Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

MENZİLDE BİR EVLİYA VAR GÖRDÜNÜZMÜ siz onu...

ayna44

New member
Katılım
17 Şub 2007
Mesajlar
488
Tepkime puanı
100
Puanları
0
Yaş
36
Evliya Allah dostu demektir.Kuranda evliyalar geçmektedir
.Hadislerdede bahsedilmektedir bir hadisi şerifte buyuruluyor .
Benim ümmetimin velileri beni israilin peygamberleri gibidir.Onlar için bir korku yoktur Allah'ın dostluğunu kazanmışlardır.
EVLİYALAR yanlarına vardığınızda size Allah'ı hatırlatırlar onlara farkında olmadan hürmet ederiz onlarda Allah'ın nuru vardır. Allah'ın nazarı onların üzerindedir.Sevğili Peygamberimizle birgünde 25 seferden fazla görüşürler Ümmeti muhammedin Merhameti için dua ederler.Allahın ahlakıyla ahlaklanmışlardır onlardan sünnete muhalif bir hareket bulamayız.Birgün Beyazıtı bestami Hazretlerine sevenleri talebeleri efendim falan yerde bir Allah dostu var diye bir kaç kez söylüyorlar mübarekte onu ziyaret etmek bize vacip oldu diyor ve ziyarete gidiyorlar öğrencileriyle
bakıyorlarki abit olarak bahsedilen kişi camiye doğru gidiyor ve giderken yolda tükürüyor bakıyorki Beyazidi bestami hazretleri kıble istikametine doğru tükürdüğünü görüyor ve öğrencilerie geriye diyor efendim neden geriye dönüyoruz diye sormalarına fırsat bırakmadan mübarek Allahu alem sünnete muhalif hareket eden Allah dostu olamaz diyor.Yani anlıyacağımız Allah dostları sünnete sıkı sıkıya bağlıdır.Rabil zülcelal hazretleri buyuruyor.Bir kulum sevdimmi onun gören gözü işiten kulağı yürüyen ayağı Yani o kulda Rabbimin tecellisi oluyor yani Fena fillah denilen mertebeye ulaşıyor o zaman yaptığı her hareket rabbimin emri izniyle oluyor Allah dostlarının yanına ulaştığınızda kalbiniz huzurla doluyor rahmet kapıları açılıyor.Ona tabi olup tövbe ederseniz nurlanıyorsunuz yüzünüzün renği işlediğiniz günahlardan simsiyah oluyor Allah dostunun elinden onu şahit tutarak yaptığımız tövbeden sonra kalbimiz ve bütün azalarımız nurlanıyor.

Bir hatıra;Birgün bir yerde mecburu ikamette iken izmirden af buyurun tepecikten çinğeneler vardı yüzleri simsiyah hayatları boyunca hertürlü rezilliği yapmışlar anlıyacağınız.Bir gün biz namaz kılarken oda demek içindeki iman kıpırdıyorve namaz surelerini öğrenmek istedi Allah (cc) şahit inanınki bahsettiğim hadise 1980 de geçti yüzü birden nurlandı iman edince ihlasda tamam demekki ettahiyyatü ile yanılmıyorsam ihlas yani kulhuvallahü ehad suresini ezberledi ve yüzü siyahdı beyaza döndü herkez hayret etti.Allah dostlarını ağızlarından nur çıkar ve bu nur çok latif hoş bir kokudur.Vucudlarından miski amber latif dünyada duyamayacağımız parayla alamayacağımız latif koku çıkar

medineye gidenler bilir peyğamberimizin kokusunu yada eyüp ensariyi ziyaret edenler duyar özel bir kokusu vardır allah dostlarının herbirinin kokusu farklıdır tıpkı her çiçeğin kokusun farklı olduğu gibi.inanın mezarların yanından geçerken bile o güzel kokuyu duyarsınız Rabbim tabi duyurursa.İnsanların kalb gözü denilen gözü vardır.Rabbim onu açtımı hakikati seyrediyorsun marifet nuruyla bakiyorsun Allah dostlarının elinin üstünde peyğamberimizin eli vardır onunda üstünde Allah'ın kudret eli vardır elini tuttugunuzda Allahın kudret elini tutmuş olursunuz.Sadıklarla beraber olunuz buyuruyor rabbimiz .Kim bu sadıklar Allah (cc) hazretlerinin sözünün dışına çıkmıyanlar yani Ruhları yarattığında ruhlara elesti bi Rabbiküm dediğinde ruhlar seçde etti.Seçde etmiyenler ise kafirlerle münafıklar Allah muhafaza buyurusun.Rabbime soruyorlar Allah Teâlâ şöyle buyuruyor;

?Bir gün Rabbin meleklere: ?Yeryüzünde bir halifelik oluşturmaktayım? dedi. Melekler: ?Orada karıştırıcılık yapacak ve kan dökecek birilerini mi oluşturuyorsun? Ama neylersen, güzel eylersin; biz bu sebeple sana boyun eğeriz. Sen en temizini yaparsın[1]? dediler. Allah dedi ki: ?Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.? (Bakara 2/ 30)

peygamberlerimizin hepsi şunu söylemiştir:Ben sizden bunun bir karşılığını beklemiyorum. Alacağım karşılığı alemlerin Rabbi verecektir.? (Şuarâ 26/127)

Yer yüzünde her dönemde bu yüce dinin hizmetini yapan onu tebliğ eden islama hizmet eden onu en iyi yaşıyan veliler mevcutdur. Onların izinde giden sahabenin izinde gitmiş demektir silsile yoluyla peyğamberimizin yolunda rabbimin emrettiği yolunda gitmiş demektir.Budönemde yaşıyan ehli sünnet alimlerden velilerden bize faydalı olacak bizim kurtuluşumuza vesile olacak Adıyamanda yaşıyan kahta ilçesinde menzil köyünde yaşıyan Rabbimin Gavslık makamını verdiği kişi yaşamaktadır tasavvuf kitaplarını okuyanlar bilirki Gavslık sıradan birşey değildir.Bir kedi bir fareyi yakalarken zamanın gavsının iziniyle yakalarmış.Azrail as. bir ruhu gasbederken yani canını alırken zamanın Gavsının izniyle alıyor yani son nefgeste imanla gitimek için imanlı olmak gerekiyor
.NASIL YAŞARSANIZ ÖYLE ÖLÜRSÜNÜZ.NASIL ÖLÜRSENİZ ÖYLE DİRİLİRSİNİZ.NASIL DİRİLİRSENİZ ÖYLE HAŞROLURSUNUZ.
KIYAMETTE onun için son nefes çok mühümdur nasıl ne zaman öleceğiz belli değil cennette cehennemde ebedi gerci günahkarlariçin cehennem eğer küfür ehli değil kafir münafık değilse günahını azabını çektikten sonra cennete girecek ama ahiret hayatının bir günü dünya hayatının 1000 yılına eşit diyorlar alimler doğrusunu Rabbim bilir.bazılarıda tüm dünya hayatının milyonlarca yıl ahiret hayatının bir gününe eşit diyorlar azab çetin rabbim aht ediyor azabım çetindir diyor kafirlere iman etmiyenlere onun için aklımızı başımıza alalım
.
GAVS-I SANİ Hazretleri menzilde yaşıyor bu ünvanı Rabbim buyuruyor insanlar dünyanın çeşitli yerlerinde maneviyatta yani kalb gözü açık olanlar görüyor salih kimse olanlarda rüyalarında görüyorlar Rabbim bildiriyor.Bu mübarekler insanın dünyaya olan sevğisini alıp kalbini Allah sevğisine bağlıyorlar.Hakikatı gösteriyorlar ihlası elde etmesine yardımcı oluyorlar.Kurtuluşuna vesile oluyorlar kötü huylarını terk ettiriyorlar ibadetlere sevk kazanmasına vesile oluyorlar şahit oluyorlar Rabbimin huzurunda avukatlık yapacaklar bizim için Ümmetim Ümmetim dediği gibi peyğamberemizin onlarda sofim sofim diyecekler inşaallaHatme duasındaki seyda hz. (k.s) bölümündeki "irşadil mürşidin" sözüyle alakalı olarak bir şeyhin seyda hazretlerine intisab edişi:

Elazığ veya Erzincan bölgesinden yaşlı bir zât geldi. Seydâ Hazretleri'nin huzuruna sürünerek ulaştı. Biz o zâtın sakat olduğunu zannettik. Biattan sonra normal bir şekilde yürüyerek talimat verilen yere geldi. Dikkatimi çekmişti. Talimattan sonra dedim ki: Neden Seydâ Hazretleri?nin huzuruna bizim gibi yürüyerek değil de sürünerek gittiniz? O zât şöyle cevap verdi: "Kardeşim, Seydâ Hazretleri şeyh değildir!" Ben celallendim. Ne demek istiyorsun? diye çıkıştım. O zât, "Bu sultandır!? dedi ve anlatmaya başladı:

"Ben ilmini tamamlamış, otuz üç senelik şeyhim. Bir gün benim bağlılarımdan çok sevdiğim bir sofi Seydâ Hazretleri?ne bağlanmış. Çarşıda bu sofiyi gördüm, dedim ki:

Oğlum, neredesin? O şahıs bana cevap olarak;

"Efendim, ben Menzil'e bağlandım, o yüzden gelemiyorum," dedi.

Ben de kendisine sitem ettim: "O zât kim?"

Cevaben: "Şeyhtir, efendim" dedi.

Ben: "Ben kimim?" dedim.

Cevaben "Siz de şeyhsiniz" dedi.

Aramızdaki fark nedir? dedim. Cevaben şöyle dedi:

"Efendim, ben sizin yanınıza gelip giderken bir hastalığım vardı. Yıllarca yanınıza geldim gittim o hastalığımdan kurulamadım. Ama Menzile gidince o zâtın elinden tuttuktan sonra o hastalıktan kurtuldum."

Ben, Hastalığın neydi, evladım dedim.

"Efendim, hırsızlık alışkanlığım vardı. Bir türlü vazgeçemiyordum. Elhamdülillah, şimdi herkesten helallik diliyorum," dedi?

Şeyh anlatmaya devam ediyordu. Bir yandan da nisbet kokan çayları içmeye devam ediyorduk?

Müridimin Menzil?e bağlanmasi ve kendisindeki değişikliği anlatması bana çok etki etmişti. Bu halet-i ruhiye ile yattım. Şöyle bir rüya gördüm: Çok büyük bir sahrada yüz binlerce insan toplanmış. O topluluğun önünde yüksek bir mekânda çok güzel, nurlar saçan bir taht hazırlanmış. Üzerinde Reisül-enbiya, şefaatçimiz, Efendimiz Muhammed Mustafa (sav)) oturmakta idi. Ben de o topluluğun en arkasında idim. Aniden Peygamber Efendimiz (sav)) ayağa kalkarak: "Sofiler, oğlum Raşit'in çorbasını getirin!" dedi ve bir kaç kişi kazanla ortaya çorba getirdiler. Allah Resul?ü eline çorba kepçesini alıp karıştırmaya başladı ve şu müjdeyi verdi: ?Kim ki oğlum Raşit'in çorbasından içerse biz ona kefiliz."



Bu rüyayı gördükten sonra gerçek irşâdın, Seydâ Hazretleri'nde olduğunu, bizleri dahi irşâd edenin Muhammed Raşit Hazretleri olduğunu, O?nun makamının irşadül-mürşidin olduğunu anladım. Ve bütün müritlerimi toplayıp kendilerine bu durumu bildirdim. Kendilerine vasiyette bulundum. Kendim de bu devletliye gelip teslim oldum.

YARABBİ NİYETİMİZİ HALİS KIL RİYADAN SANA SIĞINIRIZ.
 

Ebrar_2007

New member
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
26
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Tarikatta Evliya Nasıl Bir Kişiliktir?
Sözde "bazı yüce ruhlu insanlar, keskin bir sezgiye, olağanüstü ve gizemli güçlere sahiptirler. Bu kişilere, her dinin mistik toplulukları tarafından verilen bazı sıfatlar vardır: ''Evliya", ''Aziz", ''Saint" ''Surp" ve ''Ermiş" gibi...

Kalabalıkların çok büyük saygı ve bağlılık gösterdiği bu şahıslar, "Çilehane", ''Manastır", ''Savmi'a" ve "Stupa" gibi özel ve kutsal sayılan mekanlarda ''Seyr-u Süluk", ''Mücahede", ''Çile", ''Riyazet" ve ''Yoga" gibi her dine göre çeşitli adlar altında mistik egzersizler yaparak sözde, "günahlarından arınır ve bir ruh temizliğine kavuşurlar. Bunlar artık Himmet, Bereket ve Tasarruf sahibidirler, Allah adıyla, kainat ve tabiat olaylannı yönetirler.'' (!) ,

Müslümanımsı mistiklerce evliya denilen bu insanlar hakkındaki inanışlardan bazıları şöyledir:
1. Bunlar masum, günahsız, yüce ve yanılmaz şahsiyetlerdir ; kutsal birer kişiliğe sahiptirler .
2. Gizliyi ve özellikle gönüllerden geçenleri bilirler.
3. Duaları makbuldür, ne dilerlerse Allah o dileği yerine getirir.
4. Aynı anda birkaç yerde bulunabilirler.
5. İslam ordularının ön saflarında düşmana karşı çarpışır ve zafer sağlarlar.
6. En uzak mesafeleri en kısa bir zamanda katederler vb.

Rabıta ve benzeri mistik uygulamalarla şartlandırılmış duygusal insanlar , "Evliya'' diye niteledikleri adamların, böylesine olağanüstü güçlere sahip bulunduğuna kendilerini inandırınca bu kez de onların bu kerametlerini, hayalleri zorlayan mitolojik hikayelerle kaleme almışlardır .

Tarih boyunca bu konuda "Menakıbname'' adı altında yazılan keramet hikayeleri, ciltler dolusu bir birikim oluşturmuştur.
Dolayısıyla tarikatlara bağlı toplulukları yönlendiren araçlardan en önemli biri de bu Menakıbnamelerdir .

Tasavvuf tenninolojisinde bu tür kerametler.''Tay-yi Zaman'' ve ''Tay-yi Mekan'' tabirleriyle açıklanır. Bunların manası: Sözde, zaman ve yerin, evliya için katlanarak küçülmesi demektir. Özellikle ''Tay-yi Zaman'', zamanın durması anlamına gelir.

Veli olan kişi guya bu suretle, bir yandan bulunduğu yerde zamanı durdurarak, ya da zamanın akışını, bir diğer yerdeki zamanın akışına göre yavaşlatarak yaşar.

Zaman'ın katlanmasıyla (ya da durdurulmasıyla) evliya kişi, örneğin birkaç saniye içinde başka bir ülkeye intikal ederek orada yıllarca kaldıktan, hatta ev, bark, çoluk çocuk sahibi olduktan sonra tekrar eski yerine döner ve hayatına, kaldığı noktadan devam eder. Öyle ki döndüğü zaman örneğin, gitmeden önce önüne konmuş olan yemek hala sıcacık durmaktadır. Onu sofrada bekleyenler sadece bir kaç saniye içinde ortadan kaybolmuş olmasına hayret ederler vb.
..Tay-yi Mekan''ın da anlamı şudur: Evliya kişi, aynı saatlerde bir kaç yerde bulunabilir; Yani yerin katlanmaslyla, evliya diye bilinen zat, aynı saatlerde dünyanın, birbirinden son derece uzak birçok yerlerinde bulunabilir (?!)

Keramet: Ehl-i Sünnet'in inandığı Kur’ani gcrçeklerden biridir. Gerçek , Maturidiler, gerek Eş'ariler gerekse Selefiler keramet gerçeğine inanırlar. Ancak tasavvufçuların keramet anlayışı ehl-i sünnetinkinden farklıdır ve dış kaynaklıdır.
(Keramet konusunda fazla bilgi için Bk. Sa'düddin Mesud b. Omer et- Teftazani,Şerh'ul-Akiiid S. 175, Eser Kitabevi istanbul-1972; Sirrtcuddin E- b.ui-Hasan Ali b. Osman ei-Üşi, EI-Emrtli Manzumesi, Beyit: 32; Ali b. Alib. Muhammed b. Eb'il-izz ed-Dimaşkıy, Şarh'ui-Akıyda'ti-Talıawiyya, 2n46- 752 Beyrut-1988: Alımed b. Abdilhalim b. Teymiyye, EI-Furkan Beyn'e Evliyair-Rahman ve Evliya'iş-Şeytan S. 154-161 Kahire, tarihsiz: Muhammed Abdülhadi eI-Mısri, Ehl'us-Sunne'ti ve'I-Jamiiah S. 95 Riyad-1988: Nrtsır Abdülkerim eI-Akl, Akıyda'tu Ehl'us-Sunne'ti ve'I-Jamiiah S.46, Riyad- H. 1412.)

Her şeyhin, tarikata olan katkısı ve evliyalık derecesi, ona mal edilen menkabelerle ölçülür .Onun için bir şey- hin, eğer kerametleri kitaplara konu olacak kadar çok uzun anlatılmış ise o şeyhin en büyük velilerden biri olduğuna inanılır. Rabbani ve Bağdadi gibi...

Bu nedenle mürid topluluklan, tarihin her dönemin- de şeyhleri için çok çeşitli kerametler üretmiş, bunlan ilginç anlatımlarla işlemişlerdir .

İslam ve Kur'an ölçüleri bakımından çok büyük bir sorun olan bu "EvliyaIık'' ve "Ermişlik'' inanışının rabıta ile ilişkisi, Nakşibendi Tarikatı'nın temel felsefesini oluşturur. Çünkü şeyhi, müridin kalbine, yüce, masum ve yanılmaz bir kişi, "Himmet'', ''Bereket'' ve ''Tasarruf'' sahibi bir ''Evliya”, olarak kazıyan araç rabıtadır. Evet, hayal bile edilemeyecek kadar yüceler yücesi bir makama yükselmiş, Allah'da fani olmuş (?!), ve nihayet ''İlahi-zati sıfatlarla tahakkuk etmiş'' bir kamil ve mükemmel olarak şeyhi müridin kalbine ve zihnine yerleştiren sihirli anahtar, rabıta egzersizleridir.

Bir kez daha vurgulamak gerekir ki, müridin en büyük görevi, şeyhinin şeklini, (yanında bulunsun, ya da bulunmasın) sürekli olarak zihninde canlandırmasıdır. İşte rabıta budur ve rabıta, zaman içinde şeyhi, müridin her zerresine nakşeden, hatta onu, (haşa!) Allah'ın, yeryüzünde tecessüm etmiş bir modeli olarak müridin ruh derinliklerine oturtan bir "Reflexive condition'' haline gelir .

Şeyhin, ''İlahı-Zati sıfatlarla tahakkuk etmiş'' olması demek, Onun, yalnızca Allah Teala'ya mahsus olan sekil sıfat kazanmış olması anlamına gelir. Bilindiği üzere bu sıfatlar: Hayat, ilim, irade, Kudret, sem', basar, kelam ve tekvindir. Nakşibendiler, belki de kafa karıştırır diye bu kadar ayrıntılı bir açıklama yapmaktan çekindikleri için sadece “..Rabıta, ilahi-zati sıfatlarla tahakkuk etmiş ve mürşide makamına varmış bir kamil ve mükemmele kalb bağlayıp huzur ve gıyabında o zan suretini hayal hazinesinde muhafaza etmekten ibarettir. " şeklinde kısa bir ifade kullanmaktadırlar. Bk. Abdülhakim Arvasi, Rabıta-i Şerife Risalesi 18. Bayezit Devlet Kütüphanesi No. 297541/243435 İstanbul

Mürid, bu ruh hali içinde artık şeyhinde hiç bir eksiklik göremez. Şeyh rabıta sayesinde bu kıvama gelmiş olan müridinin nazarında yalnızca bir “mürşid-i kamil” değil, aynı zamanda “O, bütün eksikliklerden münezzeh bir zat-ı zişandır. ,,

Böyle inanmaya başlayan mürid, üstünlük, olağanüstülük, yücelik ve keramet olarak mürşidi için tasavvur edebileceği her meziyet ve olayın, eylemsel biçimde yaşanmış ve gerçekleşmiş olduğundan asla kuşkulanmaz.

Ondan sonra da bunları, hayalinin enginliği ve dilinin zenginliği oranında anlatmaya ve yaymaya başlar. İşte menkıbeler böyle oluşmuştur. Halbuki İslam'da böyle bir evliya telakkisi yoktur ve olamaz da.

Nitekim ilk zahidler olarak bilinen Hasan el- Basri, Süfyan es-sevri, Abdul1ah b. el-Mübarek, Fudayl b. İyad, Şakıyk-ı Balkhi, Ma'nıf el-Karkli, Ebu Süleyman ed- Darani, Büşr el-Hafi, Serlyy es-Sakatıy, Haris el-Muhasibi ve Sehl b. Abdillah et- Tüsteri gibi şahsiyetlere, yaşadıkları çağda böyle bir kişilik mal edilmemiştir .Veli kavramı, müslümanların ilk üç kuşağı tarafından tamamen Kur'anın tanımladığı şekilde benimsenmiştir .

Bu sözcüğe ilişkin lugat bilgilerine gelince: "Evliya'' kelimesi çoğuldur ve "veliler'' demektir .
"Veli" sözcüğü, Kur'an-ı Kerim'de kısaca iki anlama gelmektedir . Birincisi: Yandaş, tarafdar ve dost demektir . İkincisi ise: Başkası adına, onun işlerini yöneten yetkili demektir .
İslam Hukukundaki "Veliy'ül-Emr" ve "Evliya-i Umur" terimleri bu anlamda kullanılmıştır .Keza, "çocuğun Velisi" ile, idari ve siyasi yetkililer için kullanılan ..Veliy'ül- Emr'' ; Dernek, vakıf ve cemiyet yöneticileri için kullanılan "Mütevelli Heyeti" ve "vali'' gibi sıfatlar , yine bu anlamı hatırlatmaktadır . Ne yazık ki çağdaş ilahiyatçı mealciler bu iki kavramı sık sık birbirine karıştırmışlardır .

Ayrıca ne ilginçtir ki "Veli'' ve "Evliya" sözcükleri, Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde geçmesine rağmen tarikatçılar, yalnızca Yunus suresi'nin, 62. ayet-i kerimesi'nde geçen bu kelime üzerinde durmuşlardır.

"Evliya" (yani veliler), ayet-i kerimede dört ayrı sıfatla nitelenmektedirler. Bunlar: Korkmazlık, üzülmezlik, imanlı olmak ve Allah'ın emir ve yasaklarını uygulamada titizliktir. Çok büyük ihtimalle tarikatçılar, bu dört sıfattan ilk ikisinin esnekliğinden yararlanarak veli diye inandıklan kişilere, olanca hayal güçleriyle becerebildikleri mitolojik nitelikler mal etmeye çalışmış ve zihinlerinde canlandırdıkları insan şeklindeki tanrıyı bu suretle yaratmışlardır. Oysa aslında Kur'an-ı Kerim'e göre "Evliyaullah'' (yani Allah 'ın dostları) , Ondan başka herhangi bir kimseden korkmayan, dünyalık kayıplar için üzülmeyen, imanlı ve buna bağlı olarak ilahi emir ve yasaklara uymakta büyük titizlik gösteren bütün müslümanlardır.

Evet , Kur'an-ı Kerim'e göre işte evliya bunlardır. Dolayısıyla tarikattaki evliya ile İslam'daki evliya arasında bulunan fark, bu karşılaştırma ile ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Gerçek bu olmasına rağmen, Budizm'den İslam'a adapte edilmiş olan rabıtanın, Nakşilerde şartlı refleks haline getirdiği Mito-Mürşid tipi ilahlar, bu tarikatın külli türünde ısrarla yaratılmaya çalışılmaktadır

Nakşilikte Velilik ile Şeyhlik eş değerdedir. Yani her şeyh, kendi müridlerince aynı zamanda en büyük velidir; keşif ve keramet sahibidir. Onun için eğer bir kimse, hüner ve maharetlerini kullanarak herhangi bir nakşibendi şeyhinin gözüne girebilir ve ondan şeyhlik yetkisini almayı becerirse aynı zamanda evliya olma şansını da elde etmiş olur!

Öyle ise her şeyh adayı (ya da veli adayı) için esasen önemli olan hedef, şeyhlik postuna yükselebilmektir .Bunun ise iki yolu vardır:

Birincisi: Beşik Şeyhliği'dir ki, her tarikat şeyhinin emzikteki erkek çocuğu bile zaten doğuştan şeyh sayılır. (Bu görüş, daha çok kürt nakşibendiler arasında benimsenmiş ve tutunmuştur.)

Ancak sadece be'şik şeyhliği, üstün bir liderlik popülaritesi için her zaman yeterli olmayabilir. Bu bakımdan, doğal veliaht sayılan şeyhzadeler posta oturmak için (aşağıda anlatılan ikinci yolu izleyerek) genelde birbirleriyle yarışır ve beşik şeyhliğini aşmak amacıyla rutin pratikleri yapmayı da ihmal etmezler.

İkincisi ise: Seyr-u Süluk- ile (yani özel bir mistik eğitimden geçerek) mezun olduktan sonra bu makama getirilmekle olur.
Bu ikinci yol, genelde çok büyük yetenekler, geniş bilgi ve kültür gibi meziyetler, çok yönlü bir sosyal kişilik ya da yüksek entellektüalite gerektirmez. Hatta denebilirki, gelişmiş üstün bir kişilik, tarikata lider olma yolu üzerinde bazen bir engel bile oluşturabilir .

Çünkü nakşi şeyhlerinin bilgi düzeyleri sığdır. Hem kişilikli çömezlerini anlamakta zorluk çekerler, hem de onları gizli gizli kıskanırlar. Onların, günün birinde şöhret olup, kendilerini gölgede bırakabileceklerinden, için için endişe ederler. Bu nedenle, daha çok meftuniyet (aşırı ve sıkı bağlılık) ararlar.

Tabii bu da ancak rabıta ile oluşabilir. Bunun yanında öğrencinin, nakşilere özgü giyim ve kuşama dikkat etmesi, disiplinli, temiz ve suskun olması istenir . Bir öğrenci eğer bu kurallara titizlikle uyarak günün birinde yüzlerce (hatta bazen binlerce) arkadaşı arasında şeyhinin halifesi (ondan sonra yerine geçecek olan temsilcisi) makamına getirilecek olursa bu şans, onun artık kesin bir veli olduğunu kanıtlamak için yeterlidir. Onun daha fazla uğraşmasına da gerek yoktur.

Çünkü O, artık. Ulu bir zat'dır. Hatta eğer heybetini müridlerinin iliklerine kadar işlemekte yüksek bir performans gösterebilirse onun, çok geçmeden ''bir zat-ı ecill-i ala'' olması bile işten değildir!. Hayatta olduğu sürece O, Efendi Hazretleri'dir .Konuştuğu en bayağı bir sözde bile hikmetler aranır; her lafı sayfalar dolusu yorumlara konu olur; attığı her adımdan, yaptığı her hareketten, hatta yüzünü çevirip bir yana göz atmasından, gülümsemesinden ya da hapşırmasından bile türlü türlü anlamlar çıkarılır.

Öldükten sonra üzerine saltanatlı bir türbe inşa edilir; mezarının üzerine süslü bir sanduka kurulur; adı, yaşam tarzı, sözleri ve ona ait hemen her şey kurumlaşır ve kutsallaşır . Çok özür dileyerek sırf kamuyu aydınlatmak bakımından ifade edelim ki Şeyhinin her türlü artıklarını hatta dışkısını bile kutsal sayan cemaatlar aramızda yaşamaktadır. Sıkı bir şekilde gizleniyor olsa bile bu, kesin bir gerçektir .

Müridler tarafından kaleme alınmış olan şeyh biyografilerinin başlangıç kısmında genellikle bir övgü faslı vardır. Müridlerin, şeyhlerini ne kadar yüce ve üstün gördükleri hakkında geniş bilgiye sahip olabilmek için menakıb denilen kitapların bu faslına bakmak gerekir. Bununla birlikte müridle, şeyh- lerinin adını andıklan her defasında onlara tekrar bu övgüleri yağdırmaktan kendilerini alamazlar. Özellikle Hatm-i Huvacegan denilen ayin sırasında ruhanilerden her birinin adı geçtikçe bu övgüler bol bol sıralanır. Halkada oturan birçok mürid bu sırada şartlı refleksle son derece ürkütücü davranışlarda bulunurlar. Ömek olarak bu övgü şekillerinden bazılan şöyledir:

Kutb'ur-Rabbani ve Gavs'us-Samedani ve Cami'ul-Maani ve Bahr'u ulumi'l Sırrı ve’l Alani...” “Kutb'ul Arifin ve Gavs'ul-Vasılin ve İmam'ul-Muttakin ve Tac'ul-Kamilin...” “Cami'ul Kemalat'il-Evliya'il-Evvelin ve Mecma'ul-Adab'i ve Füyü’l zat'il ahirin Umdet'ul- Meşaih ve'I-Mu:;limin Umı1d'uI-Meşiiih'i B'i-ecmai'hjm ve's-i::' SiUikin Nur'usemevati ve'I-Arddıyn...>>

Özellkle belirtmek gerekir ki: “Doğu”'da kürt kökenli bir şeyhin müritleri tarafından düzenlenen bu son dua, müslümanlar arasında daima büyük tepkiye neden olmuştur. Çünkü “Nur'us-semevati ve'l-Aradiyn” Göklerin ve yerlerin nuru demektir ki Allah Teala, Nur Suresi'nin 34'üncü Ayet-i Kerimesi'nde bizzat zat-ı ilahiyesini bu şeyle nitelemiştir.

Halife, (yani şeyhin baş çömezi) üstadının postuna oturur oturmaz, müridleri arasında otomatik olarak hemen bir hiyerarşik düzen kuruluverir. Bu düzeni, ya Onun etrafında kümelenmiş bulunan kalabalıkların zengin elit tabakası -kendi inisiyatifi ile- hazırlar ki, -yakın tarihe kadar yüzyıllar boyu nakşi toplulukları böyle teşkilatlanmışlardır- ya da yaklaşık yarım asırdır Türkiye'de, siyasi düzenin başında bulunanlar bunu gizli eller aracılığıyla sağlarlar. “Güneydoğu” vilayetlerinden birinin yakınında son otuz yıldır faaliyet gösteren bir nakşibendi kampının merkezi işte bu şekilde kurulmuştur! Amaç, şeyhi dünya işleriyle ilgili kararlarda yönlendiren üst tabakayı elde etmek ve cemaati bu suretle bir oy potansiyeline dönüştürmek ya da devlet politikasının bazı hedeflerini gerçekleştirmede bu cemaatı kullanmaktır!!!

Bu kampın oluşmasında güdülmüş olan amaç şöyle özetlenebilir:

1950'den sonra Doğu'da ve Güneydoğu'da yerli halkın düşünce yapısında değişim rüzgarlarının estiği sezinleniyordu. Bu gelişme, iki farklı kutup olarak gittikçe belirginleşiyordu. Bunlardan biri ayrılıkçı-şövenist bilinçlenme, diğeri ise İslami uyanıştı.

Her ikisinin de ortaya çıkış nedeni aynıdır .O da, yönetimlerin baştan beri bu iki bölgede yaşayan kürt, zaza ve arap topluluklara uyguladığı baskı ve asimilasyondur. Buna, karşı tepki olarak ortaya çıkan bu iki düşüncenin gittikçe gelişme kaydetmesi üzerine yönetimler bir devlet politikası olarak son 45 yıldır çeşitli stratejiler belirlemiş bulunmakta ve bu stratejilere gôre hareket etmektedirler.

Bunların arasında en az askeri yôntemler kadar ônemli bir strateji daha vardır ki o da, Doğulu, nakşibendilerin yönlendirilmesi tasarısıdır. Bu olay, henüz büyük ölçüde deşifre olmamış çok önemli bir siyasi plandır!

Bu konuda şimdilik ancak şu kadarını söyleyebiliriz ki: 1958'de bütün bölge halkını bir tek nakşi şeyhi etrafında toplayabilmek için gizli ve geniş bir araştırma yapılmış, ondan sonra “seyyid” olduğu ileri sürülen bir Şahıs belirlenmiştir. (Neden bu şahsın seçildiği ise son derece ilginçtir ve elbette ki zamanla bu konuya ilişkin önemli bilgiler ortaya çıkacaktır!) ,
Görevli ajanlar tarafından yıllarca bu şahsın propagandası yapılarak Siirt'le Bitlis arasındaki tekkesi, onbinlerce insanın akın ettiği mistik bir mabed haline getirilmek suretiyle nihayet İslami uyanış Doğu'da Çökertildi.

Müslümanların eritilmesine daha fazla ağırlık verildiği için şövenist faaliyetler gittikçe güç kazandı. Sözü edilen şeyh ve cemaati, İslami uyanışın çökertilmesinde kullanıldıkları kadar kürtlerin siyasal açıdan bilinçlenmesine karşı da bir engel oluşturuyorlardı. Bu nedenle yeraltı örgütlerinin herhangi bir saldırısına karşı bu şeyh ve tekkesi daha sonra, “Güneydoğu'' ' nun (kritik alandan uzak) bir noktasına taşındı.

Kaynak: Ferid Aydın, "Tarikatta Tabıta ve Nakşibendilik" 1. Baskı Ekin Yay. 2. Baskı Süleymaniye Vakfı Yay.

Yazarın Eski Bir Nakşibendi Şeyhi olması verdiği bilgileri daha da önemli kılmaktadır.
 

Ebrar_2007

New member
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
26
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Evliya Allah dostu demektir.Kuranda evliyalar geçmektedir
.Hadislerdede bahsedilmektedir bir hadisi şerifte buyuruluyor .
Benim ümmetimin velileri beni israilin peygamberleri gibidir.Onlar için bir korku yoktur Allah'ın dostluğunu kazanmışlardır.
EVLİYALAR yanlarına vardığınızda size Allah'ı hatırlatırlar onlara farkında olmadan hürmet ederiz onlarda Allah'ın nuru vardır. Allah'ın nazarı onların üzerindedir.Sevğili Peygamberimizle birgünde 25 seferden fazla görüşürler Ümmeti muhammedin Merhameti için dua ederler.Allahın ahlakıyla ahlaklanmışlardır onlardan sünnete muhalif bir hareket bulamayız.Birgün Beyazıtı bestami Hazretlerine sevenleri talebeleri efendim falan yerde bir Allah dostu var diye bir kaç kez söylüyorlar mübarekte onu ziyaret etmek bize vacip oldu diyor ve ziyarete gidiyorlar öğrencileriyle
bakıyorlarki abit olarak bahsedilen kişi camiye doğru gidiyor ve giderken yolda tükürüyor bakıyorki Beyazidi bestami hazretleri kıble istikametine doğru tükürdüğünü görüyor ve öğrencilerie geriye diyor efendim neden geriye dönüyoruz diye sormalarına fırsat bırakmadan mübarek Allahu alem sünnete muhalif hareket eden Allah dostu olamaz diyor.Yani anlıyacağımız Allah dostları sünnete sıkı sıkıya bağlıdır.Rabil zülcelal hazretleri buyuruyor.Bir kulum sevdimmi onun gören gözü işiten kulağı yürüyen ayağı Yani o kulda Rabbimin tecellisi oluyor yani Fena fillah denilen mertebeye ulaşıyor o zaman yaptığı her hareket rabbimin emri izniyle oluyor Allah dostlarının yanına ulaştığınızda kalbiniz huzurla doluyor rahmet kapıları açılıyor.Ona tabi olup tövbe ederseniz nurlanıyorsunuz yüzünüzün renği işlediğiniz günahlardan simsiyah oluyor Allah dostunun elinden onu şahit tutarak yaptığımız tövbeden sonra kalbimiz ve bütün azalarımız nurlanıyor.

Bir hatıra;Birgün bir yerde mecburu ikamette iken izmirden af buyurun tepecikten çinğeneler vardı yüzleri simsiyah hayatları boyunca hertürlü rezilliği yapmışlar anlıyacağınız.Bir gün biz namaz kılarken oda demek içindeki iman kıpırdıyorve namaz surelerini öğrenmek istedi Allah (cc) şahit inanınki bahsettiğim hadise 1980 de geçti yüzü birden nurlandı iman edince ihlasda tamam demekki ettahiyyatü ile yanılmıyorsam ihlas yani kulhuvallahü ehad suresini ezberledi ve yüzü siyahdı beyaza döndü herkez hayret etti.Allah dostlarını ağızlarından nur çıkar ve bu nur çok latif hoş bir kokudur.Vucudlarından miski amber latif dünyada duyamayacağımız parayla alamayacağımız latif koku çıkar

medineye gidenler bilir peyğamberimizin kokusunu yada eyüp ensariyi ziyaret edenler duyar özel bir kokusu vardır allah dostlarının herbirinin kokusu farklıdır tıpkı her çiçeğin kokusun farklı olduğu gibi.inanın mezarların yanından geçerken bile o güzel kokuyu duyarsınız Rabbim tabi duyurursa.İnsanların kalb gözü denilen gözü vardır.Rabbim onu açtımı hakikati seyrediyorsun marifet nuruyla bakiyorsun Allah dostlarının elinin üstünde peyğamberimizin eli vardır onunda üstünde Allah'ın kudret eli vardır elini tuttugunuzda Allahın kudret elini tutmuş olursunuz.Sadıklarla beraber olunuz buyuruyor rabbimiz .Kim bu sadıklar Allah (cc) hazretlerinin sözünün dışına çıkmıyanlar yani Ruhları yarattığında ruhlara elesti bi Rabbiküm dediğinde ruhlar seçde etti.Seçde etmiyenler ise kafirlerle münafıklar Allah muhafaza buyurusun.Rabbime soruyorlar Allah Teâlâ şöyle buyuruyor;

?Bir gün Rabbin meleklere: ?Yeryüzünde bir halifelik oluşturmaktayım? dedi. Melekler: ?Orada karıştırıcılık yapacak ve kan dökecek birilerini mi oluşturuyorsun? Ama neylersen, güzel eylersin; biz bu sebeple sana boyun eğeriz. Sen en temizini yaparsın[1]? dediler. Allah dedi ki: ?Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.? (Bakara 2/ 30)

peygamberlerimizin hepsi şunu söylemiştir:Ben sizden bunun bir karşılığını beklemiyorum. Alacağım karşılığı alemlerin Rabbi verecektir.? (Şuarâ 26/127)

Yer yüzünde her dönemde bu yüce dinin hizmetini yapan onu tebliğ eden islama hizmet eden onu en iyi yaşıyan veliler mevcutdur. Onların izinde giden sahabenin izinde gitmiş demektir silsile yoluyla peyğamberimizin yolunda rabbimin emrettiği yolunda gitmiş demektir.Budönemde yaşıyan ehli sünnet alimlerden velilerden bize faydalı olacak bizim kurtuluşumuza vesile olacak Adıyamanda yaşıyan kahta ilçesinde menzil köyünde yaşıyan Rabbimin Gavslık makamını verdiği kişi yaşamaktadır tasavvuf kitaplarını okuyanlar bilirki Gavslık sıradan birşey değildir.Bir kedi bir fareyi yakalarken zamanın gavsının iziniyle yakalarmış.Azrail as. bir ruhu gasbederken yani canını alırken zamanın Gavsının izniyle alıyor yani son nefgeste imanla gitimek için imanlı olmak gerekiyor
.NASIL YAŞARSANIZ ÖYLE ÖLÜRSÜNÜZ.NASIL ÖLÜRSENİZ ÖYLE DİRİLİRSİNİZ.NASIL DİRİLİRSENİZ ÖYLE HAŞROLURSUNUZ.
KIYAMETTE onun için son nefes çok mühümdur nasıl ne zaman öleceğiz belli değil cennette cehennemde ebedi gerci günahkarlariçin cehennem eğer küfür ehli değil kafir münafık değilse günahını azabını çektikten sonra cennete girecek ama ahiret hayatının bir günü dünya hayatının 1000 yılına eşit diyorlar alimler doğrusunu Rabbim bilir.bazılarıda tüm dünya hayatının milyonlarca yıl ahiret hayatının bir gününe eşit diyorlar azab çetin rabbim aht ediyor azabım çetindir diyor kafirlere iman etmiyenlere onun için aklımızı başımıza alalım
.
GAVS-I SANİ Hazretleri menzilde yaşıyor bu ünvanı Rabbim buyuruyor insanlar dünyanın çeşitli yerlerinde maneviyatta yani kalb gözü açık olanlar görüyor salih kimse olanlarda rüyalarında görüyorlar Rabbim bildiriyor.Bu mübarekler insanın dünyaya olan sevğisini alıp kalbini Allah sevğisine bağlıyorlar.Hakikatı gösteriyorlar ihlası elde etmesine yardımcı oluyorlar.Kurtuluşuna vesile oluyorlar kötü huylarını terk ettiriyorlar ibadetlere sevk kazanmasına vesile oluyorlar şahit oluyorlar Rabbimin huzurunda avukatlık yapacaklar bizim için Ümmetim Ümmetim dediği gibi peyğamberemizin onlarda sofim sofim diyecekler inşaallaHatme duasındaki seyda hz. (k.s) bölümündeki "irşadil mürşidin" sözüyle alakalı olarak bir şeyhin seyda hazretlerine intisab edişi:

Elazığ veya Erzincan bölgesinden yaşlı bir zât geldi. Seydâ Hazretleri'nin huzuruna sürünerek ulaştı. Biz o zâtın sakat olduğunu zannettik. Biattan sonra normal bir şekilde yürüyerek talimat verilen yere geldi. Dikkatimi çekmişti. Talimattan sonra dedim ki: Neden Seydâ Hazretleri?nin huzuruna bizim gibi yürüyerek değil de sürünerek gittiniz? O zât şöyle cevap verdi: "Kardeşim, Seydâ Hazretleri şeyh değildir!" Ben celallendim. Ne demek istiyorsun? diye çıkıştım. O zât, "Bu sultandır!? dedi ve anlatmaya başladı:

"Ben ilmini tamamlamış, otuz üç senelik şeyhim. Bir gün benim bağlılarımdan çok sevdiğim bir sofi Seydâ Hazretleri?ne bağlanmış. Çarşıda bu sofiyi gördüm, dedim ki:

Oğlum, neredesin? O şahıs bana cevap olarak;

"Efendim, ben Menzil'e bağlandım, o yüzden gelemiyorum," dedi.

Ben de kendisine sitem ettim: "O zât kim?"

Cevaben: "Şeyhtir, efendim" dedi.

Ben: "Ben kimim?" dedim.

Cevaben "Siz de şeyhsiniz" dedi.

Aramızdaki fark nedir? dedim. Cevaben şöyle dedi:

"Efendim, ben sizin yanınıza gelip giderken bir hastalığım vardı. Yıllarca yanınıza geldim gittim o hastalığımdan kurulamadım. Ama Menzile gidince o zâtın elinden tuttuktan sonra o hastalıktan kurtuldum."

Ben, Hastalığın neydi, evladım dedim.

"Efendim, hırsızlık alışkanlığım vardı. Bir türlü vazgeçemiyordum. Elhamdülillah, şimdi herkesten helallik diliyorum," dedi?

Şeyh anlatmaya devam ediyordu. Bir yandan da nisbet kokan çayları içmeye devam ediyorduk?

Müridimin Menzil?e bağlanmasi ve kendisindeki değişikliği anlatması bana çok etki etmişti. Bu halet-i ruhiye ile yattım. Şöyle bir rüya gördüm: Çok büyük bir sahrada yüz binlerce insan toplanmış. O topluluğun önünde yüksek bir mekânda çok güzel, nurlar saçan bir taht hazırlanmış. Üzerinde Reisül-enbiya, şefaatçimiz, Efendimiz Muhammed Mustafa (sav)) oturmakta idi. Ben de o topluluğun en arkasında idim. Aniden Peygamber Efendimiz (sav)) ayağa kalkarak: "Sofiler, oğlum Raşit'in çorbasını getirin!" dedi ve bir kaç kişi kazanla ortaya çorba getirdiler. Allah Resul?ü eline çorba kepçesini alıp karıştırmaya başladı ve şu müjdeyi verdi: ?Kim ki oğlum Raşit'in çorbasından içerse biz ona kefiliz."



Bu rüyayı gördükten sonra gerçek irşâdın, Seydâ Hazretleri'nde olduğunu, bizleri dahi irşâd edenin Muhammed Raşit Hazretleri olduğunu, O?nun makamının irşadül-mürşidin olduğunu anladım. Ve bütün müritlerimi toplayıp kendilerine bu durumu bildirdim. Kendilerine vasiyette bulundum. Kendim de bu devletliye gelip teslim oldum.

YARABBİ NİYETİMİZİ HALİS KIL RİYADAN SANA SIĞINIRIZ.


BAŞTAN BAŞA YALAN YALAN
“De ki:Allah hakkında yalan uyduranlar asla kurtuluşa eremezler. Dünyada biraz geçimlik; sonra dönüşleri yine bize olacaktır. Biz de onlara inkar etmiş olmaları sebebiyle şiddetli azabı tattıracağız.” (Yunus: 69-70)
 

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
BAŞTAN BAŞA YALAN YALAN
“De ki:Allah hakkında yalan uyduranlar asla kurtuluşa eremezler. Dünyada biraz geçimlik; sonra dönüşleri yine bize olacaktır. Biz de onlara inkar etmiş olmaları sebebiyle şiddetli azabı tattıracağız.” (Yunus: 69-70)
Bir hadiseye YALAN mührünü vurabilmek için şahit olman gerekir orada bulundunmu hiç yani MENZİLDE bulunsa idin bu kelimeyi kullanmaya haya ederdin ''Ariflere taş atan iman ile göçemez''

''Alimlerin eti zehirlidir onların etini yemeyiniz (gıybet)etmeyiniz''
 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Arkadaşlar konu hakkında mesajlarınız ve yorumlarınız edebi aşmadan rencide edici hakaret ve dayatmadan uzak olursa sevinirim.Paylaşımlarda ilim ön planda olursa kalp kırılmalarının önüne geçilir inşaallah
 
Katılım
25 Eki 2007
Mesajlar
55
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
MENZİL SULTANLAR DİYARI.....

Son Yüzyılın Gavsı Menzildeki ABDÜLBAKİ Hz.dir.Bilvanis, Siyanüs, Taruni, Havil, Dilibey, Nurşin, Kasrik ve Gadir köylerinden soluklayarak Menzil'i mekan edinen Gavs Hz.leri ve oğulları (Seyda Hz.leri ve (gavsi sani Hz.leri) kıyamete dek sürecek irşad faaliyeti sergilemektedirler. Peygamber soyundan gelen bu aile, Şah-ı Nakşibendi (k.s.)'ın Kasr-ı Arifan'da başlattığı irşadın ikincisini her türlü çileye rağmen, devam ettirmektedirler. Bu yüzden Menzil'e Seyda Hz.leri (k.s.) ikinci Buhara demiştir. Gerek Gavs Hz.leri, gerek Seyda Hz.leri ve gerekse Seyyid Gavs-ı Sani Hz.lerinin bu yerlerde Allah'ın rızasını kazanmaktan başka gayeleri olmamıştır. Rıza-ı Bari hayatlarının parçası olmuş ve bu uğurda diyar diyar gezmişler ve bu uzun yürüyüşten sonra , Menzil en son durakları olmuş. Böylece göç ve hicret hayatını yaşayarak Resulüllah'a mutabaat yaptılar.

Bu yürüyüşü önce Gavs Hz.leriyle köy köy gezerek başlamış Seyda Hz.leri döneminde kalabalıklara dönüşmüş ve Seyyid Gavs-ı Sani Hz.lerin de ise zirveye ulaşmıştır. Bu irşad halkasının içinde Şeyh Abdurrahman-ı Tahi, Şeyh Fethullah, Şeyh Muhammed Diyauddin, Şeyh Ahmed-el Haznevi gibi sadatlar sıralanmış, mekan değiştirenlerin yerine Gavs Hz.leri, Seyda Hz.leri ve Seyyid Gavs-ı Sani Hz.leri aynı heyecanla bu yolu bugüne dek taşıyarak onların yollarını takib etmişlerdir.

Nöbeti devraldığı zat, hem kardeşi, hem yol arkadaşı, hem mürşidi Seyda Hz.leridir. hayattayken arkasında iki büklüm bir vaziyette büyük bir adabla peşisıra yürümesiyle dikkati çeken Seyyid Gavs-ı Sani Hz.leri ilerisini haber verircesine nöbeti Seyda Hz.lerinden devralmıştır. Babaları Gavs Hz.leri olan bu ikili, ailenin gözbebekleridir adeta.

Seyyid Gavs-ı Sani Hz.leri tâ çocukluk yaşlarda hastalığa yakalanmış, zayıf ve bitap düşmüştür. Malum bizim gibi zayıf insanlar için hastalık günahlara kefaret olan ilaçtır ama, büyük zatlar için makam almalarına veya bir basamak ilerisine sıçramak için verilen ilaçtır. Verem hastalığına yakalanmış, ama hasta haliyle Siirt'te, oradan da Van'a okumaya gitmeyi ihmal etmedi. O zamanları medrese talebeliğinin yanısıra , tevbe de veriyordu. Bir yandan hastalık, bir yandan talebelik ve bir yandan da Gavs Hz.lerinin emri doğrultusunda irşada yardımcı olmasıyla alametlerini tâ o günlerde belli etmesi büyüklüğüne işarettir.



Gavs Hz.leri Van'a gönderdi. Van'da ne oldu? Kısa zamanda irşad halkası genişledi ve çoğaldı. Kötü hallerini bırakan halkaya dahil oluyordu. Tabii bu arada rahatsız olanlar muhalefet etmeye başladılar. İstemeyenler ve çekemeyenler oldu. Münkirler boş durmadılar, hemen şikayet ettiler. İki-üç gün tevkif edildikten sonra Seyyid Gavs-ı Sani Hz.lerini genç yaşta 30 gün süreyle tutukladılar. Molla Ahmed bu durumu Gavs Hz.lerine açıklamaya çekinir, rahatsızlık duyacağını hesap ederek önce tereddüt etti ve nihayet Seyyid Sıtkı'ya söyler. Zaten Seyyid Gavs-ı Sani Hz.leri hastaydı. Bir de hapishane hayatı eklenince, bütün bunları Gavs Hz.leri işitirse ne yapar düşüncesiyle Molla Ahmed'in anlattıklarını dayıları açıklar.Dayıları Seyyid Sıtkı diyor ki:

"Ben Gavs Hz.lerine söyleyince, Gavs Hz.leri öyle oldu ki, öyle ferahlandı ki, inanın çiçek gibi açıldı. Öyle tebessümle bana dedi ki:

-Ondan büyük nimet ne var? Allah'a şükredelim. İmam-ı Rabbani, Şah-ı Nakşibendi, Abdulkadir Geylani, Şah-ı Hazne hepsi içerde mapus kaldı. Onlara mutabaatı oldu. Bazıları hata yapıyor, suç işliyor, tevkif ediliyor ve ceza altına giriyor. Bu Allah'ın yolunda tevkif edilmiş ve nezaret altına alınmış ne kadar büyük nimettir. Ne kadar şükretsek azdır."

O yörenin insanları kötü işleri bırakıp, yola gelmesinden rahatsızlık duyanlar Yüzbaşı'ya şikayet ediyorlar, o da huduttaki yüzbaşıya bildiriyor, derken yirmibeş muhtardan imza toplayarak gözaltına alıyorlar.

30 günden sonra serbest bırakıyorlar. Gerçi şikayet edenlerin ekserisi hakikati görünce pişmanlık duymuşlar ve yola girmişler. Baktılar ki ne kadar çile çekiyorsa bu zat, o kadar Allah (C.C.) daha fazla veriyor. Bu durumu idrak edenler hemen diz çöküp halkaya dahil oluyorlardı. 30 günden sonra Menzil'e geliyorlar, daha sonraları tekrar okumak için gidip geliyorlardı. Allah'ın dostları hepsi çekmiş, eziyet onlar için lezzet ve taddır.Seyyid Gavs-ı Sani Hz.lerinin terbiyesinde başta Gavs Hz.lerinin ve Molla Derviş gibi Hocaların katkısı büyüktür. Seyda Hz.leri nasıl ki Gavs Hz.lerinin emrinde nasıldı, Seyyid Gavs-ı Sani belki iki-üç misli daha fazla Seyda (k.s.)'ın emrindeydi. Seyda Hz.leri ağabey-kardeş ilişkisinin ötesinde can yoldaş idiler. Seyyid Gavs-ı Sani Hz.leri Gavs (k.s.)'ın döneminde bile Seyda Hz.lerinin karşısında sanki ölü ve cansız gibiydi, yani teslimiyet çoktu. Zaten Seyyid Gavs-ı Sani Hz.lerinin bu halleri , onun ileride Seyda Hz.lerinden sonra büyük bir zat olacağını haber veriyordu. Adabı ve halleri "Seyda Hz.lerine layık olmaya çalışacağım" mesajını ortaya koyuyordu.

Nitekim de Seyda Hz.leri bu dünyadan göç ettikten sonra irşad daha da kat kat arttı.Seyyid Gavs-ı Sani Hz.leri hastalık çektiği için genç yaşlarda çok zayıfmış, ince yapılıymış. Gavs Hz.lerini Ankara'ya yolladı, o hastalık geçti, dönüşte kilo almaya başladı. Böylece o zayıflık da üzerinden alınmış yerine heybet hakim olmuş. Hem de öyle bir heybet ki, sima olarak artık babası Gavs
Hz.lerine benziyordu. Seyda Hz.lerinin sofilerinden Gavs'ı tanımayanlara, Seyyid Gavs-ı Sani'yi görmeniz kâfi deniliyor. Gerçekten de, Gavs'ı görenler yüzcek benzediğini söylüyorlar. Hastalık, hapis, eziyetler derken sabır yürüyüşünü Seyda Hz.lerinin arkasında adapla yapıyordu. Seyda Hz.lerinin halifelik öncesi ve sonrası emrinden çıkmayan birisi varsa o da Seyyid Gavs-ı Sani Hz.leri idi. Hayatında iki şey mukaddes biliyordu: birisi Gavs Hz.leri ve Seyda Hz.leri, diğeri ise Kur'an ve hadis...

Öyle ki , Seyda Hz.leri şu işi yap, hemen yapıyordu. Ağabey-kardeş ilişkisi teslimiyet çerçevesinde geçti. Zaten Mürşid-i Kâmil'in alameti âdâbıdır. Gavs Hz.leri vefat edince bütün işleri Seyda Hz.leri yapıyordu. O yıllar en büyük yardımcısı Seyyid Gavs-ı Sani (k.s.)idi. Hayatını âdâb ve teslimiyet üzerine tanzim etmişti. Gavs Hz.lerine de öyle candan ve aşktan bağlıydı ki,
onun dar-ı bekâya irtihali Seyyid Gavs-ı Sani (k.s.)'ın iç dünyasında fırtına estirmiş, adeta şok hali yaşamasına sebep oldu. Öyle bir şok ki beraber yaşadıkları Seyda Hz.lerini bile bir an unuttururcasına, 21 gün biat etmemiş Gavs Hz.lerinin merkadına günlerce yüz sürmüş ve onu kaybetmenin hüznünü yaşıyordu. Tabii bu şoktan çıkmama hali Seyda Hz.lerine beyatını
geciktirmesine sebep olmuş. Seyyid Gavs-ı Sani Hz.lerinin bu haline itiraz edenler olmuş ama , o bütün bunlara aldırış etmeden Gavs (k.s.)'ın merkadına yapışmıştı. Yine birgün Seyyid Gavs-ı Sani hz. Gavs'ın merkadında, Seyda Hz.leri de merkadda o arada Kur'an okuyor. İşte o sıra ne olduysa orda oluyor, Seyda Hz.leri:

"gavsi sani otur..." diyor ve beyatı o anda gerçekleşiyor. Hatta, maneviyatta Gavs'ın (k.s.) Seyda Hz.lerine üç sefer:

"- Raşid, S. gavsi sani'ye dikkat et. Onu sana teslim ettim" dediği rivayet ediliyor. Böylece, Seyda Hz.leri bu ikaz karşısında Seyyid Gavs-ı Sani (k.s.)'ına "otur" diyerek emaneti veriyor. Kelimenin tam anlamıyla bu emanet Seyyid Gavs-ı Sani'ye (k.s.) verilen en büyük hediyeydi. Artık o şok hali
üzerinden kalkıyor, yeni bir hayata başlamanın sevinci üzerini kaplıyordu. Gavs (k.s.)zamanındaki beraberlik eskisinden daha da çok koyulaşarak Mürşid-Halife ilişkisine dönüşüyor. Seyda Hz.leri halifeliği gavsi sani hz.ile beraber ikisinin icazetini bir perşembe akşamı veriyor. Seyda Hz.lerinin sofileri Menzil'e ziyarete gittiğinde hep onu Seyda Hz.lerinin arkasında iki büklüm gördü ve hafızalarımızda hep o hali kaldı. Ayrıca Seyyid Gavs-ı Sani sırt ağrılarından dolayı Seyda Hz.lerinin emriyle ameliyat da olurlar.Seyda Hz.leri de dar-ı bekâya irtihal edince bütün yük Seyyid Gavs-ı Sani Hz.lerinin omuzlarına binmiştir. Nasıl ki, Gavs zamanında en büyük destekçi

Seyda Hz.leri idi, Seydamızın döneminde de en büyük yardımcı Seyyid Gavs-ı Sani Hz.leri idi. Şimdi Menzil'in işleri daha da yoğunlaşmıştır. Bir yandan camii inşaatı, diğer yandan merkad inşaatı ve diğerleri bunun en büyük göstergesidir. Menzil artık gelen misafirleri maddeten kaldıramadığı için, Seyyid Gavs-ı Sani Hz.leri büyük çapta inşaat ve imar faaliyetlerini başlatarak, Gavs (k.s.) ve Seyda (k.s.)'ın bıraktığı temelleri daha da genişletmişlerdir.

Önce Türk-i Cumhuriyet'lere yönelik bir seyahatı başlatırlar. Daha sonra bu yolculuktan sonra umre hazırlığına koyulur. Türk-i iller ve Umre yolculuğu derken, Menzil'e döner dönmez merkad ve camii inşaatını gerçekleştirir. Sene içinde de Afyon'u ve Pursaklar'ı ziyaret ederek hem irşad hem de mutabaat yapıyorlar. Seyda Hz.lerinden devraldığı yük, beş-on misli daha da artarak
bu dönemde şeritle (iple) tevbe verme metodunun görülmesi bu dönemin en belirgin özelliğini ortaya koyması bakımından mühimdir. O kadar yük artmış ki, Allah'ın rahmeti ve kudreti olmasa hiç bir insanın bu yükü taşıması mümkün değildir. Bütün bu eziyetleri Allah için çekiyorlar. Her türlü insanın nefes kokusuna normal bir insan, değil bir gün, bir saat bile dayanamaz. Öyle oluyor ki, camii tıklım tıklım, üstüste secde ediliyor, nefessizlikten dayanılmaz hale geliyor. Böyle olduğu halde, hem camii inşaatı, hem Menzil'in işleri, hem sırt ağrıları, hem de irşad faaliyetlerini bıkmadan usanmadan, aralıksız bir şekilde yürütüyorlar. Fakat, Allah-ü Teala ona göre kuvvet vermiş. Allah'ın muhabbeti olmazsa ve sadatların muhabbeti olmazsa bütün bu işlerin yapılması imkânsızdır.

Bel ağrılarına rağmen yine de irşaddan geri kalmıyor, devamlı sofilerin hizmetinde. Rahatsızlığını bile hiçbir zaman dile vurmaktan haya edinen bir mizacı var. Hastalığını soranlara, sıkılgan bir vaziyette anlatmaktan imtina ediyor, ancak ve ancak sırtını çeviremediğini görerek anlaşılıyor. Dikkatle bakıldığında kendini ve sırtını çeviremediği gözlerden kaçmıyor. Bunlara rağmen irşad faaliyetlerine yılmadan usanmadan ve sorumluluk duygusuyla devam ediyorlar. Bu vazifeyi madem yapacaksan, tam yapacaksın şuuruyla hareket ediyor. Allah (C.C.) ecirlerini artırıyor.

Seyyid Gavs-ı Sani Hz.leri denilince ilk evvela âdâb akla geliyor. Gavs (k.s.)'ın Şah-ı Hazne'ye bağlılığı ve Seyda Hz.lerinin Gavs'a teslimiyeti, Seyyid Gavs-ı Sani (k.s.)'ında zirveye çıkarak âdâba dönüşmüştür. Diğer halifelerde de var ama, Seyyid Gavs-ı Sani'de tarif edilmez bir şekilde
bambaşka...

Seyda Hz.lerinin ardından merkadı ve camiiyi yapması, evlere ve çeşmelere el atması gibi faaliyetlerine de akıl sır ermiyor. Yani tasarrufatına akıl ermiyor ve çok hızlı başladı. Tabii hep Allah'tan geliyor. Bu dönemde çorba daha da fazla kaynıyor, ekmek daha çok çıkıyor, tabiri caizse on misli oldu.

İşte bu yoğun faaliyetinde Seyyid Gavs-ı Sani Hz.lerinin dilinden sohbet bile işitemez olduk. Zaten fırsat yok. Sohbet ederse, tevbe veremezsin ve irşadın aksamasına yol açar. O bakımdan hiç boş durmuyor, o yüzden sohbete sıra gelmiyor. Seyda Hz.leri Gavs'tan sonra yaklaşık iki sene çok sohbet etti, sonradan birdenbire bıraktı. Vefatına yakın veda niteliğinde sohbetleri oldu o kadar. Fakat, Seyyid Gavs-ı Sani Hz.leri irşadı devraldıktan sonra sohbet etmemesi, yukarıda işaret ettiğimiz hususlardan kaynaklanmaktadır. Bu dönemde amel, zikir ve akıl ön planda. Muhabbetten ziyade çalışmak, bu dönemin en belirgin özelliği.
 

ayna44

New member
Katılım
17 Şub 2007
Mesajlar
488
Tepkime puanı
100
Puanları
0
Yaş
36
BAŞTAN BAŞA YALAN YALAN
“De ki:Allah hakkında yalan uyduranlar asla kurtuluşa eremezler. Dünyada biraz geçimlik; sonra dönüşleri yine bize olacaktır. Biz de onlara inkar etmiş olmaları sebebiyle şiddetli azabı tattıracağız.” (Yunus: 69-70)


''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez''

rabbim guzel dusunenlerden eylesın...inş..
VE

Bİ KONUYU ARAŞTIRIP KONUSANLARDAN EYLESIN ....

RABBIM TUM MUSLUMANLARIN YARDIMCISI OLSUN....

SELAM VE DUA ILE KALIN...
 

nurþeyma

New member
Katılım
7 Nis 2007
Mesajlar
302
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez'' ''Ariflere taş atan iman ile göçemez''

rabbim guzel dusunenlerden eylesın...inş..
VE

Bİ KONUYU ARAŞTIRIP KONUSANLARDAN EYLESIN ....

RABBIM TUM MUSLUMANLARIN YARDIMCISI OLSUN....

SELAM VE DUA ILE KALIN...



Peki,
Domuz ABD li askeri bacılarımın ırzına geçerlerken, onlara taş atamayan ve tırsan O ANLI ŞANLI ARİFLERİNİZ ve onlara uyanlar iman ile göçer mi?..
Bu kadar basit mi bu iş kardeşlerim,
Kişiye iman ile imanlı göçmenin mantığı nedir..
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
Tarikatta Evliya Nasıl Bir Kişiliktir?Sözde "bazı yüce ruhlu insanlar, keskin bir sezgiye, olağanüstü ve gizemli güçlere sahiptirler. Bu kişilere, her dinin mistik toplulukları tarafından verilen bazı sıfatlar vardır: ''Evliya", ''Aziz", ''Saint" ''Surp" ve ''Ermiş" gibi...

Tarikatta evliya; veli anlamında kullanılır. Türkçesi dost demek olan bir anlatımdır bu. Diğer bahsettiğin sıfatlar ( aziz, saint, surp vb.) İslam ile ilgisi ve benzerliği olmayan fırkalarda ve inanç sistemlerinde görülür. Bu veli kavramını, bir kimse başka bir kimseye kara kaşının yada kara gözünün hatırına unvan olsun diye vermez. Zaten vermek de kimsenin haddine değildir. Almak da kimsenin haddine düşmez. Yani bir nevi ayinesi iştir kişinin. Örneğin evlilik çağına gelirsin, o ana kadar hiç söylenmeyen bir unvan (gelin veya damat, güvey vb.) çevrenizdeki insanlar tarafından siz isteseniz de istemeseniz de o şekilde algılanır. Veya çocuğunuz olur, size herkes anne yada baba gözü ile bakar. Sen artık anne oldun, yada baba oldun derler. Şimdi sen, insanlar sana böyle desin diye mi baba yada anne oldun. Elbette hayır! Ama toplumun sosyal yapısı sana bu unvanı ister istemez verir. İşte Din olgusunu hayat eksenine entegre eden insanlara da Din’i normlar çerçevesinde bu göz ile bakılır. Derler ki; “çok dervişane bir yaşam tarzı var.” Veya “Bu adam tam Allah adamı” derler. Oysa sen insanlar bunu desin diye seçmedin bu yaşam tarzını. Belki rıza-ı İlahiyi baz aldın. Ama; Sen istemesen de insanlar sana bunu yakıştırdı. Zaten sen istesen, bu sıfatlara talib olsan “O zaman şirk’in ta göbeğinde kalırsın!”
Kalabalıkların çok büyük saygı ve bağlılık gösterdiği bu şahıslar, "Çilehane", ''Manastır", ''Savmi'a" ve "Stupa" gibi özel ve kutsal sayılan mekanlarda ''Seyr-u Süluk", ''Mücahede", ''Çile", ''Riyazet" ve ''Yoga" gibi her dine göre çeşitli adlar altında mistik egzersizler yaparak sözde, "günahlarından arınır ve bir ruh temizliğine kavuşurlar. Bunlar artık Himmet, Bereket ve Tasarruf sahibidirler, Allah adıyla, kainat ve tabiat olaylannı yönetirler.'' (!) ,


Bu gibi insanlara kalabalıklar saygı göstermez, kul olduğunun farkında olan insanlar saygı ve sevgi gösterir. Bunun da nedeni, O saygı duyulan insanın özelliklerinden sadece bir tanesi olan; Allah’a (cc) olan saygı ve sevgisi nispetinde artar yada eksilir. Kulaktan dolma bilgiler, yaşamadan, bilmeden konu ile ilgili ahkam kesme gibi hasletler sizin için eksidir. Size bir şey kazandırmaz, belki çok şeylere ulaşmanızda engel olacak türden davranışlardır. Neden ? Çünkü; yazıyı yazan kişi Nakşibend tarikatının son dönem mürşidlerinden biri olan bir mübarek kişi (k.s.) hakkında yazmış. Bu kişinin seyr-u suluk hakkındaki uygulamalarında çilehanede riyazet uygulaması yoktur. Hiç kimseye inzivaya çekilmesi konusunda bir önerisi de olmamıştır. Diğer saydığınız sıfatları ise, bırakın anlam olarak, kelimesini dahi yakıştırmadığım için üzerinde durmaya gerek duymuyorum, çünkü çok basit iddialar. Ruh temizliği ise, Allah’ın (cc) bileceği bir iştir. Kulun o konuda bir hüküme varmak istemesi de yine “şirktir!”Çünkü kalpler, Allah’ın (cc) kudretindedir, istediği yöne çevirir, ayet ile sabittir.Bu kişinin bereket veya tasarruf içinde olup olmaması da bizzat kendini ilgilendirir. Tabiat olaylarını bırakın, bir yaprağın bile kıpırdamak için Rabbül Alemin katından gelecek olan emri beklediğini bilen tasavvuf insanı, sizin bu iddialarınıza sadece acıyarak tebessüm eder.“Bilmez ki sorsun; sorsa, bilir! Sormaz ki bilsin; bilse, sorar!”der ve senin için dönüp dua eder. Muhakeme ve kavrayış yeteneğinin artması için duada bulunur.
“Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışlarda bulunanlar başka; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” Furkan :70
Müslümanımsı mistiklerce evliya denilen bu insanlar hakkındaki inanışlardan bazıları şöyledir: 1. Bunlar masum, günahsız, yüce ve yanılmaz şahsiyetlerdir ; kutsal birer kişiliğe sahiptirler .


Çok yanlış! Her insan anne ve babasından tertemiz ve günahsız doğar. Reşit oluncaya kadar da sabi hükmündedir. Baliğe ulaştıktan sonra hala bilmiyorsa anne ve babası sorumludur. Anne ve babası eğer öğrettiği halde Dini hükümler konusunda gevşeklik gösterirse, bu konuda birebir kendi nefsi sorumludur. Ne kadar yaparsa, o kadar karşılığını sadece Rabbül Alemin verir. Ama bu dünyada, ama ahirette. Her kutsal bir şey saygıya layıktır, ama; her saygı duyulan bir şey illa kutsal olmak zorunda değildir! Tasavvuf ehli bunu bilir, siz bilmiyorsanız kendi derdinize yanın.

Kutsallık; gerçek ve öz anlamı ile Allah’u Teala’ya (cc) yakıştırılır. “Evet o öyle Kuddûs ki Aziz; çok izzetli, kudsiyeti sarsılmaz, kudretine yetişilmez, ezelden vasıflandığı kuvvet ve yüceliği hiç bir suretle mağlub edilmez. Kutsal şânına saldırıda bulunanların; mülküne leke sürmek, hakkına tecavüz etmek ve şirk koşmak isteyenlerin cezasını verir, şiddetli intikamıyla mağlub ve perişan eder.”

Tasavvuf ehli bunu da bilir, ve buna göre saygı ve taziminin ölçüsünü ayarlar. Sevdiğini Rab edinmez, sevdiğini Rabbına kavuşmada bu yolun hizmetkarı olarak görür. Hizmetkar olarak görmesi de, sizin anladığınız anlamda değil, bizzat Rabbül Alemin’in (cc) gönüllü hizmetkarı olduğunu bilir. Hizmetkarlık bu gibi kişilere bir eksiklik getirmediği gibi, bu yönünden faydalanan insanlara da bir üstünlük sağlamayacağı yine tasavvuf erbabınca bilinir.
2. Gizliyi ve özellikle gönüllerden geçenleri bilirler.


Bu da çok yanlış! Gizliyi ve gönülden geçenleri sadece Rabbül Alemin bilir ve bildirdikleri varsa eğer o takdirde bildirdikleri bilir. Talebene, vecedena hükmü geçerlidir. Yani; isteyin; vereyim! diyor Rabbül Alemin. O halde yüreğiniz yetiyorsa sizler de isteyin, hak ettiğiniz miktarınca size de verilsin.

“Yoksa gayb kendilerinin yanında da onlar mı yazıyorlar?” (Tur: 41) Bu ayet tasavvuf ehline yetiyor da artıyor. O yüzden gayb konusunu hiç mi hiç merak etmez. Edenlere de hiç hoş göz ile bakılmaz.

“Allah, gözlerin hain bakışını da bilir, gönüllerin gizlediğini de.” (Mü’min : 19)
3. Duaları makbuldür, ne dilerlerse Allah o dileği yerine getirir.


Duaları makbul olan salihler ve veli kullar vardır. Bu sizde olabilirsiniz. Yalansız bir dil, zikr içinde bir kalp ve haramdan korunmuş bir kab’ınız varsa, bu sizde olabilirsiniz. Eğer yoksa, böyle olan bir insandan dua talep edersiniz. Çünkü dua; mügminin silahıdır. Ve herkes bu silaha sahip olmak ister, siz de dahil! Duanın elbette bir adabı ve kabule şayan tarafı olmalıdır. Öyle olmasa, “her dua kabul edilecektir” gibi bir durum söz konusu olsaydı; gökten kemik yağması gerekirdi!


4. Aynı anda birkaç yerde bulunabilirler.


Aynı anda birkaç yerde bulunmak çok önemli bir haslet değildir. Zira bunu şeytan da “ism-i azam” hürmetine yapabiliyor. Eh! Müsaade edin Allah’a (cc) düşmanlık yapan bir varlık bunu Allah’ın (cc) izni ile yapıyorsa, Allah’a (cc) dostluk ve ünsiyet içerisinde olan kişiye de Rabbül Alemin (cc) izin versin değil mi ? Ne yani; düşmanına bile verdiğini, dostundan mı esirgeyecek. Şeytanın havada yürümesi sana ilginç gelmiyor da, dostunun yürümesi mi ilginç geliyor ? Tuhafsınız yani!

“Allah'tan başka dost edinenlerin durumu, kendine yuva yapan örümceğin durumu gibidir. Halbuki, evlerin en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi.” (Ankebut : 41)
Bu ayeti sakın örnek olarak göstermeyin. Bunu buraya boşuna almadık. Özellikle alıntıladık ki; bu ayetin çizdiği sınırların farkında olduğumuzu da bilin istedik!
5. İslam ordularının ön saflarında düşmana karşı çarpışır ve zafer sağlarlar.
6. En uzak mesafeleri en kısa bir zamanda katederler vb


Evet! Burası çok doğru. İslam ordularının en ön safındadırlar her zaman. Her zamanda ileri atılan ilk O’nlardır (k.s.). Tabi siz bundan neyi anlıyorsunuz, biz biliyoruz. Ama sizin bildiğiniz küçük cihattır! Ve o fiziki varlık ile yapılır. O’nlar ise; Rasulullah’ın dili ile tabir edilen büyük cihatın ön safındadır. Ve meslekleri bu yolda devamlı cihatla geçmesinden dolayı deneyim sahibidirler. Ve O’nları da muhakkak bir başka cihat komutanı yetiştirmiştir. Nasıl hucum edilir, nasıl savaşılır, gerektiğinde nerede geri çekilme yapılır gibi savaş terimlerini birebir uygular ve böylelikle zafere ulaşırlar. Külli irade (cc) bu konuda her cüzzi iradeye müsaade etmiş, hatta emretmiştir. Çünkü, kul farzların haricinde gücü nipetinde yaptığı nafileler ile Allah’a (cc) ulaşmaya çalışır. Farz; zaten adı üzerinde yapmak ile mükellefiz. Oysa nafileler, yapmadığımız takdirde mesul olmadığımız, ama eğer yaparsak sonucunu çabuk göreceğimiz ibadetlerdir. Buda; sizin dediğiniz gibi normalde çok uzak olarak görünen bu mesafe, işte bu şekilde kısalır onların rehberliğinde. Ama; siz eğer uzak mesafeden kasıt olarak kilometre bazında bir hedeften bahsediyorsanız, aklınıza şaşmak lazım. Neden mi ? İnsanoğlu nerdeyse ışınlama tekniğini bulma aşamasında da ondan !

“(Madem ki yalnız seni gönderdik) Öyleyse kâfirlere boyun eğme ve bununla (Kur'ân ile) onlara karşı olanca gücünle büyük bir savaş ver!” (Furkan : 52)

Çok şükr ki; rabbül alemin kimleri veli edinmemiz konusunda hiçbir karışıklığa meydan vermeyen açıklamasını ve işaretini göndermiştir. Ayet ile de sabitlemiştir ki; belki haberi olmayanlar gün gelir de anlayıp tutarlar istemiştir. Bakın Alemlerin rabbi (cc) ne buyuruyor ayette;

"Sizin veliniz yalnızca Allah, O'nun Rasulü ve namaz kılan, zekat veren ve rüku eden mü'münlerdir" (Maide : 55)

Diğer yazdıklarınız ise, işin hikaye taraflarıdır. Malum her başarılı bir işin birde insanları celbedecek destansı hikayeleri vardır. Hikayeleriniz devam etsin, tasavvuf erbabı kişiler “selam” deyip geçeceklerdir, size takılmaları düşünülmez bile. Yani kervan yolda, cümlenin başı da size kalmış… Nakşibendi yolunda mürşidlik babadan oğula geçmez, ayrıca bugüne kadar hiçbir kürt nakşibend mürşidi olarak görev almamıştır. Bilmeden konuşmanızın en büyük delillerinden biridir bu.


Evet Nurşeyma hanım, uzun süredir sizde yoktunuz, böyle çanak bir konuyu bulunca güzel mesajınızı okumak nasip oldu. Bakalım ne demişsiniz;

Peki,
Domuz ABD li askeri bacılarımın ırzına geçerlerken, onlara taş atamayan ve tırsan O ANLI ŞANLI ARİFLERİNİZ ve onlara uyanlar iman ile göçer mi?..
Bu kadar basit mi bu iş kardeşlerim,

O ABD askerleri Irak’a veya Afganistan’a girerken kendi yerel halkı kendini savunmamışsa, dikkat edin savunamamışsa demiyoruz; savunmamışsa! Türkiye’den ve Adıyaman’dan ve hatta Kahta’nın Durak köyünden bir Arif’i Billah (k.s.) çıkacak oralara gidecek, öylemi? Arifler gidemedi diyelim, siz neden gitmediniz ? Sıcak çorbanızın buğusunu mu bırakamadınız, yoksa günlük çalışma hayatınızı mı ? Hangisi ? Elbette kendinize göre bir programınız vardı, olmalı da! Bilin ki; başkalarının da aynı sizin gibi programları var, olmalı da !

Kişiye iman ile imanlı göçmenin mantığı nedir..


İşte bu sorunuzun cevabı ne kadar anlatılsa da, sizin tarafınızdan (önyargılarınızdan dolayı; örnek: yukarıdaki bir önceki sorunuz) anlaşılmayacağı için, kendini bilen hiçbir tasavvuf erbabı size bunu,üstelik çok uzun olan bu konuyu anlatma zahmetine girmez! Eğer bir işaret derseniz, belki en çok şunu söyleyebiliriz: “Kişi sevdiği ile beraberdir.”
 

muhammed_azadi

New member
Katılım
25 Nis 2007
Mesajlar
23
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
radikalislam Irakı Afganistanı veya şu şu avatorundaki pir-i intifadanın yaşadığı yer olan Filistini savunmak sadece oranın yerli halkı üzerinemi farzdır...
'' Türkiye’den ve Adıyaman’dan ve hatta Kahta’nın Durak köyünden bir Arif’i Billah'' çıksın oralara gidip taş atsın veya kurşun saydırsın demiyoruz..Bir kerecik olsun onlara alenen destek vermek bu Arif-i Billah(!)lar için bu kadar mı zordur..milyonlarca müntesibi olan bi arif böyle şeylerde gücünü göstermiyorsa günde milyon kere ALLAH diye bağırsa banane..........
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
Sevgi deger kardesim Radikal,önce geri geldigin icin Tesekkürler.Beni kirmadin olarak aliyorum belkide hüsnü zan ediyorumdur.

O ABD askerleri Irak’a veya Afganistan’a girerken kendi yerel halkı kendini savunmamışsa, dikkat edin savunamamışsa demiyoruz; savunmamışsa! Türkiye’den ve Adıyaman’dan ve hatta Kahta’nın Durak köyünden bir Arif’i Billah (k.s.) çıkacak oralara gidecek, öylemi? Arifler gidemedi diyelim, siz neden gitmediniz ? Sıcak çorbanızın buğusunu mu bırakamadınız, yoksa günlük çalışma hayatınızı mı ? Hangisi ? Elbette kendinize göre bir programınız vardı, olmalı da! Bilin ki; başkalarının da aynı sizin gibi programları var, olmalı da !


Söyle diyeyim Nurseyma ve bende dahil olmak üzere"Yunus 100"ayeti geregi onlara bu azabin hak olduguna inananlardaniz.Herkesin kendine göre programi var ve olmali diyorsan yaniliyorsun derim cünki eger gerekiyorsa bizim insan olarak yapabilecegimiz ancak bu kadar ama ya sizin dediginiz gibi o ucan Resulden daha üstün meziyetlerle donanmis Velileriniz Arifleriniz gitmeliydi diye düsünüyorum..(Hatirlatma;Hani sizin hadislerin birinde hatirlamiyorum ama,Müslümanlarin velileri Israil Resullerinden üstündür diye bir hadis vardi eger yaniliyorsam düzelt tam hatirlamiyorum cünki)
 

elsa

New member
Katılım
16 Eki 2007
Mesajlar
32
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
istanbul
arkadaşlar arife tarif gerekmez........ama bazı arkadaşlarımız dozu aşmış durumda.o kapı herkese açık gideni geri çevirmiyo buyurun sizde misafir olun.O SULTANLAR SULTANI ve zamanın GAVSI dır.ayrıca "yalan yalan "demek şahitlik ister.bakalım yalanmıymış.....
 

Enver Ýstek

metin mete
Katılım
27 Ara 2005
Mesajlar
3,935
Tepkime puanı
1,023
Puanları
0
Yaş
61
Konum
Gurbet,daimi gurbetin icinde gurbet
arkadaşlar arife tarif gerekmez........ama bazı arkadaşlarımız dozu aşmış durumda.o kapı herkese açık gideni geri çevirmiyo buyurun sizde misafir olun.O SULTANLAR SULTANI ve zamanın GAVSI dır.ayrıca "yalan yalan "demek şahitlik ister.bakalım yalanmıymış.....



Zamanin Gavsi dir diyorsunuz buna deliliniz nedir?Hangi ayettir?Sultanlar sultani demissiniz bizim bir sultanimiz var oda Efendiz Allah bunun delili yvar Kuran ya sizinkinin delili nedir sultan olusuna hemde sultanlar sultani olusuna?
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
insanlar dört kısımdır

1.) Bilir,bildiğini de bilir,bu alimdir ona uyunuz
2.) Bilir,fakat bildiğini bilmez bildiğinden haberi yoktur.bu uykudadır,onu uyandırınız.
3.) Bilmez,fakat bilmediğini bilir,bilmediğinin farkındadır.bu irşada muhtaçtır,onu irşad ediniz.
4.) Bilmez,bilmediğinide bilmez(cehl-i mürekkep)kendisini alleme sanır.Bu cahildir onu terkediniz.


Halil ibni Ahmed
 

fetih

New member
Katılım
16 Şub 2007
Mesajlar
1,994
Tepkime puanı
355
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Uzay Ýstasyonundan Alooooo Kimse Yokmuuuuu :)
arkadaşlar arife tarif gerekmez........ama bazı arkadaşlarımız dozu aşmış durumda.o kapı herkese açık gideni geri çevirmiyo buyurun sizde misafir olun.O SULTANLAR SULTANI ve zamanın GAVSI dır.ayrıca "yalan yalan "demek şahitlik ister.bakalım yalanmıymış.....


Hikmetten nasibleri yoksa milyon kere yazıp çizseniz çizsek çizseler anlamazlar

Bu işler NASİB meselesi ÇORBADA nasib varsa alır götürürler amma ! nasib yoksa boşa nefes tüketilir
 

bcetin811

AMEL-Ý SALÝH
Katılım
27 Eyl 2006
Mesajlar
1,495
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Hayatýn içinden
Evliya konusu açılınca müslümanların örnek alması gereken bir kişi vardır o da Peygamberimiz(s.a.v)'dir diyorsunuz..Peki Peygamberimiz (s.a.v)'in bizlere bıraktığı sünnetleri yerine getirelim diyoruz, bu sefer aktarılan kaynaklar doğrumu acaba diye çelişkiye düşüyorsunuz!..

Ben kendimden başka müslümanlık görevini yerine getiren, kalp gözü açılmış kimseleri göremeyecekmiyim??Şuna emin olun ki hiç bir zat İslam'ı Peygamberimiz(s.a.v) gibi yaşamayacaktır..Kur'an-ı Kerim'i her dakika her saniye okusanız da onun gibi yaşamazsınız..Allah(c.c) bizden bunu istemiyor zaten..Sadece büyük günahları işlemeyin ve küçük günahlarınız için bolca tevbe edin..Biz bu güzellikleri evliyalarda,şeyhlerde,gönül gözü açık muhteremlerde görebiliyoruz kardeşim..Ben her Pazar bir zatın sohbetlerine katılıyorum..Yüzünden tebessüm eksik olmuyor, sıcaklığını içimde hissedebiliyorum..Allah(c.c) her insanı birbirine vesile kılar..İslam toplumu böyle güçlenir, böyle maneviyat kazanır.....
 

rusen_alp

New member
Katılım
11 Mar 2007
Mesajlar
1,475
Tepkime puanı
86
Puanları
0
Yaş
42
Konum
ruhlar aleminden
Evliya konusu açılınca müslümanların örnek alması gereken bir kişi vardır o da Peygamberimiz(s.a.v)'dir diyorsunuz..Peki Peygamberimiz (s.a.v)'in bizlere bıraktığı sünnetleri yerine getirelim diyoruz, bu sefer aktarılan kaynaklar doğrumu acaba diye çelişkiye düşüyorsunuz!..

Ben kendimden başka müslümanlık görevini yerine getiren, kalp gözü açılmış kimseleri göremeyecekmiyim??Şuna emin olun ki hiç bir zat İslam'ı Peygamberimiz(s.a.v) gibi yaşamayacaktır..Kur'an-ı Kerim'i her dakika her saniye okusanız da onun gibi yaşamazsınız..Allah(c.c) bizden bunu istemiyor zaten..Sadece büyük günahları işlemeyin ve küçük günahlarınız için bolca tevbe edin..Biz bu güzellikleri evliyalarda,şeyhlerde,gönül gözü açık muhteremlerde görebiliyoruz kardeşim..Ben her Pazar bir zatın sohbetlerine katılıyorum..Yüzünden tebessüm eksik olmuyor, sıcaklığını içimde hissedebiliyorum..Allah(c.c) her insanı birbirine vesile kılar..İslam toplumu böyle güçlenir, böyle maneviyat kazanır.....
Hayır B çetin....! Bazen bir şeylerin olmaması , olmasından daha iyidir. Bunu tüm samimiyetimle söylüyorum. Yalnızca kuran diyenin müslüman olup olmadığı tartışmalıdır, hatta ekseri görüşe göre kafirdir, Kuranda çok sayıda yerde Peygambere itaat edin diye yazmaktayken, sünneti reddetmek Kuran'ın açık hükmüne ters, Kuran hükümleriyle ağız yarıştıransa küfür denizinde yüzmektedir.İkinci bir sünneti kabul etmemek sahabeye yalancı demektir ki, zaten busünnet inkarcılarda sahabeye karşı en ufak bir edep taşıdıkları da pek görülmez. Yani olmaz kardeşim olmaz.... Bir insan düşün , alkol kullanıyor, günah olduğunu biliyor, fakat nefsine hakim olamıyor,bu günahkardır ama yine de müslümandır, fakat yine bir adam düşün ki , alkol helal diyor, bu ise kafirdir. Yani mesele hükümleri yapıp yapmama noktasında değil,zaten Allah ( c.c.) gücünüz yettiği kadar diye buyuruyor, işte aslında olan bu, bu sünnet inkarcıları zehirli fikirlerine buralardan başlıyor, peygambere edebsizlik yapmanın sembolü yalnızca Kuran olmuş, onlar hangi cehenneme giderse gitsin....Allah ( c.c. ) herkese hidayet nasip etsin.
 

bcetin811

AMEL-Ý SALÝH
Katılım
27 Eyl 2006
Mesajlar
1,495
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Yaş
43
Konum
Hayatýn içinden
Kardeşim ben seninle aynı şeyleri söylüyorum zaten...Benim önderim Peygamberim(s.a.v)'dir..Onun sünnet ve hadislerine uyarım namazımı eda ederim..Kur'an'ımı okurum,ibadetlerimi yaparım evliyalardan ve şeyhlerden de alınması gereken mesajı alırım..Neye itiraz ettiğini anlamadım....
 

ayna44

New member
Katılım
17 Şub 2007
Mesajlar
488
Tepkime puanı
100
Puanları
0
Yaş
36
"Kim benim bir dostuma, evliyama düşmanlık yaparsa ben ona harp ilan ederim." (Buhari)
"Kim benim bir dostuma, evliyama düşmanlık yaparsa ben ona harp ilan ederim." (Buhari)
"Kim benim bir dostuma, evliyama düşmanlık yaparsa ben ona harp ilan ederim." (Buhari)
"Kim benim bir dostuma, evliyama düşmanlık yaparsa ben ona harp ilan ederim." (Buhari)
"Kim benim bir dostuma, evliyama düşmanlık yaparsa ben ona harp ilan ederim." (Buhari)


Allah-u Zülcelal herhangi bir kimseye harp ilan ederse, onun hali ne olacaktır? Tabi ki Allah (C.C) topla, tüfekle o kişiyle harp etmez. O kişiyi dünyada daima yanlış şeylerle, hatalarla, günahlarla meşgul edecek; sonunda da cehennem azabıyla ona azap verecektir.

Bundan daha büyük bir tehlike, fitne ve musibet yoktur. Onun için dikkatli olmamız, yanlışlığa düşmememiz lazımdır. Bunu çok iyi bilmeliyiz ki, bizden önceki selefin yolu sarsılmaz bir yoldur.

Çünkü; onların bir çoğu yatsı abdestiyle sabah namazını kılıyorlardı. Onların kalbi, ruhu ve beyni nurla süslenmişti.






Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
Allah önce aklı yarattı ve ona dedi ki: "Öne dön!" Döndü. "Arkaya dön!" buyurdu, döndü. Sonra şöyle buyurdu:
"Senden daha çok sevdiğim bir eser yaratmadım. Yaratıklarım içinde seni en çok sevdiğime vereceğim."
İbn Mesûd radıyallahu anh. Rezîn.


YARABBİ ..O AKLIMIZI KÖTÜ DUSUNENLERDEN EYLEME BIZİ SENIN YOLUNDAN AYIRMA
AKLI OLMAYANLARADA VER...
AMİN AMİN AMİN AMİN
 
Katılım
25 Eki 2007
Mesajlar
55
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
SAG ELİM MENZİLDE ...


Bundan yillar evvel Allah dostlarinin,evliyalarin fazla oldugu,her üc kisinin irsâdina bir Allah dostunun bulundugu zamanlar...
Evliyalik mertebesine gelmis,Allah ile naz makaminda konusan, iki kardes...
Hac zamani geldiginde kutsal beldelere hac vazifesini yapmak icin niyetlenirler.Ve vakit gelince Kabe'ye giderler.Hac görevlerini yerine getirdikten sonra Mekke'den Medine'ye Peygamber sehrine dogru yola cikarlar...Ikindi vakti gelirler ve karsilarinda Ravza-i Mutahhara...Efendimiz sallallahualeyhi vesellem ile naz makâmminda konunsmaya baslarlar...Aglayarak hickiriklara bogulurlar...Efendimize S.A.V. yalvaris yakaris.....
"Ya Rasulallah uzativer de elini öpelim,Senin o mübarek elini öpmeden buradan ayrilmayacagiz...Ne olur Ya Rasulallah..."zaman icinde zamanlarin yasandigi Pygamber sehrinde Efendimiz sallallahualeyhivesellemin kabr-i serifleri acilir ve o mübarek ellerini ziyaret ederler...
Bu olayi sohbette dinleyen Seyyidimizin yüreginde firtinalar kopar ve yüregin e ates düser.Hacca gitmeye niyetlenir...
Vee...
Hac zamani geldiginde gider mübarek beldelere...Hac vazifesini yerine getirir...Ama o ates hala yanip kavurmaktadir Seyyidimizi...
Ve Medine-Münevvere...O mübarek yer...Anlatmak ne mümkün...
Ravza-i Mutahhara'ya girer ve Efendimz S.A.V. ayak ucuna oturarak rabitaya koyulur...Aradan zaman gecmistir.......Etrafindaki sofiler derler ki;
"Biz onu nerdeyse öldü sanmistik."Rabita hala devam etmektedir.Bir süre sonra Seyyidimiz cirpinmaya baslar ve kendinden gecer...O sira kalp gözü acik olan Seyyidimizin yanindaki kisiler olaya vakif olurlar ve durumu söyle anlatirlar;...
"Seyyidimiz naz makaminda Efendimze S.A.V yalvarmaktadir....
Ne olur Ya Rasulallah bende o iki kardes gibi elinizi ziyaret etmek isterim.
Bir süre sonra Ravza(Kabr-i serifleri) ikiye ayrilir ve Efendimiz S.A.V. sol elini uzatir...Seyyidimiz "Ya Rasulallah sol elinizi Siz baska seyler icin kullanirsiniz,a lâyik görmediniz mi sag elinizi uzatin da sag elinizi öpeyim"der...
O anda Efendimiz (S.A.V.)in Kabr-i seriflerinden gelen sesle Seyyidimiz cirpinmaya baslamistir...
"BENIM SAG ELIM ADIYAMAN MENZILDEDIR BUYUR SOL ELIMI ÖP" der.
sadaka Rasulullah...
(S.A.V)


TASAVVUF SENİ SENDEN ALIR
SENİ SANA SENSİZ VERİR.
 
Üst Alt