Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuranda sabır kavramı

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Bakara suresi ayet 45
Sabırla ve namazla yardım isteyin. Şüphesiz ki namaz, Allaha boyun eğenlerden başkasına ağır gelir.

Sabırla ve namazla yardım isteyin. Bana verdiğiniz sözü tutabilmek ve bana itaat edebilmek için, hayasızlık ve kötülüklerden alıkoyn ve benim rızama yaklaştıran, namazı kılarak yardım dileyin. Şüphesiz ki namaz, bana boyun eğip azabımdan korkan, yaad ve cezamı tasdik edenlerden başkasına ağır ve zor gelir.

Ayet-i kerimede, insanlara, sabırla ve namazla, yardımmaşmaları emre-dilmektedir. Taberi, bu iki şeyle, neye karşı yardımlaşılacağı hususumla şunları zikretmiştir: "Allah tealanın gönderdiği kitaplarda, emirlerine uyulup yasaklarından kaçınılmasına dair, kullarından aklığı ahdi yerine getirme hususunda, bu iki şeyle yardımlaşmasının emredildiği beyan edilmektedir."

"Sabır"m asıl mânâsı, nefsi, sevdiği şeylerden alıkoymak ve heva ve hevesinden el çektirmektir. Bu bakımdan, felaketler karşısında kendisini frenleyene "Sabreden" denilmiş. Ramazan ayına da, yeme ve içmeye karşı sabredildi-ğinden dolayı "Sabır" ayı" denilmiştir. Bir kısım âlimler, buradaki "sabır" kelimesinden maksadın, oruç tutmak olduğunu ve bu âyet-i kerimenin "Oruç tutarak namaz kılarak sabredin" demek istediğini söylemişlerdir. Taberi ise, Allah tealanın, bu âyet-i kerimede insanları Allah´ın emir ve yasaklarından, nefislerine ağır gelenlere karşı sabretmelerini ist&liğini söylemiştir.

Burada, Allah´tan yardım dilerken yapılacak şeylerden özellikle namaz zikredilmektedir. Çünkü onda. Allah´ın kitabını okuma, dünya zevklerini terket-me, âhireti ve orada Allanın insanlar için hazırlamış olduğu şeyleri hatırlatma vardır.

Resulullah (s.a.v.) herhangi bir sıkıntı ile karşılaştığında hemen namaz kılmaya başlardı.
Abdurrahman diyor ki: "Abdullah b. Abbas, bir yolculuk yaparken kendisine kardeşi Kussem´in ölüm heberi ulşatı. Abdullah b. Abbas, "Şüphesiz biz, Allah içiniz ve mutlaka ona döneceğiz. "(dedikten sonra yolun kenarına çekildi, devesini çöktürdü, iki reka namaz kıldı ve namazı uzattı. Bitirdikten sonra kalkıp bineğine doğru yürüdü ve "Sabırla ve namazla yardım isteyin. Şüphesiz ki namaz, Allaha boyun eğenlerden başkasına ağır gelir." âyetini okudu.

Ebul Âliye diyor ki: "Allahın razı olacağı şeyleri başarmak için sabır ve namazla yardımlasın ve bilin ki bu ikisi de Allaha itaattendir."

İbn-i Cüreyc diyor ki: "Sabırla ve namazla yardımlasın. Çünkü bunlar Allah´ın rahmetine kavuşturan iki yardımdır."

Âyette zikredilen "Allaha boyun eğenler" ifadesinden maksat. Abdullah b. Abbas´a göre, Allahın indirdiklerini tasdik edenler, Ebul Âliye ye göre"Allahtan korkanlar" Mücahide göre "Hakkıyla imanedenler"dir.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Bakara suresi ayet 153
Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir.

Önderler olarak tayin edildikten itibaren müminler, bu sorumluluk gerektiren konumun görevlerini yerine getirebilmelerini sağlayacak olan emir ve talimatlarla eğitilmeye başlıyorlar. Onlara ilk önce önderliğin gülünden çok dikeninin olduğu söyleniyor. Başlangıçtan itibaren müminler zorluklar, engeller ve sıkıntılarla karşılaşacaklar ve birçok kayıp ve acıya katlanmak zorunda kalacaklardır. Fakat tüm bu engelleri sabırla geçip Allah yolunda ilerledikleri takdirde, Allah'ın sayısız nimet ve mükâfatlarıyla karşılaşacaklardır.

Yani, "Sabır ve namaz, sizde, verilen görevin yükünü taşımak için gerekli olan gücü yaratacaktır. Sabır, karşılaşacağınız üzüntü, zayıflık ve keder anlarında size cesaret verecek ve tehlikelerle dolu Allah yolunda gerekli olan moral gücü ve desteği sağlayacaktır. Namaz ise, disiplin ve önderlik görevinde gerekli olan diğer ahlâkî nitelikler yönünden sizi eğitecektir."
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Bakara suresi ayet 155
Ve sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da maldan, candan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele.

Sizi, düşmanlarınızdan size ulaşacak bir korkuyla ve bir kıtlıktan dolayı gelecek açlıkla, mal, evlat ve ürün eksikliği ile imtihan edeceğiz. Bunlar, imanında sadık olanlarla münafıkları ortaya çıkarmak içindir. Ey Muhammed, belalarıma karşı sabredenleri, tayin ettiğim kaza ve kadere boyun eğenleri, kendilerini sevindirecek af ve merhametimle müjdele.

Taberi diyor ki:
Allah teala bu âyet-i kerimesiyle, Resulullaha tabi olan müminlere, kendilerinden önceki Peygamberleri ve ümmetleri imtihan ettiği gibi onları da imtihan edeceğini, böylece gerçekten mümin olanı, gerisin geri gidip dinden çıkacak olandan ayırdedeceğini beyan etmektedir. Bu hususta başka bir âyet-i kerimede de şöyle buyuru İm aktadır: "Sizden öncekilerin başına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelmeden, cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz? Onlara yoksulluk ve sıkıntılar dokunmuştu. Ve şiddetle sarsılmışlardı. Öyle ki Peygamber ve onunla beraber iman edenler: "Allahın yardımı ne zaman gelecek?" demişlerdi. Bilinki Allanın yardımı pek yakındir

Allah teala müminleri dünyada çeşitli imtihanlara tabi tutabilir. Müminler bunlara karşı sabretmelidirler. Zira sabretmeleri sebebiyle mutlaka bir mükâfaat alacaklardır.

Sa´d b. Ebi Vakkas diyor ki:
"Dedim ki "Ey Allahın Resulü, insanların en şiddetli belaya uğrayanları kimlerdir? Resulullah buyurdu ki: "Peygamberlerdir. Onlardan sonra! dereceleri üstün olanlara göre sıralanırlar. Kişi, dindarlığına göre imtihan edilir. Eğer dininde sağlam ise belası da şiddetli olur. Şayet dininde gevşek ise ona göre imtihan geçirir. Kulun başına devamlı felaketler gelir. Öyle ki o felaketler kulu arındırıp yeryüzünde günahsız olarak yürümesini sağlar.

Ancak sabretmek, bela veya felaketlerin geldiği anda gerçekleşmelidir. Önce sızlanıp daha sonra ise sabreden, sabrın sevabını kaybeder. Bu hususta Resulullah (s.a.v.) den şu hadis-i şerif rivayet edilmektedir. Enes b. Mâlik diyor ki:

"Resulullah (s.a.v.) b ir gün, kabir başında ağlayan bir kadının yanından geçti ve ona: "Allah´tan kork sabret." dedi. Kadın: "Benden uzak ol. Benim musibetim senin başına gelmedi." dedi. Kadın, Resulullah´ı tanımamıştı. Ona: "Bu zat, Allah´ın Resulü." dediler. Bunun üzerine kadın, Resulullah´ın kapısının Önüne geldi. Orada kapıcı görmedi ve Resulullah´a dedi ki: "Ben seni tanımadım. "Resulullah da ona dedi ki: "Sabır, felaketin ilk anındadır.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Bakara suresi ayet 175
İşte onlar ki hidayet karşılığında dalâleti; mağfiret karşılığında da azabı satın alanlardır. Öyleyse onları ateşe karşı bu kadar sabırlı kılan nedir?

Bunlar, sapıklığı alıp hidayeti bırakan, allah'ın azamim gerektiren şeyleri alıp bağışlamasını ve rızasını gerektiren şeyleri terkedenlerdir. Bunlar, ateşe acaba nasıl sabredeceklerdir? Bunların, cehnnem ateşine karış cür'etli olmaları ne tuhaftır.
Ayet-i kerimenin sonunda: "Bunlar ateşe karşı nasıl sabır eceklerdir buyurulmaktadır.
Katade, Hasan-ı Basri, Mücahid, Said b. Cübeyr ve Rebi b. enes bu ifadeyi "Onlar, kendilerini ateşe sürükleyecek ameli işlemeye nasıl cesaret ederler?" şeklinde izah etmişlerdir. Taberi de bu görüştedir.
Mücahidden nakledilen başka bir görüşe göre, o bu âyeti şöyle izah etmiştir: "Onlara cehennemlik amellerini işleten şey nedir?"
Allah teala bu âyet-i kelimesiyle, Hz. Muhammed'in sıfatlarını Tevratta gizleyen ve bunun karşılığında faiz, rüşvet gibi şeyleri yiyen Yahudilerin durumlarına dikkatleri çekmekte ve bunların yaptıklarına şaşılması gerektiğini beyan etmektedir.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Bakara suresi ayet 177
İyilik, yüzünü/ü doğuya ve batıya çevirmeniz değildir. Fakat iyilik, Allah'a âhiret gününe, meleklere, kitaba , peygamberlere iman edenin, sevdiği mallardan akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalana, dilencilere ve köle azad etmeye verenin, namazı kılanın, zekatı verenin, söz verdiklerinde sözlerini yerine getirenlerin, sıkıntı, hastalık ve şiddet zamanında da sabredenlerin yaptıklarıdır. Bunlar, imanlarında sadık olanlardır. Müttakiler de işte bunlardır.

Ey, Yahudi ve Hıristiyan topluluğu, iyilik, bazısının yüzünü doğuya bazınızın da batıya çevirmesi değildir. İyilik, Allah'ı ve âhireti tasdik edenin, melekleri, kitaplara ve Peygamberlere iman edenin yaptığıdır. İyilik, kendisinin çok sevdiği ve biriktirmeye hırslı olduğu, harcamada ise çok cimri davrandığı malını, akrabalanna, babası ölmüş yetimlere, ihtiyaç sahiplerine, yolculuğu sırasında fakir düşmüş olana, yardım isteyen dilencilere, efendileriyle belli bir para karşılığında kölelikten kurtulma anlaşması yapan kölelere verenin yaptığı iştir. İyilik, namazı bütün tadil-i erkâmyla kılanın, zekâtı, Allah'ın üzerine farz kıldığı şekilde verenin, Allah ile ahitleştikten sonra o ahdi bozmayanlann, sıkıntı ve zorîuk sırasında ve harp esnasında çatışma şiddetlendiği anda sabredenlerin yaptıklarıdır. Bunlar, imanlarında sadık olanlardır. Bunlar, Allah i tasdik edenler, sözlerini yaptıkarıyla ispat edenlerdir. Allah'ın cezasından korkup farzlarını yerine getirerek ona isyan etmekten kaçınanlar da işte bunlardır.
"İyilik, yüzünüzü doğuya ve batıya çevirmeniz değildir." ifadesinden maksat, Abdullah b.Abbas, Mücahid ve Dehhaka göre şu demektir: "Ey Müminler, iyilik yapmak, kıblenin çevirilmesinden önce Kudüse, çevirilmesinden sonra da Kâbeye doğru namaz kılmak değildir. İyilik şunlardır:...." Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bu âyet- Resulullah'ın Mekke'den Medineye hicret etmesinden, bütün farzların ve cezaların inmesinden sonra nazil olmuştur. Bu bakımdan Allah teala, sadece namazın değil bütün farzların eda edilmesini emretmiştir.
Katade ve rebi' b. Enese göre ise: "İyilik, yüzünüzü doğuya ve batıya çevirmeniz değldir." ifadesinden maksat: "Ey Yahudiler ve Hıristiyanlar iyilik, yüzünüzü doğuya ve batıya çevirmeniz değildir. Bilakis iyilik şunlardır..." demektir.
Yahudiler batıya , Hıristiyanlar da doğuya doğru namaz kılıyorlardı. Bu âyet nazil oldu ve Allah teala, iyilik ve hayınn, sadece yüzün doğuya ve batıya çevrilmesiyle olmadığını, iyiliğin, Allah tealanin beyan ettiği, imanı gösteren şu özelliklerde olacağını açıkladı. O özellikler de: Allah'a, kitaplara, Peygam-ber'ine iman etmek, Allah yolunda harcamak, onun yolunda cihad etmek ve di-: ğer amellerdir. Taberi de, bundan önceki âyetlerin de Yahudiler hakkında olması hasabiyle bu görüşü tercih etmiştir.
Ayet-i kerimede "Sevdiği mallardan veren kimse "zikredilmektedir. Abdullah b. Mes'uda göre bu ifadeden maksat, "Mala çok düşkün ve cimri olduğu, zengin olacağını ümit edip fakirlikten korkar olduğu bir halde onu harcayan" demektir.
Şa'bi bu âyet-i kerimeye dayanarak Müsümanın mallarında zekatın da dışında hak olduğunu söylemiştir.
Süddi de bu âyette zikredilen "İnfak"m, mal sahibinin, malı üzerinde bir-hak olduğunu söylemiştir. "Mal sahibi zekatın dışında bunu da vermekle yükümlüdür." demiştir.
Bu hususta Âmir eş-Şa'bi, Fatıma binti Kaysın, Resulullah'tan şu hadisi rivayet ettiğini söylemiştir. Fatıma diyor ki: "Resulullah şöyle buyurdu: "Şüpe-siz ki malda zekatın dışında hak vardır." Sonra Resuİulha: "İyilik, yüzünü doğuya ve batıya çevirmeniz değildir. " âyetini okudu." Diğer bir kısım âlimler ise âyetin bu bölümünden Uer zekat vermenin kastedildiğini ve kişinin, malından, zekatın dışında bırşey vermekle yükümlü olmadığnı söylemişlerdir.
Âyet-i kerimede, kişinin, düşkün olduğu malından Allah yolunda vermesi takvadan sayılırken kendilerine mal verilecek kimselerin ilki olarak akrabalar zikredilmiştir. Zira bunlara verilen sadaka, diğerlerine verilenler den daha üstündür. Bu hususta Resulullah (s.a.v.)'e "Sadakaların hangisi daha cfdaldir?" diye sorulduğunda şoylc buyurmuştur: "Kişinin malı az olduğu olduğu halde son çabasını harcayarak kendisine kin besleyen akrabasına verdiği şey sadakadır.
Bu âyet-i kerimede bir çok sıfat birlikte zikredilmektedir. Arapçada cümlede çokça sıfat bulununca, sıfatların bazıları özellik arzetsin diye dilbilgisi kaidelerine göre bulunduktan halden ayrılarak başka bir halde kullanılırlar. İşte burada "Sabredenler" kelimesi, diğer sıfatların bulundukları "Yalın" halden ayrılıp ismin "İ" halinde kullanılmıştır, Arapçada buna "Mensub" denilir. Buna göre mânâ şöyledir: "İyilik Allah'a, âhiret gününe , meleklere, kitaba ve Peygamberlere iman edenin, .sevdiği mallardan akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kal an a, d ilendi ere ve köle azad etmeye verenin, namazı kılanın, zekatı verenin, söz verdiklerinde sözlerini yerine getirenlerin yaptıklarıdır. Sıkıntı, hastalık ve şiddet zamanında sabredenlerin sabretmelerin üe netice itibariyle bir iyilik ise de ben, özellikle bu sabredenleri daha çok takdir ederim."
Âyet-i kerime, iyilikte bulunan takva sahibi kimselerin sıfatlarını veciz bir şekilde özetlemiştir. Bunlar, iman etmek, malını Allah yolunda intak etmek, namaz kılmak, zekat vermek, verdiği sözü yerine getirmek ve sıkıntılara karşı sabretmektir. Bu sıfatları kısa olarak şu şekilde izah etmek mümkündür.
a- İman etmek: İmanın, herşeyin başında geldiği muhakkaktır. Kâfirlere dini vazifeler yüklemek söz konusu değildir. Kur'an-ı Kerim tek bir yerde kâfirlere hitabetmekte ve onları uyararak: "Ey kâfirler, bugün mazeret göstermeyin. Sizler ancak dünyada yaptıklarınızla cezalandırılıyorsunuz? demektedir. İmanı olmayandan iyilik beklemek boştur.
b- Allah yolunda infak etmek: Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde, cimri ile, malını Allah yolunda harcayan kimseyi karşılaştırarak buyuruyor ki:
"Cimri insan ile malını Allah yolunda harcayan insan, üzerlerinde , göğüslerinde köprücük kemiklerine kadar uzanan demir yelek bulunan iki kişiye benzerler. Malını Allah yolunda harcayan kişi, her harcadığında bu demir yelek genişler ve bütün vücudunu kaplar. Öyle ki parmak uçlarını dahi örtüp ayak izlerini yok eder hale gelir. Cimri ise harcamak istemediği her an, demir yelekte bulunan halkalar, bulundukları yerlere yapışıp kalırlar. Cimri bu yeleği genişletmeye çalışır fakat yelek genişlemez.
Âyet-i kerime, müminin, malını Allah yolunda harcarken özellikle şu kimselere harcanması lazım geldiğini beyan etmektedir. Bunlar, akrabalar, yetimler, yoksulllar, yolda kalanlar, dilenciler ve azad olacak kölelerdir. Peygamber efendimiz, sadakadan akrabaya yapılan harcamanın önemine işaret ederek uyuruyor ki:
"Herhangi bir yoksula verilen sadaka sadece sadaka sayılırken akrabaya verilen sadaka iki şeydir. O, hem sadakadır hem de akrabalık bağını gözetmektir. Resulullah (s.a.v.) efendimiz, yetimi himaye etmenin önemini beyan ederken de şehadet parmağıyla orta parmığım hafifçe birbirinden ayırarak işaret etmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Benimle, bir yetimi gözetip koruyan kişi cennette işte şu iki parmak gibi birbirimize yakın olacağız. Resulullah (s.a.v.) yoksulun kim olduğunu beyan edip ona yardımda bulunmanın önemine işaret ederek te buyuruyor
"Aslında yoksul, insanları gezip dolaşan, kendisine verilen bir lokma veya iki lokma yahut bir hurma veya iki hurmanın geri çevirdiği kişi değil dir. Yoksul, kendisine yetecek kadar bîr şey bulamayan ve bu hali an-laşılamadığı için kendisine sadaka verilmeyen ve kalkıp ta insanlardan bir şey istemeye girişmeyen kimsedir.
Âyet-i kerimede zikredilen "Yolda kalanlar" dan maksat, Katadeye göre "misafır"dir. Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde:
"Kim, Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorsa misafirine ikramda bulunsun. buyurmuştur. Resulullah:
"Misafirlik üç gündür. Bunun ötesinde olan, ona verilen bir sadakadır. buyurmuştur. Ebu Cafer ve Mücahide göre ise "yolda kalanlardan maksat, kişinin yanından geçip giden yolcudur.
Dilenen kimselere gelince, bunlar da azarlanıp boş çevrili meni el i az veya çok bir şeyler verilmelidir. Bu hususta âyet-i kerimede buyuruluyor ki: ""Dilenciyi azarlama. Bu konuda Hz. Hüseyin (r.a.) Peygamber efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Dilencinin hakkı vardır, ata binerek gelse dahi.
Peygamber efendimiz azad olacak köleler için de şöyle buyurmaktadır:
"Allah'ın, üç işiyc yardım etmesi, üzerine aldığı bir haktır. Allah yolunda cihda eden kişiye, borcunu ödemek isteyen köleye, iffetini muhafaza etmek için evlenmek isteyene."
c- Namaz kılmak: Namaz dinin direğidir. Müslüman kişi bu ibadetiyle tanınır. Resulullah (s.a.v.) ibadetlerimiz arasında namazın büyük önemine işaretle buyuruyor ki:
"Kişi ile müşriklik arasındaki fark, namazı tcrkctmcktir.
d- Zekat vermek: Zekat, mali ibadetlerin başında gelir. Müslüman, tam bir hesap yapmak suretiyle zekatını vermek zorundadır. İslam Devleti, zekatını vermek istemeyen müslümandan bu zekatı zorla alır. Nitekim Hz. Ebube-kir(r.a.v) Resulullah'ın vefatından sonra zekatı vermek istemeyenlerin üstüne gitmiş onlarla savaşmış ve onlar hakkında şöyle demiştir:
"Allah'a yemin olsun ki namazla zekatı birbirinden ayıranlara karşı mutlaka savaşacağım. Zira zekât, malın üzerinde bir haktır. Allah'a yemin olsun ki Rcsukillah'a vermiş oldukları bir yuları dahi bana vermekten kaçınırlarsa bundan dolayı onlarla savaşırım.
e- Verdiği sözü yerine getirmek: İslamda çok önemli ve Müslümanın mutlaka yerine getirmesi icabeden hususlardan bir tanesi de, verilen sözün yerine getirilmesidir.Bu hususta Allah teala şöyle buyuruyor: "Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen sözde mcs'uliyct vardır. Peygamber efendimiz de, münafıkların sıfatlarını sayarken, verdiği sözden dönmeyi de bunlardan saymıştır: "Münafıkın alâmeti üçtür, konuştuğunda yalan söyler, ver diği sözden cayar, kendsine emanet edilen şeye hıyanet cder.
f- Sıkıntılara karşı sabretmek: Sabır, müminin sığındığı iki kaleden biridir. Bu hususta Allah teala şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Şüphesiz ki Allah, sabredenlerle beraberdir. "Şüphesiz ki sizi biraz korku, açlık, mal, can ve ürün eksikliği ile imtihan edeceğiz. Ey Muhammcd, sabredenleri müjdele.
Âyet-i kerimede zikredilen "Sıkıntı"dan maksat, "Fakirlik" demektir. "Şiddet zamanından" maksat ise "Savaş âm"dır. Özellikle bu hallerde sabretmenin büyük bir iş olduğu muhakkaktır. Görüldüğü gibi âyet-i kerime, kulun yapacağı bir çok ibadet ve itaati kapsamaktadır. Bu nedenle Allah teala bunları yapanları "Sadık" ve "Muttaki" olarak vasıfliindırmıştır:
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Bakara suresi ayet 249
Talut ordusuyla birlikte ayrıldıktan sonra şöyle dedi: "Şüphesiz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim o ırmaktan su içerse benden değildir. Kim ondan tatmazsa bendendir. Eliyle bir avuç alan müstesna." Onların pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Talut ve kendisiyle birlikte iman edenler, ırmağı geçtikten sonra: "Bugün Calut ve askerleriyle savaşmaya gücümüz yoktur." dediler. İçlerinden, Allaha kesinlikle kavuşacaklarına inananlar da: "Nice az topluluklar vardır ki nice çok sayıdaki topluluklara, Allanın izniyle galip gelmişlerdir. Allah, sabredenlerle beraberdir." dediler.

İsrailoğulları, Peygamberlerinin kendilerine söylediği sözlere inandılar. Allahın Talutu kendilerine gönderdiğini kabul ettiler ve onun emirlerine boyun eğdiler. Talut da seksen bin savaşçıdan meydana gelen ordusunu düzenleyip Kudüsten ayrılınca şöyle dedi: "Allah, kendisine nasıl itaat edeceğinizi ortaya çıkarmak için sizleri bir ırmakla imtihan edecektir. Sizden kim o ırmağın suyundan içerse o benim ordumdan ve bana itaat edenlerden değildir. Kim de bu ırmağın suyundan tatmazsa o benim ordumdandır ve bana itaat edenlerdendir. Ancak eliyle tek bir avuç alıp içenler hariç. Bunlar bendendir." Fakat onlardan pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Çok içenler daha fazla susadı, emre uyarak tek avuç içenlerin ise susuzluğu gitti. Talut, kendisiyle beraber olan inanmış askerleriyle birlikte ırmağı geçince askerleri ona şöyle dediler: "Calut ve ordusuna karşı savaşmaya bizim gücümüz yetmez Allahın huzuruna kesinlikle çıkacaklarına ve sonunda mutlak Allaha döneceklerine inanlar ise şöyle dediler: "Nice az topluluklar vardır ki Allahın izni va takdiriyle nice çok sayıdaki topluluklara galip gelmişlerdir. Allah, yardımı ve zafer nasibetmesiyle, sabredenlerle beraberdir.
Âyet-i kerimede Talutun ordusuyla birlikte ayrıldığı zikredilmekledir. İsrailoğullan, Talutun gerçekten hükümdar olduğuna inamca içlerinden hasta, yaşlı ve savaşmaya gücü yetmeyen özürlüleri dışında hep birlikte Talutun ordusuna katılmışlardır. Bu ordunun sayısının seksen bin savaşçıya ulaştığı rivayet edilmektedir. Allah teaîa, çok sayıda olan bu orduyu susuzluğa düşürdükten sonra onlan bir nehire rastlatarak imtihan etmiş ve onları Taluta tanıtmıştır. Bu nehirin hangi nehir olduğu hakkında miifessirler iki görüş zikretmişlerdir.
a- Reb' b. Enes, Katade ve Abdullah b. Abbastan nakledilen bir görüşe göre bu nehir, Ürdün ile Filistin arasında bulunan, suyu tatlı bir nehirdir.
b- Yine Abdullah b. Abbas ve Süddiden nakledilen diğer bir görüşe göre bu nehir Filistin nehridir.
Talut ordusuna bu nehirden su içmemeyi emretmiş ancak bir avuç içmeye müsaade etmiştir. Fakat ordusundan pek az kimseler hariç diğerlerinin hepsi bu nehirden su içmiş ve Talutun emrine karşı gelerek imtihanı kaybetmişlerdir. Bu nehirden hiç su içmeyenler veya sadece bir avuç içip fazla içmeyenler, gerçekten iman etmiş olan kişilerdi. Kâfir ve münafıklar ise orada bolca su içiyorlar buna rağmen suya kanmıyorlardı.
Ayet-i kerimede Talutun ve ona iman edenlerin, nehri geçtikleri zikredilmektedir. Müfessirler, Talutla birlikte nehiri geçen İnsanların sayısının ve "Bugün Biz Caluta ve ordusuna güç yetiremeyiz." diyenlerin sayısının ne kadar olduğu hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir.
a- Berab. Âzib, Katade ve Rebi' b. Enese göre, Talutla birlikte nehirden sadece iman eden insanlar geçmişlerdir. Ve sayıları da Bedir savaşına katılan sahabilerin sayısı kadardır. Yani, üç yüz on kişidir.
Ebu İshak diyor ki:
"Ben, Bera b. Âzibin şunu söylediğini işittim." "Ben muhammed (s.a.v.)'in Bedir savaşını gören sahabilerinden işittim ki onların sayıları Talutla birlikte nehri geçen Talutun arkadaşlarının sayısı kadarmış. Bu sayı üç yüz oh küsur imiş. [124]
b- Süddi ve Abdullah b. Abbastan nakledilen diğer bir görüşe göre, Talutla birlikte nehirden dört bin kişi geçmiş ancak, Cakıtu ve ordusunu gördükten sonra, kâfir ve münafıklar, Talulun ordusundan ayrılmışlar geride sadece, Bedir savaşma katılan müminlerin sayısı kadar samimi müslüman kalmıştır.
Taberi, bu son görüşü tercih etmiş. Talutla beraber müminlerle birlikte bir kısım kâfirlerin de nehirden geçtiklerini ve bu kâfirlerin Calütuıı ordusunu gördükten sonra Taluttan ayrılıp onu müminlerle birlikte, düşmanın karşısında bıraktıklarını söylemiştir. Zira, nehiri geçen insanlardan bir kısmı "Bugün Calut ve askerleriyle savaşmaya gücümüz yoktur." demişlerdir. Bunların, mümin kişiler oynadıkları muhakkaktır. Çünkü, diğer bir kısım insanlar da "Nice az topluluklar vardır ki nice çok sayıdaki topluluklara Allahın izniyle galip gelmişlerdir." demişlerdir. Bunlar da, âyette de belirtildiği gibi, mümin kimselerdir. Fakat Allah teala, âyette sadece mümin kimselerin ırmaktan geçtiğini belirt mistir. Çünkü gerçekte Talutla beraber kalanlar sadece onlar olmuşlardır. Diğerleri ise ayni ip gitmişlerdir. Bununla birlikte müfessirler, âyet-i kerimede zikredilen şu iki fırkanın da mümin mi yoksa birinin mümin diğerinin kâfir mi olduğu hususunda iki görüş zikretmişlerdir. Bu fırkalar, âyetin şu bölümünde zikredilenlerdir. "Calut ve ordusuyla savaşmaya gücümüz yoktur" diyen fırka ve "Nice az topluluklar vardır ki nice çok sayıdaki topluluklara Allahın izniyle galip gelmişlerdir." diyen fırkadır. Daha önce de belirtildiği gibi, Süddi, Abdullah b. Abbas ve İbn-i Cüreyce göre bu fırkalardan birincisi, nehiri geçen kâfir ve münafık olan fırkadır. İkinci fırka ise yine nehiri geçen samimi müminlerdir. Fakat Katade ve İbn-i Zeyde göre bu iki fırka da aslında nehirden çok az su içen ve Talutla birlikte orayı geçen mümin fırkalardır. Ancak bu mümin fırkalardan birinci olarak zikredilenler imanlan zayıf olanlardır. İkincileri ise imanlan güçlü olanlardır. Zira müminlerin bir kısmının diğerlerinden daha azimli ve daha kararlı ol-malan mümkündür.
Taberi, daha önce de beyan edildiği gibi, Abdullah b. Abbas, Süddi ve İbn-i Cüreycden nakledilen birinci görüşü tercih etmiş ve bu fırkalardan birinin kâfir diğerinin mümin olduğunu söylemiştir.
İbn-i Abbas diyor ki: Bu ırmak Ürdün ile Filistin arasında bulunan, suyu tatlı ve güzel bir ırmaktır. Talutun ordusu susuzluktan şikayet etmiş o da onlara yukanda geçen cevabı vermiştir.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Bakara suresi ayet 250
Ve (Talut'un askerleri), Calut ve onun askerlerinin (ordusunun) karşısına çıktıkları zaman şöyle dediler: “Rabbimiz üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı (düşman karşısında) sabit kıl ve kâfirler kavmine karşı bize yardım et.”

"Karşı çıktıklarında" geniş ve düzlük bir yerde karşı karşıya geldiklerinde, demektir. Câlût, Amalikalıların komutanı ve hükümdarı idi. Gölgesinin uzunluğu bir mil kadardı. Berberilerin onun soyundan geldiği söylenir. Rivayet edildiğine göre beraberindeki asker sayısı üçyüz bin atlı idi. İkrime, doksan bin kişi, demiştir. Mü'minler düşmanlarının çokluğunu görünce Rablerine yalvarıp yakardılar.
Bu âyet-i kerîme yüce Allah'ın şu buyruğuna benzemektedir: "Beraberinde pek çok alimlerin savaştığı nice peygamber vardır.... Onların sözleri: Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı mağfiret buyur. Ayaklarımıza sebat ver ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et demelerinden başka birşey değildi." (Al-i İmran, 3/146-147) Rasûlullah (sav) da düşman ile karşılaştığında savaş esnasında şöyle derdi: "Allah'ım, Senin yardımın ile hücum ediyor ve gidip geliyorum." Yine Peygamber (sav) düşman ile karşılaştığında şöyle derdi: "Allah'ım, bunların şerlerinden Sana sığınıyorum ve onların yakalarına Senin yapışmanı niyaz ediyorum!"
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Bakara suresi ayet 273
(Sadakalar) Kendilerini Allah yolunda adayan fakirler içindir ki, onlar, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler. İffetlerinden dolayı cahil olan (kişi,) onları zengin sanır. (Ama) Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler. Hayırdan her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.

Bu ayette Allah, müslümanlara, kendilerini tamamen İslâm hizmetine adamış, bu nedenle de hayatlarını kazanamayan kimselere yardım etmelerini emretmektedir. Hz. Peygamber (s.a.) döneminde Ashab-ı Suffa denilen sahabe grubu bu tür bir topluluktu. Onlar her an Hz. Peygamber'in (s.a.) hizmetindeydiler. Hz. Peygamber (s.a.) de onlara İslâm'ı öğretiyor ve İslâm'a hizmet için onları eğitiyordu. Ashabı Suffa öğrendiklerini başkalarına aktarıyor ve Hz. Peygamber'in (s.a.) emriyle çeşitli görevlere ve seferlere gidiyorlardı. Böyle kişilerin özellikle yardıma muhtaç oldukları açıktır; çünkü bunlar, tüm zamanlarını İslâm'a hizmetle geçirmektedirler ve maişetlerini kazanmaya ayıracakları vakitleri yoktur.
 

ARZ_7

New member
Katılım
7 Şub 2009
Mesajlar
685
Tepkime puanı
395
Puanları
0
142 - Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete girivereceğinizi mi sandınız?
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Âl-i İmran suresi ayet 17
Sabredenler, doğru olanlar, gönülden boyun eğenler, infak edenler ve 'seher vakitlerinde' bağışlanma dileyenlerdir.

Bu şu anlama gelir: "Onlar hak yolunda sabrederler, kayıplar ve zorluklardan yılmazlar, yenilgilerle onların cesaretleri kırılmaz ve onları hiçbir çıkar hak yoldan çeviremez. Hiçbir başarı şansı olmadığı durumlarda bile onlar Hakk'a bağlı kalırlar"
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Âl-i İmran suresi ayet 142
Yoksa Allah, içinizden, cihad edenleri belirtmeden ve sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi zannettiniz?

Yoksa Allanın, mümin kullarına, Mücahid olanları belirtmesinden ve sabredenlerinizi bildirmesinden önce cennet gibi yüce makamlara ereceğinizi mi zannediyorsunuz?
Bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyurulmaktadir: "Yoksa siz, başı boş bırakılacağınızı ve içinizden cihad edenleri ve Allahtan, Peygamberden ve mü m in türden başkasını sırdaş edinmeyenleri, Allanın bilmediğini mi sandınız? Şüphesiz ki Allah, bütün yaptıklarınızı bilir
"İnsanlar sadece iman ettik demekle bırakılıp imtihan edilmeyeceklerini mi sanıyorlar?"
 

ARZ_7

New member
Katılım
7 Şub 2009
Mesajlar
685
Tepkime puanı
395
Puanları
0
Yukarıdaki ayetlerde Cihad ile Sabır ın arasında ciddi bi bağın olduğu düşünülemez mi _?
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
ARZ_7,
Elbette, şöylede diyebiliriz Sabır cihadın vazgeçilmez şartlarından birisidir.
 

ARZ_7

New member
Katılım
7 Şub 2009
Mesajlar
685
Tepkime puanı
395
Puanları
0
Hem şart Hem de ruhün diyebiliriz. mesela kıbleye yönelmek namazın şartıdır ama rüknü değildir. Halbuki sabır Cihadın hem şartı hemde rüknüdür. Cihad bitene kadar Sabır olmalıdır.. Cihadı sadece savaş meydanlarında da anlamıyoruz. O halde her daim cihadda isek her an da sabırlı olmak zorundayız. Allah resülünün ifadesiyle 'Sabır ilk sarsıntı anındadır. Nefsimizden her an darbe gelmektedir. Bu darbeye karşı koyabilmek için Sabır elzemdir..
Öyleyse Sabır ve Cihad birbirinden koparılamaz bir ikilidir..
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
ARZ_7,
Evet, konu daha da geniş şekilde anlatılabilir, tabi burada ayrı bir kavrammış gibi bilinen sebat etmekte sabrın türlerinden biridir bunu da böylece hatılatmış olalım
Allah CC razı olsun
 

ARZ_7

New member
Katılım
7 Şub 2009
Mesajlar
685
Tepkime puanı
395
Puanları
0
evet, ne kadar genişletilirse o kadar birbirine yakın oldukları görülür herlade..
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Âl-i İmran suresi ayet 146
Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin) ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet) den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne de boyun eğdiler. Allah, sabır gösterenleri sever.

Yani, "Onlar, sayıca düşmanlarından az ve teçhizat yönünden zayıf olmalarına rağmen, bâtıla tapanlara boyun eğmemişlerdir."
Yüce Allah'ın: Beraberlerinde Rabbîlerden çok kimsenin savaştığı nice peygamberler vardır buyruğu ile ilgili olarak, ez-Zührî şöyle demektedir: Şeytan, Uhud günü: Muhammed öldürüldü, diye bağırdı. Bu sebepten müslü manlar dan bir topluluk bozguna uğradı. Ka'b b. Malik der ki:
Rasûlullalı (sav)ı ilk tanıyan kişi ben olmuştum. Gözlerinin miğferin altında parladığını görünce sesim çıkabildiği kadar: İşte Rasûlullah (sav)!" diye bağırdım. O da bana: Sus diye işaret etti. Bunun üzerine de aziz ve celil olan Allah:
Beraberlerinde Rabbîlerden çok kimsenin savaştığı nice peygamberler vardır. Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler, yılmadılar âyetini indirdi,

Âyeti kerimenin ifade ettiği mana, mü'minlerde kahramanlık duygularını harekete getirmek ve daha önce geçmiş bulunan peygamberlere tabi olan hayırlı kimselere uymalarını emretmektedir. Yani, nice peygamberle birlikte nice Ribiyyûn öldürülmüştür. Yahut da pek çok peygamber öldürülmüş bulunduğu halde onların ümmetlerinden kimse irtidat etmemiştir, diye iki farklı şekilde açıklanmıştır.
Birinci göruş
el-Hasen ile Said b. Cübeyr'in görüşü olup el-Hasen şöyle demiştir: Hiçbir savaşta herhangi bir peygamber öldürülmüş değildir, ibn Cü-beyr de der ki: Biz, çarpışma esnasında öldürülmüş bir peygamber işitmedik.
İkinci görüş ise,
Katade ve İkrime'den nakledilmiştir. Bu görüşe göre; Savaştı, anlamındaki kelime, Öldürüldü, anlamında okunup üzerinde vakıf yapmak caiz olur.
 

tahsin33

New member
Katılım
31 Ara 2008
Mesajlar
1,374
Tepkime puanı
681
Puanları
0
Âl-i İmran suresi ayet 200
Ey müminler, sabırlı olunuz, sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakınız, sürekli savaşa hazırlıklı olunuz ve Allah'tan korkunuz ki, kurtuluşa eresiniz.

Bu iman edenlere yönelik yüce bir çağrıdır. Kendilerine bu ağır yükü yükleyen, davet ve sorumluluk için eğiten, yerde onurlandırdığı gibi gökte de onurlandıran kaynağa bağlayan sıfatlarıyla yapılan bir çağrı... "Ey müminler..." Sabretmeleri, sabırda yarışmaları, hazırlıklı olmaları ve Allah'tan korkmaları için, onlara çağrı yapılmaktadır.

Surenin akışı, sabır ve takvayı bolca işlemektedir. Bazan ayrı ayrı bazan da birlikte zikretmektedir. Aynı şekilde surenin akışı, dayanmaya, cihat etmeye, hileleri bertaraf etmeye, yenilgi ve kargaşa çığırtkanlıklarına kulak vermemeye yönelik çağrılan da içermektedir. Bu yüzden sure, sabretmeye, sabırda yarışmaya, hazırlıklı olmaya ve Allah'tan korkmaya çağırmakla son bulmaktadır. Bu da surenin bütünlüğüne uygun bir sonuç olmaktadır.

Bu davada sabır, yol azığıdır. Çünkü yol uzun ve meşakkatlidir. Cezalar ve dikenlerle kuşatılmıştır. Kan, ceset, işkence, imtihanla doludur. Birçok şeye karşı sabretmek gereklidir. Nefsin şehvet ve arzularına, eğilim ve kibirlerine, zaaf ve eksikliklerine, acelecilik ve bıkkınlığına karşı sabır... İnsanların şehvetlerine, eksikliklerine, zaaf ve bilgisizliklerine, kötü düşüncelerine, bozuk tabiatlarına, bencilliklerine, kibirliliklerine, kaypaklıklarına ve sonuç için aceleci olmalarına karşı sabır... Batılın saldırganlığına, tabutların küstahlığına, kötülüğün kabarıklığına, şehvetin yaygınlığına, gurur ve tekebbürün azgınlığına karşı sabır... Öte yandan yardımcıların azlığına, destekçilerin zayıflığına, yolun uzunluğuna, zorluk ve sıkıntı anında şeytanın vesveselerine karşı sabır... Bütün bunlara karşı cihadın sürekliliğine ve nefislerde meydana getirdiği, acı, kin, öfke ve sıkıntı gibi çeşitli tepkilere... Kimi zaman hayırda güven zayıflığına, kimi zaman insan fıtratındaki ümit eksikliğine, kimi zaman da usanç, sıkıntı, karamsarlık ve ümitsizliğe karşı sabır... Bütün bunlardan sonra da, güç, zafer ve galibiyet anında nefsi zapt etmeye, kibirlenmeden, intikam almaya yeltenmeden, bir hak olan kısası haksızlığa dönüştürmeden, bolluğu tevazu ve şükürle karşılamaya, bollukta da darlıkta da Allah'a bağlı kalma, O'nun çizdiği kaderine teslim olma,, güven bağlılık ve huşû içinde her işi O'na havale etme hususunda sabır...

Bütün bunlara ve bu uzun yolun yolcusunun yol boyunca karşılaşacağı ve kelimelerin yetersiz kaldığı daha nicesine karşı sabır. Çünkü kelimeler bu zorlukların gerçek anlamlarım aktaramazlar. Yolun meşakkatlerini çeken, heyecan, tecrübe ve acılarını tadan kavrayabilir bunu ancak.

İman edenler bu hakiki anlamın birçok yönünü tatmışlardır. Bu çağrının tadını da en iyi onlar bilir. Yüce Allah'ın uygulamalarını ve istediği sabrın anlamını çok iyi bilirler.

"Musabere" -sabırda yarışma- "Sabır" kelimesinin kökünün "mufaele" -işdeş- kipidir. Bütün bu duygularını sabırda yarışması, müminlerin sabrını kırmaya çalışan düşmanların sabırda yarışması... Evet onların ve bunların sabırda yarışması, sürüp giden cihadda müminlerin sabrını tüketemez, aksine onları düşmanlarından daha sabırlı ve daha güçlü kılar. Kalplerißin gizliliklerindeki düşmanlarından -şeytan- ve insanların en kötüsü olan düşmanlarından olsun o, fark etmez. Sanki bu bir yarıştır. Düşmanlarıyla kendileri arasında... Sabra karşı sabır, savunmaya karşı savunma, çalışmaya karşı çalışma, ısrara karşı ısrara çağırıyor sanki. Yarışmanın gayesi de düşmanlarından daha dirençli, daha sabırlı olmalarıdır. Batıl ısrar ediyorsa, sabredip yoluna devam ediyorsa, hakk, daha ısrarlı ve yolunu sürdürmede daha sabırlı olmaya layıktır. "Murabata" -hazarlıklı olma cihad için mevzilere yerleşmek, düşmanın saldırısına açık noktalarda direnmek. Müslüman kitle, dava yükünü omuzlamaya ve onu insanlara sunmaya çağrıldığı andan itibaren, bir an bile gafil olmamış, uyuşukluk göstermemiş ve hiçbir zaman düşmanları onları korkutamamıştır. Kıyamete kadar cihada hazırlanmaktan vazgeçmediği sürece hiçbir zaman veya mekandaki düşmanları da asla onları korkutamaz.

Bu dava insanları, pratik bir hayat metoduyla yüzyüze getirmektedir. Mallarına, hayat ve yaşayışlarına hükmettiği gibi vicdanlarına da hükmeden bir metod... İyi, adil ve dosdoğru bir metod... Ancak kötülük; iyi, adil ve dosdoğru metoddan rahatsız olur. Batıl; iyiliği, adaleti ve doğruluğu sevmez. Tuğyan; adalete, eşitliğe ve şerefliliğe teslim olmaz. Bu yüzden kötülük, batıl ve azgınlığın taraftarları bu davaya karşı çıkmaya başlıyorlar... Sömürü ve çıkarlarından vazgeçmek istemeyen sömürgeci ve çıkarcılar, tuğyan ve büyüklük taslamaktan geçemeyen tağut ve müstekbirler ile başıboşluk ve şehvetlerden ayrılmak istemeyen ahmak beyinsizler bu hak davaya savaş açıyorlar. İşte bütün bunlara karşı cihad etmek kaçınılmazdır. Sabretmek ve sabırda yarışmak zorunludur. Hazırlıklı ve tetikte olmak gereklidir. Ta ki müslüman ümmet, her yerde ve her soyda süren düşmanlarından gafil olmasın...

İşte bu davanın tâbiatı, işte davanın yolu... Kuşkusuz bu dava haksızlık yapmak istemez. Ancak, yeryüzüne köklü metodunun ve sağlam düzeninin yerleşmesini ister. Her zaman bu metod ve düzenden hoşlanmayanları, yoluna güç ve hile ile dikilenleri, başına türlü dolaplar açmak için fırsat kollayanları, kendisine karşı elleriyle, kalpleriyle ve dilleriyle savaşanları bulacaktır kuşkusuz. Bütün yükümlülükleriyle birlikte savaşı kabullenmekten başka seçeneği yoktur. Sürekli hazırlık ve tetikte olması, bir an bile gafil olup uyumaması gereklidir.

Tàkva... Tàkva, bütün bunlara eşlik eder... Çünkü o, vicdanda uyarıcı bir bekçi fonksiyonunu icra ederek onu gafil olmaktan, zaaftan, haksızlık yapmaktan, şurada veya burada yoldan çıkmaktan korumaktadır.

Yolun meşakkatlerine katlanan ve çeşitli durum ve onlarda baş gösteren, sürekli çelişen, çoğalan ve kaynayan tepkileri tedavi etmek durumunda olanlardan başkası bu uyarıcı bekçiye olan ihtiyacı kavrayamaz.

Bu, birçok duygulu sahneyi içeren surenin son melodisidir. Sure bütün bunların ve genelde davanın gerektirdiği yükümlülüklerin toplamından meydana gelmektedir. Bu yüzden yüce Allah, bu uzun yarışın sonucunu ve bu yarıştaki başarıyı ona bağlamaktadır.
 
Üst Alt