Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ledün ilmi

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
selam ile


Ah biraz düşünseniz sırıtan kısmı anlayacaksınız ama siz direk hata bulmak için uğraşıyorsunuz

bakın ne dedik gaybı bildiğini idaa eden Allahtan vahiy aldığını idaa etmiş olur dedik

vahyi kim alır peygamberler alır.
peki peygamberlere ruhsat varmıdır ALLAHIN bildirdiği kadarıyla vardır
delil varmı elbetteki ali imran süresi 179. ayet

179- Allah müminleri, şimdi içinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir, pis olanı temiz olandan ayıracaktır. Ayrıca Allah sizi, gaybın bilgisine de erdirecek değildir. Fakat Allah bunun için peygamberlerinden dilediğini seçer. O halde Allah'a ve O'nun peygamberlerine inanınız. Eğer iman eder ve günahlardan sakınırsanız size büyük bir ödül vardır.


peki simdi siz cevap verin peygamberler dışında vahiy bilgi aldığını idaa edenlerin hükmü nedir mesela iskender mihr allahtan bilgi aldığını idaa ediyor iskender mihre nasıl bakıyorsunuz
Aleyküm selam elkaria;

Senin yazdıklarından hata çıkarmak için yazmıyoruz. Bilakis burada okuyan insanlar; acaba kim hangi konuda ne yazıyor diye her konuya bakarak okuduğu konuda, bilgisi yoksa eğer bilgi sahibi olmak için, eğer bilgisi sağlam kaynaklarla oluşmuş bir alt yapısı varsa; konuda yanlış olabilecek bölümlerini düzeltmek için okuyor. Bu senin de benim de diğer arkadaşların da üzerine yüklenmiş bir görev. Münker olan nehyedilir. İnsan değil. Yani günah ayıplanır, günahı işleyen insan değil. Neden ? Çünkü biz Allah (cc) değiliz. Hiç kimseyi yargılama hakkını ve yetkisini hiç kimse bize vermedi. Aynı bu minval üzere devam edecek olursak, Peygamberlerin (a.s.ecmain), en alim zatların (r.aleyh ecmain) ve en arif (k.s.) kişilerin dahi bir konuda bilgisi olmadığı zaman, bilgisiz olduklarından dolayı ayıplanamaz! kınanamaz! Bu konu O gibi insanlara bir eksiklik de oluşturmaz. Ne zamana kadar ? Allah (cc) bu konu hakkında sadrını genişletip; "keskin bir muhakeme ile kavrayıp anlayıncaya kadar" Bu sebep ile; Allah Resulu (s.a.v.) gelip bir konu hakkında bir hüküm sordukları zaman biliyor ise, söylerdi. Bilmiyor ise "la edri" (bilmiyorum) derdi. Ta ki; Cebrail (a.s.) gelip konu hakkında bilgi verinceye kadar. Bu verilen bilgi sonrasında Resulullah (s.a.v.) saatlerce konu hakkında konuşur ve açıklama yapardı. Oysa 5 dakika önce konuşmamış ve bilmediğini belirtmişti üstelik.
İşte; arkadaşlarımız sana bunu anlatmaya çalışıyor. İlm-i Ledün, her insanın anlayacağı bir ilim değildir, bu ilim üzerine de farz da değildir. Kişiye farz olan ilim, dünya ve ahiretini kurtarmasına kifayet edecek olan miktardır. Yani her öğün önüne gelen bir tabak yemek ile doyman gibi bir şey. Oysa yanındaki arkadaşın o bir tabağı aparatif niyetine yer ve doymaz. Senin yediğinin belki 4 tabak fazlası ile doyar. Neden bir tabak ile doymuyorsun diye sorsan, elbette saçma olur. İşte bunun gibi, bazı insanlar sadece dünya ve ahireti ile ilgili bilmesi gerektiği ilimin haricinde, daha fazlasını talep eder. Ruhu doymaz, ilmi yönden aç hisseder kendini. Rabbül Alemin (cc) bu gibi insanlara buyurmuştur: "Talebena, vecedana" Yani; isteyin, vereyim diyor. Bu isteyenlere şeytan bile dahildir. Neden ? Elbette senin Rabbin olduğu kadar, onun da Rabbi (cc) olduğu için. Bu sebep ile o istemiştir, ve istediği verilmiş iznini almıştır. "Şeytan damarlarınızdaki kan gibi dolaşır" diyen Resulullah (s.a.v.) bu izni işaret eder. Bu izin nedir ? İlim'dir. Peki bu ilmi herkes bilirmi ? Bilse, zaten onlarda dolaşırdı. Allah (cc) düşmanına verdiği izni, dostuna da vermezmi ? Elbette verir. Ama ne şekilde verir. Sadece bilme izni verir, dolaşma izni; işte bu O'nun (cc) hükmüne kalmış bir şeydir. Dilerse, verir, dilemez ise vermez! Bu sebep ile Resulullah (s.a.v.) buyurmuştur: "Eğer benim bildiğimi bilseydiniz, az güler ve çok ağlardınız" Hani Peygamberimiz (s.a.v.) bize bilmediklerimizi bize öğretmek ile mükellefti ? Peki neden o halde "benim bildiklerimi bilseydiniz..." diyor. Anlatsın o zaman da biz de bilelim, demezmiyiz, yada dememiz gerekmez mi ? Hayır, diyemeyiz, neden; çünkü sadrımız o bilgiye müsait değil. Bazı insanlar, şoke olacak bir görüntü ile karşılaştığı zaman kalp krizi geçirir ve ölür. Bu o güne kadar en ufak kalp ağrısı çekmeyen insanda dahi görülür. Aslında olan kalp krizi diye geçiştirilse de, esasında sadrının darlığındandır bu. Sadrı dar olana da, elbette ilm-i Ledün öğretilmez. İsteklilerine ve taliblerine yavaş yavaş telkin edilerek verilir. Günlerce susuz kalan insanın dudağına suyu damlatmaktansa; bir anda kovayı nasıl ki boşaltmak onun ölümüne sebep vermek ile eş değerse, sadrı müsait olmayan kişiye bu ilmi de aynı mantık ile veremezsin, vermezler! Zamanında Arif-i Billah bir alimin yanında okumaya çalışan bir talebesi, bu gibi gizli ilimlere merak salmış ve acaba hocam bana ne zaman bu gizli ilimlerden bir pencere gösterecek diye bekler dururmuş. Bir gün dayanamamış ve bu meramını hocasına açmış. Hocası; "sen bırak bu işleri de hazırlayacağım bir kutuyu falanca köyde oturmakta olan dostuma götür gel," diyerek konuyu geçiştirmiş. Öğrenci hocasının umursamaz tavrına hem sinirlenmiş, hemde belli etmemeye çalışarak verilen kutuyu götürmek için yola çıkmış. Hocası sıkı sıkı tenbih ederek; "sakın ha! yolda kutuyu açma, için çok önemli bir şey var" diyerek yolcu etmiş. Öğrencisi yola çıkmış, bir müddet koşmuş, bir müddet yürümüş ve nihayetinde yorulmuş bir ağacın dibine oturmuş. Bir yandan da kutunun içinde ne olduğu konusundaki merakı iyiden iyiye içine yer etmiş. Açayım mı, açmayayım mı soruları arasında gidip gelmiş ve en sonunda dayanamayıp kutuyu açmış. Kutuyu açar açmaz dışarıya hoop! diye bir fındık faresi atlayıvermiş ve son hızla kaçmış. Öğrenci şaşkın şakın bakarken bir de ne görsün içinde bir kağıt! Açmış merakla başlamış okumaya: "Ey salik! Yaptığın şu üç şey sana ibret olarak yeter de artar:
1- Emre itaatsizlik ettin, kutuyu açtın.
2- Emanete hıyanet ettin, kutunun içindeki gizli olan şeyi açığa vurdun.
3- Bu ayıpların ile yetinmeyip, yaptığından ders almayıp zarfı açtın. Bu saydıklarımıza önem vermeyip ufacık bir fareye bile sahip olamayana nerde kaldı ilm-i Ledün'ü vermek! Var git yoluna kendine başka bir mürşit ara." İşte bunları gözönünde bulundur ve sana fazla bir şeyler söyleyemeyen insanların çok da fazla üzerine gidip de zorlama yolunu tercih etme! Bu ne sana ne de muhatabına bir şey kazandırmaz, kaybettirir. Çok merak ettiysen kutuyu açtırmadan ısrar ile istemeye devam et. Nasip, günü gelir belki "vecedana" lufuna mazhar olursun!
selametle.

"Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." (Araf : 16)

"Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Araf : 17)
 

elkaria

Member
Katılım
25 Kas 2007
Mesajlar
271
Tepkime puanı
3
Puanları
18
Yaş
43
kardeşim bu tevilleriniz sizi bağlar ben inanmak zorunda değilim bakın alttaki soruma hiç cevap vermediniz tekrar soruyorum


peygamberler dışında vahiy bilgi aldığını idaa edenlerin hükmü nedir mesela iskender mihr allahtan bilgi aldığını idaa ediyor iskender mihre nasıl bakıyorsunuz.iskender mihrin allahn vahiy alıp almadığını nasıl ispat edeceksiniz
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
1- Bu yazdıklarımız tevil değil, kişisel yorumumuzdur. Tevil ile yorumu çok iyi anlıyorsunuz, maaşallah barekallah.

2- En alt bölüme eklediğimiz ayet de tevil değildir.

3- Yazdıklarımız zaten bizi bağladığı için sahiplendiğimizden dolayı savunuyoruz.

4- Avam bilgileri ile devam edeceksen, ben yokum! İlmi konuşacaksan o mertebeye çıktığında haber ver devam ederiz.

5- İskender Mihr Bey'i sadece medyadan biliyorum ve takip ediyorum. Şahsı ve iştigal ettiği konular hakkında en ufak bir bilgim yok. Sadece bir cemaatin lideri olarak biliyorum. Farklı iddiaları veya benzer davranışları, olumlu yada olumsuz kişiyi bağlar. Hak ise, etrafındaki insanlara faydalı olmuş olur. Değilse, etrafındaki insanların günahını yüklenmiş olur. Ama şu bir gerçektir ki; bir kişi mürşid olmadan önce bir başka mürşidin elinde seyr-i süluk eder, medresesinde ilim tahsil eder, zahiri ve batıni bütün ilimlerde icazetini alır, ve yeterli meziyeti var ise, mürşidi tarafından insanlara faydalı olması için bir başka beldede görevlendirilir. Eğer buna uygun liyakati yok ise; sadece kendini irşad etmesine izin verilir. Aslında bu kadar bilgi de sana çok ağır gelir. Çünkü bunlar senin iştigal konuların değil. Haddi zatında yaşayan bir insan olan sn.İskender Mihr'in tv ve diğer yayın kanalları mevcuttur, kafana takılan konuları muhatabın ile paylaşman sana zaman kazandırır.

6- Hazreti Muhammed Mustafa'nın (s.a.v.) ahirete intikali ile vahy yolu kapanmıştır. Fakat; Allah 'ın (cc) Nur'u sonsuza kadar devam edecektir. Allah'ın (cc) hükmünün üzerine hüküm koymak isteyen zaten mürteddir. Ama, günümüz insanlarına hele de, Din ve İman konularından uzaklaşmış insanlara, Din ve İman olgularını anlatan, açıklayan, örnekler ile detaylandırıp ortaya güzel bir şeyler çıkmasına yardımcı olmak isteyen insanların ayaklarının altındaki tozlar, başımızda birer yıldız gibi parlamaktadır.

7- Acı, ama gerçek: Sen bu işi bilmiyorsun.! Ama kulak dolgunluğun iyi!
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
selam

bak senin tefsirinde de gayıplar ilmi diyor şimdi söyleyin gaybı allahın bildirdiği kadarıyla peygamberlerden başka bilen var mı diyorsunuz


Değerli elkaria

Gaybı Allah bilir. Buna şek ve şüphe yok.

Hüküm Allah'ındır. Buna da şek ve şüphe yok.

Eğer O, bir kulunun, gaybdan bir kısım şeyleri bilmesini ve bunun ile kendi hikmetlerinin göstermesini veya buna vesile olunmasını ister ise, bu da O'nun zatı aline mahsus bir tasarruftur. Senin, benim, onun, bunun aklının veya muhayyilesinin bu durumu algılaması veya sorgulamasını gerektirmez. Herkesce bilinir ki bu tür haller (gaybın bilgisine dair haller) Allah'ın adetullahına aykırı bir hal değildir.
 

Ebu Zerr

New member
Katılım
8 Haz 2007
Mesajlar
866
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ankara
Hızır Kıssası:

Mesela sizlere çok sevdiğim gerçek bir dostumdan ve bu dostumun bazı yaptıklarından söz edeyim.

Çok zengin olan bu dostum, Müslümanları sevmesine ve çok zengin olmasına rağmen, birçok Müslüman’ın elinden malını mülkünü almış ve bunun da ötesinde birçok İslam düşmanını mal, mülk sahibi yapmıştı!..

Kendimi bildim bileli beni birçok facialardan kurtaran bu merhametli dostum, babamın söylediğine göre ben doğmadan önce iki yaşındaki abimi öldürmüş ve hiç tutuklanmamıştı!..

Çok merhametli, gerçekten çok merhametli olan bu dostum, Halepçe faciasında Saddam Hüseyin'in yakınında bulunmasına, Saddam'ı bu vahşetten engelleyecek ve gerekirse Saddam'ı Öldürecek bir güce sahip olmasına rağmen, ne bu faciayı önlemiş ve ne de Saddam'ı öldürmüştü!.

Biliyorum merak ettiniz bu dostumu ve bu merakla ismini öğrenmek istiyorsunuz. Bu sevgili dostumun ismini söylememde, dostum açısından bir sakınca olsaydı, bu ismi tabi ki açıklamazdım. Ancak böyle bir durum söz konusu değil.

Bu sevgili dostumun adı,

bütün müminlerin dostu olan Allah (c.c.)'dır. Sakın ola ki,

“Senin yaşadığın ve senin anlattığın bu olayların, kı­sadaki olaylarla ne ilgisi var?” demeyin!.

Ne demek ne ilgisi var?

Kıssada zikredilen olaylarla, benim anlattığım olaylar, aynı Rabbin dilemesiyle gerçekleşen olaylar değil midir?

Meseleye miyop bakanlar “Senin yaşadığın olaylardaki fail Allah, kıssadaki fail ise bir kuldur” diyeceklerdir. İşte burada durun!.

Zaten hep burada duruyor ve hep bu kula takılıyorsunuz ya!.

Şimdi meseleyi sakin bir şekilde tahlil edelim. Musa (a.s.)'ın öğrenmek istediği bir ilim ve hikmet vardı. Şanı yüce Rabbimiz bu ilim ve hikmeti sadece Musa (a.s.)'m öğrenmesini dileseydi, Musa (a.s.) bu olayları yaşar ve bu olaylar bizlere hiç bildirilmezdi. Fakat Rahman olan Rabbimiz bu olayları bir kıssa halinde bizlere bildirmiş ve söz konusu ilim ve hikmetten bizlerin de nasiplenmesini dilemiştir. Dolayısıyla bu kıssayı sadece Musa (a.s.)'ın şahsına göre değil, kendimize göre de değerlendirmemiz gerekir.

Çünkü Musa (a.s.)'ın talip olduğu ilim ve hikmet, bu kıssayı okuyan Mü’minlerin de talip olması gereken ilim ve hikmettir.

Bu ilim ve hikmete, Musa (a.s.) gibi bizler de talip olduktan sonra, talip olduğumuz bu ilim ve hikmeti önce doğru bir şekilde tanımlayalım.

Musa (a.s.) ve bizler, nasıl bir ilime ve hikmete talip olduk?

Ayet-i kerimelerde bildirildiği gibi, Musa (a.s.)'ın talip olduğu ilim ve hikmet, o salih kula Allah tarafından öğretilen ilim ve hikmettir.

Peki, Kur'an-ı Kerim'de zikredildiği kadarıyla, bu ilim ve hikmetin ne olduğu ve nasıl elde edileceği açıklık kazanmış mıdır?

Kıssadaki ilime “Olmadan önce olacakları bilmek ve ona göre tedbir almak ilmidir” diyenlere, zikredilen ayet-i kerimelerde bu ilimle ve bu ilimin elde edilişiyle ilgili olarak ne öğrendiklerini sormak isteriz!.

Tabi ki cevapsız kalan ve cevapsız kalacak bir sorudur bu. Çünkü bu kıssada ne Musa (a.s.)'a ve ne de bizlere böyle bir ilim(!) verilmemektedir.

Kıssada bizlere verilen ilim ve hikmetle ilgili olarak, Çinlilere nispet edilen bir kıssayı anlatmak istiyorum. Zengin bir Çinli balıkçı, her gün kapısına gelen fakire bir balık veriyormuş. Bu durumu gören bilge bir kişi, zengin balıkçıya hitaben şöyle demiş.

“Bu fakire her gün bir balık vereceğine, balık tutmasını öğret!.”

Evet, şanı yüce Rabbimizin Kur'an-ı Kerim'de zikrettiği bu kıssada, bizlere ilim ve hikmet okyanusundan hem üç balık verilmekte ve hem de diğer balıkların nasıl tutulacağı anlatılmaktadır.

İlahi İlimler nasıl öğrenilir? Şeklinde bir soru sorsam, bu soruya verilecek malum cevap “Kur'an-ı Kerim” olacaktır. Elbette ki doğru bir cevaptır bu. İlahi ilimlerden nasiplenmenin en açık yolu, İlahi vahyi yani Allah (c.c.)'ı dinlemektir.

Peki başka, bundan başka bir usulü, bundan başka bir mümkünü yok mudur?

Vardır, elbette ki vardır. Nitekim zikredilen kıssada bizlere bu usul, bu yöntem gösterilmektedir. Rahman ve Rahim olan Rabbimizin bizlere lütfettiği ilimleri öğrenmenin bir yolu Rabbimizi dinlemek, diğer bir yolu ise Rabbimizin yaptıklarını gözlemektir. Çünkü şanı yüce Rabbimizin her kelamı ilim ve hikmet üzere olduğu gibi, yaptığı ve yaptırdığı her iş de ilim ve hikmet üzeredir.

Rabbimizin kendisine rahmet ettiği salih kulun sahip olduğu ilim ve hikmet, bu salih kulun okuyarak değil, Rabbimizin işlerini gözleyerek elde ettiği ilim ve hikmettir. Çünkü bu ilim ve hikmeti kendisinin tahsil etme yöntemi ne ise, bu ilim ve hikmete talip olan Musa (a.s.)'a teklif ettiği yöntem de aynıdır. Nitekim Musa (a.s.) ile oturup okumayı veya konuşmayı tercih etmemiş, söz konusu ilim ve hikmetin, Rabbimizin dilemesiyle gerçekleşen olaylarda olduğuna işaret etmiştir. Rabbimizin dilemesiyle gerçekleşen bu olaylar karşısında nasıl bir tavır takınması gerektiğini ise şöyle ifade etmiştir.

“Dedi ki: “Eğer bana uyacak olursan, ben sana sırrını anlatmadıkça, hiçbir şey hakkında bana soru sorma.”

Çünkü, bu ilmi ve hikmeti öğrenmenin yöntemi buydu!.

Rabbimizin dilemesiyle gerçekleşen olayları gözlemek, bu olaylar ne kadar şaşırtıcı olursa olsun, bu olaylarda mutlaka ve mutlaka hayırlarla dolu bir ilim ve hikmet olduğuna inanmak, bu ilim ve hikmete vakıf oluncaya, bu ilim ve hikmet kendisine açılınca veya açıklanıncaya kadar sabretmek, birer kuşku, birer merak ve acelecilik ifadesi olan sorulardan kaçınmak.

Aynı yol, aynı yöntem, bütün müminler için de geçerlidir. Allah'tan gelen her şeye sabır ve tahammül göstermek, bu şeylerin içyüzüne vakıf olmasa ve hoşuna gitmese bile bunlarda mutlaka ve mutlaka hayır olduğuna inanmak ve bu inançla olayları ve olayların hikmetli sonucunu gözlemek.

Bu kıssadaki ilime “Olmadan önce olacakları bilmek ve ona göre tedbir almak ilmidir” diyen ve kıssada zikredilen salih kula bu ilmi nisbet eden kimseler, bu salih kulu bilerek veya bilmeyerek Allah'a eş koşan kimselerdir. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi olmadan önce olacakları bilmek, sadece ve sadece Allah'a mahsus bir ilimdir. Peygamberlere dahi kapalı olan bu İlahi ilmin kapısını zorlamak ile, peygamber mertebelerini aşarak ilahlaşmaya çalışmak arasında önemli bir fark yoktur.

Bu kıssadaki ilim ve hikmet. İlim ve hikmet sahibi Rabbimizin işlerini gözleyerek elde edebileceğimiz bir ilim ve hikmettir.

Ayrıca bu kıssa, şeriata aykırı gözüken bazı fiillerin caiz olabileceğine delil de değildir. Çünkü kıssada yer alan fiiller, söz konusu salih kulun kendisine Özgü ve kendi sorumluluğundaki fiiller değil, bu kula Allah tarafından yaptırılan fiillerdir. Dolayısıyla kendisini selam ve sevgiyle andığım Azrail (a.s.)'ın bir kulun canını almasına nasıl bakıyor isek, salih kulun kıssada zikredilen oğlan çocuğunu öldürmesine de aynı şekilde bakmamız gerekir. Her iki fiil de, Allah'ın izni ve dilemesiyle gerçekleşen fiillerdir. Allah ise şeriatın sahibidir ve yaptıklarından veya yaptırdıklarından hiçbir kimseye hesap verecek değildir.

Diyeceksiniz ki herhangi bir kimse bir insanı öldürür ve “Ben bu işi Allah'ın gizli emri gereği yaptım” derse durum ne olacak?

Durumun ne olacağı açıktır. “Ben bu işi Allah'ın gizli emri gereği yaptım” diyen o şaşkını, Allah'ın açık emri gereği öldüreceğiz. Çünkü kendisine bu emir verilen Azrail (a.s.) olsa dahi, bizlere bir insan suretinde gözükür ve bir kardeşimizi öldürürse, Azrail (a.s.) insan suretinde gözüktüğü sürece Allah'ın emri gereği onu yakalamaya ve cezalandırmaya çalışmakla mükellefiz.

Nitekim bir peygamber olan Musa (a.s.)'ın çocuğun öldürülmesi hadisesine önce karşı çıkmasının nedeni, bu katletme olayını salih kuldan bildiği içindir. Sonra özür dileyip, susmasının nedeni ise, kendisini bu 'salih kula Allah'ın gönderdiğini ve bu işlerin Allah'ın dilemesiyle olduğunu hatırlamasıdır.

Meseleyi kısa ve özlü bir sonuca bağlayabilmemiz için, kıssadaki salih kulu doğru tanımlamamız gerekmektedir. Bu salih kulu ön plana çıkardığımız ve söz konusu fiilleri bu kula nisbet ettiğimiz sürece, bu kıssadan alacağımız hiçbir ilim ve hikmet yoktur. Nitekim benim yaşadığım ve az önce zikrettiğim olaylara karşı çıkarak “Senin yaşadığın olaylardaki fail Allah, kıssadaki fail ise bir kuldur” diyenler, kendi koydukları engeli, kendileri aşamayan kimselerdir.

Oysa bu istifhamlarıyla ilgili olarak dikkate almaları gereken önemli bir husus vardır. Kıssada zikredilen salih kul söz konusu ilim ve hikmeti Allah'tan öğrenirken, Musa (a.s.)'ın aynı ilim ve hikmeti öğrenmek için yöneldiği kişi bir kuldur.



İşte bu fark, kıssadaki ilim ve hikmete vakıf olabilmemiz için mutlaka ve mutlaka dikkate almamız gereken bir farktır. Musa (a.s.)'ın ve bizlerin bu ilim ve hikmeti öğrenebilmek için yöneldiğimiz ilk merci Allah (c.c.) olsaydı, tabi ki bütün bu fiiller, Allah (c.c.)'ın birer fiili olarak karşımıza çıkacaktı. Ancak şanı yüce Rabbimiz Zatına ait işleri daha açık ve müşahhas olarak görebilmemiz için, Musa (a.s.)'ı ve bizleri öncelikle bu salih kuluna yöneltmiş ve Zatına bazı fiilleri bu kuluna işletmiştir.

Nitekim, kıssada zikredilen bu fiiller, kıssanın sonuna kadar salih kulun işlediği fiiller gibi gözükmesine rağmen, kıssanın sonunda tümüyle Allah'a nispet edilen fiiller olmaktadır.

“Ve ben bunların hiçbirisini kendiliğimden (kendi görüşüm) olarak yapmadım. İşte, senin sabredemediğin şeylerin içyüzü (hakikati) budur.”

Salih olan kul bu ifade ile Musa (a.s.)'a şöyle demektedir.

Bir ilim ve hikmet üzere olan bütün bu işler, asıl itibariyle benim değil, Allah'ın işleridir. Allah (c.c.) bu işlerini sana, daha açık görmen için benim vesilemle göstermiştir. Ben bu üç olayda da bir amir değil, bir memur idim. Dolayısıyla bu işleri benden bilirsen, benden ve yaşadığın bu olaylardan öğreneceğin hiçbir şey yoktur.

Ancak, Allah'ın takdir ve dilemesiyle gerçekleşen bu işleri Allah'tan bilir ve sabrederek sonucunu gözlersen, her işinde ilim ve hikmet sahibi olan Rabbimizin, her işinden ilim ve hikmet öğrenebilirsin. Çünkü talip olduğun ilim ve hikmet, sadece bu kısa yolculuğumuz esnasında gördüğün üç olayda değil,

Allah'ın bütün işlerinde bulabileceğin ilim ve hikmettir.

Kur'an-ı Kerim'de zikredilen kıssayla ilgili olarak bu kısmi açıklamayı, şimdilik yeterli görüyoruz. Hamdımız ve şükrümüz, her işinde ilim ve hikmet olan Allah'adır..

Mehmet Alagaş-Tartışılan Sorular
 
Üst Alt