Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuranda sabır kavramı

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Enam suresi ayet 42
Andolsun ki, senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ardından boyun eğsinler diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık.

Ey Muhammed, şüphesiz ki senden önceki ümmetlere de Peygamberler gönderdik. Onlara da emir ve yasaklar koyduk. Onlar, Peygamberlerimizi yalanlayıp emir ve yasaklarımıza karşı geldiler. Biz de onları, sıkıntı, fakirlik, hastalık ve zararlara uğratarak imtihan ettik. Belki yaptıklarından vaz geçip bana yalvarırlar ve sadece bana kulluk ederler diye.
 

ARZ_7

New member
Katılım
7 Şub 2009
Mesajlar
685
Tepkime puanı
395
Puanları
0
Zemzem Namazı ile ilgili konu da yaptığımız açıklamalar konunun ismini değiştiremedi.. Orada konu şükre geldi.. ve Dan ekiyle ilgili bir cümle kullandık..
Dan ismail as sabra götürmüş, musa As ı ise sabırsızlığa sürüklemiştir dedik.
Aslında konu sabır değil Dan ekiyle birlikte gelen mütevaziliktir..
ayeti kerime de ismail idris ve zülküfl (aleyhimüs selam)ın sabredenler''den'' olduğunu bildirmektedir.. İsmail as baktığımız zaman ibrahim as a bir emir verildi bu emir ismail as üzerinde uygulanacaktı malum.. ismail as ona karşı cümlesi şöyle; 37/102. Çocuk kendisinin yanısıra yürümeye başlayınca: "Ey oğulcuğum! Doğrusu ben uykuda iken seni boğazladığımı görüyorum, bir düşün, ne dersin?" dedi. "Ey babacığım! Ne ile emrolundunsa yap, Allah dilerse, sabredenlerden olduğumu göreceksin" dedi. '' setecidunii insa Allahu ''min'' es sabirin'' ve farklı bir meal daha; 102 - Oğlu, yanında koşacak çağa gelince: "Ey oğlum! Ben seni rüyamda boğazladığımı görüyorum. Artık bak, ne düşünürsün?" dedi. Çocuk da: "Babacığım sana ne emrediliyorsa yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi. Sabredenlerden olduğumu göreceksin/ sabredenlerden bulacaksın.. ikinci meal konuya tam vakıf olmuştur. İlk verdiğimi meal de yine bir nebze olsun ' enaniyet' vardır ama ikinci mealde zerre kadar bir enaniyet yok.. İsmail as sabredici insanlar var belki bütün insanlar sabredici Allah benide uygun görürse bana da izin verirse benide o topluluğun içine alır manasına gelen bir ifade kullanmıştır ve sonuç İSmail sabredenlerdendir ayetiyle tescillenmiştir..

Musa aleyhisselama gelince onun da hızır as ile yaptığı konuşmada sabır ile alakalı bir cümlesi olmuştur. Musa as ile sabır kelimelerine baktığımız zaman bu iki kelimenin fazlaca yer almasına karşılık musa as ile sabır birbirleriyle aynı ayette bir kaç defa zikredilmiştir.. (sbr ve sabir olarak aradık) bu konuşma şöyle;
67 - (Hızır) dedi ki: "Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin
68 - "İçyüzünü kavrayamadığın şeye nasıl sabredeceksin?"
69 - Musa: "İnşaallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmeyeceğim" dedi.
70 - . . . . . . . . . . . .
72 - (Hızır) "Sen benimle asla sabredemezsin, demedim mi?" dedi.
musa as '' setecudünii inşa Allahu sabira/ inşallah beni ' sabredici' bulacaksın.. bu ifade ismi fail beni sabredici/ sabreden bulacaksın.. bir nebze de olsa bir inaniyet belki küçük bir kibir ifade ediyor.. ve hızır as ı Allahın hikmek öğrettiğini biliyor. ama ondan sonra o sabredemezsin ' iç yüzünü kavrayamadığın şeye' diyince insallah sabredici bulursun diyor.. hızır as cümlesi çok önemli içyüzünü kavrayamadığın şey, bilmediğin bir şey hakkında sabrederim deme. Bilmediğimiz bir şey hakkında İnşallah kelimesi olsa bile onu yaparım ederim dememek lazım..

Sonuçta hızır as dediği gibi ' sen benimle asla sabredemezsin.' Musa as da o sabrı gösterememiştir.. İşte oradaki Dan ın olmaması dikkatimizi çekiyor.. Musa as da tevazu ile beni sabredenlerden bulacaksın deseydi Allahu e'lem sabredebilirdi.. musa as Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim, yahut senelerce gideceğim."
en baştan bir kararlılık içinde. Bu kararlılık onu hızır a kavuşturmuştur. O sözü kibirle nitelendirmiyoruz, belki bir kararlılık belki bir azim... Ararsam bulurum demişti MUsa as.. Tabi yine de musa as enaniyet sahibi, kibir sahibi kesinlikle diyemeyiz çünkü kendi sabrını yine Allaha bağlamış onun izni olmadan ben sabredemem demişti.. Fakat İsmail as ın gösterdiği tevazuyu göstermemişti Allaha bağladığı için..
85 - İsmail, İdris ve Zülkifl'i de (hatırla). Onların hepsi de sabredenlerdendi.
O bir zerre enaniyet olmasaydı, bu ayette Musa as ı da görebilirdik Allah biliyor ya...
 
Son düzenleme:

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Araf suresi ayet 126
Oysa sen, yalnızca, bize geldiğinde Rabbimizin ayetlerine inanmamızdan başka bir nedenle bizden intikam almıyorsun. "Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi müslümanlar olarak öldür."

Şartların kendi aleyhlerine döndüğünü görünce Firavun, başka bir plan kurdu. Bu sefer de, tüm gösterilerinin Hz. Musa (a.s) ve sihirbazların kurmuş oldukları bir tuzağın neticesi olduğunu söyledi. Ve sonra, yaptığı bu suçlamanın doğru olduğunu itiraf etmeleri için de sihirbazları şiddetli bir ceza ve ölümle tehdit etti. Fakat bu da aleyhine döndü. Sihirbazlar bu yeni inançlarında kararlı ve uğrunda da her türlü zulme katlanmaya hazır olduklarını gösterdiklerinde bu sayede, Hz. Musa'nın (a.s) getirdiği gerçeğe olan inançlarının herhangi bir oyun değil, imanlarının samimi bir itirafı olduğunu ispatladılar. Bu yüzden de Firavun, hak ve adalet hususunda takınmış olduğu yalandan tavrı bırakmış ve açıkça despotluğa ve zulme başlamıştır.
Bu bağlamda, ayrıca dikkatten kaçmaması gereken önemli bir husus da; İmanın, bir kaç saniye içerisinde sihirbazların yapılarında meydana getirdiği inanılmaz değişikliktir. Aynı insanlar, atalarının dinine yardım etmek uğruna evlerini, barklarını terk etmişlerdi. Ve daha bir kaç dakika önce, sıkılgan ve mütevazi bir şekilde, Firavun'dan, Hz. Musa ile olan mücadelede eğer başarılı olurlarsa kendilerine ne gibi mükafatlar verileceğini soran bu insanlar şimdi, gerçek inancın cesareti ve şecaatiyle doluyorlardı. Önünde tazimle eğildikleri ve mükâfatlar istedikleri aynı krala karşı şimdi meydan okuyacak kadar cesur ve kahraman olmuşlardı. Fakat, şimdi inançlarının doğruluğuna öyle kani olmuşlardı ki artık tehdit edildikleri en korkunç işkenceler karşısında bile, bundan vazgeçmeyi düşünmüyorlardı.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Araf suresi ayet 137
Hor görülen o kavmi de, mübarek kıldığımız yerin doğularına va batılarına vârisler yaptık. Böylece, sabretmelerinden dolayı, rabbinin, İsrailoğullarına olan o pek güzel vaadi yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta oldukları ve yükselttikleri şeyler de yerle bir ettik.

Firavun ve topluluğu tarafından ezilen İsrailoğullarını ise, bereketlendirdiğimiz yerin doğularına ve batılarına mirasçılar yaptık. Böylece, düşmanlarının saldırılarına karşı sabretmelerinden dolayı, rabbinin, îsraioğulanna olan o güzel vaadi yerine geldi. Biz, Firavun ve topluluğunun yaptığı şeyleri ve diktikleri bina ve köşkleri harabeye çevirdik.
Müfessirlerin çoğunluğuna göre İsrailoğullarına miras kalan mübarak yer, Şam topraklandır. Allah Tealâ, orada yaşayan Âmâlika kavmini helak ettikten sonra, İsraioğulları oraya yerleşmişlerdir. îsrailoğullarına miras kalan yerin Mısır topraklan olduğu görüşü ise, Taberi'nin de dediği gibi uzak bir görüştür.
Allah Teâlâ'nın, İsrailoğullarına olan pek güzel vaadi ise şu âyet-i Celileler tarafından izah edilmektedir:
"İstedik ki, yeryüzünde ezilen İsrailoğuUarma lütufta bulunalım, onları önderler yapalım, vârisler kılalım ve onları yeryüzünde yerleştirelim. Firavuna, Hâmâna ve askerlerine, sakındıkları şeyi, o zayıfların eliyle österelim"
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Enfal suresi ayet 46
Allah'a ve Resulüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.

Arapça " vasbirû kelimesi çok geniş kapsamlı bir kelimedir. Sabretmek şu anlamlara gelir: "Duygu ve arzuları kontrol altında tutmak, acelecilik, şaşkınlık,ümitsizlik ve açgözlülükten sakınmak, soğukkanlı olmak ve düşünceli kararlara varmak, tehlike ve zorluk anlarında sebat ve dayanıklılık göstermek; en aşırı kışkırtma anlarında bile yanlış adım atmamak, çok büyük belalarla karşılaşıldığında ve çok kötü bir durumda olunduğunda dahi kontrolü kaybetmemek, görünürde yardımcı olan bir araçla, amaca gecikmeksizin hemen ulaşmak için sabırsızlıkla acele bir davranışta bulunmamak ve dünyevi kazanç ve faydalar elde etmeye veya nefsin eğilimlerine kendini kaptırmamak." Allah, yukarıdaki anlamıyla sabredenlere yardım eder.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Enfal suresi ayet 65
Ey Peygamber, mü'minleri savaşa karşı hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlub edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, bunlar da kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur.

" Tefakkuh " (anlamak) kelimesi burada, bu gün kullanılan "moral" kelimesiyle eş anlamlıdır. "Tefakkuh" kişinin güven ve cesaretini korumasını sağlayan maddi ve manevi durum anlamına gelen "moral" teriminden daha bilimsel bir terimdir. Çünkü gerçek şu ki, uğrunda savaştığı gayeyi apaçık anlayıp kavrayan bir kimse, bu gaye yok olduğunda, onun için hayatın hiç bir anlamı kalmayacak ve onun, kendi hayatından daha değerli olduğu sonucuna varacaktır. Böyle bir kimse ise, her iki tarafın fiziksel gücü aynı olsa da, uğrunda savaştığı gayeyi tam olarak anlayıp kavramamış olan kimseden daha fazla savaşma gücüne sahip olacaktır. Herşeyin ötesinde, gerçeği, Allah'ın varlığını, kendisinin evrendeki konumunu, Allah'la olan ilişkisini, hayatı ve ölümü, ahiret hayatını Hak ile batıl arasındaki ayrımı, batılın Hakka karşı zafer kazanmasının sonuçlarını doğru bir şekilde anlayıp kavrayan kimse, karşı taraf ne uğrunda savaştığının farkında da olsa ülkeleri, ulusları veya toplumsal sınıfları uğrunda savaşanlardan daha fazla güce sahip olacaktır. O halde gayelerini tam anlamıyla kavramış olan mü'minlerin, aynı seviyedeki kafirlerden on kat daha güçlü olacakları meydandadır. Fakat bu anlayıp kavramanın (tefakkuh etmenin) yanısıra, bu gücü elde etmek ve muhafaza etmek için sabretmek de zaruridir.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Enfal suresi ayet 66
Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir za'f olduğunu da bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah'ın izniyle (onların) iki binini yener.(48) Allah, sabredenlerle beraberdir.

Bir mü'minin kafire karşı güç oranının ondan, ikiye düşmesi, müslümanların moralindeki çökme nedeniyle böyle olduğu anlamına gelmez. 65. ayette müslümanlarla kafirler arasında güç oranının genel prensipleri vaz'edilmişti. 66. ayette ise bu ilkenin, mü'minlerin o zamanki moral durumlarına uygulanmış şekli yer almaktadır. O dönemde (H.2) , müslümanların morali henüz mükemmel olgunluğa erişmemişti; çünkü çoğu İslam'a yeni girmişlerdi ve henüz hazırlık eğitimi görüyorlardı. Sonraları müslümanların moral gücü, Hz. Peygamber'in (s.a) eğitimi sayesinde istenen noktaya ulaştığında, bire on oranı pratikte uygulanmış ve Hz. Peygamber'in (s.a) son yıllarında ve onun Raşid Halifeleri döneminde meydana gelen savaşlarda bu oranın işlerliği gözler önüne serilmiştir.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Yusuf suresi ayet 18
Yusufun gömleğine başka bir kan bulaştırarak getirdiler. Yakub: "Bilakis nefsiniz size başka bir şeyi hoş gösterdi. Artık bana düşen, güzelce bir sabır. İddialarınız karşısında ancak Allahtan yardım istenir" dedi.

Mücahid Süddî ve diğer âlimlerden, bu âyetin izahında şunları söyledikleri nakledilmektedir: "Yusufun kardeşleri onu kuyuya attıktan sonra onu, kurdun yediğini ispat edebilmek için bir kuzu kesmiş ve Yusufun elbiselerini onun kanına bulamışlardı. Fakat onlar, gömleği ve diğer elbiseleri bazı yerlerinden yırtmayı akıl edememişlerdi. Hz. Yakub, kana bulanmış elbiseleri görünce: "Eğer onu kurt yemiş olsaydı elbiselerini yırtardı, ben böyle yumuşak huylu kurt görmedim. Belki de siz, başka bir tuzak kurdunuz" demiş ve Allanın yardımına sığınmıştır.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Yusuf suresi ayet 83
(Şehre dönüp durumu babalarına aktarınca o: "Hayır" dedi. "Nefsiniz sizi yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş. Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır. Umulur ki Allah (pek yakın bir gelecekte) onların tümünü bana getirir. Çünkü O, bilenin, hüküm ve hikmet sahibi olanın kendisidir."

Yani, "Sizler, benim asil bir karaktere sahip olduğunu bildiğim oğlumun kabı çaldığına hemencecik inandınız. Onun ağabeyi (Yusuf) meselesinde de tıpkı böyle davranmış, onu uzaklarda elden çıkarıp hiç vicdanınız sızlamadan bir kurda kurban gittiği yalanını söylemiştiniz. Şimdi de gelmiş, aynı rahatlıkla diğer kardeşinizin hırsızlık yaptığını söylüyorsunuz bana.
 
Son düzenleme:

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Rad suresi ayet 22
Ve onlar Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir

"Sabredenler": Kendilerine hakimdirler; tüm arzu ve şehvetlerini kontrol ederler, haddi aşmazlar; bir çıkar temin etmek ve arzularını tatmin etmek için Rabblerine itaatsızlık gibi bir dalalete düşmezler. Allah'a teslim olmanın zorunlu sonucu olan keder ve kayıplara mütevekkil bir cesaret ve metanetle göğüs gererler. Eğer biz bir müminin hayatına bu açıdan bakarsak, yaşadığı tüm hayatın sabır ve tahammülle geçen bir hayat olduğunu görürüz. Çünkü o, Rabbinin rızasını kazanmayı ve Ahiret'in ebedi nimetlerine ulaşmayı umarak, bu dünyadaki en amansız şartlarda bile kendini kontrol altında bulundurur: Bu yüzden o, her günah kışkırtısına karşı sabırla savaşır.

Yani "Eğer başkaları onlara kötülük yaparsa, buna karşılık kötülük değil iyilik yaparlar: Şirretliğe karşı şirretlikle değil, erdemle mücadele ederler. Bir zalim kendilerine ne yaparsa yapsın, onlar her halukarda adaletle davranırlar. Aynı şekilde kendilerine yalanlar söyleyen ve alçaklık eden kimselere bile doğru ve dürüst muamelede bulunurlar."
Aynı konuda Rasulullah'ın (s.a) bir hadis-i şerifi vardır: "Başkalarıyla muamelenizde şöyle diyenler gibi olmayın: Bize iyilik edene iyilik ederiz, kötülük edene kötülük. Bu yanlıştır. Siz şu yolu izleyin: Eğer başkaları size iyilik yaparsa siz de onlara iyilik edin. Yok eğer haksız davranırsa siz onlara haksızlık etmeyin."
Şöyle bir hadis daha vardır: "Dokuz şeyi(n aksini) yapmayı Rabb'im bana yasakladı. Bunlardan dördü şunlar: "Hoşnut olayım ya da olmayayım herkese adil davranmak, haklarını çiğneyen kimse için bile hakkı teslim etmek, beni hakkım olan şeyden mahrum ederse bile hakkı olanı ödemek, bana haksız davrananı affetmek". Aynı konuda varid olan bir başka hadis de şudur: "Size ihanet eden kimseye bile hainlik etmeyin. "Bir de Hz.Ömer'in aynı espriye sahip bir sözü vardır: "Sizinle muamelesinde Allah'tan korkmayan kimseyi cezalandırmanın en iyi yolu onunla olan muamelenizde Allah'tan korkmanızdır."
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Nahl suresi ayet 126
Ceza verirken, size verilenin aynıyla karşılık verin. Yemin olsun ki, eğer sabrederseniz bu, sabredenler için daha hayırlıdır.

Alimler bu âyet-i Kerimenin mensuh olup olmadığı hususunda şunları söylemişlerdir

a- Bazıları: "Bu âyet-i Kerime, düşmanlar tarafından müslümanlara işkence yapılarak öldürülmeleri halinde onların da düşmanlarına aynı işkenceleri yaparak öldürebilecekelerine izin vermekte, bundan sonra gelen âyet-i Kerime ise, işkence yaparak öldürmeyi yasaklamakta ve bu âyet-i Kerimeyi neshetmektedir" demişlerdir. Şöyle ki, Resulullah ve sahabileri Uhud savaşında, Hz. Hamza ve onun gibi şehit olanların düşmanlar tarafından uzuvlarının kesildiğini görünce: "Allaha yemin olsun ki Allah bize zafer nasibederse biz de düşmanlara bu yapılanlardan daha fazlasını yapacağız" demişlerdir. Bunun üzerine bu âyeti Kerime nazil olmuş, düşmana yapılacak işkencelerin, müslümanlara yapıldığı kadar yapılmasına izin vermiş, bundan sonra gelen âyet-i Kerime ise işkenceyi yasaklamış ve sabredilmesini emretmiştir.
b- Bazıları da "Bu âyet-i Kerime, savaşı ilk olarak müslümaniann başlatmamasını, ancak, kendilerine savaş açıldığı takdirde aynıyla mukabele etmelerini emretmektedir. Ancak Tevbe Suresinin beşinci âyetinde "Mukaddes olan haram aylar çıkınca müşrikleri nerede bulursanız öldürün" Duyurularak Müslümanların savaşı başlatmalarına izin verilmiş ve bu âyetin hükmü neshedilmiştir" demişlerdir. Abdullah b. Abbas bu görüştedir.
c- Bazıları ise "Bu ve bundan sonra gelen âyetten maksat, herhangi bir zulme uğrayanın, kendisine haksızlık yapan kimseyi, zulmettiği kadarıyla cezalandırabileceğini, intikam duygusuyla hareket ederek cezalandırmada ileri gidemeyeceğini beyan etmektedir" demişlerdir. İbn-i Sirîn, Süfyan es-Seviî ve Mücahid bu görüştedirler. Bunlara göre âyet-i Kerime mensuh değildir.
Şa'bî ve îbn-i Güreye bu âyet-i Kerimenin nüzul sebebi hakkında şöyle demişlerdir: "Uhut savaşında müşrikler, Hz. Hamza ve diğer Müslümanlardan öldürdükleri kimselerin vücutlarının çeşitli uzuvlarını kesip parçalamışlardır. Bunu gören Müslümanlar: "Yemin olsun ki Allah bizi onlara galip getirdiği zaman biz de onlara şöyle şöyle yapacağız" demişler ve bunun üzerine bu âyet-i Kerime nazil olmuş, cezaların aynen karşılığının verilebileceğini, bununla beraber yapılan ezaya aynıyla mukabele etmeyip affetmenin daha faziletli olacağını beyan etmiştir. Zira bu takdirde cezayı verme işi Allaha havale edilmiş olur. Allahın ise daha âdil ceza vereceği muhakkaktır". Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Kehf suresi ayet 28
Sen de sabah akşam O'nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi istek ve tutkularına (hevasına) uyan ve işinde aşırılığa gidenlere itaat etme.

Bu sözler Peygamber'e (s.a) hitap eder görünmektedir, fakat aslında Kureyş ulularını kastetmektedir. İbn Abbas'tan rivayet edilen bir hadise göre Kureyşli büyükler, Peygamber'e (s.a) , çoğunlukla onun yanında bulunan Bilal, Süheyb, Ammar, Habbab, İbn Mesud ve benzeri kimselerle oturmalarının şereflerini düşürdüğünü ve onları yanından gönderirse davetini öğrenmek için Peygamber'in meclisine katılabileceklerini söylerlerdi. Bunun üzerine Allah (c.c) şu ayeti indirdi.: "Nefsini sabah akşam rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut. Gözlerin onlardan başka yana sapmasın." (Kureyş büyüklerinin, zenginlerinin gelip senin yanına oturabilmesi için bu samimi, fakat fakir insanlardan yüz çevirmek mi istiyorsun?) Bu ayet Kureyşlilere şöyle demektedir: "Sizin zenginliğiniz, ihtişamınız ve gururlandığınız debdebenizin Allah ve Rasûlü katında hiç bir değeri yoktur. Bilakis bu fakir insanlar onların gözünde daha değerlidir. Çünkü onlar samimidirler ve her an Allah'ı anarlar." Nuh'un (a.s) gönderildiği kavmin büyüklerinin tutumu da aynı idi." Hz. Nuh'u kavmi böyle tenkit etmiştir: "Sana bizim basit görüşlü ayaktakımlarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz." Hz. Nuh'ta onlara şöyle cevap vermişti: "Ben iman edenleri yanımdan kovacak değilim. Sizlerin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için 'Allah onlara bir hayır vermeyecek' de demem. Allah onların içlerinde olanı daha iyi bilir" İzah için bkz. Hud: 27-31, En'am: 52, Hicr: 88.

Yani, "onun söylediklerine aldırma, ona itaat etme, onun isteklerini yerine getirme ve onun emirlerine uyma."

Arapça metin "Haktan dönen, bütün sınırları aşan ve burnunun doğrultusunda giden" anlamına da gelebilir. Her iki durumda da sonuç şudur: "Allah'tan gafil olan ve arzularının kölesi olan bir kimse kaçınılmaz bir şekilde bütün sınırları aşacak ve aşırılığın kurbanı olacaktır. Bu nedenle ona itaat eden kimse de aynı yolu izleyecek ve onun arkasından sapıklığa devam edecektir.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Kehf suresi ayet 69
0 da: "İnşaallah sen beni sabredki bulacaksın. Sana hiç bir işte karşı gelmeyeceğim" dedi.

Yüce Allah'ın: "O da; İnşaallah sen beni sabredici bulacaksın" buyruğu, Allah'ın izni ve iradesiyle sabredeceğim demektir. "Sana hiçbir işte karşı gelmeyeceğim" yani ben kendimi sana itaate mecbur edeceğim.
Âyet-i kerimedeki istisna (inşaallah) hakkında acaba bu "sana hiçbir işte karşı gelmeyeceğim" buyruğunu da kapsar mı kapsamaz m»? hususunda farklı görüşler vardır. Bunun yüce Allah'ın: "Allah'ı çokça zikreden erkeklerle, zikreden kadınlar" (el-Ahzab, 33/35) buyruğunda olduğu gibi kapsar, denildiği gibi o sabır hususunda istisnada bulunmuş ve sabretmiştir de denilmiştir. "Sana hiçbir işte karşı gelmeyeceğim" buyruğunda (inşallah diyerek) istisna yapmamıştır. O bakımdan hem itiraz etti, hem de soru sordu.
İlim adamlarımız der ki:
Onun bu şekilde davranmasının sebebi şudur: Sabır gelecekteki bir hadisedir. Bu konuda durumunun ne olacağını bilmiyordu.
İsyan etmeyeceğini belirtmesi ise hali hazırda gerçekleşen ve verilen bir karardır. O bakımdan bu hususta istisnada bulunmak, kararlı olmaya aykırıdır.
Aralarında şöylece bir ayırım görmek de mümkündür: Masiyet işlemenin ve onu terketmenin hilâfına sabır her şeyiyle (ve Allahın tevfiki olmadan) bizim kazandığımız bir şey değildir. Oysa masiyet işlemek ve sabrı terk etmek tamamen bizim kesbimizdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Kehf suresi ayet 72
dediki “Muhakkak ki sen, benimle beraber sabırlı olmaya asla güç yetiremezsin, demedim mi?”

Hızır'ın gemiyi delmesini Musa'dan başka kimse görmedi. Çünkü Hızır ancak yüce Allah'ın göstermeyi dilediği kimsenin gözüyle görülebilen birisiydi. Eğer gemi sahipleri onu görmüş olsalardı, gemiyi delmesini engellerlerdi.
Musa ona dedi ki: Bunlar bizi ücretsiz olarak taşıdılar, sen kalktın içinde bulunanlar suda boğulsun diye onların gemilerini deliverdin: "Andolsun ki sen büyük bir iş yaptın. O: Ben sana benimle beraber olmaya asla dayanamazsın, demedim mi? dedi.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Kehf suresi ayet 75
dedi ki: “Sana, 'muhakkak ki sen, benimle beraber sabırlı olmaya asla güç yetiremezsin.' demedim mi?”

Yine yola koyuldular. Nihayet bir erkek çocuğa rastgeldiler. O hemen çocuğu öldürdü.
Buhârî'de şöyle denilmektedir: Ya'la dedi ki: Said dedi ki: Oyun oynamakta olan çocuklar gördü. Kâfir bir çocuğu alıp yere yatırdıktan sonra onu bıçakla kesti. "(Musa) Dedi ki: Tertemiz" hiç günah işlememiş "bîr cana, başka bir can karşılığında olmaksızın kıydın öyle tni?"

Buhârî, Müslim ve Tirmizî'nin Sahihinde de şöyle denilmektedir:
Sonra gemiden çıktılar. Kıyıda yürüyorlarken Hızır başka çocuklarla oynayan bir çocuk gürdü. Hızır eliyle kafasını tuttu ve kafasını koparıp onu öldürdü. Musa ona dedi ki: "Tertemiz bir cana, başka bir can karşılığında olmaksızın kıydın öyle mi? Gerçekten sen kötü bir şey yaptın. Dedi ki: Ben sana benimle beraberliğe asla dayanamazsın demedim mi?" (Süfyan b. Uyeyne) Dedi ki: Bu İse birincisinden daha ağır idi. "Eğer bundan sonra sana bir şey soracak olursam, artık benimle arkadaşlık etme. O takdirde tarafımdan mazur sayılırsın, dedi." Bu, Buhârî'nin lafzıdır

Tefsir'de de şöyle denilmektedir:
Hızır, oynamakta olan çocukların yanından geçti. Bir çocuğu yakaladı, aralarında ondan daha güzeli yoktu. Bir taş aldı, kafasını kırıp, beynini parçalayıncaya kadar o taşla kafasını dövdü ve onu öldürdü, Ebu'l-Âliye der ki: Onu Musa'dan başkası görmüyordu, Görmüş olsalardı bu işi yapmasına engel olurlardı.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Kehf suresi ayet 78
dedi ki: “Bu, benimle senin aranda ayrılıktır. Sabırlı olmaya güç yetiremediğin şey(ler)in tevîlini (yorumunu) sana haber vereceğim.”

"Nihayet bir kasaba ahalisinin yanma vardılar." Müslim'in, Sahih'inde Uheyy b. Ka'b'dan, Peygamber (sav)dan (şöyle dediği rivayet edilmektedir: Adi ve bayağı kimselere uğradılar. Bunlar meclisleri dolaştılar da "ora halkından yiyecek istediler. Fakat kendilerini misafir etmeyi kabul etmediler. Orada yıkılmaya yüz tutmuş" -meyletmiş, yan yatmış demek istiyor- "bir duvar buldular da* Hızır eliyle "bu duvarı doğrultuverdi." Musa ona dedi ki: Biz bunların yanına bizi misafir etmeleri için geldik, onlar bize yiyecek dahi vermediler. "Dileseydin elbet buna karşılık bir ücret alırdın. O da dedi ki: İşte bu benimle senin ayrılışımızda-. Dayanamadığın şeylerin İç yüzünü sana haber vereyim." Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "ALLAH, Musa'ya rahmet buyursun. İsterdim ki sabretmiş olsun- tâ ki ALLAH bize onların haberlerini anlatsın."

"Dayanamadığın şeylerin iç yüzünü sana haber vereyim" buyruğunda geçen "te'vil: işin iç yüzünü bildirmek" bir şeyin sonu, akıbeti demektir. Yani ona: Ben sana yaptıklarımı, ne diye yaptığımı haber vereyim, dedi.
Musa ile Hızır (İkisine de selâm olsun)ın başından geçen olaylar Üe ilgili bu âyetlerin tefsiri hakkında denildi ki: Bunlar bir taraftan Musa (as)a karşı bir delildi, bir taraftan da onun bu tutumunun hayret edilecek olduğunu ifade eder. Şöyle ki; Geminin delinmesine tepki gösterince ona şöyle seslenildi:
Ey Musa, sen o sandukada denize atılmış iken ne haldeydin, şimdi bu tedbirin ne oluyor?
Çocuğun öldürülmesini tepkiyle karşılayınca ona şöyle denildi:
Sen Kıpti'ye bir yumruk vurup onu öldürürken nerdeydin? Senin bu tepkin ne oluyor? Duvarın doğrultuluvermesine karşı çıkınca da ona şöyle seslenildi:
Senin Şuayb'ın kızları yerine kuyunun üzerindeki taşı ücretsiz olarak kaldırman neydi?
Buna niye itiraz ediyorsun?
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
kehf suresi ayet 82
"Duvar ise, şehirde iki öksüz çocuğundu, altında onlara ait bir define vardı; babaları salih biriydi. Rabbin diledi ki, onlar erginlik çağına erişsinler ve kendi definelerini çıkarsınlar; (bu,) Rabbinden bir rahmettir. Bunları ben, kendi işim (özel görüşüm) olarak yapmadım. İşte, senin onlara karşı sabır göstermeye güç yetiremediğin şeylerin yorumu."

Bu kıssa ile ilgili olarak cevaplandırılması gereken çok zor bir soru ortaya çıkar: Hızır tarafından yapılan işlerin iki tanesi insanın yaratılışından beri var olan kanunlara apaçık aykırıdır. Hiçbir kanun bir kimseye başka bir kimsenin malını tahrip etme ve suçsuz bir insanı öldürme izni ve yetkisi vermez. O denli ki bir kimse ilham yoluyla bazı korsanların belli bir gemiyi basacaklarını ve belli bir çocuğun isyankar ve kafir olacağını bilse o zaman bile ALLAH tarafından gönderilen hiçbir kanun insana ilhamı nedeniyle gemide bir delik açma ve masum bir çocuğu öldürme izni vermez. Buna cevap olarak birisi Hızır'ın bu iki işi ALLAH'ın emri ile yaptığını söyleyecek olsa, bu bizim sorunumuzu çözmez. Çünkü soru: "Hızır bu işleri kimin emri ile yaptı?" değil, "Bu emirlerin özelliği ne idi" sorusudur. Bu önemlidir, çünkü Hızır bunları "ilahi emir" doğrultusunda yapmıştır. Hızır'ın kendisi de bu işleri kendi yetkisi ile yapmadığını, bilakis ALLAH'ın rahmetiyle hareket ettiğini söylemektedir. ALLAH da bunu şu sözlerle tasdik etmektedir: "Biz ona katımızdan bir ilim öğrettik." Bu nedenle bu işlerin ALLAH'ın emri ile yapıldığından hiç şüphe yoktur. Fakat emrin niteliği ve özelliği ile ilgili soru hâlâ ortada durmaktadır. Çünkü bu emirler, hiçbir ilahi kanun tarafından izin verilmediği için meşru değildir. Ve Kur'an da suçlu olduğuna bir delil olmaksızın bir kimsenin başka birisini öldürmesine izin vermez. Bu nedenle bu emirlerin de bir kimsenin zengin, diğerinin fakir ve bir kimsenin hasta, diğerinin de hasta iken iyileşmesine neden olan ALLAH'ın emirleri ile aynı grupta olduğunu kabul etmek zorundayız. Eğer Hızır'a verilen emirler bu tür emirler idiyse, Hızır'ın insanlar için konulan ilahi kanunlarla sınırlı olmayan bir melek (veya ALLAH'ın yaratıklarından başka biri) olduğu sonucuna varılabilir.
Çünkü şer'î yönü olmayan bu tür emirler ancak meleklere verilebilir. Bunun nedeni haram ve helâl sorununun onlar için söz konusu olmamasıdır; onlar hiçbir kişisel güce sahip olmaksızın ALLAH'ın emirlerine itaat ederler. Onların aksine bir insan, işlediği amel ilahi kanuna aykırı ise, bunu ilham sonucu veya içgüdülerle istemeyerek işlemiş de olsa günah işlemiş olur. Çünkü insan, insan olması münasebetiyle ilahi kanuna uymak zorundadır. Ve ilahi kanunda, bir kimsenin ilham yoluyla bir emir aldığı veya kendisine gizlice yasak bir işin hikmeti bildirildiği için yaptığı işin helâl sayılabileceği bir boşluk yoktur.
Yukarıda değindiğimiz ilke fıkıh alimleri ve sufi liderler tarafından tartışmasız kabul edilmiştir.
Allame Alûsî bu konuda Abdü'l Vehhab Şi'rânî, Muhiddin ibn A'rabi, Müceddid Elfi Sani, Şeyh Abdülkadir Geylani, Cüneyd Bağdadi, Sırrı Sekati, Ebu'l Huseyn en-Nuri, Ebu Said el-Harrâz, Ahmed üd-Dineveri ve İmam Gazzali'nin birçok sözünü ayrıntısıyla nakletmiştir. Onlara göre, bir sufi için bile kendine gelen bir ilhama uyarak kanunun ilkelerine ters düşen birşey yapmak doğru değildir.
(Ruhu'l Meani cild: XVI, s 16-18) .
İşte bu nedenle biz Hızır'ın bir melek veya insanı sınırlayan kanunlardan azade başka bir yaratık olması gerektiği sonucuna vardık. Çünkü o, yukarıda anılan formülün tek istisnası olamaz, bu yüzden kaçınılmaz olarak onun, insanlar için önceden belirlenen ilahi kanuna göre değil, ALLAH'ın dileği doğrultusunda hareket eden ALLAH'ın kullarından biri olduğu sonucuna varıyoruz.
Eğer Kur'an Hz. Musa'nın (a.s) eğitilmek üzere gönderildiği "kul"un bir insan olduğunu söylemiş olsaydı, o zaman Hızır'ın insan olduğunu kabul edecektik. Fakat Kur'an açıkça onun bir insan olduğunu söylemez, aksine "kullarımızdan biri" olduğunu söyler, bu da onun insan olduğunu göstermez. Kur'an'da bu kelime (kul) çeşitli yerlerde melekler için kullanılmıştır.
Bkz. Enbiya: 26, Zuhruf: 19.
Bunun yanısıra Hz. Hızır'ın insan olduğuna işaret eden hiçbir hadis yoktur. Hz. Peygamber'den (s.a) Said ibn Cübeyr, İbn Abbas ve İbn Ka'b kanalıyla rivayet edilen sahih bir hadisde "Racul" kelimesi, genelde insanlar için kullanılmasına rağmen, Hızır (a.s) için kullanılmıştır ve sadece insanlar için kullanılmayacağı açığa çıkmıştır. Kur'an'da bu kelimeyi Cin Suresi altıncı ayette cinler için kullanmıştır. Şu da bir gerçektir ki bir melek, bir cin veya görünmeyen bir varlık insanların yanına geldiğinde, insan şeklinde görünür. Ve bu şekil içinde aynen Meryem'e gelen insan kılığındaki melek gibi beşer adını alır.
(Meryem 17)
O halde yukarıda zikredilen hadiste Peygamber (s.a) tarafından Hızır için kullanılan "Racul" kelimesi, onun mutlaka insan olduğu anlamına gelmez.
Bu nedenle yukarıdaki tartışmanın ışığında, Hızır'ın, bir melek olduğu veya insanlar için belirlenen sınırlarla bağımlı olmayan başka bir yaratık olduğu sonucuna varabiliriz. İbn Kesir'in tefsirinde Maverdi'den rivayet edildiğine göre, bazı eski müfessirler ve Kur'an alimleri de bu görüştedirler.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Meryem suresi ayet 65
Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu halde O'na ibadet et ve O'na ibadette kararlı ol. Hiç O'nun adaşı olduğunu biliyor musun?

Yani, "Siz sadece hizmet yolunu sımsıkı takip etmek ve tüm engel ve zorluklara sabırla göğüs germekle kalmamalı, aynı zamanda vahy'de ve yardımda bir gecikme olduğunda da sabırsızlık göstermemelisiniz. Onun itaatkar bir kulu olarak onun yolunda hizmet etmeli ve sana bir kul ve bir Rasul olarak verilen emanet, görev ve sorumlulukları sebatla yerine getirmelisin."

Semîy kelimesi sözlükte "adaş" anlamına gelir. Burada ise şu anlama gelir: "ALLAH tek Mabud'dur. Ondan başka bir ilâh biliyor musunuz? Eğer O'ndan başka ilâh yoksa ve siz olmadığını biliyorsanız, o halde O'na ibadet edip O'nun emirlerine itaat etmekten başka seçeneğiniz yok."
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Taha suresi ayet 132
Ve ehline (ailene ve etrafındakilere) namazı emret ve onun üzerinde (namazda) sabırlı ol. Senden rızık istemiyoruz. Seni, Biz rızıklandırırız. Akibet (en güzel sonuç) takva sahiplerinindir.

Yani, "Çocuklarınıza da helâl nimetlerin, günahkarların haram servetlerinden daha hayırlı olduğunu öğretin. Bu amaçla onlara namaz kılmayı emredin, çünkü bu onların tutumlarını ve değerler sistemini değiştirecek ve onların günah ve lüks yerine temiz bir hayat ve helâl kazancı seçmelerine neden olacaktır."

Bu şu anlama gelir: "Biz namazları bize bir faydası dokunsun diye kılmanızı emretmiyoruz. Biz bunu sizin iyiliğiniz için istiyoruz. Çünkü namaz kılmak sizde dünya ve ahiret saadetinizi sağlayacak bir takva doğurur."
 
Üst Alt