Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Neden Cemaatler Var

ebubekr

New member
Katılım
9 Eki 2007
Mesajlar
127
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
40
Konum
çanakkale
Neden Cemaatler Var?

Dünyadaki birlik ve beraberlikleri bir gözden geçirelim. İnsanın her tarafı göz olsa faydasız olur. Farklı farklı uzuvlar bir araya gelmiş ve hayat denen mu'cize ortaya çıkmıştır. Şimdi göz dese: "Gelin hep benim gibi olun." Bu söz hem zarardır, hem de imkansızdır. O halde bütün organların “hedefimiz bir olsun. Herkes kendi gücü nisbetinde vücuduna ve hayatının devamına hizmet edelim,” demesi en uygunudur.

Ayrıca toplumdaki farklı meslekler; ordudaki hava, kara, deniz gibi farklılıklarla aynı şekilde değerlendirilebilir.

Cemaat, tarikat, mezhep farklılıkları da bunun gibi düşünülebilir. Hepsi vücudun farklı azaları gibidir. Ama tek amaçları olmalı: "Allah rızası için şu insanlığa hizmet etmek." Hedef bir olunca isimlerin farklı olması önemli değildir.

Diğer önemli bir hususta bir birimizi tenkit etmek meselesi. Hani sorsanız birisine: Dünyanın en iyi annesi kimdir? Şüphesiz benim annem, diyecektir. Kendine göre bu cevapta haklıdır. Ama bu cevap dünyada başka annelerin güzel olmadığı manasına gelmez.

Bize de en güzel meslek, meşrep ve mezhep hangisidir diye sorulsa en güzel benimkidir diye biliriz. Diğerleri de böyle düşüne bilir. O zaman aradaki ayrılıklar düşmanlıklar kalkar.

Cemaatler toplumun manevi hayatını devam ettirmeye çalışan uzuvlar gibidir. Hedefleri bir olduğu müddetçe bu vazife taksiminden inşallah Allah’ın rızası çıkacaktır.


Bizim hayatımız Allah’tan olduğu gibi hayatımızın istikameti de yine Allah tarafından belirlenir. Yani insanın insan olması için ne gerekli ise yine Allah tarafından ortaya konulur. Bunun için ayrı bir otoriteye ihtiyaç yoktur. Bu nedenle Allah’ımızın koyduğu kaideleri sistemleştiren ve mücessemleştiren Peygamberlik müessesesi de elbette Allah tarafından kurulmakta ve idare edilmektedir.

Demek ki, başta kur’an sonra sünnet-i Peygamberi bizim önderimizdir. Bu iki menbadan istifade eden hak mezheplerimizde yine bizi Allah’a yaklaştıran dini müesseselerdir. Bunların ortaya koyduğu esas ve prensipler, tamamıyla kur’an ve hadis kaynaklıdır. Bundan dolayı bunlarda dinin ve islamın vazgeçilemez unsurlarıdır. Çünkü bir müçtehid bir söz söylediği vakit kendi namına değil, tamamıyla “ben kur’andan şunu böyle anladım” dengesi üzerinde kurduğundan Allah namına konuşur ve fetva verir.

Cemaatlere gelince, bunlarda tamamıyla İhlası ve rıza-i ilahiyi esas tutmak şartıyla yine dinden kabul edilmektedir. Zira bunların başında bulunan alim büyüklerimiz hayatlarının her safhasında “ben Allah’ın rızasını nasıl kazanırım? Bu insanları nasıl Allah ile barıştırabilirim?” muhasebesi hakimdir. Bu yüzden bu gibi insanların verecekleri her talimatta, Allah’ın koyduğu prensipler doğrultusunda Allah rızası olduğundan bunları da yine dinden kabul etmek gerekir.

Çünkü anlattıkları şeyler, genellikle Kur’an ve hadis kaynaklıdır. Madem bu gibi insanlar ve cemaatler kendilerinden değil dinden konuşuyorlar. Elbette şefkat tokatları gibi mü’minleri lakaytlıktan kurtaran ve ciddiyete sevk eden bazı ilahi kanunlardan bahs edecekler. Ve insanların başına gelen musibet ve sıkıntıların bazılarının, din hizmetinde ki tembellikten kaynaklandığını ifade edecekler.

Zaten Kur’an ve şeriatın bir kısmı mükafatı anlatırken bir kısmı da yapılan günahlara karşı mücazatı yani cezayı anlatmaktadır. Bunu bir İslam alimi anlatsa ve dindarların tembelliklerinden dolayı, musibetlere giriftar olacağını belirtse ve haber verse, bu tamamıyla şeriatın tarzı olur.
 
K

kuranyeter

Guest
selam

(Mekkî 84)Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayın. Bunlardan) her fırka, kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.


(Medenî 89)103 Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın; Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Birbirinizin düşmanı idiniz, Allah kalplerinizi uzlaştırıp kaynaştırdı da O'nun nimeti sayesinde kardeşler haline geldiniz. Ateşten bir çukurun kenarında idiniz; sizi oradan kurtardı. Allah size ayetlerini bu şekilde açıklıyor ki, doğruya ve güzele yol bulasınız.

(Medenî 89)105 Kendilerine açık-seçik kanıtlar geldikten sonra, çekişmeye girip fırkalar halinde parçalananlar gibi olmayın. Böyle olanlar için çok büyük bir azap vardır.

159 Dinlerini parça parça edip fırkalara, hiziplere bölünenler var ya, senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Allah onlara, yapıp ettiklerini haber verecektir.


(Mekkî 62)13 Sizin için, dinden, Nûh'a önerdiğini, sana vahyettiğini, İbrahim'e, Mûsa'ya ve İsa'ya önerdiğimizi şöyle diyerek kanunlaştırdı: "Dini dosdoğru tutun; onda bölünüp fırkalara ayrılmayın!" Onları çağırdığın bu tutum, şirke bulaşanlara çok ağır gelmiştir. Allah, dilediğini kendisi için seçer ve hakka yönelenleri kendisine iletir.
Şûrâ 14
(Mekkî 62)14 Kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki kıskançlık ve azgınlık yüzünden fırkalara bölündüler. Eğer belli bir süreye kadar erteleme sözü Rabbinden gelmiş olmasaydı, aralarında iş mutlaka bitirilirdi. Onların ardından Kitap'a mirasçı olanlar da onun hakkında, işkillendiren bir kuşku içindedirler.

bu ayet tam mezhepçiler içindir.


(Mekkî 84)32 Onlardan ki, dinlerini parçalayıp hizipler/fırkalar haline geldiler. Her hizip kendi elindekiyle sevinip övünür.

 

Huzur_islamda

New member
Katılım
18 Ocak 2008
Mesajlar
123
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Rasulullah'a(sav) asiklar diyarindan..
Efendimiz buyuruyorlarki s.a.v. Allah'ın cc eli Cemaatin üzerindedir.Burada Cemaat kavramı birliktir,Müminlerin tek yürek olması bölünüp parçalanmamasıdır.

Ama aynı zamanda Cemaat kavramı şunu emrederki Mümin müminin aynası hükmündedir.Onlar birlerlerine hayırda teşvik şerden ise sakındırıcı ve nasihat edicidir. Sıkıntılı ve ihtiyac anında birbirlerinin yanındadır.
Mümin mümini bir an nefsiyle ve şeytanla yanlız bırakmamalıdır ( bırakmaz.) Bu beraberlik oto kontrol hükmündedir böylece bir an nefse ve şeytana fırsat verilmemiş olur.

(Manevi tabirle) aynı ortamda bulunan insanlarda in'ikas ( Yansıma )olur kalpler ortak ruhaniyette birleşirler. Ortamda manevi hava ve feyz varsa bu in'ikas yoluyla ordakilere yansır ve kişinin manevi yapısına göre o kişide iz bırakır. Bazende yansıma veya manevi bağ rabıta korunamazsa o güzel hal gider. Aynı şekilde mubah meclisler bile kişide gaflete sebeb olur birde haram meclislerini düşünmelidir.

(Siz hiç Cenaze evinde gülen yada düğünde ağlayan görürmüsünüz o hal istemeseniz bile sizide kaplar.)

Allah Rızası için Salih Dostluklar kazanmaya niyet ve azim edelim.Salih müminlerin kalbinde ve nazarlarında yer bulmaya çalışalim inanın o güzel insanların muhabbet dolu kalpleri ve bakışları kalbinizden dünya muhabbetini ve nefsi kuvveleri yok ederek bize manen huzur verecektir ve İbadete şevk ve Ahirete meyliniz artacaktır. Bu her mümin ve mümin meclislerine işarettir yeterki Salih olan ve olmaya çalışanlar olsun.

Hak ve hakikati kişilerde bilmeyin. Hak ve hakikati bilin, ona tabi' olan kişileri bileceksiniz.



“Sizin cemaat halinde bulunmanız gerekir. Ayrılıktan, tek başına kalmaktan sakının. Şüphesiz şeytan tek başına kalanla beraberdir. O, (Allah için beraber olan) iki kişiden uzak durur.” (Tirmizî, Ahmed, Hakim)

“Şüphesiz Allahu Tealâ, ümmetimi sapık fikir ve fitne üzerinde bir araya getirmez. Allah’ın eli (rahmet ve desteği) cemaatin üzerindedir. Kim cemaattan ayrılırsa ateşe düşer.” (Tirmizî, Tabaranî)
 

ebubekr

New member
Katılım
9 Eki 2007
Mesajlar
127
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
40
Konum
çanakkale
Cemaat, ahir zamanın eritici ve öğütücü dalgalarına karşı koruyucu bir sed ve siperdir. Ferdî yaşanan bir müslümanlıkta, pek çok yanlışlıkların olma ihtimaline karşılık, cemaatleşmede bu ihtimal daha azdır. Ayrıca ferdî yaşayanlar cemaate açılan ve lütfedilen nuranî atmosfer ve iklimlerden mahrumdurlar.

Cemaatte müşterek hareket vardır ve olmalıdır. Ve yine cemaatte istikamet ve isabet şansı daha fazladır. Zira, bir yanda elli-yüz insanın düşünce muhassalası, diğer yanda da, dâhi bile olsa, tek başına bir insanın karihası; evet, kıyas bile edilemez. Bu sebepledir ki Allah (cc) cemaat ile beraberdir.

(FASILDAN FASILA-1)
 

ebubekr

New member
Katılım
9 Eki 2007
Mesajlar
127
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
40
Konum
çanakkale
İslam’da meşrebçilik var mıdır? Sahabe-i Kiram arasında böyle ayrılıklar oluyor muydu? Birleştirici bir fikir ne olabilir?

Meşreb kelimesi, arapçadır ve içmek mânâsına gelen "şurb" kökünden gelir.

Halk arasındaki mânâsı ile, insanların, aynı hakikatları teferruatta değişik anlaması demektir.

Hususiyle bugün, İslâm, iman ve Kur'ân'a hizmet etme davasında, maksatta hedefte bir olmakla beraber, vesile ve yollarda farklı mülahaza ve farklı düşüncelere "meşreb" nazarıyla bakabiliriz.

Dünyanın şarkında ve garbında, kim dine, imana hizmet eder; kim âli olan İslâm dinini âli gösterirse, meşrebi ne olursa olsun o kabul edilmeli, takdir görmeli ve alkışlanmalıdır. Yollar metodlar bir olmayabilir. Önemli olan hedef ve maksad birliğidir.

Bu yolların değiş'ık değişik olmasına tesir eden çeşitli sebebler vardır. İnsanın yetiştiği muhitin, aldığı kültürün, onun üzerinde tesiri olduğu gibi, aynı zamanda, Esmâ-i ilâhiyeye mazhariyet keyfiyetinin de tesiri vardır. Buna göre ayrı ayrı meşreblerin zuhur etmesi normaldir ve öteden beri de zuhur edegelmiştir.

Hz. Ali'nin meşrebi hiçbir zaman Hz. Ebu Bekir'le kâbil-i kıyas değildi. Faruk-u Azam Hz. Ömer'le Ebu Zer'in meşrebleri de tamamen birbirinden farklıydı. Halbuki ikisi de aynı celâdet ve şehâmet içinde idi. Fakat Hz. Ömer'de fevkâlâde bir devlet ve idâre anlayışı, mükemmel bir teşkilatçılık bulunmasına mukabil, Hz. Ebu Zerr, daha çok ferdi bir insandı...

Bundan anlaşılıyor ki, bütün dinleri tevhid, bütün meşrebleri telif eden ve bütün mizaç ve merakları aşan Resul-i Ekrem (S.A.V) devrinde dahi, meşrebler ve mizaçlar tamamen ortadan kalkmadı; meşreblerin tevhidine gidilemedi ve gidilmedi...

Aslında, bunları tevhid etmek fıtrata da aykırıdır. Zira, farklı farklı yaratılan kimselerin aynı şekilde düşünmesine imkân yoktur. Tabii, zorlamanın da çeşitli komplikasyonları olma ihtimâli vardır.

Denebilir ki, mezhebleri telif etmek isteyenler, fıtrattaki bu ince hususu kavrayamamış, insanın mâhiyetini tanıyamamış ve dolayısıyla, beşeri ve beşerdeki istidatları görmemezlikten gelen veya göremeyen kimselerdir. Allah'ın yarattığı kâbiliyetler, eğer O'nun hikmetleıinin iktizâsına göre faaliyet gösterecek ve fonksiyonlarını tam ifâ edeceklerse, elbette ayrı ayrı mezhebler de olacaktır.

Binâenaleyh, istidatlardaki bu farklılık fıkıhda, Hanefî, Şâfiî, Malikî, Hanbelî, Evzâî, Sevrî ve Zührî... ilâmaşallah mezhebler halinde zuhur edecektir. İnsanların gönlüne. hissiyatına, kalbine, vicdanına hitab eden ve şeriat-ı garrâ, din-i mübin-i İslâma hizmet etme maksadıyla, tâ devr-i risâlet penâhiden, bu güne kadar kurulmuş, kalb ve ruhun inkişâfının hedeflendiği sistemlerde de değişik tarikatlar şeklinde ortaya çıkacaktır.

İlk tarikatçılar, Süfyân-ı Sevrî, İbrahim bin Ethem bilhassa hemen her sofînın itimad ettiği Beyâzid-i Bistâmi, daha sonraları Cüneyd-i Bağdâdî.. hususiyle açtığı çığırla dev bir insan olarak, bütün ehl-i hak tarafından sevilip sayılan Gavs-ı Âzâm Abdülkâdir Geylanî ve şahlar şahı Şah-ı Nakşibendî Hazretleri ayrı ayrı meşrebleri, ayrı ayrı mizaçları temsil ederek, hep aynı rengin değişik tonlarında, Hı. Muhammed (S.A.v) hakikatını canlandırmaya çalışmışlardır.

Muhyiddin İbni Arabi'nin târikatını, İmam-ı Rabbanî Hazretlerininki ile yanyana koyacak olursanız, birbirinden çok uzak oldukları görülecektir. Büyük veli İmam-ı Rabbanî, sahabi mesleğinin büyük temsilcisi ve fark mezhebinin de kutbudur. Herkesin . ittifâkıyla Hakikat-ı Ahmedîye'yi (S.A.V) çok iyi anlamıştır. Zâhir ve bâtın-ı Ahmedî'yi(S.A.V) te'lif etmiş ve O'nun iç-dış bütünlüğünü en mükemmel şekilde anlatanlardan birisi belki de birincisi olmuştur. Dörtyüz seneden bu yana neşrettiği envârın aydınlığını hâlâ kalblerimizde hissetmekteyiz...

İşte bu dev insan, yer yer Muhyiddin İbni Arabi'ye karşı: "Fütuhat-ı Mekkiye değil, Fütuhat-ı Medeniye... " diyerek peygamber yolu ve sahabi mesleğini nazara verir ki, bu yol ehl-i sünnet vel'cemaat yolu ve bu cemaat de hakikat-ı Ahmedi yenin(S.A.V) temsilcileridirler. Haddi zatında bu mesele, bir meşreb meselesidir. İbn-i Arabi "Vahdet-i Vücud"a kâil ama, bu, bir ölçüde, "Allah'dan başka varlık yok" mânâsına değil de, "Allah'dan başka varlıkların bizzat vücudları yok" manasına "Vahdet-i şuhud"u işmam eden bir vahdet-i vücud demektir.

Ben, bu dolambaçlı ve karmakarışık yollara, meşreblerin ittihad edemediğini anlatmak için sizleri çekdim ve dolaşdırdım.

Soruya esas teşkil eden meseleye gelince, dünya durdukça, meşrebler ve mezhebler de ihtilaf edecek ve kimse bunun önüne geçemiyecektir. Ama, vesilelerde ayrılmalara rağmen, maksatta birleşilebileceği de her zaman mümkün olabilecektir. Diller ayrı ayrı da olsa, anlattıklaıı hakikat tektir ve tek olacaktır. Arap şairin dediği gibi:

"Bizim ifadelerimiz çok çeşidli ve dağınıktır. Ama senin güzelliğin birdir.

Hepsi senin o güzelliğine işaret etmektedir"

Sözler başka başka, ibâreler değişik; edâlar, havalar hepsi ayrı ayrı ama, hepsinin anlattığı da o biricik güzellik... Evet, ruhlarda, Allah n'rızası,,gönüllerde Şeriat-ı Ahmediye (S.A.V) sevgisi ve ruh bu esasa pervane olduktan sonra, ihtilâflar, sürtüşmeler bulunsa bile, anlaşıp, ittihat etme her zaman mümkün olacaktır.

Bugün, gerçek İslâm anlayışı ile, bir ittihâd ve vifâkın meydana gelmesi için lâzım gelen bir kısım şeyler varsa, ki bence vardır; onların üzerinde durmamız icab edecektir.

İttihad ve ittifak, birleşip bütünleşme ve meşreb anlayışını aşabilme, ya hissî planda veya fikrî ve mantıkî planda olur. Bir seviyede hissi plândaki bu ittihad ve ittifâk anlayışı, çeşitli cemaatlerin bir araya gelmelerine, sûrî dahi olsa bir vahdet tesis etmelerine kâfi gelebilir. Ama, insanlar belli bir seviyede sabit kalmadıkları, daima fikir ve ruh plânında inkişâf ettikleri için, çok zayıf ve pamukdan bir iplik mesabesinde olan bu hissî vahdet ve bu vahdeti meydana getiren bağ, bazan kâfi gelmeyebilir. Onun için insanlar hissî bağın kâfi geleceği noktaya kadar hissî bağlarla bağlansalar da, onun kâfi gelmediği noktada, bir masanın etrafında oturup fikrî ve mantıkî bir vahdet temin etmeleri şaıttır. Evet, hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak; kefere ve fecere karşısında zilletten kurtulmak; Ummet-i Muhammed (S.A.V)' in insanlığın kaderine hakim olmasını temin etmek; Kur'ân-ı Muciz'ül-Beyan'ın yeryüzünde hakim olmasını sağlamak için, fikir ve mantık planında anlaşma mecburiyetindedirler.

Meseleyi bir ölçüde misâllerle müşahhaslandıracak olursak, insanlarımız arasında, 20-30 sene öncesine kadar hissî bir ittifâk ve ittihad vardı. Bu ittihad ve ittifâk, müslümanların karşısında alternatif olarak komünizm, ve inkârcılık gibi cereyanlar bulunduğundan dolayı idi... Yâni karşı tarafta, (hâşâ) Allah ve Resulullah (S.A.V) kabul etmeyen, Kur'ân-ı Kerim'i kökten inkâr eden bir züinre; beride de ne kadar antikomünist varsa-komünizm karşısında hür devletlerin ittifâkı gibi- bir araya gelip birleşmişlerdi. Meselâ, milliyetçilik esaslarıyla yürüyen, yeniden doğuş ve diriliş felsefesiyle yürüyen, iman esaslarının neşrini prensip olarak benimseyip öyle hareket eden,siyasî sahada işe vaziyet etmeyi düşünüp ve bu plâna göre hizmet veren ne kadar siyasî ve gayrî siyasî klik varsa, hemen hepsi, antikomünist bir birlik teşkiliyle, ittihâd ve ittifâk etmişlerdi. onun için ateizme karşı olan herhangi bir kişi, Sebil-ür Reşad okuduğu gibi,Yeni İstanbul, Hür Adam, Büyük Doğu, hatta Orkun ve Millî Yol da okuyordu. O günlerde inananlar cephesi adına münteşir gazete ve mecmuaların marufları bunlardı. Ama bunlardan birisi daha çok Altaylar ve Sübhandağı etrafında dolaşıyor, diğeri, Gâr-ı Hira'dan, Sevr mağarasından ve mukaddes şehir Medine'den bahsediyordu. Birisi gönülden, bir diğeri de dimağdan bahisler açıyordu. Bu hissî hava içinde, hemen pekçok kimse diyordu ki; "Ne olursa olsun, karşımızda Allah'ı inkâr edenlerin terâküm ettiği bir zamanda, vahdetimizi zedelememeliyiz."

Görüldüğü gibi, ittifâk o sıralarda böyle tamamen hissîlik üzerine müessesdi. Bu itibarla, bir an geldi ki, artık, mevcut uhuvvet anlayışı kâfî gelmez oldu. Müslümanlar fikir plânında, kalb planında ilerlediler. Düşünüp, araştırıp, okuyup, terâkki ettiler. Neyin ve hangi fikirlerin İslâm'a zıt olduğunu görüp öğrendiler veya büyük bir kısmı itibâriyle öyle zannettiler. Bir müşterek müdafaa, müşterek mülâhâzâ, müşterek hamle o güne kadar onları bir araya getirmişti. ve uzun zaman da beraber yatıp-kalkmış,aynı çatının altında beraber bulunmuş.. tıpkı, Allah'a Peygamber'e küfredenlerin bir çatı altında toplandığı gibi bunlar da, hissî müttefikleriyle yanyana gelmişlerdi. Kimbilir, belki de işte o zaman, akı-karayı, iyiyi-kötüyü enine boyuna görme imkânı elde ettiler ve herşeyi anladılar. Evet, görüp anladılar ki, kendileri, bütün efkâr ve kalbleriyle Medine medeniyetine doğru ve her plânda Resul-i Ekrem'le (S.A.V) gelen ilâhî gerçekleri hâkim kılmak istikâmetinde hareket ederken, başkaları başka sevdâda ve bu düşüncelerden fersah fersah uzak... Derken, o zamana kadar bağlandıkları hissî bağlar "çatır çatır" kopmaya başladı.. derken, bütün bütün duygu ve hislerin başka başka olduğu ortaya çıktı.

İşte, bu dönemden sonradır ki, hissî bağlar da yetmemeye başlamıştı. Bundan böyle, birbirinden kopup biri Çin'e biri Maçin'e, doğru, ayrı ayrı istikâmetlere giden kimseleri, fikir ve mantık planında bir araya getirecek esaslara, umdelere dinamiklere ihtiyaç vardı...

Biz kendi açımızdan, önce Türkiye, sonra da topyekûn âlem-i İslâm'da yeniden varoluş ve diriliş tablolarını müşâhade edip ve herkesin kendine düşeni yaparak, istikbâl örfânesine birşeyler hazırladığı inânç ve kanaatini muhafaza etsek bile, riâyetinde zâruret olan bir kısım esasların kulakardı edilmemesi gerektiğini hatırlatmakta da fâide mülahaza ediyoruz.

Evvelâ bugün herkesin, başkalarını kendi meşrebine sokmaya çalışmadan vazgeçerek, Hak yolundaki her hizmeti alkışlaması şarttır. Nasıl ki, değişik meslek erbâbı, sanatkâr ve zanaatkârlar birbirlerini kabullenip, semere-i sa'ylerini, çalışmalarının neticelerini mübâdele edip değiştiriyorlar ve umûmî maksat istikâmetinde birbirlerine destek oluyorlar. Öyle de, değişik meşreb ve mezhep mensupları arasında aynı anlayışın yolları araştırılmalı, maksad ve neticenin yumuşatıcılığıyla, sebeb ve vesilelerin sertliği mutlaka kırılmalıdır. Bunun için de yapılması gerekli olan tek şey; herkesi, kendi hizmet sahası içinde alkışlamak ve "Benim Allah'ımın adını anan, Peygamberimi (S.A.V) takdir ve tebcil eden herkes kardeşimdir" diyerek başkalarını kabullenmektir.

Kabullenip, kapitalizm ve komünizme yutulmamak, ateistlerin meydana getirdiği korkunç vakuma kapılmamak için, sûrî dahi olsa, bir ittihad ve ittifâk temin edilmelidir. İngiltere insanı, kendi kader ve kendi geleceği için (Anglo-sakson ve Galli ) olarak bir vahdet temin etmişlerdir. Bu iki ayrı ırk, birbirlerinden öyle nefret eder, öyle tiksinirler ki, bir Anglosakson'a "Galli" desen ağzına bir yumruk indirir. Galliye de "Anglo-sakson" desen o da sana bir yumruk savuruverir. Bununla beraber, bu iki zümre arasında, zâhir plânda bu güne kadar en ufak bir çekişme, bir mücâdele hissedilmemiştir. Çünkü bir masa başında oturmuş, aralarındaki farklı noktaları görüşmüş, asgarî müşterekleri tesbit etmiş, İngiltere'nin kaderi ve istikbâli adına bir kısım fedakârlıkları göze alarak, anlaşma noktalarını bulmuş ve anlaşmışlardır.

Bunun, bizim davamız açısından mânâsı şudur: Her birimiz hangi meşrebden olursak olalım, Allah'ımız bir, Kitabımız bir, Peygamberimiz bir, kıblemiz bir, yolumuz bir, yöntemimiz birdir. Evet işte, böyle bir anlayışla vahdetimizi hissîlikden çıkarıp bu (birbir)ler üzerine kurmak mecburiyetindeyiz. Zirâ, bütün bu "birler" birliği iktizâ etmekte ve vicdanlanmızı birlik ruhuna çağırmaktadır. Aksini iddiâ, nefsin mazeret mırıltılarından başka birşey değildir.

Şimdilerde, kıymetli bir hazineyi belli bir noktaya götürmeye azmetmiş olan bizler, onu yerine ulaştırdıktan sonra, ille de bir düello gerekiyorsa, o mel'un işi, emaneti sahiplerine devrettikten sonra yapalım. Fakat önce mutlaka, bu mübârek milletin bugününü-yarınını düşünelim. Ve şu memleketin, dinsizlere, inkârcılara peşkeş çekilmesine fırsat vermiyelim ve buna imkân hazırlamıyalım...

Bu mevzuuda ikinci yol da şudur: Hiç kimse, başkalarını kendi yol ve sistemine girmeye zorlamamalıdır. Varsın herkes kendi anlayışı içinde hizmet etsin. Şurası unutulmamalıdır ki, bir kısım kimselerin, içine düşdükleri fikirlerden vazgeçmeleri zor, hatta çok defa imkânsızdır. Zor kullanmak ise kat'iyyen çıkar yol olmadığı gibi, kâbil-i iltiyam olmayan inşikâklara da sebebiyet verebilir. Müsâmaha ve tolerarıs ise, Kur'ân'ın tâvsiyesidir. Toleranslı hareket edip müsâmahalı davrananlar, yarınlara ait önemli bir meseleyi halletmiş sayılırlar.

Üzerinde durulması gerekli olan diğer bir husus da şudur: Meşrebler, mizaçlar ittihad etmediği için, herkes kendi meşrebi içinde, Kur'ân ve imana hizmet ederken, oldukça mühim şeyler de yapmaktadır. Bir kısım büyük kalemler, hayat-ı içtimâiyemizle alâkâlı meseleleri, problemleri halletmektedirler ki,İslâm'ın bu türlü problemlerinin halledilmesine de ihtiyaç vardır. Binaenâleyh, bırakalım, bazıları içtimâî ve iktisâdî meseleleri halletsinler. Bizler de yapabileceğimiz şeylerle meşgûl olalım. Abbâsîler devrinde olduğu gibi, şimdilik onların adaptasyonlarını yapalım. Ehl-i sünnet kıstaslarıyla ölçüp biçelim, atacağımızı atıp tutacağımızı tutalım ve yeni terkiblerle,yepyeni bir dünyanın kurucuları ve hazırlayıcıları olmaya çalışalım.

Bir başka grup düşünelim ki, ehl-i sünnet açısından tenkid edilecek bazı yanları olabilir. Ama, böyle bir araştırma ve tetkik mevzuunda, değil onların, Batı'nın bile alınacak müsbet yönleri olduğunu kat'iyyen hatırdan çıkarmayalım. Bizim izzet ve onurumuz, onların da düşmanlık ve nefretleri hesaba katılarak, alınabilecek şeylerini almada ne zarar var! Aslında her bâtıl mezheb içinde dâhi, tür dâne-i hâkikat vardır ve o mezheb, hayatiyet ve mevcudiyetini ona borçludur. İşte, o tek dâne-i hakikat her zaman alınabilir ve alınmalıdır da...

Bu meseleyi izâh için bir mîsâl arzedeyim. Ehl-i sünnet ve'1-cemaat'ten ayrı müslümanlar içinde, öteden beri devam edegelen, birbirine zıt iki kutbun temsilcisi iki mezheb vardır.. Mûtezile ve Cebriye. Mûtezile mezhebi, "Kul fiilinin hâlıkıdır" prensibine göre hareket eder.. Cebriye mezhebi ise "Her şeyi Allah yaratır, kul robot gibidir" düşüncesiyle hareket eder. Bunlar, insanın irâdesi ve Allah'ın yaratması mevzuunda, bir birine zıt kutublarda bulunmaktadırlar.

Mûtezile: "İnsan kendi fiilini kendi yaratır, Allah müdâhale etmez" şeklinde düşünmüşdü. Günümüzde, rasyonalistlerin çoğu da Mûtezile gibi düşünmektedir.

Cebriye ise, bunun aksine, insana hiçbir pay ayırmamakta, hiçbir irâde tanımamaktadır. Onlara göre mükellefiyetleri ve irâdesizliğiyle insan, eli kolu bağlı, sırtından yediği bir tekme ile, suya düşürülmüş ve kendisine "sakın ıslanma!" denmiş gibi bir durum arzetmektedir.

Ehl-i sünnet, ondan aldığı bir dâne-i hâkikatle öbüründen aldığı başka bir hakikatı birbirine mezcetmiş ve bir sentez yapmıştır. Mûtezile'ye demiştir ki: "Evet insanın irâdesi vardır. Kur'ân'ın pek çok âyeti buna delâlet eder. İnsanın irâdesi vardır ki, insan irâdesiyle amel-i salih yapacak ve cennete girecektir. Vardır ki, Kur'ân-ı Kerim "İnsana çalışmasından başka birşey yoktur." (Necm - 39) demektedir. Fakat 'Âlemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz birşey dileyemezsiniz." (Tekvir-29) fehvasınca, Allah'ın dilediğinin, bir esas olduğu da katiyyen hatırdan çıkarılmamalıdır. Evet, sizin irâde dediğiniz şeyin, tasârruf dâiresi o kadar dardır ki, âdetâ varlığı ile yokluğu müsâvidir. Ama, şart-ı âdi olarak o irâde vardır ve günah-sevap, ceza-mükâfat gibi hususlara da bir esastır. "

Ben bütün bunlarla şunu anlatmaya çalıştım: Kapitalist bir sistem içinde de bir dâne-i hakikat vardır. Komünist sistem içinde de. Ama, komünizma onu istismâr ediyor. Devletçiliği, fakiri koruyup, kollamayı istismâr ediyor ve münâfıklık yapıyor. İşte bunlar kitleleri, cemaatleri sürükleyip götürüyorlar. İslam'a gelince, onun bütün meseleleri, bütün prensipleri hak, hakikât, istikâmet ve adâlettir. O, heryönüyle birleştirici prensibler mecmuasıdır.

Meşreblere gelince, her meşreb içinde bir dâne-i hakikât vardır. Cenâb-ı Hakk'ın, farklı mizâç, meşreb ve mezaklarda yarattığı şeyleri görmemezlikten gelerek, fıtrât hakikâtına karşı çıkıp, ayrı ayrı cedvellerden fışkıran suları karıştırarak, hayâlî vahdet yolları araştırmayalım. Herkes kendi sahasında envâr-ı Kur'ân ve imanı neşretsin ve başkaları ile uğraşmasın.. İttifâk edemiyorsa da hiç olmazsa ihtilâfa düşmesin. En azından müslümanları çekiştirip durmasın.Her müslümanı alkışlamasını bilsin.Her"Allah" diyenin arkasında olsun. -İnşallahü Teâla- o takdirde, kısa zaman sonra, ittihâd ve ittifâk teeessüs edebilir.
M.Fethullah Gülen
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Vahdete materyalist pencereden baktıkça,bu izâhı dile getirmeye devam edeceksinizdir.
Sizin algınız yaratılışa da ters maalesef.. :eek:
Allah(c.c) "fiziksel bir birlik" dileseydi insanları kavimlere ayırmazdı.
Mesele niyet,gayret ve muhabbet birliği.
A cemaati namaz kılıyor B cemaati kılmıyor mu ?
Kılmıyorsa islâmi bir cemaat değildir zaten,ki konumuz o değil.
A da kılıyor B de,
A'nın kendine has özellikleri,metodları,uygulamaları var ve o dâhilde ilerliyor,aynı hedefe
B de kendi özellikleri ve metodlarıyla ilerliyor
aynı hedefe



Neden Kuran her kavime baska veya her cemaate baskami geldide metodlar degisik yoksa Kuran sadece birkac kisiyemi indide onlarin izahati ile Allahin sünnetullahina ek/tenzilat yapma cesaretleri mevcut?
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Cemaat, ahir zamanın eritici ve öğütücü dalgalarına karşı koruyucu bir sed ve siperdir. Ferdî yaşanan bir müslümanlıkta, pek çok yanlışlıkların olma ihtimaline karşılık, cemaatleşmede bu ihtimal daha azdır. Ayrıca ferdî yaşayanlar cemaate açılan ve lütfedilen nuranî atmosfer ve iklimlerden mahrumdurlar.

Cemaatte müşterek hareket vardır ve olmalıdır. Ve yine cemaatte istikamet ve isabet şansı daha fazladır. Zira, bir yanda elli-yüz insanın düşünce muhassalası, diğer yanda da, dâhi bile olsa, tek başına bir insanın karihası; evet, kıyas bile edilemez. Bu sebepledir ki Allah (cc) cemaat ile beraberdir.

(FASILDAN FASILA-1)


Büyük bir zanda degilseniz su siper isini bir ayetle beyyinelestirseniz?

Allahin cemaatlerle beraberligine delil nedir?Yani yalniz yasayana hic bakmiyormu?Mesela ben yurt disindayim cemaatim olmadigi icin Allah yüzüme bakmazmi demek istiyorsun...
 

ebubekr

New member
Katılım
9 Eki 2007
Mesajlar
127
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
40
Konum
çanakkale
Neden Kuran her kavime baska veya her cemaate baskami geldide metodlar degisik yoksa Kuran sadece birkac kisiyemi indide onlarin izahati ile Allahin sünnetullahina ek/tenzilat yapma cesaretleri mevcut?


metin kardesım üst teki yazıyı sonuna kadar okuyun sorunuza cevap bulabılırsınız dıye umuyorum.
 

ebubekr

New member
Katılım
9 Eki 2007
Mesajlar
127
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
40
Konum
çanakkale
Bulsa idim sormazdim,okumadigima nasil emin oldunuz?yada gözümden kacirdigimi söylüyorsaniz bir zahmet verin tekrardan sadece benim istedigimi..


allah razı olsun metin abi okumussunuz .

Herkes kendi sahasında envâr-ı Kur'ân ve imanı neşretsin ve başkaları ile uğraşmasın.. İttifâk edemiyorsa da hiç olmazsa ihtilâfa düşmesin. En azından müslümanları çekiştirip durmasın.Her müslümanı alkışlamasını bilsin.Her"Allah" diyenin arkasında olsun. -İnşallahü Teâla-

son sözüm budur size abi saygılarımla
 

yavuzburak

New member
Katılım
1 Nis 2007
Mesajlar
417
Tepkime puanı
74
Puanları
0
Arkadaşlar bediüzzaman hz. leri mektubat adlı eserinde gayet şahane anlatmış vazife nedir cemaat ve tasavvuf ne için bizim hayatımızdadır mütalaa ederek okursak anlarız slmlr


Beşinci Mektub

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

Silsile-i Nakşî'nin kahramanı ve bir güneşi olan İmâm-ı Rabbânî (R.A) Mektubât'ında demiş ki: "Hakaik-i îmaniyeden bir mes'elenin inkişafını, binler ezvak ve mevacid ve keramata tercih ederim."

Hem demiş ki: "Bütün tarîklerin nokta-i müntehası, hakaik-i îmaniyenin vuzuh ve inkişafıdır."

Hem demiş ki: "Velayet üç kısımdır: Biri velayet-i suğra ki, meşhur velayettir. Biri velayet-i vustâ, biri velayet-i kübradır. Velayet-i kübra ise; veraset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikata yol açmaktır."

Hem demiş ki: "Tarîk-i Nakşî'de iki kanad ile sülûk edilir." Yani: Hakaik-i îmaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve feraiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa, o yolda gidilmez. Öyle ise tarîk-ı Nakşî'nin üç perdesi var:

Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakaik-i îmaniyeye hizmettir ki, İmâm-ı Rabbânî de (R.A.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir. İkincisi: Feraiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyeye tarîkat perdesi altında hizmettir.

Üçüncüsü: Tasavvuf yoluyla emraz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb ayağıyla sülûk etmektir. Birincisi farz, ikincisi vâcib, bu üçüncüsü ise sünnet hükmündedir.

Mâdem hakikat böyledir; ben tahmin ediyorum ki: Eğer Şeyh Abdülkadir-i Geylânî (R.A.) ve Şâh-ı Nakşibend (R.A.) ve İmâm-ı Rabbânî (R.A.) gibi zâtlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i îmaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarfedeceklerdi. Çünki saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennet'e gidemez, fakat tasavvufsuz Cennet'e giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i İslâmiye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i îmaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise Cenâb-ı Hakk'ın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaika çıkılacak bir yol bulunsa; o yola karşı lâkayd kalmak, elbette kâr-ı akıl değil...

İşte otuzüç aded Sözler, böyle Kur'anî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar. Mâdem hakikat budur; esrar-ı Kur'aniyeye ait yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münasib bir ilâç, bir merhem ve zulümatın tehacümatına maruz heyet-i İslâmiyeye en nâfi' bir nur ve dalalet vadilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu itikadındayım. Bilirsiniz ki: Eğer dalalet cehaletten gelse izalesi kolaydır. Fakat dalalet, fenden ve ilimden gelse, izalesi müşkildir. Eski zamanda ikinci kısım, binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan ancak binden biri irşad ile yola gelebilirdi. Çünki öyleler kendilerini beğeniyorlar; hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenab-ı Hak şu zamanda, i'caz-ı Kur'anın manevî lemaâtından olan malûm Sözler'i, şu dalalet zındıkasına bir tiryak hâsiyetini vermiş tasavvurundayım.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Said Nursî
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
allah razı olsun metin abi okumussunuz .

Herkes kendi sahasında envâr-ı Kur'ân ve imanı neşretsin ve başkaları ile uğraşmasın.. İttifâk edemiyorsa da hiç olmazsa ihtilâfa düşmesin. En azından müslümanları çekiştirip durmasın.Her müslümanı alkışlamasını bilsin.Her"Allah" diyenin arkasında olsun. -İnşallahü Teâla-

son sözüm budur size abi saygılarımla


Kimse ile ugrasmam Kuran disina ise mutlaka vardir iki cift sözümüz,Kimseyi cekistirmeyiz asla isim üzerinde konusmayiz bunu tüm forum üyeleri bilirler Müslümanlari asla alkislamadan durmadik,her Allah diyene destek verdik.Ama unutmamak gerekirki Cahiliyede Allah diyordu...
 

Huzur_islamda

New member
Katılım
18 Ocak 2008
Mesajlar
123
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Rasulullah'a(sav) asiklar diyarindan..
Rehberi olmayanın, tek başına kalanın rehberi şeytandır”

“Şeytan insan kurdudur; sürüden ayrılan, tek başına kalan koyunu dağdaki kurt nasıl kaparsa, cemaatten ayrılan kimseyi de şeytan öylece kapar.” (Ahmed, Tabaranî)





BİR KÂMİL MÜRŞİDE VARMADAN OLMAZ

Gel ey kardeş, Hakkı bulayım dersen,
Bir kamil mürşide varmasan olmaz,
Resulün cemalin göreyim dersen,
Bir kamil mürşide varmasan olmaz.

Niceler gittiler mürşid arayı,
Arayanlar buldu derde devayı,
Bin kez okur isen aktan karayı,
Bir kamil mürşide varmasan olmaz.

Gel şimdi kardeşler gidelim bile,
Nice aşıkların bağrını dele,
Cebrail delildir, Ahmet'e bile,
Bir kamil mürşide varmazsan olmaz.

Kadılar mollalar cümle geldiler,
Kitapların hep bir yere koydular.
Sen bu ilmi kimden aldın dediler.
Bir kamil mürşide varmasan olmaz.

YUNUS EMRE bunda mana var dedi,
Bir kamil mürşide sen de var şimdi,
Hazret Musa'ya Hızır'a var dedi,
Bir kamil mürşide varmasan olmaz
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Rehberi olmayanın, tek başına kalanın rehberi şeytandır”

“Şeytan insan kurdudur; sürüden ayrılan, tek başına kalan koyunu dağdaki kurt nasıl kaparsa, cemaatten ayrılan kimseyi de şeytan öylece kapar.” (Ahmed, Tabaranî)



Neden bir tek ayetle beyyinelendirmiyorsunuz.Bakin ben Sadece Allahi Mürsid edindim Alemlere Rahmet olanida Rüyamda gördüm.Ne dersiniz bu siirde bir celiski olmasi,Ha unutmadan Bir ayet vardi hatirladigim kadari ile"Cogunluga uyarsan"diye gerisini bir Zahmet Celiskisiz olan Kurandan siz bakiniz...
 

ebubekr

New member
Katılım
9 Eki 2007
Mesajlar
127
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yaş
40
Konum
çanakkale
Farklı metod ve meşrepte dine ve millete hizmet eden gruplar her zaman olmuş ve olmaya da devam edecektir.
Gayede bir olmak, bidat ehli olmamak, müspet ve yapıcı olmak kaydıyla böyle grupların, cemaatlerin var olması katiyen bir ayrılık değil, aksine zenginliktir. Çünkü bunların her biri farklı kabiliyet ve yaratılıştaki insanı ele alır, onu dinine, ailesine, vatanına faydalı hale getirir. Sonuçta her cemaat farklı bir açıdan Allah ve Rasulünün muradına hizmet eder.
Eğer gaye Allahın dinine hizmet etmekse diğer safta bu hizmeti yapan müslümanlardan memnuniyet duymak, hayırlı hizmetlerinden dolayı onları alkışlamak gerekir. Sırf kendi safında olmadığı için mümin kardeşlerinin hizmetinden rahatsızlık duyanlar kendilerini hesaba çekmelidir. Nice zamandan beri Allahın dinine değil, kendi nefislerine hizmet ettiğini anlamalı ve boşa giden ömürleri için tevbe-istiğfar etmelidirler.
Elbette ki her cemaatin kendi yolunu doğru ve güzel görmeğe hakkı vardır. Fakat, Yalnızca benim yolum, benim gidişatım haktır! demeye hakkı yoktur. Çünkü İslâm, sahih itikat sahibi herkesi meşrebi, mezhebi, his ve duygularıyla kabul eder, onlara bağrını açar. Onu sertleştiren, dar bir çerçevede ele alan, başkalarına hayat hakkı tanımayan bizleriz. Allah Tealâ böyle bir anlayış ve düşünceden razı değildir. Onun razı olmadığı bir yolda ve işte de hayır yoktur.
Bazı meselelerde bazı cemaatlerin farklı kanaat ve değerlendirmelerinin olması gayet normaldir. Böyle durumlarda, Bu da onların içtihadıdır. der geçer ve üzerinde durmayız. Fakat sırf bizden farklı düşünüyorlar diye iman cephesini topa tutmak ve onlara karşı düşmanca bir tavrın içine girmek asla doğru değildir.
Müminleri eleştirmek, onların gıybetini yapmak ve hatta bunu düşmanlık derecesine vardırmak, olsa olsa kendi kalesini topa tutmak, dış mihrakların ekmeğine yağ sürmek demektir. O yüzden Ehl-i Sünnete bağlı herhangi bir cemaati küçük düşürücü, kınayıcı sözlerden uzak durmak gerekir.
 

Huzur_islamda

New member
Katılım
18 Ocak 2008
Mesajlar
123
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Rasulullah'a(sav) asiklar diyarindan..
Neden bir tek ayetle beyyinelendirmiyorsunuz.Bakin ben Sadece Allahi Mürsid edindim Alemlere Rahmet olanida Rüyamda gördüm.Ne dersiniz bu siirde bir celiski olmasi,Ha unutmadan Bir ayet vardi hatirladigim kadari ile"Cogunluga uyarsan"diye gerisini bir Zahmet Celiskisiz olan Kurandan siz bakiniz...


Öncelikle sunu belirtmek istiyorum kardesim biz bu tür munakasalara girmek istemiyoruz zira sevmiyoruz Allah *cc) muhafaza kalp kirarizda kul hakkina gireriz ve büyügümsünüz Haya ederim.. Fakat madem alinti yaptiniz ve bize sordunuz bizde izah etmeye calisalim insaALLAHU TEALA....



Nasıl Rasul-i Ekrem (a.s.) Efendimiz Allah'a ulaşmada bir nuranî kapı vazifesi görüyorsa, "alimler peygamberlerin vârisleridir" sırrına göre, mürşid de Allah'ın kapılarından bir kapı olmaktadır.

Mevlâna Celaladddin Rumi K.S. Hazretleri, kendisinin irşadına vesile olan üstadı Şems-i Tebrizî K.S. Hazretleri için şöyle buyurur: "Mürşidim Hakk'ın kapısıdır. Çünkü Hakk'a onunla vasıl oldum."

Mürid, mürşidinden gelen iyiliği Allah'ın hidayeti, şer gibi görünen ve nefsini sıkıntıya düşüren şeyleri Allah'ın bir imtihanı olarak bilmelidir. Bundan başka, mürid mürşidini Allahu Tealâ'nın esma ve sıfatlarının mazharı olarak görmelidir.

Şunu da bilmelidir ki, mürşid insanı hidayete erdiremez. Rasulullah da dilediğini hidayete erdiremez. İnsanı ancak Allahu Tealâ hidayete erdirir. Kur'an-ı Azimüş-şan'ın birçok ayetinde bizzat Cenab-ı Rabbü'l Alemin hidayetin ancak kendisinden olacağını açıklıyor. Başka türlü bir tasavvuf anlayışı, yanlış ve haram bir yol olacağından buna dikkat etmek gerekir.

Abdulkadir Geylanî (k.s.) Hazretleri'nin Mektubat'ını şerh eden Seyyid Hüseyin Fevzi Paşa şöyle der: Abd (kul), rab olmaz. Rab de abd olmaz. Bu, ilâhî bir tecellidir. Nasıl ki Tur'da Cenab-ı Hak bir ağaca tecelli etti, ondan Musa (a.s.)'a hitab etti ve "Ben senin rabbinim ya Musa!" dedi; burada ağaç rab olmadı. Rabbin ağaç üstündeki tecelliyatı oldu. Bunun gibi Rab Tealâ Hazretleri, insan-ı kâmile de tecelli eder. Ağaca tecelli eden o Allah, peygambere tecelli etmez mi? Ay'ın yarılması mucizesinde etti, Davud (a.s.)'ın attığı taşlar Calut'u öldürürken tecelli etti: "Habibim, o taşı Calut'a Davut atmadı. Biz attık."

Allahu Tealâ ağaca tecelli eder de, ağaçtan daha kâmil olan insana etmez mi?

İşte tasavvuf ehli mürşidini bu çerçevede düşünmeli, kulu rab gibi görme tuzağına düşüp, imanını ve amelini zayi, etmemelidir.



saygii ve dua ile fiemanillah

 

samanyolu

New member
Katılım
19 Mar 2007
Mesajlar
2,063
Tepkime puanı
2,696
Puanları
0
Yaş
49
Konum
istanbul
arkadaşlar lütfen daha seviyeli cevaplar verelim burası bir forum sitesive nefsimize uymayalım birbirimizi kırmayalım.kimseyi meshepli veya meshepsiz diye ayırmayalım.formumuzu bir kavga ortamının içine lütfen sokmayalım selam ve dua ile . hakkınızı helal edin.
 

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
Birlik ve beraberliğin önemiSual: Dinimizde birlik ve beraberlik içinde olmanın önemi nedir?
CEVAP
Çok önemlidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Toplulukta, birlik ve beraberlikte rahmet var, ayrılıkta ise azabı ilahi vardır.) [Beyheki]Birlik ve beraberlik içindeki toplum, ne kadar çoğalırsa o kadar rahmet de artar. Bir hadis-i şerif meali:
(İki kişi, bir kişiden; üç kişi, iki kişiden hayırlıdır. O halde birlik olun!) [İ. Asakir]

Hangi iş olursa olsun, toplulukla, birlik ve beraberlik içinde hareket etmekte çok faydalar vardır. Mesela toplu olarak yemek yemekte bile rahmet vardır. Bir hadis-i şerif meali:
(Yemeği, toplu olarak yiyiniz; bereket topluluktadır.) [İbni Mace]Kendimiz çok kötü biri olsak bile, iyi kimselerin topluluğuna katılmalıyız. Bize gelecek beladan, onların içinde olunca kurtuluruz. Onlarla bir yere gidince, onlarla birlikte bizi de oraya kabul ederler. Hatta ahirette cennete iyiler giderken, biz de aralarında isek, bizi ayırmazlar. Eshab-ı kehfin köpeği, salihlerin, iyilerin peşinden gittiği için, onları sevip bırakmadığı için Allahü teâlâ, onu salihlerle birlikte cennete koyacağını bildirdi. Demek ki, iyilerle beraber olan kurtuluyor. İki hadis-i şerif meali:

(Allah, bir topluluğa rahmet edince, onlardan kötü birini affetmemekten haya eder.) [Ebu-ş-şeyh]

(Bir topluluğu seven, onların arasında haşrolur.) [Hadika]
Resulullah, bu ümmetin çeşitli gruplara ayrılacağını, ancak kendisinin ve mübarek Eshabının yolunda olanların kurtulacağını bildirdi. Bu fırkaya Ehl-i sünnet vel cemaat fırkası dendi. Bu fırkada olmayanların cehenneme gideceği yine hadis-i şerifle bildirildi. Bir hadis-i şerif meali:

(Ümmetimin âlimleri ebediyen dalalette toplanmaz. O halde, sevad-i a’zam üzere [âlimlerin toplandığı yerde] olun; çünkü Allahın rahmeti cemaatle beraberdir. Bunlardan ayrılan cehenneme gider.) [Hâkim, İbni Cerir, Hakîm-i Tirmizi]

Birlik ve beraberlik içinde olmak gerekir. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:

(Cemaatten ayrılan yüzüstü Cehenneme düşer.) [Taberani]

(Şeytan, insanın kurdudur. Sürüden ayrılan koyunu kurt kaptığı gibi, şeytan da cemaatten ayrılanı kapar. Sakın cemaatten ayrılmayın!) [Tirmizi]

(Cemaatten bir karış ayrılan, İslam halkasını boynundan çıkarmış olur.) [Ebu Davud]

(Cemaatten ayrılan yüzüstü Cehenneme düşer.)
[Taberani]

Bildirilen cemaat, Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasıdır. Herkes Ehl-i sünnetim diyebilir. Ehl-i sünnet olmanın ölçüsü vardır. Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi. Bunun için, (Ya Rabbi, sana inanıyorum, seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslam bilgilerini doğru olarak öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip et ve beni, yanlış yollara gitmekten koru) diye dua etmeli, istihare yapmalı! Cenab-ı Hak ona doğru yolu gösterir. Allahü teâlânın sözüne güvenmeli, Ona sığınmalı. Ben nasıl olsa doğru yoldayım diye dua etmekten kaçınmamalı. İki âyet-i kerime meali:

(Doğru yolu arayanları, saadete ulaştıran yollara kavuştururuz.) [Ankebut 69]

(Allah, kendisine yöneleni doğru yola iletir.) [Şûra 13]
 
Üst Alt