radikal
New member
Aleyküm selam elkaria;selam ile
Ah biraz düşünseniz sırıtan kısmı anlayacaksınız ama siz direk hata bulmak için uğraşıyorsunuz
bakın ne dedik gaybı bildiğini idaa eden Allahtan vahiy aldığını idaa etmiş olur dedik
vahyi kim alır peygamberler alır.
peki peygamberlere ruhsat varmıdır ALLAHIN bildirdiği kadarıyla vardır
delil varmı elbetteki ali imran süresi 179. ayet
179- Allah müminleri, şimdi içinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir, pis olanı temiz olandan ayıracaktır. Ayrıca Allah sizi, gaybın bilgisine de erdirecek değildir. Fakat Allah bunun için peygamberlerinden dilediğini seçer. O halde Allah'a ve O'nun peygamberlerine inanınız. Eğer iman eder ve günahlardan sakınırsanız size büyük bir ödül vardır.
peki simdi siz cevap verin peygamberler dışında vahiy bilgi aldığını idaa edenlerin hükmü nedir mesela iskender mihr allahtan bilgi aldığını idaa ediyor iskender mihre nasıl bakıyorsunuz
Senin yazdıklarından hata çıkarmak için yazmıyoruz. Bilakis burada okuyan insanlar; acaba kim hangi konuda ne yazıyor diye her konuya bakarak okuduğu konuda, bilgisi yoksa eğer bilgi sahibi olmak için, eğer bilgisi sağlam kaynaklarla oluşmuş bir alt yapısı varsa; konuda yanlış olabilecek bölümlerini düzeltmek için okuyor. Bu senin de benim de diğer arkadaşların da üzerine yüklenmiş bir görev. Münker olan nehyedilir. İnsan değil. Yani günah ayıplanır, günahı işleyen insan değil. Neden ? Çünkü biz Allah (cc) değiliz. Hiç kimseyi yargılama hakkını ve yetkisini hiç kimse bize vermedi. Aynı bu minval üzere devam edecek olursak, Peygamberlerin (a.s.ecmain), en alim zatların (r.aleyh ecmain) ve en arif (k.s.) kişilerin dahi bir konuda bilgisi olmadığı zaman, bilgisiz olduklarından dolayı ayıplanamaz! kınanamaz! Bu konu O gibi insanlara bir eksiklik de oluşturmaz. Ne zamana kadar ? Allah (cc) bu konu hakkında sadrını genişletip; "keskin bir muhakeme ile kavrayıp anlayıncaya kadar" Bu sebep ile; Allah Resulu (s.a.v.) gelip bir konu hakkında bir hüküm sordukları zaman biliyor ise, söylerdi. Bilmiyor ise "la edri" (bilmiyorum) derdi. Ta ki; Cebrail (a.s.) gelip konu hakkında bilgi verinceye kadar. Bu verilen bilgi sonrasında Resulullah (s.a.v.) saatlerce konu hakkında konuşur ve açıklama yapardı. Oysa 5 dakika önce konuşmamış ve bilmediğini belirtmişti üstelik.
İşte; arkadaşlarımız sana bunu anlatmaya çalışıyor. İlm-i Ledün, her insanın anlayacağı bir ilim değildir, bu ilim üzerine de farz da değildir. Kişiye farz olan ilim, dünya ve ahiretini kurtarmasına kifayet edecek olan miktardır. Yani her öğün önüne gelen bir tabak yemek ile doyman gibi bir şey. Oysa yanındaki arkadaşın o bir tabağı aparatif niyetine yer ve doymaz. Senin yediğinin belki 4 tabak fazlası ile doyar. Neden bir tabak ile doymuyorsun diye sorsan, elbette saçma olur. İşte bunun gibi, bazı insanlar sadece dünya ve ahireti ile ilgili bilmesi gerektiği ilimin haricinde, daha fazlasını talep eder. Ruhu doymaz, ilmi yönden aç hisseder kendini. Rabbül Alemin (cc) bu gibi insanlara buyurmuştur: "Talebena, vecedana" Yani; isteyin, vereyim diyor. Bu isteyenlere şeytan bile dahildir. Neden ? Elbette senin Rabbin olduğu kadar, onun da Rabbi (cc) olduğu için. Bu sebep ile o istemiştir, ve istediği verilmiş iznini almıştır. "Şeytan damarlarınızdaki kan gibi dolaşır" diyen Resulullah (s.a.v.) bu izni işaret eder. Bu izin nedir ? İlim'dir. Peki bu ilmi herkes bilirmi ? Bilse, zaten onlarda dolaşırdı. Allah (cc) düşmanına verdiği izni, dostuna da vermezmi ? Elbette verir. Ama ne şekilde verir. Sadece bilme izni verir, dolaşma izni; işte bu O'nun (cc) hükmüne kalmış bir şeydir. Dilerse, verir, dilemez ise vermez! Bu sebep ile Resulullah (s.a.v.) buyurmuştur: "Eğer benim bildiğimi bilseydiniz, az güler ve çok ağlardınız" Hani Peygamberimiz (s.a.v.) bize bilmediklerimizi bize öğretmek ile mükellefti ? Peki neden o halde "benim bildiklerimi bilseydiniz..." diyor. Anlatsın o zaman da biz de bilelim, demezmiyiz, yada dememiz gerekmez mi ? Hayır, diyemeyiz, neden; çünkü sadrımız o bilgiye müsait değil. Bazı insanlar, şoke olacak bir görüntü ile karşılaştığı zaman kalp krizi geçirir ve ölür. Bu o güne kadar en ufak kalp ağrısı çekmeyen insanda dahi görülür. Aslında olan kalp krizi diye geçiştirilse de, esasında sadrının darlığındandır bu. Sadrı dar olana da, elbette ilm-i Ledün öğretilmez. İsteklilerine ve taliblerine yavaş yavaş telkin edilerek verilir. Günlerce susuz kalan insanın dudağına suyu damlatmaktansa; bir anda kovayı nasıl ki boşaltmak onun ölümüne sebep vermek ile eş değerse, sadrı müsait olmayan kişiye bu ilmi de aynı mantık ile veremezsin, vermezler! Zamanında Arif-i Billah bir alimin yanında okumaya çalışan bir talebesi, bu gibi gizli ilimlere merak salmış ve acaba hocam bana ne zaman bu gizli ilimlerden bir pencere gösterecek diye bekler dururmuş. Bir gün dayanamamış ve bu meramını hocasına açmış. Hocası; "sen bırak bu işleri de hazırlayacağım bir kutuyu falanca köyde oturmakta olan dostuma götür gel," diyerek konuyu geçiştirmiş. Öğrenci hocasının umursamaz tavrına hem sinirlenmiş, hemde belli etmemeye çalışarak verilen kutuyu götürmek için yola çıkmış. Hocası sıkı sıkı tenbih ederek; "sakın ha! yolda kutuyu açma, için çok önemli bir şey var" diyerek yolcu etmiş. Öğrencisi yola çıkmış, bir müddet koşmuş, bir müddet yürümüş ve nihayetinde yorulmuş bir ağacın dibine oturmuş. Bir yandan da kutunun içinde ne olduğu konusundaki merakı iyiden iyiye içine yer etmiş. Açayım mı, açmayayım mı soruları arasında gidip gelmiş ve en sonunda dayanamayıp kutuyu açmış. Kutuyu açar açmaz dışarıya hoop! diye bir fındık faresi atlayıvermiş ve son hızla kaçmış. Öğrenci şaşkın şakın bakarken bir de ne görsün içinde bir kağıt! Açmış merakla başlamış okumaya: "Ey salik! Yaptığın şu üç şey sana ibret olarak yeter de artar:
1- Emre itaatsizlik ettin, kutuyu açtın.
2- Emanete hıyanet ettin, kutunun içindeki gizli olan şeyi açığa vurdun.
3- Bu ayıpların ile yetinmeyip, yaptığından ders almayıp zarfı açtın. Bu saydıklarımıza önem vermeyip ufacık bir fareye bile sahip olamayana nerde kaldı ilm-i Ledün'ü vermek! Var git yoluna kendine başka bir mürşit ara." İşte bunları gözönünde bulundur ve sana fazla bir şeyler söyleyemeyen insanların çok da fazla üzerine gidip de zorlama yolunu tercih etme! Bu ne sana ne de muhatabına bir şey kazandırmaz, kaybettirir. Çok merak ettiysen kutuyu açtırmadan ısrar ile istemeye devam et. Nasip, günü gelir belki "vecedana" lufuna mazhar olursun!
selametle.
"Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." (Araf : 16)
"Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Araf : 17)