdiği ve sözünden hoşnûd olduğu kimselerden başkasının şefâati fayda vermez. (Tâhâ sûresi: 109)

Rahmân'ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır. [ MERYEM SÛRESİ:87]

Selam Seyfullah tekrar basladigimiz yere döndürmekmi istiyorsun öyle olsun sabirli biriyimdir,Ilk ayete cevap yazmayacagim sebebide o kadar acik ki ben derdimi acmazimi zaten Allaha arz ederim;Resulü Ekrem efendimiz hayatta olmadigi icin ona gidemiyorum,bizden bir devlet baskanida olmadigi icin !!

«Benim yapabileceğim, sadece Allah'tan size duyuru yapmak ve O'nun elçilik görevlerini yerine getirmektir.» Artık kim Allah'a ve onun elçisine baş kaldırırsa, ona içinde ebedi kalacakları cehennem ateşi vardır.
Cin72/23


Ikinci ayeti kerime iste bu biz Kitabullahin söyledigi Resulü Ekreme sonuna kadar bagliyiz itaatkariz bir sorun yok iman ettik zaten.Ücüncü ayette tamamInsallahu teala bize o cenneti nasib eder.

De ki: «Ben sizi ancak vahiyle korkutup uyarıyorum,» uyarıldıkları zaman sağırlar çağrıyı duymazlar.
Enbiya21/45

Kim bana itâat ederse süphesiz Allah'a itaat etmis olur. Her kim imama itaat ederse süphesiz bana itaat etmis olur. Eler kim imama isyan ederse süphesiz bana isyan etmis olur" (Ibn Mâce, Cihâd, 39)

Iste buna hic cevap yazmam cünki muhattab degilim kusura bakma,ona sadece söyle bir ayet var herhalde;

Kendilerine doğru yolu gösteren peygamber gelince, insanların iman etmelerine engel olan sebep sadece: «Allah bir insanı mı Peygamber gönderdi?» demeleridir.
Isra17/94

Iste tam bu ayet ona cevaptir Peygamberin Insan olusunu kabul edemeyenler onu ölümsüz melek veye daha baska kabul ettiler ve;

Ve O size: «Melekleri ve peygamberleri tanrılar edinin.» diye de emretmez. Siz müslüman olduktan sonra, size hiç inkârı emreder mi?
Ali-Imran3/80

Hem ruhbanlar kurumunu yasakla hem ruhbanlara görev ver Celiskisiz Kitaba yemin olsunki Böyle celiski Kitabullahtan degildir.

Besinci ayet tam isabet cünki Gurublar tam ehli kitab örnegi nedenmi?Cünki onlardaki itikatlarin cogu bizimkilerdede mevcut,Allah beni onlarin serrinden korusun.INSALLAHU TEALA.

Altinci ve yedinci yine tam isabet Seyfullah,Cünki Ben ve diger dostlar tam tamina KITABULLAHIN tarif ettigi Resule sonuna kadar bagliyiz kendi öz cocuklarimizdan daha cok severiz hatta kendi canimizdan daha cok ama Kütüb-ü sittedeki peygambere asla

O hevasından konuşmaz

Iste bu ayet sen gercekten iyi bir yazicisin Seyfullah onun hayati VAHIYDI dostum o nedenle Vahiyin disindakilerin hepsi sapikliktir.

İşte o Allah sizin gerçek Rabbinizdir. Gerçeğin dışında sapıklıktan başka ne vardır? O halde haktan nasıl çevriliyorsunuz?
(Yunus10/32)


Gercekten onun hayatinda cok örnek var ve biz ondan sasmamak icin ne imamlar ne veliler ne hocalar ne mürsitler ne pirler sihlar isteriz bize onun örnekleri yeter INSALLAHU TEALA diger Resullerinkide hic ayirt etmeyiz.

De ki: «Allah'a, bize indirilen (Kur'ân)e, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene, Musa'ya, İsa'ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere inandık. Onların arasında hiçbir fark gözetmeyiz, biz O'na teslim olmuşlarız».
Ali-imran3/84

Meryem 87 ye bir önceki yazimda yazdigim icin cevabimi link olarak verecegim.


http://www.islamforum.net/genel-islam-konular/4490-nicin-muerthid-i-kamile-ihtiyac-vardyr-2.html
Allaha emanet olun.
 

NARTKAN

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
27 Eyl 2006
Mesajlar
53
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
ya eskiden bu sözlere çok kızardım ama sanırım değiştim

ben son zamanlara kadar zekanın dünyada bol miktarda bulunan bir şey olduğuna inanırdım.

ama bir süre önce fikrim değişti
gerçekten mürşidi kamillere ihtiyaç var
çünkü bizim insanımız koyundan farksız
doğru yani
biri çıkıp güdmeli
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
ya eskiden bu sözlere çok kızardım ama sanırım değiştim

ben son zamanlara kadar zekanın dünyada bol miktarda bulunan bir şey olduğuna inanırdım.

ama bir süre önce fikrim değişti
gerçekten mürşidi kamillere ihtiyaç var
çünkü bizim insanımız koyundan farksız
doğru yani
biri çıkıp güdmeli


Selam,bir alman profösör diyorki insanlar ne yiyorsa az cok onun huyunu alirlar,benim dikkatimi cektide almanlar domuz yiyorlar,belirli bir süre sonra huylari benziyor.Bizimkiler koyun yiyorlar onlarda koyun gibimi?Desem ama dogru nede olsa dünyada hic bir ülkede bir adami alti defa indirip yedi defa basbakan secmediler.Allaha emanet ol.
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
allahin yarattigi insani hayvan seviyesine düsürüp onu güdülecek seviyeyede getirdin ya kendine bir iman muhazafasi yap bence insanlar güdülmesi icin degil allah icin buna ihtiyac var

yoksa kendini bilmez bir insan icin agiza sakiz olmak icin degil
 
Üst Alt