Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Koyun meselesi

unzurna

New member
Katılım
12 Ocak 2007
Mesajlar
542
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
57
Her ayet bir yaşayan bir bilgidir. Dolayısıyla içeriğinde anlatılmak istenenler bizim için çok çok önemlidir. Düşünüp anlamamız için çok çok önemli. Allah'ın, sizin kılavuzunuz sözü bundardır.
Aşağıdaki ayetlerde bizlere ne anlatılmak istendiğini benim ile paylaşmak istermisiniz?


20.Biz Davud'un mülkünü güçlendirdik, ona hikmet ve hakla batılı ayıran söz (hüküm verme) yeteneği verdik.
21. Sana davacıların haberi geldi mi? Hani onlar duvarı aşarak mabede girmişlerdi.
22. Hani Dâvûd'un yanına girmişlerdi de Dâvûd onlardan korkmuştu. Onlar, "Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet" dediler.
23. İçlerinden biri şöyle dedi: "Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken "Onu da bana ver" dedi ve tartışmada beni bastırdı."
24. Davud dedi ki: "Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir. Esasen ortakların pek çoğu birbirine haksızlık eder. Ancak iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar da pek azdır." Dâvûd bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken Rabbinden bağışlama diledi, eğilerek secdeye kapandı ve Allah'a yöneldi.
25. Biz de bunu ona bağışladık. Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır.
26. Ona dedik ki: "Ey Dâvûd! Gerçekten biz seni yeryüzünde halife yaptık. İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Allah'ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azap vardır."
27. Biz göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu (yaratılanların boş yere yaratıldığı iddiası) inkar edenlerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı vay inkar edenlerin haline!
28. Yoksa biz iman edip salih ameller işleyenleri, yeryüzünde fesat çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yoksa Allah'a karşı gelmekten sakınanları yoldan çıkan arsızlar gibi mi tutacağız?
29. Bu Kur'an, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.
30. Dâvûd'a Süleyman'ı bağışladık. O ne güzel kuldu! Şüphesiz o, Allah'a çok yönelen bir kimse idi.
 

unzurna

New member
Katılım
12 Ocak 2007
Mesajlar
542
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
57
Arkadaşlar hiç bir fikriniz yokmu Allah aşkına. Gayret edin ve paylaşın.
 

muaz

New member
Katılım
9 Nis 2007
Mesajlar
58
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
hocam Allah razı olsun ben de görmüş oldum ama fikrim yok lakin keşke hangi surede olduğunu yazsaydın babama sorardım.99 koyuna 1 koyunu katmak için zulmetmesi.günümüzde de öyle değilmi milyarlarca dolarlık ekonomisi olan ülkeler gariban insanların ekmeklerine göz dikiyorlar.kiminin obezite için yıkda harcadığı para koca afrika kıtasını doyurabilir deniliyor...aç gözlülük değil mi?
 

müttaki

New member
Katılım
9 Ocak 2007
Mesajlar
203
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
58
Allah ın bize bu ayetle öğütlediği ne olabilir?
düşündüm ve aklıma yalnızca 2 kişi arasında hüküm verirken her 2 tarafı dinlememiz gerekir, kişisel bir meselede dahi olsa her 2 tarafı dinlemeliyiz. halbuki Davud as böyle yapmamış tek taraflı hüküm vermiştir. bu sadece öğüt için anlatılmış bir kıssadır.
biz Kuranı düşünüp öğüt alsınlar diye indirdik diyen Allah başka bir ayetinde
ali imran 138 elmalılı Bu (Kur'ân) insanlar için bir açıklama, Allah'dan gereğince korkanlar için doğru yolu gösterme ve bir öğüttür.
 

kubus

New member
Katılım
29 Mar 2007
Mesajlar
58
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
arkadaşım benim bu kıssadan anladığım insanın her zaman bir imtihanın içinde olduğunu hatırlaması gerektiği ve sürekli şükredenlerden olmasının allah(c.c) mutlu edeceğidir inşallah bizde davut (a.s) gibi çokça şükredenlerden oluruz.
 

unzurna

New member
Katılım
12 Ocak 2007
Mesajlar
542
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
57
Allah hepinizden razı olsun. Yazdıklarınız çok doğru. Benim düşüncemde paylaşmanın önemi vurgulanmak istemesi diye düşündüm. Tabii geliştirmek şart. Başka fikri olan var mı? Paylaşalım. Akıl akıldan üstündür. Muaz kardeşim haklısın yanlışlık yapmışım süre ismini yazmamakla. Sâd süresidir.
 

yýldýz

New member
Katılım
22 Ağu 2006
Mesajlar
1,359
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Selamün Aleyküm.

Bismillâhirrahmânirrahîm.
Birden fazla hikmeti var. Doğru söylüyorsunuz. Benim anladığım kadarıyla,
- Peygamberlerin ALLAH(c.c.) korkusu,

Bize örnek bir davranış denilebilir. Karar vermeden önce düşünmek şart diye düşünüyorum.
 

unzurna

New member
Katılım
12 Ocak 2007
Mesajlar
542
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
57
Çapanoğlu sen diyorsun bu meseleye merak ettim. Değişik bir yaklaşımın varmı?
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Çapanoğlu sen diyorsun bu meseleye merak ettim. Değişik bir yaklaşımın varmı?

Bugün inan okuduğumu anlayacak durumda değilim,
Dikkat edersen, yazdığım yorumlar bile bunun belirtisi gibi..
Eğer müsaden olursa ben yorumumu yarın yapayım inş..
Kızmazsın değilmi unzurna kardeş..
Hayırlı geceler tüm dostlara..
 

unzurna

New member
Katılım
12 Ocak 2007
Mesajlar
542
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
57
Niye kızayım kardeşim. Olur tabii. Hayırlı geceler dilerim hepinize.
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Çapanoğlu sen diyorsun bu meseleye merak ettim. Değişik bir yaklaşımın varmı?

21- Ve sana şu hasımların (davacıların) haberi geldi mi? Hani onlar mihraba çıkıp varmışlardı.

22, 23- Davud’un yanına girdiklerinde o, onlardan korkuvermişti. (Ona) “Korkma! (Biz) İki hasımız (davacıyız). Bazımız, bazımıza haksızlık etti. Şimdi sen aramızda hak ile hüküm ver, haksızlık etme ve bizi doğru yolun ortasına yönelt” dediler. (Birisi de) Dedi ki: “İşte bu benim kardeşim. Onun doksan dokuz koyunu var, benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken, ‘onu da bana ver’ dedi ve konuşmada bana üstün geldi (tartışmada beni yendi).”

24- (Davud) Dedi ki: “Doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına katmak istemesiyle o sana zulmetmiştir. Gerçekten de katanların (ortakların, bir cemiyette yaşayanların) çoğu mutlaka birbirlerine haksızlık ediyorlar. Ancak iman edenler ve salihatı işleyenler haksızlık etmezler. Ama onlar da ne kadar azdır!” Ve Davud, Bizim kendisini arı duru (has) hâle getirdiğimize kesin kanat getirdi ve anladı. Hemen Rabbinden (zulmeden kişi için) bağışlanma diledi, rükû ederek yere kapandı ve döndü.

25- Biz de onun için bunu bağışladık / Biz de onu bağışladık. İşte böyle! Şüphesiz yanımızda onun için bir yakınlık ve güzel bir dönüş yeri vardır.

26- Ey Davud! Gerçekten Biz seni yeryüzünde bir halife kıldık (yaptık). O hâlde insanlar arasında hakk ile hüküm ver (hakk aracılığıyla zulüm ve kargaşayı engelleyip adaleti sağla). Hevaya (keyfe, arzuya) uyma. O takdirde seni Allah’ın yolundan saptırır. Muhakkak Allah yolundan sapanlar; hesap gününü umursamadıklarından kendileri için çok şiddetli bir azap vardır.

27- Ve Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve aralarında olanları boşuna yaratmadık. Bu, şu küfretmiş olan kişilerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı vay şu küfretmiş olan kişilerin hâline!

28- Yoksa, iman eden ve de salihatı işleyenleri Biz, o yeryüzündeki bozguncular gibi mi kılarız? Yoksa o takva sahiplerini azgın günahkârlar gibi mi kılarız?

29- (Bu), Temiz akıl sahipleri onun ayetlerini düşünsünler ve öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz bereketli bir kitaptır.

30- Davud’a Süleyman’ı da bahşettik. (O) ne güzel kuldu! Şüphesiz o çokça dönendi.

31- Hani kendisine akşam üstü iyi cins ve rahvan atlar sunulmuştu;



21. Ayet:

Ve sana şu hasımların (davacıların) haberi geldi mi? Hani onlar mihraba çıkıp varmışlardı.

Ayetin “Ve sana şu hasımların (davacıların) haberi geldi mi?” denilmek suretiyle soru cümlesiyle başlaması ve “haber” kavramının, önemli haberler için kullanılan “nebe” sözcüğüyle ifade edilmesi, verilecek bilginin, anlatılacak kıssanın önemine dikkat çekmek içindir.

Gelenlerin “melek” veya “insan” olduğu

Ayette geçen “iki hasım” ile ilgili olarak; aslında bunların iki melek oldukları ve Davud peygamberin yaptığı rezilliği (!) yüzüne vurmak ve onu uyarmak için böyle bir mizansen hazırladıkları gibi, çok değişik zorlama açıklamalar yapılmıştır. Elhamdülillah “melek” kavramı hakkında sahip olduğumuz Kur’an’î bilgi bu tarz yaklaşımları tartışmaya bile değmez görmemizi sağladığından burada ayrıntılara girmeyi gereksiz görüyoruz.

Tesevveru

“Sur”; “yüksek duvar”, “tesevvür” de; “yüksek yere çıkmak” demektir. Ayette, çıkılan yer olarak bildirilen “mihrab” ise; “köşk, balkon, özel çalışma yeri (karargâh)” anlamlarına gelmektedir.

Hasımlar (Davud’un yanına giren davalaşanlar), çoğuldur (iki kişi değil)


Ayette geçen “iz tesevveru”, “iz dehalu”, “minhum” ve “kalu” sözcüklerinin hepsi çoğul olarak ifade edilmiştir. Bundan da anlaşılıyor ki, Davud’un makamına çıkanlar iki kişi değil, daha kalabalıktırlar. Ama, halkın sıkıntılarını dile getirerek beklentilerini Davud’a aktaran ise bir kişidir.

İlerideki ayetlerden anlaşıldığına göre halkın talebi, ölen Talut’un yerine Davud’un yönetici olmasıdır. Bu amaçla Davud’un makamına çıkan halk, kamusal işleri halletmesi için ona vekâlet ve yetki verip biat etmiştir. Böylece de Davud, Talut’un halifesi olmuştur.

22, 23. Ayetler:

Davud’un yanına girdiklerinde o, onlardan korkuvermişti. (Ona) “Korkma! (Biz) İki hasımız (davacıyız). Bazımız, bazımıza haksızlık etti. Şimdi sen aramızda hak ile hüküm ver, haksızlık etme ve bizi doğru yolun ortasına yönelt.” dediler. (Birisi de) Dedi ki: “İşte bu benim kardeşim. Onun doksan dokuz koyunu var, benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken, ‘onu da bana ver’ dedi ve konuşmada bana üstün geldi (tartışmada beni yendi).”

Ayette Davud’un korktuğu söylenmektedir ki bu doğaldır. Çünkü, halktan bir kısım topluluğun dağlarda gerillâ olarak yaşayan bir kumandanın makamına girerek onun etrafında sur oluşturmaları normal karşılanacak bir olay değildir. Nitekim Davud’un makamına girenler de bu durumun farkında oldukları için konuşmalarına, Davud’a korkmamasını söyleyerek başlamışlar ve sonra sorunlarının çözümü isteği ile geldiklerini, haksızlık yapmaması, güçlüden yana olmaması, doğruya karar vermesi yönünde kendisinden beklenti içinde olduklarını, yani iyi bir yönetici olmasını istediklerini söylemişlerdir.

Ayette geçen “na’ce” sözcüğü, “dişi koyun”a ve “dişi sülün”e denildiği gibi, kadına da istiare edilir. Leys, “na’ce” sözcüğünün, koyunun, keçinin ve vahşî sığırın dişilerinin çoğulu için kullanıldığını ve Arap örfünde ise, “dişi hayvan” ve “ceylân” kelimelerinin kadından kinaye olarak konuşulup algılandığını söylemiştir. “Na’ce” sözcüğünün zihinlere kadın olarak yerleşmiş olması İsrailiyata da uygun düşmektedir ama ayetteki “na’ce” sözcüğü ile o günkü tarım toplumunun en gözde ticaret emtiası olan “koyun”un kastedilmiş olması daha mantıklıdır.


İşte bu benim kardeşim

Ayetteki “kardeşim” sözcüğü ile ilgili olarak Keşşaf sahibi şunları söylemiştir:


Bu ayetteki “kardeşim, biraderim” kelimesi, ya “hazâ” kelimesinden bedeldir, ya da “inne” edatının haberidir ki bununla, ya “din kardeşliği, veya dostluk, samimiyetten kaynaklanan kardeşlik, veyahut da “Ortak iş yapanların çoğu mutlaka birbirine haksızlık eder” ayetinin ipucu olmasıyla, “ortaklık ve iştirak kardeşliğidir”. Ki, bu kardeşliklerden herbiri, zulümden ve haksızlıklardan kaçınmayı gerektirir. (Keşşaf, c: 3, s: 368, 369)


Dikkat edilecek olursa, Davud’un karşısında konuşma yapan şahıs, davacı olduğu kimse için “Benim koyunumu zorla aldı” dememiştir. Buradaki “Kardeşimin 99 koyunu var, benimse bir tek koyunum” ifadesi; “Kardeşim büyük güce sahip bir zengin, bense fakir bir kimseyim. Bu yüzden de, onun isteklerine karşı çıkma cesaretini kendimde bulamıyorum. Bu konuda sen yardımcı ol, güçsüzlerin yardımcısı sen ol!” anlamına gelmekte ve böylece de o toplumda yaşanan haksızlıklar dile getirilmiş olmaktadır.


Dayanamadım ve bir nebze değinelim dedim, ama bu kadar, devamı yarın inş.
 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
Sad suresi 17. ayet-i kerimede"Ey Muhammed! Onların söylediklerine sabret Kulumuzu,O kuvvet sahibi Davudu hatırla.Çünki o daima Allah'a yönelirdi."

"Sabret..." emri peygamberlerin(a.s) hayatında yürünen yola işarettir.Bu sabır ve sebat yolu bütün peygamberlere aynıdır.Hepsi bu yolda yürümüş,bu yolun çilesini çekmiş,imtihanını vermiş,çekilen sıkıntıları sabırla karşılamış ve sabır bütün peygamberlerin ana sermayesi,ayrılmaz bir sıfatı olmuştuır.Her biri enbiya merdivenindeki derecesine göre.....
Peygamberlerin hayatları baştan başa bela musıbet ve mihnetlerle dolu idi.Hatta sevinç verici şeyler bile bir nevi imtihandı.Sıkıntılara sabırdan sonra,nimetlere karşı sabrın bir mihengi idi.Hasılı her iki halde sabrı gerektiriyordu.
İşte yücelme ve yükselmenin yolu budur......
".....Söylediklerine sabret."
Hani kafirler:"Bu pek yalancı bir sihirbazdır..." demişlerdi.Ve:"Tanrıları tek bir tanrımı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir şeydir" demişlerdi Ve"Kur'an aramızdan Muhammede mi indirilmeliydi?" Gibi sözler sarf etmişlerdi.Bütün bunlara mukabil Hz Allah(c.c) peygamberine sabrı tavsiye ediyor

"Ey Muhammed! Onların söylediklerine sabret;Kulumuzu, o kuvvet sahibi Davud'u hatırla.Çünki o,daima Allah'a yönelirdi"

Burada Hz Davud,Kuvvetli diye,Allah'a yönelir diye vasıflanıyor.Daha önce Nuh kavmi,Ad,saltanat sahibi Firavun,Semud,lut kavmi ve Eykelilerin zikri geçmişti.Bunlar azgın ve zalim kimselerdir.Şevket ve kuvvetlerini tuğyan,zulüm ve inkarda kullanmışlardı.Hz Davud ise kuvvet sahibi idi,bununla beraber Allah'a yönelir.Rabbine tevbe,ibadet,itaat ve zikirle daima meşgul olurdu.Zira asıl kuvvet,kudret ve mülk sahibi O idi.

Hatırlarsanız Hz davudun kıssası Bakara suresinde başlamıştı.Hz Davud İsrail ogullarından Talut'un ordusuna katılarak savaşta bulunmuştu.İsrail oğulları kendi peygamberlerine ;bize bir kumandan gönderde Allah yolunda savaşalım demişler,Allahuteala da kendilerine Talutu kumandan tayin etmişti.Azgın düşmanları calut ve ordusu ile karşılaşmışlar ve bu çarpışmada Hz Davud Calutu öldürmüştü.O sırada Davut a.s henüz gençti.İşte o savaştan sonra Hz davudun yıldızı parlamış,nihayet yönetimi ele almış,şevket ve saltanat sahibi olmuştu.Fakat bütün bunlara rağmen Rabbine yönelir ibadet,itaat ve zikirle meşgul olurdu.
Allah teala Hz Davud'a peygamberlik ve hükümdarlığının yanında,zikreden bir kalb ve gayet tatlı bir ses vermiştiO yakıcı tatlı sesi ile daima Rabbini zikreder,kuşlar bile baş ucunda toplanıp,onunla birlikte Rablerini tesbih ve tenzih ederlerdi.

"Doğrusu biz,akşam sabah onunla beraber tesbih eden dağları,kuşlarıda toplu halde onun emri altına vermiştik.Her biri ona yönelmekteydi.

Bu haber karşısında insan dehşete kapılabilir.Bütün dağlar akşam sabah Hz Davud tenhaya çekilip Rabbini zikrederken ona katılıp beraberce tesbih ediyorlar.Kuşlar onu dinlemek ve okuyuşuna iştirak etmek için Onun nağmeleri etrafında toplanıyorlar.

Hz DAVUD'UN İMTİHANI

Bütün bu meziyetlerine rağmen Hz Davud bazı fitne ve mihnetlere maruz kalmıştır.Yüce Allah Onun yüzüne bakarak esirgemiş,kudret eli hep onunla olmuş,Hz Davudun beşeri zaaf ve muhtemel hatasını kendine bildirmiş,ebediyete uzanan yoldaki tehlikeleri ve bunlardan korunma yollarını öğretmiştir.
21-24 bu ayetlerde Allah teala efendimize yine Hz Davud ile ilgili bir konuda bahis açmış ve uğradığı imtihanı anlatmıştır.
Hz Davud a.s un uğradığı fitne:
Peygamber ve hükümdar olan Hz davud vaktinin bir bölümünüdevlet işlerine ve insanlar arasında hüküm vermeye ayırır,bir kısmınıda mihrabda ibedet,zikir ve tesbihe ayırırdı.Mihraba girdiği zaman insanlardan kimse yanına girmezdi.
Bir gün ibadete mahsus odasında iken,mabedin duvarına tırmanıp yanına giren iki şahısla aniden karşılaşır.Telaşa kapılır,çünki kapısı kapalı olan mabede ne mü'min nede emin bir kişi bu şekilde tırmanamaz.Hemen Hz Davudu teskine başlayıp: " KORKMA,BİRBİRİNİN HAKKINA TECAVÜZ ETMİŞ İKİ DAVACIYIZ...."
"HUZURUNUZDA MUHAKEME OLMAYA GELDİK.ARAMIZDA ADALETLE HÜKMET,ONDAN AYRILMA VE BİZİ DOĞRU YOLA ÇIKAR."derler Davacılardan birisi şöylece davasını arz eder:"BU KARDEŞİMİN 99 DİŞİ KOYUNU VAR BENİM İSE BİR TEK,DİŞİ KOYUNUM VAR.BÖYLE İKEN ONUDA BANA VER DEDİ VE TARTIŞMADA BENİ YENDİ"

Bu dava,hasımlardan birinin arz ettiği gibi koyu ve tevil götürmez zulüm yüklenmiştir.Bunun içindirki bunu duyar duymaz Davud A.S galeyana gelmiş,öteki hasma bir şey söylememiş,onun ifadesini talep etmemiş,delilini dinlememiş ve hemen hükme geçmiştir.

"Davud: And olsun ki, senin dişi koyununu kendi dişi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur.Doğrusu ortakçıların çoğu birbirinin haklarına tecavüz ederler.İman edip güzel güzel amellerde bulunanlar müstesna.Bunlarda ne kadar azdır ".Demişti

Öyle anlaşılıyorki muhakemenin bu safhasında o iki kişi gözden kayboluyor.Bunlar Hz Davudu denemek için gönderilen iki melekti.....
İnsanların yönetimine,aralarında hak ve adaletle hükmetmek ve bu hükmü vermeden evvel hak ve hakikatı araştırmak üzere Allah tarafından vazifelendirilmiş olan hükümdar peygamberin imtihanı....

İmtihan için gelenler Hz Davudu galeyana getirecek şekilde,mahsus açık ve tahrik edici bir şekilde arz etmeyi tercih etmişler.Buradan çıkarılacak en büyük ders hüküm sahibinin ,galeyana gelmemesi ve feveran etmemesi gereğidir.
Diğer kişiye söz hakkı vermeden,şikayetçinin bir sözü ile,karar vermemeli diger kişinin delillerini ortaya koymasına fırsat vermelidir.

İşte burada Hz Davud bunun bir imtihan olduğunun farkına vardı
"Davud kendisini denediğimizi sanmıştı da"
Burada Davud (A.S) un imdadına tabiatı yetişir....Şüphesiz o daima her hususta hakka yönelirdi "....Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapanmış,tevbe etmiş,Allah'a yönelmişti"

25-"Böylece onu bağışlamıştık.Katımızda onun yüksek bir makamı ve güzel bir geleceği vardır.

Davud (A.S)un bu denenişinde bazıları uzun uzadıya İSRAİLİYATA dalmışlardır.Mukaddes nübüvvet müessesesini o tür söylentilerden tenzih ederiz.Bu rivayetler peygamberliğin hakikatına taban taban zıttır.Bu uydurmacaları hafifletmek için tevil yoluna gidenler dahi,İSRAİLİYATÇILARLA bir süre yürümekten kendilerini alamamışlardır.Bu rivayetler temelden çürük hatta bakmaya konu etmeye bile değmez.
Üstelik yüce Allah'ın Hz Davud hakkındaki "Katımızda Onun yüksek bir makamı ve güzel bir geleceği vardır". mealindeki methiyesi ile hiç bağdaşmaz.

Zaten kıssayı takip eden ayetlerdede Hz Davudun başına gelen imtihanların mahiyetini belirtmekte,Allah tealanın insanlar arasında hüküm ve karar vermeye memur ettiği kulunu bu nevi bir imtihana tabi tutmasındaki hikmetini bildirmektedir.

Sevgili unzurna kardeşim umarım faydalı olmuştur.Hizmet bizden taktir Allah tan.
 

mhmt

New member
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
2,965
Tepkime puanı
715
Puanları
0
samimi olarak bi sorum var???
çapanoğlu ve mücahit
yazdıklarınız kopyala yapıştır mı değil mi?? aslında öyle olsa ne olur?? bişi değil de?? şöle sorayım...siz okuyup tefsirden ne anladığınızı mı yazdınız yoksa olduğu gibi seçip kopyaladınız ve buraya yapıştırdınız mı?

unzurna bu konuya yarın inş. yazarız kardeşim..konu içinde Allah razı olsun..
selametle..
 

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr
samimi olarak bi sorum var???
çapanoğlu ve mücahit
yazdıklarınız kopyala yapıştır mı değil mi?? aslında öyle olsa ne olur?? bişi değil de?? şöle sorayım...siz okuyup tefsirden ne anladığınızı mı yazdınız yoksa olduğu gibi seçip kopyaladınız ve buraya yapıştırdınız mı?

unzurna bu konuya yarın inş. yazarız kardeşim..konu içinde Allah razı olsun..
selametle..

Sevgili mehmet neden bu soru anlamadım ama kes yapıştır değil benimki başkasını bilemem.İfadelere bakarsan anlayabilirsin.Okuyup anlayabildiklerimiz kardeşim.Selametle
 

unzurna

New member
Katılım
12 Ocak 2007
Mesajlar
542
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
57
Allah razı olsun. Çok iyi bakışla cevaplar yazmışsınız. Benim bu denemeye bakışım genişledi. H.z Davut denemesi bana her zaman iki tarafıda tarafsız dinlemem gerektiğini, zandan olabildiğince uzak durmaya çalışmam gerektiğini öğretti. İnşallah bunu başarırız. Tabii onlar yüksek boyutta denendiler. Oysa bizler daha hafif boyutlarda deneniyoruz. Ama sanırım çoğu zaman başarılı olamıyoruz. Daha dikkatli bakarsak ve düşünürsek başarılı olacağımızı sanıyorum.
Mhmt kardeşim beklerim.
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Allah razı olsun. Çok iyi bakışla cevaplar yazmışsınız. Benim bu denemeye bakışım genişledi. H.z Davut denemesi bana her zaman iki tarafıda tarafsız dinlemem gerektiğini, zandan olabildiğince uzak durmaya çalışmam gerektiğini öğretti. İnşallah bunu başarırız. Tabii onlar yüksek boyutta denendiler. Oysa bizler daha hafif boyutlarda deneniyoruz. Ama sanırım çoğu zaman başarılı olamıyoruz. Daha dikkatli bakarsak ve düşünürsek başarılı olacağımızı sanıyorum.
Mhmt kardeşim beklerim.


24. Ayet:

(Davud) Dedi ki: “Doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına katmak istemesiyle o sana zulmetmiştir. Gerçekten de katanların (ortakların, bir cemiyette yaşayanların) çoğu mutlaka birbirlerine haksızlık ediyorlar. Ancak iman edenler ve salihatı işleyenler haksızlık etmezler. Ama onlar da ne kadar azdır!” Ve Davud, Bizim kendisini arı duru (has) hâle getirdiğimize kesin kanaat getirdi, anladı. Hemen Rabbinden (zulmeden kişi için) bağışlama diledi, rükû ederek yere kapandı ve döndü.

Davud’un kararı

Bu ayette görüyoruz ki, kendisine yapılan talep üzerine Davud kararını “Doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına katmak istemesiyle o sana zulmetmiştir.” demek suretiyle bildirmiş ve güçlüden yana olmadığını, hak yoldan sapmadığını göstermiştir. Hemen arkasından da toplumdaki genel hastalığı dile getirerek, çözümün “iman”da ve “salihatı işlemek”te olduğunu açıklamıştır.

Hulata

Bu sözcüğün yalnızca “ortaklar” diye manalandırılması hâlinde, sözcüğe eksik bir açıklama getirilmiş olmaktadır. Ayetteki “kardeş” tabirinden de anlaşıldığına göre “hulata” sözcüğü; “karışık hâlde bulunan, yani bir toplumda iç içe yaşayan insanlar, kardeşler, dostlar, arkadaşlar, yoldaşlar” demektir. Bu anlama göre ayetin takdiri; “Toplumda iç içe yaşayanlardan birçoğu mutlaka birbirlerine haksızlık ediyorlar. Hassasiyetle ortaklık ilişkisini sürdürmek çok zordur. Ancak iman edip, salihatı işleyenler başkadır, onlar haksızlık etmezler. Onlar da pek azdır.” şeklinde yapılabilir.

Ayette, iman edip salihatı işleyenlerin genel hükümden (durumdan), istisna edilmelerinden anlıyoruz ki, “iman edip salihatı işleyenlerin” ortaklığında münakaşa, çekişme ve hasımlaşma olmayacaktır.

İyilerin azlığı

Davud peygamberin, haksızlık etmeyenlerin, iman edip salihatı işleyenler olduğunu bildiren sözlerinden sonra “Ama onlar da ne kadar azdır.” demesi; insanların ekserisinin inanmadığı anlamına gelmektedir. Nitekim Kur’an’da, insanların çoğunun inanmayacaklarından, yalancılıklarından, fasıklıklarından, şükretmeyeceklerinden, akletmeyeceklerinden ve bilgilerini doğru alanlarda kullanmayacaklarından bahseden, yetmiş civarında ayet vardır. Hatta, insanların çokça dikkatleri çekilmek suretiyle uyarıldığı bu önemli noktaya, insanın içindeki İblis ile aklının, bilgisinin çatışmasını dramatize eden Âdem-İblis kıssalarında da yer verilmiştir:

Â’râf; 17: “… Sonra yine ant olsun ki onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenler bulmayacaksın.” dedi.


Sebe; 13: Onlar, ona mihrablar, timsaller (heykeller) ve havuzlar gibi çanaklar ve sabit kazanlardan her ne isterse yaparlar. -Ey Davud hanedanı, şükür için çalışın!- Ama kullarım içinde şükreden de çok azdır.

Hud; 17: O dünyayı isteyenler, hiç Rabbinden açık bir belge üzere olan ve kendisini Allah’tan bir şahidin takip ettiği ve de kendinden önce bir önder ve rahmet olarak Musa’nın kitabı bulunan kimse gibi midir? İşte onlar (böyle olanlar), ona (Kur’an’a) inanırlar. Hangi hizipten olursa olsun kim onu inkâr ederse, ona vaat edilen yer ateştir. İşte bütün bunlardan dolayı sen de bundan (Kur’an’dan) şüphe içinde olma. Kesinlikle o Rabbinden bir haktır / gerçektir. Fakat insanların çoğu iman etmiyorlar.



Mümin; 59: O saat (kıyamet) mutlaka gelecektir. Onda hiç şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu inanmıyorlar.


Rad; 1: Elif, Lâm, Mim, Ra. İşte bunlar Kitab’ın ayetleridir ve sana Rabbinden indirilen şey haktır / gerçektir. Lâkin insanların çoğu iman etmiyorlar.


Yusuf 103: Sen şiddetle arzulasan da, insanların çoğu iman edecek değildir.

İşte bu, insanların çoğunluğunun iman etmeyeceği gerçeği sebebiyle, hem peygamberimiz hem de insanlık aşağıdaki mesajla uyarılmıştır:


En’âm; 116: Ve eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Çünkü onlar sadece “zann”a uyuyorlar ve sadece saçmalıyorlar.

İnsanlar arasındaki kötülerin sayıca fazla olmasının sebebi bize göre, insanı basit dünya hayatına davet eden faktörlerin çok olmasıdır. İnsan, yapısal özellikleri gereği bu dünya ile uyum içindedir. Çünkü dünya nimetleri ile insanın beğenileri birbirlerine göre yaratılmıştır. Dolayısıyla bu dünyadaki bütün “şey”ler ve insanın yaradılışından gelen bütün beğeniler, zevkler; insanı bu dünyaya bağlayan birer faktördür. Oysa bu dünyada insanı, Allah’ın gösterdiği yola davet eden tek şey vardır, o da “akıl”dır. Başka bir ifade ile, insanları bu dünya hayatına çeken ve maddî zevklerin esiri olmasına sebep olabilecek “pek çok” sebep varken, insanları bu esaretten kurtaracak ve sadece Allah’ın kölesi yapacak “bir tek” şey vardır. İşte, insanların çoğunun basit dünya zevklerinin kölesi olmalarının ve pek azının da iman edip salihatı işleyenlerden olmalarının sebebi budur.


…. Ve Davud, Bizim kendisini arı duru (has) hâle getirdiğimize kesin kanaat getirdi. Hemen Rabbinden (zulmeden kişi için) bağışlama diledi, rükû ederek yere kapandı ve döndü.


24. ayetin bu bölümü, “zann”, “fitnelendirme” ve “istiğfar” sözcükleri üzerinde yeterli tahlil yapılmaması sebebiyle yanlış anlaşılmıştır. Bizim; “Bizim kendisini arı duru (has) hâle getirdiğimize kesin kanaat getirdi.” şeklinde çevirdiğimiz cümle, Yahudi efsaneleri etkisi altında maalesef ;

“Girdikleri zaman veya bu bağiy (tecavüz) sözünü söylerken sanmıştı ki, biz kendisini sırf bir fitneye düşürdük.”

Ya da;


“Sezmişti ki, kendisine sadece bir imtihan yaptık. Hemen Rabbinden bağışlanma diledi. Mağfiretini niyaz etti. Ve rükû ederek secdeye kapandı, ve tevbe ile Allah`a sığındı.”

şeklinde çevrilmiş ve Davud peygamberin nasıl sınandığı üzerine destanlar düzülmüştür. (Bunların yukarıda sunduğumuz birkaç tanesi, bu düzmecelerin hafifletilmiş hâlleridir.) Yeri gelmişken, peygamberlik gerçeği ile asla bağdaşmayan bu düzmecelerden, Davud peygamberi, tüm peygamberleri, hatta tüm insanları tenzih ediyor ve ayetin bu bölümünün doğru anlaşılabilmesi için yukarıda saydığımız sözcüklerin tahliline geçiyoruz:
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Allah razı olsun. Çok iyi bakışla cevaplar yazmışsınız. Benim bu denemeye bakışım genişledi. H.z Davut denemesi bana her zaman iki tarafıda tarafsız dinlemem gerektiğini, zandan olabildiğince uzak durmaya çalışmam gerektiğini öğretti. İnşallah bunu başarırız. Tabii onlar yüksek boyutta denendiler. Oysa bizler daha hafif boyutlarda deneniyoruz. Ama sanırım çoğu zaman başarılı olamıyoruz. Daha dikkatli bakarsak ve düşünürsek başarılı olacağımızı sanıyorum.
Mhmt kardeşim beklerim.


Fitne, fitnelendirmek



“Fitne”; “ateşe atmak; belli aşamalardan, sıkıntılardan geçirmek suretiyle eğitmek, olgunlaştırmak, arı duru hâle getirmek” demektir. Bu sözcüğün ayrıntılı açıklaması, surenin sonunda bulunmaktadır.

Zann


“Zann” sözcüğü, hem “yakin (kesin bilgi)” hem de “kuşku, sanı” anlamlarında kullanılabilen bir sözcüktür. Sözcüğün Kur’an’da da her iki anlamda kullanıldığına dair örnekler, surenin sonunda bulunan “Zann” yazımızda mevcuttur.

Sözcük bu ayette; “yakin (kesin bilgi)” anlamında kullanılmıştır. Çünkü Davud peygamber bu olayla kendisinin, olgunlaşmış, eğitimini tamamlamış, hizmete hazır bir hâle getirilmiş olduğunu kesinlikle anlamıştır.

Rükû


“rükû”, zihinlerimize kazınan “namazdaki rükû” anlamından daha başka anlamlara da gelmektedir:



1) “Rükû”; “hudu (eğilmek, bükülmek, küçülmek, tam teslim olup itaat etmek, sözü yumuşatmak; kibar tatlı söylemek)” demektir.



2) “Rükû”; “inhina (iki büklüm olmak)” demektir. Yaşlılıktan beli bükülmüş ihtiyarlara “rakea ş şeyhu (ihtiyar iki büklüm oldu)” denir.



3) “Rükû”; “zengin kimsenin sonradan fakirleşmesi” demektir. (Beli kırılmak deyimine eş bir anlam)



4) “Rükû”, “putlara tapmayıp Allah’a boyun eğmek (haniflik etmek)” demektir. Cahiliye Arapları aralarında puta tapmayıp yalnızca Allah’a tapanlara “Raki (rükû eden)”, “Rakea ilellah (Allah’a rükû etti)” derlerdi. (Lisan ül Arab, c: 4, s: 232, 233. Rekaa mad.)


Bize göre ayetteki “rakian” ifadesi, Davud peygamberin, Rabbinin hükümlerini can-ı gönülden uygulayacağını, hep hanif olarak Allah’a teslim olacağını anlatmaktadır.


İstiğfar

Ayette istiğfarın kimin için yapıldığı, yani kimin bağışlanması, korunması istendiği bildirilmemiştir. O kişiye bundan bir sonraki ayette işaret edilecektir. Ama İsrailiyat etkisi altındaki yazarlar, kendisine yamanan onca günah sebebiyle Davud peygamberin kendi nefsi için bağışlanma talebinde bulunduğunu ileri sürmüşlerdir:


1) Onlar; Dâvûd (a.s)`u öldürmek maksadıyla, işte bu yolla, onun yanına girip, Dâvûd (a.s) da onların maksatlarını anlayınca, öfkesi, Dâvûd (a.s)`u, onlardan intikam alma düşüncesiyle meşgul etmeye sevketti. Ancak ne var ki, Allah`ın rızasını elde etmek maksadıyla onları affetmeye ve bağışlamaya yöneldi ve, "Bu hâdise, işte o fitnedir. Çünkü bu, bir deneme ve bir mübtelâ kılma gibidir" dedi, daha sonra da, Rabbinden, onlardan intikam almayı aklından geçirdiği için, bağışlanmasını istedi, bu düşüncesinden vazgeçti, Allah`a döndü ve Cenâb-ı Hak da, ondan kaynaklanan bu kadarcık azim ve niyyeti bağışladı.



2) Dâvûd (a.s) her ne kadar onların kendisini öldürmek için yanına girdiklerine zann-ı galipte bulunmuş ise de, ancak ne var ki o, bu zann-ı galibinden dolayı pişman olmuş ve "Durumun böyle olduğuna bir delâlet ve emare olmadığına göre, onlar hakkında böylesi kötü bir zanda bulunduğu için, onlar hakkında ne kötü davrandım!" demiştir ki, işte bu "Dâvûd sandı ki, biz kendisine mutlaka bir azab hazırladık.. Bunun üzerine o, Rabbinden bağışlanmasını diledi, rükû ile yere kapanıp, bu zannından döndü" ayetinden kastedilendir. Böylece de Allah bunu, Dâvûd (a.s)`dan bağışladı.



3) Onların Dâvûd (a.s)`un yanına girmesi, Dâvûd (a.s) için bir fitne olmuştur. Ancak ne var ki Dâvûd (a.s), bu giren ve kendisini öldürmeye kasteden kimselerin bağışlanmasını Allah`dan istemiştir..." ki, bu tıpkı Hz. Muhammed (s.a.s) hakkında Cenâb-ı Hakk`ın "Hem kendinin, hem erkek mü`minlerle kadın mü`minlerin günahının bağışlanmasını iste..." (Muhammed, 19) buyurmasına benzer. Binâenaleyh Dâvûd (a.s) onların bağışlanmasını istemiş, kendisini öldürmeyi kafalarına koyan ve içeri giren bu kimselerin bağışlanmasını isteme hususunda Allah`a yönelmiştir. Bu izaha göre ayetteki, cümlesinin manası da, "Davud`a duyulan saygı ve hürmetten dolayı biz, onun (bu girenin günahını) bağışladık" demek olur ki bu, bazı müfessirlerin, ayetinin "Allah Teâlâ, senin hatırın için ve senden dolayı, ümmetinin geçmiş günahlarını bağışlar" anlamında olduğunu söylemesi gibidir.



4) Farzedelim ki, Dâvûd (a.s) kendisinden südûr eden bir zelleden dolayı tevbe etmiştir. Ancak ne var ki biz, bu zellenin, o kadın sebebiyle meydana geldiğini kabul etmiyoruz. Bu zellenin, davalı olan iki şahıstan diğerinin ifadesini almadan önce, birisinin lehine olarak hükmetmiş olmasından dolayı meydana gelmiş olduğunun söylenmesi niçin mümkün olmasın? Çünkü Dâvûd (a.s), "Andolsun ki o, senin koyununu kendi koyunlarına (katmak) istemesiyle sana zulmetmiştir" deyince, verdiği bu hüküm doğru olana uymadığı için, bir delil ve şahit bulunmadan, karşı tarafın mücerred iddiasıyla, berikinin zalim olduğuna hükmetmiş oldu. İşte bu esnada, jstiğfar ve tevbe ile meşgul oldu. Ancak ne var ki, Dâvûd (a.s)`un bu hareket tarzı terk-i evlâ (daha efdal ve uygun olanı terketmek) babındandır.

Yaptığımız bu izahlarla, ayetleri bu manaya hamlettiğimizde, Dâvûd (a.s)`a herhangi bir günahın isnad edilmesi şöyle dursun, tam aksine bu, taatların en büyüğünün ona isnad edilmesini gerektirir. (Razî, Sad suresi)

İsrailiyat etkisindeki yazarların bazıları ise, Davud peygamberin, Urya’nın karısına göz diktiğinden ve Urya’yı öldürttüğünden dolayı affını istemiş olduğunu ileri sürmüşlerdir.
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Günaha göre istiğfar (!)



Davud peygambere, dünyanın en bayağı adamına bile yakıştırılamayacak suç ve günahları isnat etmelerine rağmen, onun tövbesinin, istiğfarının kendi şanına uygun türden olması gerektiğine inanan İsrailiyat etkisindeki büyüklerimizin (!) bazıları da, bu konuda kolları sıvayıp işe girişmişler ve insanlara akla ve mantığa uymayan yalanlar zerk etmişlerdir:


Ata el Horasani ve başkaları dedi ki; Davud yüzünün etrafında ot bitip başını örtünceye kadar kırk gün süreyle secdede kaldı. Sonra ona şöyle seslenildi: Aç mısın sana yemek verilsin, yoksa çıplak mısın giydirilesin? Bunun üzerine öyle bir hıçkırarak ağladı ki, içinden gelen hararetle o mera coşup büyüdü. Böylelikle ona mağfiret olundu ve bu sebeple günahı örtüldü.

Bu sefer dedi ki : Rabbim bu benimle senin arandaki günahım. Onu bağışlamış bulunuyorsun, peki israiloğullarından olan şu adamların durumu ne olacak? Ben onların çocuklarını yetim, hanımlarını dul bıraktım. Buyurdu ki: Ey Davud! Kıyamet gününde senin tarafından gelmiş her bir zulmü cennetin sevabı karşılığında o kişiden sana bağışlamasını isteyeceğim. Davud dedi ki: Rabbim kolay mağfiret işte böyle olur. Sonra da: Ey Davud! Başını kaldır, denildi. Başını kaldırmak istedi ancak yere batmış olduğunu gördü. Cebrail gelip ağaçtan zamkın koparıldığı gibi, onu yerin üzerinden söküp çıkardı.


Velid dedi ki: Ayrıca Münir b. Ez- Zübeyr bana haber verdi, dedi ki, Davud’un secde yerleri yere yapıştı. Yüzünden de Allah’ın dilediği miktar yapışmıştı. El Velid dedi ki: İbn-i Lehia dedi ki: Secdesi sırasında: Seni tenzih ederim, işte benim içeceğim olan göz yaşlarım ve işte benim yiyeceğim önümdeki bir külün içerisinde, diyordu. Bir rivayette belirtildiğine göre o kırk gün secde de kaldı. Farz namaz dışında başını kaldırmadı. Göz yaşlarından ot bitinceye kadar ağlayıp durdu.

Ebu Hüreyre’den nakledildiğine göre, Peygamber buyurdu ki, “Davud kırk gün süreyle secdede kaldı. O kadar ki gözyaşlarından biten otlar başını örttü. Yer onun alnını aşındırdı. Secdesinde de: “Rabbim, Davud bir defa yanıldı ve bu yanılması sebebiyle doğu ile batı arasındaki mesafe kadar uzaklaştı. Rabbim, eğer Davud’un zayıflığına merhamet buyurmaz, günahını bağışlamazsan, sen ondan sonra insanlar arasında günahını konuşulacak biz söz kılarsın. Kırk sene sonra Cebrail ona dedi ki: “Ey Davud! Şüphesiz Allah senin içinden işlemeyi geçirdiğin günahı sana bağışlamış bulunuyor.” (Tirmizi, el Hakim, Nevadir ül Usul, ll.178)


Vehb dedi ki: “Davud’a şöyle seslenildi: “Şüphesiz ben sana mağfiret buyurdum. Ancak Cebrail gelip kendisine: Rabbin sana mağfiret buyurmuşken, ne diye başını kaldırmıyorsun? deyinceye kadar başını da kaldırmadı.

Bunlardan başka rivayet tefsirlerinde, Davud peygamberin affedilmesine rağmen başını yerden kaldırmadığına, her içtiği suya mutlaka göz yaşı karıştırdığına, arpa ekmeğini gözyaşıyla ıslatıp yediğine, günah işlemeden evvel gecenin yarısında namaz kılıp senenin yarısında oruç tuttuğuna, günah işledikten sonra da gecelerin tamamında namaz kılıp senenin de tamamında oruç tuttuğuna, günahın bir işaret olarak avucuna dövme yaptırıp yerken içerken sürekli günahı hatırlayıp ağladığına, içerisi kül ile doldurulmuş yedi tane lif yatak üzerinde oturduğuna ve sürekli ağlamasından göz yaşlarının yedi kat döşekten yere kadar geçtiğine dair bir çok saçma rivayetler yer almıştır. Biz, bu saygın peygamberi ve adına bunun gibi bir çok rivayet uydurulan peygamberimizi bütün bu saçmalıklardan tenzih ediyoruz.


Yukarıda da söylediğimiz gibi, bu ayette Davud peygamberin kim için bağışlanma talebinde bulunduğu bildirilmemiştir. Kişinin kendisi dışında bir başkası için de istiğfar etmesi mümkün olabildiğine göre (bunun örneklerini ayetlerden görmüş idik), burada istiğfarın kime yönelik olduğu hususuna cevap aranmalıdır.



Buradaki istiğfarın suç işlemiş birisi için yapıldığı nokta-i nazarından hareket edilecek olursa, bu kişinin, bu pasajda, hatalı olduğu açıklanan birisi olması gerekmektedir. Nitekim pasajdaki söz akışı içinde kimin suç işlediği bellidir. Hâl böyle iken, İsrailiyat uydurmalarına dayanarak, bizzat Rabbimiz tarafından üstün nitelikleriyle övülmüş olan Davud peygamberi suçlu ilan etmek, kelimenin tam anlamıyla insafsızlıktır. Zaten Davud peygamber de, sahip olduğu “hikmet” ve “fasl-ı hıtap” sayesinde bu suçluyu saptamıştır. Bu kişi; mal varlığını daha da arttırmak isteyen zengin kişi olup, Davud peygamber işte o kişinin affedilmesi talebinde bulunmuştur.

Burada, Davud peygamberin kendi yaptığı veya yapması muhtemel kusurları için de istiğfar ettiği; koruma talebinde bulunduğu söylenebilir. Ama ona uygunsuz suçlar yüklemek bize göre büyük hatadır, insafsızlıktır.
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Kitab-ı Mukaddes II. Samuel 11. ve 12. bölümler


BÖLÜM 11


1- İlkbaharda, kralların savaşa gittiği dönemde, Davud kendi subaylarıyla birlikte Yoav`ı ve bütün İsrail ordusunu savaşa gönderdi. Onlar Ammonlular`ı yenilgiye uğratıp Rabba Kenti`ni kuşatırken, Davud Yeruşalim`de kalıyordu. 2- Bir akşamüstü Davud yatağından kalktı, sarayın damına çıkıp gezinmeye başladı. Damdan yıkanan bir kadın gördü. Kadın çok güzeldi. 3- Davud onun kim olduğunu öğrenmek için birini gönderdi. Adam, "Kadın Eliam`ın kızı Hititli Uriya`nın karısı Bat-Şeva`dır" dedi. 4- Davud kadını getirmeleri için ulaklar gönderdi. Kadın Davud`un yanına geldi. Davud aybaşı kirliliğinden yeni arınmış
olan kadınla yattı. Sonra kadın evine döndü. 5- Gebe kalan kadın Davud`a, "Gebe kaldım" diye haber gönderdi. 6- Bunun üzerine Davud Hititli Uriya`yı kendisine göndermesi için Yoav`a haber yolladı. Yoav da Uriya`yı Davud`a gönderdi. 7- Uriya yanına varınca, Davud Yoav`ın, ordunun ve savaşın durumunu sordu. 8- Sonra Uriya`ya, "Evine git, rahatına bak" dedi. Uriya saraydan çıkınca, kral ardından bir armağan gönderdi. 9- Ne var ki, Uriya evine gitmedi, efendisinin bütün adamlarıyla birlikte sarayın kapısında uyudu. 10- Davud Uriya`nın evine gitmediğini öğrenince, ona, "Yolculuktan geldin. Neden evine gitmedin?" diye sordu. 11- Uriya, "Sandık da, İsrailliler`le Yahudalılar da çardaklarda kalıyor" diye karşılık verdi, "Komutanım Yoav`la efendimin adamları kırlarda konaklıyor. Bu durumda nasıl olur da ben yiyip içmek, karımla yatmak için evime giderim? Yaşamın hakkı için, böyle bir şeyi kesinlikle yapmayacağım." 12- Bunun üzerine Davud, "Bugün de burada kal, yarın seni göndereceğim" dedi. Uriya o gün de, ertesi gün de Yeruşalim`de kaldı. 13- Davud Uriya`yı çağırdı. Onu sarhoş edene dek yedirip içirdi. Akşam olunca Uriya efendisinin adamlarıyla birlikte uyumak üzere yattığı yere gitti. Yine evine gitmedi. 14- Sabahleyin Davud Yoav`a bir mektup yazıp Uriya aracılığıyla gönderdi. 15- Mektupta şöyle yazdı: "Uriya`yı savaşın en şiddetli olduğu cepheye yerleştir ve yanından çekil ki, vurulup ölsün." 16- Böylece Yoav kenti kuşatırken Uriya`yı yiğit adamların bulunduğunu bildiği yere yerleştirdi. 17- Kent halkı çıkıp Yoav`ın askerleriyle savaştı. Davud`un askerlerinden ölenler oldu. Hititli Uriya da ölenler arasındaydı. 18- Yoav savaşla ilgili ayrıntılı haberleri Davud`a iletmek üzere bir ulak gönderdi. 19- Ulağı şöyle uyardı: "Sen savaşla ilgili ayrıntılı haberleri krala iletmeyi bitirdikten sonra, 20- kral öfkelenip sana şunu sorabilir: `Onlarla savaşmak için kente neden o kadar çok yaklaştınız? Surdan ok atacaklarını bilmiyor muydunuz? 21- Yerubbeşet (Yerubbaal ya da Gidyon) oğlu Avimelek`i kim öldürdü? Teves`te surun üstünden bir kadın üzerine bir değirmen üst taşını atıp onu öldürmedi mi? Öyleyse niçin sura o kadar çok yaklaştınız?’ O zaman, kulun Hititli Uriya da öldü dersin." 22- Ulak yola koyuldu. Davud`un yanına varınca, Yoav`ın kendisine söylediklerinin tümünü ona iletti. 23- "Adamlar bizden üstün çıktılar" dedi, "Kentten çıkıp bizimle kırda savaştılar. Ama onları kent kapısına kadar geri püskürttük. 24- Bunun üzerine okçular adamlarına surdan ok attılar. Kralın adamlarından bazıları öldü; kulun Hititli Uriya da öldü." 25- Davud ulağa şöyle dedi: "Yoav`a de ki, `Bu olay seni üzmesin! Savaşta kimin öleceği belli olmaz.’ Kente karşı saldırınızı güçlendirin ve kenti yerle bir edin! Bu sözlerle onu yüreklendir." 26- Uriya`nın karısı, kocasının öldüğünü duyunca, onun için yas tuttu. 27- Yas süresi geçince, Davud onu sarayına getirtti. Kadın Davud`un karısı oldu ve ona bir oğul doğurdu. Ancak, Davud`un bu yaptığı RAB`bin hoşuna gitmedi.
 

ÇAPANOÐLU

New member
Katılım
8 Eki 2006
Mesajlar
803
Tepkime puanı
1
Puanları
0
BÖLÜM 12







1- RAB Natan`ı Davud`a gönderdi. Natan Davud`un yanına gelince ona, "Bir kentte biri zengin, öbürü yoksul iki adam vardı" dedi, 2- "Zengin adamın birçok koyunu, sığırı vardı. 3- Ama yoksul adamın satın alıp beslediği küçük bir dişi kuzudan başka bir hayvanı yoktu. Kuzu adamın yanında, çocuklarıyla birlikte büyüdü. Adamın yemeğinden yer, tasından içer, koynunda uyurdu. Yoksulun kızı gibiydi. 4- Derken, zengin adama bir yolcu uğradı. Adam gelen konuğa yemek hazırlamak için kendi koyunlarından, sığırlarından birini almaya kıyamadığından yoksulun kuzusunu alıp yolcuya yemek hazırladı." 5- Zengin adama çok öfkelenen Davud Natan`a, "Yaşayan RAB`bin adıyla derim ki, bunu yapan ölümü hak etmiştir!" dedi, 6- "Bunu yaptığı ve acımadığı için kuzuya karşılık dört katını ödemeli." 7- Bunun üzerine Natan Davud`a, "O adam sensin!" dedi, "İsrail`in Tanrısı RAB diyor ki, `Ben seni İsrail`e kral olarak meshettim ve Saul`un elinden kurtardım. 8- Sana efendinin evini verdim, karılarını da koynuna verdim. İsrail ve Yahuda halkını da sana verdim. Bu az gelseydi, sana daha neler neler verirdim! 9- Öyleyse neden RAB`bin gözünde kötü olanı yaparak, onun sözünü küçümsedin? Hititli Uriya`yı kılıçla öldürdün, Ammonlular`ın kılıcıyla canına kıydın. Karısını da kendine eş olarak aldın. 10- Bundan böyle, kılıç senin soyundan sonsuza dek eksik olmayacak. Çünkü beni küçümsedin ve Hititli Uriya`nın karısını kendine eş olarak aldın.’ 11- RAB şöyle diyor: `Sana kendi soyundan kötülük getireceğim. Senin gözünün önünde karılarını alıp bir yakınına vereceğim; güpegündüz karılarının koynuna girecek. 12- Evet, sen o işi gizlice yaptın, ama ben bunu bütün İsrail halkının gözü önünde güpegündüz yapacağım!" 13- Davud, "RAB`be karşı günah işledim" dedi. Natan, "RAB günahını bağışladı, ölmeyeceksin" diye karşılık verdi, 14- "Ama sen bunu yapmakla, RAB`bin düşmanlarının O`nu küçümsemesine neden oldun. Bu yüzden doğan çocuğun kesinlikle ölecek." 15- Bundan sonra Natan evine döndü. RAB Uriya`nın karısının Davud`tan doğan çocuğunun hastalanmasına neden oldu. 16- Davud çocuk için Tanrı`ya yalvarıp oruç tuttu; evine gidip gecelerini yerde yatarak geçirdi. 17- Sarayın ileri gelenleri onu yerden kaldırmaya geldiler. Ama Davud kalkmak istemedi, onlarla yemek de yemedi. 18- Yedinci gün çocuk öldü. Davud`un görevlileri çocuğun öldüğünü Davud`a bildirmekten çekindiler. Çünkü, "Çocuk daha yaşarken onunla konuştuk ama bizi dinlemedi" diyorlardı, "Şimdi çocuğun öldüğünü ona nasıl söyleriz? Kendisine zarar verebilir!" 19- Davud görevlilerinin fısıldaştığını görünce, çocuğun öldüğünü anladı. Onlara, "Çocuk öldü mü?" diye sordu. "Evet, öldü" dediler. 20- Bunun üzerine Davud yerden kalktı. Yıkandı, güzel kokular sürünüp giysilerini değiştirdi. RAB`bin Tapınağı`na gidip tapındı. Sonra evine döndü ve yemek istedi. Önüne konan yemeği yedi. 21- Hizmetkârları, "Neden böyle davranıyorsun?" diye sordular, "Çocuk yaşarken oruç tuttun, ağladın; ama ölünce kalkıp yemek yemeye başladın." 22- Davud şöyle yanıtladı: "Çocuk yaşarken oruç tutup ağladım. Çünkü, `Kim bilir, RAB bana lütfeder de çocuk yaşar diye düşünüyordum. 23- Ama çocuk öldü. Artık neden oruç tutayım? Onu geri getirebilir miyim ki? Ben onun yanına gideceğim, ama o bana geri dönmeyecek." 24, 25- Davud karısı Bat-Şeva`yı avuttu. Yanına girip onunla yattı. Bat-Şeva bir oğul doğurdu. Çocuğun adını Süleyman koydu. Çocuğu seven RAB Peygamber Natan aracılığıyla haber gönderdi ve hatırı için çocuğun adını Yedidyah koydu. 26- Bu sırada Ammonlular`ın Rabba Kenti`ne karşı savaşı sürdüren Yoav, saray semtini ele geçirdi. 27- Sonra Davud`a ulaklar göndererek, "Rabba Kenti`ne karşı savaşıp su kaynaklarını ele geçirdim" dedi, 28- "Şimdi sen ordunun geri kalanlarını topla, kenti kuşatıp ele geçir; öyle ki, kenti ben ele geçirmeyeyim ve kent adımla anılmasın." 29- Davud bütün askerlerini toplayıp Rabba Kenti`ne gitti, kente karşı savaşıp ele geçirdi. 30- Ammon Kralı`nın başındaki tacı aldı. Değerli taşlarla süslü, ağırlığı bir talant altını bulan tacı Davud`un başına koydular. Davud kentten çok miktarda mal yağmalayıp götürdü. 31- Orada yaşayan halkı dışarı çıkarıp testereyle, demir kazma ve baltayla yapılan işlerde, tuğla yapımında çalıştırdı. Davud bunu bütün Ammon kentlerinde uyguladı. Sonra bütün ordusuyla birlikte Yeruşalim`e döndü.




Kitab-ı Mukaddes’te yukarıdaki şekilde yer alan olay, bazı tefsirciler (!) tarafından yumuşatılmaya çalışılmış, zorlama yorumlarla makul ve makbul gösterilmek istenmiştir:
 
Üst Alt